Etiket arşivi: Yağız

“SİZDE ŞAH DİYENİ ÖLDÜRÜRLERSE…”

süleyman yağızTarih, 2 Temmuz 1993… Yer; Sivas, Madımak Oteli… 

Ateşe verildi canlar…

Hepsi pırıl pırıl… Her biri ayrı bir dost, her biri ayrı bir can…

Hepsi, birbirinin canı, yoldaşı…

O canlar, o dostlar yakıldı, diri diri; Pir Sultan’ın memleketinde…

O Pir Sultan ki, zulme karşı başkaldırının sembolü olmuştu…

O Pir Sultan ki, “Sizde Şah diyeni öldürürlerse/ Ben de bu yayladan Şah’a giderim” diyerek isyan etmişti…

O Pir Sultan ki, “Kul olayım kalem tutan ellere/ Kâtip ahvalimini Şah’a böyle yaz” diye seslenmişti…

O Pir Sultan ki, fermanlara, fetvalara pes etmemiş; “Üçüncü ölmem bu hain/ Pir Sultan ölür dirilir”diyerek direnmişti…

***

1993’de Sivas’ta yakılan canlar da, kendilerine, Pir Sultan’ın yolunu rehber edinmişlerdi…

O gün, orada, O’nu anmak için toplanmışlardı…

Sanatçı, aydın, genç-yaşlı; “aydınlık” yüzlü cümle “can” oradaydı…

Adına, “Madımak” denilen otelde kıstırılmışlardı…

Alev alevdi, duman dumandı ortalık…

Yakanlar, sanki çalı çırpı tutuşturmuş gibiydiler!

Vicdansızdılar! İnsafsızdılar! Ahlâksızdılar!

Kan ve kin soluyorlardı; orada, o ateşi yakanlar!

Yananlarsa “can”ımızdı, “can”larımızdı…

Bir lider vardı ki, adı Bülent Ecevit; o da, onların ardından, o “can”ların yakılışını, -1995 yılında yazdığı- “Madımak” şiiriyle destanlaştırmıştı…

Bugün söz, o katliamı dile getiren Şair Ecevit’in…

Şöyle demişti, Ecevit:

 

//MADIMAK

 

“Üçüncü ölmem bu hain

Pir Sultan ölür dirilir”

            PİR SULTAN   

 

eylemleri sözdü

silahları sazdı

ozan olmaktı kiminin de

ozanlar ilinde günahı

 

suçları Pir Sultanı anmak

cezaları yanmaktı

toplu mezar oldu onlara

alev alev Madımak

 

orman gibi yanan

otuz yedi can

can verirken o gün

Pir Sultan uğruna

 

büzülüverdi devlet

devlet beşiği Sivasda

uykunun kovuğuna

korkudan

 

uyanır elbette bir sabah

ashab-ı kehf uykudan

ölür ölür dirilir yine

yüreklerde Pir Sultan

Bülent Ecevit, 1995

———————-

“Madımak” : 2 Temmuz 1993 günü Sivas’da Pir Sultan “Şenlik”lerinde içindeki insanlarla birlikte yakılan otel.

“Ashab-ı kehf” : Toplumdaki kargaşadan ürküp bir mağaraya saklanarak yıllarca uyuyan söylence kişileri.//

———————-

(Not: Ecevit’in şiirinde, Madımak’ta ölenlerin sayısı “37” olarak geçiyor… Sonuç itibariyle ölenlerin sayısı 37’dir ama, bunun 2’si otel görevlisi, diğer 2’si de göstericidir.

Dolayısıyla olayda, canlarına doğrudan kastedilerek ödürülenlerin sayısı, aslında 33’tür.

Ancak, olayın meydana geldiğinde ilk akılda kalan 37 rakamı olduğu için, Ecevit de şiirini yazarken; 33 veya 35 yerine, 37 sayısını kullanmıştır.)

