Etiket arşivi: Ürdün

“Fütüvvet Sultanı Ebû’l Hasan Harakanî” Üsküdar Üniversitesinde anıldı

Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü tarafından her yıl düzenlenen Tasavvuf Araştırmaları Günleri, bu sene “Fütüvvet Sultânı Ebû’l-Hasan Harakanî” Uluslararası Sempozyumuna ve Tasavvuf Araştırmaları Tez Atölyesine ev sahipliği yapıyor.

Seyyid Ebû’l Hasan Harakanî Vakfı, Kerim Eğitim Kültür ve Sağlık Vakfı, TÜRKKAD Türk Kadınları Kültür Derneği İstanbul Şubesi ve Nefes Yayıncılık iş birliği ile düzenlenen “Fütüvvet Sultânı Ebû’l-Hasan Harakanî” Uluslararası Sempozyumu Üsküdar Üniversitesi Merkez Yerleşkesinde gerçekleşti.

27-28 Nisan tarihlerinde düzenlenen sempozyumda ABD, Almanya, Bulgaristan, Hindistan, Rusya, Ürdün gibi yedi farklı ülkeden 28 davetli bildirileri ile yer aldı.

Programın açılış konuşmalarını Üsküdar Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Muhsin Konuk, Seyyid Ebû’l Hasan Harakanî Vakfı Başkanı Yavuz Selim Uzgur ve Üsküdar Üniversitesi Rektör Danışmanı Mutasavvıf Yazar Cemalnur Sargut yaptı.

“Günümüzde İslamofobi neticesinde asimetrik bir savaş başladı”

“10 gün önce, Pakistan Gençlik Meclisinin başkanı ile beraber 13 kişilik bir heyet üniversitemizi ziyaret ettiklerinde, üniversitemizin Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü olduğunu öğrendiklerinde çok mutlu oldular” diyen Prof. Dr. Muhsin Konuk, şunları kaydetti:

“Özellikle günümüzde İslamofobi neticesinde asimetrik bir savaş başladı. Bu savaş artık, savaş meydanlarında olmuyor. Bu savaş, doğrudan beynimizi ve kalbimizi etkiliyor. Dolayısı ile bu savaş neticesinde tek amaç, Müslümanların elinden gerçek Müslümanlığı almak ve birilerinin istediği şekilde bir Müslümanlık ortaya koymak. Buna karşı, işte bizim hayatımıza ölçü olacak hayatlar, ki bunlardan bir tanesi, bu yüce ruh Hz. Harakanî, o ve onun gibi bu topraklarda yetişmiş olan müstesna insanlar. Allah onlardan razı olsun ve sizin de huzurunuzda o yüce ruhu saygı ile selamlıyorum. Ümit ediyorum, bu sempozyum neticesinde açığa çıkan ortak raporlar da ülkemiz geleceği adına hayırlara vesile olacak.”

“Bu ruh, bu toprakların bize vatan olmasına vesile oldu”

Açılış konuşmalarına programda emeği geçen herkese teşekkür ederek başlayan Seyyid Ebû’l Hasan Harakanî Vakfı Başkanı Yavuz Selim Uzgur, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Harakani Hazretleri yaklaşık bin yıl önce Kars’ı ve Anadolu’yu şereflendirdiğinde kapısının üzerine şöyle yazmış: ‘Her kim bu kapıya gelirse, ekmeğini verin ve inancını sormayın. Allah katında ruh taşıyan herkes Ebû’l Hasan’ın sofrasında ekmeğe layıktır’. Anadolu’nun ruhu, aşkı, sevdası, insanlığı, ahlakı, Allah Resulünün güzel ahlakından neşet eden bu sözün içerisinde gizlidir. İnsanın yaratılışına ve ruhuna değer veren ve o ruhu bütün yaratılmışlardan aziz tutan bir anlayış, Anadolu’yu bin yıldan beri mayaladı, aşk ve muhabbetle yoğurdu ve bizim ayakta durmamıza ve bu topakların bize vatan olmasına vesile oldu.”

“Kyoto Üniversitesinde kurmuş olduğumuz Kenan Rifai Tasavvuf Araştırmaları Merkezi, muazzam çalışmalar yapıyor”

Üsküdar Üniversitesi Rektör Danışmanı Cemalnur Sargut ise, duygularını şu cümlelerle dile getirdi:

“Ebû’l Hasan Harakanî, büyük sultanlardan bir tanesi… Onlarla olmak, onlarla yaşamak, onları idrak etmek, onları anmak onlardan sözler söylemek, İslam tasavuffunun kemal noktasında birleşmesini sağlıyor ve bizi benlikten edebe davet ediyor. Yaptığımız işi kendimizden görmemeyi öğretiyor. Bizde bir kuvvet-i kudret yok. Biz biliyoruz kendimizin ne olduğunu, bir sinek hükmünde olmadığımızı; ama bize bu işleri lütfeden ve bu enerjiyi veren bu sultanlardan Allah razı olsun. Şimdi hedefimiz çok daha büyük. Kyoto Üniversitesinde kurmuş olduğumuz Kenan Rifai Tasavvuf Araştırmaları Merkezi, muazzam çalışmalar yapıyor ve çocuklar hakikaten İslam için büyük çabalar gösteriyorlar.

