Etiket arşivi: Türkiye’nin

ATUN: “TÜRKİYE’NİN VE KKTC’NİN KADERİ DEĞİŞECEK”

Kıbrıs İlim Üniversitesi (KİÜ) Mühendislik Bölümü Dekanı Prof. Dr. Ata Atun, Fatih sondaj gemisinin Karadeniz’de 320 milyar metreküp doğalgaz rezervi keşfetmesinin, Türkiye’nin ve KKTC’nin kaderini değiştireceğini söyledi. Türkiye’nin ekonomik gücünün, Kıbrıslı Türklerin hak ve eşitliğine dayalı bir çözümün de kapılarını açacağını ifade eden Atun, “bir kez daha Türk olmanın, anavatanımın Türkiye olmasının gururunu yaşıyorum” dedi.

 

Türkiye’den gelen doğalgaz müjdesi KKTC’de de büyük sevince neden oldu. Kıbrıs İlim Üniversitesi Mühendislik Bölümü Dekanı Prof. Dr. Ata Atun, Türkiye’nin, bölge lideri olma yolunda hızla ilerlediğini söyledi. Türk sondaj gemisi Fatih’in, Batı Karadeniz kıyılarının yaklaşık 100 deniz mili kuzeyinde, Sakarya Parseli içindeki “Tuna-1” olarak bilinen arama bölgesinde sondaj faaliyeti yürüttüğünü ve bu faaliyetler sonucu müjdeli haberin geldiğini anımsatan Atun şöyle konuştu:

 

“Sakarya parselinde saptanan doğalgaz rezervi 800 Milyar metreküp civarında. Fatih sondaj gemisinin Sakarya parseli içinde Tuna 1 Kuyusunda yaptığı sondajla 320 milyar metreküp doğalgaz rezervi keşfetmesi, Türkiye’nin 21. Yüzyıldaki kaderinin değişiminin ilk adımını oluşturacak. Kanuni Sondaj gemisi de bölgeye hareket etmeye hazırlanmaktadır. Buradan da müjdeler bekliyoruz.”

 

Bu müjdeyle birlikte Türkiye’nin dışa bağımlılıktan kurtulacağını, prangalarını koparıp atacağını, ekonomisi, nüfusu, savunma sanayisi, teknolojisi ve silahlı kuvvetleri ile Doğu Akdeniz’de, Orta Doğu’da ve bölgesel diplomaside son söz sahibi ülke bir ülke konumuna geleceğini ifade eden Atun, Kıbrıs Türklerinin de kaderinin değişeceğini belirtti.

 

Enerjinin, kalkınmanın temel unsuru olmanın yanında milli bağımsızlığın tesisinde de büyük öneme sahip olduğuna vurgu yapan Prof. Dr. Ata Atun sözlerini şöyle tamamladı: “Türkiye bu gücü ile Kıbrıs konusunda da, Kıbrıslı Türklerin haklarını ve eşitliğini sağlayacak bir çözümün kapılarını açacak ve bunu tesis edecektir. Bu güzel haberle, Türkiye’nin ve KKTC’nin kaderinin değişeceğine inanıyor, -bir kez daha- Türk olmanın, anavatanımın Türkiye olmasının gururunu yaşıyorum.”

TÜRKİYE’NİN YÜZDE 12’Sİ GECEKONDUDA YAŞIYOR

 

Gecekonduda yaşayan insanların toplam nüfustaki payı belli olurken, Türkiye’de bu oranın yüzde 12 olduğu görüldü.

Medya takibinin öncü kurumu Ajans Press,gecekondu yaşamının nüfusla orantısını konu alan araştırmayı inceledi. Ajans Press’in WorldBank verilerinden ve medya yansımalarından derlediği bilgilere göre, Türkiye’de gecekonduda yaşayanların toplam nüfusa oranının yüzde 12 olduğu görüldü. Bu oran diğer ülkelere bakıldığında ise ilk sırayı yüzde 96 ile Güney Sudan’ın aldığı görüldü. Güney Sudan’dan sonra gecekonduda yaşam oranının en yüksek olduğu ikinci ülke, yüzde 74 ile Etiyopya olurken, yüzde 56 ile Kenya’nın üçüncü sırada yer aldığı kaydedildi. Buna karşın gecekondu yaşamının az olduğu ülkeler Meksika ve Mısır olarak saptandı. Burada gecekonduda yaşayanların toplam nüfustaki payı yüzde 11 olarak görülürken, Türkiye’nin bir basamak gerisinde yer aldıkları tespit edildi. Böylelikle Türkiye’de gecekondu da yaşayanların toplam nüfusa oranın da düşük olduğu görüldü.

ITS Medya ve Ajans Press’in gerçekleştirdiği medya araştırmasında, konu ile ilgili yazılı basına yansıyan haber adetleri de belli oldu. 2018 yılından bu yana, gecekondu ile alakalı basında 6 bin 29 adet haberin yer aldığı görüldü. Gecekondu yaşamına paralel olarak imar barışı hakkında 13 bin 576, kentsel dönüşüm başlığı altında ise 47 bin 479 haber yansımasının yazılı basında yer aldığı tespit edildi.

