Etiket arşivi: Türkevi

Mevlana Celaleddin Rumi, 744’üncü Vuslat Yıldönümü’nde Amsterdam’da anıldı

Büyük Türk düşünürü Hz. Mevlana Celaleddin Rumi’nin  anma töreni, geçen yıl, dünyadaki en etkin 500 Müslüman arasında gösterilen fotoğrafçı ve film yapımcısı Amerikalı Şems Friedlander’in hazırladığı belsegel filmi ve anlatımı ile yapılmıştı. Mevlana, bu yıl ise  Türkevi Topluluğu ve Tevazü Tasavvuf Grubu tarafından hazırlanan bir başka programla anıldı.

Program Mevlana’nın meşhur eseri Mesnevi’nin ilk onsekiz beytinin Hollanda’ca, Türkçe ve Farsça okunmasıyla başladı. Daha sonra, ‘Mevlana Celaleddin Rumi’nin günümüzde anlamı’ konulu bir toplantı yapıdı. Toplantıda Mesnevi’yi Hollandacaya tercüme eden Abdulwahid van Bommel ve Leiden Üniversitesinden Dr. Asghar Seyed-Gohrab birer konuşma yaptılar. Katılımcılarla soru cevap halinde devam eden program, Amsterdam Tevazu Tasavvuf Musiki Grubu’nun hazırladığı birbirinden güzel ilahilerin yer aldığı müzik programı ile son buldu.

Leiden Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Asghar Seyed-Gohrab konuşmasına,  ‘Ben adeta Mevlana ile birlikte büyüdüm, onun şiirleri, kitapları bana hep yol gösterdi desem abartmış olmam herhalde‘ sözleriyle başladı. Rumi’nin günümüzde çok farklı yollarla insanlık gündemine geldiğini söyleyen Gohrab, ‘Mevlana’nın bu kadar ilgi görmesi adeta ülkelerin birbiriyle yarışmaları, Rumi’nin büyük bir Mutasaffıv olmasıdan kaynaklanmaktadır. Rumi adeta bir vizyoner konumunda, insanlık için bir öğretici, sadece yaşadığı çağ insanlarına değil aynı zaman da günümüzede mesajları var Rumi’nin.’ diye devam etti.

Leiden Üniversitesi öğretim görevlisi Dr. Asghar Seyed-Gohrab

 

Seyed Gohrab, Mevlana Rumi’nin, Madonna’dan tutun da özellikle Avrupa’da kiliseden ayrı manevi yolda yürüyenler arasında çok fazla ilgi gördüğünü söyledi ve ,‘Mevlana’nın İnsanları yargılamaması, insanlar hakkında hemen hüküm vermemesi, hoşgörülü olması modern insanın dikkatini çekiyor.’ dedi.

Daha sonra söz alan Abdulvahit van Bommel konuşmasına, Mevlana’nın bir şiiri ile başladı.

Dinle, Candan Sevgilim,
Ben bu dünyanın gerçeğiyim,
Herşeyin merkeziyim,
Ben bütünün bir bölümüyüm,
Ben Gök ile yer arasındaki iradeyim,
Ben şuurlu olarak sana uygun oldum,
Benim gözlemimdeki hedefi görmen için,
Şayet beni gözlemlersen kendin algılarsın,
Ama sen beni algılayamazsın,
Ancak benim gözlerimle beni ve kendini görebilirsin,
Kendi gözlerinle beni göremezsin…
Candan sevgili !
O kadar çok çağırdım ki sen duymadın,
Kendimi sana o kadar gösterdim ki sen görmedin,
Pek çok kez kendimi koku yaptım. sen koklamadın,
Pek çok kez yemeğine tad oldum sen tadamadın.