Hani;”Ne Makam,Ne Rütbe,Ne Pul,Ne Devlet”Ti ?..

süleyman yağız

Yıl, 1968… Kasım ayının 5, 6 ve 7’nci günleri… Tam 47 yıl önce

Ben o zaman henüz 18 yaşındayım…

Belli günlerde belli başlı büyük camilerde safları sokaklara kadar dolup taşan geniş katılımlı sabah namazları kılınıyor…
Ve elimde bir gazete… İslâmcılar’ın en önde gelen en önemli isimlerinden Mehmet Şevket Eygi’nin çıkardığı Bugün Gazetesi

Üstad Necip Fazıl Kısakürek, gazetenin birinci sayfasının sol altındaki, “Çerçeve” adlı “başyazı” köşesinde, bu sabah namazlarıyla ilgili olarak,  “Varan 1”, “Varan 2” ve “Varan 3” diye peş peşe dörtlükler yayımlıyor…

Şöyle diyordu, Üstad, örneğin, 7 Kasım 1968’de yayımladığı “Varan 3”ünde:

“Mihraptan ilahi kelâm geliyor!
Yere, dipsiz gökten selâm geliyor!
Ne makam, ne rütbe, ne pul, ne devlet;
Savulun, kalplere İslâm geliyor!”

HER TARAF İSRAF

Yıl, 2015… İslâm değil ama, İslâmcılar işbaşında…
Her taraf makam, her taraf rütbe, her taraf pul…
Tıklım tıklım dolu kasalar… Kutu kutu paralar…
Yatak odalarında bile para sayma makinaları…

Trilyonluk harçlıklar…
Katrilyonların trilyonların birbirine karıştığı örtülü-örtüsüz harcamalar…
Ankara’da, İstanbul’da katrilyonluk, trilyonluk makam sarayları…
Çerez niyetine katrilyonluk, trilyonluk makam uçakları, zırhlı Mercedes’ler…

Pardon MER-ÇEREZ’ler…

Her taraf israf…

Zaten kendileri (örneğin, Bülent Arınç) söylüyor, “İsrafın önünü alabilseydik, vergi toplamamıza gerek kalmazdı” diye…

Yine kendileri (örneğin, Burhan Kuzu) söylüyor, “Yav bu devlette öyle israflar var ki, öylesine masraflar var ki, anam anam, anam anam, anam anaaaam” diye…
Nasıl olsa, “devletin malı deniz”…

Bu muzır lafın gereği neyse sonuna kadar yapılıyor!
Önce mücahitler müteahhit oldu…

Sonra, her tarafı, kat kat beton yığını sardı…
Adım başı dolar milyoneri, hatta milyarderi…
Helâl harama, haram helâle karışmış…

Kul hakkı mı? O da neyin, nesi?
Ordu”su hariç, neredeyse bütün rütbeler ve hatta bütün camiler, cümle cübbeler cabası; onlar da onların…

Özetle, adeta, her kurumuyla ele geçirilen koca bir devlet!..
Buna rağmen mağduriyet!

Buna rağmen doymamışlık!..

DİNDAR VE KİNDAR BİR GENÇLİK
Üstad’la birebir örtüşen noktaları da var:
Dindar ve kindar bir gençlik”!
Öyle ya, gençlere, “Kinini unutma” diye çağrıda bulunan da Üstad Necip Fazıl’dı…
Ondan ilham alarak, “kindar ve dindar bir gençlik” isteyen de bu ülkenin en zirvesindeki kişisi, Tayyip Erdoğan
Ama Üstad, hiç olmazsa, “Ne makam, ne rütbe, ne pul, ne devlet” de diyebiliyordu…
Zirvedeki kişi ise, makam da makam diye bastırıyor…
Olacak, o kadar…
Çünkü Üstad, her şeye rağmen “şair”di…

(“Üstad” konusuna da bir açıklık getireyim: “Üstad”, Türk Dil Kurumu’nun sözlüğüne göre, “bilim ve sanat alanında üstün bilgisi ve yeteneği olan kimse”ye deniliyor.

Necip Fazıl Kısakürek de “usta şair”liğinin yanı sıra kendi fikir eksenindeki “ideolojik İslâm” siyasetinin de bilge kişisi olarak kabul edildiği için “Üstad” olarak anılıyor.

O kadar ki, “Üstad”, Necip Fazıl Kısakürek’in “unvan”ının yanı sıra “birincil önadı” olarak da kullanılıyor.

Ben de -siyaseten tam karşılarında yer almama karşın- hem bir yazar, hem de karşıt görüşlere demokratik saygımın bir gereği olarak, Necip Fazıl için “Üstad” ifadesini kullandım.)