Tarihin ilk Barış Antlaşması KADEŞ, Avrupa başkentlerinde danslarla kutlandı

Yunus Emre Enstitüsü’nün organizasyonları anlamlı ve görkemli oldu

Kadeş Antlaşması, MÖ 1280 yılında Kadeş Savaşı’nı sonlandıran, Mısır Firavunu II. Ramses ile Hitit Kralı III. Hattuşili arasında imzalanan ve bugünkü Suriye topraklarının paylaşılması ile neticelenen barış antlaşması olarak biliniyor. Kadeş’in, tarihteki ilk yazılı barış antlaşması olduğu bilgisi kaynaklarda yer alıyor. Fotoğrafta, Çivi yazılı tablet görülüyor. (M.Ö. 1274)

İşte, tarihin ilk Barış Antlaşması olarak kayıtlara geçen Kadeş Antlaşması, Avrupa’nın çeşitli başkentlerinde Yunus Emre Enstitüsü tarafından danslarla kutlandı.

PARİS’TE
Paris’te tarihi Marie Bell Tiyatro salonunda, Paris Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Dr. Ahmet Bakcan’ın ev sahipliğinde gerçekleşen gösteriye diplomatik temsilciler, vatandaşlar ve çok sayıda yabancı katıldı.

Bakcan, yaptığı açıklamada, Kadeş Antlaşması tarihte milattan önce 1280’li yıllarda Mısır ile Hititliler arasında imzanlanan “ilk” olma özelliğini taşıyan barış anlaşması olduğunu belirtti.

Bu gösteriyle dünyada çatışmaların yoğun olduğu bir dönemde barış anlaşmasını ve insanların arasında kardeşliği tesis etmenin önemini hatırlatmayı amaçladığını ifade eden Bakcan, Paris’teki Türklere ve yabancılara yönelik bu gösteri düzenlenmekten gurur duyduğunu söyledi.

BRÜKSEL’DE

Yunus Emre Enstitüsü, “Anadolu’nun Renkleri” etkinlikleri kapsamında Brüksel’de tarihte ilk yazılı barış antlaşması olarak bilinen “Kadeş” temalı dans gösterisi düzenledi.

Türkiye’nin Brüksel Büyükelçisi Zeki Levent Gümrükçü’nün himayesinde, Yunus Emre Enstitüsü’nün organize ettiği “Kadeş Dans Grubu” gösterisi, Brüksel Flaman Kültür Merkezinde gerçekleşti. Seçkin bir izleyici kitlesinin izlediği gösteride, Anadolu kültür mozaiğine ait figürler modernize edilerek sergilendi. Projenin genel koordinatörlüğünü yapan Sezgin Aydın “Bu proje 2016 yılında Antalya EXPO’da başladı. Kurgusunu dünyadaki ilk yazılı anlaşması olan Kadeş Barış Anlaşması üzerine kurduk. Barışın bu kadar önemli olduğu bu medeniyette, barışı Anadolu’nun zengin kültür figürleri ile anlatmak istiyoruz” dedi.

Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Rahmi Göktaş ise, “Bu akşam Anadolu’nun renklerini Brüksel’de sergileyeceğiz. Kadeş bilindiği gibi dünyada kayıt altına alınmış ilk anlaşma, bizim topraklarımızda gerçekleşmiş, böyle bir anlaşmayı Anadolu’nun renkleri, Anadolu’nun müziği, Anadolu’nun değerleri ile taçlandırmak istedik. Bu akşamki konuklarımızın büyük çoğunluğu Belçikalı”ifadelerini kaydetti.

Türkiye’nin Brüksel Büyükelçisi Zeki Levent Gümrükçü’nün selam konuşması ile başlayan dans gösterisi, Brüksel’deki izleyiciden büyük beğeni topladı. Gümrükçü, “Muhteşem bir gösteri izledik. Hem sanatçılarımıza hem de gelenlere teşekkür ediyorum. Bu proje Yunus Emre Enstitüsü’nün bir projesi. Kadeş Dans Grubu adı altında, giderek uluslararası bir nitelik alan bir projemiz var. Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış güzel Anadolu’muzun bütün renklerini bu gösteride bulmak mümkün. Adı da çok anlamlı, Kadeş. Bizim Birleşmiş Milletlere üye olurken replikasını hediye ettiğimiz bir barış anlaşması. Burada sadece müziğe ve dansa doymadık aynı zamanda bir barış mesajını da aldık diye düşünüyorum” dedi.

AMSTERDAM’DA

Amsterdam Yunus Emre Enstitüsünün (YEE) “Anadolu’nun Renkleri” etkinlikleri kapsamında düzenlenen ve Hollandalıların da katıldığı gösteri ilgi gördü. Gösteride, Anadolu’nun birbirinden renkli müzikal birikimi ve halk dansları sergilendi.

Amsterdam YEE Müdürü Abdullah Akın Altay, açılışta yaptığı konuşmada, enstitüyü tanıtarak faaliyetlerine ilişkin bilgi verdi. Altay, müzik gibi evrensel bir değer olan dansın, farklı kültür ve geleneklere sahip insanları bir araya getirdiğini söyledi.

Dans grubunun sanat yönetmeni Sezgin Aydın ise yaptığı açıklamada, Amsterdam’da sahne almaktan çok mutlu olduklarını ifade etti.

