Etiket arşivi: yazdı

Türkiye’deki mal varlığımız ifşa edilecek

Türkiye’deki mal varlığımız ifşa edilecek

ilhan karaçayYurt dışında yaşadıkları ülkede sosyal yardım alan Avrupalı Türkler, 1 Ocak 2018’den itibaren mercek altına alınacak. Uluslararası anlaşma kapsamında yardım alan vatandaşların Türkiye’deki mal varlıkları incelenecek.
Türkiye’de parası, gayrimenkulü ya da arabası olan gurbetçilerin sosyal yardım almaları bundan sonra resmen sorun yaratacak.  Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’na üye olan 57 ülke arasında imzalanan, ‘Otomatik Bilgi Transferi’ anlaşması kapsamında sıkı denetim gerçekleştirilecek. Anlaşma kapsamında ülkeler arasında vatandaşın banka bilgileri dahil olmak üzere, mal varlıklarının ne durumda olduğu da öğrenilebilecek. Bu kapsamda yıllarca çalışarak para biriktiren ve Türkiye’de yatırım yapan gurbetçiler, daha önce almış oldukları sosyal yardım paralarından dolayı da işleme maruz kalabilecekler. 2016 yılında AGİT’e üye ülkeler tarafından alınan karar kapsamında, anlaşmanın 1 Ocak 2018’den itibaren yürürlüğe gireceği ifade ediliyor.

Ne var ki, uluslararası bir sözleşmeye imza atldığı halde, Maliye Bakanlığı’ndan bir yetkili anlaşmanın vergi kaçakçılığını önlemek kapsamında önemli bir konuma sahip olduğuna dikkat çekerken, bilgi paylaşımının mecburi olmadığını belirtti. Maliye Bakanlığı yetkilisi,
” 1 Ocak 2018’den itibaren AGİT ülkeleri arasında yürürlüğe girecek olan ‘Otomatik Bilgi Transferi’ anlaşması, öncelikle vergi kaçakçılığının önemli oranda önüne geçmek amacıyla imzalanıyor. Ancak, Avrupa ülkelerinde yaşayan gurbetçi vatandaşlarımızın sosyal yardımlaşma parası aldıkları gerekçesi ile, araştırmanın 10 yıl geçmişe dönük olarak yapılabileceği ifade ediliyor. Türkiye’ye ziyarete geldiklerinde içinde barınabilecekleri evlerinin dahi bilgi paylaşım kapsamında değerlendirileceği iddialarına karşılık, yurtdışında gurbetçi olan vatandaşlarımızın mağdur olmaması için bakanlığımız ne gerekiyorsa onu yerine getirecektir” şeklinde konuştu.

Yukarıda dile getirdiğimiz konu, özellikle Hollanda’da yaşayan Türkler’i 15 yıldan bu yana çok rahatsız ediyor. Bu konuda yayınlanan haberler, ‘Yangına körükle gitme’ misali ortalığı karıştırıyordu. Naçizane şahsım bu konuda defalarca yorum yazdım.
Yapılan yanlışlığa karşı uyarılarıma kulak kabartılmadı. Asıl yapılması gerekenin yapılmaması da cabası oldu ve bugünlere gelindi.
İsterseniz daha önceki son yorumuma bir göz atalım:

HOLLANDA’YI ELEŞTİRELİM AMA HAKSIZLIK YAPMAYALIM

İlhan KARAÇAY yorumladı:

Hollanda’yı benden daha fazla öven ve yeren bir gazeteci yoktur sanırım. Son olarak 11 mart tarihinde yaşanan Rotterdam olaylarından sonra yazdığım yorumlar son örneklerdir. Hollanda Başbakanı Rutte’ye yazdığım mektup da bilinmektedir. Başbakan Rutte bana yanıt verdi. Ama tam iki ay sonra ve de laf olsun babından sözlerle…

Geçtiğimiz 11 temmuz tarihinde bir gazetemizde, Hollanda hakkında çok bilinçsiz bir haber yayınlandı. Haberde imzası olan kardeşimizin Hollanda ile ilgisi yok. Ama nedense bu haberde onun imzası vardı.
Haberin başlığı da ilginçti: Netherland bu !
Habere şöyle bir ara başlık atılmıştı: Türkiye ile ilişkileri geren Hollanda, gurbetçilere verdiği sosyal desteği de ‘Türkiye’de arazisi var’ bahanesiyle kesmeye başladı. Yasadışı uygulamaya gurbetçi vatandaşlar, ‘İşte Hollanda (Netherland) bu’ diyerek isyan etti.

