Etiket arşivi: Ulusal

Türk-Amerikan ilişkileri ve ulusal çıkarlar

Türk-Amerikan ilişkileri ve ulusal çıkarlar

 

Haluk Dural

DPT eski Uzmanı

Millî Merkez Genel Sekreteri

28.04.2019 – türkiyeokuyor.com

 

 

Değişen dünya konjonktürü ve ülkelerin 21. yüzyıldaki jeopolitik tercihlerinin yarattığı yeni durumlar karşısında, Türk-Amerikan ilişkilerinin günümüzde yeniden değerlendirilmesi bir zorunluluktur. Bu değerlendirmeye esas alınacak kıstas “ulusal çıkarlar” olmalı, Türkiye’nin toprak bütünlüğüne yönelik içerdeki emperyalist işbirlikçisi ayrılıkçı tehdit ve daha da önemlisi, öncelikle dış tehditler gerçekçi bir şekilde irdelenmelidir.

 

Dış tehdit kaynağı nerededir?

 

Türkiye’nin ulusal savunma mimarisinin kurulması, soğuk savaş döneminde NATO şemsiyesi ile oluşturulmuştur. Ancak, 21. yüzyılda dünyada yaşanan jeopolitik gelişmeler nedeniyle, ülkemizin savunma refleksini etkileyen tehdit algılamasında, geçmiş döneme kıyasla önemli değişiklikler olmuştur. Bu çerçevede ulusal güvenliğimizin yeniden şekillendirilmesi için şu soruya doğru cevap bulmak gerekir:

 

Türkiye’nin toprak bütünlüğünü kim tehdit etmektedir?

 

Bu soruyu cevaplamadan önce kısa bilgileri hatırlamak gerekir:

 

İkinci Dünya Savaşı öncesinde Amerikan jeopolitiğinin etkili ismi Nicholas John SPYKMAN (1893-1943) kurduğu “Kenar Kuşak Teorisi”nde Polonya’dan Çin’in Sincan-Uygur Özer Bölgesi’ne kadarki alanı, İngiliz jeopolitikçi Halford Mackinder (1861-1947) “Kara Hakimiyet Teorisi”nde belirlediği “kâlpgâh” benzeri, dünya anakarasında “dünyanın kalbi” olarak tanımlamıştır.[[1]]

 

Amerikan Başkanı Lyndon Johnson’un 1966-69 yıllarında Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yapan Walt W. ROSTOV (1916-2003), Amerikan jeopolitiğinin temel ilkelerini, en açık biçimde sıralamıştır. Rostov’un 1960 yılında yayınlanan “The United States in the World Arena-Dünya Arenasında ABD” kitabında, bu ilkeleri şöyle ifade etmiştir:[[2]]

 

  1. Avrasya’da kurulabilecek ittifaklar ABD için tehdit oluşturur.
  2. Avrasya’daki müttefikler güçlerini birleştirirlerse ABD’yi askeri olarak yenebilirler.
  3. ABD, bu nedenle Avrasya’da kurulacak bir ittifakın Avrasya’ya veya ABD’yi tehdit edecek büyüklükte bir bölgesine hakim olmasını önlemelidir.

 

1979 yılında İran’da Şahın devrilmesi döneminde petrol üretiminin düşmesiyle çıkan kriz üzerine ve Hint Okyanusuna 490 km uzaklıkta bulunan Afganistan’daki Sovyet askeri gücünün, dünyanın en büyük petrol suyolu olan Hürmüz Boğazını yaklaşmaları nedeniyle ana fikri “Amerikan askeri kuvvetlerinin Basra Körfezini savunmalarını taahhüt eden” Carter Doktrin’in[[3]] yayınlamasından sonra Carter yönetimi, daha sonra Katar’da yerleşik Merkezi Kuvvetler Komutanlığı-CENTCOM adını alacak olan Acil Müdahale Gücünü-Rapid Deployment Force kurarak, Basra Körfezi ve Hint Okyanusundaki Amerikan deniz gücünü arttırmıştır.

 

Rostov’un stratejik öngörüsüne uygun olarak, 11 Eylül 2001’de yaşanan New York İkiz Kuleler terör saldırısını bahane eden ABD, Avrasya’da oluşan Şangay İşbirliği Örgütü-ŞİÖ ve Rusya-Çin askeri ve stratejik işbirliğinin önlenmesi için Afganistan’ı işgal etti. Afganistan işgalinin diğer önemli gerekçesi ise bölge ülkelerinin komşularına ve Hint Okyanusu üzerinden dünya pazarlarına sevk edilecek olan Petrol ve Doğalgazının geçiş güzergâhlarını kontrol altına almaktır.

 

ABD liderliğindeki batılı emperyalistler jeopolitik hedeflerine erişmek için, 21. Yüzyılı şekillendirmek amacıyla kullandıkları başlıca jeostratejik araçları devreye soktular:

 

– Öncelikle ABD merkezli Tek Kutuplu Dünya kurmak için Sovyetler Birliği’ni dağıttılar,

 

– Yayılmacılıklarına gerekçe yaratmak için Medeniyetler Çatışması adı altında İslam diye yeni bir düşman yarattılar,

 

– Emperyalist yayılmacılığın önündeki en büyük engel ulus devletlerdir. Bu nedenle Ulus Devletleri zayıflatmak ve/veya yıkmak için siyasal ve kültürel silah olarak özünü boşalttıkları “Demokrasi, İnsan Hakları, Bireysel Özgürlük (Bağımsızlık değil!)” kavramlarını hedef ülkelerdeki işbirlikçi bayraksız aydınlar eliyle topluma yaydılar,

 

– Sovyet sisteminin iflasını liberal ekonominin zaferi diye ilan ederek, “küreselleşme” fırtınasıyla işbirlikçi iktidarlar eliyle ulus devletlerin ekonomilerini tüketime-ithalata çevirerek ülkeleri aşırı dış borca sokup, istikrarsızlaştırıp kırılganlaştırarak, müdahaleye açık hale getirdiler.

 

Doğalgazın büyük kısmının karalarda ve deniz altındaki borularla taşınmasına karşın, petrolün neredeyse tamamı denizlerden gemilerle taşınmaktadır. Bu deniz ticaret yolları üzerinde kritik geçiş noktaları (chokepoints) yeralmaktadır.[[4]]

 

 

Amerika liderliğindeki emperyalist batı ittifakının jeopolitik hırsları ilk olarak hidrokarbon rezervlerini ele geçirmek, ikinci olarak ise bu hidrokarbonların dünyaya pazarlanmak üzere sevk edildiği deniz ticaret yolları üzerinde mutlak denetimi sağlamaktır.

 

NATO eski başkomutanı ABD’li general Wesley Clark, 2003 yılında yayınlanan kitabında “Kasım 2001’de Pentagon’da bir kurmay subayla yaptığı gevezelikte, subayın; şimdi beş yıllık bir programla Irak’a gidiyoruz ama sırada Irak’la başlayan Suriye, Lübnan, Libya, İran, Somali, Sudan’ın olduğu yedi ülke var …” dediğini aktarıyor.[[5]]

 

ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell 12 Aralık 2002 tarihinde Arap ülkeleri için Arap sivil toplumunu güçlendirmek, mikro girişimciliği teşvik, politik katılımı genişletmek ve kadın haklarını geliştirmeyi amaçlayan “Ortadoğu Ortaklık Girişimi The Middle East Partnership Initiative (MEPI)”nin kurulduğunu ilan etti.[[6]]

 

ABD Dışişleri Bakanlığı Yakındoğu İşleri Bürosu bünyesinde kurulan bu oluşumun görevi, açıklanan amacın tam tersi olup, söz konusu ülkeleri yıkmaktır. Nitekim, bilindiği gibi “Arap Baharı” adı altında Akdeniz’e kıyıdaş olan Kuzey Afrika ülkelerinde Tunus’tan başlayan iç kargaşalar ve çatışmalar ile bu ülkelerin istikrarı bozulmuş, bu ülkelere demokrasi ve insan hakları yerine her zaman olduğu gibi sadece savaş ve ölüm gelmiştir.