Amsterdam’a gelmeden önce Paris ve Brüksel’de gösteri yaptıklarını aktaran Aydın, “O kadar büyük bir medeniyetin üstündeyiz ki figürlerimizle, müziklerimizle ve danslarımızla bütün o medeniyeti kapsayacak derecede zenginliğimiz var. Biz bu zenginliğin bir kısmını bu akşam gösterebildik. Anadolu’muzun zenginliğini her yerde tanıtmak istiyoruz.” dedi.

*****

Darısı Türkiye’dekilerin başına…

 


* Hollanda’da seçimler huzur ve güven içinde geçti.
* Hollandalılar’ın kargaşa umudu suya düştü.

* Ben de oy kullanarak vatandaşlık görevimi yaptım.

* Hollanda Türkleri katılımda bu kez rekor kırdılar.
* Türkiye’deki seçmenler de fanatiklere fırsat vermemeli.

 

Sizlere Hollanda’daki seçimleri anlatmadan önce, başlıkta kullandığım  ‘darısı’ ve ‘fanatik’ kelimelerine açıklık getirmek istiyorum.

 

‘Darısı başına’ deyimi,.eskiden evlenenlerin başlarına atılan mısır ve tahıl tanelerinden kaynaklanan  bir sözdür.  O zaman konfeti olasaydı, ‘Konfeti başına’ diyecektik.

 

‘Fanatik’ deyimi ise ‘Fan’dan kaynaklanmaktadır. Birinin seveni, taraftarı anlamını taşır. Ama ‘tik’ veya ‘a tik’ ile bu deyim daha da güçlendirilmiş, sonuçta ‘aşırı taraftar’ olarak kabul görmüştür.
Bu nedenle, benim kullandığım fanatik kelimesinden başka bir anlam çıkarmayınız.

 

Şimdi gelelim Hollanda’da yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Millet meclisi seçimlerine…

 

24 Haziran’da Türkiye’de yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı ve Millet Meclisi seçimleri için yapılmakta olan propaganda mitinglerini yakından izlerken, oy kullanıp kullanmayacağım konusu açılmıştı. Benim kaydım Hollanda’da olduğu için oyumu Hollanda’da veya bir gümrük kapısında kullanabilirdim. Mersin’de gümrük kapısına gidip oy kullanma imkanım vardı ama ben Hollanda’ya gitmeyi tercih ettim ve hafta sonu Hollanda’ya geldim.
Dün, yurtdışında oy kullanabilmenin son günüydü. Sona kalıp dona kalmak da vardı ama, ben dün Amsterdam’daki seçim yerine gittim.
Daha önceki seçimde Uluslararası Fuarların yapıldığı RAİ’de yapılan oy atma işlemi, bu kez Türkler’e ait olan Rhone isimli büyük bir komplekste yapıldı.

 

Yakından tanıdığım bu yere giderken bu kez zorlandım. Zira, bildiğimiz yollar kapanmış, Rhone’ye giden yollar özel trafik levhaları ile  işaretlenmiş. Türkçe ve Hollandaca levhalar sayesinde, seçim bölgesi ve park alanlarına rahatça ulaşılabiliyordu.

Rhone salonlarına girildiği zaman, ilk salonda 8 sandık, ikinci salonda da 4 sandık yer alıyordu. Oy kullanmak için sandık seçimi için bakışırken, her sandıktan ‘Buyurun İlhan bey, burada oy kullanın’ şeklinde davet sesleri çıkıyordu. Sonunda, fotoğrafta gördüğünüz dostların bulunduğu sandıkta oyumu kullandım ve vatandaşlık görevimi yerine getirdim.

Salonda, sandık başlarında görev yapan partili yurttaşlarımızın kimi görev başında, kimi de mola sırasındaydı. Ülkücüler’in Hollanda lideri olan Murat Gedik’in etrafında MHP’li sandık görevlileri toplanmıştı. O anki fotoğraf karesini aşağıda bulacaksınız.

 

Amsterdam’daki başarılı organizasyonun mimarı olan Başkonsolos Tolga Orkun’u ‘devriye’ gezerken gördüm. Devriye’den kastım, Başkonsolosumuzun birinci günden son güne kadar salon içinde ve dışında yaptığı kontrollardan söz etmektir.
Zira, Hollandalı politikacılar ve medyacılar, Türkler’in Hollanda’da oy kullanmalarından hiç de hoşnut değillerdi. Politikacılar ve medyacılar, hükümetin , Türkler’in oy kullanmasına yasak getirmesi için çeşitli senaryolar yazıyorlardı. ‘Türkler birbirlerine girecekler’ ve  ‘Birbirlerine siyasi düşmanlık besleyen Türkler kargaşa çıkaracaklar’  gibi iddialarla ortalığı karıştırmaya çalışanların umutları suya düşmüştü.
Başkonsolosa, ‘Durum nedir’ diye sorduğum zaman aldığım cevap şu oldu: ‘Oy verme işlemi başladığı günden son güne kadar ortalıkta huzur ve güven hakimdi. Oy kullanmaya gelen yurttaşlarımızın kime oy verdiği veya vereceği söz konusu bile olmadı. Siyasi partiler adına görev yapan yurttaşlarımız da ahenk içinde çalıştırlar. Her sabah karşılaştıkları zaman birbirlerine sarılıyorlar ve hal hatır sorarak işe başlıyorlardı. Benim ile de sarmaş dolaş oluyordu bu yurttaşlarımız.’.
Başkonsolos bunları anlatırken yanımızda bizi dinleyen, adını özellikle belirtmeyeceğim bir genç söze karıştı ve, ‘Başkonsolosumuz çok haklı. Ben bu sandıkta HDP’yi temsil ediyorum. Ben de diğer yurttaşlarım ile sarmaş dolaş oluyordum’ diyerek Başkonsolosun anlattıklarını perçinledi.