Tipik bir abartılı eleştiridir bu.
Son gelişmelerden sonra, Hollanda’yı eleştirmek için, yeni bir gelişmeymiş gibi yazılan bu haber yanlışlarla doludur.
İsterseniz bu haberin tamamını sizlere sunayım, ondan sonra da yanlışları belirteyim.
İşte haberin devamı:

Netherland bu!

Türkiye’ye dönük hasmane tutumuyla dikkatleri üzerine çeken Hollanda yönetimi, yarattığı siyasi krizlerin yanı sıra şimdi de gurbetçi Türkler’in hakkını gasp etmeye başladı. İngilizce ismi Netherland olan Hollanda, yaptığı illegal uygulamalarıyla Türk gurbetçilerden, “Netherland bu… Haksız yere desteğimizi kesiyor” tepkisi alıyor.
Sosyal destek verdiği Türk gurbetçilerin Türkiye’deki mal varlıklarını illegal bir şekilde araştırmaya başlayan Hollanda Hükümeti, üzerinde tapu bulunan Türkler’in sosyal destek ya da işsizlik parasını kesmeye başladı.

UYGULAMALAR YASADIŞI
Hollanda Denk Partisi’nin danışmanı Ziya Develi, Hollanda Başkonsolosluğu’nun, gurbetçilerin T.C. kimlik bilgilerini baskıyla alarak bu veri üzerinden Türkiye’de tapu araştırmaları yaptığını söyledi. Develi, “Eğer Türkler’in ev ya da arazisi varsa 900 euroya kadar varan desteği kesip, geriye dönük ödenen parayı da faiziyle istiyor. Şu anda sadece Hollanda’da yapılan bu haksız uygulama Belçika, Almanya gibi AB ülkelerini de harekete geçirebilir” diye konuştu. Hollanda Türk Hukukçular Birliği Başkanı Avukat Ejder Köse de, yapılan işlemlerin yasadışı olduğunu, Hollandalı kamu kurumlarının böyle bir araştırmaya giremeyeceğini söyledi. Köse, “Hollandalı makamların TC kimlik numaralarını isteme hakkı olmadığı gibi vatandaşlarımızın da verme zorunluluğu yok” dedi.

ÖZEL HAYAT İHLAL EDİLİYOR
Hollanda Sosyal Sigortalar Kurumu’nun Türkler’i  ‘riskli grup olarak’ tanımladığını belirten Köse, Hollanda’nın Türkiye’deki Çalışma Ataşeliği tarafından görevlendirilen memur ya da hukuk bürolarının gurbetçilerin banka hesaplarına kadar araştırmalar yaptığını belirtti. Köse, “Söz konusu araştırmalar, özel hayatın gizliliğini ihlal etmektedir. Bu çalışma uluslararası anlaşmalara aykırı olarak etnik temele dayanan bir ayrımcılık faaliyetidir” ifadelerini kullandı.

MAL VARLIĞINI ARAŞTIRIYOR
Avukat Ali Durmuş da Rotterdam, Amsterdam gibi büyükşehir belediyelerinde farklı etnik kökende, 50 yaşın üzerindeki kişiler hakkında tarama yaptığını söyledi. Durmuş, “Kişinin 28 günden fazla Hollanda dışında kaldığı tespit edilirse hakkında ülkelerine suç duyurusunda bulunup, mal varlığının araştırılmasını talep ediyorlar. Türk makamlar, talebi uluslararası anlaşmalara aykırı olması nedeniyle reddediyor” dedi.

Kendilerine ulaşan şikâyet sayısında son dönemde büyük artış olduğunu belirten Ejder Köse, Türk makamlarının da vatandaşların kişisel bilgilerini kolaylıkla paylaşmaması gerektiğine dikkat çekti.