“Amerika’daki çalışmalar İslamofobi’ye karşı çok büyük bir mücadele arz ediyor”

İlk defa Kyoto Üniversitesinde dini bir müessese kuruldu ve bu müessese İslam’ı anlatıyor. Çin’de yaptığımız İslam ve Çin Medeniyeti Sempozyumu (2015) çok büyük ses getirdi ve Çinli çocukların Müslüman oluşlarını, onların Allah aşkı ile ağlayışlarını izledik. İnşallah tekrar sempozyumlar orada devam edecek. Amerika’daki çalışmalar İslamofobi’ye karşı çok büyük bir mücadele arz ediyor. Bunların hepsinin gayesi birlik ve beraberlik. Onun için muhabbet ve birlik sağlamak, sadece farklı inançları değil, İslam’ın içindeki farklı yolları bir araya getirmek, çok önemli. Bugün bütün tarikatlar, yollar, anlayışlar, bugün büyük sultanların önünde birleşiyor ve onu anlatmaktan zevk alıyorlar.

Başkanlığını, Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü Müdür Yardımcısı Prof. Dr. Emine Yeniterzi’nin yürüttüğü ilk oturumda; Prof. Dr. İsa Yüceer “Anadolu’nun Manevi Kimliğinde Hasan Harakanî Faktörü”, Doç. Dr. Alan Godlas “Ebû’l Hasan Harakanî’nin Nûrü’l Ulûm Eserindeki Sûfiyâne Dünya Görüşünün Boyutları” ve Dr. Laila Khalifa “Hakikat ve Hayal Arasında: İbn Arabî’de Fütüvvet Anlayışı” başlıklı konuşmaları ile yer aldı.

“Tasavvufta kokunun çok önemli bir yeri vardır”

Sempozyumda, ikinci oturumun başkanlığını ise Prof. Dr. Ahmet Turan Arslan yürüttü. Oturumda, Prof. Dr. Mim Kemâl Öke “Tasavvufta Kokuların Sırrı ve Mesnevî’de Harakanî Kokusu”, Prof. Dr. Niyazi Beki “Ebû’l Hasan Harakanî’ne Naz Makamı” ve Dr. Cangüzel Güner Zülfikar “Fütüvvet Anlayışına Farklı Yaklaşımlar” başlıklı konuşmaları ile katılımcılarla bir araya geldi.

Prof. Dr. Mim Kemâl Öke, Mesnevi’den öyküler anlatarak, tasavvufta kokunun önemi hakkında şunları kaydetti: “Tasavvufta kokunun çok önemli bir yeri vardır. Anlatmaya kalksak, bir sempozyum daha yaparız. Birçok koku bizi rahatsız edebilir; ama önemli olan sufliyetin kokusunu duyabilmektir. O koku alkol, anason, küfür kokusu olabilir. Ama bir ağız neyi kokluyorsa, neyi koklamaktan hoşlanıyorsa, o kokuyu çıkartır. İnsanın içinin kirli olması bunu da dışarıya salar. Onun için koku önemli. Güzel kokmak lazım. Hz. Peygamberimizin kokuyu ne kadar sevdiğini biliyoruz.”

Ahmet Taşğın’ın başkanlığında gerçekleşen 3. oturum; Kabir Helminski “Aşkta Mütevâzı Ol, Sevmekte Gözüpek”, Bilal Gök “Fütüvvet Sultanı İle Hikmet Sultanının Buluşması: Harakanî – İbn Sînâ Görüşmesi” ve Muhammed Bedirhan’ın “Ebû’l Hasan Harakanî ve İlk Dönem Sûfîlerinde Allah’ı Talep Etmek: Dünya ve Âhiretten Fânî Olmak” başlıklı sunumları ile düzenlendi.

Sempozyumun ilk gününün son oturumu ise Halil Baltacı başkanlığında tamamlandı. Oturuma, Omid Safi “Harakanî: Allah’la Beraber Nefeslenen Velî”, Barbaros Ceylan “Meslek Hayatında Fütüvvet Felsefesinin Güncellenmesine İlişkin Bir Çalışma: Hâmîlik Okulu” ve Velin Belev “Harakanî ve Ümmî Sûfinin Hâli” başlıklı konuşmaları ile katıldı.

Tez Atölyesinde, Tasavvuf Aaştırmaları Enstitüsünden 8 tez çalışması sunuldu

Tasavvuf Kültürü ve Edebiyatı Yüksek Lisans Programında yürütülmekte olan tez çalışmaları Sempozyum oturumlarıyla eş zamanlı olarak gerçekleştirildi. “Akşemseddin’in Mâddetü’l-hayât Eserinde Canlı ve Canlılık Anlayışının Tasavvuf ve Biyoloji İlimleri Açısından İrdelenmesi”, “Eşrefoğlu Rûmî’nin Tarîkatnâme Eserindeki Hz. Ali Tasavvuru”, “Türk Edebiyâtında Manzum Dervişnâmeler”, “Tasavvuf Kültürünün Meyvesi Kuş Evleri”, “Yazıcıoğlu Kardeşlerin Eserlerinde Hz. Ali”, “Liyâkat ve Lütfi Paşa: Asafnâme’de Devletli Ahlâkı”,“Beşiktaşlı Yahya Efendi’nin Divân’ında Muhabbet Kavramı” ve “Ken’an Rifâî’nin eserinde Rifâî Mihrâbı: Sembolden Mânâya Yolculuk” başlıklı tebliğler sunuldu.

Sempozyum, canlı yayın kanallarında da yoğun ilgi ile karşılandı.