 

Rekor katılım

Türkler, üçüncü defadır oy kullandıkları Hollanda’da, bu kez katılım rekoru kırdılar. Daha önce Amsterdam’da 42 bin oy kullanmış olan Türkler, bu kez 47 bin oy kullandılar. Türkler, Hollanda genelinde 110 bin oy kullanarak bir rekora imza attılar.

Türkiye’deki seçmenlerin de katılım rekoru kırmaları gerektiğini belirten Hollanda Türkleri şöyle konuştular: ‘Oy vermek demokrasinin gereği olduğu gibi, vatan borcudur. Bana ne diyenler yanlış yaparlar. Yurtdışında oy kullanamadığımız yıllarda, oy kullandırmak için uçaklarla, otobüslerle Türkiye sınırına götürülen yurttaşlarımızı unutmadık. Oy atmak sadece fanatiklere bırakılmamalı. Amaaan sende diyerek oy atmazsak, milli irade sağlıklı olmaz.’

 

Hollanda’daki seçimlerde olduğu gibi, yurtdışındaki tüm ülkelerde seçimlerin huzur ve güven içinde yapıldığı ve de katılım rekorları kırıldığı haberleri geliyor.
Ayrıntılı haberimi daha sonra sizlere sunacağım.

 

 

 

 

Türkiye’nin göçmen politikası ve Avrupa’nın rahatı

Türkiye’nin göçmen politikası ve Avrupa’nın rahatı

 

 

egemen bağış yazı.jpg1Avrupa ve dünya yardım etsin veya etmesin adalet ve merhamet kodlarına işlemiş bu vatan, mazluma her zaman kucak açacak insaniyet ve güce sahiptir. Ama bizim küresel insani değerleri, ulusal çıkarlarımızın dahi önüne koymamız Avrupa’daki müttefiklerimizi rehavete de itmemelidir. Gün doğmadan neler doğar!

 

Suriye’deki savaş nedeniyle son yıllarda ülke gündemimizi Suriyeli göçmenler ve onlara dayandırılan problemler meşgul etmekte. Kolayca manipüle edilebilen bir konu olması da cabası. Türkiye’nin göçmen politikasını iyi anlatabilmekte fayda var. Aslında ilk defa göç dalgasıyla karşılaşan bir ülke değiliz. Anadolu’da hakim olduğumuz dönemlerde de Moğol tehdidinden kaçanların göçlerinden tutun da yakın tarihimizdeki Osmanlı bekası yerlerin halklarının göçlerine kadar neler gördü ve sahip çıktı bu halk. Balkanlarda ki Türk, Arnavut, Makedon ve Boşnak kardeşlerimiz Türkiye’ye son yüzyılda sıklıkla göç ettiler. Kırım ve Kafkasya’dan gelen kardeşlerimizi de unutamayalım. Yakın zamanda okuduğum emekli büyükelçilerimizden Ender Arat’ın yazdığı “Türklere Güvendiler” isimli kitap tam da bunları anlatıyor. Hatta sadece soydaşlarımız, dindaşlarımız ya da komşularımız değil uzak coğrafyalardan bile bize sığınan farklı etnisite ve dinlere mensup toplulukların sığındığı liman olduğumuza belgeleriyle değinmiş. Son 30 yıla baktığımızda önce Saddam zulmünden kaçan Kürt kardeşlerimiz, sonra I. Ve II. Körfez Savaşları nedeniyle Irak’tan gelen önemli iki göç dalgası daha geldi. Son olarak Suriye’deki savaşın neticesinde daha da büyük bir göç dalgasıyla yüzleştik.

 

Bugün itibariyle Türkiye’de, çoğunluğu Suriye’den olmakla birlikte farklı ülkelerden 4 milyonu bulan göçmen ve mülteci mevcut. Gerçekten de bu önemli bir rakam. Barınmaları, temel ihtiyaçları, okul eğitimleri ve iş bulmaları bu kadar büyük bir nüfus için kolay değil.

Ama ekonomisi baltalanmak için operasyonlara maruz kalan, 15 Temmuz Hain Darbe Girişimini atlatan, Suriye’de hem en önemli aktörlerden olan hem de çok güçlü ticari ilişkilerimizin olduğu Rusya ile bir kumpas neticesinde uçak krizi yaşayan, DAEŞ, FETÖ VE PKK belaları ve eylemleriyle mücadele eden, Avrupa Parlamentosu’nun ve AB’nin üzerimize “Akıl tutulması” diye nitelendirdiğim yaklaşımlarıyla uğraşan Türkiye’mizin savaştan kaçan göçmenlere hala kapısını açan bir ülke olarak devam etmesi her ülkenin altından kalkabileceği bir şey değil. Bugüne kadar kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları ve halkımızın Suriyeli göçmenler için AFAD verilerine göre 25 milyar dolar harcanmış.