“OYUN, HİLE, TAKTİK ONLARIN OLSUN!”
Aynı Üstad, yine 1968 yılı Kasım ayının bu kez 5‘inci gününde yayımladığı “Varan 1”inde de, “Oyun, hile, taktik onların olsun!/ Namazın gerçeği bin saflı namaz…” diyordu…
Ama İslâmcılar’ın maşallahları var:
Her türlü oyunu, hileyi, taktiği biliyorlar! Üstlerine yok!
Ne ki, hepsi o kadar… Orada takılıp kaldılar…
Sevgi yok, hoşgörü yok! Saygı ise, hiç yok…

Ne kadar namaz var, onu bilemiyoruz…

(Devr-i iktidarlarında namaz kılan İslâmcılar’ın sayısının azaldığı bile iddia ediliyor…

Neyse… O ayrı bir konu…)

Kendileri bir yana… “Ötekiler” bir yana…
Zaten, kendilerinden başka herkesi “öteki” görüyorlar…

Onlardan bir tebessümü bile esirgiyorlar…

Yeni bir “ötekileştirme” geliştirdiler…
Çünkü önderleri Tayyip Bey, cumhurbaşkanı bile oldu ama, hâlâ, “BİİİİZ” diyor…
Ötekiler”in yanı sıra, yasaları da Anayasa’yı da teamülleri de takmıyor…

Namusum ve şerefim üzerine tarafsız olacağım” demesine karşın yeminini tutmuyor…

Dahası, eski partisi AKP için –toplu açılışlar bahanesiyle- peş peşe mitingler yapması üzerine haklı olarakYüksek Seçim Kurulu’na itiraz eden muhalefet partilerinin yetkililerine, “Nereye giderseniz gidin, beni meydanlardan alamazsınız, beni susturamazsınız” diyerek, adeta demokrasiye rest çekiyor…

Rejimi bekleme odasına aldığını, “çok açık ve net olarak” söylüyor…
En ufak eleştiriye bile tahammül etmiyor, edemiyor…
Yandaşları da edemiyor…

Tahammül sıfır!

ÇOCUKLARA OYUNCAK SİLAH HEDİYE EDİLMESİN
Ben de saf saf, soruyorum:
-Hani; “Ne makam, ne rütbe, ne pul, ne devlet”ti?, diye…
Vallahi, çok safım!
Dalga geçmiyorum; gerçekten çok safım!
İki dönem milletvekilliği yaptım…
İki dönem de en üst düzey parti yöneticiliği yaptım…
Dolayısıyla dönemsel dokunulmazlığım ve imtiyazım oldu…
Buna karşın, Tayyip Erdoğan’ın Yiğit’i gibi, değil iki silahım, bir tek çakaralmazım bile olmadı…
Değil yüzlerce mermim, bir tek kurşunum da olmadı…
İstedim de vermediler mi?
Hayır, hayır; istemedim!..
Oysa, Meclis’e girdiğim ilk gün, imtiyazlı silah alma hakkımın olduğunu söylediler…
Ama safım ya, o nedenle istemedim…

Silahın, bırakın gerçeğine, oyuncağına bile karşı çıktım…

Üstelik de milletvekili olarak ilk demecim, “Çocuklara oyuncak silah hediye edilmesin” oldu…

YİYE YİYE DOYMADILAR…”
İşte bizler, bizcileyin böyle saf olunca, tüm silahlar ve mermiler onların oldu!!!

Ne makam, ne rütbe, ne pul, ne devlet!”miş!..

Yok yaaa!.. Hadi canım sende!..

O sadece Üstad’ın hayallerinde… Yâni, masallarda…

Baksanıza, -Hakan Şükür söylüyor- İstanbul’da geçmiş dönemde otobüse Akbil’le binen 28 Şubat mağdurubazı kimseler” bile, şimdi, “benzin istasyonları ve büyük işletmelerin sahibi olmuş”lar!..

(Hakan Şükür’ün sözleri de ilginçtir ki, 47 yıl sonra günümüzün Bugün Gazetesi’nin 31 Mayıs 2015 günlü sayısında yer alıyor.)

Ona da Meclis’e girdiğinde, “Akarken doldur” demişler…

O doldurmamış ama, dolduranlara gönderme yapıyor!..

Zaten, “akarken doldurma” işini, mahallenin çocuklarına kadar duymayan kalmadı!

Yâni, eski ifadeyle sağır sultan bile duydu!

Onun içindir ki, Kılıçdaroğlu, boşuna sormuyor:

Yiye yiye doymadılar! Bu kadar parayı ne yapacaklar, anlayamıyorum?(S Haber TV, 31 Mayıs 2015, Saat 22.20)

Vallahi, ben de anlayamıyorum!