Abdulwahid van Bommel, Mevlana’nın yediyüz küsür yıl sonra hala bizimle konuşabildiğini söyledi.
Mevlana’nın, ‘Sevgili, Bana yaklaşırsan, Ben sana yaklaşmış olurum. Ben sana senden daha yakınım. Ruh’undan, nefesinden daha yakın. Aramızda kimseler yok…’ şeklindeki sözlerini de aktaran Abdulwahid van Bommel, dikkatleri günümüze çekerek, 1980 sonrası küresel ekonominin büyüdüğünü ancak bu büyümenin sadece dünyanın yüzde 0,1’ini oluşturan zenginlerin faydalandığına dikkat çekti. İnsanın toprağı sahiplenmesinden sonra adaletsiz dağıtım ve paylaşımın başladığını söyleyen Van Bommel, günümüz sorunlarından bir başkasına dikkat çekti.

Bireyin teknolojiye esir düştüğünü, köleliğe dönüştüğünü ve Slikon Vadisi eski müdürlerinin dahi teknolojinin parça parça toplumu çürüttüğüne dikkat çektiklerini söyleyen Van Bommel, ‘Bu hafta Facebook’un insanlar üzerinde bu kadar etkili olduğundan suçluluk duygusu taşıdılarını açıkladılar’ dedi. Günümüz insanını meşgul eden bir başka meselenin ise, üç dinin kutsal saydığı şehir Kudüs’de, üçünün de hakları olduğunu söyleyen Bommel, siyasi kararların şiddete davet çıkardığına değindi.

‘Kudüs’den Amsterdam’a geçelim’ diyen Van Bommel, 29 Kasım’da Zuidkerk’de ‘Amsterdam’da inançlar’ konulu bir toplantı yapıldığını ve burada Amsterdamlılar’ın sadece yüzde 38’inin bir dine veya inanca sahip olduklarının belirtildiğini, ancak dini kuruluşların buna rağmen hükümetin politikası doğrultusunda yaptıkları yardımdan alabildiklerini belirten  Van Bommel, ‘Oysa Hollanda’nın Hollanda’daki 475 camide çalışan gönüllülerden yılda 150 milyon tasarruf yaptığını Oikos’un araştırmasından öğreniyoruz’ dedi.

  

Bu iki örnekten sonra Amsterdam’da ‘Yalnızlık’ sorununa dikat çeken konuşmacı Van Bommel, Amsterdam’da her sekiz kişiden bir kişinin ciddi yalnızlık sorunuyla karşı karşıya olduğunu söyledi. Yalnızlıkla mücadelede bibloterepi okuma günleri organize edildiğini söyleyen Van Bommel, ‘Bununla Mevlana’nın Mesnevi’sinde görüldüğü gibi, okunan metnin kişilik gelişmesine ve günlük ilişkilere katkısı bulunacağı düşünülmektedir’ dedi.

Bu noktada varılmak istenen sonucun aslında Mevlana’nın ‘Görmediğimiz oniki düşmanla mücadele ediniz’ ifadesinde özetlendiğini söyleyen Abdulwahid van Bommel, bunların: ‘Egoizm, ukalalık, kendini beğenmişlik, doyumsuzluk, hoşgörüsüzlük, kızgınlık, yalancılık, çıkarcılık, aldatma, dedi kodu, rahatsız etme, şehvet’ olduğuna dikat çekti.

Bunun için bir dil geliştirmenin önemini vurgulayan Van Bommel, 2018 yılında Hollanda’da bizi bekleyen bir seçeneğin olduğunu, bunun da ‘birbirmize yatırım yapıp yapmamada özetleneceğini söyledi. Van Bommel sözlerini, ‘Toplum olarak ya izole halde yani adacıklar halinde yaşayacağız ya da birbimizi tanıyıp kabul edip saygı duyacağız.’ diyerek tamamladı.