 

Vize serbestisi rafa kalktı

Çok uzağa gitmeyelim AB, savaşla beraber Türkiye üzerinden gelen Suriyeli göçmen dalgasını kaldıramaz hale geldi. Ve nihayetinde AB ve Türkiye arasında 18 Mart 2016’da bir mutabakat imzalandı. Mutabakat karşılıklı birçok yükümlülük ve ortak çalışma şartı getiriyordu ama kamuoyuna daha çok Türk vatandaşlarına AB ülkelerine vize serbestisi alınacak söylemiyle yer buldu. Kaçak yollardan Türkiye’den Avrupa ülkelerine geçmek için Yunan Adalarına giden göçmenlerin Türkiye’ye iadesi ve karşılığında kaç kişi geri gönderildiyse Türkiye’den kamplarda mevcut mültecilerden o kadar kişinin resmi yollarla Avrupa’ya iltica etmesine bağlanan “1’e 1” diye tabir edilen bir anlaşmaydı bu. Ayrıca AB, Türkiye’deki Suriyeli göçmenler için 3 milyar Euro’luk bir yardım yapacağını ardından da ikinci bir 3 milyar Euro’luk yardım dilimi daha yağacağını taahhüt etti. Bugüne kadar bu paranın da Türkiye’ye tamamının verilmediğini biliyoruz. Süreç maalesef yavaş işliyor. Dönemin Başbakanı Sayın Davutoğlu’nun müjdelediği vize serbestisi de gündemi takip edenler bilir AB tarafından rafa kalktı. Anlaşma neticesinde bugüne kadar elde edilen en önemli kazanım 2015’te günde 7 bin civarında mülteci kaçak yollardan geçmeye çalışırken bu şu anda 35-40 civarlarında seyrediyor. Tabi ülkemize ekonomik olarak maliyeti de arttı. Geçici koruma altındaki mültecilerin sayısı 2,5 milyondan 3,2 milyonlara kadar geldi. Ve bu da ek bir maliyet demek.

 

29 AB üyesi ülkenin kabul ettiği Suriyeli göçmen sayısı 860 bin civarlarında seyrediyor. Türkiye’nin tek başına misafir ettiği göçmen sayısı 3 katından fazla.

 

Dikkat ettiyseniz bir imparatorluk mirasına sahip olan ülkemiz mazlum kardeşlerine kapısını her zaman açmıştır. Bundan sonra da açacaktır. AK Parti iktidarı olarak bizler bu toplumun vicdani değerlerine ters düşmedik. Başka bir iktidar bunu yapmasa toplum vicdanıyla ters düşerdi.

 

Türkiye Cumhuriyeti güçlü bir ülkedir. Bu zor zamanında canını ve namusunu korumak için gelen komşularına sahip çıkacaktır. Avrupa ve dünya yardım etsin veya etmesin adalet ve merhamet kodlarına işlemiş bu vatan mazluma her zaman kucak açacak insaniyet ve güce sahiptir. Ama bizim küresel insani değerleri, ulusal çıkarlarımızın dahi önüne koymamız Avrupa’daki müttefiklerimizi rehavete de itmemelidir. Gün doğmadan neler doğar!

 

Egemen Bağış / Avrupa Birliği eski Bakanı

Çiler İlhan 14-16 Mayıs’ta Fransa’nın en prestijli edebiyat festivali Étonnants Voyageurs’de!

Çiler İlhan 14-16 Mayıs’ta
Fransa’nın en prestijli  edebiyat
festivali Étonnants Voyageurs’de!

Çiler İlhan, dünyanın en prestijli edebiyat festivallerinden biri olan, Fransa’nın Bretanya bölgesinde düzenlenen Étonnants Voyageurs’e davet edildi. Festival bu yıl 27. kez, 14-16 Mayıs 2016 tarihleri arasında düzenleniyor.Her yıl tarihi Saint-Malo kasabasında dünyanın dört bir yanından yazarlara ev sahipliği yapan Étonnants Voyageurs bu yıl da Tarık Ali’den Jean-Claude Carrière’ye 41 ülkeden 250’nin üstünde yazar ve sanatçıyı söyleşi, sergi ve belgesellerle dolu bir programda ağırlayacak. Bu yılın dikkat çeken temaları ise “Avrupa Fikri”, “Almanya, Bilinmeyen”, “Fransa, Nedir” ve “Türkiye’nin Yeni Sesi”.

ilhanİlhan’ın 2011’de Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü kazanan kitabı Sürgün, Nisan 2016’da Galaade Éditions tarafından Fransızca olarak basıldı. Arapça, Hintçe, İtalyanca, İngilizce, Urduca, Fransızca da dahil 13 dilde basılan Sürgün’ün uluslararası edisyonlarının sayısı 2017 sonuna dek 20’yi bulmuş olacak.

Çiler İlhan bugüne dek Copenhagen Interlit (Danimarka), Festival della Letteratura Mediterranea (İtalya), Euro Stars (İngiltere) ve İTEF (Türkiye) dahil olmak üzere pek çok uluslararası etkinlik ve festivale katıldı.