Yukarıdaki haberin, Hollanda ile ilişiği olmayan bir muhabir tarafından yazılmış olduğunu belirtmiştim. Bu muhabir arkadaş habere giriş yaparken, ‘İngilizce ismi Netherland olan Hollanda, yaptığı illegal uygulamalarıyla Türk gurbetçilerden, “Netherland bu… Haksız yere desteğimizi kesiyor” tepkisi alıyor.’ diye yazmış.
Hollanda’nın İngilizce ismini yazma ihtiyacı hissederken de bilgiçlik tasarlamış. İngilizce isme ne gerek vardı ki? Hollanda’nın Devlet ismi Hollandaca dilinde zaten Nederland’dır. Nederland dendiği zaman bugünkü Hollanda toprakları üzerinde ve eskiden Surinam, şimdi de Antiller üzerinde kurulu devlet akla gelmeli. Nasıl ki İngiltere’nin Birleşik Krallığı varsa, Hollanda’nın da Nederland’ı vardır.
Hollanda’nın İngilizce adının verilmesi abesle iştigal olmuştur.

Şimdi gelelim konunun aslına.
Hollanda, daha doğrusu Nederland, topraklarında yaşayan işsiz insanlara sosyal yardım yapmaktadır. Yani fakirlik ödeneği vermektedir. Ama bunun için bazı şartlar vardır. Bu şartlardan biri, tapulu evi, arazisi olmayacak ve de otomobili olmayacak. Bunlardan biri varsa ‘Bunu sat, ye, bitir, ondan sonra bize başvur’ deniliyor. Bu Hollandalılar için de geçerlidir. Fakirlik ödeneği almak için doldurulan formun altında, ‘Yalan beyanda bulunan, hapis ve para cezasına çarptırılır’ ifadesi var.

Hollanda devleti, kendi öz vatandaşlarının İspanya, İtalya, Türkiye ve Yunanistan gibi ülkelerde ev satın alıp almadıklarını da kontrol ediyor. Pek çok Hollandalı suçlu bulundu ve cezaya çarptırıldı.

Hollanda devleti, aynı takipçiliği Türkler için de yapıyor. Bu takibe de en az 15 yıl önce başlanmıştı. İlk zamanlar buna itiraz edildi. Türkiye’nin bu araştırmaya yardımcı olmaması istendi. Türk resmi mercilerinin, istenen araştırmaya olumsuz yanıt vermesi istendi. Bunun için bir heyet halinde Ankara’ya gidildi.
Şimdilerde de avukatlarımız uluslararası kuralları deşerek, Hollanda’nın bu tutumuna karşı mücadele veriyor.
İşte, isimlerini açıklamadığım gazete ve muhabiri, bu çok eski sorunu, sanki yeniymiş gibi yayınlayarak, güya Hollanda’ya karşı savaş açmışlar.

Ben bu konuda yanlış yaptığımızı defalarca yazdım. Yanlışımız, taktik yanlışlığıdır. Biz, Hollanda devletinin, kendi öz vatandaşlarına da uyguladığı bu takibattan kurtulmak için bir tek şey isteyebiliriz.
Malum, bazı yurttaşlarımızın, Hollanda’ya gitmeden önce mal varlıkları mevcuttu.
Hollanda devletine şu itiraz yapılabilir: Türkler’in, Hollanda’ya gitmeden önce sahip oldukları mallar takibat dışında kalmalı. Öyle ya, sözü edilen Türkler, Türkiye’deki mallarını Hollanda’da kazandıkları para ile elde etmediler. Böyle bir istek ve şart, hakkaniyetli her yargı organı tarafından kabul edilecektir.

Hollanda devleti, bazı Türkler ile ilgili öyle gerçekler ortaya çıkardı ki, bu konuda söz söylemeye utanmamız bile gerekir. Hollanda’da fakirlik ödeneği alan bzı Türkler’in Türkiye’de yat ve villa sahibi oldukları ortaya çıkarılmıştır. Daha da kötüsü, Hollanda’da Türk İş Adamları Derneği’nde yöneticilik yapan biri fakirlik ödeneği almaktaydı.

Şimdi, şapkamızı çıkaralım ve önümüze koyalım. Hukukçu kardeşlerimize de şunu söyleyelim: Falan konsolosluk şunu yapamazmış, kimlik verilemezmiş gibi sonuca ulaşılamayacak uyarılar yerine, ‘Hollanda’ya gitmeden önce sahiplenilmiş olan mallara dokunulamaz’ şartı üzerinde dursunlar. İşte o zaman hakkaniyetli bir itiraz ve istek yapmış oluruz.

