Etiket arşivi: Türkler

Ankara’nın, yurtdışındaki Türk çocukları için planladığı eğitim projesi, Erdoğan’ın değil, biz gurbetçilerin isteğiydi…

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın, 15 ülkede uygulamak istediği, ‘Anadolu Hafta Sonu Okulları Proje Destek Programı’, Batılılar tarafından sırf  ‘Erdoğan’ın projesi’ diye baltalanıyor.

Hollanda medyası konuyla ilgili olarak kıyameti koparıyor.
Konu, ülkenin yarı devlet teşekkülü olan NOS (Hollanda Yayın Vakfı) Televizyonu tarafından görüntülü ve web sayfası haberleri ile çarpıtılınca, ülkedeki tüm yayın organları, konuya aynı minval üzerinde tepkili haberler yayınladılar.

Ülkenin Sosyal Demokrat görüşlü gazetesi De Volkskrant, ‘Ankara’nın uzun eli‘ diyerek, Erdoğan’ın Türk gençlerine pençe ettığını, bu nedenle de Türk gençlerinin entegrasyonuna zarar verileceğini iddia etti.

Türk kökenlileri de konuşturan  De Volkskrant gazetesi, Türkiyeli İşçiler Birliği Başkanı Mustafa Ayrancı’yı da söz verdi. Mustafa Ayrancı, Erdoğan karşıtlılığına rağmen, Hollanda hükümetinin 2004 yılında, Türkler’in Türkçe eğitime desteğini kestiğini belirtirken, ‘Erdoğan da bu deliği kapatmak istiyor’ dedi.

Fetullah Gülen tayfasının yayın organlarından  De Kanttekening Genel Yayın Müdürü Mehmet Cerit’i de konuşturan gazete, projeye destek verecek olan hiçbir Türk’e söz vermedi.

Ülkenin en büyük gazetesi De Telegraaf ise, ‘Türkiye’nin planı mide bunaltıcı’ başlığı ile verdiği haberinde, Türk çocukları için çok yararlı olacak bu planı, ‘Entegrasyona engel olacak’ iddiasında bulunanları konuşturarak baltalamaya çalıştı.

Koalisyon hükümetinin en büyük ortağı VVD Partisi milletvekili bayan  Bente Becker’in, ‘Erdoğan, Türk pasaportlu Hollandalıları, kendi boyundurluğu altında tutmak istiyor’  sözlerine yer verdi. Bayan Becker aynı mülakatta, ‘Türk çocuklarına kendi dil ve kültürlerinde ders vermenin hiçbir sakıncası yok. Ama neden Ankara’dan yönetilen okullarla? Bu, entegrasyon için hiç yararlı olmaz’ dedi.

De Telegraaf. muhalefette olan İşçi Partisi milletvekili Gijs van Dijk’in şu sözlerine yer verdi:
‘Türk devleti, Hollandalı Türkler’i kaçıncı defadır hatalı bir şekilde etkilemeye çalışıyor. Şimdi de haftasonu okulları ile çocukları küçük yaştan itibaren Türk tarafına çekmek istiyor. Bu mide bunaltıcı bir plandır. Çocuklar Erdoğan’a karşı korunmalıdır.

Hükümet ortağı D66 Partisi milletvekili Jan Paternotte’nin De Telegraaf’ta yayınlanan sözleri şöyle:‘Planı uygulamak yasak değildir. Hollanda’nın da dış ülkelerde okulları var. Ama burada Erdoğan’ın, Avrupa’daki Türkler’i boyundurdluğu altına sokma isteği var. Bu nedenle hükümet bu işe el atmalıdır.’

Haberlerde konuşulanları bir kenara atalım ve Jan Paternotte’nin, ‘Hükümet bu işe el atmalıdır’ sözünü değerlendirelim.
Evet, burada asıl eleştirilmesi gereken Hollanda hükümetleridir.

2004 yılına kadar, Türk çocuklarının okullarda kendi dil ve kültürlerinde ders görmeleri mümkündü. Ne var ki, Hollanda hükümeti o zaman 70 milyon euro tasarruf etmek için bu eğitime son verdi. Kararı protesto eden bizlere de, ‘Parayı Türkiye versin’ diye aleni bir açıklama yapıldı.
Şimdi, tam 14 yıldır bu konuyu irdeleyen Türk Sivil Toplum Kuruluşları’nın sesine kulak veren Ankara’nın top ateşine tutulması Allah’tan reva mı?

En önemli açıklamalardan biri de Hollanda Sosyal Güvenlik bakanlığı’ndan geldi. Bakanlığın reaksiyonu şöyle: ‘Ülkeler, dışarıdaki vatandaşlarının eğitimi için teşvikte bulunabilirler. Pek çok ülke gibi, Hollanda’da bunu yapıyor. Bizim istemediğimiz, bu eğitimin entegrasyonu zedeleyecek olması ve demokrasiye zarar vermesidir. Bu konuda şüpheye düşersek derhal müdahale ederiz.’

Şimdi, geçmişte yaşananları bilmedikleri halde eyyam yapanlara bir çift sözmüz var:
Çocuklarımızın kendi anadillerinde eğitim görmeleri için 14 yıldır mücadele ettik. Başlangıçta ‘Türkiye ödesin’ denildi. Şimdi Türkiye ödemeyi kabul edince, sırf Erdoğan düşmanlığı nedeniyle buna ‘Mide bunaltıcı’ deniliyor.
Bir şey daha var: Hollanda’da Türkiye ve Türkler için konuşturulacak çok insan var

Sadece Mustafa Ayrancı ve Mehmet Cerit’lere sayfa açmak yakışık almıyor.

İşte bu nedenle şimdi ben de, ‘Eeeey Hollanda!’ diye haykırıyor ve sizleri sağlıklı siyaset ve objektif gazetecilik yapmaya çağrıyorum.

1 Nolu Kararname Adnan Hoca

1 NOLU KARARNAME ADNAN HOCA

 

1300’de kurulan Osmanlı 1600’e kadar iyi gitmiş, sonraki 1800’e kadar da kötü gitmiştir. O zamanlar Devlet sayılan Padişahlar eliyle düzeltme ve değişim bazen, bazen de güç temerküz eden guruplar vasıtasıyla değişim ve yeni düzene ortak olma gayretleri tarihimiz olmuştur.

II.Mahmut bu guruplardan biri olan Âyanlarla (Feodal Güçlerin Liderleri) İttifak Senedi imzalayarak ve onları yerelde kendi adına yetkilendirerek başa gelmiş (1808), akabinde de Bektaşîlik merkezli ve her daim imtiyazlı Yeniçeri Ocağı’nı ona kaynaklık teşkil eden dinî yapıyla beraber kapatarak (1826) Devleti yeni baştan tanzim etmeye durmuştur. Kabine / Hükümet sistemi, , müsaderenin (mala el koyma) kaldırılması, muhtarlıklar, Danıştay ve Yargıtay ondan kalmadır.

Anayasal sistem, kanun üstünlüğü, miras ve mülkiyet garantisi ise Tanzimat (1839) yani Sultan Abdülmecit ile Mustafa Reşit Paşa ortaklığından kalmadır. Modern bütçe, çeviri hukukî düzenlemeler ve Batılılaşma modası da sonrasının devamıdır. Islahat Fermanı (1856) ise Batılı Devletlerin istediği bir Açılım / Çözüm Süreci idi, tutmadı.

1876’daki 1 yıl 1,5 aylık Meşrutî Monarşi yani Meclisli Sultanlık / Parlamenter Padişahlık II.Abdülhamit ve Jön Türkler ortaklığıydı; 1908’deki ve darbelerle savaşlara, Anayasa değişikliklerine rağmen işgal altındaki İstanbul’da İngilizlerin kapattığı Nisan 1920’ye kadar kesintisiz süren Meclisli İdare / Parlamenter Yönetim ise İttihat ve Terakki imzalıydı.

Kuva-yı Milliye refleksiyle başlayan Millî Mücadele koalisyonunun ilk işi kapatılan Meclisi aynı ay içerisinde Ankara’da kurarak Kurtuluş Savaşı’nın bile Parlamenter bir üst yapıyla yürütülmesini sağlamaktı. Başardılar, “Ve emruhum şûra beynehüm / Ve işleri aralarında bir meşverettir” (Şûra 42) düsturunun bereketini gördüler.