Mevlana’nın şiirinin Hollandcası:

Luister, O innig geliefde

Ik ben de werkelijkheid van de wereld

Het Centrum van al wat ons omringd

Ik ben de delen en het geheel

Ik ben de wil tussen hemel en aarde

Ik heb bewustzijn in jou geschapen

Om dát het doel te laten zijn van Mijn waarneming

Als je Mij waarneemt besef je jezelf

Maar je kunt Mij niet waarnemen door jezelf

Het is door Mijn ogen dat je Mij en jezelf kunt zien

Door jouw ogen kun je Mij niet zien..

Innig geliefde!

Ik heb je zo vaak geroepen en je hebt Mij niet gehoord

Ik heb Mezelf zo vaak aan jou getoond

en je hebt Mij niet gezien

Zo vaak heb ik Mijzelf ‘geur’ gemaakt

en je rook Mij niet.

Zo vaak was Ik de ‘smaak’ in jouw voedsel,

maar je hebt Mij niet geproefd.

Hollanda Türkleri’nin yeni koalisyondan bekledikleri…

Geçtiğimiz 15 Mart’ta sandığa gidilen Hollanda’da, tam 209 gün sonra dört partili bir koalisyon kurulabildi.  Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi (VVD), Hıristiyan Demokratlar Birliği (CDA), Liberal Sol Demokrat 66 (D’66) ve Hıristiyan Birlik Partisi (CU) partileri,  “Merkez Sağ” denilebilecek koalisyon hükümetinin protokolunda yer alan maddeler arasında, göçmenler için hiç de iyi olmayan konular var.

Yeni kurulan hükümetten, Hollanda’daki Türk Sivil Toplum Kuruluşları’nın istekleri var.
Hollanda Türkevi  Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör, Rotterdam İslam Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Özcan Hıdır ve Türk, Kürt, Alevi ve Süryani kökenli Hollandalılar adına Mustafa Ayrancı, Hollanda hükümetinden istediklerini açıkladılar.

Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör’ün konuyla ilgili açıklaması şöyle:  ‘ İkiyüz günü geçen bir süredir kurulamayan hükümet,  geçtiğimiz ay kuruldu. Koalisyonda iki Hıristiyan parti yer alıyor. Liberaller ve Demokratlar var. Tabiiki hükümetin protokolünde bizi ilgilendiren en önemli konu, çifte vatandaşlığın gelecek yıllarda kaldırılmasıdır. Yani verilen bir hakkın geri alınmasıdır. Bu  insan haklarıyla nasıl bağdaşır ayrı bir tartışma konusu ama, insanların aidiyetlerini kanunlara bağlamak abesle iştigal etmektir. Vatandaşlık ya da aidiyet bir hissetmedir. Öyleki günümüzde bireyler kendilerini birden fazla ülke ve topluma ait hissedebilirler. Yeni hükümetin bu yöndeki anlayışı Hollanda’ya hiç yakışmıyor.  Diğer taraftan çifte veya çok yönlü aidiyet, karar vericiler tarafından özendirilmelidir. Zira çok yönlü aidiyet her ne kadar zaman zaman sorunlar davet etse de, esasen hem vatandaş hem ülke ve toplumlar için bir zenginliktir. Birey, içine kapalı bir toplumdan dışa açılarak dünya için, insanlar için küresel sorumluluklar üstlenebilir. 

Diğer taraftan, mülteciler konusunda kemerler sıkılırken, mültecilerin oturma izninin 5 yıldan 3 yıla indirilmesi ve ülkede oturum izni olmayan yabancıların en kısa yoldan sınır dışı edilmesinin kolaylaştırılması da yeni hükümetin göçmenlere nasıl yaklaştığını ortaya koyuyor.

