Etiket arşivi: Uludağ

Aşurenin bilinmeyen faydaları

Aşurenin içine baharatlarla beraber ortalama 41 çeşit malzeme girdiğini belirten Prof. Dr. Tayar, “Kuru kayısı, incir, nohut, ceviz, fındık, tarçın gibi malzemelerin olduğu aşure vitamin ve mineral deposudur. Aşureyi yaparken içine koyduğumuz şekeri azaltıp pekmezle tatlandırırsak daha sağlıklı olacaktır” dedi.

  
Aşurenin bilinmeyen faydaları


                                                                                        REKLAM ALANI
REKLAM ALANI

Bursa Uludağ Üniversitesi Besin Hijyeni Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mustafa Tayar, Muharrem ayının gelmesiyle birlikte hemen hemen her evde yapılmaya başlanan ve yılın sadece bir bölümünde yenilen aşure hakkında bilgiler verdi.

Aşureyi şekerle yapmak yerine bal ve pekmezle tatlandırsak daha sağlıklı olacağını belirten Tayar, birçok farklı malzemeyle yapılan aşurenin vitamin ve mineral bakımından zengin olduğunu belirtti.

“AŞURE VİTAMİN VE MİNERAL DEPOSU”

Aşure ayı, herkesin yılda bir kere dört gözle beklediği zamanlardan birisi olduğunu söyleyen Prof. Dr. Mustafa Tayar, şunları söyledi:

“Aşurenin paylaşımı güzel. Aşure pişen evler, komşularına mutlaka dağıtacak ve paylaşım yaşanacak. Eve gelen aşureye beslenme, diyet gözüyle bakınca da mutfakta bir muhteşem vitamin ve mineral deposu olduğunu görüyoruz. Diğer bütün tatlıları bir kenara ayıralım çünkü sütlü tatlı deyince süt, şeker ve katkı maddesi var. Diğer tatlılarda öyle. Aşure dediğiniz zaman kuralına uygun, ideal bir aşure yaptığınız zaman içerisinde 41 çeşit baharatın, kuruyemişin, kuru baklagilin karıştığı bir ürün karşımıza çıkıyor. Protein, vitamin, mineral var ve beslenmemiz için gerekli olan olmazsa olmazlar içerisinde. İçinde neler var, nelere iyi gelir dediğimiz zaman hemen buğday devreye giriyor. Buğdaya bakınca B vitamini bakımından zengin bir ürün tüketmeye başlıyoruz. Hemen yanında 41 çeşit baharat, kuruyemiş, kuru baklagil grubu içerisinde kayısılar, kuru incir gibi ürünler devreye giriyor ve aldığımız vitaminleri görmeye başlıyoruz. Bağışıklığa da destek olan bir ürün.”

“AŞUREYİ PEKMEZLE TATLANDIRIN, HER ZAMAN YİYİN”

 

Aşureye koyulan her malzemenin insan vücuduna yararlı olduğunu belirten Tayar, “Aşurenin üzerine zevke göre yağlı tohumlardan cevizi fındık serpiliyor. Buradan aldığım doymamış yağ asitleri, omegalar, E vitamini, yaşlanmayı geciktiren, sağlığı koruyan başka malzeme grubu da devreye giriyor. Bunun dışında diğer karanfil ve benzer baharatlar devreye girmeye başlıyor. Bunlarında birçok antioksidan, kimyasal yapılarıyla beslenmeme destek olan, hastalıklarla savaşmama yardımcı olan ciddi silahlarla donanıyorum. Aşure yapanların, içinden şekeri çıkarıp pekmezi bal ile tatlandırırsa, bugün aşure dünyadaki tatlıları arasında açık ara önde olan vitamin deposu olduğu anlaşılmaktadır. Bence artık aşureyi sadece Aşure ayına, yılın bir haftasına, bir gününe mahkum etmek yerine, yılın her ayında, haftasında mutlaka tatlı olarak evlere girmesi gereken mükemmel bir gıda diye düşünüyorum” dedi.

‘Gürcü’ doktor adayları Bursa’da

Büyükşehir Belediyesi’nin davetiyle Bursa’ya gelen Gürcistanlı tıp fakültesi öğrencileri, hem şehri dolaştı hem de Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde staj yapma imkanı buldu.

Gürcistan’dan gelen 27 doktor adayı, bir ay süreyle Bursa’da temaslarda bulundu. Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler Daire Başkanlığı öncülüğünde misafir edilen öğrenciler, Uludağ Üniversitesi’nde staj yaparak, boş zamanlarında tarihi ve kültürel mekanları gezdi. Gürcistan Devlet, Tiflis ve Batum üniversitelerinin tıp fakültelerinde okuduklarını belirten öğrenciler, yaptıkları açıklamalarda, “Uludağ Üniversitesi’nde bir aylık staj için geldik. Kaldığımız süre boyunca Bursa’nın çeşitli tarihi bölgelerini ve doğal güzelliklerini gördük. Çok beğendik. Devlet hastanesi ve özel hastaneleri ziyaret ederek, farklı işleyişe şahit olduk. Tecrübeli hocalardan dersler aldık. Buradaki hizmet kalitesine hayran kaldık. Bize bu imkânı sağlayan Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne teşekkür ederiz” ifadelerini kullandı.

Gürcistanlı tıp öğrencileri, Bursa’daki temasların ardından Ankara’ya geçti.

Sağlık Tarihi Müzesi’, ‘14 Mart Tıp Bayramı’nda ziyarete açılıyor

Büyükşehir Belediyesi tarafından Pınarbaşı Mahallesi’nde düzenlenen müzenin hazırlıkları son aşamaya geldi. Bursa’nın müzeleriyle de ünlü bir şehir olduğunu söyleyen Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, “Bursa’nın yeni müzelerinden biri olan Sağlık Müzesi’nin açılışını 14 Mart Çarşamba günü yapacağız. Bursa, ‘Tıp Bayramı’ haftasında özellikli ve güzel bir müzeye kavuşacak” dedi.

Bursa’nın kültürel birikiminin önemine vurgu yapan Başkan Aktaş, Sağlık Tarihi Müzesi hakkında bilgiler vererek, “Burada çok büyük emek var. Binanın kamulaştırılıp restorasyonunun yapılmasının ardından, ihtisas gerektiren, sağlıkla alakalı bir konseptin ele alınmış olması çok değerli. Kendisi de hekim olan CHP Bursa Milletvekili Ceyhun İrgil’in de özel gayretleriyle, Bursa sağlığı, çok ciddi şekilde araştırılmış. 7 yıllık bir çalışmayla, Bursa Sağlık Tarihi kitabı oluşturulmuş. Müzede de çok ciddi bir araştırma, birikim, emek ve çok sayıda bağışlanan sağlık materyali bulunuyor. Bursa, bu özel müzeyle sağlıkla ilgili pek çok bilgiye ulaşabilecek” diye konuştu. Başkan Aktaş, müzenin yaşayan bir mekan haline gelmesi için sağlık kuruluşlarıyla irtibat halinde sağlık odaklı farklı aktivitelerin, tarama ve bilgilendirmelerin yapılacağını da sözlerine ekledi.

Anadolu’da açılan ilk sağlık müzesi olacak

Bursa Milletvekili Ceyhun İrgil de müzenin oluşumuna destek veren Büyükşehir Belediyesi ile sağlıkla ilgili çeşitli eşyaları ve eserleri müzeye veren hekim ve yakınlarına teşekkür etti. İrgil, müzenin özelliğine değinerek, “Bursa Sağlık Müzesi, Anadolu’da açılan ilk sağlık müzesi olacak” dedi.

Trakya’da Edirne’de de bir sağlık müzesinin bulunduğunu ifade eden İrgil, “Aslında Türkiye’de ilk sağlık müzesi 1920’li yılların sonuna doğru Bursa Valiliği içerisinde bir odada Osman Şevki Uludağ tarafından açılmıştı. Maalesef o müze unutuldu, kayboldu. Burada o anıyı da tekrar canlandırmak ve onun hakkını teslim etmek istedik” şeklinde konuştu. Müzenin, Bursa Büyükşehir Belediyesi’ne yakışan bir tavırla kente kazandırıldığını anlatan İrgil, “Bu müzenin yaşamasını diliyorum” diyerek Bursalılara müzeye sahip çıkmaları çağrısında bulundu.

Bursa’nın sağlığı mercek altında

Bursa Sağlık Tarihi Müzesi, sağlığa meraklı ziyaretçilerini bekliyor. İnsana verilen değerin objeler, panolar ve mankenler kullanılarak yansıtıldığı müze, antik çağlardan Osmanlı’ya ve oradan da bugünün Bursa’sına ulaşan sağlık bilincine dair inceliklerin maddi ve manevi temellerini zengin görsellerden oluşan koleksiyonu ile sunuyor. Müzede, araştırmacıların faydalanabileceği bir kütüphane ve çalışma alanı da bulunuyor. Halkın sağlık alanında bilgilendirilmesi amacıyla, farkındalık sağlayacak güncel sergiler, etkinlikler ve eğitimlerin düzenlenmesi de amaçlanan müze, tüm Bursa halkının ortak eseri olma özelliği taşıyor. Çünkü müzedeki tüm obje ve belgeler, başta Dr. Ceyhun İrgil olmak üzere, Bursa’da yaşayan ve çalışan sağlıkçılar ve ailelerinin bağışı… Yıldırım Darüşşifası ile hak ettiği şöhreti Bursa Sağlık Tarihi Müzesi ile taçlandıran Büyükşehir Belediyesi, Tophane surları içindeki Yerkapı Konağı’nı restore ederek halkın hizmetine sundu.

Bursa Sağlık Tarihi Müzesi, Edirne’deki Sağlık Müzesi’nden sonra Türkiye’nin ikinci sağlık müzesi, Anadolu’da kurumsal olarak kurulan ilk müze olarak dikkati çekiyor. Dr. Ceyhun İrgil koleksiyonu ağırlıklı olmak üzere hastaneler, eczacılar ve sağlık alanında çalışan kişilerin ve yakınlarının bağışladığı eşya ve belgelerle müzenin alt yapısı oluşturuldu. Binanın alt katı ağırlıklı olarak araştırma, etkinlik ve sergiler için tasarlanmış olup yaşayan müze mantığıyla halka hizmet veriyor. Yapının üst katı ise sağlık alanına dair eserlerle düzenlenmiş olup hem geçmiş zaman hem de bugüne dair envanterlerle müze formatına getirildi. Müzede eski zaman ilaç tedavilerinden eczacılığa, diş sağlığından şifalı kaplıcalara, kadın doğumdan kulak burun boğaza kadar birçok alanda malzeme bulunup laboratuvar ve müdahale ekipmanlarıyla birçok görsele de yer verildi.

İngiltere’den Bursa’ya ticaret yolculuğu

 

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ı ziyaret eden İngiltere Ankara Büyükelçisi Dominick Chilcott, Bursa ve İngiltere ile arasındaki ticari ilişkileri geliştirmek istediklerini söyledi. 

Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş’ı ziyaret eden İngiltere Ankara Büyükelçisi Dominick Chilcott ve İngiltere Türkiye Ticaret Elçisi Lord Janvrin, İngiltere ile Türkiye ve Bursa arasında ticari ilişkileri geliştirmek istediklerini söyledi.

Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, İngiltere Ankara Büyükelçisi Dominick Chilcott, İngiltere Türkiye Ticaret Elçisi Lord Janvrin ve İngiltere İstanbul Başkonsolosu Judith Slater ile Büyükşehir Belediyesi Başkanlık makamında bir araya geldi. Göreve gelişinin ardından Bursa’ya ilk ziyaretini gerçekleştiren Büyükelçi Chilcott, Başkan Aktaş’tan Bursa hakkında bilgiler aldı. Chilcott, Bursa ile İngiltere arasındaki ticari ilişkilerle ilgilendiklerini belirterek, “İngiltere, Türkiye’nin 2. büyük ihracat ülkesi… Hedefimiz, ticaretimizi daha artırmaktır. Bursa, ticari ilişkilerde çok hayati bir rol oynuyor” dedi.

Bursa’da katma değeri yüksek yatırımlara ihtiyaç var

Türkiye ve Avrupa için Bursa’nın önemini bildiklerini söyleyen Ticaret Elçisi Janvrin de Türkiye’nin büyük fırsatlar sunduğunu vurgulayarak, Türkiye ve İngiltere arasındaki işbirliklerini güçlendirmeyi istediklerini anlattı.

Başkan Alinur Aktaş da konuklarına Bursa’nın değerleri ve potansiyeli hakkında detaylı bilgiler vererek, “Bursa, gelişen bir şehir… Uludağ gibi bir değeri var. Tarımı, turizmi, sanayi kenti gibi pek çok özelliğiyle Bursa’nın vizyonunda, artık uydu şehirler oluşturmayı hedefliyoruz. Bursa’da katma değeri yüksek yatırımlara ihtiyaç var” dedi.

Başkan Aktaş, ziyaretin sonunda Büyükelçi Dominick Chilcott ve Ticaret Elçisi Lord Janvrin’e Bursa’ya özgü el yapımı ipek tablo hediye etti.

Ankara’da Bursa için lobi

Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, 1 Ekim 2017 tarihinde yürürlüğe giren Planlı Alanlar Tip İmar Yönetmeliği nedeniyle sıkıntılar yaşayan Bursa’daki kentsel dönüşüm çalışmalarının bakanlığın da desteğiyle aşılacağını açıkladı. Sürece ilişkin yakın zamanda kamuoyuyla bilgi paylaşımında bulunacaklarını belirten Başkan Aktaş, “Bursa’da yaşanan tüm sıkıntıları çözmek, yeni dönemde şehri vizyon projelerle büyütmek, geleceğimiz için farklı alanlar açmak istiyoruz” dedi.

Ankara’da Bursa için lobi

Büyükşehir Belediye Başkanı Alinur Aktaş, Bursa’daki kentsel dönüşüm çalışmalarına ilişkin Çevre ve Şehircik Bakanı Mehmet Özhaseki ile gerçekleştirdiği görüşmeye dair açıklamalarda bulundu. Bursa’da yaklaşık 100 sitenin kentsel dönüşüm çalışmaları nedeniyle yıkıldığını, yüzlerce ailenin yeni imar yönetmeliği nedeniyle bu alanda ciddi sıkıntılar yaşadığını söyleyen Başkan Aktaş, kentte ciddi kriz oluşturabilecek konuları Bakan Özhaseki’ye aktardıklarını ifade etti. Yaptıkları görüşmede Büyükşehir Belediyesi’nin Uludağ Oteller Bölgesi’nde gerçekleştirmek istediği plan değişikliği ile farklı çalışmaların, kentsel dönüşümle alakalı uygulamaya alınacak yeni stratejinin de gündeme geldiğini vurgulayan Başkan Aktaş, “Sayın bakanımızla yaklaşık 1 saat verimli bir toplantı yaptık. Buna ilave olarak, Büyükşehir Belediyesi Meclis İmar Komisyonu Başkanı Atilla Ödünç de yaklaşık 1.5 saatlik bir toplantı gerçekleştirdi. Genel müdürlerle, ilgili birimlerle detaylara ilişkin bizatihi görüşmeler yaptık. İnşallah yakın zamanda kamuoyuyla bu bilgileri paylaşacağız” diye konuştu.

0.50 emsal sıkıntılarına neşter

Başkan Aktaş, Bakan Özhaseki’yle olan görüşmesinde Bursa’da kentsel dönüşüm çalışmaları için uygulanan 0.50 emsal artışı konusunun da ele alındığını ifade etti. Türkiye’de bu ayrıcalığın sadece Bursa’ya sağlandığını, doğru ve sağlıklı şekilde uygulanamaması nedeniyle şehirde bazı sıkıntıların oluştuğunu kaydeden Başkan Aktaş, “Sayın bakanımıza Bursa’ya yeni dönemde vizyon projelerle büyütmek, farklı alanlar açmak istediğimizi aktardık. Bu konuda ne gerekiyorsa destek vereceklerini ifade ettiler. Yani şunu söyleyebilirim. Başta kentsel dönüşüm çalışmaları olmak üzere Bursa’yla ilgili birçok konuyu bir çerçevede toparlamış olduk” şeklinde konuştu.

AYB kredisinin ilk dilimine onay

Başkan Aktaş, Ankara’daki görüşmede Bursa’nın 1 yıldır beklediği ve onaylanmayan 150 milyon Avroluk Avrupa Yatırım Bankası(AYB) kredisinin de sonuca bağlandığını anlattı. İnegöl, Karacabey ve Mustafakemalpaşa ilçelerinin alt yapısı için talep edilen kredinin 50 milyon Avroluk ilk diliminin teslim edilmesi noktasında Bakan Özhaseki’den destek istediklerini kaydeden Başkan Aktaş, “Sayın bakanımız bu konuda gereken kolaylığın sağlanacağını ifade etti. İlgili amirlere talimatlarını iletti. Ben kendisine teşekkür ediyorum” ifadelerini kullandı.

YEŞİLÇAM’IN BEYAZ FİLMLERİ: ULUDAĞ VE SİNEMA

Gelip yine de efsaneye bağlanır
Ne kadar anlatılsa da yaşanan
Aşklar birer efsanedir şimdi
Dağ dorukları birer efsanedir
Nasıl yazılır bir dağın tarihi

(Ahmet Telli)

tamer uysalBurada yaşamış burada uygarlıkları kurmuş kadim halkların bir toplamıdır Anadolu. Homeros’un İlyada destanında da kullandığı Assuwa, Hitit metinlerinde geçen bir kelimedir. Bugünkü Asya sözcüğünün kökenidir.  Şems-abad Farsça,  meşrık Arapça doğu demektir yani günlük güneşlik, güneşi bol yer. Anadolu sözünün kökeni ise “güneş doğan” anlamına gelirmiş.  Eski Yunan kolonileri göç ettikleri topraklara  “Anatolia”  (Anatole) derlerdi.  Bu da doğu, “doğu ülkesi” anlamına gelirdi. Yunanistan’ın dörtte uçünün kayalık, dağlık alanlardan oluştuğunu göz önüne aldığımızda çok yerinde bir tanım. Mitolojideki en önemli tanrılardan biri olan Apollon, Delos adasında doğmuştur ama ismi Grekçe değildi. Anadolu kökenliydi. Anadolu ve Ege’deki bazı Yunan halkları güneş tanrısı Apollo’ya tapınırlardı. Örneğin Lazpa Hititçe bir sözcüktür. Lesbos sözünün kökenidir. Lesvoslular da (Midilli) Apollon’a taparlarmış. Anadolu ile Ege de böyledir.