Sürgün, Rüya Tacirleri Odası isimli bir öykü kitabı bulunan yazarın ikinci kitabı.
Aralarında City-Pick IstanbulÉcrivains de Turquie Sur les rives du soleilİpekli Mendil ve PEN Türkiye ve Norveç ortak projesi Canımı Yakma! kitaplarının olduğu 13 ulusal ve uluslararası antolojide öykü ve yazıları bulunan İlhan’ın üçüncü kitabı yıl sonu okurlarla buluşacak. Bir yandan romanı üstünde çalışan İlhan aynı zamanda aylık bir seyahat dergisinde de editörlük yapıyor.

Türk dili İsfahanda Səfəvilər dərbarında

 

pervane memedliUzun illər Londonda Şərq Dilləri Universitetinin professoru olmuş Turxan Gəncəyinin türkologiya sahəsində bir çox tədqiqatları və maraqlı orijinal elmi məqalələri nəşr olunmuşdur. O bir müddət İtaliyada məşhur türkoloq Rossinin yanında çalışmış, sonra Böyük Britaniyaya gəlib Birləşmiş Şərq Dilləri Universitetində türk və fars dillərini tədris etmiş, professor adını almışdır. Onun bu tədqiqatlarında türk dilinin orta əsrlərdə, xüsusən Səfəvilər dövründəki yüksək mövqeyi barədə dəyərli məlumatlar vardır.
Turxan Gənçəyinin Tehranda türk və fars dilli «Varlıq» dərgisində nəşr olunmuş «Türk dili İsfahanda Səfəvilər dərbarında», «Monqollardan qabaqkı fars şeirində türkcə» adlı yazıları göstərir ki, türk dili Şərqin vacib ünsiyyət vasitələrindən olmuş, öz zənginliyi ilə seçilmiş, Şərqin qədim ədəbi dilləri ilə bir səviyyədə çıxış etmişdir.
«Nadir kəşflər» rubrikasında prof. Turxan Gəncəyinin Fransada nəşr olunan bir türkologiya məcmuəsində yayınlanmış «Şah İsmayılın miniatürlü əlyazması» adlı çox dəyərli elmi məqaləsi haqqında bilgi verilir. Qeyd edilir ki, T.Gəncəyi tərəfindən üzə çıxarılan bu kəşf dünyanın çeşidli ciddi elmi nəşriyyələrində öz qiymətini almışdır. Sözü gedən əlyazma T. Gəncəyi tərəfindən Britaniya muzeyi kitabxanasının əlyazmaları fondundan tapılmış, dünya elminə təqdim edilmiş, yüksək qiyməti haqqında elm aləminə xəbər verilmişdir. T.Gəncəyi göstərir ki, həmin əlyazmanın dəyəri türkcə əlyazmalara çəkilmiş miniatürlərlə zəngin olmasındadır. Alim bu nadir əlyazmanın tarixini Şah İsmayılın öz dövrünə aid edir.
T. Gəncəyinin tarixi sənədlərə istinad edərək yazdığı «Türk dili İsfahanda, Səfəvilər dərbarında» adlı məqaləsində dilimizin keçmişinin tarix güzgüsündə parlaq dövrləri əks olunmuşdur.
Səfəvilər dövründə azərbaycan türkcəsi geniş surətdə gəlişmiş və Azərbaycanda və qonşu olan öikələrdə yaşayan xalqların ünsiyyət dili olmuşdur.
Müəllif qeyd edir ki, italiyalı səyyah Dallevale Petro İsfahanda bir müddət qaldıqdan sonra dostuna yazırdı: Burada fars dili yalnız ədəbi dil kimi rəsmi yazışmalarda işlənir. Qızılbaşlardan təşkil olunmuş qoşun və müxtəlif tayfalardan əmələ gəlmiş qullar, dərbar, qadınların hamısı türkcə danışırlar. Əmirlər və şahın özü də istədiklərini anlatmaq üçün türkcə danışır». Başqa bir məktubda isə belə yazır. «Şahla türkcə danışırdım və o mənim söylədiklərimi ətrafındakılara farsca tərcümə edirdi. Bir dəfə bir mətləbi anlatdığım zaman İstanbul türkcəsilə danışdığım üçün şah məni yaxşı başa düşmədi. Çünki burada «osmanlı türkcəsi» deyilən türkcə, buranın türkcəsindən bəzi sözlərdə fərqlidir».
Dallevale İranda yaşadığı zaman türkcə bir şeir də yazmışdı. 1620-ci ildə İsfahanda yazdığı «Türk dilinin qrammatikası» kitabının müqəddiməsində türk dilini öyrənmənin yolçuluq, ticarət işlərində və dini təbliğat aparmaqdakı faydalarından bəhs edir və türklərin hakim olduqları sahənin genişliyinə və nüfuzuna işarə edir. Türkcənin böyük ərazidə, xüsusilə Afrikadan, Asiyaya və Avropadakı Osmanlı İmperatorluğunda və habelə Qızılbaş türklərinin hakim olduqları İranda, Turanda, Qara dəniz sahillərində, Şimal Buzlu və Hind okeanlarının uzaq sahillərinə qədər hər yerdə türkcə anlaşıldığını vurğulayır.
Almaniyalı Oliver Yus 1636-37-ci illərdə İranda işləmişdir. Bu müəllifin yazdığına görə iranlıların çoxu öz dilləri ilə bərabər türk dilində də bilirlər. Müəllif dərbarda farsca nadir hallarda danışıldığını və türk dilinə daha çox yer verildiyini bir daha təsdiqləyir. Sonra müəllif yazır ki, iranlıların farsca və türkcə çox qədim və dəyərli divanları var.
12 il İranda yaşamış Ş.Jarden isə belə yazır: Əhərə qədər ümumxalq dili türkcədir, amma Türkiyə türkcəsindən bir az fərqlidir. Ş.Jarden İrandakı dillərlə bağlı apardığı müşahidələrdən bu qənaətə gəlir ki, dərbarı və qoşunu təşkil edənlər türklərdir. Ona görə də türk dili onların ünsiyyət dilidir.
Uzun müddət İsfahanda işləyib yaşamış Rafael Dyu Man «İranın vəziyyəti» kitabında yazırdı ki, İranda (İsfahan) xalqın dili farscadır. Lakin dərbarın dili türkcədir. Sonra bu dillərin qrammatikasından bəhs edir. Yunan və latın dillərini türk dili ilə müqayisə edərək yazır ki, türk dili heç də onlardan geri qalmır, əksinə bəzi qaydasızlıqlar bu dillərə xasdırsa, türk dilində hər şey vahid qaydaya tabedir. O, 1684-cü ildə latın dilində «Türk dili qrammatikası» kitabını yazmışdır. Bu qeydlər qısa olmağına baxmayaraq XVII əsrdə İsfahanda danışılan türkcənin nümayiş etdirməsi baxımından maraqlıdır.