Zenginlerin daha az vergi ödemesi de yeni protokolde eleştirilen maddeler arasında. Tabiiki hükümetin, yani koalisyonun zayıf tarafı, patlamentondaki milletvekili sayısının yarıdan çok az bir fazlalıkla temsil edilmesi. Ki bu alınacak kararlarda kırılmaları çok sık bir şekilde gündeme getirebilir.’
Rotterdam Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özcan Hıdır, konuyla ilgili bir analiz yaptı.
Hıdır’in analizi şöyle:

Koalisyonlarla yönetilen Hollanda’da, önce partiler arasındaki uzlaşmayı sağlayacak ve bu görüşmelere başkanlık edecek bir informatör atanıyor. Nitekim seçimden sonraki 209 günlük periyotta üç informatör değişti. Üçüncü olarak atanan tecrübeli liberal politikacı-ekonomist Gerrit Zalm öncülüğünde yapılan zorlu görüşmeler neticesinde partiler nihayet uzlaşabildi.

Ancak daha önceki denemelerde “neyin olmayacağı” tecrübe edilmişti. Bu anlamda 15 Mart seçimlerinin galip partilerinden Yeşiller Partisi ile uzun süren pazarlıklar yapıldı. Ancak göçmenler ve çevre konularında uzlaşma sağlanamadı. Seçimde hezimete uğrayan merkez sol İşçi Partisi (PvdA) hükümette yer almayacağını zaten duyurmuştu. Seçimlerde oyu düşmesine rağmen önemli sayıda sandalye kazanan ırkçı Wilders’in partisi ile koalisyon yapmayacaklarını da diğer partiler açıklamıştı. Geriye ise en makul -belki de tek- seçenek olarak şu anki, yani sağ-sol iki liberal (PVV-D66) ve iki Hıristiyan partinin (CDA-CU) kuracağı hükümet seçeneği kalıyordu. Ancak burada da en sıkı pazarlık, daha önce aralarında açık bir güven bunalımı olan Hıristiyan Birlik (CU) ile D66 arasında yaşandı; ancak neticede kurt politikacı Gerrit Zalm liderliğinde uzlaşı sağlanmış oldu.

Bakanlıkların dağılımı

Aslında hangi partinin hangi bakanlığı aldığının da çok önemi yok. Zira Rutte III Kabinesi’nde yeni bir uygulama olacak ve sağlık, güvenlik-adalet ve eğitim bakanlıkları iki ayrı bakan tarafından deruhte edilecek. Bu bakanlıklara bağlı kurumlar da her iki bakan arasında bölünmüş olacak. Aslında Hollanda sisteminde “staatssecretaris (ikinci bakan-bürokrat olmayan müsteşar)” adıyla hemen her bakanlıkta koalisyonu oluşturan diğer partilerden imza yetkisine sahip birinin görev yaptığı uygulama hep vardı. Yeni hükümetle bu statü biraz daha yükseltilerek bakanlık seviyesine çıkartılıyor.

Hükümet protokolünde neler var?

Koalisyonu oluşturan partilerin geleneksel yapısına rağmen, büyüme trendinde olan ve ekonomik göstergeleri iyiye doğru giden Hollanda için “umut verici” bir hükümet programı sunulduğu görüşünü dillendirenler olduğu kadar, bu programın sosyal yönünün zayıf olduğu eleştirileri de yapılıyor.

Protokolde pek çok önemli düzenleme yer alıyor: 2 milyar tasarruf, Rusya’ya gaz, Ortadoğu’ya da petrol bağımlılığının azaltılması, kömüre bağlı enerji santrallerinin kapatılıp çevreye dost enerji (rüzgâr enerjisi gibi) temini için daha çok yatırımlar yapılması, belediye başkanlarının Kral tarafından atanmasına son verilip seçimle iş başına gelmesi konusunda düzenlemeye gidilmesi, güvenliğe ve terörizmle mücadeleye daha fazla kaynak ayrılması –ki bunun gerekçesinde “cihatçılar” ile mücadele özellikle vurgulanıyor-, savunma bütçesinin 1.5 milyar arttırılması, toplumda huzursuzluğa yol açan söz ve eylemlere verilecek cezaların iki katına çıkarılması -ki bu da daha ziyade Müslümanlar hakkında gündeme getiriliyor-, terör bölgelerinden -mesela Suriye’den- Hollanda’ya dönen kimselerin bulundukları bölgelerde gözetim altında tutulması, “realist bir dış politika” vizyonu ile diplomasi ve Hollanda’nın çıkarlarının olduğu bölgelerle işbirliğine daha fazla yatırım yapılması, AB ile ilişkilerin özellikle göçmen-mülteci ve çevre konularında güçlendirilmesi ancak herhangi bir üye ülkenin -mesela Yunanistan- borçlarının da diğer üye ülkelere yüklenmesine karşı çıkılması, katma değer vergisinin 6’dan 9’a yükseltilmesi -ki meclisteki müzakerede en fazla tepkiyi çeken madde oldu-, emeklilik ve iş hayatında yeni düzenlemeler yapılması, eğitim eşitsizliğinin giderilmesi, meslek eğitiminin güçlendirilmesi, öğretmenlerin durumunun iyileştirilmesi vb. pek çok düzenleme yer alıyor.