İyonlar hellenliği kabul etmemiş,  onlara göre Apollon ile Kreusa’nin birlikteliğinden doğmuşlardı. Asklepios tıp sağlık tanrısıdır Apollon’un oğludur  Apollon’un ikiz kız kardeşi, vahşi doğa, avcılık, okçuluk tanrıçası Artemis’tir. Bunlar hep birbirine yakın tanrılar…

Yunanistan’ın metinlerde geçen (MÖ. 5-4.Yy)  Helen öncesi eski ahalisi Pelajlardı (Pelasg) Helenler gelince bu otokton (yerli) halk asimile olmuşlardı. Eski Yunanlılar da Hellen’in soyundan geldiklerine inanırlardı. Zeus insan soyuna ceza olsun diye tufan çıkartır.  Prometheus oğlu Deukalion’dan bir gemi yapmasını ister. Deukalion ve karısı Pyyrha bir gemi yaparlar. Bu gemi Yunanistan’daki en yüksek yer olan Parnassos dağına oturur. Hellen’in  (Deukalion’un oğlu) 3  oğlu olur:  Dorus,  Ksuthos ve Aiolas. Ksuthos iyonların, Aiolas ise Aiolialıların atasıdır.  Yunanlıların efsanevi atası Deukalion’dur (Arkeolojiye göre MÖ. 3000’de Sümer’i büyük seller basmıştı).

Yani burada da Olimpos’un tanrılarından çaldığı kutsal ateşi narteks içinde insana taşıyan Prometheus’un başka bir iyiliğine şahit olmuş oluyoruz. MÖ. 4.Yy’da Yunanlı şair Pindarus, “İnsanların da, tanrıların da anası topraktır” demişti.  Büyük tufanda yokolan insan soyunu yeniden dünyaya kavuşturmak için toprağa erkek ve kadına dönüşen taşları eken yine Prometheus’un oğlu ile eşi.

Yunan yazını Hesiodos’un yabancı kaynaklı bazı tanrılarını kullanmamış ve kaba saymıştır.  Theogonia’da Olympos tanrılarına kadar birçok kuşak sayar Hesiodos ve en son  “Devler ve Tanrılar Savaşı”yla Olympos’taki tanrıların saltanatını kurar. Bu savaş Teselya’nın (Makedonya) iki yüksek dağında cereyan eder: Othrys ve Olympos’ta…

Tüm tanrıların anası toprak ana; ana tanrıça Gaia’dır. Hesiodos’a göre Prometheus, Titanların soyundan İapetus ile Klymene’nin oğludur. Aiskhylos’a göre bu kahramanı doğuran ana Gaia’dır. Zeus bir Titan ancak büyür güçlenir ve dünyaya hakimiyet kurmak ister. Babası Kronos’a kafa tutar. Kronos dahil tüm Titanları yeraltına (Tartaros) hapseder. İapetos’un zekâsını kıskanan Zeus, Prometheus ‘u da herhangi bir köle gibi (5. Yy’da kölelikle zorbalık yasal) Kafkas Dağı’nda zincire vurdurur. Tanrıların düzenine karşı gelmiş Prometheus bu yüzden “Prometheus Desmotes” (Zincire Vurulmuş Prometheus) adıyla anılır:

“Bir gün bir rezene sapı içinde çaldım götürdüm insanlara ateşin tohumunu. Bu tohum bütün sanatların anahtarı oldu;  bütün yolları açtı insanlara. Suçum bu işte benim tanrılara karşı, bu yüzden zincire vuruldum bu göklerin altında.” (Zincire Vurulmuş Prometheus, Aiskhylos, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 4.Baskı, s.6).

Çok katlı yapıları (insulae) ilk kuranlar Romalılardı mesela; Eski Roma’nın merkezi de bir tepede (Palatino) inşa edilmişti.

ABD Eski Başkanı Ronald Wilson Reagan 1980 ve 1983’te, “Armageddon’u yaşayacak nesil biz olabiliriz” demişti. Müslümanlara göre kıyamet alametlerinin görüldüğü zaman dünyanın son günleri (ahir-i zaman)olarak kabul edilir. Hadislerde geçen Mercidabık, Halep’e bağlı (Azez) kasaba 3.Dünya savaşının geçeceğine inanılan yerlerden biridir. Armagedon ise,  Kitabı Mukaddes’ın (eski ve yeni ahit)   son kitabına ya da Vahiy’e ve Hazekiel’e göreyse (Tanah) (Tevrat ve Mezmur ya da Zebur) büyük bir deprem tarif edilmekte bazılarına göre nükleer bir savaştan kıyamet (evrenin sonu) olarak bahsedilmektedir.

Ancak Melhame-i  Kübra (Büyük Kıyım)  çok ve büyük kanlı olayın  kopacağı yer, Tel Aviv’in 55 Km. kuzeyindeki Megido Tepesi (Har Megiddo) eski bir kentin bulunduğu  30 metrelik bir höyük…

Hristiyanlara göre kıyamet Tanrının Krallığı ile bitecek.  Yahudilere göreyse “Gene” (Eden)  ve “Ge-Hinnom” (Cennet ve Cehennem)  hayatına geçilecek. Ancak bilimsel teorilere göre evren genişleyip soğuyacaktı (ısı ölümü ya da büyük donma). Zaten “Büyük Patlama” (Big Bang) sonucu oluşan evren soğumaya çalışmakta ve büyüdükçe ısısı düşmektedir.  Kutup graviteleri eşdeğer düzeye inip donacaktır. Fakat bütün evrenlerin toplamı yani “Çoklu Evren” (Multiverse) teleskop ile görülen sadece 93 milyar ışık yılı genişliğinde bunun çok küçük bir kısmıydı…

Tanrıların evi niye yüksek dağlar olmuştur? Profan dini ve kutsal olmayan her şey, bu entropi düzensizlik gelişigüzellik içinde tanrıya tanrısal inanca daha yakın olmak mı yoksa…

Ya da tanrılar için yegane besin, bir tür nektar ya da bal özü olduğu rivayet edilen ambrosialar için önemli bir kaynak; renk renk, çeşit çeşit çiçek ve bitki orada bulunduklarından mı acaba, ama hayır.

Ya da belki hepsi!

Peru’daki “La Rinconada” dünyanın en yüksek rakımlı yerleşim birimidir. Dağ ikliminin hâkim olduğu 5.130 metre yükseklikteki bu kasabada 50 bin kişi yaşar. Ve insanların burada olmasının nedeni yakınında altın madenlerinin bulunmasıdır.

Oysa Anadolu’nun doğusunda yeralan dağlık bölgeler ekseriyetle birer mahrumiyet bölgesi sayılırlar. Tevrat’ta Nuh’un gemisinin büyük tufandan sonra karaya oturduğu yer olarak Kuh-i Nuh da denilen Ağrı Dağı tasvir edilir.  Yüksekliği 5.137 metredir. Ve tepesi buzul olan Anadolu’nun  tek dağıdır.

Ege uygarlığının kökü ve anası Sümer uygarlığıdır. “İsa’dan 5 bin yıl önce Sümer kentleri bir hayat ve kültür merkezi oldu.” der Halikarnas Balıkçısı (Sonsuzluk Sessiz Büyür, Bilgi Yayınevi, 4. Basım, 2005, s.70-71)

Gustave Le Bon’un, “Tanrı yaşayan hayattır” dediğini aktarır H.Balıkçısı (a.g.e., s.25)

Avustralya yerlilerinin” Uluru” dediği  “Ayers Rock Tepesi”  kırmızı devasa bir tümsektir. Aborjinler bu tepeciği kutsal alan olarak kabul eder ve törensel ritüeller yaparlar. Mekânsal Determinizm, mekânın kültür ve insan biçimlenmesinde önemli rolü olduğunu kabul eder. Aborjinlerin Avustralya’ya yerleştiği 60 bin yıllık kültürel birikim bugünkü tıpbın da gelişiminin sonucudur.

Pangea yani 180 milyon önce yeryüzü tek parçadan oluşuyormuş ikiye ayrılan yeryüzünün kuzeyi “Laurasis” ve güneyi “Gondwanaland” olarak adlandırılıyor. Uluru ise komşusu Kata Tjuta ile beraber yaklaşık 600 Milyon yıl önce oluşmuş.

İbrahim ve kavmi Mısır’da köleyken Tanrı’nın tarafından 2 taş tablete yazılmış  “On Emir” (Decalogus)  M.Ö. 1200’de Sina Dağı’nda verilmiştir…

Halikarnas Balıkçısı, “İsa’nın doğuşundan bin yıl öncesine kadar dişi tanrılar (tanrıça) erkek tanrılara üstün sayılırdı” (a.g.e., s.27) der. İda Dağı, Zeus’un Hera ile evlendiği dağdır. Kocakatran Dağları’nın en yüksek yeri olan bu dağdan izlemiş Troya Savaşı’nı Zeus. Halikarnas Balıkçısı  “Anadolu Efsaneleri”  kitabında sözde yağmur ilk defa orada toprağa kavuşmuş diye yazar.  Herakles susadığı için su istemiş ve Zeus küçük bir pınar fışkırtmış:  Skamandros  (bugünkü Küçük Menderes Nehri).  İda’dan çıkar böylece Skamandros; nehri kazarak daha büyük bir pınar bulur Herakles de; bir adı da Ksanthos’tur ve kızıl su anlamına gelir. Gerdek için kızlar burada yıkanırmış rivayet bu ya güzellik tanrısı Afrodit bile saçlarını kızıla büründürmek için burada yıkanırmış.

Zeus’un önerisiyle düzenlenen güzellik yarışmasında Paris (Truva Prensi) Afrodit’i seçince diğer tanrıçalar Hera ile Athena Truva savaşında Akha’lara yardım edecekti bu yüzden. Truva’ya adını veren Dardani Kralı Tron’dur…

Oliympia, Eski Yunan diyasporası tarafından saygı gören 3 yerden birisidir ki diğer ikisi ise gemilerin İonia’ya açıldıkları liman sayılan “Delos Adası” ile kutsal tapınakların bulunduğu “Delphoi “ idi (David Stuttard, Antik Yunan Tarihi, YKY, 2016, s. 33). David Stuttard, “Çoğu Yunan’ın geçmişe ilişkin bilgisi, olguların hayallerle süslendiği ve gerçeklerin söylemlerle iç içe geçtiği sözlü geleneklere ve destanlara dayanıyordu.” demektedir (a.g.e., s. 30).

