Lânet Okuma Merkezi Ayasofya
- 12. ve 13 yüzyıllarda Irak, Suriye Afganistan ve Arap Yarımadasındaki İslam anlayışı sahipleri bir takım siyasi olayların etkisiyle giderek yozlaşıp, İslamiyet’in özünü ve ruhunu terk edip sapık anlayışlar peşine düşmüşler, İslamiyet’i yok olma tehlikesiyle karşı karşıya getirmişlerdir. Arafat’ta hacılara yapılan saldırılar, Kâbe’de Hacer’ül Esvet taşının kaçırılması, Haşhaşi Hasan Sabbah’ın intihar timleri hepsi bu yüzyıllar içerisinde vuku bulmuştur.
İşte böyle bir ortamda Hacı Bayram Veli’nin düşünceleri mübarek Anadolu topraklarında filizlenmeye başlamıştır. Bu düşünceye göre her şey insanın ruhuna ve özüne hitap etmelidir. Yani insanın beyni ve kalbi kazanılırsa problemlerin kendiliğinden düzeleceği inancı hâkim olmuştur.
Bu inanç Hacı Bektaş-ı Velinin, Yunus Emre’nin ve daha birçok gönül insanının temel düşüncelerini oluşturmaktadır. Bu düşünce çerçevesinde meydana gelen istikrar, Anadolu’da yeni bir medeniyetin doğmasına yol açmıştır.
İşte yüzyıllardan beridir “Anadolu Müslümanlığı” denilen hoş görülü İslam Ahlâkı, bu şekilde günümüze kadar gelmiştir.
Ancak ne yazık ki bu gelenek gerek yurdumuzda, gerekse emperyalist mihrakların tahrikleriyle zaman zaman saldırılara uğramaktadır.
Osmanlı 1683 Viyana bozgunundan sonra sürekli toprak kaybına uğramıştır. Zaman geçtikçe Osmanlının kuruluş azmi ve direnci çökmüş, saltanat liyakatsiz dirayetsiz kişilerin eline geçmiş, sarayın etrafı işbirlikçi haçlı zihniyetine bağlı paşalar tarafından kuşatılmıştır.
Nihayetinde Balkanlarda Anadolu’dan daha geniş verimli toprakları kaybetmiş bugün ki sınırlarımıza çekilmek zorunda kalmışız.
Sonrasında Atatürk ve silah arkadaşları sayesinde genç bir Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulmuş, kısa zamanda Ortadoğu’nun en istikrarlı ülkesi durumuna gelmiştir.
Bütün bunları anlatmamın sebebi, hutbe okumak için minbere her çıktıklarında halâ Osmanlı özlemi içerisinde bulunan bir takım imamlar, Atatürk’e lânet okumaktan kendilerini alamıyorlar. Bunların Hasan Sabbah’ın haşhaşiler’inden ne farkları var?
Dindar ve kindar nesil yetiştireceğiz diye yola çıkanlar, dindar nesil yetiştirmek şöyle dursun, sayelerinde Türkiye Cumhuriyeti, yabancısı olduğu Deisizm’le tanışmış oluyordu. Kindarlık derseniz o konuda büyük başarı katettiklerini söyleyebiliriz.
Hâlbuki bir düşünseler İstanbul, beş yıl İngiliz işgalinde kalmış, İstanbul halkı camilerinde namaz kılmak için bile köşe başlarını tutan İngiliz askerlerinden izin almak zorunda kalıyordu. İngiliz askerleri Ağa camiini atlarına ahır yapmışlardı. İşte o günlerde Ağa Camiinin o halini gören Nazım Hikmet, “Ağa Cami” şiirinde şu hüzün dolu satırları sıralıyordu: “Havsalam almıyordu bu hazin hali önce, Ah, ey zavallı cami, seni böyle görünce. Dertli bir çocuk gibi imanıma bağlandım; Allahımın ismini daha çok candan andım.”
İşte İstanbul’un bu acıklı halini gören Mustafa Kemal, boğazda İngiliz gemilerini işaret ederek: “geldikleri gibi gidecekler” kararlılığıyla Samsuna çıkıyordu.
Hocaefendiler çocuklarının nafakalarını Atatürk’ün kurduğu cumhuriyetin Diyanet İşleri Başkanlığından temin etmelerine rağmen halâ her fırsatta Ataya lânet okumaları hangi zekânın ürünü olsa gerek varsa bir bilen söylesin.
Ayasofya Camisini Atatürk’e hakaret etme merkezi haline getirenlerin en sonuncusu eski imam Mustafa demirkan, Hem Cumhurbaşkanı, hem Meclisbaşkanı’nın bulunduğu bir ortamda Mustafa Kemal Atatürk’e hakaret etme cüretini gösterebilmiştir. Danıştay’ın 143. Kuruluş töreninde Barolar Birliği Başkanının konuşmasını protesto ederek salonu terk eden Cumhurbaşkanının(o zaman başbakan) sessiz kalması sizce de manidar değil mi? 
Sağlıklı kalın.
Not: Bu yazının bazı bölümlerinde değerli yazar Oğuz Çetinoğlu’nun kıymetli eseri “Müderris ve Mutasavvıf Hacı Bayram-ı Veli” kitabından faydalanılmıştır.