Tarım ürünleri ihracatında 2023 hedefi 40 milyar dolar

AGROEXPO Fuarı’na Alım Heyeti Dopingi

Tarım ürünleri ihracatında 2023 yılında 40 milyar dolar ihracat hedefleyen Türk ihracatçıları her uluslararası organizasyonu Türk ihracatını arttırmak için kullanıyor.

Türkiye’nin en büyük, Avrupa’nın dört büyük tarım fuarından biri olan AgroExpo 2019 Fuarı kapsamında düzenlenen Alım Heyeti Organizasyonu dünyanın dört bir tarafından gelen ithalatçılarda Türk ihracatçıların büyük buluşmasına sahne oldu.

Ticaret Bakanlığı desteğiyle, Ege İhracatçı Birlikleri tarafından Fuar İzmir C Holü’nde düzenlenen “Alım Heyeti Organizasyonu”na Rusya, Ürdün, Yunanistan ve Moldova’dan 10 firma katılırken, farklı sektörlerde üretim ve ihracat yapan yerli firmalar ile onlarca ikili iş görüşmesi gerçekleştirdi.

Tarım ve Orman Bakanı Dr. Bekir Pakdemirli tarafından 7 Şubat’ta açılışı gerçekleştirilen AgroExpo 2019 Fuarı’nın ikinci günü görkemli bir “Alım Heyeti Organizasyonu”na sahne oldu.

Tarım ürünleri ihracatında 2023 hedefi 40 milyar dolar

Türkiye’nin yıllık 22,6 milyar dolarlık tarım ürünleri ihracat rakamına ulaştığını dile getiren Ege İhracatçı Birlikleri Koordinatör Başkan Yardımcısı Birol Celep, AgroExpo Fuarı Alım Heyeti Organizasyonu ile amaçlarının Türkiye’nin tarım ürünleri ihracatını 2023 yılında 40 milyar dolara çıkarmak olduğunu kaydetti.

Ege Bölgesi’nden yapılan tarım ürünleri ihracatının 2018 yılı sonunda ilk kez 5 milyar dolar barajını aştığı bilgisini veren Celep, “Ege Bölgesi’nin tarım ürünleri ihracatında ihracat hedefimiz 10 milyar dolar. Bu organizasyonlar bizi bu hedefe götürecek” şeklinde konuştu.

YEMEN’DE İNSANLAR AÇLIKTAN OT YEMEYE BAŞLADI

YEMEN’DE İNSANLAR AÇLIKTAN OT YEMEYE BAŞLADI

 

Ortadoğu savaşında ölenlerin cesetleri kıyımıza vurmağa başladı” diye başlıyordu Osman Sarı’nın Şehit Söylevi şiiri. Artık vurmuyor veya vursa da umurumuz olmuyor.

Suriye, Filistin, Libya, Arakan, Doğu Türkistan ve Afganistan’da olan bitenden iyi – kötü haberimiz var da meselâ Yemen’de olanları ve ölenleri neden görmezük?

Sadece 2017 yılında 50 bin çocuk Yemen’de açlıktan öldü. 3 yıllık İç Savaş sırasında 14 binden fazla sivil öldü, öldürüldü. Son 2 yılda koleradan 3 bin kişi öldü, hâlen 700 bin kişi hasta, 1 milyondan fazla kişi de hastalık şüphesi taşıyor.

BM İnsan Hakları Şefliği raporuna göre Yemen’de insanlar yiyecek hiçbir şey bulamadıkları için ot ve yaprak yiyor. Ve 5,2 milyon çocuk açlıktan ölüm tehdidi altında.. Dahası Yemen’in 29 milyonluk nüfusunun 22 milyonu kıtlık nedeniyle yardıma muhtaç.

Yemen İç Savaşı’nda başkent Sana’daki Husi Güçlerini İran, Aden’deki Hadi Güçlerini ise Suudî Arabistan destekliyor. 25 yıllık Kuzey & Güney ayrılığından sonra 1990’da birleşen Yemen, 25 yıl sonra tekrar 2’ye bölünmüş durumda. Sam Amca’nın 22 ülkeyi parçalamayı esas alan BOP planı Suud ve İran’ın sayesinde Yemen’de tıkır tıkır işliyor.

Son 3 yıldır Amerikanvari yöntemlerle Suud Arabistanı’nı yöneten Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın yarı manyak politikalarıyla yaptıkları yapacaklarının teminatı gibi gözüküyor. Lübnan Başbakanı Harirî’yi alıkoyup istifaya zorlamaktan tutun da Hava Kuvvetlerine ait savaş uçaklarıyla Yemen’de çocukları taşıyan otobüs ve hastaneleri vurmaya kadar vukuatı bol. Hem daha yaşı 33; erkenden ölmezse 2050’ye dek çok icraatlarını duyarız.

Yemen’in altyapı, sağlık, su ve kanalizasyon sistemlerini Katar, Kuveyt, Bahreyn, BAE, Mısır, Ürdün gibi yandaşlarla birlikte bilerek hedef alan Suudîler hava saldırılarıyla hem yakıp yıktılar hem kolera ve kıtlığa sebep oldular. Petrol ambargosu ve abluka da cabası..

Geçen ay 2 milyon hacı binlerce dolar ödeyerek Suudî towers’ların (gökdelen) gölgesindeki Kâbe’yi tavaf ettiler ve 1 milyon kurban kestiler. Bunlar Yemen’de açlıktan ve kıtlıktan ölme aşamasındaki Müslümanlara götürülmedi ve çoğu çölün kumları altına gömüldü. Ama nedense kimsenin Müslümanlığından bir şey eksilmedi.