Mitoloji (söylence bilim), hangi toplumun hangi tanrılara taptığını bildirir. Grekler Zeus ve 11 tane Olimpos’lu tanrıya (Olympian) daha taparlardı. Halikarnas Balıkçısı, “Anadolu’nun Sesi”  kitabında Yunan tanrılarının Herodot’a göre Homeros’un icadı olduğunu yazar.  “Anadolu Efsaneleri” kitabında Hesiodos’u da ekler buna, Grek tanrıçalarını Hesiodos ile Homeros yarattı, der (Bilgi Yayınevi, 12. Basım, 2008, s. 117). İnsan soyu dünyaya gelmeden önce işte bu tanrılar kendi aralarında savaşırlar. Titanlar (devler) Atina yakınındaki Othrys Dağı’nda, Kronos’un oğulları da Selanik yakınındaki Olympos’ta (Mytikas Tepesi) yerleşmişlerdir. Tanrılar arasındaki bu savaş  (Titanomakhia ) tam 11 yıl sürmüş. İlk olimpiyatlar da Olimpos (Olemp) tanrılarının yaşadığına inanılan bu dağda yapıldığından adını buradan almıştır. “Stadion” (Stadyum) da Yunanca kökenli bir sözcük ve bir Yunan uzunluk ölçüsü birimidir (Bizdeki bir spor bakanı bir yerde ne yazık ki burasını Türkiye’deki Olimposlarla karıştırmıştır).

Anadolu’da kurulan ilk merkezi devlet Hititlerse de bilinen en eski uygarlık Luvi Krallığı’dır (M.Ö. 2000-1400). Anadolu’daki Helen yer adlarının kökeni Luvice’dir. Bilge Umar “Olympos” sözcüğünün de eski Luwi/Pelosgos kültürünün yayılma alanı kapsamında karşımıza çıkan bir dağ adının Hellen ağzında büründüğü biçim olduğu kanısındadır. Apollon, Kibele, Afrodit, Artemis gibi birçok tanrı ve tanrıça ismi de sözcüklerin Yunanca telaffuzlarından türemiştir. Örneğin kökeni Etrüsklere dayanan Apollon’dan “Likyalı” ismi ile de bahsedilmektedir. Likyalı sıfatının kökeni ise, Luvi dilinde “Işık” (Lyk)  anlamına gelmekteydi.

Uludağ’ın ismi de antik çağda bilinen “Hep parlayan” anlamında Olympos’tu ve Luvi kaynaklı bir isimdi. Antik Yunan Tarihçi Herodot’un (MÖ. 484 – MÖ. 425) Mysia (Misya) için kullandığı sözcük “Mariandyn” (Mariyandin); yani Bursa Olimpos’u (Uludağ)civarı (Halikarnas Balıkçısı, Anadolu Efsaneleri, s.174). Mysia, antik çağda Mysialıların yaşadığı bölgenin adı, Çanakkale, Balıkesir ve Bursa dolaylarıdır.

Herodot, “Mysialılar kendi ülkelerinin başlıklarını giyiyorlardı, ellerinde küçük kalkanlar ve ateşte sertleştirilmiş demirden kargılar vardı.  Olympos Dağı’na komşu oldukları için bunlara Olymposlular da denilir “  demektedir. (Herodotos Tarih, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 13. Basım, 2017, Kitap 7, Bölüm 74, s. 543)

Azra Erhat da Olympos’un Yunanca bir kelime olmadığını belirtiyor. (Mitoloji Sözlüğü, Remzi Kitabevi, 12. Basım, 2003, s.228) Erhat, “Yüksek Dağ” anlamında kullanıldığına ihtimal veriyor: “Dorukları gökte bulutlara karışan ulu dağların tanrılara konut olduğu inancı Yunan’a Sümer’den geçmiş olabilir” diyor.

Yunanistan’daki Olympos Zeus’un merkezi buna karşın Apollon ve diğer tanrılar Parnassos ya da Helicon Dağı’nda toplanırlardı. Homeros tanrıların bu dağlarda şölenler düzenlediklerini ve konuşmak ve tartışmak için buraya geldiklerini yazmaktadır.

Olympos adında efsanevi kişilikler de vardır. Örneğin, Girit’e adını veren Kres’in oğlu Kronos’un (Zeus’un Emaneti) diğer adı Kybele’nin kocasının adından gelen Mysia Olympos’u yani Uludağ’dır. Marsyas’ın oğlu ünlü flüt çalgıcısının adı da Olympos.

Yunanistan ve Makedonya dışında, Olympos tanrılarının başka yüksek dağlarda da toplandıklarını, Anadolu’da sayısı 20’ye varan (İda Dağı gibi) Olimpos dağının bulunduğunu belirtir…

Mysialılardan önce bölge Masa ülkesi halkı da Masalılar olarak biliniyor. Mısırlılarla yapılan savaşta Masalılar Hititleri desteklemiş ve Homeros’un İlyada destanında Mysialılar da Truva’nın müttefikleri arasında gösterilmişti. Mysialılar Truva’nın yıkılması üzerine Lidyalıların hâkimiyetine girmişlerdir.

Mysia sınırları içinde kalan Uludağ’ın özellikle batı ve güney kısmı için kullanılan ismi Olympene idi.  Lidyalılar civarda gürgen ağacı bolca yetiştiğinden bu ağacın adından dolayı bölgeye Mysia deniyordu. Antik Yunan Tarihçi ve Coğrafyacı Strabon (M.Ö. 64-M.S. 24), “Mysia isminin aslı Lydialılarda gürgen ağacına verilen isimden çıkmıştır. Olympos Dağı dolaylarında çok sayıda gürgen ağacı vardır.” demektedir. (Geographika Antik Anadolu Coğrafyası, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, 8. Baskı, kitap XII.8.3, s. 73)

Strabon,  bölgede yaşayanlardan Olympeneli diye sözetmekte ayrıca bölgenin Pers egemenliği döneminde “Hellespont” satraplığına (eyalet) bağlanmasından dolayı “Hellespontlular” olarak anıldıklarını belirtmektedir (a.g.e, kitap XII. 4.10, s. 61).  Mysialıların konuştukları dil Lidya ve Frigya dillerinin bir karışımıydı. Strabon’a göre Mysialılar dinsel inançlarından dolayı canlı varlıkları yemekten kaçınmakta, süt, peynir ve balla beslenmekteydi. Strabon, “Olympos dağları iyi bir şekilde iskân edildikten başka aynı zamanda tepelerinde sık ormanları ve haydut çetelerini barındıran, dağ tarafından korunmuş yerler de içermektedir” demektedir.  (a.g.e., Kitap XII.8. 8, s.78)

Mysia bölgesi Romalıların egemenliğine geçtikten sonra çok sık seyahat eden Roma İmparatoru Hadrianus “Hadrianutherae” (Balıkesir), “Hadrianoutherai” (Dursunbey) ile birlikte Uludağ’da da bölgenin merkezi sayılan bugünkü Orhaneli’nin bulunduğu yerde “Hadrianoi” kentlerini kurmuştur.  Bu dağlık ve ormanlık bölge Romalılar döneminde de bir tatil ve avlak yeri olarak kabul görmektedir. Bölgedeki önemli mabed ve diğer yapılar da bu bölgede toplanmış olup halk tarafından da kiliseler bölgesi olarak adlandırılmaktadır. Zeus Kersoullos tapınağı ve Kızılkilise gibi. Günümüzde Orhaneli, Büyükorhan, Harmancık ve Keles ilçelerinin olduğu tarih ve kültürel yapısı birbirine benzeyen yerleşim bölgelerinin tamamı “Dağ Yöresi”olarak adlandırılmakta…

Hititler döneminde de Mysia bölgesine Hititlerce Assuwa denmekteydi.

Hititlerden sonra bir süre Lydialıların egemenliğinde kalan bölgedeki kabilelerin hepsinin Thrak kökenli olduklarının varsayıldığını belirten Strabon,  “Mysia’yı, Bithynia’yla  Aisepos Irmağı’nın [Gönen Çayı] denize döküldüğü yere, kıyıdan Olympos’a kadar olan alan içerisine yerleştirebiliriz.”  diye de yazmaktadır. (a.g.e, Kitap XII. 4.5, s. 58)

Pers egemenliğine geçtikten sonra Asya seferine başlayan Makedonya  Kralı Büyük İskender (3.Aleksandros) Mysia’nın güneyinden  geçmiş  Bithynia’yı da Perslerden alarak “Paphlagonia ve Bithynia Satraplığı”na  (Hellespontos Phrygia)bağlamıştı. Ancak Büyük İskender’in atadığı satrapı yenen Bithynia prenslerinden Bas, bölgedeki merkezi boşluktan yararlanarak siyasi, ekonomik ve askeri yönden güçlenmiş ve hükümdarlığı boyunca Makedonyalıları da Bithynia’dan uzak tutmayı başarmıştır. Onun oğlu Zipoites Bithynia üzerinde egemenlik kurmak isteyen, İskender’in generallerinden (Diadokhos) Lysimakhos’u da yenerek  Nikaia’da  (İznik) “Bithynia Krallığı”nı kurmuştur (M.Ö. 279).