Safım, dedim ya!

 

Ecevit’in Tek Serveti Halkıydı

süleyman yağızEvet, tek serveti “HALK“ıydı…

Sadece seçmeninin değil; oy vereniyle vermeyeniyle hemen herkesin takdir edebildiği, hakkında, “Onun yeri başkaydı. Onun gibisi yoktu” diyebildiği yegâne bir kimseydi.

Ve yine, bu dünyadan göçüp giderken hemen herkesin arkasından samimi gözyaşları dökebildiği bir liderdi.
O da zaten, “Gücümüzü güçlülerden değil, HALK’tan alıyoruz” demişti.
BİZİM İKİ GÜCÜMÜZ VARDIR: HALK ve HAK” sözünü kendisine ve partisine ilke edinmişti.
HALKÇI LİDER” diye efsaneleşen ilk ve tek lider de zaten oydu.
Adı dağlara, taşlara yazılan bir şahsiyetti.
Savaşı bile barış için yapabilen bir anlayışa sahipti.

***
Olamayacağı varsayılan “koalisyon”ları kurabilen, “toplumsal uzlaşı”ya yaşamsal derecede önem ve değer veren uygar bir devlet adamıydı.

Bu ülkede “merkez”iyle-“aşırı”sıyla her solcunun göğsünü gere gere, “Ben solcuyum” diyebilmesini sağlayan, başka bir ifadeyle “sola meşruiyet” kazandıran oydu.

Fakat, ister “sağ”dan, ister “sol”dan olsun “cepheleşmeler”e de bir o kadar karşı çıkıyordu.

İki taraftan da “kamplaşmalar” olmasını istemiyordu.

Onun içindir ki, koalisyonların, benzeşen değil, daha çok, benzeşmeyen partiler arasında kurulmasına önem veriyordu.

***

Ara rejimlere ve darbelere  -küresel güçlerin desteği ve korumasıyla değil- kendisi olarak tek başına karşı koyabilen gerçek bir demokrattı.

27 Mayıs’a da karşı çıkmıştı; 12 Mart’a da… 12 Eylül’e de…

Darbe ayrımı yapmamıştı…
Hakkında açılan sayısız davaya karşın 12 Eylül zulmüne karşı tek başına mücadele edebilen tek siyaset ve devlet adamı oydu.

Siyaset yapması yasaklandığında bile sade bir vatandaş olarak, bir gazeteci olarak darbelere karşı mücadeleye devam edebilen de oydu.

***
Aş, iş, emek denilince içi titrerdi…

Başta grevli-toplu sözleşmeli sendikal haklar olmak üzere iş ve işçi yaşamıyla ilgili her iyileştirmenin mimarı oydu.
Zonguldaklı maden işçilerinin, onun için, “Bize o kadar çok şey verdi ki, AKP ala ala bitiremiyor” diye hayırla andıkları lider oydu.

İşçi sınıfına ve emekçiye bıraktığı son iki mirası, “işsizlik sigortası” ve “iş güvencesi”ydi.
(AKP gelir gelmez “iş güvencesi”ni rafa kaldırdı, “işsizlik sigortası fonu”nu ise ikinci bütçe olarak kullanmaya başladı.)
***
Başbakan’ken Fak-Fuk-Fon’dan yapılan yardımların ihtiyaç sahiplerinin kimliklerinin ortaya çıkmadan yapılmasını isterdi.

Günlük yaşamında da “alan” değil, hep “veren el”di.

Hiçbir koşulda devletin “örtülüörtüsüz” kasalarına göz dikmemişti…

Anasının ak sütü gibi helâli olan partisinin kasasına da göz dikmemişti…

Parti çalışmaları sırasında arkadaşlarına ısmarladığı yemeğin parasını dahi parti kasasından değil cebinden öderdi.

***

Kişisel servetlerin peşinden koşan biri değildi.

O kadar ki, anne tarafından büyük dedesi olan Medine Harem Şeyhi Hacı Emin Paşa’dan kalan Suudi Arabistan’daki milyar dolarlık mirası bile Türk hacılarının kullanımı için bağışladığını açıklamıştı. (1), (2)

Gösteriş olmaması için bunu da pek fazla duyurmadan yapmıştı.