Türkiye kontenjanındaki 80 bin hacı, sâir zamanlarda da 120 bin umreci toplamda Suud’a 1 milyar dolar kazandırıyor. Suudlular 2022’de hac ve umre gelirlerinin 150 milyar dolara ulaşmasını bekliyorlar. Müslümanlardan cukkalanan paralar askerî harcamalara ayrılıyor; hem de yılda 75 milyar dolarla Dünya üçüncüsü olarak..

Hac, dünya Müslümanlığının en büyük buluşmasıdır. Ve Hz. Peygamber zamanında İslamiyet mensuplarının derdi ve sıkıntılarının görüşüldüğü bir iklimdi. Dileyen tekrar be tekrar Veda Hutbesi’ne baksın. Şimdiyse helezonik bir karmaşa..

Kutsal Topraklar şimdilik olmasa da Hac Organizasyonu Saudia America’nın tasallutundan kurtarılmalıdır. “Dünya 5’ten büyüktür” sözüyle Birleşmiş Milletler’e üye 190 ülkenin veto hakkı sahibi 5 daimî ülkeden büyük olduğunu dile getiren Cumhurbaşkanımızın 56 İslam ülkesi adına Suudîstan’a “Yeter artık! Hac işi İslam İşbirliği Teşkilatı’nın uhdesinde gerçekleştirilmelidir. Dinî bir umdenin bir ülkenin yada bir ailenin tekeline bırakılması mümkün değildir” demesini bekliyoruz.

Bu adamlar Amerika’ya şirin gözükebilmek için dün PYD’ye 100  milyon dolar bağışlarlar, yarın İsrail’le birlikte İran’a ortak savaş açarlar. Vaşington’un deli mayını misali..

Ah o Yemen’dir  /  Gülü çemendir

 İnsanlar ot yiyor  /  “Acep nedendir?

Bu adamı tanıyor musunuz?

süleyman özışık yazdıCumhurbaşkanı Erdoğan’ın Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığı yaptığı yıllar… Yani bundan 32 yıl önce…

O yılları Erdoğan’dan dinleyelim:

“Sene 1985. İstanbul’da İl Başkanlığı görevine getirildim. İstanbul’un o dönemde 19 ilçesi vardı fakat, biz toplam 8 teşkilat kurabilmiştik. İşin böyle gitmeyeceğini biliyorduk. Arkadaşlarla toplandık ve ne pahasına olursa olsun 19 ilçenin tamamında teşkilatlanmamız gerektiği kanaatine vardık. Yoğun bir gayret sonucu, 3 ay içerisinde 19 ilçenin tümünde teşkilatlarımızı kurduk.

Erdoğan’ın hikayesini anlattığı Abdülmecid Yücel

“Teşkilatlar her akşam 18 ile 22 arasında açık olacak” diye karar aldık. Teşkilatların açık olup olmadığını telefonlarla sürekli kontrol ediyorduk.
Bir akşam, nöbetlerin ne durumda olduğunu takip amacıyla il merkezine uğradım. Aksilik olup olmadığını sordum, “Şişli cevap vermiyor”dediler. Birkaç kez de ben aradım ve cevap alamadım. Bunun üzerine nöbetçi arkadaşıma, ”Sen aramaya devam et, ben de bir arabaya atlayıp bakayım” dedim.
Gittim ki, kapı açıldı, o zamanlar ismen tanımadığım, gözleri yaşlı bir kardeşimiz çıktı karşıma.

“Niye ağlıyorsun?” diye sordum. “Biraz kederlendim başkanım” diye cevap verdi. “Yahu neyin var, belki ben yardımcı olabilirim” dedim, “Sadece biraz kederlendim başkanım, hiçbir derdim yok” dedi.
“Peki, telefonla aradık ama cevap alamadık, neden?” diye sordum. Mahcup bir şekilde, “Başkanım bir işim vardı, onun için yarım saat geç açtım teşkilatı” dedi.

Biraz sohbet ettik ve ayrıldım. Ertesi sabah ağlamasının gerekçesini öğrendim.

Meğer bu kardeşimin eşi o gün doğum esnasında şehit olmuş. O da dünyaya yeni gelen yavrusunu yengesine teslim etmiş. Hanımını da hastanenin morguna indirmiş. “Nöbetim var” diyerek koşarak nöbete gelmiş.
O kardeşimin adının Abdülmecid olduğunu sonradan öğrendim. Sevgili kardeşlerim. Bu davanın mayasında Abdülmecitlerin bu imanı var. Bu davanın mayasında vefat eden eşini morgda, doğan çocuğunu başka bir kucakta bırakıp bir sefere çıkar gibi yola çıkan yiğitlerin inancı var, aşkı var, inancı var!”

Erdoğan’ın anlattığı hikaye burada bitiyor.

Ancak Abdulmecid’in hikayesi burada bitmiyor. Bir süre sonra, “Ben Demirel’in kalesini düşüreceğim” inancıyla, tek kuruş maddi destek beklemeden ve istemeden Isparta’ya taşınıyor Abdülmecid Yücel…

Refah Partisi’nin Isparta İl Teşkilatı’nın kurulmasında büyük rol oynuyor.

Arada bir İstanbul’a geliyor. “İstanbul’a neden bu kadar sık gidiyorsun?” diye soranlara, “Çünkü oradaki teşkilatlanma modelini buraya taşımadan başarılı olamayız” cevabı veriyor.