Hele Mustafa Kemal; elindeki büyük güce rağmen Devlet Başkanlığı yetkilerini tek elde toplamadı, Cumhurbaşkanlığı ve Bakanlıklarla beraber Başbakanlığı ayrı tutarak 95 yıllık bir denge & denetim sistemi geliştirmiş oldu. Geçen haftaki 1 Nolu Kararname ile başlayan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Parlamenter Sistem tecrübemizi tekrar Meşrutiyetler havasına sokmuş gibi gözükse de bizce işin özünde başka arayışlar var.

28 Şubat’ın en cafcaflı zamanlarında Harp ve Polis Akademilerinde misafir öğretim görevlisi olarak İktidar için hazırlanan Davutoğlu ve onun Stratejik Derinlik kitabı üzerinden Türkiye’nin başarısızlıkla sonuçlanan bir vites yükseltme serencamı olduğuna dair analizler yapmıştık. Zira 2001 sonrası Dünya yeni bir konsepte sokulmuştu, biz de kendi çapımızda durumdan vazife çıkarmaya çalışmıştık.

Çin ve Rusya gibi ABD’yi dengeleyerek yükselen Küresel Güçlere bakarsak güçlü bir tek adam, piyasa ekonomisi ve kapalıya yakın bir rejim ortak noktaları gibi duruyor. Sanki Amerika da Trump’la buna yanaşmak istiyor ama hem ABD hem de G.Kore’deki Başkanlık sistemleri kuvvetler ayrılığı nedeniyle buna geçit vermiyor. (Bu fasılda Koç gibi arkadaşıma fikrî ilhamlarından ötürü teşekkür ederim)

Sanki bu yeni sisteme geçiş için herkes koalisyon yapmış görünüyor, bilhassa da devlet aklı diye teşmil olunan kesimler..

Yeni kararnamelerle lağvedilen ve oluşturan yeni teşkilatlar, İçişler Bakanlığı ve Valilere verilen ekstra yetkiler, kuvvetli bir merkeziyetçi yapı bakalım Türkiye’yi nelere ve hangi dönemlere hazırlıyor?

Sıkılabilirsiniz ama Magazinci Hoca’yı değil bunu konuşmalıyız.

Balkanlar’daki Vatikan…

Balkanlar’daki Vatikan…
alptekin cevherliArkadaşlarla 8 günlük bir Balkan turu ardından gelen Kurban Bayramı tatili ile birlikte, yeniden bilgisayarımızın başına oturmanın karışık duygularını yaşadığım şu saatlerde, sizlerle 8 günlük Balkanlar izlenimlerimizi paylaşmak istedim…
Fatihlerin torunlarının Balkanlar’da durumunun, şu an için eskiye göre çok daha iyi olduğunu görmek içimize biraz su serpti. Özellikle TİKA’nın ecdat yadigârı eserlere sahip çıkması tek tek hepsini onarıp, yeniden işler hale getirmesi gerçekten de takdire şayan…
Diğer yandan Balkanlarda yaşayan Türklerin hâlâ pek çok sorunu olduğunu da kabul etmekte fayda var… 2017 itibarıyla hâlâ yolu, suyu, elektriği olmayan Türk köyleri var… Bulundukları ülke vatandaşı olmaları münasebetiyle elbette bu yerleşim yerlerine yatırım yapmak birinci öncelikle bulundukları ülkelerin sorumluluğu. Ancak ne yazık ki çeşitli nedenlerle veya bahanelerle Türklere, pek çok Balkan ülkesinde “Niye hâlâ burada yaşıyorlar, gitsinler Türkiye’ye!” mantığıyla yaklaşıldığı için kamu yatırım ve imkânlarından çok da yararlanamadıkları bir gerçek. Bu nedenle TİKA başta olmak üzere Türkiye’mizin kurum ve kuruluşlarının bu konuda bazı yaşamsal yatırımlar yapması bir elzem… Ya da devletimizin, bu ülkelere karşı siyasi gücünü kullanarak soydaşlarımıza, bulundukları ülkeler tarafından ‘zorunlu insanî hizmetlerin’ verilmesini sağlaması gerekli. Gelelim ülke özetlerine:
Kosova’da geçtiğimiz yıl Türk bayrağına yapılan saldırı ardından Türk Büyükelçiliği ve konsoloslukları etrafında güvenlik önlemlerinin artması olumlu. Ancak Türk askerinin sınırlarını beklediği, bağımsızlık savaşında UÇK’ya koşulsuz tek desteği vermiş bir ülkeye böyle bir saldırı olmuş olması elbette çok ciddi anlamda irdelenmesi gereken bir konu. Üstelik Türkiye’nin, bırakın diğer Batılı ülkeler gibi sömürüp ihale kapmasını, aynen Osmanlı döneminde olduğu gibi hâlâ Anadolu’dan bölgeye kaynak aktarırken Türk ve Türkçe düşmanlığı oluşması ise ilginç…
Bu anlamda kanımca Arnavut ırkçılığının biraz frenlenmesi, hatta kulağının çekilmesi gerekiyor.
Bu arada Mamuşa’daki Mehmetçiklerimizin ve yerli soydaşlarımızın ana vatana çok selâmları var…
Makedonya’da ise hükümetin değişmesi yerli Türkler tarafından çok olumlu karşılanmış. THP’nin iktidara gelmesinden görüştüğümüz bütün Türkler ümitvar. Türklerin artık yeniden kamu görevlerine getirilmeye başlanması da bu beklentinin boş olmadığını gösteriyor.
Bu arada özellikle Üsküp’te ve Mamuşa’da Cumhurbaşkanı’mız Erdoğan’a karşı müthiş bir ilgi olduğunu da söylemem gerek. Konuştuğumuz gençler ve çocuklar Türkiye’den geldiğimizi duyunca etrafımızı sarıp hemen ‘Erdoğan’ ve ‘Polat’ diye bağrışıyorlar… (Polat, Kurtlar Vadisi dizisindeki karakter)
Diğer yandan gerek Bulgaristan, gerek Makedonya ve gerekse de Kosova seçimlerinde Türkiye’ye ‘yanlış bilgi aktaranların’ ve ‘yanlış yönlendirenlerin’ de durumlarının Ankara tarafından bir daha ‘gözden geçirilmesinin zorunluluğu’ artık ortaya çıkmış durumda! Bunların sorgulanmasının zamanı geldi de geçiyor…
Gelelim Arnavutluk’a…
Ülke komünizmden ekonomik olarak belki kurtulmuş, ancak kısa sürede gözlemlediğimiz kadarıyla hâlâ “ateizm dini” revaçta. Ülke nüfusunun % 70’i Müslüman olan Arnavutluk’ta İslâm’la ilgili simge değerler neredeyse sıfır…DSC04939
Başkent Tiran’da Osmanlı’dan kalan Ethem Bey Camii ve çan kulesi mi, saat kulesi mi olduğu pek de uzaktan ayırt edilemeyen tarihi kule hariç, Osmanlı izi merkezde neredeyse hiç kalmamış. Diyanet İşleri Başkanlığı’mızın Başbakanlığın yanında yaptırmakta olduğu cami tamamlandığında kent inşallah Müslüman kimliğini biraz daha ortaya koyabilecek.
Ama buna karşılık Vatikan’ın öncülüğünde bizim saydığımız kadarıyla 7 büyük kilisenin inşasının da sürdüğünü gördüğümüzü söylemekte fayda var…DSC04848
Rahibe Teresa’nın (Gonca’nın) Truva atı olarak kullanılarak Arnavut gençlerin kafasının maksatlı olarak karıştırılmaya çalışılması ve dağa, taşa, ota, böceğe adının verilerek reklâm yüzü olması ise ayrı bir dert…
İslâm kimliğinin çok daha belirgin olarak gözüktüğü Elbasan’da dahi Amerikan misyoner kilisesinin tam da Kral Camii’nin (Sultan Beyazıt) karşısında açılmış olması ise dikkat çekici.
Elbette Türkiye dışında diğer Müslüman ülkelerden de Arnavutluk’a dini konularda yatırım yapılması şart. Ama bu konuda birinci sorumluluk oraya İslâm’ı götüren biz Türklere düşüyor…
İtalya’nın doğuya (Balkanlara) yönelik etki alanı oluşturma politikasının neticesi olarak Arnavutluk’ta ciddi anlamda mesafe kat ettiğini ne yazık ki gördük. Dinî, etnik yapı ve hatta dil kökeni dahi kendilerinden çok farklı olan Arnavutluk’ta, İtalya ve diğer Batılı ülkelerin bu kadar çalışmasına karşılık, bizden olan bu insanlara Türk halkı olarak çok daha fazla sahip çıkmamız gerekiyor.
Duygulandığım bir konu var ki değinmeden geçemeyeceğim: Makedonya’daki Türkler de ellerindeki kıt imkânlarla Arnavutluk’ta bir kısım dini faaliyetlerde bulunuyorlar. İslâmî temel bilgileri Arnavut gençlere Kur’an Kursu açarak öğretiyorlar… Bunu öğrenince gözlerimizin dolduğunu da ifade etmem gerekir…

Bugün 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtının 43. Yıldönümü

haluk_duralAdada sağlanan barış üzerine 1960 yılında kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyetini yıkan Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios ve Makarios’a karşı darbe yapan faşist Nikos Samson’un Türklere başlattığı vahşi etnik temizlik ve soykırım saldırılarına karşı Türk Ordusu, Başbakan Ecevit başkanlığındaki CHP+MSP koalisyon hükümetinin kararlı tavrı üzerine Garanti Andlaşmasının verdiği yetki ile adaya müdahale edip Türk vatandaşlarının hayatını kurtararak, iki bölgeye ayrılan adaya 43 yıldır devam eden bir barış getirmiştir.

Bu harekât sadece Kıbrıs’a değil, faşist askeri cuntanın da yıkılmasına yolaçarak Yunanistan’a da iç barış ve demokrasi getirmiştir.

Hatırlamakta yarar vardır. Yunan propagandasının aksine Türkler Kıbrıs’ı Rumlardan değil, 1 Temmuz 1570’de Kıbrıs’a çıkan Lala Mustafa Paşa tarafından adayı işgal altında tutan Venediklilerden almışlardır.

Batı emperyalizmi; Yugoslavya, Çekoslovakya (barışçıl), Sudan, Libya, Irak ve Suriye’yi kanlı ve vahşi saldırılarla milyonlarca masum insanı “demokrasi, insan hakları, özgürlük” sloganlarıyla öldürerek bölüp, parçalara ayırırken, Kıbrıs’ta Türk Ordusunun varlığı ve koruyuculuğu altında 43 yıldır Türklerin, ilan ettikleri bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde olmak üzere, iki ayrı bölgede barış içinde yaşamalarını hazmedememekte, iki toplumun tekrar birleşerek Rumların liderliğinde Türklerin azınlık olacağı bir birleşik Kıbrıs kurulmasını istemekte ve her fırsatı kullanarak böyle bir çözümü zorlamaktadırlar.

Bunun iki temel sebebi bulunmaktadır. Birincisi Kıbrıs’ın sabit bir uçak gemisi gibi bütün Ortadoğuyu kontrol edebilecek bir coğrafî bir konumda olmasıdır. İkincisi ise Doğu Akdeniz yatağındaki petrol ve doğalgaz kaynaklarıdır.

Kıbrıs ve Doğu Akdeniz enerji varlıkları hakkındaki geniş bilgiye aşağıdaki bağlantıdan “Doğu Akdeniz Enerji Kaynakları” başlıklı makalemden ulaşabilirsiniz.

(http://www.dunya48.com/haluk-dural/24934-haluk-dural-dogu-akdeniz-enerji-kaynaklari)

Kıbrıs’a barış getiren, başta müdahale kararını alan Başbakan Bülent Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ile Kıbrıs Türklerinin bağımsızlık mücadelesinin liderleri Dr. Fazıl Küçük ve KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş olmak üzere, bütün Kıbrıs mücahitleri ve Türk Ordusunun şehit ve gazilerini minnet ve şükranla anarken, yaşasın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diyoruz.

Saygılarımızla,

Haluk DURAL

Millî Merkez Genel Sekreteri

Avustralya’dan bir başarı öyküsü

 

 

ata-atun-HocaKıbrıslı Rumların Enosis, yani Kıbrıs adasının Yunanistan’a bağlanması uğruna 1 Nisan 1955 tarihinde başlattıkları tedhiş hareketi sonrasında ve 21 Aralık 1963 sabahı Kıbrıslı Türklere düzenli ve planlı saldırılar düzenlemeleri, Türk köylerini yakıp yıkmaları ve Makarios hükümetinin Kıbrıslı Türklere uyguladığı acımasız ekonomik ambargolar nedeni ile Kıbrıslı Türkler adadan göç etmek zorunda kaldı. Kardeşlerimizin yerleştikleri ülkeler Türkiye ile İngiliz kökenli Ortak Refah Topluluğuna üye olan İngiltere, Avustralya ve Kanada oldu.

 

Türk olmaları nedeni ile Türkiye’ye göç edenler herhangi bir zorlukla karşılaşmazken, İngilizlerin sömürgelerine bağımsızlık vermelerinden sonra ticari amaçla kurdukları Ortak Refah Topluğu ülkelerine gitmeyi tercih eden kardeşlerimiz de, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu topluluğa üye olması nedeni ile herhangi bir yerleşim ve adaptasyon zorluğu çekmediler. Canlarını kurtarmak, kendilerinin ve soylarının geleceklerini garanti altına almak için zoraki göç eden kardeşlerimizin günümüzde, Üçüncü ve Dördüncü kuşakları bu ülkelerde yaşamlarını sürdürmekteler.

 

Bu kardeşlerimizin bağları bizimle hiç kopmadı. Bazıları önemli mevkilere yükseldiler, bazıları ünlü birer iş adamı, akademisyen veya medya mensubu oldular.ata atun bayrak.jpg1

Halen daha bir İngiliz Sömürge devleti olan Avustralya’da her yıl, İngiliz Kraliçesi Elizabeth adına Kraliçenin doğum günü olan 12 Haziran’da sıra dışı başarı göstermiş olan Avustralya vatandaşlarına Kraliçenin Şeref Ödülü verilir. Bu yılki 594 kişilik listenin içinde bir Kıbrıslı Türk kardeşimiz var. Gururumuzun adı Tanya Ayşen Kaplan.

 

Avustralya’da İngiliz Kraliçesi Elizabeth’in doğum günü olan 12 Haziran’da yayınlanan tüm gazetelerde Avustralya’nın Cumhurbaşkanı konumundaki Vali (Governor-General) Sir Peter Cosgrove’dan “Kraliçenin Doğum Günü Şeref Listesi Ödülü”ne layık görülenlerin listesi yayınlanıyor. (Queen’s Birthday  Honour’s List) İşte Tanya Ayşen kardeşimiz bu listede yer aldı. Bir Avustralyalı için ulaşılması çok zor olan büyük bir onurdur bu listeye girebilmek.

 

Tanya Ayşen kardeşimize verilen bu ödülün gerekçesi, “Türkiye ve Avustralya arasındaki ilişkiye koyduğu katkı ve çalışmalar ile Gaziler-Emekliler toplumuna verdiği hizmetler. Çok çalışkan ve girişken bir kişi olan Tanya Ayşen hanım, 1970 yılından beri Güney Avustralya’daki Kıbrıs’tan ve Türkiye’den göç eden Türk toplumunun “Sosyal Görevlisi, Cemiyet Başkanı, Türk okullarında Öğretmenlik” görevlerini yerine getirmiş. 3 kez Türk Cemiyeti Başkanı seçilmiş. Son 7 yıldır da Günay Avustralya Türk Birliği’nin “Turkish Association of South Australia” Başkanı.

 

 

Tanya Ayşen Kaplan hanımın kim olduğunu pek az insanımızın bildiğine inanıyorum. Tanya hanım, kıymetli abimiz, yılların gazetecisi ve duayen basın mensubu Akay Cemal ağabeyimizin kız kardeşidir. Aile o denli başarılı ki, Tanya hanımın diğer ağabeyi Türkay Ilıcak bu yıl Kıbrıs Türk basın Konseyi’nin Basın Hizmet Ödülünü alırken, ağabeyi Akay da geçen sene aynı ödüle layık görülmüştü.

