Asıl mesele nerede duruyoruz

Türkiye de dâhil olmak üzere Müslüman toplumların yönetici ve lider kadrolarının aydınlanma ve modern hayat etkisi altında ezilmeleri ile kendi medeniyet, kültür ve tarihi tasavvurunu kaybettikleri görülmektedir. Bununla beraber bu kargaşa ve savrulma fıtri ve kültürel farklılıkların ortadan kaldırılmasına ışık tutarak homojen bir ulus yaratmayı amaçlayan bir tür milliyetçiliğin fitilini ateşlemiştir. Farklı etnik yapıların ortak bir tarih ve kültür zemininde buluşmamaları, o toplumları kendi aralarında sınıflar içerisine hapseder, bu sınıflandırmayı üç kısımda değerlendirebiliriz.

– Devletini, Milletini, Bayrağını sevenler ve hayatlarını buna göre tanzim ederek yaşayanlar; bu sınıfta yer alan kitle aslında sayısal olarak azımsanmayacak bir orana sahip olmalarına rağmen; organize olamadıklarından, her şeyi sineye çekmelerinden dolayı etkisizdirler.

– Devletini, Milletini, Bayrağını sevmeyip sürekli ihanet olgusu içinde yaşayanlar; bu grupta bulunanlar azınlıktadır. Ancak çok iyi organize olduklarından hedeflerine ulaşma noktasında ellerine geçirdikleri her mevkide çabuk ve çok iyi örgütlenirler ve asla fikirlerini afişe etmezler.

– Devletini, Milletini, Bayrağını sevse bile gaflet içinde olanlar, işte bu kitle nüfusun büyük çoğunu oluşturur, fakat % 90’ı şuursuzdur. Herkesle iyi geçinip, menfaatlerini her şeyin üstünde tutarlar. Bir üst gruptaki kitlenin etkisine girmeye çok müsaittirler. Kendi çıkarları uğruna herkesle işbirliğine yaparlar.

Bu sınıflanma probleminin çözüm aşamasında kayan fikri zeminin tekrar yerine oturtulması, kaybedilen kültür ve medeniyet tasavvurunun yeniden inşası edilmesi, faklı etnik yapıya ve dile sahip olunsa bile, aynı tarih ve devleti paylaşan kitlelerin bir arada yaşama bilincinin gelişmesi çok önemlidir.

Demokrasi ve hukuk alanındaki gelişmeler kadar, şiddet ve kargaşaya prim vermeyen, ülkenin bütünlüğünü, toplumun kardeşliğini esas alan, slogandan çok yapıcı, gerçekçi projeleri öne çıkarıp, ülke insanının tümünü kucaklayacak, kültürel, fikri, ekonomik ve siyasi bir yapılanmaya ihtiyaç vardır. Her şeyin tıkandığı bu noktada, meşru siyaset ortamında gerçekleştirilecek uzlaşmalar bu problemlerin çözümü için gerekli zemini oluşturacaktır. Bunun için toplumdaki bütün hatırı sayılır liderlerin gerçek anlamda toplumun kültür ve değerlerini öne çıkarıp, yapılan siyaseti ahlaki değerler üzerine oturtarak seviye kazandırması gerekmektedir.

Aksi halde uzlaşmadan uzak, şiddeti teşvik eden, doğal farklılıkları kışkırtarak kutuplaştıran, manasız düşmanlıklar üzerinden gerçekleştirme gayreti içinde olanlar sonuçta kendi yarattıkları bu ortamın kurbanı olmaya mahkûm olurlar. Çekilen sıkıntılar, yaşanan acılar, ortaya koyulan gerçekler ne denli haklı olursa olsun, geçmişten beri etnik, kültürel ve siyasi anlamda birçok problemin ortaya çıkmasına, kimlik kaybına ve yozlaşmaya neden olan bir ideolojinin yerine yine ona benzer bir misyona ve aynı zaaflara sahip ideolojiyi yerleştirmeye çalışıp, bu ideoloji üzerinden mücadele etmek toplumun hiçbir ferdine fayda getirmeyecek bir yola girmek anlamına gelmez mi?

Saygılarımla…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir