Etiket arşivi: Yabancı

CUMHURİYET DÖNEMİNİN İKTİSADÎ ARAYIŞLAR TARİHİ – VIII

CUMHURİYET DÖNEMİNİN İKTİSADÎ ARAYIŞLAR TARİHİ – VIII

                        

 

‘Yabancı Sermaye İle İlişkiler’ başlıklı altıncı bölümün Celal Bayar’a ait “Türkiye Türklerindir, Türklere ait kalacaktır” sözleriyle başlaması ilginç. Lozan’da “Ne reddederseniz cebimize atıyoruz. Memleketiniz haraptır. Yarın geleceksiniz, kalkınmak için yardım isteyeceksiniz” diyen Lord Curzon’a karşı İsmet İnönü’nün “Unutmayalım ki geçmiş zamanlarda yapılan yanlışlıklar çoğunlukla ihtiyaç yüzünden işlenmiştir” yaklaşımıyla birlikte yabancı sermaye arayışına çıkılması da ilginç bir durum.

Müslüman-Türk tâcirlerinin millîciliğinin metropol burjuvazilerinin Türkiye uzantısı olmaktan ibaret olarak gören Tezel, Cumhuriyetin ilk yıllarında Amerikan Chester Şirketi’ne ticarî imtiyaz verilmesinin değil Şirketin dağılarak beklenenin gerçekleşmemesinin Kemalist kadrolarda hayal kırıklığı yarattığını savunmaktadır. 1924’te yabancıların Türkiye’deki belediye sınırları içinde taşınmaz mal edinmelerini sınırlayan yasal engellerin kaldırılmasını ve 1925’te Osmanlı Bankası’nın Hükümete açtığı kredi karşılığında ticarî ayrıcalığının uzatılmasını da bâbda değerlendirmektedir.

1924’te İstanbul’da bir Belçika Şirketine, 1925’te İzmir’de bir İsveç Şirketine, 1926’da İzmir’de bir Belçika Şirketine, 1927’de biri Belçika, biri Alman, biri de Fransız olmak üzere 3 ecnebi şirkete, 1928’de Adana’da Alman, Ankara’da İngiliz ve Fethiye’de Fransız şirketlerine, 1929’da bir Amerikan ve Fransız Şirketine hem de madencilik, telefon, elektirik, gaz gibi alanlarda ayrıcalıklı statü tanınmasını tek tek yazan Yazarımız, Kurtuluş Savaşı kadrolarının sanıldığı gibi antikapitalist veya yabancı sermayeye karşı olmadıklarını ıspatlamaya çalışmaktadır.

TBMM’nin bazı önemli üyelerinin ve Atatürk’ün bazı etkili arkadaşlarının da karma sermayeli şirketlerde yer aldığını tespit eden Yahya Tezel, 1931’de Maliye Bakanı Saraçoğlu’nun Amerika’ya 50 yada 100 milyonluk kredi bulmak için gönderilmesini fakat eli boş geri gelmesini de üst paragraftaki kanaatine destek mahiyetinde işlemektedir. T.C. Hükümetlerinin bazı yabancı şirketleri satın alarak kamulaştırması da dahil Türkiye’de Devletçilik’in ‘devlet kapitalizmi’ olarak yürüdüğünü iddia etmektedir.

1923 – 1950 döneminde demiryolları, limanlar ve belediye hizmetleriyle ilgili 24 ayrıcalıklı yabancı şirketin millîleştirildiğini ve bunun 21 tanesinin 1933’le 1945 arasındaki Devletçi kalkınma döneminde olduğunu anlatan Yazar, yabancı şirketlerin de anlaşmazlık çıkarmayarak adeta satın almalarda gönüllü olduklarını vurgulamaktadır. Başbakan Bayar’ın “Ecnebi sermayesinin düşmanı değiliz. İstemediğimiz sermaye ‘vagabond’ yani serseri sermaye, spekülatif sermayedir” sözünde olduğu gibi millileştirmelerin yoğun olduğu 1934-1938 yıllarında 32 yeni yabancı şirketin açılmasını da kanaat pekiştireç olarak işlemektedir.

Osmanlı’nın dış borçlarının uzun tartışmalardan sonra % 67’sinin Türkiye tarafından ödenmesi söz konusudur (1925). Yazar, Türk Hükümetlerinin bu borçları bazen öteleyerek, bazen indirim yaptırtarak ve taksitlendirerek 1940’da kapatma başarısı gösterdiğini ifade etmektedir. Fakat yeni sanayi programı için Amerika’dan ve Avrupa ülkelerinden yeni borçlar arandığı, ancak Sovyetler Birliği’nden alınabilen 8 milyon dolarlık kredi ve teknik yardımla (1932) sürecin başladığı vurgulanmaktadır. Bunu 1936’da İngiltere’den alınan 3 milyon sterlinlik (18 milyon TL) ve 1938’de Almanya’dan alınan 100 milyon TL’lik kredi izlemektedir.

II.Dünya Savaşı sırasında Almanya, Fransa, İngiltere, ABD’den ve çoğunluğu askerî malzemeden kaynaklanan 360 milyon liralık dış borç yüküne girildiğini belirten Tezel; Ankara Hükümetinin İkinci Dünya Savaşı’nı   16 yaşındaki genç Cumhuriyet’i yok edebilecek ciddi bir tehlike olarak gördüklerini düşünmektedir. Zira bir yandan Almanların Yunanistan’ı ve 12 Ada’yı alarak Türkiye ile karadan ve denizden sınır olması (Nisan 1941), diğer yandan Ağustos 1941’de İran’ın kuzeyden Sovyetler ve güneyden İngiltere tarafından işgal edilmesi savaş sonuna dek Türkiye’yi daimî bir teyakkuzda tutmuştur.

TÜBİTAK’dan Türkiye’ye Gelecek Yabancı Araştırmacılara Destek

TÜBİTAK, ‘Uluslararası Deneyimli Araştırmacılar Destek Programı’ çağrısında yurt dışından Türkiye’ye gelecek araştırmacılara aylık 5050 Euro  maaş verecek.

Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu (TÜBİTAK) Başkanı Prof. Dr. Hasan Mandal, yurt dışındaki nitelikli bilim insanlarının, ülkemizdeki akademi ve sanayi kuruluşlarında araştırma yapmalarını teşvik etmek amacıyla TÜBİTAK’ın ‘Uluslararası Deneyimli Araştırmacılar Destek Programı’çağrısına yönelik açıklamada bulundu.

Profesör Mandal“Alanında tecrübeli araştırmacıların araştırma projelerini, Türkiye’nin önde gelen akademi veya sanayi kurum ve kuruluşlarında yürütmelerini desteklemek, ülkemizi tecrübeli araştırmacılar için cazibe merkezi haline getirmek, yurda dönüş yapmak isteyen nitelikli araştırmacılara destek sağlamak ve Ar-Ge insan kaynağı gelişimine katkıda bulunmak amacıyla hazırlanan programımız 2 Ağustos 2018 itibari ile başvuruya açılmıştır” dedi.

Yeni Çağrı Bütçesinin Yaklaşık Yarısı Avrupa Komisyonu Tarafından Karşılanıyor

TÜBİTAK’ın Avrupa Birliği Komisyonuna sunduğu 81 proje arasından 2. sırada desteklenmeye hak kazanan 2236-Uluslararası Deneyimli Araştırmacılar Destek Programı’nın toplam bütçesi yaklaşık 14 milyon Avro olup proje bütçesinin yaklaşık yarısı Avrupa Komisyonu’ndan, geri kalan kısmı ise TÜBİTAK tarafından karşılanıyor. Proje kapsamında desteklenecek araştırmacıların her birisine aylık brüt 5050 Avro maaşa ilaveten, araştırma ve eğitim giderleri için aylık 800 Avro verilecek.

Yeni açılan çağrıya, dolaşım desteğini eklediklerini belirten Mandal, proje kapsamında desteklenen araştırıcıların ihtiyaç duymaları halinde 6 ay süreyle yurt içinde ya da yurt dışındaki başka kurumlara gidebileceğini ifade etti. 5 yıl boyunca 4 defa açılacak her çağrıda 25 olmak üzere toplam 100 araştırmacı yurtdışından Türkiye’nin önde gelen akademi ve sanayi kuruluşlarında araştırma yapmak üzere desteklenecek.

Program kapsamında, doktora derecesine sahip veya lisans eğitiminden sonra en az 4 yıl araştırma tecrübesi olan araştırıcılar başvurabilecek. Çalışmalarını üniversitede yürütmek üzere başvuran araştırıcıların son 3 yıl içinde 12 aydan fazla Türkiye’de kalmamış olması, sanayi kurumlarında araştırma yapmak üzere başvuranların ise son 5 yıl içinde 36 aydan fazla Türkiye’de ikamet etmemiş olması şartı aranıyor.