Göçmenler ve mültecilere yönelik maddeler

Bu düzenlemeler içinde yabancıları ve Müslümanları özellikle ilgilendiren bazı konular protokolün en dikkat çekici maddeleri olsa gerek. Bir önceki Rutte hükümetinin mülteciler-göçmen politikaları da oldukça sert-sıkı idi. Yeni kurulan hükümette bu daha da sıkılaştırılıyor. Mültecilerin oturma izni 5 yıldan 3 yıla düşürülüyor ve kendilerinden kısa sürede topluma entegre olmaları -aslında asimilasyona eğilimli entegrasyon kastediliyor- bekleniyor. Bunun için de göçmenler-mülteciler için ilk günden itibaren belediyelerce ücretsiz dil kursu sağlanacak. Ayrıca bu mülteciler için ülke çapında 8 bölgede kalacak yer ve aş imkânı sağlanacak. Ancak sosyal devletin imkânlarından daha az oranda yararlanacaklar.

Yine Hollanda’ya göç ve ilticayı azaltmak için “güvenli üçüncü ülke” diye nitelenen Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki bazı ülkelerde (Ürdün, Lübnan vb.) kamplar oluşturulacak ve bu maksatla bu ülkelere katkı sağlanacak. Süresiz oturma izni, gerektiği hallerde iki yıl uzatıldıktan sonra verilecek. Ülkede oturma izni verilmeyen mülteciler en kısa zamanda sınır dışı edilecek. Savaş için Hollanda dışına çıkanlar mümkün olduğunca bulundukları bölgelerde gözetim altında tutulacak; Hollanda’ya sokulmayacaklar.

Yeni koalisyon uzun sürmeyebilir

Şayet tamamlayabilirse toplam 3 yıl 4 ay iktidar ömrü bulunan yeni koalisyonun uzun süremeyeceğine dair bazı tahminler de yapılıyor. Zira 150 sandalyeli Parlamento’da dört partinin sandalye sayısı “minimal çoğunluk” olan 76’yı ancak bulabiliyor ve bu sayının bir altı çoğunluğun kaybedilmesi anlamına geliyor. Senato’da (Eerste Kamer) da benzer bir tablo söz konusu. Bu itibarla yukarıda sözü edilen düzenlemelerin yapılabilmesinde ekonomik, siyasi ve sosyo-kültürel zorluklar baş gösterdiğinde bu çoğunluğun kaybedilme ihtimalinin yüksek olduğu ifade ediliyor. Dolayısıyla koalisyonu oluşturan partilerce umut dağıtılmaya çalışılsa da, kamuoyunda yeni kurulan koalisyona yönelik büyük bir umut-beklenti söz konusu değil.