Özetle; Yurtdışında yaşayan Kıbrıslı Türkler, birçok alandaki başarılı ve örnek çalışmalarla adımızı duyurmaya ve bizi gururlandırmaya devam ediyor. Bize düşen, bu kişileri onore etmek, kıymet bilmek…

 

ata atun madalya(Kraliçenin Şeref Ödül’ü listesinin tümünü görmek için; “www.gg.gov.au” sayfasına gidin.  “Governor-General of the Commonwealth of Australia” başlıklı sayfa açılacaktır. Bu sayfada üst kısımdaki “12 June 2017 – The Queen’s Birthday 2017 Honours List” yazısının altındaki  “more” kelimesini tıklayın, “The Australian Honours Secretariat” sayfası açılacaktır. “Australian Honours Lists” başlığı altındaki listenin ilk satırında yer alan “Order of Australia and other awards” başlığının ilk sırasındaki “The Queen’s Birthday 2017” cümlesi üzerini tıklayın. Açılan Sayfada ilk sırada yer alan “S1- Order of Australia” seçeneğini tıklarsanız önünüze Kraliçenin Şeref Ödülü’nü alan liste açılacak veya da liste bilgisayarınıza indirilecektir. Soyadına göre hazırlanmış 27 sayfalık bu listenin 19. sayfasında Tanya Ayşen hanımın adı ve kısa bilgileri yer almaktadır. Hangi gerekçe ile bu onurlu ödüle layık görüldüğünü öğrenmek istiyorsanız, “S1- Order of Australia” seçeneğinin bulunduğu sayfaya geri dönüp alt satırlarda yer alan “Medal (OAM) of the Order of Australia in the General Division (F-L)” seçeneğini tıklayın. 59. sayfada Ayşen hanımın özgeçmişini ve hangi gerekçe ile söz konusu madalyaya layık görüldüğünü okuyabilirsiniz.)

 

Prof. Dr. Ata ATUN

Türkiye’de eğitim gören yabancı öğrenciler iftarda buluştu

Kazakistanlı Mamadamenov, “Türkiye’deki ramazan ayı daha şenlikli geliyor bana. Sahura kalktığımızda davul sesi duymak, ramazan gelenekleri olumlu bir hava yaratıyor” dedi.Türkiye’de eğitim gören yabancı öğrenciler iftarda buluştu.tif

Dünyanın dört bir yanından gelerek Türkiye’de burslu eğitim gören yabancı öğrenciler iftar sofrasında buluştu.

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığının (YTB) ev sahipliğinde Türkiye Bursları Hamamönü Ofisi’nde düzenlenen iftara YTB Başkanı Mehmet Köse, YTB Başkan Yardımcısı Hüseyin Gündoğar, YTB Uluslararası Öğrenciler Daire Başkanı Murat Kazancı ile “Türkiye burslusu” yabancı öğrenciler katıldı.tif1

Kırgızistan, Kosova, Bosna Hersek, Bangladeş, Hindistan, Somali, Çad, Zimbabve, Mısır, Suriye, Yemen, İran gibi dünyanın bir çok yerinden gelerek YTB’nin sağladığı “Türkiye bursları” ile Ankara’da öğrenimlerine devam eden yabancı öğrenciler, oruçlarını aynı sofrada Türk yemekleriyle açtı.

Yaklaşık yedi aydır Türkiye’de bulunan Kazakistanlı Nazir Mamadamenov, ramazan ayını Türkiye’de geçirmekten duyduğu memnuniyeti AA muhabirine anlattı.tif2

Türkiye’de Gazi Üniversitesinde uluslararası ilişkiler bölümünde okuyan Mamadamenov, “Türkiye’deki ramazan ayı daha şenlikli geliyor bana. Sahura kalktığımızda davul sesi duymak, ramazan gelenekleri olumlu bir hava yaratıyor. Benim ülkemde de komşularımızla ve akrabalarımızla ramazanda birbirimize yemek götürürüz. Bunun Türkiye’de de böyle olduğunu görüyorum. Bu bir benzerlik.” diye konuştu.

Türkiye’de olmaktan çok mutluluk duyduğunu belirten Mamadamenov, “Hiç yabancılık hissetmiyorum. Kendimi Türk gibi hissediyorum.” diye konuştu.

Türkiye’ye 3 yıl önce Çad’dan gelen Ahmet Oumar Ahmet de Ankara Üniversitesinde iktisat bölümünde okuduğunu belirterek, uluslararası öğrencilerle aynı sofrada oruç açmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi.tif3

Ahmet, sadece ramazan ayında değil, her zaman bir arada olmanın önemli olduğunu vurguladı.

İran’da Türkler Ayaklandı

İran’ın “kanal 2” televiziyası’nda yayımlanan “Fitilə” proqramı – Türk’ləri alçaldıcı şəkildə təhqir edib.Bu da Azərbaycan türklərini növbəti dəfə kütləvi etirazlara vadar edib. Gən fəallar sosial şəbəkələr və müxtəlif şəhərlərdə bildiri yayaraq əhalini fars irqçiliyinə qarşı kütləvi etirazlara dəvət edir.İlk herekatlar universitelerden oldu. İlk etiraz aksiyası Urmiyanın “Nazlı” Universitetində gerçəkləşib. Universitet tələbələri milli şüarlar-sloqanlar səsləndiriblər. Həmin aksiyada çoxlu plakatlar açılıb. Plakatlar “Ölüm olsun faşizmə”, “Haray-haray mən türkəm”, “Azərbaycan əyilməz” kimi yazılardan ibarətdir.iran
PANİRANİZM VƏ PANFARSİZMƏ YOX DEMƏK ÜÇÜN MİLLİ İRADƏ ORTAYA QOYULUB. BU GÜN SADƏCƏ TƏBRİZ DEYİL, URMU, SULDUZ, XOY, MƏRƏND, QƏZVİN, ƏRDƏBİL, ZƏNGAN, MEŞKİN, QOŞAÇAY VƏ BAŞQA ŞƏHƏRLƏRDƏ, KƏNDLƏRDƏ VƏ QƏSƏBƏLƏRDƏ GÜNEY AZƏRBAYCAN TÜRKLƏRİ AYAQDA İDİ… iran1
Facebookda Masoumeh Daeinin yazdığına görə “Fitile” programı bir ay önceden biteceğini telviziyonda yetkililerin birisi konuşma esnasinda söylemişti. Programını eski ve çocuklar için yeterli olmadığından bitecekti. Yani bu proqram şu ki itirazlara göre kapanmadı. Planlı şekilde bu program son bölümünü bu şekilde tamamladı.
Acı xəbərlərlə yanaşı URMIYAdan xoş xəbərlər də var.Urmiyanın boks komandası Iran çempiyonu oldu eləcə də 2 qızıl, 2 gümüş və 1 bürünz medal qazanıldış. Bu çempiyonluğun ən maraqlı yeri 4 gün boyunca ARAZ ELSƏSIN mahnıları salondan yayınlanması idi.

Türk Siyasetindeki Komedi Yurtdışındaki Türkler’e Hala ‘çarıklı’ Gözüyle Bakılıyor

 

yazarAlmanya’da yayınlanan Yeni Posta’da, ‘5 Milyon Türk’ü fırıldak mı temsil edecek’ başlıklı bir yorum yazan Mustafa Bozdurgut, Türkiye’de yapılacak genel seçimler için tamamlanan aday listelerinde, yurtdışından çok az aday gösterilmesine çok kızmış ve yazısına şöyle devam etmiş:
”Ne günlere kaldık!  25. Dönem Milletvekili Aday Listeleri açıklandı. Avrupalı Türkler kelimenin tam anlamıyla hayal kırıklığı yaşıyor. Büyük tepki var. Avrupa’da yaşayan 5 milyonluk 25, 30 milletvekiliyle temsil edilmesi gereken Avrupalı Türkleri tüm partiler çizdi. AKP, CHP, MHP, HDP Avrupalı Türkleri, Kürtleri dikkate almadı. Listelerde Avrupalı Türklerden sadece üç isim var. Bu konuda en az tepki toplayan parti HDP.”

Biraz uzun olacak ama, Mustafa Bozdurgut’un tepkisini detaylı okumak yararlı olacak:
”Avrupa’dan  aday yapılanlar, Ozan Ceyhun (AKP İzmir 1. Bölge 5. sıra), Turgut Öker (Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Başkanı HDP İstanbul 2. Bölge 1. sıra), Mustafa Yeneroğlu (İslam Toplumu Milli Görüş Teşkilatı –İGMG- Genel Sekreteri, AKP İstanbul 3. Bölge 10. sıra).

AKP, CHP, MHP’nin Avrupa örgütleri var.
Ya beyler 5 milyonluk kitleyi silerken, yıllardır sizin bayrağınızı sallayan örgütlerinize, koşuşturanlarınıza hiç mi saygınız yok? CHP Avrupa Birlikleri, Ülkücü Federasyon, UETD’den hiç mi adam bulamadınız! Aday olanları seçilemeyecek yerlere bile koymadınız. Şimdi hangi yüzle Avrupalı Türk’den oy isteyeceksiniz? Oy verenler de küfrederek oy verecekler. Bu seçim Avrupalı Türkler için tam bir yüzkarasıdır. Avrupa’da yaşayan Türkler bunu asla unutmaz bunu da bilesiniz…”

Belli ki çok kızmış Mustafa Bozdurgut kardeşimiz.
Öylesine çok kızmış ki, gazetecilik etiğine yakışmayacak kararlar alınması için tepkiler bile düşünmüş.

