Ne Desem ki!
Türkiye’nin gündemi malûm. Bir gün içerisinde dört mevsim yaşanır oldu. Hangisini yazayım, nereden başlıyayım diyorum henüz yazı bitmeden gündem yeniden değişiyor. Gündem hem de ne gündem. Vantilatör b.ka çarpmış gibi her taraf vıcık vıcık pislik.
Liseli gençlerin sevgililerine yazdıkları mektup misali yazıyor yazıyorsun, beğenmiyor mektubu yırtıp tekrar yenisini yazmak için yeni bir kâğıt koyuyorsun önüne, ama yine de olmuyor işte.
Bu yüzden içimden bugün güncel yazı yazmak inanın ki gelmiyor. Okuyucularımın müsaadesiyle En iyisi kitapların arasında kaybolmak istiyorum.
Malûm Atatürk’ün 102 yıl önce Samsun’a çıktığı günlerin içindeyiz. Bu yüzden yazımı kendisinin notlarından alıntı yaparak bitirmek istiyorum.
“Samsun’dan edindiğim bilgiler pek de hoş değildi. Samsun’a iki gün önce 17 Mayısta yüz kadar İngiliz askeri çıkarılmıştı. Bu askerlerle gelen iki İngiliz yüzbaşısının Sivas’a kontrol subayı olarak gideceklerini öğrenmiştik. Samsun ve çevresindeki Türkler, Pontusçu çetelerden tedirgin ve yılmıştı. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali başlangıçtı. Bunun yanında İtalyanların Antalya ve Konya çevresinde işgali genişletmeleri, Samsun ve Trabzon’a Yunan ve diğer işgal kuvvetlerinin çıkmaları mümkün görünüyordu.
Doğu bölgesi için ayrıca endişelerim vardı ve bazı haberler almış, birde suikast teşebbüsü yaşamıştım.
Arkadaşlarla Pontus çetelerinin saldırısına uğramış olan Yenice köyünü ziyaretten dönmüş doğruca Mıntıka Palas’a gitmiştik. Yemekten sonra kahvelerimizi içip sohbet ediyorduk. Belediye önünde bulup silahlandırdığım asker, otelin kapısında nöbet bekliyor, içeriye sinek bile uçurmuyordu. Dışarıdan onun sesi yükseldi: “-Yasah diyorum sana ulan!”
Gürültü ve tartışma biraz uzayınca Cevat Abbas silahını çekip kapıya koştu. Aralarındaki konuşmayı içerden duyuyoruz:
“-Ne arıyorsun burada?”
“-Mustafa Kemal Paşa’yı göreceğim.”
“-Ne yapacaksın Paşayı?”
“-Ona söyleyeceklerim var.”
“-Nedir söyleyeceklerin bana söyle ben iletirim.”
Konuşmasından Kürt olduğunu anladığımız adam mutlaka içeri girmek istiyordu. Yaverim en sonunda kişiyi yanımıza getirdi.
Karşımızda orta yaşlı, iri yarı, kara gözlü, pala bıyıklı, esmer halktan bir adam duruyordu. Ama bu adamın durumunda bir gariplik vardı. Herkes ona bakıyor ve her hareketini göz hapsinde bulunduruyorlardı.
“-Gel bakalım evlât bir arzun mu var” diye sordum.
“-Var Paşam size söyleyeceklerim var!”
“-Haydi, çekinme, söyle öyleyse.”
“-Paşam bana sizi vurmak için görev verdiler”
“Peki, öyleyse vur beni, yap görevini haydi”
“-Aman paşam, sen vurulacak adam mısın? Sen baş tacı olaya lâyıksın.”
Sonra ceketinin iç cebinden yepyeni bir tabanca çıkarıp masanın üstüne bıraktı.
“-İşte Paşam verdikleri tabanca. “Git o vatan, millet haini padişahımızın düşmanı olan paşayı vur” dediler. Ben de sizi öyle sanarak öldürmeğe karar verdim. Üç gündür arkanızda dolaşıyorum. Bütün düşüncelerim altüst oldu. Meğer beni aldatmışlar! Az kalsın milletin babasını vuracaktım. Senin hemşerilerle konuşmanı dinledim, baktım ki sen yalnız bizi düşünüyorsun. Bizi düşmanlardan kurtarmak istiyorsun, asıl hain onlar; o senin düşmanın olacak namussuzlar. Ben de artık sendenim Paşam.”
Bu kendi kendine gelip, kendi kendine giden tehlikeye şaştım kaldım.
“-Al tabancanı sok beline çocuk” dedim.
“Sen de artık benim askerim sayılırsın. Tabancasız, silâhsız olursak Pontuscular gelip hepimizi keserler.”
Kürt yurttaşımıza birde kahve ısmarladım ve bizi unutmamasını söyledim.”
(Atatürk, Atatürk’ü Anlatıyor –II- “Ulusal Giz”- Milliyet Yayınları)
Sağlıklı Kalın.
