Etiket arşivi: Türk’ün

Zihinler Küreselleşen Kentler İçin Buluşuyor

Kamu kurumları ve özel sektörün karar mekanizmalarını bir araya getiren kentler, politik ve ekonomik güç odakları haline geldi. Bilgi akışının, kültürel ürünlerin ve finansın kontrol merkezleri olan küresel kentler, küresel ve yerel arasında bir arayüz sağlıyorlar. Bu bağlamda Marmara Belediyeler Birliği, 23 Şubat’ta İstanbul’da uluslararası düzeyde konuşmacıların katkılarıyla “Küreselleşme ve Kent Ağları Buluşması”nı düzenliyor. 

Kentler artık hiç olmadığı kadar dünyaya yön veriyor. Ekonomiden siyasete, mimariden çevreye, ulaşımdan turizme, kültürden göçe hayatın her alanında kentlerin belirleyiciliği ön plana çıkıyor. Kamu kurumları ve özel sektörün karar mekanizmalarını bir araya getiren kentler, politik ve ekonomik güç merkezleri haline geldi.

Küreselleşen kentlerin üretim, tüketim ve dolaşım kurgusunda ulus ötesi bir ağ mekanizması oluşturduğu yadsınamaz. Küresel kentler, ekonomik ve kültürel küreselleşmeyi sürdüren bilgi akışının, kültürel ürünlerin ve finansın kontrol merkezleridir. Küresel ve yerel arasında bir arayüz sağlamaktadırlar. Bu noktadan hareketle Marmara Belediyeler Birliği Şehir Politikaları Merkezi, 23 Şubat 2018 tarihinde InterContinental İstanbul’da “Küreselleşme ve Kent Ağları Buluşması (Meeting of the Minds: Globalization and World City Network)” programını düzenleyecek.

Program kapsamında üç ayrı oturumda Küreselleşme ve Dünya Kentleri, Küresel Kent Ağları Çalışmalarında Nicel ve Nitel Araştırma Yaklaşımları, Küreselleşme ve Gayrimenkul Piyasası ve Küreselleşme ve Kent İmgesi konuları ele alınacak.

Dünya kentleri üzerine detaylı çalışmalar yapmakta olan GaWC (Kürselleşme ve Dünya Şehirleri Araştırma Grubu) araştırmacıları katılımcılarla buluşacak. Prof. Dr. Ben Derudder, Prof. Dr. Allan Watson, Prof. Dr. Kathy Pain, Prof. Dr. Alain Thierstein’ın beraberinde küreselleşme ve kentleşme alanında değerli çalışmaları bulunan Prof. Dr. Çağlar Keyder, Prof. Dr. Zeynep Enlil, Prof. Dr. Oğuz Işık, Prof. Dr. Ali Türel, Prof. Dr. Asuman Türkün, Prof. Dr. Celal Abdi Güzer, Doç. Dr. Aslı Ceylan Öner de konuşmacı olarak yer alacak. Buluşma süresince Türkçe-İngilizce ve İngilizce-Türkçe simültane tercüme de bulunacaktır.

BİLGİ KUTUSU
Kentler sadece insan yığınlarından meydana gelmiyor. Ancak sayılar yine de büyüleyici boyutta:
• Şehirler, 7.6 milyar olan dünya nüfusunun yarısından fazlasına ev sahipliği yapmaktadır.
• 1980 – 2010 yılları arasında şehirde yaşayanların sayısı dünya çapında 1.7 milyar artmıştır.
• 2050 yılına gelindiğinde kent nüfusu ikiye katlanacak ve 100 kişiden yaklaşık 70’i kentlerde yaşıyor olacak.
• Yetenek ve yatırım mıknatısı olan kentler dünyanın en büyük büyüme lokomotifi haline geldi: küresel gayrısafi yurt içi hasılanın yüzde 80’ini kentler oluşturuyor ve yüz milyonlarca insanın aşırı yoksulluktan kurtarıyor.
• Mexico City ve São Paulo her yıl nüfuslarına yarım milyon insan eklemektedir. Bu da her hafta 10.000 (ölümler ve dışa göçler de dahil) kişiye tekabül etmektedir.
• Londra’nın nüfusunun yarım milyondan 10 milyona ulaşması 190 yıl sürdü. New York’un ise 140 yıl sürdü. Ancak Buenos Aires, Mumbai, Rio de Janeiro, São Paulo, Seoul’un yarım milyondan 10 milyona ulaşmaları 75 yıldan daha kısa sürdü.
• 2018 yılı itibarıyla, 15 milyon 29 bin 231 kişi ile İstanbul nüfusu, dünyada 201 ülkeden 129’unu geri bıraktı.
• Küresel Güç Şehirleri Endeksi 2017’ye göre İstanbul 44 küresel şehir arasında 30. sırada. Ulaşım alanında 11., kültürel etkileşim alanında 16., ekonomi ve Ar-Ge alanında 26., yaşanılabilirlik alanında 37., çevre alanında 40. sırada yer alıyor. Kullanıcıların değerlendirmesinde ise İstanbul turistler için 5., yöneticiler için 13., sanatçılar için 18., araştırmacılar için 37., kent sakinleri için 38. sırada.
• Mastercard’ın 2017 ‘en çok ziyaret edilen 30 küresel şehir’ listesinde İstanbul 11. sırada yer alıyor. 