Şöyle devam ediyor Bozdurgut:
”5 Milyon Türk’ü bir fırıldak mı temsil edecek?

Öyle yada böyle, HDP seçilir yerden Turgut  Öker’i aday gösterdi. CHP ve MHP Avrupalı Türk’ü sıfır geçti. Gazetemizin redaksiyonuyla görüşeceğim bu partilerin Avrupa’daki çalışmalarına bundan sonra gazetemizde yer verilmemesini önereceğim. Çünkü, partilerinin dikkate almadığı örgütlerin çalışmalarına biz neden değer ve yer verelim? Ammaa! Bir aday var ki evlere şenlik. Ozan Ceyhun. Tam bir fırıldak politikacı. Troçkist sol gelenekle siyasete girmiş. Yeşillerle yoluna devam edip Alman Parlamentosunda yer almış. Sonrasında SPD’de siyasete devam etmiş. CHP’ye kuyruk sallamış, şimdi de İzmir’den AKP adayı.”

Bozdurgut, tabii ki yerden göğe kadar haklı.
Çok eleştirdiğimiz Alman ve Hollanda partileri siyasette görev yapacak Türkleri buluyor fakat, Türkiye partileri adam bulamıyor. Bu tavır Avrupalı Türkleri aşağılamaktan da öte düpedüz bir hakarettir. Bu hakareti kimileri yalar yutabilir ama Avrupalı Türk basınının bu durumu kabullenmeyeceğini sanıyor ve umuyorum. Bildiğim çok sayıdaki gazeteci arkadaşım duruma çok tepkili. Avrupalı Türk basınının büyük çoğunluğunun bu durumu asla kabullenmeyeceği çok açık görünüyor.”diye yazısını tamamlayan Mustafa Bozdurgut’a hak vermemek mümkün mü?

Bazı istisnalar da var tabii. Seçimlere katılacak olan, Başkanlığını Sadettin Tantan’ın yaptığı Yurt Partisi, Ahmet Yalvaç kanalıyla şahsıma direkt adaylık teklifinde bulunmuştu. Sağolsunlar, bu teklife kibarca olumsuz yanıt vermiştim.

Hollanda’dan dostum Veyis Güngör, Ankara’dan gelen sinyalleri gözardı ederek adaylığını koymadı ve beklemeye çekildi.

Nürnberg’ten işadamımız Murat Bülbül, CHP’nin Bayburt listesinde birinci sırada yer aldı.

Türkiye’deki siyasetçilerimiz, nedense yurtdışındaki Türkler’e hep ‘çarıklı’  gözüyle bakmışlardır. 40 yıl öncesinde buraya gelen siyasetçiler, Türkler’e hangi gözle baktılarsa, şimdi hala aynı gözle bakıyorlar. Ne yazıkki aradan geçen bunca yıla rağmen Ankara’nın Avrupa’daki Türklerle ilgili bu algısı bir türlü değişmedi.

Avrupa’ya ‘çarıklı’ gelen Türkler’in, şimdilerde işadamı, müdür, sporcu, yerel ve ulusal meclislerde üye ve hatta Bakan olduklarını görmezden gelen Türkiye’deki siyasetçiler, aslında kendileriyle kıyaslamaları halinde, onlardan kat be kat daha eğitimli, daha kültürlü ve daha medeni olan Avrupalı Türkler karşısında utanç duymalılar.

Bu konuda bir saptamam var:
Türk futbolunun gelişmesi, nasıl ki Avrupa’dan gelen gurbetçi futbolcularımız tarafından gerçekleşiyorsa, Türk siyasetinin gelişmesi de, yurtdışından transfer edilecek siyasetçi Türkler tarafından sağlanabilir.
Böylece, meclislerde hem daha medeni insanlar yer almış olur hem de çağa uygun projeler ele alınır.

Ayrıca, elli yılı aşan bir Avrupa Birliği üyeliği mücadelemiz var. Avrupa’da yetişen ve Avrupa’yı yakından tanıyan Avrupalı Türkler’in bu konuda devreye sokulmaması da başka bir handikapımızdır.

Dilerim, Ankara’daki siyaseti kontrolu altında tutanlar bu son uyarıma dikkat kesilirler ve bundan sonraki tutumlarını değiştirirler.

Madalyonun bir de ters yüzü var.

Avrupa’daki Türk sivil toplum kuruluşlarından aday alınmamasını kınıyoruz ama, bazı kuruluşlar içindeki çekişmeler de gözardı edilmemeli.

Avrupa Türk Demokratlar Birliği UETD içindeki kavga bunun en belirgin örneğidir.

Remzi Meziroğlu, gazetesindeki yazıda bu konuya değinmiş ve bakın neler yazmış:

Remzi Meziroğlu  yorumuna, ‘AKP’nin Avrupa teşkilatı olan UETD’deki taht kavgası’ başlığını atmış ve şöyle yazmış:
AKP’deki aday adaylığı mücadelesi diğerlerinden çok farklı olduğu gibi Türk siyasi tarihinde de benzeri yaşanmamış bir durum.

AKP’deki mücadelenin iki tarafı var: Partinin kurucusu ve sembolü olan Erdoğan’ın Saray’dan partiye hükmetmeye devam etmek istemesi ile, buna karşı partinin birilerine göre geçici, birilerine göre emanetçi, kendilerine göre ise gerçek Genel Başkanı olan Başbakan Ahmet Davutoğlu. Aslında biraz daha ileriye gidersek SARAY ve DİĞERLERİ diye adlandırabileceğimiz iki koalisyon arasında bir mücadele yaşanıyor AKP’de. Diğerleri diye adlandırdığımız grubun üyeleri zaman ve atmosfere göre değişebiliyor. Şu anda Davutoğlu’nun liderliğini yaptığı DİĞERLER koalisyonunda Abdullah Gül, Bülent Arınç, Cemil Çiçek, Ali Babacan ve bunlarla beraber hareket partinin eski ağır abileri (Nihat Ergün, Mehmet Şimşek, Faruk Çelik ve eski merkez sağın Abdülkadir Aksu gibi isimleri) var. SARAY koalisyonunda ise Davutoğlu sonrası göreve talip olan Numan Kurtulmuş’un başını çektiği grup ile teşkilatlara hükmetmeye çalışan Süleyman Soylu, görev adamı Efkan Ala, Binali Yıldırım gibi isimler var. Beşir Atalay gibi her iki tarafın da köprüsü olabilecek bazı kritik isimler ise süreçte önemli rol oynayacak görevler yaptıkları için renk vermiyorlar. Fakat Hakan Fidan krizi sonrası Davutoğlu ile Atalay’ın beraber hareket ettiğini bilmeyen kalmadı. Türkiye’de siyasetin ana öğelerinden biri RANT olduğu için yazıyı okuduğunuz sırada bile her türlü ittifak olabileceği gibi dostlar düşman, düşmanlar da dost olabilir.

AKP içerisinde, merkezinde rant ve makam olan yönetim mücadelesi Türkiye’de belde teşkilatlarına kadar inmiş durumda. Türkiye’deki mücadelenin benzeri de AKP’nin Avrupa teşkilatı olan Avrupa Türk Demokratlar Birliği (UETD) içinde yaşanıyor. Gerek AKP içerisindeki kavgalar gerekse Avrupa teşkilatı UETD içindeki kavgalar, Osmanlı’nın son dönemdeki taht kavgalarını aratmıyor. Türkiye’de nasıl ki Saray (Erdoğan) ve Davutoğlu arasında partiye hükmetme kavgası varsa, aynen benzeri durum da UETD’de yaşanıyor. AKP’nin Avrupa teşkilatı UETD’de taht kavgasının tarafları; Sarayı temsilen Metin Külünk ile Davutoğlu’nu temsilen Konya milletvekili Harun Tüfekçi arasında yaşanıyor. Son süreçte hiç beklenmeyecek şekilde Erdoğan’a kayıtsız şartsız itaat eden Metin Külünk; Saray için mecliste ve dışarıda kavgalar dahil her türlü fedakarlığı yaptı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine Avrupa’dan katılımın düşük olmasının sorumluluğu AKP’nin Avrupa’dan sorumlu milletvekili olarak Külünk’e kesilmişti. Bizzat Erdoğan tarafından görevden alınacağının konuşulduğu sırada; mecliste tartışmalı yasaların kanunlaşmasındaki mücadelesi ve kraldan fazla kralcılığını öne çıkarak Saray’ın gözüne tekrar girmeyi başarmıştı. Fakat AKP’nin yeni Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu Avrupa’dan sorumlu olarak milletvekili olarak Külünk’ü istemiyordu. Bu yüzden AKP’nin Avrupa ve UETD’den sorumlu milletvekili olarak kendisine yakın Konya milletvekili Harun Tüfekçi’yi atadı.