 

ABD Askerî Haberalma Dairesi’ndeki Başkan Yardımcılığı görevinden 1998 yılında emekli olan Yarbay Ralph Peters tarafından kaleme alınan “Kanlı Sınırlar-Blood borders, How a better Middle East would look” isimli bir makale ve yeni Ortadoğu haritası Amerikan Silahlı Kuvvetler Dergisi’nin Haziran 2006 sayısında yayınlanmıştır.[[7]]

Bu makalede yeralan haritaya göre Ortadoğu’da sınırların nasıl yeniden çizileceği açıklanırken, “Diyarbakır’dan Tebriz’e kadar yayılacak Hür Kürdistan, Bulgaristan ve Japonya arasındaki en batıcı devlet olacaktır.” tesbiti yeralmaktadır. Bu arada 1941 tarihli ABD ordu haritasındaki Kürdistan hedefini gözden kaçırmamak gerekir. Gerek bu harita ve aynı haritanın kürt sitelerinde yayınlanan versiyonu Türkiye’den toprak talep edildiği gerçeğini perçinlemektedir.

 

 

1941 tarihli ABD Ordu Haritası (erişilemiyor), guncelyorum.overblog.com (erişime kapalı)

 

Büyük Ortadoğu yerine “Yeni Ortadoğu” terimi ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice tarafından ilk kez Temmuz 2006’da Tel Aviv’de ifade edildi.  Daha sonra “Yeni Ortadoğu”nun, Anglo-Amerikan destekli İsrail’in Lübnan saldırısı sırasında Lübnan’dan sınırların yeniden çizilmesiyle başlandığı ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ve İsrail Başbakanı Olmert’in basın toplantısıyla dünyaya ilan edildi.[[8]]

 

Tunus’ta 23 yıl ülkeyi tek adam olarak yöneten Zeynel Abidin Bin Ali 14 Ocak 2011’de ülkeyi terk etmiş, Batı medyası olayı “yasemin Devrimi” diye isimlendirerek şirin göstermeye çalışsa da 23 Ekim 2011’de yapılan seçimleri İhvancı El Nahda Partisi kazandı. Ortaya çıkan rejim tartışmaları nedeniyle El Nahda iktidarı uzun ömürlü olmadı ve 26 Ekim 2014 seçimlerinde lâik Nida Partisi seçimleri ve cumhurbaşkanlığını kazandı. Nida partisi dış politikada batı yanlısı çizgiye girerek Fransa, Mısır, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ile ilişkilerini sıkılaştırdı.

 

Mısır’da ise 2013 Askeri Müdahalesi ile ordu yönetime el koymuş ve seçimle Hüsnü Mübarek’in yerine Müslüman Kardeşler örgütüne bağlılığıyla bilinen Mursi %51,73 oy alarak 5. cumhurbaşkanı olmuştu. Mursi’nin yönetimi döneminde ülkenin ekonomik gidişatı toparlanamamış ve ülke içerisindeki radikal islami örgütlenmeler güç kazanmıştı. Bütün bunların etkisiyle ordu yönetime el koymuştu. Bunun üzerine ülkenin dört bir yanında protestolar başlamış ve Müslüman Kardeşlere mensup kişiler Adeviye Meydanında eylemlere giriştiler. Ordu, olayları bastırmış, 26 Mart 2014’de ordudan istifa eden El Sisi, Mayıs ayındaki seçimlerde Cumhurbaşkanı seçilmiştir. Mısır’da Amerikan yanlısı bir yönetim kurulmuştur.

 

Libya’da ise 18 Mart 2011 tarihinde “demokrasi getirmek” için Fransa, İngiltere ve Amerika Libya’yı bombalamaya başladı. Kaddafi’nin öldürülmesinden buyana Libya’da iç savaş halen devam etmektedir.

 

Kuzey Afrika ülkelerinde yaratılan istikrarsızlık ve kurulan batı yanlısı hükümetler nedeniyle ABD, Süveyş kanalından Akdeniz’e giren yıllık 277 milyon ton (2016 verisi) petrol sevkiyatı üzerindeki tehditleri sınırlayıp, kontrol sağlamış bulunmaktadır.

 

Irak İşgali

 

ABD ve İngiltere, “demokrasi getirmek” için 20 Mart 2003’de Irak’ın işgaline başlamışlardır. Savaş ve ABD işgali sonrasında Irak fiilen parçalanmış, kuzeyde özerk bir Kürdistan kurulmuştur. Merkezi hükümetin halen ülkenin tümüne egemen olmadığı yapıda, ülkede halen 20 bin dolayında ABD askeri bulunmakta, özellikle kuzeydeki kürt bölgelerinde bulunan hava üslerini ABD istediği gibi kullanmakta, buralardan Suriye’nin kuzeyindeki PKK ordusuna askeri ve lojistik destek vermektedir.

 

Irak’a demokrasi getiren ABD ve batılı müttefikleri savaş sırasında en az 1,5 milyon Iraklıyı öldürmüşler en az 2,5 milyon yetim, öksüz ve sakat yaratmışlar, işgalin bitiminden buyana geçen yıllar içinde ise mezhep ve etnik iç çatışmalarda 500 binin üzerinde insan kaybı yaşanmasına neden olmuşlardır.

 

Suriye’nin işgali

 

15 Mart 2011 tarihinde iç isyan şeklinde başlayan Suriye iç savaşı, ABD’nin başta Libya olmak üzere, Orta Asya Türki devletlerden ve genel olarak 60-80 değişik ülkeden topladığı dinci radikal sapık ve katil sürülerini Türkiye, Irak, Ürdün, Suudi Arabistan gibi ülkelerin yardımıyla Suriye’ye sokup, İŞID terör örgütü adı Suriye’yi iç savaşa ve BM kararı olmaksızın kurduğu koalisyon ile askeri müdahale ve işgale dönüştü.

 

ABD halen, kuzey Suriye’de “müttefikim” dediği PKK/PYD/YPG gibi çeşitli isimler altında 70 bin kişilik ağır silahlarla donattığı kürt ordusuyla ve 20’yi aşkın askeri üssüyle Suriye topraklarının üçte birinde işgalini sürdürmektedir. İşgal bölgesi üzerinde hava kontrolunu Katar’daki El Udeyd hava üssünde konuşlu 100 dolayındaki savaş ve erken uyarı uçaklarıyla sürdüren ABD, Türk hava kuvvetlerinin faaliyetlerini izlemek için Ayn El Arab ve doğudaki Rumeylan hava üslerine 445 km menzilli 2 adet AN/TPS-75 tarama radarı yerleştirdi.

 

Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki henüz resmen ilan edilmemiş Münhasır Ekonomik Bölge sınırları içinde ABD, İsrail, Mısır, Katar, İtalyan petrol şirketlerinin doğalgaz ve petrol aramalarına karşısında Türkiye’nin hak ve menfaatlerini koruyan Türk Deniz Kuvvetleri’nin faaliyetlerine karşı ABD, İsrail ve Yunanistan düzenli şekilde Nobel Dina deniz tatbikatları yapmaktadır.[[9]]

 

Bazı ABD düşünce kuruluşları Türk-Amerikan savaşı senaryoları yayınlamayı sıklaştırmış bulunmaktadır. Başkanlığını Yunan asıllı eski NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı (SACEUR), Emekli Oramiral James Stavridis’in yaptığı USNI-United States Naval Institute (ABD Deniz Kuvvetleri Enstitüsü) tarafından 1986 yılından bu yana çıkarılan “Naval Operations and Fleet Tactics (Deniz Harekatı ve Donanma Taktikleri)’’ isimli referans kitabın Temmuz 2018’de tamamlanan üçüncü baskısının Ege Muharebesi (The Battle of Aegean) adıyla yayınlanan 15. bölümünde ABD Donanması ile Türk Donanması savaştırılıyor.[[10]]

 

 

Şimdi sorumuzu tekrarlayalım:

 

Türkiye’nin toprak bütünlüğünü kim tehdit etmektedir?