*Programa ilişkin tüm detaylar www.kentaglari.com ’da. Ekte afiş ve program akışı bulunmaktadır.

İrtibat:
Hatice Erkan
MBB Kurumsal İletişim Koordinatörü
hatice.erkan@marmara.gov.tr
0212 410 19 10

TÜRK’ÜN DEMOKRASİYLE İMTİHANI

 

 

 

 

süleyman pekinMazisi 4–5 bin yıllık bir milletiz. Yüzlerce devlet ve farklı coğrafyalarda medeniyet kurmuşuz. Yalnızca Cumhurbaşkanlığı Forsu’nda bile 16 büyük imparatorluk var ve 17’ncisi Türkiye Cumhuriyeti..

Bu 40–50 asırlık tarih şeridinde son 1 asır hariç hep kağanlık, hanlık, sultanlık ve padişahlıkla yönetilmişiz. 13.yy ortalarındaki Ahiler ve 20.yy başındaki kısa süreli Azerbaycan Cumhuriyet denemelerini saymazsak “Türk’ün Demokrasiyle İmtihanı”nın başlangıcı 1923’tür.

Cumhuriyetin ikinci yılında kurulan siyasî partinin (TCF) üçüncü yılda çıkan bir isyanla (Şeyh Said) kapatılmasını anlayabiliriz. Zira Saltanat kaldırılalı 2-3 yıl olmuş, Halifeliğin kaldırılışının yılı bile dolmamış. Yani 40 yada 50 asırlık millet ömrünün 39 veyahut 49 asrını tek adam liderliğinde geçiren bir toplumun Cumhuriyeti hemencecik benimsemesi sosyolojiye aykırı olurdu.

Hatta bu olaydan 5 yıl sonra yeni bir partiyle (SCF) denenen demokratikleşme adımı bu defa aynı yıl çıkan başka bir isyanla (Menemen) kesilecektir. Ki sonrasındaki 15 yıllık tek parti dönemine bakıldığında 20 küsur yıllık bir tek seslilikten başka bir şey görülmez. Meselâ yapılanlar, edilenler: Yollar, fabrikalar, okullar, fırsat eşitliği, kadın hakları, eğitim ve kültür hamleleri, sağlık ve imar hizmetleri, yenilikler, planlamalar vs. Yeni baştan yasalar, yeni ölçüler, eski köye yeni âdetler..

Cumhuriyetten yana olmamız milletin genetik yapısına bile sirayet eden Monarşi mantığının Çok Partili Hayat teşebbüslerine tepkisel olarak yansıdığını görmemize engel değil. Problem Terakkiperver veya Serbest Cumhuriyet Partilerinin kurucularında değil yaşam biçimi alışkanlıklarında. Ki itirazlarına katılmasak da halkın bir bölümünün insiyakî davranışlarının siyasî ve dinî tercihlerini de etkilediğini bilme durumundayız.

94 yıl sonra bile futbol liglerinde en çok gol atan oyuncuya “Gol Kralı”, güzellik yarışmalarında birinci olana “Kraliçe”, A Millî Bayan Voleybol Takımı’na “Filenin Sultanları”, Anadolu halk oyunlarını oynayanlara “Dansın Sultanları” hatta sünnet çocuklarına “şehzade” ve “prens” kıyafetleri giydirilmesi, kız çocuklarına “prenses” hitapları hâlâ mirasen içimizde nelerin dolaştığını gösteren örneklerdir. Dahası vapurda martılara kırıp kırıp attığımız “Simit”in bile “Sarayı” var değil ki “Adalet”in olmasın.

Hangi hanım eşinin “Sultanım” hitabından rahatsız olur? Hangi vatandaş “Kral adamsın” sözüne “Hayır, Krallık 1 Kasım 1922’de kaldırıldı” diye cevap verir? Bırakın “Sultanlar Ligi” tabirini, “Potanın Perileri” gibi fizik ötesi unsurlarla anılmaktan şikâyetçi olan oldu mu?