Davasına olan inancı ve ortaya koyduğu insan üstü gayret sayesinde partinin Ege Bölge Müfettişi oluyor. Kısa süre sonra verdiği sözü tutuyor ve Demirel’in kalesini düşürüyor. Hemen ardından Isparta Belediye Başkanı DYP’den istifa ederek Refah Partisi’ne geçiyor.

Yine bir gün, İstanbul’daki parti çalışmasına katılmak üzere 5 dava arkadaşıyla birlikte takaza bir otomobile binip yola çıkıyor. Kütahya sınırlarında geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybediyor.

Gerçek Hayat Dergisi’ne konuşan kızı babası Abdülmecid Yücel’i şu sözlerle anlatıyor:

“Babamı kürsüde hatırlıyorum özellikle. Babam eve geç saatte geldiğinde, gönlümüzü almak için dolu dolu sarılışını unutamıyorum.”

Bu hikayeyi bir kez daha gündeme getirme nedenime gelince…

Aylardır AK Parti’nin teşkilat ve belediyelerinde yaşanan nahoş olayları yazıp duruyorum. Üstüme vazife değil ama yapmaktan geri duramıyorum.

Hayatım boyunca görmediğim, belki de hayatımın sonuna kadar görmeyeceğim insanların öfkesini ve nefretini kazanıyorum bunları yazmakla…

AK Parti’ye gönül veren pek çok kardeşim, “Sen bu yazdıklarınla partiye zarar veriyorsun” diye azarlıyor beni…

Buna rağmen, bu mesele benim boynumun borcuymuş gibi, namus borcummuş gibi hissediyor, yine ve yeniden yazıyorum.

Aklıma 7 Haziran seçimleri geliyor.

Selahattin Demirtaş’ın, “Korkma, seni adil yargılayacağız” dediği, Fetö’cülerin, “Onursuzca indirip yargılamalıyız. Sarayı kuşatın ki kaçmasın” diye tweet attığı, CHP’lilerin HDP ile birlikte iyi salladığı 7 Haziran seçimleri…

O uğursuz gece, “AK Partililer neden ağlıyor?” başlıklı bir yazı yazmış ve şunları yazmıştım:
“Hale bakın. Yüzde 41 oy alan AK Parti seçmeni kan ağlıyor. Davası ümmet olanın, derdi de böyle büyük oluyor işte!
Sakın bir kaç puanlık oy için ağladıklarını düşünmeyin çünkü, kendilerini ağlatan bir seçimin kaybı değil. Niye ağlıyorlar biliyor musunuz?

Çünkü Filistin ağlıyor. Gazze, Ramallah, Kudüs, El Halil, Beytüllahim ağlıyor. Çünkü Somali ağlıyor. Çünkü Mısır, Irak, Suriye ve Arakan ağlıyor. Lübnan, Ürdün, Yemen ve Doğu Türkistan ağlıyor…

AK Partililer, yıllardır ateş ırmaklarında yakılan o mazlumların son umudu ellerinden kaydı diye ağlıyor. Onların hıçkırıklarına eşlik ediyor.”

Eleştirilere, kırgınlıklara ve kızgınlıklara rağmen yazmamın nedeni bu satırlarda yatıyor.

AK Parti’nin iktidarda kalıp kalmaması artık sadece Türkiye’nin ya da Türkiye sınırları içinde yaşayan insanların sorunu değil.

Türkiye sınırlarının dışında yaşayan ve Türk kimliği taşımayan milyonlarca insanın da sorunudur AK Parti. Onların da davası, onların da sevdasıdır AK Parti…

“Osmanlı’nın artığısınız dediklerinde kahroluyorum” diyen Kerküklü teyzenin… “Bizi kimlere bırakıp gittiniz be oğlum?” diye haykıran Halepli dedenin… “Siz çağrılan değil, beklenen milletsiniz” diyen Bosnalı annenin… Parmağını, kendisine silah doğrultmuş İsrailli askerlere cesaretle sallayıp, “Bir gün gelecekler” diye bağıran Gazzeli çocuğun, “Türkiye’nin nükleer silah üretmesine gerek yok. Çünkü onların nükleer silahı bizleriz” diyen Pakistanlıların umududur AK Parti…

Bana kızan, “Ama bu yazdıklarınla partiye zarar veriyorsun” diye azarlayan kardeşlerimin görüş ve itirazlarına saygı duyuyorum.

Ancak onlar gibi düşünmüyorum.

Çünkü ben AK Parti’yi değil, AK Parti’nin yürüttüğüne inandığım hak davasını destekliyorum. Hiç kimseye, AK Parti’yi koşulsuz şartsız destekleyeceğime dair söz vermedim.

Beni eleştirenlere soruyorum:

Hak davasını, para davasına, mücahit davasını, müteahhit davasına çevirenlere göz mü yumalım?

Fetö’cü isimleri bilerek ve isteyerek işbaşında tutup, onları koruyup kollayan nasipsiz belediye başkanlarını yazmaktan geri mi duralım?

Abdülmecid gibi parti ve dava yolunda can verenleri bir kenara itip, işe gitmediği halde belediyelerden ve bakanlıklardan dolgun maaş alan gençleri mi savunalım?

AK Parti’ye zarar gelmesin diye, AK Parti çatısı altında bulunup, HDP’yi destekleyici mesajlar atan içimizdeki hainleri görmezden mi gelelim?

Mülakat adı altında, liyakat ve sadakat sahibi insanları eleyip, kendi dost ahbap çevresini devlet kadrolarına doldurmak suretiyle kul hakkına giren bedbahtları mı savunalım?