Alanında tecrübeli araştırmacıların projelerini Türkiye’nin önde gelen sanayi kurum ve kuruluşlarında gerçekleştirmesi için programın koşullarının daha esnek olduğunu ifade eden Prof. Mandal, proje kapsamında desteklenen araştırmacıların araştırma konularında herhangi bir sınırlama bulunmadığını ifade etti.

FUTBOL VE BASKETBOLDA YABANCILAŞMA

fevzi yurtoğluMilyonlarca insanımızın cazibe merkezi futbol ve basketbolda hiç iyiye doğru gitmiyoruz. Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray ilk onbirleri milyon dolarlık yabancı futbolcularla dolu. Türkler bir-ikisi dışında yedeklerde. Trabzonspor da bu defolu izi takip ediyor. Halbuki,“özüne dönüş yaparak” 6 sene süper lig şampiyonluğunu Anadolu’ya taşımış ve Avrupa’da büyük takımları yenmiş güzel bir mazisi var!
Süper lige yeni çıkan Göztepe yöneticisinin; “Türk sporcuları başarısız olduğundan yabancı alımına devam edeceğiz” açıklaması ise gamsızlığa sanki tuğ dikti. Ben, 40 senedir gönül verdiğim Göztepe’nin sahada oynayan ve 9’u yabancı futbolcularının ne isimlerini telafuz edebilirim ve ne de ülkelerini biliyorum. İşin vehameti ise, Futbol Federasyonu’n da bu sınırsız yabancılaşmaya karşı olması!
2000 yılında Galatasaray UEFA ve Süper Kupa Şampiyonu olurken kadrosunda en az 7-8 Türk sporcu yer alıyordu. Bu takımın iskeletine 5-6 takviye ile 2002 yılında Şenol Güneş liderliğinde futbolda Dünya Üçüncüsü olduk. Lakin, bundan sonraki dönemde yabancı futbolcu sayısındaki artışlarla bu sporumuzun temeli sarsılmaya başladı! Her yıl Avrupa’da en gazoz takımlara elendik. Milli takımımızın oyunu ise mehter takımı gibi, bir ileri, bir geri. Milli heyecan kaybolmak üzere.
2017’de ise, futbolumuzun sorunlarına çözüm getiremeyen Fatih Terim yerine, her basın toplantısında aynı konuda farklı yorumlar yapan, 72 yaşındaki Mircea Lucescu’yu getirdik. Senede 4-5 maç için ve milyon dolarlar ödeyerek…”Sağlam, Vural, Dilmen ve Avcı” gibi oyuncularımızı ve ligimizi tanıyan, çalışkan ve bilgili adamlarımız varken. Şimdi son bir öldürücü vuruşu yapalım ve hakemlerimiz de Avrupa’dan gelsin. Ve futbolumuzu tabuta koyalım. Bazı aklı evvellerin “evet” sesini duyar gibiyim. “Allah’ım, aklıma mukayyet eyle”.
Süper liği ateşleyen “PTT 1. liğde” ise, izin verilen yabancı sporcu sayısı beş. Ve bu futbolcular da takımlarının köşe başlarını tutmuş vaziyette. Süper ve PTT 1. ligde son 4-5 sezondaki gol kralları hep yabancı. Sanki manda ülkesiyiz. Türkler ülkesinde misafir kulübesinde. Bizler de şimdi, televizyon başlarına kurulmuş, milli futbol takımımızdan ve UEFA’daki maçlardan goller ve başarı bekliyoruz!