 

Bu sorunun cevabı emperyalist ABD ve müttefikleridir. Yani Türkiye’nin gerçek düşmanı doğru ve korkusuzca tanımlanmalıdır.

 

Bu durumda Türkiye’nin ulusal savunma stratejisi, Türk topraklarını tehdit edenlere (düşmanlara) karşı ivedilikle tedbirler almayı gerektirir.

 

S-400 konusuna gelince:

 

S-400 yüksek irtifa hava savunma füze sistemi, dünyanın en etkili sistemi olup, her bakımdan ABD ve diğer NATO ülkeleri tarafından üretilen benzer sistemlerden kesinlikle üstündür.

 

S-400 bir saldırı silahı olmayıp, savunma silahıdır. Sahip olduğu özellikler nedeniyle Türkiye’ye stratejik bir caydırıcılık sağlayacaktır.

 

S-400 sisteminin NATO radar ağına bağlanmasına gerek yoktur, müstakil olarak çalışabilir. Arama radarlarının menzili 600 km’dir. Ayrıca millî üretimimiz olan 450 km menzilli seyyar TRS-22XX radarlarından elde edilecek bilgiler, RADNET benzeri ayrı bir veri yolu ile NATO radar ağından ayrışık olarak S-400 sistemine entegre edilebilir.[[11]]

 

S-400 sisteminin NATO radar ağına bağlanmaması halinde, ülkemize yönelik balistik füze saldırılarına karşı, ABD’nin uzaydaki uyduları ve diğer NATO ve ABD müttefiki ülkelerdeki radar, uçak ve deniz platformlarından elde edilecek erken uyarı imkânından yararlanmayacağı bir gerçektir.[[12]]

 

Bu durumda “Türkiye’ye yönelik balistik füze saldırısı nerelerden gelebilir?” sorusuna doğru bir cevap bulmak gerekir.[[13]]

 

(a)- Eğer Türkiye bölgemizde gelişmekte olan özellikle Suriye eksenli yeni paylaşımlarda, nihaî tercihini Türkiye’ye yönelttiği tehditlerine 14 Ocak 2019 Pazartesi günü attığı tüvitle “Kürtlere saldırması halinde Türkiye’yi ekonomik olarak MAHVEDERİZ” diyerek düşmanlığını yeni bir aşamaya taşıyan ABD’nin yanında yeralırsa, kaçınılmaz olarak ABD’nin İran’a yapmayı planladığı saldırıda, Türkiye Kürecik’teki İran’ı gözetleyen ABD radarı nedeniyle İran’ın bu noktaya yapacağı balistik füze saldırısına maruz kalacaktır.

 

BU durumda, İran sınırının uygun noktalarına yerleştirilecek 450 km menzilli milli seyyar radarlarımızdan alınacak verilerle S-400 sistemini erken uyarmak mümkündür.

 

(b)- Çatışmanın yaygınlaşması halinde ise Türkiye, İncirlik üssündeki Amerikan uçak ve nükleer silahları nedeniyle İran ve Rusya’nın potansiyel balistik füze hedefi olacaktır. Her iki durumda da ama özellikle Rus balistik füzelerine karşı Türkiye’nin kendini koruma şansı, imkân ve kabiliyeti yoktur.

 

(c)- Eğer Türkiye, Türkiye’den toprak talep eden, ABD ve NATO ülkeleri tarafından BOP çerçevesinde kurulmak istenen Kürdistan girişimi için ABD, NATO ülkeleri ve İsrail’in saldırılarına karşı bir anavatan savunmasına başlarsa, bu düşmanlardan ülkemize yönelik balistik füze ve ilâveten hava taarruzlarına karşı sahip olduğu savunma imkânları yetersiz kalacaktır.

 

Son iki şık zaten III. Dünya Savaşı demektir ki, olasılık dışıdır.

 

Türkiye’nin S-400 sistemi almasına ABD neden karşı çıkmaktadır?

 

Söylenen gerekçe, üretimine Türkiye’nin de ortak olduğu 5. nesil F-35 Müşterek Taarruz Uçakları Türkiye’ye geldiğinde, S-400 radarları bu uçakların sırlarını çözermiş!!!

 

Bu gerekçe külliyen “YALAN”dır.

 

Çünkü, ABD ve İsrail, Suriye’de Rusya’nın kullandığı Hmeymim hava üssünde konuşlu olan S-400 sistemine rağmen Suriye üzerinde veya yakınlarında F-35 uçurmaktadırlar. Benzer şekilde Norveç, sınıra yakın konuşlu radar menzili 600 km olan S-400 sisteminin varlığına rağmen F-35’lerini uçurmaktadır.

 

ABD, Hmeymim’den 250 km uzaklıktaki Kıbrıs’taki İngiliz Agratur üssüne F-35’ler konuşlandırma kararı almıştır.

 

İngiliz Deniz Kuvvetleri F-35’lerin dikey kalkabilen modellerinin yüklü olduğu tek uçak gemisini Çin’in elinde S-400 sistemi olduğu bilinmesine rağmen, ABD kuvvetlerine destek olarak Güney Çin Denizi’ne yollama kararı almıştır.

 

Türkiye’nin S-400 sistemi almasına ABD veya NATO müttefiklerinin karşı çıkmalarının esas sebebi Türkiye’ye karşı bir askeri müdahale planları yapmış olmalarıdır.

 

Çünkü hatırlanırsa, Afganistan ve Irak’a karşı yapılan işgal savaşları; öncelikle bu ülkelere füze ve uçaklarla yapılan uzun süreli hava bombardımanlarıyla haberleşme, radar sistemleri ve ağır silahlı birlikleri ile ikmal imkanlarının yok edilmesinden sonra kara karekâtı ile sonuçlandırılmıştı.

 

Ancak dikkat edilirse, Suriye’nin çok güçlü bir hava avunma sistemi nedeniyle, Suriye hedeflerine etkili hava taarruzları yapamadıkları için Suriye’ye karşı ABD liderliğindeki koalisyon kuvvetleri 2011’den beri kara harekâtı ile işgal yapamamıştır.

 

Sonuç olarak,

 

S-400 sistemi kesinlikle alınmalıdır. Türkiye’ye stratejik bir caydırıcılık sağlayacaktır.

 

ABD ambargo uygulayabilir. Buna iç cephede birlik sağlanarak karşı koyulur.

 

Türkiye’yi NATO’dan çıkartamazlar, Kuzey Atlantik Andlaşmasının 13. maddesine göre herhangi bir üye devlet kendi rızası ile üyelikten ayrılır.[[14]]

 

Türkiye’ye F-35’leri vermezler, mevcut savaş uçaklarımızı ve helikopterlere veya diğer kritik silah sistemlerimize yedek parça vermezler. Bu durumda başka kaynaklardan tedarik ile yerli üretimi arttırmak imkânı elimize geçer ki, bu durum “tam bağımsızlık” yönünde önemli bir fırsattır.

* * *

[[1]] : http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvTmljaG9sYXNfSi5fU3B5a21hbg

[[2]] : http://www.wikizero.biz/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvV2FsdF9XaGl0bWFuX1Jvc3Rvdw

[[3]] : The Doctrine, Implementation, http://www.wikizeroo.net/index.php?q=aHR0cHM6Ly9lbi53aWtpcGVkaWEub3JnL3dpa2kvQ2FydGVyX0RvY3RyaW5l

[[4]] : Oil Chokepoints : https://mansfield.energy/market-news/maritime-chokepoints-critical-global-energy-security/

[[5]] : Wesley K. Clark, Winning Modern Wars: Iraq, Terrorism And The American Empire, sayfa 130.

