“Bizler birer haşlanmış kurbağayız.” Yapılan araştırmalar neticesinde kurbağaların 37,5 derece suyu çok sevdikleri anlaşılmıştır. Bilim adamları yaptıkları deneylerde 37,5 derede hazırlanan suya birkaç kurbağa bırakmış ve kurbağaların bu su sıcaklığından çok etkilendiklerini hatta o kadar ki sevinç ve mutluluktan kendilerinden geçtiklerini gözlemlemişlerdir. Bir zaman sonra bu havanın değişip değişmeyeceğini anlamak adına, ısıyı kademeli ve sistemli bir şekilde artırmaya başlayan bilim adamları bundan rahatsız olmayan, hiçbir reaksiyon göstermeyen kurbağaların suyun ısısı 70 dereceyi bulduğunda haşlanmış olarak öldüklerine şahit olmuşlardır.
Uygulanan deneyin sonunda kademeli ve sistemli bir biçimde empoze edilen şeylerin rahatsızlık vermediği kanısı ortaya çıkmıştır. Bu örnekle içinde bulunduğumuz toplumu değerlendirmeye alırsak, yaşanan bu kargaşa ortamında hepimizin bu oyunun bir parçası olduğunu fakat bunun farkında olmadığımızı görebiliriz. Bize dayatılmaya çalışılan bu sistemle fıtratımız gereği asla kabul etmeyeceğimiz şeyleri, kendi seçeneklerini bizlere şirin gösteren aldatmacalarla, oynadıkları oyunlar sayesinde nasıl kabul ettirip hayatımıza soktuklarını düşünün?
Partiler, sivil toplum kuruluşları, fikirlerin ne olduğu belli olmayan örgütler, reklamlar, diziler gibi bir çok etken ile maddesel dünyamızı ele geçirdikleri yetmezmiş gibi, gazete, dergi, televizyon gibi basın yayın organlarıyla günahları ve haramları hafifleten hoca, âlim, neye hizmet ettiği belli olmayan cemaatler türeterek fetvalar verdirilmiş, hiçbir zorlamaya tabi olmadan yüzü maskeli dostlarıyla beraber hissettirmeden yavaş yavaş planlı bir şekilde zihnimize ve inancımıza kendi istedikleri biçimde yön vermeyi başarmışlardır.
İşin acı tarafı ise bu yaptığımız yanlışın farkında olmadığımız halde kendimizden sonra gelen nesli de doğruları biz yapıyoruz edası ile kınamaktan geri kalmıyoruz. Aslında tabiri caiz ise ne deve olmayı becerip yükü taşıyoruz, nede kuş olup olayları yukarıdan süzüyoruz. Anlayacağınız deve olmayı da, kuş olmayı da beceremeyen deve kuşu sürüsü gibi dolaşıyoruz etrafta.
Peki, çaresi yok mu? Çözümü nedir?
Çözüm sadece şikayet etmek midir? Doğal olarak şimdi hepimiz hayır diyeceğiz.
Peki, çare arıyor muyuz? Doğal olarak şimdi de hepimiz evet diyeceğiz.
Öyleyse ….
Çözüm mü nedir?
Çözüm yaşamaktır, yaşatmak için yaşamaktır, görmeleri için göstermektir, bozuk olan çevrenin insanlardan oluştuğunu bilip, o çevreyi inandığımız değerlere uygun hale getirmek için çaba sarf etmektir.
Ve son olarak….
Çare mi nedir?
Çare, yaradılışımız ekseninde hareket etmektir.İnsanın kendi acizliğini hissetmesidir, sonunun ne olacağını düşünmesidir, kendinden önce yaşayan insanların akıbetinin ne olduğunu anlamasıdır, tarihler boyu kurulan çok güçlü medeniyetlerin bile şimdi bir hiç olduklarını görmesidir, her bireyin yaşanan şeylerin fani olduğunu düşünüp, aklıselim ve alçak gönüllülükle hareket etmesidir.
‘’İBRET ALINMAYAN HER BAKIŞ BOŞ, FİKİRLE BİRLİKTE OLMAYAN HER SUSMA GAFLET, İÇERİSİNDE FİKİR OLMAYAN HER KONUŞMA BOŞTUR.’’
Saygılarımla