Avrupa’da önünü dahi görmekten aciz yeni teşkilatçılar ile Külünk karşıtı UETD’li yöneticiler ve başkanlar Avrupa’da Külünk devrinin bittiğini her yerde konuştular. Hatta UETD Genel Başkanı Süleyman Çelik tarafından bizzat teşkilatlara artık Metin Külünk’ün Avrupa’da yetkisinin olmadığı ve Avrupa’dan sorumlu kişinin Harun Tüfekçi olduğu bildirildi. Harun Tüfekçi’ye Ankara’dan verilen görev: Avrupa’daki teşkilatların hepsini gezerek Davutoğlu’nun AKP’nin Yeni Genel Başkanı olduğunu kabul ettirmek ve seçime katılımın arttırılmasını sağlamaktı. İskandinavya ülkelerinden Almanya’nın küçük teşkilatlarına kadar kısa bir zamanda bütün teşkilatı dolaşan Tüfekçi’ye en büyük yardımı UETD yönetimi yaptı.

Fakat Avrupa’daki UETD’li arkadaşlar; teşkilatçılığı herkes tarafından bilinen Metin Külünk’ün kolay kolay pes etmeyeceğini bilmiyorlardı. Çünkü gerek UETD’nin teşkilatlanmasında gerekse AKP’nin Avrupalı Türkler arasında yayılmasında Metin Külünk’ün çok emekleri vardı. Kendisi de Davutoğlu tarafından görevden alınmasından dolayı haksızlığa uğradığını düşünüyordu ve çok rahatsız olduğunu Avrupa’da yakın çevresiyle paylaşıyordu.

Bu yüzden süreçte Avrupa’yla bağını hiç koparmayan Metin Külünk’ün Avusturya, Fransa ve Almanya’da bazı teşkilatlarda gücü hala devam ediyordu. Erdoğan’ın Slovakya’nın başkenti Bratislava’da kaldığı otelin önüne; gecenin ikisinde Viyana’dan otobüslerle Türkleri taşıyarak miting yaptıran kişi de Külünk’tü. Erdoğan ile Bratislava’da iki saate yakın özel görüşen Metin Külünk yeni dönemde UETD’yi yeniden dizayn etme yetkisini tekrar aldığını yakın çevresiyle paylaştı.

Metin Külünk’ün Avrupa üzerindeki ağırlığından rahatsız olan Davutoğlu ve ekibi, Bülent Arınç’a Almanya’da program yaptırarak teşkilatlarını seçime hazırlamaya çalıştı. YSK’ya listeler 7 Nisan tarihinde verilecek. Listeleri SARAY hazırladığı takdirde Metin Külünk UETD’yi yeniden dizayn edecek.

Eğer listeleri Davutoğlu ve ekibi hazırlarsa Avrupa’da Metin Külünk devri bitecek. Fakat her iki durumda da mevcut UETD yönetimi tarihe karışacak.

SONUÇ: AKP içerisindeki rant ve makam kavgası Türkiye’de belde köylere kadar yayıldığı gibi; Avrupa’da da UETD’nin teşkilatlarına kadar yayılmış durumda.

Yukarıda okuduğunuz satırlar Remzi Meziroğlu’na aittir. Bu yorumdaki iddialar Meziroğlu’nun sorumluluğundadır.
Meziroğlu’nun yorumunu kendi yorumuma ekleme amacım, madalyonun ters tarafının ne olduğunu ortaya koymaktır.
Madalyonun öteki tarafını gören AK Parti yönetimi, Avrupa Türk Demokratlar Birliği UETD’den aday adayı olan 16 kişiden hiçbirini aday yapmadı.
Aynı durum diğer siyasi partilerin Avrupa’daki teşkilatlarında da yaşanıyor.

İç çekişmeler, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi, Avrupa teşkilatlarında da çirkin bir şekilde devam ediyor.

Durum böyle olunca da, Ankara’daki yöneticilerin aday belirlemeleri zorlaşıyor.

Dilerim, tüm teşkilatlardaki iç çekişmeler, Avrupa medeniyetine uyarlı bir şekilde yapılır ve bundan sonraki seçim listelerinde, Avrupa’dan daha çok aday gösterilir.

Bekleyeceğiz ve göreceğiz.

 

 

Bosna Felaketi Batı’nın Oyunu Muydu ?

Sözde Ermeni Soykırımı Borazancılığı’na Son..

Bu ayki  ana konuları, 23’üncü yılı anılan Bosna-Hersek savaşı ve 100’üncü yılı anılan sözde Ermeni soykırımı oldu.

İnsanlık tarihinin en acı soykırımlarından biri olan, Sırplar’ın Bosna-Hersek soykırımından sonra, vahşetin en acımasız bir şekilde yaşandığı Vukovar kentine gitmiştim.
Ama isterseniz, önce katliam öncesine gidelim.

Sırplar’ın en büyük hedefleri ‘Büyük Sırbistan’ı kurmaktı.
Bu hedef projenin adı ‘Podrinje Projesi’dir.Bu projenin çabucak gerçekleşmesi için, Bosna-Hersek’teki Müslümanlar’ın öncelikle yok edilmesi gerekiyordu.
Öyle de yapıldı.

Rusya, Sırp militanları destekleyerek Balkanlar’a yerleşmek istiyordu.
NATO, AB ve ABD ise, Rusya’nın bu planını bozmak için biraz da çirkince planlar yapıldı.
Sırplar’ın açık bir şekilde soykırım yapmaları gerekiyordu. Bu soykırımın yapılması için göz yumma şeytanlığı harekete geçirilmişti.  Miloseviç’in önüne geçmek için bu göz yumma gerçekleşti. Birleşmiş Milletler Barış Gücü’nün Hollandalı komutanı Tom Karremans bu planın başrol oyuncusu seçildi.
Radovan Karadziç ve Radko Mladiç ağır bir şekilde silahlandırılarak Srebrenica’ya gönderildiler. Barış Gücü’nün Hollandalı komutanı Karemans bu insan kasapları ile kadeh tokuşturdu ve ‘Ben eskiden piyano çalıyordum’ gibi bir yalakalık yaparak bu katillere hoş görünmeye çalışıyordu.
Bu katiller Müslüman gençleri topladılar, kamyonlara bindirdiler ve toplu olarak hunharca katledildiler.
Burada suçlu sadece lanet olası Karremans değil, O’na bu laçkalığı yapması için emir verenlerdi. Karremans’ın bu laçka tutumundan sonra meydana gelen soykırım hareketi gizli tutulmak istendi. Ama, Karremans’ın tercümanı olan Hasan Nuhanoviç, bu sırrı ortaya döken adam oldu.
Bu emri verenler, Milesoviç’ten kurtulduktan sonra, Bosna-Hersek’te Müslümanlardan arındırılmış  tek dinli ve tek kültürlü bir Avrupa Devleti kurmayı amaçlamışlardı.
Ama beklenen olmadı. Müslümanlar’ın yaşadığı Srebrenica, şimdilerde  ‘Sırp Cumhuriyeti’ sınırları içinde kalmıştır.

Almanya Şansölyesi Merkel bile daha sonra ‘Avrupalı Müslümanlar’dan söz etmiştir.
Onlara göre, Bosna-Hersek’teki Müslümanlar, ‘Avrupalıdır’ ve Avrupalı kalmalıdırlar.

Sonrası malum. 11 Temmuz 1995’te Srebrenica’da, Karremans’ın göz yumması ile katledilen 8372 Müslüman genç, Batı’nın ihaneti nedeniyle yok edilmişlerdir.
Bu yazdıklarım belki de inanılması zor bir iddiadır ama, bize düşen, idia da olsa konuşulanları ve yazılanları ortaya sermektir.