Bithynia Krallığı en parlak dönemini 1.Prusias döneminde yaşadı. Bithynia döneminde Bursa’dan kurucusundan dolayı “Prusa ad Olympium” (Uludağ Bursa’sı) diye bahsedilir. Bithynia Kralı 1.Prusias (M.Ö 283 – M.Ö 83) ele geçirdiği yerlere Bithyn kolonileri yerleştirerek sonra kendi adını vermiştir.   Birbirinden ayırt edilmek için Gemlik’e “Prusias am Mare” (Denizin kenarındaki Prusa) ve Melen Çayı Kenarındaki Konuralp’e de “Prusias Pros Hypios” (Hypios ırmağının kenarındaki Prusias) adı verilmişti. Romalıların eline geçtikten sonra da “Pontus et Bithynia” (Hellence Pontus kai Bithynia) adıyla anılmış, Roma’dan gönderilen Proconsul (Eyalet Valisi) tarafından yönetilmeye başlanmış ve Bizans’ın eline geçtikten sonra da İznik’e bağlanmıştır.

Uludağ’daki manastırlar da 3.Yy’dan sonra kullanılmaya başlamıştı. Bizans İmparatorluğu Hristiyanlığı kabul ettikten sonra azizler tarafından kurulmuşlardı. M.S. 303-308 yıllarında Hristiyanlara yönelik baskılar yoğunlaşınca Uludağ’daki mağaralar ve inşa edilen küçük evler de inziva yerleri olmuştur. 1.Theodosius (M.S. 347-395), 391’de Hristiyanlığı imparatorluğun resmi dini ilân etti ve İznik teslisini destekleyip Hristiyanlığı teşvik etmiştir.

 Ancak 25 Mart 717 tarihinde imparatorluğunu ilan eden  “Birinci  İkonoplast (Putkırıcı) İmparator” unvanıyla anılan III. Leo İsauryalı  (MS. 685-741) ikonların imha edilmesiyle ilgili olarak ferman çıkartarak heykel ve resimlerin yıkılıp kaldırılması emrini vermişti. Yaptığı uygulamalarla bütün kiliselerden tepki gördüğü gibi Doğu ve Batı kiliselerinin de arasını açmıştır.Uludağ’daki manastırlar 8.Yy’da en üst sayıya ulaşmıştır. Selanik ile Bafa Gölü’nün çevresi de manastırlar bölgesi haline gelmiştir.

Bizans döneminde manastır ve kiliselerin çokluğundan dolayı Bursa’ya da “Theoupolis” (Tanrı Kenti) denmiştir. Bunda Uludağ’daki manastırların büyük payı vardır. “Agorlar Manastırı” (Monastere des Agaures) Bizans İmparatorluğu’nda, 8 ve 9.Yy’da ikonoklastlar ve ikonodullar arasında başgösteren çatışmalar boyunca büyük önem kazanmıştır. Çoğu Agaures (Agorlar) manastırına bağlı 147 manastırın varlığından söz edilmektedir. Günümüzde manastırlardan pek eser kalmamıştır.

Osmanlı döneminde Bursa’nın fethiyle Uludağ’daki manastırlardan bazılarına dervişler yerleşmişler ve Uludağ’a da  “Cebel-i Ruhbân”  (Rahipler Dağı) ya da “Cebel-i Keşiş” (Keşiş Dağı) denmiştir. 17. yüzyılın önemli gezginlerinden Evliya Çelebi, seyahatnamesinde “Evsâf-ı mesîregâh-ı Cebel-i Ruhban, yani Keşiş Dağı”  başlığı altında Uludağ’dan, “Bursa şehrinin cânib-i kıblesinde (kıble yönünde)  şehre hâ’il (kapatan), eflâke ser çekmiş (gökyüzüne baş uzatmış) bir kûh-i bâlâdır (yüce dağdır)” diye söz etmekte, “Bu dağa Keşiş Dağı denmesinin sebebi, Ayasofya’ daki patrik ve rahiplerin perhiz ile uçarak gelip bu dağda dinlenmeleridir.” demektedir..

Uludağ adını ise Osman Şevki Bey’in 1925’teki önerisiyle almış: “Bütün dünya bu dağa Olemp der. Biz ise Keşiş Dağı diyoruz. Garbî Anadolu’nun en yüksek tepesine çıktım. Etrafıma baktım; ne keşiş gördüm, ne derviş. Güzel Bursa bir keşişin gölgesi altında mustaripti. Halk bu ismi sevmiyor; haklıdır. Olemp kelimesi de halkımızın diline uygun değildir. Biz buna, dağın bünyesine en uygun olan bir ismi verelim ve Uludağ diyelim.”

1925’te Bursa Coğrafya Encümeni ile bir inceleme gezisine katılan Osman Şevki Bey’in hazırladığı raporda geçen bu öneri Mareşal Fevzi Çakmak’ın olumlu bulmasıyla değiştirilmiştir. Atatürk’ün 1935’te milletvekilliğine atadığı Şevki Bey Bursalı bir radyolog, besteci ve yazar. 1934’te çıkan soyadı kanunuyla Uludağ soyadını da almış. 1936’da “Uludağ Keşişleri, Dervişleri, Tapınakları” isimli bir de kitap yazmış. Bu kitapta manastırların yayılma alanını 3 bölgeye ayırmış 28 manastır hakkında da bilgi veriyordu.

2011’de Uludağ’a adının verilişinin 85.yıldönümü sebebiyle düzenlenen 1.Uludağ Buluşmaları’na Osman Şevki Uludağ’ın torunu İrem Ela Yıldızeli de katılmış ve orada şöyle demişti: “Bursa şehrine varır varmaz karşımda yükselen dağ eteklerine dağılmış şehre hemen hayran kaldım. Dağın ilk kayakçıları İlhan ve Akın Bey’den kayak maceralarını dinleyip ateş etrafında dans ettik.”

Ancak İrem Hanım dedesi Osman Şevki Bey’in “Uludağ’da Din Hayatı” başlıklı yazısını okumuş veya hatırlamış olsaydı bunları yazar mıydı acaba? Zira Osman Şevki Uludağ bu yazısında, “Uludağ’ın Bursa’ya bakan şimal yüzü son zamanlarda çok çirkinleşmiştir. Otuz yıl öncesine gelinceye kadar Brusa’ya bakan ve genişliği her gün biraz daha artan keleş tepelerin ve tarlaların yerinde kestane ve gürgen ormanları vardı. Şimdiki Cumhuriyet köşkünün üst taraflarında geniş bir kızılcık ormanı, daha üst taraflarda havlucu esnafının her yıl esnafça toplandıkları geniş kestane ormanları sola doğru ilerleyerek ve Akçağlayanın üstünden dolaşarak Değirmenli kızık ve Hamamlı kızık köyleri arasında bulunan ormanlarla karışırdı. Brusa’ dan dağa bakanlar gördüklerine doyamazlardı.” demiştir.

Bursa Fransız Kilisesi Rahibi Bernardin Menthon, Uludağ’daki manastırlarla ilgili ilk kapsamlı araştırmayı yapan kişidir. 1935’te “L’olympe de Bithynie” (Bitinya Olimposu) adlı bir kitap yazarak Keşiş Dağı olarak anılan Uludağ’ın Hristiyanlık kültüründeki yeri hakkında bilgiler vermiştir.

Osman Şevki Uludağ, “Mabetler hakkında bize en güzel malumat veren ve bizim tetkiklerimizi tamamlayan papaz Bernardin Menthon, ancak Bizans vakainivüslerinin notlarından, azizlerin tercümei halleri hakkında eline geçirdiği monografilerden faydalanmak suretiyle bunların yerlerini kararlaştırabilmiş ve ancak beş altı tanesinin kiremit, tuğla ve mermer kırıklarından ibaret enkazını bulabilmiştir. Bu mabetler orta çağda harap olmuşlardır. Uludağ’ da manastır hayatı 8. ve 9. yy’ larda pek ileri dereceye varmıştı. Bundan evvel üçüncü yy sonlarına doğru St. Neofit adında birisinin aynı zamanda boz alanı adını da taşıyan tekfur alanının yüksek bir tepesinde bir mağarada yaşadığı söylenir kezalik vakanüvisler beşinci yüzyılda da oralarda keşişler ve manastırlar bulunduğunu söylerler. Fakat bütün bu bilgiler çok müphemdir ve açık malumat yoktur. Ancak 8.yy dadır ki dağda din hayatı çok inkişaf bulmuş ve her taraf mabetle dolmuştur. Bu manastırlardan bu gün hiç birisi ayakta duramamaktadır. Hepsi ortada kalkmış, hatta izleri bile kaybolmuştur.”diye yazmaktadır…

Bayındırlık İşleri Müfettişliği görevi sırasında Fransız Hükümeti tarafından Anadolu’ya gönderilen Fransız arkeolog ve gezgini Charles Texier (1802-1871) de bölge hakkında kitaplar yazmış, gözlemlerini aktarmıştır. Bunlardan en ünlüsü,  “Asie Mineure”(Küçük Asya)adlı kitaptır. Texier, bu kitapta Uludağ’daki manastırların yoğunluğundan söz ederek Uludağ’ı Yunanistan’daki Athos (Aynaroz) Dağı’na benzetmiş ve şöyle demiştir:

“Eskiden söylendiği gibi, Olimpos zirvesinin, bir yayla oluşturan iki başı vardır. Doğu tarafındaki başında kuru taştan yapılmış bir yapının kalıntısı görülür. Bu bir ufak kilise ya da manastır olabilir. Şekil ve yapımından hangi devre ait olduğunu belirleyecek hiçbir özelliği yoktur… Bizans İmparatorları zamanında Olympos vadileri, başkentin gürültüsünden kaçıp inzivaya çekilmek isteyenlerin mekânı oldu. Athos Dağı’nda olduğu gibi burada da küçük kiliseler ve inziva yerlerinin sayısı arttı. Dünyadan elini eteğini çekenlerin anılarını muhafaza ederek bugün de gururlu olan Olympos dağı, Türkler tarafından verilen Keşiş Dağı adını taşır.”