[[6]] : CSR Report for Congress, RS22053 February 15, 2005, dipnot 2

[[7]] : Makalenin orijinal halinin yayınlandığı link: http://www.armedforcesjournal.com/2006/06/1833899/ olup, artık ulaşılamamaktadır. Haritaların olmadığı makale metni ise http://armedforcesjournal.com/blood-borders/

[[8]] : Secretary of State Condoleezza Rice, Special Briefing on the Travel to the Middle East and Europe of Secretary Condoleezza Rice (Press Conference, U.S. State Department, Washington, D.C., July 21, 2006).

http://www.state.gov/secretary/rm/2006/69331.htm

[[9]] : http://www.maritimeherald.com/2019/israel-completes-noble-dina-2019-trilateral-exercise-with-us-and-greek-naval-forces-in-the-mediterranean/

[[10]] : E. Tüma. Cem Gürdeniz, Doğu Akdeniz’de İkinci Sevr ve Hayali Türk – Amerikan Deniz Savaşı, https://www.aydinlik.com.tr/dogu-akdeniz-de-ikinci-sevr-ve-hayali-turk-amerikan-deniz-savasi-cem-gurdeniz-kose-yazilari-nisan-2019

[[11]] : Haluk Dural, NATO tehdidi ve S-400 radar gerçeği-1, http://www.dunya48.com/haluk-dural/30662-haluk-dural-nato-tehdidi-ve-s400-radar-gercegi1

[[12]] : Haluk Dural, NATO tehdidi ve S-400 radar gerçeği-2, http://www.dunya48.com/haluk-dural/30689-haluk-dural-nato-tehdidi-ve-s400-radar-gercegi2

[[13]] : Haluk Dural, S-400 mü, Patriot mu? https://odatv.com/patriotlarin-tetigi-nato-kararghindaki-abdli-generallerin-elinde-olacak-17011906.html

[[14]] : https://www.nato.int/cps/en/natolive/official_texts_17120.htm

Yavru Vatan’da Sunat Atun Adaylığını Resmen İlan Etti

 Türkiye Okuyor Gazetesinde yazıları yayımlanan, Kıbrıs – KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı, Akademisyen, Prof. Dr. (İnş. Müh.), Dr. (Ulus. İliş.) Ata ATUN’un oğlu Sunat Atun, Ulusal Birlik Partisi Genel Başkanlığına aday olduğunu resmen ilan etti. Atun, duyuruyu kendisine ait sosyal medya hesabından sevenleri ile paylaştı. İşte Atun’un tek başına iktidar sözünü vererek duyurduğu Genel Başkanlık ilanının paylaşımı:

Kamuoyunun da yakından takip ettiği üzere, partimiz Ulusal Birlik Partisi’nin yakın bir zamanda olağan kurultayı yapılacaktır. Ülkeme ve Partime yıllardır çeşitli kademelerde hizmet eden bir siyasetçi olarak, bu süreç beni de çok yakından ilgilendirmektedir.

Uzun zamandır siyasetin içerisindeyim. Yaklaşık üç dönemdir milletvekili olarak seçildiğim Partim UBP içerisinde MYK üyeliği, Genel Sekreterlik ve İlçe başkanlığı gibi bir çok görevde bulundum. UBP hükümetlerinde toplamda 7 yıla yakın Ekonomi ve Eneri, Sanayi ve Ticaret Bakanı olarak görevler aldım. Zaman ve mekan gözetmeden ülkemiz için çok yoğun çalışmalarımız oldu. Her daim vatandaşımızla iç içe olmaya büyük bir gayret sarfettim.

Herhangi bir konuda görev almak, sorumluluğunu taşıyabilmeyi, planlı çalışmayı ve vizyon geliştirmeyi gerektirir. Kendimi sorgulamak, objektif olarak “Ben bu görevi hangi noktada devraldım, neyi hedefledim ve hangi noktada devrediyorum?” sorusunun cevabını dürüstçe vermeyi gerektirir. Siyaset bir hizmet yarışıdır. Önemli olan görev yaptığınız sürece vatandaşın problemlerini çözebilmek, büyük ölçekte ise ülkenizi bulunduğu konumdan daha iyi bir konuma taşıyabilmeyi planlamaktır.

Ekonomi ve Enerji Bakanlığı görevini yürüttüğüm yıllar boyunca en büyük hedefim ülkemizde sürdürülebilir, kendi ayakları üzerinde durabilen, üretime, yatırımlara, kalkınmaya, dış gelir artışına, inovasyona ve girişimciliğe dayalı bir ekonomi modelini hayata geçirmek oldu. Bu süre zarfında birçok ilkleri hayata geçirdik. Hem kamu hem de özel sektör alanlarında önemli yatırımları hayata geçirdik. Herşeyden önce şunu biliyorduk ki güçlü bir Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığı, önce istikrarlı bir ekonomik yapı demekti. İçinden yetiştiğimiz Ulusal Birlik Partisi geleneği bize topraklarımıza dört elle sarılmayı, ve devletimizi yüceltmek için çalışmayı öğretmiştir.

Kıbrıs Türk Halkı’nın bölgede Anavatan Türkiye ile birlikte yakın ve samimi bir işbirliği içinde daha da güçlenmesi, söz sahibi olabilmesi için gece gündüz çalıştık. Özellikle Doğu Akdeniz enerji politikalarımızı Su, Doğal Gaz ve Elektrik alanlarında güçlü bir şekilde belirledik. Bu alanda halkımızın topraklarımızdaki haklarını gaspetmeye çalışanlara Anavatanımızla birlikte çok net mesajlar verdik.
Geldiğimiz noktada ülkemiz bugün özellikle güçlenen sektörleriyle artık çok çeşitli ve yeni dinamiklere sahip bir konuma gelmiştir.

Ulusal Birlik Partisi bu ülkedeki en örgütlü siyasi parti olarak yılların devlet yönetimi deneyimi ile kurmuş olduğu Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ileriye taşıyacak olan temel güçtür. Bu hedefi yerine getirebilmek adına partimizin de kendini yenilemesi, ülkenin ve halkımızın yeni ihtiyaçlarına cevap verebilecek bir yapıya ve vizyona sahip olması gerekmektedir. Ulusal Birlik Partisi bu ülkenin icraat partisidir. Hedefi her zaman görev başında olmaktır. Diğer siyasi partiler için tek başına iktidara gelmek çoğu zaman bir hayalken, Ulusal Birlik Partisi için bu siyasi bir gelenektir.
Bugün içinde bulunduğumuz koşullarda, yukarıda da izah ettiğim gerçekler ışığında, halkıma ve partime daha iyi hizmet edebilmek adına yakın zamanda gerçekleşecek Ulusal Birlik Partisi Kurultayı’nda, Genel Başkanlığa Aday olduğumu Allah’ın izniyle buradan tüm kamuoyuna açıkça beyan etmek isterim. Birlikte yürüyecek çok yolumuz vardır. Hep birlikte önce daha da güçlü, daha çok çalışan bir Ulusal Birlik Partisi tesis edeceğiz. Devamında hep birlikte Ulusal Birlik Partisi’ni tek başına iktidara getireceğiz. Ülkemizin ve halkımızın ihtiyacı olan yüksek refah seviyesini, yatırımlarla, desteklerle hem kamu hem özel sektör alanlarındaki ilerlemelerle hayata geçireceğiz. Adaylık sürecimizin şimdiden hem partimize hem de ülkemize hayırlı olmasını diler, saygılar sunarım.

TİAD Başkanı Aydoğdu: Unutmamalı ki Almanya’yı geliştiren meslek lisesi çıkışlılar

Sanayide ara eleman ihtiyacını meslek lisesi mezunları ile karşılanmasını sağlamak amacıyla bir dizi adım atan hükümete bir öneri de Takım Tezgahları Sanayici ve İş adamaları Derneği (TİAD) Başkanı Hakan Aydoğdu’dan geldi. 