*****

 

Hollanda Başbakanı’na şamar gibi mektup

ilhan karaçayHollanda Başbakanı Mark Rutte’nin, 15 Mart’ta yapılacak olan genel seçimler çerçevesinde tüm gazetelere tam sayfa olarak verdiği ilan, Hollanda’da son günlerin en çok konuşulan konusu oldu.
Partisi Hürriyetçi Liberal parti VVD’ye oy toplayabilmek için, popülist ırkçı siyasetçilere özenen Başbakan Rutte’nin, ilanda sarfettiği sözler, sadece yabancılar arasında değil, diğer kesimlerde de eleştiri konusu oldu.

Tam sayfa ilanda, yabancıları kastederek, ‘Hollanda’daki toplumsal yaşama ayak uyduramayanlar çekip gitsinler’ anlamında cümleler kuran Mark Rutte’ye Türk Sivil Toplum Kuruluşlarından büyük tepki geldi. Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği adına yapılan açıklamada, Başbakan Rutte’nin sarfettiği sözlerin yenilir içilir cinsten olmadığı vurgulandı ve Başbakan’ın geri dönüş yapması istendi.

Amsterdam’da kurulu olan Türkevi Araştırmalar Merkezi başkanı Veyis Güngör ise Başbakan Rutte’ye direkt bir mektup gönderdi. Hem de çok şeyden ders alması için Ahmed Yesevi kitabı ile birlikte…

   

Başbakan’ın tam sayfa ilanı ve Veyis Güngör’ün Başbakan tarzındaki cevabı

Sayın Rutte,

Hafta başında, ‘Tüm Hollandalılara’ başlığı ile yayınlanan mektubunuzu büyük bir hayretle gazetelerde okuduk. Bir çok Hollandalı gibi, kullandığınız kelimeler bizi de ürküttü. ‘Ülkemizi temelden ret ediyorsan, ülkemizi terk etmeni isterim’, ‘Normal davran veya çek git’ gibi cümleler, toplumumuz için tehlikeli cümlelerdir. ‘Normal davranmak’tan ne anlaşılacağı da ayrı bir konudur. Kullandığınız kelimeler, göçmen kökenli Hollandalılar’ın toplumsal sorunlar hakkında söz söylemeye hakları yokmuş gibi anlaşılmaktadır. Zira ‘sıradan Hollandalıları ırkçı ilan edemezsiniz’ diyorsunuz.

Gerçekten. Sık sık sorumluluktan bahseden, örnek veren bir Başbakana bu açıklama yakışmadı. Nihai hedef olarak toplumumuzu, ‘katılımcı toplum’ olarak nitelendirdiniz, ama şimdi bize ‘kenarda durun’ diyorsunuz. Katılımcı toplumdan anladığımız; birbirini seyretmek değil, tam bir vatandaş olarak katkıda bulunmaktır.
Ama siz diyorsunuz ki, ‘Toplumumuzu ilgilendiren tartışmalara katılmayın.’
Bunu yaptığımız zaman da, uyumsuz yeni Hollandalılar olarak kenara itiliyoruz. Cümlelerinizden şunu okuyoruz: ‘Biz ne söylersek yapın, şikayet etmeyin, eğer bunları yaparsanız burada işiniz yok’.
Bu yaklaşım, heterojen Hollanda toplumuna uymamaktadır.

Türkevi Derneği olarak, çeyrek yüzyıldır Hollanda toplumuna olumlu katkılar yapmaya gayret ediyoruz. Somut olarak, siz ister beğenin ister beğenmeyin Hollandalı Türkler’in Hollanda toplumuna entegrasyonuyla uğraşıyoruz. 1992 yılında Amsterdam’ın bir belediyesinde derneğimizi kurduk, şu anda uluslararası bir kuruluş haline geldik. Örnek vermek gerekirse; çeyrek yüzyılda 1300’ü aşan faalliyet ve proje gerçekleştirdik. 111 kitap yayınladık. Zaman zaman çok zor anlar yaşadık. Projelerimiz belediye ve diğer kurumlar tarafından çoğu kez reddedildi. Suçlandık, çamur attılar, hakkımızda asılsız haber yayınladılar. Ancak, hiç bir zaman pes etmedik. Faaliyetlerimize ve hedefimize odaklandık. Hollanda toplumunun gelişmesine olumlu katkıda bulunmaya çalıştık. Bunları yaparken rol modellerimiz Mevlana Celaleddin Rumi, Yunus Emre ve Ahmed Yesevi oldu. Bu isimler gezgin, Türk mutasavvuflları olup, iç dünyamızın gelişmesi ve İslam anlayışımızı etkilemişlerdir.