Antik Yunan kentleri (polis)  “Basileus”  ya da “Tiran” (Tyrannos) adı verilen iktidar krallar tarafından yönetilirlerdi.  MÖ. 6.Yy sonuna dek olan bu dönemden Homeros ve Hesiodos, kahramanlık çağı olarak bahsetmektedir. İlk çağlarda adalet ve özgürlüğün kurulacağı altın çağa dönüş inancı Chilistianism (Tanrısal Krallık) vardı. Homerik çağ ise, Halikarnas Balıkçısı’nın masumluk, çocukluk ve düş dönemi dediği dönemdir.

Yunanlıların en önemli ve en eski “Theogonia”sını yazan Hesiodos’tur. Fenike, Sümer ve Babil gibi eski inanç ve efsaneleri aktarır Yunanlılarınkiyle kaynaştırır. Homeros’ta olduğu gibi Eski Yunan’daki mitoloji yazarlarına kaynak oluşturan tek din kitabı olarak kabul edilir. Hesiodos (MÖ. 8.Yy) didaktik (öğretici) şiirin öncüsü ve ilk ekonomi tarihçisi olarak da kabul edilir. Theogonia adlı eseri evrenin oluşumu ve tanrıların kökeni hakkında kaynak olarak yorumlanırken “İşler ve Günler” adlı eseriyle de çiftçilik yaşamını anlatır. Hesiodos,  İş ve Günler’de çağların gittikçe kötüleştiğini  “Altın Çağ” diye nitelediği bir barış bolluk döneminden sonra gümüş, bronz, kahramanlık ve demir çağının geldiğini belirtir. Ve işlerin zor ve insanların da çok çalışmaktan yıpranır hale geldiklerini dile getirir. Hesiodos’un bu konuda yazdıkları belki de diyalektik tarihin gelişimine ilişkin ilk gerçekçi varsayımlardı.

Toplumsal gelişime ekonomik temelli yaklaşan Saint Simon,  endüstri toplumuna ilişkin Hristiyanlık için “Yeni Hristiyanlık”  yaklaşımı getirmişti. Dinsel düşüncenin yerini bilimsel düşünce almıştır (rasyonelleşme). Saint Simon’dan etkilenen tilmizi Auguste Comte de pozitivist toplumun bu yeni dinsel anlayışına  “insanlık dini” olarak bakmıştır. Sosyolog Auguste Comte toplumsal gelişmeyi 3 aşamaya ayırmıştı: Teolojik, metafizik (ortaçağ) ve pozitif dönem. Avrupa uygarlığı çok tanrılı uygarlıktan sonra endüstri toplumuna ulaştı. Bilim Kurgu ile yaratılan efsaneler, fantastik dünya (ütopyalar) dünle yarının bir harmanlanışıydı elbette…

M.Ö. 7.Yy’da dithyramboslarla (başta 1-2 dizeli şiirlerle) başlayan tragedyalar da mitolojiyle beslenirlerdi. Yunan tragedyasında diyaloglu bölümler epizod (perde) olarak adlandırılır. Thespis ve Aiskhylos (Esillos) MÖ. 6.Yy tragedyanın yaratıcıları oldular ve tragedya (3 ayrı bölümden oluştuğu için, trilogia) seyircide bir etki (katarsis) amaçlanarak tanrılara ve krallara övgüler yağdırılırdı.

Tektanrıcı ve evren bilim hakkında görüş ortaya koyan Ksenophanes (M.Ö.  570 – M.Ö.  475), Amerikalı Anarko-Primitivist Yazar John Zerzan’a göre, ilerleme inancını beyan eden ilk kişidir (Makinelerin Alacakaranlığı, Kaos Yayınları, 1.Baskı, 2013, s. 53). Antik Yunan mitolojisi efsanevi yazımlara dayalı idi ve bu efsaneler içinde barbar devlerle uygar tanrı düzeni içinde sürekli bir çatışkı anlatılmaktaydı. İnanç günlük yaşamla iç içe idi ve eğitimde çok önemli bir yeri vardı. Ksenophanes tektanrıcılığı (monoteizm) savunarak Tanrı’nın insan ve diğer doğal varlıklara (antropomorfizm)  benzetilmelerini şu sözlerle eleştirir:  “Homeros ile Hesiodos, ölümlüler (insanlar) arasında suç sayılan, utanılan bütün şeyleri tanrılara da yüklemişlerdir. Tanrılar hırsızlık ederler, yalan söylerler, eşlerini aldatırlar. Bir tanrı vardır; bu, tanrılar ve insanların en ulusudur; ne biçimi, ne de düşünmesi bakımından ölümlülere benzer; bu tek tanrı baştan aşağı işitmedir, baştan aşağı düşünmedir; her şeyi düşünceleriyle hiç zahmetsiz yönetir.” Sözlü (tanrısal) yasalar Thesmoi idi ve farklı çıkarlar yazılı hale gelmesine neden olmuştu.  Nomos eski Yunan şehir devletinin (polis) egemenliğini ifade eden yasalar, hukuk düzenidir. Arapça olan namus sözcüğü de Yunancadan türemedir…

Osmanlı Devleti’nin parçalanmasından iki devlet ortaya çıktı der Herkül Millas: Yunanistan ve Türkiye.  İkisi de hem birbirine hem Osmanlı’ya karşı savaştılar.

Urla (İzmir) doğumlu Çağdaş Yunan Şair Yorgo Seferis’in 1945-1951 yıllarına ait günlükleri  “Bir Şairin Günlüğü” adıyla ölümünden sonra bir kitapta toplanmıştı. 1949’da Bursa’ya da gelmiştir Seferis. Bu kitapta  “Bithynia Olympos”u diyordu Uludağ’a: “1 Mayıs 1949: Bithynia Olympos’u; keşişleri eski zamanlara ait.  Müziğin yaprakları; müzik nasıl da yuva yapıyor kendine;  nasıl serpiliyor yapraklar onunla.”  Yorgo Seferis (1945-1951 Bir Şairin Günlüğü,  Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,  2004, s. 146)

Nostos ve haymatlos;  bir yanda özlem eve dönme isteği bir yanda tabiiyetsizlik; vatandan uzak kalma duygusu yani. Yorgo Seferis, 1922’deki mübadele (değişim) trajedisinin yarattığı duyguyla şiirini de etkileyen sürekli bir kimlik arayışına girmişti. İonia’da hissettikleri, çocukluğu onu Odisseusvari nostos duygularıyla doldurmuştur…

Çağdaş Yunan Şair Yannis Ritsos , “Yunan uygarlığını belirlemiş olan, hala da belirleyen işte budur; dinsel hoşgörü,  bir de kimi etki ve etkenleri kabullenmekteki korkmazlık. Doğu ve Batı arasında bulunduğu için hem Doğu’dan hem Batı’dan kimi özellikleri almış, sindirmiş, birleştirmiştir. Bu yüzden hem Doğulular hem Batılılar için örnek olabilmektedir.” der (Herkül Millas,  Çağdaş Yunan Edebiyatı,  Dünya Yayıncılık, 2005, s, 76)

Modern Yunan edebiyatının temellerini atan ve Yunan aydınlanmasının öncüsü Adamantios Korais’tir. İzmir doğumlu Korais Osmanlı bağımlılığını ve Ortodoks kilisesini eleştirmiştir. 1821 Yunan İsyanı’na giden süreçte yayınladığı “Hellen Nomarşisi” cumhuriyetçi görüşleri dile getiriyordu.

Apokalips’i  (Vahiy kitabı) Yuanna sürgündeyken İsa’yı gördüğünü iddia ettiği küçük bir yunan adası olan Patmoz (batmaz) adasında yazmıştır. Ada’daki bir mağara da Hristiyanların haç merkezlerinden birisidir.   D.H.Lawrence de 1931’de yayınlanan “Apocalypse” (Vahiy) adlı bir kitap yazdı. Batı uygarlığını şekillendiren politik, dini ve sosyal yapıları eleştiriyordu. Ona göre, akıl ve ruh arasındaki sürekli çatışkı, toplumun doğal dünyadan yabancılaşmasına neden olmuştur.  Son kitabında Lawrence, insanların doğadan ve evrenden koptuğunu ileri sürerek, insana ve kozmosa dair umut aşılamaya çalışıyordu. Lawrence, Mina Urgan’a göre beden içgüdülerini yadsıyan sadece ruhu önemseyen Hristiyanlık ruhçuluğunu eleştiriyordu; “The Dark Gods” (Karanlık Tanrılar) dediği cinsel dürtüler gibi bedensel dürtülere egemen kozmik güçlere inanıyordu.

Mina Urgan,”Lawrence, sanayileşmeyi yaşadığı çağın başlıca felaketi sayardı.” demektedir. (D.H.Lawrence, İnceleme, YKY, 2016, s. 9)

Tetrarşi  (4’lü yönetim), M.S. 3.Yy da Roma İmparatoru Diocletianus’un ülkeyi daha kolay yönetilir hale getirmek için 2’ye bölüp başına birer Augustus (imparator)  getirmesi ile ortaya çıkan yönetim şekli idi. Ve böylece ülkeyi bir Caesar (Kayser) daha kolay yönetebilecekti.

Apollon’a  (Güneş Tanrısı) tapan kendisi de ordusu gibi pagan olan 1.Constantinus Roma’daki kötü yönetime duyulan tepkiden faydalanarak Maxentius’la savaştı. Romalı iki tetrarkın karşılaşmasında Maxentius’a karşı zafer için Hristiyanlığı kullanacaktı (M.S. 312).