Meslek lisesi mezunlarının, iş hayatında kalıcı olması gerektiğini vurgulayan Aydoğdu, bunun için bazı teşviklerin uygulanması gerektiğini söyledi. Bu kapsamda meslek lisesi öğrencilerine ‘bedelli’ veya ‘kısa dönem’ askerlik uygulamasının getirilebileceğini dile getiren Aydoğdu, bunun öğrenci açısından sanayide kalması için cazip bir durum yaratabileceğini su sözlerle belirtti: “Böylece öğrencilerin meslek liselerini tercih etmelerinde ve öğrenim gördükleri alanda iş hayatına atılmaları için önemli bir neden olacaktır”.

3 Yıl Sanayide Kalma Şartı

‘Kısa dönem’ veya ‘bedelli askerlik’ konusunun belli şartlar dahilinde olması gerektiğini de söyleyen Aydoğdu “Meslek liselerinin durumu içler acısı. Okul kursanız da müfredat yeterli değil. Meslek liselerinde okuyanların yüzde 80’i sanayide çalışmak istemiyor. Tablo vahim! Kalan yüzde 10’u askerlik nedeniyle üniversiteye gitmek istiyor. Bu sorunu aşmak için meslek liseliye kısa dönem askerlik getirilmeli. Öğrencilere Mezun olduktan sonra sektöründe en az 3 yıl çalışmak kaydı ile kısa dönem askerlik getirilebilir, böylece çocuklar AVM’ye gitmek yerine sanayi de kalmış olur” diye konuştu.

Hakan Aydoğdu “Sanayici meslek lisesi öğrencilerinin ihtiyaca uygun olmamasından şikayet ediyor. Çözüm yaratabilmek için TİAD; Tezmaksan Eğitim Üssü Derneği ile birlikte Maktek 1. Altın Pergel Ulusal CNC Takım Tezgahı Tasarım Yarışması’nı düzenliyoruz. Seçilen 10 okulu destekleyeceğiz. Unutmamalı ki Almanya’yı geliştiren meslek lisesi çıkışlılar. Biz bu sorunu hala çözemedik” ifadelerini kullandı.

Bağımsızlığımız yıkılmaz, devletimiz ebedi olsun!

100 yıl önce 28 Mayıs’ta, Doğu’da ilk demokratik devlet, Azerbaycan Cumhuriyeti kuruldu.Halk Cumhuriyeti, 28 Nisan 1920’de dağılmasından kısa süre sonra tenezzüle uğramasına rağmen, tarihteki yeri, Azerbaycan halkının istiklal arzuları ve 23 aylık bağımsız devlet salnamesi kalblerde yaşadı.

Yüzyıllar boyunca, Azerbaycan halkı her zaman özgürlük içinde yaşamış ve ulusal özgürlükler ve bağımsızlık için mücadele etmiştir. Azerbaycan’da Ulusal Kurtuluş Hareketi, 20. yüzyılın başlarında daha da artmıştır. Azerbaycan’ halkının özgürlüğük mücadelesine demokratik güçler ve siyasi figürler katıldı. Rus İmparatorluğunun çöküşü Azerbaycan’da bağımsız bir devlet için şartlar yarattı. 28 Mayıs 1918’de Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti ilan edildi. O gün, Azerbaycan halkının tarihinde dikkate değer bir olaydı.

İşte bu yüzden bu düşüşe karşı 71 yıl sonra, 1991 yılında Azerbaycan SSC’nin orak-çekicli al bayrağını indirip bağımsız Azerbaycan’ın üç renkli, ay-yıldızlı kumaşına yeniden yükseltende biz cumhuriyete, onun şanlı tarihine ve siyasi mirasına sahip çıktık.

Fakat böyle bir cumhuriyet kurmak için aynı zamanda Azerbaycana özverili ve gelişmiş insanlar gerekiydi. Bugün, zaten orada olduklarını ve büyüdüklerini memnuniyetle söyleyebiliriz. O dönemde Azerbaycan’da büyük bir entelektüel takım vardı. Bunların çoğu Moskova’da, St. Petersburg’da, birçok Avrupa şehrinde eğitilmiş ve Avrupa kültürü ve dünya kültürüne aşina olmuş ve bunları üstlenmiştir. Onlar kendi entelektüel potansiyeli, kendi halkına, milletine olan kaygısı, sadakati ile Azerbaycanda XX yüzyılın başında giden süreçlerde yer almış ve birleşip Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’ni oluşturdular.

26 Haziran 1918’de Ulusal Ordu kuruldu. Azerbaycan Milli Ordusu, gerçek zaferi sadece işgal edilen topraklara ayak basacağı gün kutlayabilir.

 

Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurulmasında ve ona rehberlik edilmesinde M.E.Resulzadenin, F.Xoyskinin, N.Yusifbeylinin, A.Sefikürdskinin, E.Topçubaşovun, X.Xasmemmedovun, C.Hacınskinin, S.Mehmandarovun ve başkalarının çok büyük rolü olmuştur. Azerbaycan Cumhuriyeti’nin kurulması ve ulusal devlet quruculuğunun tesisi halkımızın bağımsızlığını sağladı, tarihi hafızanın oluşumunda müstesna önem arz etti.

Tarihe bakalım. Azerbaycan’ın zenginlikleri yağmalandı. Halkımız özgür, bağımsız olmak istedi. Ama buna izin verilmedi. Bu yıllarda, hükümet, Azerbaycan petrolünü, pamuğunu ve diğer zenginliklerini yok etti. Müslümanları Bakü ve Azerbaycan’dan ihraç etmek ve Azerbaycan’da Ermeni hâkimiyetini sağlamak istedi. Halkımızın acımasız düşmanı Shaumyan, Bakü’deki Azerbaycanlıların silahlarını ellerinden alarak ermenileri silahlandırdı. 27 Mart 1918’de, 28 ve 29 Mart’ta, silahlı Ermeniler Bakü’de Müslümanları kırmaya başladı. Kan su yerine aktı. Taşnaklar çocuk, bebek ve yaşlıları bile umursamadı. Üç gün süren katliamda on binlerce kişi Bakü’de öldürüldü. Azerbaycan’daki diğer şehirlerde ve köylerde yaklaşık 50.000 Azerbaycanlı öldürüldü. Böyle bir durumda halkın kurtuluş yolu neydi? Ulusal liderler düşündü, taşındı ve sonunda bu sonuca vardı: “Özgürlüğe giden tek yol bağımsızlık! Özgür Devlet kurmak! Bütün dünya Azerbaycan’ın bağımsız olduğunu bilsin! “

28 Mayıs 1918’de Bağımsız Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti ilan edildi. 34 yaşındaki Muhammed Emin Resulzade devlet başkanı seçildi. Bu arada, Şaumyan hükümeti Bakü’de hala iktidardaydı. Böylece yeni kurulan Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti, Ganja’da bulunuyordu. Bakü’den heyecan verici haberler alındı. Bakü’de silahlı Ermenilere ek olarak, yabancılar da seyahat etti.

Böyle gergin bir durumda, Azerbaycan hükümeti Türkiye’den yardım istedi. Türkiye kabul etti. Yeni Azerbaycan hükümeti Ulusal Ordusunu oluşturmaya başladı. Türk ordusu Bakü’ye yaklaşıyordu. Şaumyan yönetimi, Rusya’dan  silah aldı, kanlı kavgalar başladı. Bakü uğruna binlerce Türk askeri savaştı. Bakü, Ermeni işgalinden kurtarıldı. Azerbaycan özgürce nefes almaya başladı.

Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti’nin kurulması, ulusal siyasi gelişmelerin ve Azerbaycan halkının ulusal uyanışlarının mantıklı bir sonucuydu. Abbasqulu ağa Bakıxanov, Mirze Feteli Ahundov, Hasan Bey Zerdabi, Celil Memmedquluzade ve diğer seçkin şahsiyetler tarafından temeli konmuş prosesler Azerbaycanda yeni tip tiyatronun, okulun ve basının ortaya çıkması ile sonuçlanmış, milli özünüderkin gerçekleşmesine büyük etkisi vardı. Bakü’nün petrol başkentine dönüşmesi ulusal girişimciler tabakasının oluşumu ile birlikte, dünyanın önde gelen üniversitelerinde eğitim almış aydınlar neslinin yetişmesine ortam yaratmıştır. Elimerdanbey Topçubaşov ve başka aydınların siyasete katılması, Dumaya seçilmesi ve Rusya Müslümanlarının örgütlenmesinde oynadıkları rol tarihimizin unutulmaz sehifelerindendir.

Rusya’da Çarlık yönetiminin kaldırılması, Şubat ve Ekim isyanları,Birinci Dünya Savaşı ve diğer bazı faktörlerin sonuçları Kafkasya’yı bazı siyasi güçlerin çatışmameydanına  dönüştürdü. Dünyanın önde gelen devletlerinin Bakü petrolüne gösterdiği ilgi durumu daha da kötüleştirdi. İlk kararıyla milliyeti, dini, sosyal durumu ve cinsinden bağımsız olarak, ülkemizin tüm vatandaşlarına eşit haklar veren Cumhuriyetin kurulması çok karmaşık koşullar altında ilan edilmiştir. Sadece 23 ay boyunca yaşamış olan Azerbaycan Halk Cumhuriyeti tarihinin her sayfası tüm Azerbaycanlılara çok değer veriyor. Ancak, kalplerimizi gururla dolduran olaylarla birlikte, ulusal trajedilere neden olan sayfalar var. Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin kendi devlet simgelerini kabul etmesi, devlet ve askeri yapılanma, ekonomi ve kültür, eğitim ve sağlık alanlarında attığı adımlar halkımız için taleyüklü önem arz etmiştir. Cumhuriyetin büyük başarılarından biri, 11 Ocak 1920’de Paris Barış Konferansı’nda Azerbaycan’ın bağımsız bir devlet olarak tanınmasıydı. Ancak petrolün dış piyasalardan izole edilmesi sonucu ortaya çıkan siyasi, ekonomik ve sosyal kriz yoğunlaşmıştır. Buna ek olarak, parlamentodaki çatışmalar, Karabağ ve Zangazur’daki Ermeni silahlı kuvvetleri ile çatışma giderek daha da yoğunlaştı. Nüfusun büyük kısmının ağır yükü Bolşevik propagandası için verimli bir zemin oluşturdu. Erivan’ın Ermenilere başkent olarak verilmesinden sonra Erivan ilçesinden göç ettirilmiş 150 binden fazla soydaşımızın durumu oldukça gergindi. Böyle bir durumda, parlamentonun son sekiz oturumunda Bolşevik ültimatomunun kabulü Nisan işgali ile sonuçlandı. Nisan işgali Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin liderlerinin bir kısmını Muhammed Emin Resulzade gibi mülteci hayatı yaşamaya mahkum etti, bir kısmını Feteli Han Xoyski ve Hasan Bey Ağayev gibi Ermeni terörünün kurbanına çevirdi, kalanlarını da bolşevizmin amansız repressiyalarına maruz koydu. 28 Nisan 1920’de ikinci cumhuriyetçi Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kuruldu. İki yıl içinde bağımsızlığını güvence altına alan cumhuriyet, 1922’de SSCB’ye girdikten sonra sadece resmi niteliklerini koruya bildi. Sadece onu yerine dördüncü cumhuriyet bağımsızlık fikrini yaşatmış ve Azerbaycan tüm servetlerinin dahil petrolünün tam sahibi olarak hareket edebilir bilmişdir.71 yıl sonra -1991 yılında Azerbaycan halkı kendi özgürlüğünü ve bağımsızlığını yeniden yaptı. 1991 yılında Azerbaycan Cumhuriyeti bayrağı, amblemi ve marşı, Halk Cumhuriyetinin siyasi varisi olarak, bağımsızlığını sağlayarak kabul etti. 28 Mayıs 1918’de, Bağımsızlık Bildirgesi ilan edildiğinde, şimdi Cumhuriyet Bayramı olarak kutlanıyor. Müslüman Doğu’da ilk parlamento cumhuriyeti -Azerbaycan Halk Cumhuriyeti halkımızın eski devlet geleneklerini yaşatarak, modern döneme ait devlet kurumlarının yaratılmasını sağlamıştır.

Bağımsızlığımız yıkılmaz, devletimiz ebedi olsun!

 

Kayseri Uluslararası Film Festivali’nde Yarışacak Filmler Belirlendi! 

 

 

8-13 Mayıs tarihleri arasında gerçekleştirilecek olan Kayseri Uluslararası Film Festivali’nde bu yıl ilki gerçekleştirilen Ulusal Uzun Metraj Film yarışmasına 23 film başvuruda bulundu. Festivalin Uluslararası yarışmalarına Pakistan, Tayland, Belçika, Kırgızistan, Estonya, Polonya, İran, Azerbaycan, Hindistan, Kazakistan, Mısır vb. ülkelerden yarışmacılar katıldı. Festivalde Uluslararası Belgesel Film yarışmasına 87, Uluslararası Kısa Film yarışmasına 195 film başvuruda bulunmuştur.

Festivalde Ulusal Uzun Metraj Film, Uluslararası Kısa Film ve Uluslararası Belgesel Film yarışmalarından her kategoriden 10 finalist belirlendi.

Jüri başkanlığını Gazeteci ve Sinema Yazarı Burçak Evren’in yürüttüğü Ulusal Uzun Metraj Film finalistleri; Burak Çevik -Tuzdan Kaide, Durmuş Akbulut -Kiraz Mevsimi, Fikret Reyhan -Sarı Sıcak, Görkem Yeltan -Bağcık, Orhan Oğuz -Eksi Bir, Özgür Sevimli -Murtaza, Selman Kılıçaslan -Bütün Saadetler Mümkündür, Talip Karamahmutoğlu -Mezarcı, Mehmet Güreli -Dört Köşeli Üçgen, Michael Önder -Taksim Hold’em,

Jüri başkanlığında Prof. Dr. Semir Aslanyürek’ in olduğu Uluslararası Kısa Film finalistleri; Askar Nurakun uulu –In Love With Cinema, Cem Özay –Yolcu, Darioush Najafi Gol –Voice, Hossein Asl Abdollahi –Decease At The Begining, Kasım Ördek –Kerata, Nuri Cihan Özdoğan –Sirayet, Onur Yağız –Toprak, Saeed Naghavian –Finish, Vahid Hosseini Nami -Whole To Part, Vlasdislav Muko- A Car Called Victory,

Jüri başkanlığında Yönetmen Elchin Musaoğlu’nun yer aldığı Uluslararası Belgesel Film finalistleri ise Faridur Rahman -Tasmina: The Horse Girl, Hakan Yıldırım-Onur Çoşkuner –Savrun, Iker Elorrieta -I Forgot Myself Somewhere, Musa Gökkaya -Kostüm Oyunu, Onur Kök -Küllerinden Güle Dön, Özcan Gürbüz -Palas’ın Tuzcuları, Özkan Emre -Çobanın Şiiri, Sorayos Prapapan -Death Of The Sound Man, Sam Peeters –Homeland, Samara Sagynbaeva -The Heir olarak belirlenmiştir.

 

The Films That Will Compete in The Kayseri Film Festival Became Clear!

In Kayseri Film Festival ,which will be held between 8th and 13th of May, 23 films applied for the National Feature Film competition that is held for the first time this year. For the International competitions of festival , numbers of competitors applied from various countries such as Pakistan, Thailand, Belgium, Kyrgyzstan, Estonia, Poland, Iran, Azerbaijan, India, Kazakstan, and Egypt. For the International Documentary Film competition 87, for the International Short Film competition 195 films applied.