Çeyrek yüzyıldır toplumsal faaliyetler yapan bir kuruluş olarak, Hollanda’daki son gelişmelerden endişe duymaktayız. Sizin, ulusa seslenişiniz bizim elimizi kolumuzu bağladı. ‘Normal davran ya da çek git’ cümleniz bizi derinden üzdü. Sanki göçmen kökenli Hollandalılar bu güzel ülkeye her hangi bir katkıda bulunamaz gibi bir durum ortaya çıktı. Başbakanımızın bu söylemi bizi hayretlere düşürdü. Ulusa seslenişiniz, ümit ederiz yeni bölünmelere sebep teşkil etmez.

Rol modellerimize geri dönersek. Yukarıda adı geçen rol modellerimiz, Hollanda ve Avrupa’nın içine düştüğü krizin atlatılmasında ilham kaynağı olabilirler. Özellikle hem Müslüman hem diğer gençlere olumlu katkıda bulunabilirler.  Rol modellerimizin görüşlerini anlatan bir iki örnek vermemiz gerekirse: ‘karşındaki kişi senden daha önemlidir’, ‘bir insanın kalbini kırmak tüm insanlığın kalbini kırmaktır’, ‘Kar taneleri ne güzel anlatıyor birbirine zarar vermeden de yol almanın mümkün olduğunu’.
Birlik, karşılıklı yatırım demektir. Dil, kültür, din hatta milliyet alanında birbirini tanımaktır. Diğerinin kültürüne haklı ve objektif ilgi duymak ve yaklaşmak, kanaatimizce birlik ve hoşgörü anlayışını beraberinde getirir.  Birliği ve birleştiriciliği göstermek isteyen bir Başbakan, Hollanda’da herkesin kendini yabancı hisstemediğini hissettiren bir duruş sergilemelilir.  Kötülük edenler, Müslüman olsun veya olmasın, toplum tarafından kabul görmediklerini anlamayarak, uyum sağlarlar. Ancak, sizin sözlerinizden Hollanda’daki Müslümanlar kendilerini yabancı hissediyorlar. Bu Hollanda için zarardır.

‘Çoğulculuk başarısızlıktır’anlayışının yansıtıldığı bir yönetim vizyonu yerine, sizi, farklı kültür ve dinler çeşitliliğinin var olduğu gerçekliği yönünde düşünmeye davet ederiz.  Çoğulculuk başarısız veya şanssızlık değil, var olandır. Bu gerçekliği konuşmalarınızın çıkış noktası olarak aldığınız takdirde, toplumun ekmek ve su gibi ihtiyacı olan birlik ve hoşgörünün oluşacağını düşünmekteyiz. Homojen olmayan bir toplumda grupların karşılıklı direnmeleri, geçtiğimiz günlerde, De Balie Tartışma Merkezi’nde yaşananları, yani bazı grupların deport edilmesi tartışmalarına sebep olur. Bu tür olayların ne kadar tehlikeli olduğunu anlamak için geçmişe bakmaya gerek yok.
‘Bir daha asla!’ söylemi her şeyi anlatmaktadır.

Mektupla birlikte, Ahmet Yesevi’nin düşüncelerini içeren bir kitap gönderiyoruz.  Bir Başbakan, bir VVD lideri ve bir Hollandalı  olarak kitabı okuyacağınızı ve Yesevi’nin düşüncelerinden esinlenip, daha birleştirici konuşmalar yapacağınızı ümit ederiz.