Ülkemizin 2. sırada takip ettiği basketbolumuz da maalesef futbolumuzla aynı kaderi paylaşmakta. Sahada oynayanların çoğu yabancı. Türklerin maç başına ortalama oynama süresi 3 dakika. Komik bir süre. Milli maçlarda maçın sonunu getirememe nedeni de işte bu eksiklik. Fenerbahçe 2017 yılı Avrupa Şampiyonlar Ligi Şampiyonu oldu ve çok sevindik. Lakin ilk beşte oynayan bir Türk sporcusu yoktu. Bence, bu başarı görüntüsü, her şeyi kısa süreli kazanca bağlayan “kapitalist spor yönetiminin” saman alevi gibi parlamasıdır, o kadar. Basketbola gönül veren gençlerimizin önünün tıkanması ve onların da hayallerinin yok edilmesidir!
Acilen yabancı oyuncu sayıları ( Süpe ligde 4-5 ve PTT 1. Ligde 2-3 ve basketbolda 2 gibi) makul seviyelere düşürülmelidir. Fakat Türk takımlarının, bireysel sporcularımızın alt yapı (tesis, sağlık, sigorta ve maaş gibi) dertleri çözülmeli ve yabancılarla rekabet edecek eğitim, ahlâk ve beceri de kazandırılmalıdır. Her yıl yapılan hatalı transfer paralarıyla, bu sorunların çözülebileceği veya ülkemizde onlarca fabrika kurulabileceği unutulmamalıdır!
Üst liglerde oynama fırsatı bulamayan gençlerimiz ise, yedek kulübelerde veya alt liglerde kaybolup gitmektedir. Biliyoruz ki, insanlık tarihinden beri, hayallerin gerçekleşmesi ve fırsat verilen kişilerle ilerleme kaydetmiş, başarılara imza atılmış ve çağlar atlamıştır.
Çocuklarımız ise, ismini söylemekte-yazmakta zorlandığı, garip döğmeli, Haç çıkartarak sahaya çıkan-sevinen, halkına uzak, şâşâlı yaşayan bu sporcuların hayatlarını kendilerine bir model-kültür olarak algılamaktadır. Yüklü miktarda paralar kazanan (TRT dahil) tv şirketleri, sözde Türk spor adamları, tv sunucuları ve basın da acilen bu gerçekleri görmelidir. Milyonlarca Türk seyircisi de…
Sizi bilmem ama, ben, 40 yıldır sevdiğim Göztepe takımının bu düzen anlayışı değişinceye kadar desteklemeyeceğim. Bu günden itibaren Türk gençlerini yüreklendiren, onlara fırsat veren, gelecek vaat eden, hayallerinin gerçekleşmesine katkı sağlayan “Altınordu Spor Kulübü”nü ve benzer anlayıştaki spor yöneticilerimizi ve takımlarını gönülden destekleyeceğim. Bu ulusal anlayış, dış ülkelere giden Türk sporcu sayısını ve milli kazancımızı arttıracağına yürekten inanıyorum. Biz bu güce sahibiz! Tüm millî yetkililere duyurulur. Selam ve saygılarımla…