In Festival from all the competitions which  are National Feature Film, International Short Film, and International Documentary Film, 10 finalist are selected from each categories.

 

The finalists of the National Feature Film of which its jury is headed by Journalist and Screen Writer Burçak Evren are  Burak Çevik -Tuzdan Kaide, Durmuş Akbulut -Kiraz Mevsimi, Fikret Reyhan -Sarı Sıcak, Görkem Yeltan -Bağcık, Orhan Oğuz -Eksi Bir, Özgür Sevimli -Murtaza, Selman Kılıçaslan -Bütün Saadetler Mümkündür, Talip Karamahmutoğlu -Mezarcı, Mehmet Güreli -Dört Köşeli Üçgen, Michael Önder -Taksim Hold’em ,

The finalists of the International Short  Film of which its jury is headed by Prof. Dr. Semir Aslanyürek  are Askar Nurakun uulu –In Love With Cinema, Cem Özay –Yolcu, Darioush Najafi Gol –Voice, Hossein Asl Abdollahi -Decease At The Begining, Kasım Ördek –Kerata, Nuri Cihan Özdoğan –Sirayet, Onur Yağız –Toprak, Saeed Naghavian –Finish, Vahid Hosseini Nami -Whole To Part, A Car Called Victory- Vladislav Muko finally,

The finalists of the International Documentary  Film of which its jury is headed by Director Elchin Musaoğlu are  Faridur Rahman -Tasmina: The Horse Girl, Hakan Yıldırım-Onur Çoşkuner –Savrun, Iker Elorrieta -I Forgot Myself Somewhere, Musa Gökkaya -Kostüm Oyunu, Onur Kök -Küllerinden Güle Dön, Özcan Gürbüz -Palas’ın Tuzcuları, Özkan Emre -Çobanın Şiiri, Sorayos Prapapan -Death Of The Sound Man, Sam Peeters –Homeland, Samara Sagynbaeva –The Heir.

 

 

ELAZIĞ 1. KİTAP FUARI AÇILIŞ İÇİN GÜN SAYIYOR

 

 

 

Elazığ Belediyesi 1. Ulusal Kitap Fuarı’ 29 Eylül-8 Ekim 2017 tarihleri arasında Ahmet Meydanı’nda açılıyor.

TOBB ve KOSGEB tarafından desteklenen ve kitap dostlarını buluşturacak olan fuara; Can, İş Bankası, Yapı Kredi, Doğan, Pegasus gibi ülkede önde gelen yüzden fazla yayınevi katılacak. Konferanslar, söyleşiler ve panellerin yer alacağı fuarda, birçok ünlü yazar da imza günlerinde okurları ile buluşacak.KİTAP FUARI

10 gün süresince kitap dostlarını buluşturacak olan ‘Elazığ Belediyesi 1. Ulusal Kitap Fuarı’nda, popüler kitaplardan, Türk ve Dünya edebiyatının seçkin örneklerine, bilimsel, tarihi ve dini yayınlara sayısız eser yer alacak.

BAŞKAN YANILMAZ: “TÜM KİTAP DOSTLARINI BEKLİYORUZ”

Elazığ Belediye Başkanı Mücahit Yanılmaz, ‘Elazığ Belediyesi 1. Ulusal Kitap Fuarı’nın şehrin kültür-sanat yaşamına önemli bir renk katacağını belirterek, “Bugüne kadar sosyal belediyecilik ilkemiz doğrultusunda şehrimizin gelişimine katkı sağlamak adına önemli çalışmaları hayata geçirdik. Kitap fuarın özellikle teknolojik gelişmelere paralel olarak kitapların eşsiz ve büyülü dünyasından uzaklaşan gençlerimiz için bir farkındalık oluşturmasını diliyorum. İnanıyorum ki okuyan, araştıran bir nesille daha güzel yarınlara, daha güçlü bir şekilde ulaşacağız. Binlerce yıllık kültür ve tarih mirasına sahip şehrimizde kurulacak kitap fuarına tüm kitap dostlarımızı bekliyoruz.” dedi.

Kıbrıs konusu: Adjurned sine die

 

 

ata-atun-HocaBen yıllar önce, 2008 yılında kısa adı ile “Kıbrıs Planları ve Anlaşmaları” adlı 2 ciltlik bir kitap yayınlamıştım. Esinlenme konum da Annan Planı idi. Müzakereler katılmış, hiç bıkmadan ve usanmadan geçmişte neler yapıldığını ve Kıbrıs sorununu çözmek için hangi yılda kim tarafından nasıl bir planın tarafların önüne konduğunu araştırmış, sonra da sonuçları ile birlikte kitaplaştırmıştım. Yakında fırsatım olursa bu serinin 3. cildini hazırlamaya niyetliyim.

Ki, Crans Montana’da sürdürülmekte olan Beşli Kıbrıs Konferansının gidişatı bundan sonra Kıbrıs konusunun farklı bir mecraya gireceğini işaret etmekte.

 

Gerçekte Kıbrıs sorunu Rumların iddia ettiği gibi 1974 yılında, bizim iddia ettiğimiz gibi de 21 Aralık 1963 gecesi Rumların Türklere saldırı ile başlamış değil. Adanın fethinin başladığı 1570 yılı ve fethin tamamlandığı 1571 Ağustos’undan sonra Lüzinyan, Ceneviz ve Venedik dönemlerinde hiçbir hakları bulunmayan “Köle” statüsündeki adanın eski Bizans vatandaşları, Osmanlı Devleti hükümranlığı döneminde, Osmanlı Devletinin hoş görülü yönetimi sayesinde  üzerlerinden kölelik baskısı kalkınca, Ortodoks olmaları ve Yunanca konuşmaları nedeni ile kendilerinin Helen ırkından olduklarını varsaymışlar ve özgür kişiler olarak hayatlarını idame ettirmeye başlamışlar. Adanın Osmanlı Devleti tarafından fethinden bir müddet sonra da kendi seçtikleri bir temsilci heyeti, uzun bir yolculuktan sonra payitahtın bulunduğu İstanbul’a gitmiş ve yürekleri ağızlarında, adaya Sadrazam tarafından atanan, daha doğrusu en yüksek teklifi veren kişiye lütfedilen günümüz tanımlaması ile “Vali”lik makamındaki kişi ile ilgili şikayetlerini ve birtakım diğer isteklerini dile getirmek için dönemin Sadrazamı ile görüşme talebinde bulunmuşlar.

 

İşte Kıbrıs konusunun kırılma noktası tam da burası olmuş. Bazı tarihçilere göre 1660 yılında Osmanlı Devleti’nin 21. Padişahı II. Ahmet, bazı tarihçilere göre de 1754 yılında Osmanlı Devleti’nin 24. Padişahı I. Mahmut tarafından yayınlanan bir fermanla, Başpiskopos, Osmanlı Valisinden sonra adanın ikinci politik ve nüfuzlu kişisi olma hakkını kazanmış ve bu tarihten itibaren de Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu, Rumların hem siyasi, hem milli, hem de ruhani lideri olarak “Ulusal Lider” anlamına gelen “Etnarh” unvanını almış.

 

Adada Osmanlı Devleti’ne karşı başkaldırılar bu tarihten sonra hep Etnarh’ın başının altından çıkmış, kilise, tüm başkaldırıların planlama merkezi olmuş. 1821’deki adada darbe yapma ve adayı Yunanistan’a bağlama isyanı, 1832 Kalogeris isyanı, 1921 Enosis Plebisiti (tek taraflı referandum) ,1931 Enosis isyanı, 1950 Enosis Plesibiti, 1955 EOKA’nın Kuruluşu, 1963 Noel katliamı ve Türklere saldırı, 1964 Erenköy’e saldırı, 1967 Geçitkale’ye saldırı, 1974 adaya Yunanistan’a bağlamak için darbe yapılmasının kökeninde Rum Ortodoks Kilisesi ve hep adanın Yunanistan’a bağlanma isteği yatmakta.