Öyleyse; yıllar sonra geldiğimiz noktadaki kazanımları küçümsemeden, toplumsal bilinçaltının tercihlerine kızmadan, eskiyle yeniyi dövüştürmeden, hem Osmanlı’ya hem Cumhuriyet’e sahip çıkarak ama tabii ki yaşayanı artık yaşamayandan daha fazla önemseyerek ortak bir tarih bilinciyle hareket etmemiz şart. Yoksa boncuklar dağılır, tesbih işlevsiz kalır.

Bundan da öte iyilik de, kötülük de bulaşıcıdır. Dünyanın devlet yönetimleri biçimi ve demokrasi alanında geldiği nokta “Dönülmez Akşamın Ufku” değildir. Hukukun üstünlüğü, kanun önünde eşitlik, sosyal devlet olma ilkesi, temel hak ve hürriyetler gibi yüzyıllık kavramlar bile bin yıllık kavramlarla trampa edilme yoluna gidilebilir; Trumpları boş bırakırsak.

Türk’ün ve Dünya insanlığının imtihanı devam ediyor. Demokrasi sınavı kâğıdı önümüzde.. Çalışmak isteyenler “iyiliği emretmek kötülüğü yasaklamak” konularına baksın.

“Sen insansın, sen insan. Sen insansın; seksen milyon / yedibuçuk milyar can.”