Onun içindir ki, ülkemizde bugün bu konuyu çok az kişi bilmektedir.

(Bu konu sonuçlandı mı, sonuçlanmadı mı, bilmiyorum.

Belki, bu yazı vesilesiyle yetkililer, bir açıklama yapar da biz de öğreniriz.)

***
Hakkı çok yenilmişti ama o hiç kimsenin hakkını yememek için büyük bir özen gösterirdi.
Kendisi çok ihanete uğramıştı ama o kimseyi hain ilân etmemişti.
O bir “sevgi adamı”ydı.

Aynı zamanda, “kendi kuramını kendisi yazan bir dava adamı”ydı.

Parkasıyla, şapkasıyla, gömleğiyle simgeydi…

Diliyle, üslubuyla, hitabetiyle, nezaketiyle de simgeydi…

***
Onun adı Bülent Ecevit‘ti…

O herkesi sevmişti…  Bazı istisnaların dışında herkes de onu sevmişti.

Bizzat tanığıyım ki –çünkü ben, onun son genel sekreteriyim-, oy vermeyenleri bile ona sevgi ve saygı mesajları gönderiyordu.
Çünkü onun sevgisi çok büyüktü.
O çok önem ve değer verdiği sevgiyi de eşi Rahşan Ecevit’le birlikte büyütmüştü.

Her can ona bir ve eşti… Her can ona öz kardeşti…

Onun özlemle, rahmetle anıyoruz…

***

O büyük dil ustasını dili sürçer hâle getirenlerin…

 “Bırak artık, git” diye kampanya yapanların…

Ve ona tuzak kuranların…

Daha ötesini diyemiyorum!..

Çünkü, dilim bedduaya alışık değil…

Ne diyeyim? Allah, tümünün müstahakını versin!

Ben Anneler İçin Dolup da Taşmayan Gözlere Şaşarım!..

SSSYYY

 1998 yılının sonlarına doğru kaybettiğim rahmetli annem Zöhre Yağız için 9 Kasım 2005’te bir şiir yazmıştım… “YAKINLAŞTI ÖTEMİZ” başlığını taşıyordu…

“Ötemiz” sözcüğü, “öbür dünya” anlamına geliyor… Her  öbür dünya”ya gidiş, -istisnaların dışında-, gidenlerin geride bıraktıkları için “erken”dir;  adeta bir “acele gidiş”tir. Takdir, “Yaradan”ındır ama özellikle annelerin “erken gitmemesi” de bizim dileğimizdir…

Bir “Anneler Günü” daha yaşanırken;  “ben, anneler için/ dolup da taşmayan/ gözlere şaşarım!” dizeleriyle noktaladığım şiirimi bütün annelere armağan ediyorum:

 

bir baktım, gün doğmuş

bir baktım, gün dönmüş

gün susmuş; gece küsmüş

kararmış karanlıklar kahrından

bütün saatler durmuş

dedin ya, o gün: “yakınlaştı ötemiz”

-ve çekip gittin tertemiz

benim de aklım

-daha o gün tutulmuş!

***

yıldızlar bile ağladı annem

-yağmurlar bile…

gök titredi, güneş pustu

ve yas tuttu bulutlar

cümle cisimler, cümle isimler…

külüm tutuştu annem, külüm

dedin ya, o gün: “yakınlaştı ötemiz”

-ve çekip gittin tertemiz

olmaz olsun, annem

olmaz olsun böyle zulüm!

***

acıdı, acılarım

sancılandı, saçlarım

yıkıldı direğim; yolum; ereğim

-tırmık tırmık yüreğim

ben, o gündür bu gündür

ne zaman bir anne şarkısı duysam

ne zaman bir anne türküsü…

ve ne zaman bir anne şiiri, annem

dolar, dolar taşarım

dedin ya, o gün: “yakınlaştı ötemiz”

-ve çekip gittin tertemiz

ben anneler için

-dolup da taşmayan

-gözlere şaşarım!

 

 

 

 

Süleyman Yağız

Hürriyet’in Kemal Derviş Aşkı!

 

süleyman yağızKemal Derviş, Aydın Doğan‘a serveti kadar ceza kestiren Recep Tayyip Erdoğan‘ın iktidara gelmesinin önünü açmıştı.

Aydın Doğan‘ın gazetesi Hürriyet ise Kemal Derviş‘i, “Türkiye’yi krizden kurtaran adam” olarak görmeye ve göstermeye hâlâ (5 Nisan 2015) devam ediyor.