Gözüne kestirdiğini, Fetö’cü diye yaftalayarak işinden, ekmeğinden edip, onun boşalttığı makama oturan iftiracıları mı destekleyelim?

Siyaset hayatına atılmadan önce çulsuz olan, siyasetçi olduktan sonra milyonlarla oynayan para tapıcılara mı destek verelim?

Bir tercih yapmamız lazım, söyleyin hangisini yapalım?

Efendim bu tür olaylar CHP’de ve diğer partilerde de oluyormuş. Bana ne CHP’den kardeşim? Onların, “Başörtüsü yeniden yasaklanacak. İmam Hatipler yine kapanacak. Katsayı zulmü yeniden gelecek. Suriyeli masumlar, Filistinli, Arakanlı, Somalili, Mısırlı mazlumlar ne olacak?” diye bir derdi yok ki…

Ben davama yanarım, bana ne ondan bundan, şundan…

Ben, inandığım davanın bayraktarlığını yapan partiyi, yaptığı hatalarla uçuruma sürükleyen insanları yazarım. Bana ne seks kasetleri marifetiyle lider değiştirenlerden…Bana ne hak yolunda davası, sevdası olmayanlardan…

Ya Allah’ı memnun etme için hak davasını, ya da içimizde olup bize en çok zararı veren nasipsizlerin maddiyat davasını savunacağız.

Ya; bu parti için, bu dava için parasını, malını mülkünü satan Abdülmecid Yücel gibileri savunacağız, ya da para için, mal, mülk ve şan için davayı satan hainleri savunacağız.

Ya yaşanan kokuşmuşluğu görüp kendi partisine muhalefet eden, “Biz bunlarla yola devam edemeyiz” diye isyan eden Erdoğan’ın yanında, ya da onun tam karşısında duracağız.

Karar verin, hangisini yapalım?

Dipnot 1: Şanlıurfa meselesini kapatmadım. Sosyal medya üzerinden yapılan gülünç açıklamalara ve yaşanan kepazeliklere hafta sonu özel bir yazı ile cevap vereceğim inşallah.

Dipnot 2: Dikkat ederseniz bugüne dek belediye ve teşkilatlardaki çarpıklıkları yazarken, imar yolsuzluklarına, ihale rantlarına hiç değinmedim. Milletin arazisine, “Bize vermezsen yeşil alan yaparım”diyerek mafyavari sistemle konan belediye başkanları ile o arazilerin peşkeş çekildiği müteahhitlere daha dokunmadım. Sırası gelmişken, onları da önümüzdeki günlerde aradan çıkaralım diyorum.
Süleyman ÖZIŞIK 

Ayastefanos Anıtı Yeniden Dikilemez

Ayastefanos Anıtı Yeniden Dikilemez

 

Alptekin CEVHERLİ

 

alptekin cevherliHer milletin kendi millî menfaatlerini ve değerlerini sembolleştirdiği çeşitli kutsalları vardı; bayrak, tarihteki çeşitli devlet adamları, sembol haline gelmiş mekân veya binalardır. Bunlar o milletin varlığının belki de yarı efsanevi, yarı gerçek devamını sağlayan figürlerdir. Milletlerin önüne birer hedef koyarak millî birliğin tesis edilmesini kolaylaştırırlar. Bu hedefe varmak için sonraki nesillere dinamizm katarlar.

Bu figürler, milletlerin ulaştıkları son noktayı veya çıkış noktalarını betimleyerek elde edilmesi gereken veya korunması gereken değerleri ortaya koyarlar. Bu anlamda ata mezarları da büyük önem taşır.

Sultan 1. Murat’ın Kosova Priştine’deki kabri, Macaristan’daki Gül Baba Türbesi, Bakü’deki Türk şehitliği, Enver Paşa’nın Kırgızistan’daki kabri (Ki bu mezar yanlış bir kararla Demirel tarafından Türkiye’ye geri getirilmiştir.) vd…

Aynı şekilde diğer milletlerin de ulaştıkları son nokta ve erek olarak aynen bizim gibi mezarlıkları vardır. Yoksa Anzakların (Avusturalya ve Yeni Zelandalılar) on binlerce kilometre öteden her yıl gelip Çanakkale’de dedelerinin mezarları başında “şafak ayini” yapmasını başka türlü izah edemezsiniz…t__rk __ehitlikleriyıkılmasıRussian_Monument_San_Stefano_Ottoman_Postcard

Bu mezarlar belki siyasi değil ama tarihi ve kültürel sınırları çizerler…

Bugün dünya üzerinde 34 ülkede (Almanya, Arnavutluk, Avusturya, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Filistin, Güney Kore, Hindistan, Irak, İngiltere, İran, İsrail, İtalya Japonya, KKTC, Letonya, Libya, Lübnan, Macaristan, Malta, Mısır, Myanmar, Polonya, Romanya, Rusya, Sırbistan, Suriye, Suudi Arabistan, Ukrayna, Ürdün ve Yunanistan şehitliğimiz olan ülkelerdir.) 78 Türk (Osmanlı+Türkiye) şehitliği mevcuttur. Elbette 10 bin yıllık Türk tarihi ve 16 büyük Türk İmparatorluğunu göz önüne alırsak, gök yüzündeki yıldızlar kadar Türk şehitliğinin dünyanın dört bir yanına savrulmuş olduğunu unutmamamız gerekir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi olarak kabul ettiği Osmanlı’nın önemli bir kısım yeni sayılabilecek tarihlerdeki şehitlikleri ve Cumhuriyet dönemi şehitlikleri bunlardır.