Yunan kolonileri (kentleri)  aslında birer “Paroskia” yani Yunan ticaret şirketleri tarafından kurulan ulusal yöre dışında yeralan ulus bilinç taşımakla birlikte ekonomik ve toplumsal niteliği olan sömürgeci ve burjuva işbölümüne dayalı insan topluluğundan oluşan (Selanik, İzmir, Odesa gibi)    kolonilerdi. Bu kentlerden biri de adını kurucusu efsanevi kahraman Byzantas’tan alan Byzantion’du (İstanbul). 1. Constantinus bu Eski Yunan kolonisini imparatorluğun yeni başkenti ilan ederek (13 Mayıs 330) “Nova Roma” (Yeni Roma) adını vermişti.  Ölümünden sonra adıyla;  “Constantinopolis” olarak anılacaktır.

1.Constantinus (M.S. 272- M.S. 337), Hristiyanlara hoşgörü gösterilmesini buyuran ve “inanç özgürlüğünü” dile getiren Milano Fermanı’nı (M.S. 313) yayınlar ve Roma İmparatorluğu’nda resmî din olacak Hristiyanlığın içerisinde tartışılan bazı konuları netleştirmek amacı ile (İnanç Bildirgesi)  Birinci İznik Konsili’ni toplar. Konsilde Athanasius’un karşı çıktığı İskenderiyeli Papaz Arius’un 3’lü teslisi (ve İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğunu)  reddettiği teori tasfiye edilerek aforoz edilir. Paskalya Bayramı İznik Konsili’nde kararlaştırılmıştır (Her Pazar). İkinci İznik Konsili (7.konsil) ikona kırıcılığı konusunda 787’de tekrar toplanır.

Osmanlı Devleti ulus yerine dinsel ayrım güttüğünden Ortodoks Yunanlılar kendilerini Hristiyan olarak tanımlardı. Merkezi İstanbul’daki Fener Rum Patriği olan Doğu Ortodoks Kilisesi 3 büyük Hristiyan mezhebinden birini oluşturur (diğer ikisi Roma Katolik Kilisesi ve Protestan Kilisesi). Yunanistan Ortodoks Kilisesi Doğu Ortodoks kiliselerinden birini oluşturur.  Ve Doğu Ortodoks Kilisesi İznik, Konstantinopolis  ve Efes Konsili’ni tanıyan oryantal Ortodoks kilisesine karşı  ilk 7 konsildeki tanımlamaları kabul eder.

Monistik Tekçilik evreni tek bir “ilke”ye dayandırarak açıklamaya çalışan öğretidir. Özellikle ruhu maddeye, maddeyi de ruha irca eden, diğer bir ifadeyle, ruh ile maddeyi özdeş sayan öğretilerdir. İznik Konsili’nde Arius’un aforoz edilmesi monofizizmin yani İsa’nın tanrının oğlu olduğunun temel akide olarak benimsenmesi İsa’nın varlığında, insanlıkla tanrısal özün birleştiği ile ilgili kararlar alınmıştı. İsa’nın Tanrı’nın oğlu olduğu İznik Konsili’nde de (M.S. 325’te) temel akide olarak benimsenmişti. Kutsal Ruh’un Tanrı olduğuna inanırlar. Aya Triada, kutsal üçlü demektir. Bazı Rum Ortodoks kiliselerine verilen addır. Transfigürasyon; Tanrı’nın oğlu İsa’nın dönüşümü gibi İsa’nın dirilip göğe yükselmesiydi. Tanrı’nın İsa’nın vücudunda beden bulduğuna ve yol gösterdiğine inanırlar. Ortodoks kilisesinde bu kavram “Teofani” (Hierosphainein), Batıda ise “Epifani” yani tanrı kudretinin tezahürü anlamına da gelmekte…

Katolik evrensel manasına gelirken, Ortodoks, doğru inanç anlamındadır. Ortodoksların batı kiliselerinden farklı akideleri de (Paradhosis) vardır. Ortodokslar resimlerle yetinirler. İkonostaz, İkonlu duvar ve tablolarına denir.  İsa, Meryem Ana ve diğer ermişlerin tahta üstüne yapılmış heykel ve resimlerine de ikon veya ikona derler. Yunanca sözcüklerdir.

Ortodoksların ayinleri Yunanca olur. Keşişler manastırlarda yaşayıp hiç evlenmezlerdi fakat Ortodokslarda rahipler evlenebilirlerdi.

Kitonik dünyevi,  kozmik evrenseldir. Ekümenik ise, evrensel, ikamet eden dünya manasında yunanca bir sözcüktür. Bütün kiliseleri kapsayan kavramla Ortodoks kiliselerinde birliktelik ve eşitlik kastedilmektedir.  Apostolik, 12 havariyle ilgili ve onların kurduğu kiliseler manasındadır.

Agios aziz, agia  azize demektir. Taksiyarhis  çağdaş Yunancada başmelek demektir. Başmeleklerin kimliği kesin olmamakla birlikte 4 büyük başmelek ismi geçmektedir: Michael, Gabriel, Raphael ve Uriel.  Michael tanrının kendinden yarattığı ilk melek kabul edilir, ikonografide elinde kılıç ve ölü ruhları tartan teraziyle tasvir edilir.

Ayazma Türkçeden türetilen bir sözcüktür soğuk su demektir. Ortodos hristiyanlar kutsal su anlamında ayazmalara hagia derler. İsa’ya inananların yıkanması (vaftiz)  İsa ile bütünleşmek anlamına geliyor. Çocuğa vaftizde kutsal sayılan bir isim de konuyor. Benzer bir sözcük olan takdis öldükten sonra huzur içinde yatması için günahların bağışlanması için yapılan bir işlemdir.

Noel doğuş demektir (Fransızca). Hristiyanlık inancına göre Noel yortusu paskalyadan sonra gelen ikinci önemli yortudur. İsa’nın,  doğumunun kutlandığı bu yortu gününe Yunanca “Xristougenna” (Mesih doğdu) denir.  Batı kilisesi 25 Aralık’ta kutlarken Noeli Ortodoks Kilisesi Julyen takvimini esas aldığı için 7 Ocak’ta kutlar. Teofani bayramını (Haçı suya atma bayramı) 6 Ocak yerine 19 Ocak’ta kutlar (Gregoryen takvimle Julyen takvim arasında 13 gün fark olduğundan).

Uruc orucu 1 Ağustos-15 Ağustos (Uruc Günü) arasında Meryem ana adına tutulan oruçtur. İsa’nın dirilişinin kutlandığı Paskalya yortusu öncesinde olduğu gibi, Noel yortusundan önce de 15 Kasım’dan sonra 40 gün oruç tutulur. Paskalya dönemindeki 40 günlük oruca “Büyük Perhiz” denir.  Rumlar kırk gün tutulan oruca “Megali Sarakosti”  (Büyük Kırk Gün)  derler.

Kristoloji yani Mesih anlayışına göre enkarnasyon (hulul)  tanrının cisimleşmesi ve insan biçiminde görülmesidir.“Golgota” (Calvary), İncil’deki anlatımlara göre Kudüs surlarının hemen dışında yer alan ve İsa’nın çarmıha gerildiği bir tepedir. İsa’nın çarmıha gerildikten sonra 3. günde dirilişini  (paskalya bayramı) mart-nisan ayında kutlarlar. Ortodokslar için en önemli kutsal bayramlardan (yortu) sayılan günlerde İsa, havarileri ve diğer azizler anılırlar. Hristiyanlar İsa’nın doğumu, vaftizi ve peygamberliğe başlangıcını 25 Aralık-6 Ocak arasında, göğe yükselişini (mihracı) ise Nisan’dan Temmuz’a kadar kutlarlar…

Devam Edecek…

Gölyazı’daki Nekropol ve Kutsal Alan kazıları sona erdi

 

DCIM100MEDIADJI_0097.JPG

Gölyazı’daki 2500 yıllık tarihi ortaya çıkarmak için sürdürülen çalışma çerçevesinde, Nekropol ve Kutsal Alan kazıları sona erdi. Ekipler, şimdi Kız Ada’daki tarihi, gün yüzüne çıkarmak için çalışmaları bu bölgeye kaydırdı.GOLYAZI KAZI (2)

 

Nilüfer Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı Müzeler Genel Müdürlüğü arasında 2015 yılında imzalanan protokol çerçevesinde geçtiğimiz yıl Gölyazı’da başlayan kazılar devam ediyor. Uludağ Üniversitesi Arkeoloji Bölüm Başkanı Prof. Dr. Mustafa Şahin’in başkanlığını yürüttüğü kazılarda Nekropol ve Kutsal Alan’daki kazılar sona erdi. 30’a yakın mezarın bulunduğu kazılardan 2500 yıl öncesine ait eşyalar ve Roma dönemine ait seramik ve cam fırınlar da çıkarıldı. Bu iki alanda kazı çalışmalarını tamamlayan ekipler,  Kız Ada’da Apollon Tapınağı’nın kalıntılarını ortaya çıkarmak için çalışma başlattı.  Karadan yaklaşık 800 metre uzaklıkta bulunan Kız Ada’da sürdürülen çalışmalarda öncelikle bölgenin bitki temizliği yapıldı. Temizlik çalışmasının ardından yüzey altındaki kalıntıların tespit edilebilmesi için adada sondaj işlemi uygulanıyor.GOLYAZI KAZI (3)

Daha önce hiç arkeolojik kazı yapılmayan Gözyazı’da çalışma için gerekli tüm araçların tedariğini ve personel hizmetini sağlayan Nilüfer Belediyesi, bölgede bir ilki de gerçekleştirmiş oluyor. Gölyazı ve çevresindeki kaçak kazıların önlenmesi amacıyla sürdürülen kazılar sonunda yüzlerce yıldır toprak altında yatan tarihin gün yüzüne çıkarılarak Gölyazı’nın kültür turizmine kazandırılması hedefleniyor.