Dost ve birleştirici selamlarımla,

Veyis Güngör
Türkevi adına

 

Veyis Güngör’ün göndermiş olduğu mektup ve kitabın kendilerine ulaştığını email ile bildiren Başbakanlık, mektuba yanıtlarının gecikmeyeceğini belirtti.  Bakanlıklar, parlamenterler ve medya üzerinde etki yapan mektubun içeriğinde yer almayan hususları Veyis Güngör’e sordum.

İşte Veyis Güngör’ün verdiği yanıt:

Hollanda’da seçim süreci başladı. Siyasi partiler programlarını açıkladılar. Adaylar netleşti. Tartışmalar başladı. Hafta başında Başbakan Rutte ulusal gazetelere tam sayfa ilan verdi. Liderler ile söyleşiler de artık medyada yer almaya başladı.

Hem Başbakan Rutte’nin gazetelere, ‘Tüm Hollandalılara,’ başlığı ile yayınlanan ulusal çağrısı, hem de diğer partilerin açıklamalarında ilk dikkari çeken, ‘kimlik tartışmaları’ oldu. Biz kimiz?
Hollandalılar kimlerdir?
Hollanda’da neler normaldir?
Adetlerimiz, uygulamalarımız nelerdir?  sorularına verilen cevaplar, tüm siyasilerin ortak mesajı olma özelliğini taşıyor. ‘Hollandalılık’, ya da ‘biz böyleyiz’ etrafında şekillenen siyasi demeçler bize ‘kimlik tartışması’nın seçimlere damagasını vuracağını gösteriyor.

Siyasi partilerin seçimlere, böylesi kimlik tartışmalarıyla, Hollandalılığı tanımlamalarıyla başlamaları, ilk etapta, ırkçı parti PVV’nin çok önlerde gitmesine neden olabilir. Hatta partilerin PVV’ye oy verecek seçmeni devşirme, tekrar kazanma çıkışları olarak da izah edilebilir. Seçim döneminde bu ve benzeri tutum ve davranışlar, mantıksal olarak aklımıza gelebilir. Bu yaklaşımda haklılık payı vardır. Irkçı partiye oy verenleri ikna etmek ve oy oranlarını yükseltmeye çalışmak, siyasi partilerin olmazsa olmazlarıdır.

Ancak, seçimlere damgasını vuracak bir kimlik tartışmasının, daha derin ve toplumsal arka planı bulunmaktadır. Zira Hollanda’nın gidişatından memnun olmayanlar, sadece siyasetçiler değildir. Bilim adamları, sosyologlar, tarihçiler de Hollanda’nın gidişatından memnun olmadıklarını açıkca belirtmekteler. Bilimsel çevrelerde yapılan kimlik krizi tartışmasından önce, Başbakan Rutte’nin ulusal çağrısı üzerinde durmak isterim.

Başbakan Rutte, toplumun gidişatından şikayet ediyor. Büyük sessiz çoğunluğun sesinden, vicdanından bahsediyor. Bu ülke için çalışanlara dikkat çekiyor. Sözkonusu huzursuzluğu hak etmediklerini söylüyor. Örnekler veriyor. Toplumda, caddede, halk otobüsünde asosyal davranışların olduğunu, sokaklara çöplerin atıldığını, tramway sürücüsüne tükürüldüğünü ifade ediyor. Doğru. Bu ülkede yaşayan bizler de, bu tür davranışları onaylamıyoruz. Kabul edilir bulmuyoruz. Ahlaki görmüyoruz. Bu sorun hepimizin sorunudur.
Ancak, ulusa çağrının bir bölümünde, ülkelerinde özgürlük olmadığı için Hollanda’ya gelen ve bizim özgürlüğümüzü istismar ederlerden bahsediyor. ‘Ya kurallarımıza uyarar ya da ülkeyi terkederler’ diyor.
Kim bunlar?
Mülteci olarak Hollanda’ya gelenler mi?
Ülkede yaşayan göçmenler mi?
Rutte, Hollanda toplumunun ne hale geldiğininden yakınıyor ve ‘nasıl bir ülke istiyoruz?’ diye soruyor. ‘Gelin birlikte çalışalarım, birbirimize yardım edelim. Daha iyi bir ülke oluşturalım’ diyor.
Biz bunlara asla hayır diyemeyiz. Bu ülkenin sorunu bizim de sorunumuzdur.