Aynı şey diğer milletler, mesela Ruslar için de geçerlidir…

Sultan 2. Abdülhamit’in tahta geçişinden kısa bir süre sonra 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos (Yeşilköy)’da imzalanan antlaşmayla Osmanlı Devleti’ne bağlı bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna’dan Ege’ye, Trakya’dan Arnavutluk’a uzanacaktı. Bosna-Hersek’e iç işlerinde bağımsızlık verilecek, Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek, Bulgar ordusu kuruluncaya kadar iki yıl müddetle 50.000’i geçmemek üzere Rus askeri Bulgaristan’da kalacak, Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’ne vereceği yıllık verginin tutarı Osmanlı Devleti ile Avrupa devletleri ve Rusya arasında kararlaştırılacak, Osmanlı Devleti Rusya’ya “Savaş Tazminatı” ödeyecek, Kars, Ardahan, Batum ve Doğu Beyazıt Rusya’ya verilecekti…

Bu antlaşma neticesi Osmanlı Devleti tarihinin en büyük toprak kayıplarından birini yaşamış, milyonlarca vatandaşımız sınırlarımız dışında düşmanın insafına kalmıştır.

Ruslar da Osmanlı Devleti için bir felaket olan bu 93 Harbi’nde (1877-78) İstanbul Yeşilköy’e kadar gelişlerini kutsamak, ulaştıkları son sınırı kalıcı kılmak ve orada ölen askerlerini yaşatmak adına İstanbul Yeşilköy’de (bugünkü Florya Ormanı’nda) kalan yerde Ayastefanos Anıtını dikmişlerdir. Bu anıt aynı zamanda bir kilise olup, İstanbul’u işgale gelirken ölen Rus askerlerinin anıt mezarlarıdır da…

Sultan 2’nci Abdülhamit’in bütün karşı çıkmasına rağmen kabul edilerek inşa edilmiş olan Ayastefanos Anıtı, Rusların Osmanlı ordusunu yenerek İstanbul kapısına dayandığının aynı zamanda resmidir de.

Bu utanç abidesi, Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve Rusya’ya savaş ilan edilmesi ardından İttihat ve Terakki Hükümeti tarafından dinamitle patlatılarak yıkılmış ve bu yıkım sahnesi aynı zamanda filme çekilerek Türk Sinema tarihinin de doğumu olmuştur. Bugün Türk sinemasının eldeki en eski filmi Ayastefanos Utanç Abidesi’nin Yıkılması Filmidir. Ve ilk Türk filmi olarak kabul edilmiştir…

Peki, bu kadar anıtlardan, mezarlardan durduk yere niye bahsettik?

Şimdi sıkı durun…

Rusya, bu utanç abidesini yeniden inşa etmemizi istiyor!

Ayastefanos Anıtı’nın inşası Rusya Devlet Başkanı Putin’in 2012 yılındaki Türkiye ziyaretinde Ruslarca gündeme getirilmiş, Türkiye’nin de karşılığında Rusya’daki bir şehitliğinin onarılması önerilmişti.

“Söz konusu anlaşma 3 Aralık 2012 tarihinde Başbakanlar düzeyinde gerçekleştirilen Türkiye- Rusya Federasyonu Üst Düzey İşbirliği Konseyi 3. toplantısında dışişleri bakanları tarafından imzalanmıştı. Rusya, anlaşmaya ilişkin iç onay sürecini 11 Aralık 2013 tarihinde tamamlamıştı. Türkiye tarafı ise dönemin dış işleri bakanının imzaladığı anlaşmayı TBMM gündemine almayarak tasarıyı kadük bırakmıştır.

Ancak Rusya, şimdi ise kendi iç hukuk sürecinde belki tamamlanan; ancak TBMM’nin onaylamadığı için kadük kalan tasarıyı Türkiye’ye uygulatmak için baskı yapıyor.

Buna asla izin veremeyiz. Çünkü Yeşilköy, Rusya’nın ne kültürel ve ne de manevi sınırı değildir ve olamaz!

“Eğer İstanbul’da bir Rus anıtı dikilecekse bunun mütekabiliyet esasına göre karşılığı, yaklaşık 150 yıl Osmanlı himayesinde kalan Moskova’daki Kızıl Meydan’a Türk Şehitliği yapılmasıdır!”

Yoksa 93 Harbinde ve devamındaki Balkan Harbi’nde verdiğimiz milyonlarca şehidin kemikleri sızlar, ‘ah’larını hiçbir şekilde ödeyemeyiz.

 

 

 

 

İSLÂM COĞRAFYASININ 20 YIL SONRAKİ KURBAN BAYRAMI MANZARALARI

 

 

 

süleyman pekin2036 yılı Şubat ayı başlarına denk gelen Kurban Bayramı, sonradan muhabir olacak bir çocuğumuzun bildirdiğine göre Türkiye’de geçmiş yıllara oranla daha farklı kutlanmış yani idrak edilmiş.

Türk insanının şehirlerde yaşayan kısmının yarıya yakını Anadolu’daki birleştirilmiş köylere sunulan eğitim, sağlık, güvenlik ve üretim endeksli iş imkânlarından ötürü kırsal olarak kabul edilen yerleşim yerlerinde yaşamaya başlamış. Her büyük veya birleşik köyde yerel bankalar, organik fabrikalar, gezici teknoparklar, alış-veriş kooperatifleri, kültür ve sanat merkezleri ile bin kişilik demokratik meclisler öncelikle göze çarpan hususlar. Köy bayramlaşmaları ilk gün kendi içinde, sonraki günlerdeyse civar köylerle ortak şölenlerle gerçekleşmekteymiş.