Bunu da ilginçtir ki, benim, “Kemal Derviş, Ecevit’in siyasî kâtilidir” başlıklı yazımdan sonra yapıyor.

Anlaşılan, yazımdan, Hürriyet‘in yönetimi de çok etkilenmiş… Ki, yazımı etkisizleştirmenin telaşına düşmüş…

Demek ki, Kemal Derviş ile ilgili yeni bir proje var… Hürriyet‘in, Kemal Derviş‘i yeniden ısıtmasının sebebi de bu proje ile ilgili olmalı…

 

***

Vaktiyle, Ecevit‘e hitaben, “Bırakın artık Sayın Başbakan” manşetini de Hürriyet atmıştı… Manşetin başını da Ertuğrul Özkök çekmişti…

Tarih, 1 Temmuz 2002 idi…

Seçimlere daha yaklaşık 2 yıl vardı…

İşbaşında “millî irade”nin 5 yıl için seçtiği; (başka bir ifadeyle yaklaşık 17 milyon seçmenin oy verdiği DSP, MHP ve ANAP’ın oluşturduğu) Cumhuriyet tarihinin en verimli, en uyumlu ve en uzun süreli koalisyon hükümeti vardı…

Hükümetin başında ise Bülent Ecevit

Kriz gibi, yüzyılın iki büyük deprem felâketi gibi bazı ciddi sıkıntılar yaşanmış ama alınan önlemlerle sonunda her şey yoluna konulmuştu…

Hürriyet ve o paralelde yayın yapanlar ise, “Ecevit gitsin, falancalar gelsin” deyip duruyorlardı…

 

***

Ama o falancalar gelemedi, Recep Tayyip Erdoğan‘ın partisi AKP geldi… Sonra da özel bir seçimle Tayyip Erdoğan teşrif etti…

Eğer bu olup bitenlerden Aydın Doğan‘ın haberi yoktuysa, -ki, olmaması mümkün değil-kendisine, gazetesinin, yeni bir yanlışa alet edilmesine fırsat vermemesini, bu işten ivedilikle vazgeçmesini salık veririm.

Zira, Kemal Derviş‘in, size de bu ülkeye de hayrı olmaz. Onun hayrı, arkasındaki küresel güçleredir.

Haa, “Biz de o küresel güçlerin zaten Türkiye’deki bir parçasıyız” diyorsanız, o zaman bir şey diyemem…

 

***

Fakat şu kadarını anımsatayım ki; oyunlar, hileler, taktikler, -Kemal Derviş komplosunda olduğu gibi- bazen başka sonuçlar da doğurabiliyor.

Zaten, komplo teorileri tek plânlı hazırlanmıyor; A Plânı, B Plânı ve sair plânı olabiliyor.

Örneğin, 2002 Seçimleri öncesinde ilk plân, “troyka” plânıydı.

İçinde Ecevit ve MHP’nin olmadığı bir hükümet kurulması amaçlanmıştı…

Buna göre, ülke yönetimine; troyka dedikleri Kemal Derviş, Hüsamettin Özkan ve İsmail Cemgetirilecekti…

O tutmayınca AKP-Tayyip Erdoğan plânı devreye sokuldu… Ve sonuç alındı…

Altının çizerek belirteyim ki, iki plânın içinde de Kemal Derviş vardı…

 

***

Benden uyarması…

Var olan servetlerinizi de yok etmek istemiyorsanız, Kemal Derviş‘lerle “kanka“laşmayın!!!

Önümüzdeki sürecin siyaset mühendisliği için suflörlük yapanlar, sizleri yine kandırabilir!

Bırakın, bu işleri!

Süleyman Yağız

Ak Parti Milletvekili Aday Adayı Ercüment Şahin Kocaeli Kandıralılar Derneğinde..

664AKP Milletvekili Aday Adayı Ercüment Şahin Kocaeli Kandıralılar Derneğini ziyaret etti.

Derneğimizin üyesi, Kandıramıza Belediye Başkanı olarak hizmet vermiş bir hemşerimizi ağırlıyoruz diyen Kocaeli Kandıralılar Derneği Başkanı Erdoğan Görgün, Ercüment Şahin’i tebrik ederek, aday olarakta görmek istiyoruz dedi. Ercüment Şahin siyasi çalışmaları konusunda bilgi verirken “Aday adaylığımı açıkladığımdan beri başta Kandıra teşkilatımız olmak üzere heryerde hemşehrilerimizin yakın ilgisi ile karşılaştım. Çok hevesli gördüm.” Dedi.