Savaş’ın sona ermesi ile açılan Slovenya-Hırvatistan üzerinden Sırbistan’a girerken üzerimde Türk pasaportu yoktu. O zaman Sırplar Hollandalılar’a kızmış olduğu için vize mecburiyeti koymuşlardı. Vizem olmadığı için beni Sırbistan’a sokmadılar. Geri döndüm, dağ ve orman yollarındaki küçük sınır  kapılarından girmeyi denedim ama beceremedim.
Daha sonra Sırp Konsolosluğu’nun bulunduğu Vukovar’a gittim.
Vukuvar, savaşta en çok can ve mal kaybına sahne olan kent idi.
O gece basit bir otelde konakladım. Ertesi gün Sırp Konsolosluğu’a giderken acı manzara ile karşılaştım. Evler mermi ve top atışlarından harabeye dönmüştü.
Sabahın erken saatinde yol kenarında rastladığım bir kadın beni çok şaşırtmış ve üzmüştü.
Genç ve güzel bir kadındı. Almanya’da çalışmış ve sonra da ülkesine geri dönmüştü.
Geçimini sağlayabilmek için, telli bir kafese yerleştirmiş olduğu balıkları satmaya çalışıyordu.
Kanım donmuştu sanki. Balık alamazdım ama bahşiş verebilirdim. Uzattığım parayı kabul etmedi. Çok ısrar ettim. Otomobil ile Türkiye’ye gitmekte olduğumu söyledim. Ama nafile, parayı kabul etmiyordu. Sonra oradan geçen birine seslendim. Balıkların hepsini o kişiye verdim. Bu davranış, kadın için bir aşağılama olmadı. Mutlu oldu, elimi sıktı ve hızlı adaımlarla evine doğru yürümeye başladı.

 

 bosna

İlhan Karaçay, savaş sırasında en çok can ve mal kaybına uğrayan Vukovar kentine gittiği zaman, geçim derdine düşmüş halkın acısını da paylaşmıştı.  Fotoğrafta, geçim sıkıntısı çeken genç ve güzel bir kadının, telli bir kafes içindeki balık satışı görülüyor.

 

 

 

 

Sözde Ermeni Soykırımı Borazancılığı’na Son…

Sözde ‘Ermeni soykırımı’ özde ise ‘Savaşta karşılıklı öldürme’

 

Pek çok kez yazdık bu konuyu. Yazdığım zamanlar haber portallarında şahsım için ‘Kovun bu Müslüman köpeği. Schieten (kurşunlayın) bu adamı.’ diye yayınlar yapılmıştı.  Ben de ‘Bırakın havlasınlar’ dedim ve hiçbir hukuki yola başvurmadım.

Assen’de anıt dikilmesi sırasında en büyük hedef bendim.
İşçi Partisi, sözde ermeni soykırımını kabul etmedikleri gerekçesiyle iki Türk kökenli milletvekili adayını listelerinden çıkarmıştı.
Bunun üzerine kendileriyle konuştuğum zaman parti lideri Wouter Bos’a, 1920 yılında Algemeen Handelsblad gazetesinde yayınlanmış olan bir makaleyi göstermiştim. Wouter Bos’a yaptıkları hatayı hatırlatarak ‘Bu durumda Türkler’den size oy gelmeyecek’ demiştim.

Wouter Bos bunun üzerine Ermeni iddiaları hakkında yumuşak bir mesaj vermişti.
O beyanat Hollanda gazetelerinde çok geniş yer almıştı. Ülkenin üçüncü büyük gazetesi Trouw haberi büyük puntolarla yayınlarken, şahsımdan şöyle söz ediyordu: ‘ Wouter Bos’un yaptığı açıklama, Dünya Gazetesi’nin  Genel Yayın Müdürlüğü’nü yapan İlhan Karaçay için çok güzel bir haber olmuştur sanırız.’

Evet, Bos’un yaptığı açıklama çok hoşuma gitmişti.
Şimdi sıra, sözde Ermeni soykırı borazancılığı yapan diğerlerine geldi. İddia ettikleri sözde soykırımın 100’üncü yılını anacak olan Ermeniler, eskisi gibi körü körüne destek bulamıyorlar.
Erivan’da yapılacak olan anma törenine, pek çok ülkenin Başbakanı veya bir Bakanı gitmeyecek. Ülkelerin çoğu, sadece büyükelçileri ile temsil edilecekler.
Bu da gösteriyor ki, körü körüne Ermeni borazancılığı yapanlar, o eski ve bayağı tutumlarından vazgeçiyorlar.
O borazancılar da artık, ‘Bu konuyu siyasler değil, tarihçiler tartışmalı ve gerçekler ortaya çıkarılmalıdır.’ diyorlar.

Biz de bekleyeceğiz ve göreceğiz.
Bakalım sonunda kim haklı çıkacak?

 

gazete yıllarıKonuk Yazarımız İlhan Karaçay, DÜNYA Gazetesi’ni yönettiği yıllarda görüştüğü İşçi Partisi lideri Wouter Bos’a, 1920 yılında Algemeen Handelsblad’ta yayınlanan objektif bir makaleyi göstermiş ve Bos’un bu konuda daha yumuşak bir demeç vermesini sağlamıştı

 

Bu arada, Hollanda parlamentosunda oylanan Ermeni konusundaki haberlere de yer veriyorum. Önce İnterajans’ın haberini okuyalım:

“Soykırım” oylamasında üç ret, bir kabul

LAHEY (İnterAjans) – Hollanda parlamentosunun alt kanadını oluşturan Temsilciler Meclisi’nde yapılan oylamada, hükümetten “Ermeni soykırımı meselesi” yerine “soykırım” ifadesini kullanmasının istendiği önerge reddedildi.PVV lideri İslam karşıtı Geert Wilders ile PVV milletvekili Harm Beertema ve CU (Hıristiyan Birlik) milletvekili Joël Voordewind tarafından ortaklaşa sunulan 34 000-V-61 numaralı önergeyle ilgili oylama, Kuzu/Öztürk Grubu lideri Tunahan Kuzu’nun isteği üzerine açık oylama şeklinde yapıldı. Önerge 63’e karşı 78 oyla reddedildi.Ermenistan’da yapılacak sözde soykırımın 100’üncü yılını anma törenlerine Hollanda’dan Kral Willem Alexander ve Başbakan Mark Rutte’nın ya da Başbakan veya bir bakanın katılmasını öngören 2 önerge de yapılan grup oylamasında reddedildi.

Kabul Edilen Önerge

Salı günü yapılması planlanan, ancak son anda ertelenen oylamadaki önergelerden birinin yerine hazırlanan yeni önerge ise açık oylamada 13’e karşı 127 oyla kabul edildi. CU’nun (Hıristiyan Birlik) o dönem lideri olan Rouvoet’un, “Hükümetten, Türkiye ile ilişkilerde Ermeni soykırımının kabul edilmesi konusunu sürekli ve özellikle gündeme getirmesi istenmekte” şeklindeki Temsilciler Meclisi’nin 2004 yılında oybirliği ile kabul ettiği önergesine işaret edilen değiştirilmiş önergede, parantez içinde “netlik için belirtilmiştir: bu soykırımın kurbanları Süryaniler, Rum Pontus ve Aramiler de buna dahildir” ifadesinin kullanılması dikkati çekti.
Joël Voordewind’in (CU), Pieter Omtzigt (CDA), Han ten Broeke (VVD), Michiel Servaes (PvdA), Sjoerd Sjoerdsma (D66), Harry van Bommel (SP), Bram van Ojik (GL), Kees van der Staaij (SGP), Louis Bontes (GRBvK), Marianne Thieme (PvdD) ve Norbert Klein’in de imzasını taşıyan değiştirilmiş önergesinde, “Türkiye ve Ermenistan’ın tarihleri konusunda bir uzlaşı sağlamaları çok önemli.
1915 olayları hakkında iki tarafın karşılıklı görüşleri kabul etmeleri, aralarındaki ilişkilerin bir adım daha ilerletilmesi açısından gereklidir.
Hollanda ve dışındaki yerlerde yapılacak olan Ermeni soykırımı 100’üncü yıl anma törenlerinin iki toplum arasında saygı ve kabule katkıda bulunmasını arzu ediyoruz.
Hükümetten, Rouvoet önergesinin devamı olarak ikili ilişkilerde ve AB kapsamında Türkiye hükümetinden Ermenistan ile yakınlaşmaya yeni ivme kazandırmasını ve Ermenistan hükümetiyle barışı hedeflemesinin istenmesi rica edilmekte” ifadesi kullanıldı.