Tabii ki, Başbakan Rutte ve diğer siyasilerin bir kaç gündür açıklamaları, aslında Avrupa’da var olan ve tartışılan ‘Biz kimiz’? sorusunun Hollanda’ya yansımalarıdır. Tüm Avrupa’da ırkçı akımlarda bir yükselme gözlemleniyor. Yükselmede kimlik tanımına atıfta bulunma prim yapıyor. ‘Biz, önce Holllandalıyız, Fransızız’ diyorlar. Avrupalılık tanımı ve kimliği artık bir bunalımı getiriyor.

Sorun daha derin kanaatimce. Siyaset duayenlerinin de ifade ettiği gibi, otuz kırk yıl önce Hollanda toplumu ideoloji veya bir dini inanç etrafında kimliklerini buluyorlardı.  Birileri sosyalist, bazıları protestan veya katolik, liberal kimliklerle kendilerini ifade ediyorlardı. İşte bu bölünmüşlük, aslında toplumsal sorumluluğu da beraberinde getiriyordu. Oysa günümüzde, bu kimliklerin belirginliği, ağırlığı hissedilmiyor. Bunun için bireyler: ‘Ben neyim’ sorusu yenire ‘Ben kimim’ sorusuna cevap vermekte zorlanıyorlar. Bireysellik ufalanmış kültürler meydana getirdi. Birey ise bu kültürler içinde yerini bulmakta zorlanıyor. Kimlik problemi yaşanıyor. Bu belirsizlik, bu sorun da siyasete yansıyor.

Olaylara böyle baktığımızda, Başbakan Rutte’nin ulusa seslenişi tam bir popülizm olarak değerlendirilmelidir. Kimleri kasdettiği belli olmayan, bir çok insanın üzerine alındığı suçlama, bir Başbakan tarafından yapılmaması gerekirdi. Ama Rutte, bu davranışı ilk kez yapmıyor. Altı ay önce bir televizyon programında da ‘defolun gidin’ lafını etti. Rutte’nin bu çıkışı, 2016 yılının en talihsiz açıklaması olarak tarihe geçti.

Bize gelince. Bu ülkede yaşayan, ülkenin kalkınmamsında ebeveynlerimizin alın terlerinin yer aldığı bu ülke için mutkala sorumluluk almalıyız.

‘Nasıl bir Hollanda istiyoruz?’ sorusunu bizim de kendimize sormamız ve cevabını bulmamız gerekiyor. Biz Türkler, tarih boyunca gittiğimiz her ülkede hiç bir zaman sorumluktan kaçmadık. Tam aksine insanlığın gelişmesi, topluluğun sorunlarının çözümü için görevler üstlendik. Bu bizim, tarih içinde insanlığa hizmet anlayışımızda vardır. Tekrar hatırlamamız gerekiyor.

Bizim tarihi referanslarımız var. Örneğin Hoca Ahmed Yesevi, ki bu yıl UNESCO tarafından ‘Hoca Ahmed Yesevi Yılı’ ilan edilmiştir, bizim için Avrupa’da yaşayanlar için örnek alınacak rehberlerimizdir. Zira içinde bulundukları çağın zor şartlarına rağmen, Hoca Ahmed Yesevi ve öğrencileri, insanları hep hakikate ve birliğe çağırdılar. Başarılı oldular. Bugün, Avrupa’da bizim de içinde yaşadığımız süreç, ırkçılık, islamofobi, yabancı düşmanlığı, önyargılar ve ayırımcılığın gittikçe yaygın hale geldiği bir süreçtir. Biz de kimsenin kalbini kırmadan, incitmeden, kültür ve medeniyet kurucularımız ve taşıyıcılarımızın öğretilerini aktüelleştirmeliyiz. Kendimize ve gençlerimize güven gelmeli. Hal ve davranışlarımızla, çok ama çok çalışarak hak ve hakikati temsil etmeye ve dikkat çekmeye gayret etmeliyiz.
Piri Türkistan Hoca Ahmed Yesevi’nin dediği gibi: “Kâfir bile olsa, hiç kimsenin kalbini kırma. Kalp kırmak, Allahü teâlâyı incitmek demektir.” Gönül yıkan değil, gönül kazanan olmalıyız. Bizim bu davranışımız, hem Başbakan Rutte hem diğer siyasi liderleri sevindirmelidir.