Alman alimi Əngilbər B.Kəmpfər dərbarda danışılan türk dili barədə belə yazırdı: «Bu dil daha çox səltənət xəndanının ana dilidir və dərbardan hakim təbəqə ailələrinə qədər nüfuz etmişdir. Bu gün yüksək təbəqədən bir kimsə türkcəni bilməzsə, utanc duymaqdadır».
XVII əsrdə İsfahanda dini səpgidə yazılan 3 dilli italyanca-farsca-türkcə sözlük türkcənin dini təbliğat üçün nə qədər əhəmiyyətli olduğunu göstərir.
Professor T.Gəncəyi daha bir sənədi II Şah Abbasın anadolulu iki dərviş barədə Şirvan bəylərbəyinə yazdığı məktubu misal gətirərək göstərir ki, həmin sənədin dili xalq dili ilə o zamankı diplomatik yazışmalarda işlənən rəsmi dilin qarışığı – dərbarda işlənən dildir.
Rəsmi dövlət məktublarının, məsələn, Şah Səfəvinin Avstriya imperatoru və Macarıstan şahı II Fərdinanda, habelə şah Soltan Hüseynin Saksonya və Polşa kralına – Fredirik Avqustiyə və bir çox tarixi şəxsiyyətlərə göndərdiyi məktublar göstərir ki, o dövrdə türk dili fars dili ilə yanaşı işlənirdi.
1701-ci ildə Rza Nasiri Osmanlı, Kalmık və digər türk soltanlarının İrana göndərdikləri məktubları asan tərcümə etmək üçün 20 il müddətinə bu dillərin sözlüyünü hazırlamış və onu tamamlamadan vəfat etmişdir. Onun oğlu həmin işi başa çatdırmışdır. Rəsmi dövlət məktubları, sənədlər, habelə bir çox tarixi şəxsiyyətlərin o dövrdəki yazışmaları göstərir ki, türk dili fars dili ilə yanaşı, rəsmi və diplomatik əlaqələrdə işlənir və bu dildə çox yüksək səviyyədə mahir yazıçılar (katiblər) yetişirdi.
Elmdə və ədəbiyyatda (xüsusilə klassik divan ədəbiyyatında) adətən türk dilləri ərəb və fars dilləri ilə yanaşı işlədilmiş, məhz buna görə də bu dillərin türk dilinə təsirindən çox bəhs olunmuşdur. Lakin türk dilinin fars və ərəb dillərinə də təsiri məlumdur. Bu sahə bizdə az öyrənilmişdir. Professor Turxan Gəncəyi məqalələrindən birində məhz bu problemə toxunur. Onun «Monqollardan qabaqkı farsca şeirində türkcə» yazısını ünlü türkoloqlar Tofiq Hacıyev və Həmid Nitqi ayrılıqda təhlil ədib «Ədəbiyyat» qəzetinə və «Varlıq» jurnalına təqdim edirlər.
T. Gəncəyinin bu tədqiqatında Monqol-tatar işğalından ən öncəki fars şeirində işlənmiş türk ünsürləri öyrənilir.
Araşdırmanın üstün cəhətlərindən biri odur ki, dilin təsir dairəsi kompleks halında, bütöv tarixi-mədəni-siyasi sosioloji prosesin tərkib hissəsi kimi verilir. Məhz belə metodika sayəsində müəllif obyektiv elmi nəticələrə gəlir.
Müəllif monqollardan qabaqkı türkizmi XIII əsrdə «dəri farsca» ədəbiyyatında işlədilən türk sözlərində axtarmışdır. Bu yolda böyük çətinliklərdən biri də mövcud əsərlərin oxu- nulmazlığıdır.
Müəllif farsca yazılmış beytlərdəki misallara müraciət edir. Göstərir ki, «yemək» kəlməsi qəbilə adıdır: «Qunuq görək» – qonaq gərək, biçək, biçmək məsdərində – bıçaq mənasında işlənir. O dövrdə Azərbaycan və başqa türk dilləri şərqin vacib siyasi-ünsiyyət vasitələrindən olmuş, öz zənginliyi ilə seçilmiş, şərqin ədəbl dilləri ilə bir səviyyədə çıxış etmişdir .
T. Gəncəyi «Tarixe-Fəxrəddin-mübarək şah» əsərindən (XIII əsrin əvvəlləri) belə bir misal gətirir ki, Şərqdə ərəb diindən sonra türkcədən daha gözəl, daha layiqli bir dil yoxdur. Böyük özbək şairi Əlişir Nəvai özünün «Mühakimətul- lüğəteyn» əsərində türkcəni Şərqin qədim və ədəbi dillərindən olan fars dili ilə müqayisə edib, türkcənin imkanlı bir şeir dili olmasını təcrübi və nəzəri cəhətdən aydınlaşdırır, onun fəal qurmalarda mütəhərrikliyi ilə seçilən bir sıra cəhətlərin ancaq ərəb dilindən xüsusiyyətlərlə müqayisəyə gəldiyini göstərir. Maraqlıdır ki, T. Gəncəyinin aşkarladığı kimi bu fikir hələ Əlişir Nəvaidən 30 il əvvəl də söylənilmişdir. Bu vəziyyət hələ ilk orta əsrlərdən türk dillərinin, o cümlədən Azərbaycan yazılı və şifahi, bədii və hüquqi ünsiyyət vasitəsi kimi işləndiyinə dəlalət edir. T. Gəncəyinin tədqiqatı bu qənaəti bir daha inandırır. Onun gətirdiyi poetik mətnlər göstərir ki, türkizmlər farsdilli şeirlərdə, adətən sadəcə leksik mənimsəmələr səviyyəsində deyil, daha dərinə gedir və mürəkkəb bir prosesin nəticəsi kimi təzahür edir.
T. Gəncəyiyə görə ədəbi türkcənin köklərini Azərbaycan və İranda Cəlalilər dövründə axtarmaq lazımdır. Dilin sonrakı inkişafı da bu iki əyalətdə Qaraqoyunlu və Ağqoyunlular dövründə baş vermiş özünəməxsus xüsusiyyətləri onu osmanlı türkcəsindən ayırmışdır.
T. Gəncəyi yazır ki, müasir osmanlı təzkirəçisi Lətifi Füzulinin üslubundan bəhs edərkən «onun cazibəli ifadə tərzi Nəvaiyə həm yaxın, həm də qəribdir» deyir. Yəqin ki, müəllif bunları yazarkən hər iki şairin dilindəki fərqlərə işarə edir.