 

Bu da Hollanda Türkleri Konseyi’nin açıklaması:

hollanda türkleri

 

 

 

 

Hollanda Türkleri Konseyi-HTK

Konu: Hollanda Parlementosunun, sözde ” Ermeni Soykırımını” Kabul Etmesi.

Bu gün Hollanda Parlementosunda oylanan  bir önerge ile, Parlemento büyük bir oy çokluğu ile, 1915 Olaylarını, diplomatik ve siyasi literatürdeki anlamı ile  “100 Yılda Ermeni Soykırımını Anmaları”çerçevesinde Hollanda ve diğer yerlerde  “kabul ve saygı” çerçevesinde halklar arası dostluğu geliştirir” ibaresini ekliyerek,  kabul  etti.

Bu parlemento kararını biz HTK olarak kesinlikle redediyoruz. Bu kararı, Türk milletine karşı, uluslararası bir iftira/yalan olarak parlementoların tescillemesini, saygı ve kabul ettirme amacına yönelik  ele alındığında ise, Türk Milletine karşı insanlık suçu işlenmesi olarak değerlendiriyoruz. Olmayan ve artık AİHM de (D.Perincek-Isvicre davası) bile gerekçeli karada, bu yalan savların reddedildiğini bildikleri halde, bunu bilerek onaylamalarını, biz Türk kökenlilerinde mensubu olduğu ve  Hollanda Milletini temsil eden Hollanda Parlementosuna yakıştıramıyoruz. Bu kararda evet oyu veren milletvekillerinide kınıyoruz.

Hollanda Parlementosunun bu kararı bizim için şu götürmeyecek şekilde Hollandada bulunan Türk etnik kökenli yaklaşık 500 000 kişiye karşı da rencide ve iğdiş edici  psikolojik  bir harekattır. Burada, Ermeni Diasporasının kayırıcıları ve yönlendiricileri kendilerini açığa çıkartmıştır.

Bu karar, Ermeni Soykırım yalanlarını, destekliyen, yönlendirenleri Hollandada cesaretlendirecektir. Önümüzdeki dönem, Ermeni yalanlarının destekçileri ve yönlendiricilerinin yeni talepleri, örneğin eskiden beri talepleri olan; “Adalet Sarayı önünde sözde “soykırım” Anıtı dikme ve  Ermeni Soykırım Müzesi ve Enstitüsü “ oluşturma konularına hız verileceği anlamınada gelmektedir.

Biz HTK olarak, Hollanda Türklerinin, metanetli ve vakarlı bir şekilde, bu kap kara iftiraları barındıran karara karşı çıkmak ve bundan sonra gelecek olan aleyhteki kararları da bertraf etmek için, Türklerin birlikteliğinin oluşturulması ve Türklerin kurbanlık koyun olmadıgınıda göstermek amacıyla , Hollanda Türklerinin bizimle temasa geçerek, organik bir güç oluşturmayı hedeflemesi icin, birlikte hareket etmemiz gerektigine inanıyoruz., Birlikte hareket etmemizin, bizim demokratik taleplerimizi, Hollanda yetkililere,e kamuoyuna iletmemizde ve buna ilişkin olarakta lehte  sonuçlar  almamızda  yararlı olacağını düşünüyoruz.

Meerderheid Kamer erkent Armeense kwestie via omweg als genocide

Armeense kwestie wordt gebruikt voor eigen politiek gewin

De jaarlijks terugkerende moties die zijn ingediend door het Christenbroederschap (CDA, SGP, CU) en PVV zorgen er voor dat het wantrouwen en soms zelfs de haat tussen Armeense Nederlanders en Turkse Nederlanders alleen maar wordt versterkt. Het gaat deze partijen niet om waarheidsvinding wat er zich precies heeft afgespeeld in 1915 in Anatolië, maar om het verkrijgen van stemmen. Daarom heeft DENK tegen deze moties gestemd waarin indirect wordt gevraagd de Armeense kwestie als genocide te erkennen.
Kamerlid Tunahan Kuzu: “Laat er geen misverstand over bestaan dat wij alle slachtoffers betreuren en medeleven betuigen aan de nakomelingen daarvan. Ten tijde van de Eerste Wereldoorlog hebben zich niet alleen op het Europese continent, maar ook vlak daarbuiten in Anatolië, verschrikkelijke gebeurtenissen voltrokken waarbij veel mensen aan beide zijden zijn omgekomen. Maar iets wat zich 100 jaar geleden ruim 4000 km van Nederland heeft afgespeeld kan niet op deze manier worden opgelost in de Tweede Kamer.
De indieners van deze moties over de Armeense kwestie zorgen ervoor dat gemeenschappen die nu naast elkaar en met elkaar vreedzaam samenleven, uit elkaar worden gedreven. Zij gebruiken deze kwestie voor hun eigen politiek gewin.
Wat er moet gebeuren is verzoening en toenadering tot elkaar en geen enkele motie draagt daar aan bij. Wij moeten gezamenlijk bouwen aan een verdraagzame samenleving. Kennis van elkaars geschiedenis en achtergrond is daarbij cruciaal. De erkenning van deze betreurenswaardige historische gebeurtenis zal door een onafhankelijke commissie bestaande uit historici en juristen moeten worden uitgezocht. Pas dan kan de politiek daar een oordeel over vellen.”
De stemverklaring van DENK werd een paar maal onderbroken door Kamervoorzitter Van Miltenburg (VVD) en fractievoorzitter Zijlstra (VVD). Kuzu: “Jammer, ze hoeven het niet met ons eens te zijn, maar je moet er als volksvertegenwoordiger toch op kunnen vertrouwen dat je je verklaring mag afleggen zonder onderbrekingen.”

 

İlhan Karaçay

Amerika’da Yaşayan Türkler Bir Kampanya Başlattılar

TURKS DEMAND AN OFFICAL APOLOGY FROM SENATOR RAND PAUL!

AMERİKA’LI TÜRKLER’DEN BEYAZ SARAY’A İLETİLMEK ÜZERE İMZA KAMPANYASI VE 2016 SEÇİMLEİNE ADAY OLAN SENATOR RAND PAUL’E TÜKLER’DEN ÖZÜR DİLE ÇAĞRISI-İmzalar Başkan Obama’ya ve kongre üyelerine ulaştırılacak.

 

amerikanın yeni başkanıAmerika’da yaşayan Türkler bir kampanya başlattılar. Kampanyanın konusu malum 2016 seçimleri adaylarından Senator Rand Paul. Amerika’lı Türkler Senator Rand Paul’den resmi nitelikli bir özür beyanında bulunmasını bekliyorlar!

Hatırlarsanız geçiğimiz hafta 2016 yılı Başkanlık seçimleri için adaylardan biri olan Senatör Rand Paul  Kürtlerin kendi devletlerini kurma imkanının tanınması gerektiğini belirterek, “Ben Kürdistan için yeni sınırlar çizeceğim ve onlara yeni bir ülkenin sözünü veriyorum” diyerek dünyadaki tüm Tğrklerin tepkilerini üzerine çekmişti.

Amerikalı Türk dergisinin Amerika’d a yaşayan Türklerce başlattığı bir kampanya;

‘Kürdistan için Türkiye’den toprak alınacak’ karşı kampanyaya katılın isimli imza kampanyası oldukça ilgi ile karşılandı.

Amerikalı Türkler hazırladıkları mektupta; “Bızler Türkiye’den herhangi bir etnik gruba, Kürtler de dahil, toprak verilmesine karşıyız. Bu talebi bir NATO üyesi olan Türkiye’ye saldırıyı tetikleyici unsur olarak görüyoruz dediler. Türkiye’nin sınırları bir takım anlaşmalarla çizilmiştir, Türkiye çeşitli kültürel mirasları bünyesinde barındıran demokratik ve lâik bir hukuk devletidir ve hâli hazırda UN, NATO, OECD, OSCE, OIC and the G-20 üyesidir.Denildi.

Ayrıca,Amerika üzerinden oynanabilen uzantı adresi aşağıdaki gibidir.Amerikada yaşayan Türk vatandaşlarımıza ulaşmak ve haberdar etmek için kullanabilirisniz.

Kampanya linki aşağıdadır, ancak Türkiye’den imza kampansayı için zip kodu gerekmektedir.

http://www.petition2congress.com/17521/turks-demand-an-offical-apology-from-senator-rand-paul/%20

Haber:Kocaeli Okuyor