 

Kıbrıs sorunu gerçekte, 1821 yılında Yunanistan’da gerçekleşen Mora isyanı ile eş tarihli olarak başlamış 2 asırlık, bir konu. Halen daha da çözülebilmiş değil.

 

BM’nin Kıbrıs konusunu “Çözümsüz” ilan etmesi gerekiyor ama “Yiğitliğe leke sürülmesin, BM’nin şanı ayaklar altına alınmasın” diye böyle bir kararı çıkaramıyorlar. Çıkarabilmiş olsalar  Kıbrıs konusunda daha eski olan “Batı Sahara” konusunda çıkarırlardı ve örnek de olurdu.

 

Gelelim başlıkta kullandığımız Latince kelimelere; “Adjurned sine die” diplomasi dilinde kullanılan bir tanım ve “Bundan sonraki toplantı çıkmaz ayın son Çarşamba’sında…” anlamını taşımakta.

 

Diplomasiye aslında tam bir kelime oyunu veya kelimeleri istendiği tarafa çekebilme sanatı ise BM’nin Kıbrıs Sorununu “Adjurned sine die” tanımlaması ile kapatması gerekmekte Crans Montana’daki bu son Beşli Konferans’tan sonra.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

SİYAMDER 3. ULUSAL GENÇLİK ZİRVESİ TÜRKİYE’NİN FARKLI ŞEHİRLERİNDEN 150 KATILIMCIYLA DENİZLİ’DE YAPILACAK!

denizli sivil 3. Ulusal Gençlik Zirvesi 18-20 Mart 2016 tarihleri arasında Denizli Yerel Kurulu ev sahipliğinde Doğa Thermal otelde gerçekleştirilecek. Türkiye’nin 21 farklı şehirindeki yerel kurulları ile faaliyetlerini sürdüren Sivil Yaşam Derneği, Küresel Çapta Savaşların Gençler Üzerindeki Etkisi teması ile gençleri bir araya getiriyor. Sivil Yaşam Derneği, 18-20 Mart tarihleri arasında “Küresel Çapta Savaşların Gençler Üzerindeki Etkisi” teması ile Türkiye’nin dört bir yanından 150’yi aşkın sivil toplum alanında aktif genci SİYAMDER Denizli Yerel Kurulu ev sahipliğinde bir araya getirecek. Alanında uzman kişilerin konuşmacı olarak katılım göstereceği zirvede, gençler hem öğrenecek hem üretecek hem de zirve sonrası ortak bir görüş bildirisini somut çıktı olarak kamuoyu ve paydaşlarına sunacak. Tüm bunların yanı sıra hep birlikte eğlendikleri sosyal aktiviteler dâhilinde geldikleri şehrin kültürünü de yakından tanıma fırsatı elde edecekler! SİYAMDER, gençlik çalışmalarına ulusal bir vizyon katmak, geleceğin liderlerini şimdiden hazırlamak, gençlik çalışmalarına bir sistematik kazandırmak amaçlarıyla, her yıl farklı bir şehirdeki SİYAMDER Yerel Kurulunun ev sahipliğinde, SİYAMDER delegasyonlarınca seçilen bir tema çerçevesinde 2 gece 3 gün süren Ulusal Gençlik Zirvesi düzenlemektedir. Sivil Yaşam Derneğinin, Ulusal Gençlik Zirvesi temasını tüm delegasyonlarınca belirlendiği 18-20 Aralık tarihlerinde gerçekleştirmiş olduğu, yıllık olarak düzenlenen bir diğer organizasyonu olan Ulusal Genel Kurulunda konuşan SİYAMDER Genel Başkanı Enes Efendioğlu ’Sivil Yaşam Derneği olarak, Türkiye’de ortak akla dayalı, örgütlü bir sivil BASIN BÜLTENİ 14 Mart 2016 SİVİL YAŞAM DERNEĞİ DÜŞÜN, DÜŞLE, HAREKETE GEÇ haHAREKETE GEÇ toplumun temeli için gerekli olduğunu düşündüğümüz gençlik zirvelerinin düzenlenmesini ve gençlerin zirveye katılımlarının desteklenmesini oldukça önemsiyoruz. 21 farklı şehirdeki yerel kurullarımız dışında, Türkiye’nin dört bir yanından dinamizmi ve motivasyonu yüksek katılımcıların üretkenlik, kişisel gelişim ve aktivizmini arttırmak için bugün burada bir arada bulunması bizler için heyecan verici bir durum.’ ifadelerini kullandı.

Büyükşehir’den 23 Nisan Futbol Turnuvası

turnuva   Mersin Büyükşehir Belediyesi Spor Dairesi Başkanlığı, Gençlik ve Spor Hizmetleri Şube Müdürlüğü’nün 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı münasebetiyle düzenlemiş olduğu ‘23 Nisan Ortaokullar Arası Futbol Turnuvası’ başladı.

Mersinli Ahmet Stadyumu’nda başlayan ve 23 takım, 350 sporcu ile beden eğitimi öğretmenlerinin katılımıyla gerçekleşen turnuva, sporseverleri ve minik sporcuları mutlu etti.

Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz,  geleceğin teminatı olan gençlerin beden ve ruh sağlığını güçlendirmek, yeteneklerini geliştirmek ve kötü alışkanlıklardan uzak tutmak amacıyla, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı münasebetiyle düzenledikleri turnuvanın Mersin’in bütün çocuklarını kaynaştıracağını, bununla birlikte, çocukların sevgi, kardeşlik, paylaşımcılık gibi insanî duygularının pekişmesine katkı sağlayacağını ifade etti.

Bu tür etkinliklerin, Mersin’de yaşayan her gencin özlem duyduğu etkinlikler olduğunu ve devamlılığını istediklerini dile getiren turnuvanın minik kahramanları, başta Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz olmak üzere, emeği geçen tüm kurum ve kuruluşlara bu güzel organizasyon için teşekkür ettiler.turnuva2

Kent Konseyi’nden Piyano Maratonu

bursa Bursa Kent Konseyi (BKK) Müzik Eğitim Çalışma Grubu ve Dünya Müzik Derneği tarafından ortaklaşa düzenlenen ‘6. Bursa Ulusal Piyano Günleri’nde yüzlerce küçük piyanist yeteneklerini sergileyecek.
Bursa Kent Konseyi (BKK) Müzik Eğitim Çalışma Grubu’nun Dünya Müzik Derneği (DMD) işbirliğiyle bu yıl 6.’sü düzenlenen ‘Bursa Ulusal Piyano Günleri’nde yüzlerce minik piyanist 3 gün boyunca yeteneklerini sergileyecek.

Türkiye’de ilk kez Bursa’da başlatılan ‘Ulusal Piyano Günleri’nin altıncısı, yüzlerce minik piyanistin katılımıyla 08-09-10 Mayıs tarihlerinde sabah 10.00 ile akşam 20.00 saatleri arasında Atatürk Kongre Kültür Merkezi (Merinos AKKM) Osmangazi Salonu’nda yapılacak. 5-17 yaş arasında piyano eğitimi alan öğrenciler, sırayla piyanonun başına oturarak yeteneklerini sergileyecek. Minikler, dünyaca ünlü farklı eserleri seslendirecek.

BKK Başkanı Semih Pala, Kent Konseyi olarak çocukların ve gençlerin sosyal gelişimlerine katkı sunmaya devam ettiklerini söyledi. Gönüllü eğitmenlerin destekleriyle verdikleri çeşitli kursların yanı sıra miniklerin yeteneklerini sergileyebilecekleri değişik ortamları oluşturduklarını belirten Pala, “Tüm Bursalıları çocuklarıyla birlikte üç gün sürecek olan piyano maratonuna bekliyoruz.” dedi.