Kesilecek kurbanlar nüfusun ihtiyacıyla sınırlandığı için ülkenin dört bir yanında eksiklik duyan diyarlara, 4 yıldır da eksiklik duyan bir yer kalmadığı için daha çok yurtdışına ve özellikle savaşların bir türlü bitmek bilmediği Sırbistan, İsviçre, İtalya ve Fransa gibi yakın yerlere gönderilmekteymiş.

12 yıldır iç savaşla boğuşan ABD’nin Kızılay vasıtasıyla girilebilen eyaletlerine ve sık sık terör saldırılarına hedef olarak büyük kayıplar veren İspanya, Hollanda, Almanya ve İngiltere başkentlerine de her bayram – sınırlı da olsa – yardım ulaştırılmaya devam edilmekteymiş. Bu konuda Türkiye’yi Irak, Suriye, Afganistan, Pakistan, Libya gibi zengin ve duyarlı ülkeler de yalnız bırakmamaktalarmış.

Irak son 19 yıldır hem sağladığı iç barışıyla hem demokrasi anlayışıyla Ortadoğu’nun Suriye’yle birlikte örnek ülkesi pozisyonundaymış. Nüfusu 63 milyona, eğitim kalitesi yüzde 99’lara ve GSYİH’sı 1 trilyon liraya (2 trilyon dolar) varan Irak’ı büyük bir istikrarla takip eden Suriye ise 16 yıldır Türkiye ile gümrük birliğine girerek ekonomisini 10 Büyük Ekonomi’nin en yakın takipçisi olmayı başarmış.

Yakın zamanda Japonya’yı geçmeyi başaran teknoloji devi Pakistan, 260 milyonluk nüfusunun yaşam standartlarını her geçen yıl biraz daha yukarıya taşıyarak 2035 yılsonu istatistiklerine göre kişi başına millî gelirde 10 bin lirayı (20 bin dolar) aşmış. Benelüks ülkelerinden daha modern yöntemlerle tarım ve hayvancılık konusunda dünya için numune teşkil eden Afganistan’da Kurban Bayramı içten dışa bir yardımseverlik bayramı olarak kutlanmaktaymış.

13 yıl önceki anlaşmayla birleşen 3 ayrı devletçikten tekrar Libya’yı oluşturan halkın petrol zenginliğini özellikle Orta Afrika’nın yoksul ülkeleriyle karşılıksız paylaşması Libya’yı Afrika’da ‘gönüllerdeki ülke’ haline getirmiş ve her yıl adlığı düzenli göçlerle nüfusunu 33 milyona taşımış. Aynı zamanda üniversal eğitim alanında tüm kıtanın en önemli bilim merkezi konumundaymış.

Mısır, Yemen, Filistin, Ürdün, Cezayir, Sudan ve Nijerya’da da Kurban Bayramı büyük olgunluk ve toplumsal birliktelikle geçmiş. Abartılı sahneler görülmemiş ve ülkedeki diğer din mensuplarına yapılan ikramlar kucaklaşma meydanlarında göz yaşartıcı sahneler oluşturmuş.

Hac Organizasyonu’nu İslam İşbirliği Teşkilatı bünyesinde kurulan İslam Ortak Paydası kuruluşunca yapan Müslümanlar, son 3 senedir yaralanmalar nedeniyle gerçekleşen hac iptalini bu yıl yaşamamış. Bunda da iklim nedeniyle burnu kanayan hacıların haccın iptal olmaması için yoğun helâllik gösterilerinin etkili olduğu sanılıyormuş. İslam Dünyası, insan ölümlü kazalardan veya ciddi yaralanmalardan ötürü 360 kişilik İslam Bilim İnsanları Akademisi’nin (İBİA) verdiği kararlarla amacını yitiren Hacc’ın iptali uygulamalarına alışmış durumda.

Bu arada Türkiye’de 4 günlük bayram tatili boyunca hiçbir trafik kazası olmadığı ve İstanbul’da çok eski senelerde yaşanan Bayram öncesi trafik sıkışıklığın resmen tarihe karıştığı aktarılmış. Şehir içindeki kucaklaşma alanlarında, park ve mesirelerde Bayram dayanışmasını idrak eden İstanbullular diğer şehirlerdeki gibi insanî ve İslamî sorumlulukla yoksul, yetim, garip, göçmen, yolcu, borçlu ve asgarî ücretliler için kurulan paylaşım sandıklarını doldurarak Bayram süresince yerine ulaşması için büyük gayret sarfetmiş. Çocukların da bilhassa bu muhteşem dayanışmada yer almaları sağlanmış.

Cumhurbaşkanı, Bayramı önce memleketinde sonra da ülkenin 3 ayrı bölgesindeki örneklem kırsal beldelerde ailece 3 gün – 3 gece geçirerek yaşamış. Başbakan ve Bakanlar Kurulu da aynı şekilde.. Muhalefet partilerinin hayır ve yardımlaşma adına donattığı yüzlerce tır ise siyasîlerin kılavuzluğunda il il, köy köy gezerek gönüllerde yer tutmaya çalışmış.

This is my dream, too Mr. King / Bu da benim rüyam Bay King.

Nice Hayırlı bayramlara!