FUTBOL VE BASKETBOLDA YABANCILAŞMA

FUTBOL VE BASKETBOLDA YABANCILAŞMA
fevzi yurtoğluMilyonlarca insanımızın cazibe merkezi futbol ve basketbolda hiç iyiye doğru gitmiyoruz. Anlı şanlı Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray ilk onbirleri milyon dolarlık yabancı futbolcularla dolu. Türkler yedeklerde. Trabzonspor da bu defolu izi takip ediyor. Halbuki,“özüne dönüş yaparak” 6 sene süper lig şampiyonluğunu Anadolu’ya taşımış ve Avrupa’da büyük takımları yenmiş güzel bir mazisi var!
40 senedir gönül verdiğim ve süper lige yeni çıkan Göztepe yöneticisinin; “Türk sporcuları başarısız olduğundan yabancı alımına devam edeceğiz” açıklaması ise gamsızlığa sanki tuğ dikti. Ben, Göztepe’nin sahada oynayan ve 9’u yabancı futbolcularının ne isimlerini telafuz edebilirim ve ne de ülkelerini biliyorum. İşin vehameti ise Futbol Federasyon Başkanı’nın da sınırsız yabancılaşmaya karşı olması!
2000 yılında Galatasaray UEFA ve Süper Kupa Şampiyonu olurken kadrosunda en az 7-8 Türk sporcu yer alıyordu. Bu takımın iskeletine 5-6 takviye ile 2002 yılında Şenol Güneş liderliğinde futbolda Dünya Üçüncüsü olduk. Lakin, bundan sonraki dönemde yabancı futbolcu sayısındaki artışlarla bu sporumuzun temeli sarsılmaya başladı! Her yıl Avrupa’da en gazoz takımlara elendik. Milli takımımız ise mehter takımı gibi, bir ileri, bir geri gitti. Milli heyecan kaybolmak üzere.
2017’de ise, futbolumuzun sorunlarını arttıran Terim yerine heyecanı kaybolmuş 72 yaşındaki Mircea Lucescu’yu getirdik. Senede 4-5 maç için ve milyon dolarlar ödeyerek…”Sağlam, Vural, Dilmen ve Avcı” gibi oyuncularımızı ve ligimizi tanıyan, çalışkan ve bilgili adamlarımız varken. Şimdi son bir öldürücü vuruşu yapalım, hakemlerimiz de Avrupa’dan gelsin ve işlem tamamlansın ve hep birlikte futbolumuzu tabuta koyalım. Bazı aklı evvellerin evet sesini duyar gibiyim. Allah’ım aklıma mukayyet eyle.
Peki süper liği ateşleyecek olan PTT 1.liğde durum nasıl? diye sakın düşünmeyin, üzülürsünüz. Maalesef, izin verilen yabancı sporcu sayısı 5. Ve bu futbolcular da takımlarının köşe başlarını tutmuş vaziyette. Süper ve PTT 1. ligde son 4-5 sezondaki gol kralları hep yabancı. En fazla gol atan sporcularda Türkler sonlarda. Çünkü Türkler ülkesinde misafir kulübesinde. Bizler de şimdi, televizyon başlarına kurulmuş, milli takımımızdan ve UEFA’daki maçlarda goller ve başarı bekliyoruz!
Peki, ülkemizin 2. sırada takip ettiği basketbolda durum farklı mı? Maalesef futbolumuzla aynı kaderi paylaşmakta. Sahada oynayanların çoğu yabancı. Fenerbahçe 2017 yılı Avrupa Şampiyonlar Ligi Şampiyonu oldu. Çok sevindik. Lakin ilk beşte oynayan bir Türk sporcusu yoktu. Bu şimdi başarı mıdır? Yorum sizin! Bence, bu başarı görüntüsü, her şeyi kısa süreli kazanca bağlayan “kapitalist spor yönetiminin” saman alevi gibi parlamasıdır, o kadar. Basketbola gönül veren gençlerimizin önünün tıkanması ve onların da hayallerinin yok edilmesidir!
Takımlarımız bu yamuk yönetim anlayışıyla borç batağında yüzmektedir. Sömürgecilik ekonomi gibi, sporumuzu da ele geçirmiştir. Her yıl boşa yapılan transferle ülkemizde onlarca fabrika kurulur. Sonuç çok acı. Ayrıca, gençlerimizin önüne aşılmaz setler çekilmiş ve 4 büyüklerde veya üst liglerde futbol-basketbol oynama umutları ve hayalleri çalınmıştır. Fırsat verilmeyen gençlerimiz yedek kulübelerde veya alt liglerde kaybolup gitmektedir. Biliyoruz ki, insanlık tarihten beri hayaller ve fırsat verilen kişilerle ilerleme kaydetmiş ve çağlar atlamıştır.
Çocuklarımız ise, ismini söyleyemekte-yazmakta zorlandığı, garip döğmeli, Haç çıkartarak sahaya çıkan-sevinen, ve halkına uzak, şâşâlı yaşayan bu sporcuların hayatlarını kendilerine bir model-kültür olarak algılamaktadır. Yüklü miktarda paralar kazanan (TRT dahil) tv şirketleri ve sözde Türk spor adamları ve sunucuları da manda yönetiminin peşinden gitmektedir. Maalesef milyonlarca da seyirci…
Sizi bilmem ama, ben, 40 yıldır tuttuğum Göztepe takımını bu düzen anlayışı değişinceye kadar izlemeyeceğim. Bu günden itibaren tertemiz Türk gençlerine gönül veren, onlara fırsat veren ve çocuklarımıza gelecek vaat eden, onların hayallerinin gerçekleşmesine katkı sağlayan Altınordu Spor Kulübünü ve benzer anlayıştaki spor yöneticilerimizi ve takımlarını gönülden destekleyeceğim. Bu ulusal anlayış dış ülkelere giden Türk sporcu sayısını ve milli kazancımızı arttıracağına yürekten inanıyorum.
Umarım Spor Bakanımız veya Başkan Danışmanları uyanır ve bu kangrenin çözümünü C.Başkanımız Erdoğan’a sunarlar. Gençlerimizin hayallerini yeşertecek doğru ve millî kararlarla sporumuzda ve takımlarımızın bütçelerinde bir “Diriliş” bekliyoruz.

Selam ve saygılarımla…