Ziyaret, Başkan Erdoğan Görgün ile Ahmet Güngör’ün birlikte AKP Milletvekili Aday Adayı Ercüment Şahin’e Derneğin hediyesini takdim etmesi ile sona erdi.325

 

Kemal Derviş,Ecevit’in Siyasî Kâtilidir

konuk-yazarEcevit, Kemal Derviş’i, dış borcu çevirsin diye Türkiye’ye getirmişti. Ama o, geldi, entrika çevirdi; Ecevit’i sırtından hançerledi.

Kemal Derviş, DSP’den ayarttığı kişilere de kazık attı; onların kurduğu partiye katılması beklenirken, o gitti, CHP’ye katıldı.

Kemal Derviş, AKP’nin ve bugün Kaçak Saray’ında otoriter bir rejim kuran Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidara gelmesinde başrol oynayan kişidir.

Kemal Derviş hayranlarına hatırlatmak isterim: Siz de sırtınızdan hançerlenmek istemiyorsanız bu adamla muhabbetten sakının!

Kemal Derviş’i kurtarıcı gibi görerek tuzağa düşmeyin. Bu adama prim vermeyin.

***
Kemal Derviş, ne yaparsa, arkasındaki küresel güçlerin çıkarı için yapar. Başka türlü davranması eşyanın tabiatına aykırıdır.

Rahmetli Ecevit, bu adamı Türkiye’ye getirdiği için bin pişman olmuştu…

Hatırlarsanız; “Kemal Derviş hayattaki en büyük pişmanlığım” demişti…

Siz, siz olun; bu sözü aklınızdan hiç çıkarmayın… Derviş’ten uzak durun.

Kemal Derviş, Ecevit’in siyasî kâtilidir.

Bunları bile bile Derviş’in peşinden koşanlara tüm DSP’liler kuşkuyla bakar.

Kimse, yanlış yapmak için ısrar etmesin. Derviş’i kendine rehber edinmesin.

***
Derviş, küresel güçlerin yerli işbirlikçileri tarafından şişirilmiş, koca bir balondur.

Kendi ekonomistlerinize, kendi kadrolarınıza güvenin.

Kemal Derviş küresel efendilerinin dışındaki herkesi yarı yolda bırakır.

Geçmişte yaptıkları, yeni yapacaklarının işaretidir.

Ecevit hükümeti döneminde alınan ekonomik önlemlerin mimarı Kemal Derviş değildir. Ecevit Hükümeti’nin kendisidir.

Ekonomik önlemlerin en önemlisi, Bankacılık Kanunu’dur ki, bu kanun Kemal Derviş yokken çıkarılmıştır.

Bilmeyenlere hatırlatayım: Bankacılık Kanunu, Ecevit Hükümeti’nin çıkardığı ilk kanundur.

O zaman Kemal Derviş Türkiye’de bile yoktu…
***

AKP dönemindeki ekonomik krizlerden bugüne dek bankaların hiç etkilenmemesi Ecevit döneminde çıkarılan işte bu Bankacılık Kanunu sayesindedir.

Kemal Derviş döneminde de bazı kanunlar çıkarılmıştır. Fakat, ekonomik tedbirlerin en önemlileri o yokken alınmıştır.

Dediğim gibi, o dış borcu çevirecekti; geldi entrika çevirdi.

Kemal Derviş’in ekonomiyi kurtardığı iddiası, bir şehir efsanesidir; bir küresel yutturmacadır; büyük bir yalandır.

***

Özetle, Kemal Derviş, kendisine güvenen Ecevit’e, hayatının en büyük kazığını atmıştır.

Ecevit’e birazcık saygısı olanlara, Kemal Derviş’in ipine sarılmamalarını tavsiye ederim.

Yoksa, siz de yarı yolda kalırsınız!

Küresel ilişkileriniz elbette ki olacaktır; kimseye içine kapanıklık tavsiye etmiyoruz.

Ama küresel münafıklara itibar etmeyin!

Soros-TESEV yoldaşlığıyla bir yere varamazsınız!

Önce kendinize güvenin!

Bırakın, elin oğlunu!

süleyman yağız

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Süleyman YAĞIZ