HEDEF ARKEOPARK OLUŞTURMAK

Gölyazı’da Devam eden kazıları Nilüfer Belediye Başkan Yardımcısı Bukle Erman ile Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Güney Özkılınç yerinde inceleyerek bilgi aldı.

DCIM100MEDIADJI_0010.JPG
DCIM100MEDIADJI_0010.JPG

Nilüfer Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Müdürü Güney Özkılınç, çalışmalar tamamlandığında bir arkeopark yapmak istediklerini belirterek, “Gölyazı’daki kazılar sonucunda, arkeolojik kazı alanlarında, Bursa Müze Müdürlüğü’nün izni ve onayı ile arkeopark düzenlemeleri yapmak istiyoruz. Bununla ilgili olarak kimi bölgelerin röleve çalışması belediyemiz tarafından gerçekleştirildi ve plan proje aşamasına gelindi” diye konuştu.

Federal Mogul Emeklileri Yıllar Önce Kurulan bağları koparmıyor

 

federal moğul buluşması

Ahmet Güngör Başkanlığındaki FEDERAL- MOGUL Emeklilerinin 10. geleneksel kahvaltılı buluşması İzmit SekaPark Teras Cafe’de gerçekleşti.

SekaPark Teras Cafe’deki Kahvaltıya; Kocaeli, Sakarya, İl ve ilçelerinde yaşayan FEDERAL- MOGUL Emeklileri katıldı.

federal moğul buluşması.jpg1Açılış konuşmasında katılanlara hoş geldiniz diyen Tertip Komitesi Başkanı Ahmet Güngör; “Değerli Müdürlerim, sevgili mesai arkadaşlarım FEDERAL MOGUL emeklilerinin geleneksel 10.cu buluşmasını şereflendiren Sizlere teşekkür ediyorum. Düğün ve dernek toplantılarının yoğun olduğu bugünlerde 100’den fazla emeklinin biraraya gelmesi mutluluğumuzu ve şevkimizi artırmıştır. Bu durum arkadaşlık ve dostluğumuzun güzel bir göstergesi olmuştur.” dedi.

İki saatten fazla süren kahvaltılı toplantı, Teras Cafe’nin önünde neşe içinde birlikte çekilen fotoğrafla tamamlandı.

Bu tür organizasyonları dönüşümlü olarak Kocaeli, Sakarya ve Fabrikanın kurulu olduğu Sapanca’da  sürdüren  FEDERAL- MOGUL Emeklilerinin bir sonraki buluşması Ekim ayında Adapazarı’nda gerçekleşecektir.federal moğul buluşması.jpg2

Davud el Kayseri, İznik´te Anıldı

58İlk Osmanlı medresesinin kurucusu ve Başmüderrisi olan Davud El Kayseri, Bursa Büyükşehir  Belediyesi tarafından adına düzenlenen sempozyumla İznik’te anıldı.

DSİ İznik Tesisleri’nde gerçekleştirilen ve uluslararası nitelikte düzenlenen sempozyuma; Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Turizm Daire Başkanı Aziz Elbas, İlçe Belediye Başkanı Osman Sargın, Kaymakam Hüseyin Karameşe, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyesi Prof.Dr. Süleyman Uludağ, akademisyenler ve öğrenciler katıldı.

Elbas: Çalışmalara startı verdik

Sempozyumun açılışında konuşan Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Turizm Daire Başkanı Aziz Elbas, Bursa’da tarihi ve kültürel mirasa yönelik faaliyetlerin yanında manevi değerlerin tanıtılmasına, günlük hayatın içerisine sokulmasına büyük önem verdiklerini, bu konuda aralıksız çalışmaya devam ettiklerini bildirdi. Bugüne kadar Bursa şehir merkezinde bulunan tarihi ve kültürel mirasa dair tüm eserlerin bir bir ayağa kaldırıldığını, yeniden işlevsellendirilerek halkın hizmetine sunulduğunu hatırlatan Elbas, manevi değerlere ait tekke, zaviye, türbe ve kabirlerin de yenilendiğini ifade etti. Şehir merkezinde yapılan ve dünyaya örnek olan çalışmaların Bütünşehir Yasası’nın yürürlüğe girmesiyle birlikte ilçelerde de başladığını vurgulayan Elbas, “Başta İznik olmak üzere tüm bölgelerimizde benzer faaliyetlere startı verdik. Bu kapsamda inşallah, Davud el Kayseri’nin mezarını da ortaya çıkartacak ve çevresini düzenleyeceğiz. Tanıtılmasına katkıda bulunacağız” dedi.

Sargın’dan isim değişikliği teklifi28

İznik belediye Başkanı Osman Sargın ise, Osmanlı üniversite sisteminin kurucusu olarak bilinen Davud el Kayseri’nin İznik’te anılmasının kültür ve turizm açısından büyük önem arz ettiğini bildirdi. Sempozyumu düzenleyerek Davud el Kayseri’nin, dolayısıyla İznik’in tanıtılmasına katkıda bulunan Büyükşehir Belediyesi yetkililerine teşekkür eden Sargın, Kayseri’de doğan fakat tüm hayatı İznik’te geçen Davud el Kayseri’nin isminin Davud el İzniki olarak anılmasını teklif etti.

Kaymakam Hüseyin Karameşe de, düzenlenen sempozyumun Davud el Kayseri’yle sınırlı kalmaması, manevi şahsiyetlerin tümünün geniş çerçevede anılması gerektiğini ifade etti. Bir şehri mekan ve binaların yanında manevi şahsiyetlerin de anlamlandırdığını, Davud el Kayseri’nin de İznik açısından bu konumda bulunduğunu vurgulayan Karameşe, “Sempozyumlar düzenlemeli ve manevi değerlerimizi mutlaka gelecek nesillerle, üniversite öğrencileriyle buluşturmalıyız” diye konuştu.

Uluslararası sempozyum

Sempozyum açılışında söz alan UÜ Öğretim Üyesi Prof.Dr. Süleyman Uludağ da, Muhyiddin Arabi´nin Vahdet-i Vücud denilen sufi öğretisinin Osmanlı İmparatorluğu´ndaki ilk temsilcilerinden ve yorumcularından birisi olan Davud el Kayseri’nin bilim ile inanç dünyası açısından taşıdığı değerlere vurguda bulundu.

Bursa Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen Uluslararası Davud el Kayseri Sempozyumu’na, Uludağ Üniversitesi’yle İznik Belediyesi de katkıda bulunuyor. 9-10 Mayıs tarihleri arasında 5 oturum şeklinde organize edilen sempozyum, İran ve Suriye’den akademisyenler ile üniversite öğrencilerinin katılımıyla gerçekleşiyor.

 

İZAYDAŞ, OSB Bölge Müdürlerini Ağırladı

izaydaş
 

Türkiye’nin ilk endüstriyel atık bertaraf tesisi İZAYDAŞ, Kocaeli’deki organize sanayi bölgelerinin yöneticileri ile bir araya geldi. Programa, Kocaeli Vali Yardımcısı Osman Sarı da eşlik etti.izaydaş.jpg1

BÖLGE MÜDÜRLERİ BİR ARADA
Bilim Sanayi ve Teknoloji İl Müdürü İlhan Aydın öncülüğünde, İZAYDAŞ Genel Müdürü Muhammet Saraç’ın ev sahipliğinde gerçekleşen programa, Kocaeli Vali Yardımcısı Osman Sarı,  Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Mehmet Ersan Aytaç, Kocaeli Sanayi Odası Genel Sekreteri Memet B. Turabi, Gebze OSB Bölge Müdürü Nil Sönmez, Dilovası OSB Bölge Müdürü Serap Türker, Asım Kibar OSB Bölge Müdürü Sadiye Dişbudak, TOSB Bölge Müdürü Fuat Günel, Alikahya OSB Bölge Müdürü Nevzat Göçer, Gebze Kömürcüler İhtisas OSB Bölge Müdürü Erhan Koray, Bölge Müdür Yardımcısı Cihan Odabaşı, Çevre ve İSG Sorumlusu Aslıhan Aydın Koşar, Arslanbey OSB Bölge Müdürü Doğan Yıldırım, Gebze Plastikçiler OSB Bölge Müdürü İrfan Ayar, Kandıra Gıda İhtisas OSB Bölge Müdürü Hamit Eroğlu, Makine İhtisas OSB Bölge Müdürü Yaşar Yalamanoğlu, KOSGEB Kocaeli HMM Kobi Uzmanı Hakan Demirci, İZAYDAŞ Yakma Tesisi Müdürü Şahan Dede, Pazarlama Müdürü Ayfer Nefesoğlu ve Genel Müdür Yardımcıları Bayram Karakuş ile İsmail Uludağ katıldı.izaydaş.jpg2

TANITIM VE TEKNİK GEZİ
Kahvaltı ile başlayan programda katılımcılar tek tek kendilerini tanıttı. Samimi bir ortamda İZAYDAŞ’ın faaliyetlerinin anlatıldığı tanıtım filmi ile devam eden programda sanayi kaynaklı endüstriyel atıkların yönetimi, organize sanayi bölgelerinin ortak sorunları ve çözüm önerileri konusunda fikir alışverişinde bulunuldu. Heyet daha sonra düzenlenen teknik gezide İZAYDAŞ tesislerini inceleme imkânı buldu.izaydaş.jpg3