ÇAVUŞOĞLU, “SALDIRININ ASIL HEDEFİ TÜRKİYE’NİN İSTİKRARI”

 

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Antalya Milletvekili Adayı Mevlüt ​Çavuşoğlu, Ankara’daki patlamaya ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Çavuşoğlu, “Öyle görülüyor ki bu saldırının amacı korkutmak değil, bir katliam yapmak. Umudumuz ve arzumuz en kısa sürede tüm yönleriyle bunun ortaya çıkması. Yapanlar kimse bunların da ortaya çıkması” dedi.mevlüt çavuşoğlu

Ankara’da yaşanan, çok sayıda kişinin ölümü ve yaralanmasına neden olan patlamaya ilişkin  açıklama yapan AK Parti Genel başkan Yardımcısı Mevlüt Çavuşoğlu, iki bomba patlatıldığını ve gelen bilgilere göre 30 vatandaşın hayatını kaybettiğini bildirdi. Hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet dileyen Çavuşoğlu, “Öyle görülüyor ki bu saldırının amacı korkutmak değil, bir katliam yapmak. Aynı anda iki tane bomba patlatıldı ve kalabalığın olduğu yerde” ifadesini kullandı.

Patlamada çok sayıda kişinin de yaralandığını ifade eden Çavuşoğlu, saldırının hedefi orada katliam yapmaktan öte Türkiye’nin istikrarı, demokrasi ve önümüzdeki 1 Kasım seçimleri olduğunu vurguladı.

Saldırının kim ya da kimler tarafından ne amaçla gerçekleştirildiğine ilişkin ayrıntıların, titiz ve ayrıntılı bir incelemenin ardından tüm boyutlarıyla ortaya çıkarılacağını söyleyen Çavuşoğlu şunları söyledi: “Sayın Başbakanımızın başkanlığında, ilgili arkadaşlarımız zaten sizler de bildiriyorsunuz, toplantıya başladı. Olay yerinde incelemeler devam ediyor. Umudumuz ve arzumuz en kısa sürede tüm yönleriyle bunun ortaya çıkması. Yapanlar kimse bunların da ortaya çıkması. Ülkemiz bu tür badireleri de atlatır, sorumluları da ortaya çıkarır ve inşallah birlik, beraberlik içerisinde bunun üstesinden geliriz. Gerçekten çok üzüntülüyüz, çok sayıda vatandaşımız hayatını kaybetti ve yaralılarımız var.”seçim öncesi