Müslüman Türk’ün Balkanlar’daki Tapusu

alptekin cevherliBu hafta sonu Kosova’da evlâd-ı fatihanı ziyarete ve onları yerinde görmeye gittik. Gittiğimizde de adetten olarak yörenin en ulu kişisini ziyaret etmemiz kaçınılmazdı. Bu amaçla da Sultan 1’inci Murat Hûdavedigâr’ın kabrini de ziyaret ettik.
 * * *
Orhan Gazi’nin vefatından sonra Sultan Murat Hûdavendigâr döneminde de Osmanlı Devleti Balkanlarda hızla büyümeye ve ilerlemeye devam eder…
Osmanlı Devleti’ni Balkanlardan uzaklaştırmak isteyen bölge devletleri de Sırp Kralı Lazar komutasında büyük bir Haçlı ordusu oluştururlar. Sultan 1’inci Murat, iki oğlu ile birlikte 20 Haziran 1389 tarihinde Kosova’da Haçlı ordusunu karşılar. Sekiz saat süren uzun bir savaşın sonunda Haçlı ordusu, kumandanları Sırp Kralı Lazar da dâhil imha edilir. Balkanlardaki Müslüman Türk hâkimiyeti bir kez daha çok net bir şekilde ilan edilmiştir…
Savaş meydanını gezen Sultan 1’inci Murat yaralılara su vermekte her iki tarafın ordusundan da askerlerin tedavisiyle bizzat ilgilenmektedir. Ancak yaralı bir Sırp askeri (Miloş Obiliç) kendisine yardım etmek için eğilen Sultan’ı sakladığı hançeri ile şehit eder. Suikasta uğradığı yerden derhal Otağ’a getirilen Sultan Murat Hûdavendigâr son nefesini burada vermiştir. Miloş Obiliç derhal idam edilir.
Sultan’ın naaşı Bursa’ya getirilmek üzere mumyalama (tahnit) işlemine tabi tutulur, iç organları Kosova Ovası’na defnedilir. Yeni Sultan, Yıldırım Beyazıt buraya babası için derhal bir türbe yaptırır. Bugün o türbe Meşhed-i Hûdavendigâr adıyla Başkent Priştine’ye yaklaşık 25 dakikalık mesafede Mazgit köyündedir.
Önemli bir ayrıntı olarak ayrıca Türk bayrağının, şehit kanları (Söylenceye göre Sultan Murat’ın kanının) üzerinde gece doğan hilâl ve yıldızın yansımasının düşmesi ile bu savaşta ortaya çıktığı iddia edilmektedir.
Bu arada Sırplar, Yugoslavya döneminde Miloş Obiliç’in adına Gazi Mestan Bey’in türbesinin hemen yanına dev bir anıt dikerler. Bu anıt aynı zamanda Sultan Murat’ın türbesinde de 2 – 3 km. kadar mesafededir.
 * * *
Kosova’da türbeye gidince, yaklaşık 170 yıldır Sultan Murat’ın kabrinin türbedarlığını yapan Buharalı Hacı Ali Bey’in ailesinden torunu Saniye Ablamızla da konuşma imkânımız oldu.
Saniye Hanım bize dedesinin rüyasında gördüğü bir işaret üzerine Buhara’daki (Özbekistan) Medrese Hocalığı görevini bırakarak o devirler henüz Osmanlı toprağı olan Kosova’ya Sultan Murat’ın türbesini korumak üzere geldiğini o gün bugündür aile fertlerinin bu türbeyi koruyup bakımını yaptığını anlattı. Düşünsenize Balkan Savaşı, 1’inci Dünya Savaşı, 2’nci Dünya Savaşı, Komünist dönem, Kosova’nın Bağımsızlık Savaşı ve daha pek çok olaya rağmen türbe, bu aile ile birlikte varlığını devam ettirebilmiş.
Sultan Murat Türbesi’ndeki Buharalı bu aile, 1854 yılında devrin Padişahı Sultan 1’inci Abdülmecit tarafından ayrıca görevlendirilmiştir. İlk türbedar böylece Buharalı Hacı Ali Bey olmuştur. Dolayısıyla da aile, kesin olarak 162 yıldır; yaklaşık olarak da 170 yıldır Sultan Murat Hüdavendigâr’ın türbedarıdır.
Saniye Abla, orada pek çok hikmetli söz söyledi bizlere, ama en önemlisi bence şuydu: “Bu türbe, Müslüman Türklerin Balkanlardaki tapusudur. Sizler gelip malınıza sahip çıkıyorsunuz!”
Biz oradayken NATO görev kuvvetinde vazifeli iki Müslüman Hırvat askeri de gelip türbede dua etti ki, bu bizleri daha da memnun etti.
Türkiye bütün varlığı ile bölgede kendini hissettiriyor. Diyanet İşleri Başkanlığı, TİKA ve Yunus Emre Enstitüleri canla başla çalışıyorlar.  TİKA yüzlerce eserimizi restore edip yeniden hayat vermiş.
Diyanet İşleri Başkanlığı gönderdiği imam ve hatiplerle Katolik kilisesinin misyonerlik çalışmalarına set çekerek hem dini eğitimi sağlıyor, hem de Türkçe’nin yaşamasına vesile oluyor. Çünkü Vatikan, özellikle Arnavutları Hıristiyanlaştırmak için Rahibe Teresa üzerinden yoğun bir propaganda sürdürüyor.
Yunus Emre Enstitüsü de açtığı Türkçe kurslarıyla yeni neslin Türkçe’yi öğrenmesini kolaylaştırıyor. Ayrıca Türk şirketleri de önemli başarılara imza atmışlar.
Ancak ne yazık ki şu iki hususa da değinmeden geçemeyeceğim:
Kosova’da Türkçe ciddi bir baskı altında. Hatta dediklerine göre eskiye göre çok daha fazla baskı görüyorlar. Türkler, kendi aralarında bile Türkçe konuşmaya korkar durumdalar. Yasal olarak değil belki ama moda tabiriyle söyleyelim “mahalle baskısı” yüzünden kendi aralarında dahi Arnavutça konuşmak zorunda kalıyorlar. Meselâ dükkânda Türkçe konuşarak alışveriş ediyorsunuz, o sırada içeriye yabancı biri giriyor diyelim, o az önce bülbül gibi Türkçe konuşan esnaf, bir anda Türkçe’yi unutuveriyor ve sizinle Arnavutça konuşmaya başlıyor. Bu nedenle devletimizin Kosova hükümetini acil olarak bu konuda uyarması gerekiyor. Din kardeşliğimiz mevzuu ne yazık ki hep Arnavutların lehine çalışıyor.
İkinci husus da Diyanet İşleri Başkanlığı’mızın onca çalışmasına rağmen Suudi Arabistan ve İran’ın bölgede ciddi bir mezhep taassubu hareketi gözleniyor. Kosova Hükümeti de bunun farkında ve önlem olarak da camileri namaz vakitleri dışında kapatmakta çareyi bulmuş. Ancak sanırım farkında değiller ama bu daha fazla tepki çekip, mütedeyyin insanları da uç fraksiyonlara yönlendiriyor. Laiklik yapalım derken insanları daha da katı hale getiriyorlar. Bu nedenle Kosova Hükümeti acil olarak Türkiye ile iş birliği içerisinde bu yabancı etkileri ortadan kaldırarak gerçek İslâm’ın bölgede varlığını devam ettirmesini sağlaması lazım. Yoksa sıkıntı yaşamaları uzak değil.
Şimdilik Kosova’dan bu kadar, devamı gelecek yazımızda…alptekin cevherli kosava