Her şeyden önce Rutte’nin ısrarlarına rağmen koalisyonu oluşturan diğer üç partinin başkanlarının hükümette yer almayacaklarını açıklamaları, hükümetin ömrü açısından bir handikap olarak değerlendirilebilir. Hristiyan partilerin de hassas olduğu ve hükümet protokolünde “hassas meseleler” olarak nitelenen tıp etiğine dair bazı meselelerin (kürtaj, organ nakli, ötenazi vb.) nasıl çözüme kavuşturulacağı konusu ucu açık gözüküyor. Burada bilim ile etik arasında bir denge gözetileceği vurgulanıyor. Bu tür meselelerde koalisyon ortağı muhafazakâr Hristiyan partiler (CDA-CU) ile sağ-sol liberal partiler (VVD-D66) arasında güven bunalımı meydana gelebilir ki, iki ayrı siyasi-felsefi-kültürel geleneğe mensup partilerin bu konularda farklı vizyonlara sahip olduğu izahtan varestedir. Kaldı ki daha koalisyon görüşmelerinin başında D66 ile CU arasında büyük tereddütler mevcuttu ve uzlaşıya/protokole rağmen bunlar tamamen giderilmiş de sayılmaz.

Bu konuda zikredilebilecek bir diğer handikap ise muhalefetin çok sıkı eleştirilerinin hükümeti zor durumda bırakma ihtimali. Nitekim bu yönde yorumlar da yapılıyor. Mecliste perşembe günü yapılan oylamada koalisyon protokolündeki bazı maddelerin değiştirilmesi için muhalefet partileri önerge verdiler. Bu önergeler 76 oy gibi “minimum çoğunluk” ile ancak reddedilebildi. Önergeye destek ise 74’te kaldı. Bu 76’ya karşı 74 oyluk sonuç, muhtemelen bundan sonraki oylamalarda da çokça karşılaşacağımız bir sonuç olacak.

Muhalefetten söz etmişken özellikle ana muhalefet görevini üstlenen ırkçı ve İslam karşıtı Wilders’in partisine -ki parlamentoda 19 sandalyesi var- ayrı bir parantez açmak gerek. Özellikle hassas olduğu göçmen-mülteciler, İslam-Müslümanlar gibi konularda Wilders’in bu fırsatı etkili bir muhalefetle iyi değerlendireceği aşikâr. Yine muhalefetteki üç sol partinin (PvdA, SP, GL) çalışma hayatı ve çevre konularındaki muhalefeti de etkili olabilir.

Yeni hükümet ve Türkiye ile ilişkilerin geleceği

Hükümet protokolünde herhangi bir atıf olmasa da “realist bir dış politika” vizyonu ile diplomasi ve Hollanda’nın çıkarlarının olduğu bölgelerle işbirliğinin geliştirilmesine vurgu yapılmasından hareketle, -belki de biraz iyimser olarak- yeni hükümetin, 11 Mart Rotterdam olayları sonrasında Türkiye ile bozulan ilişkilerin düzeltilmesine de önem vereceğini ve bu yönde çaba göstereceğini söyleyebiliriz. En azından Hollanda’daki Türkler arasında buna yönelik bir beklenti olduğunu söylemek mümkün.

Hollanda Kültürlerarası İnsan Hakları Merkezi müdürü Prof. Dr. Tom Zwart’ın Türkiye’nin AB ve Hollanda için önemine vurgu yapan açıklamaları örneğinde olduğu gibi, bazı sağduyulu sesler olsa da, kısa vadede bu yönde bir gelişme pek olası görülmüyor. Bekleyip göreceğiz.

Kabineyi diyaloga davet ettiler

Hollanda’daki Türkler, yeni kabinenin kurulması ile birlikte kabineyi diyaloga davet ettiler.
Konuyla ilgili olarak Hollandaca yapılan bir açıklamada, Türk, Kürt, Alevi ve Süryani kökenli Hollandalılar’ın, yeni kabineden diyalog beklentisi olduğu belirtildi.
HTİB Başkanı Mustafa Ayrancı’nın imzasını taşıyan Hollandaca bildiri altta:

Turkse Nederlanders roepen het Kabinet op voor een dialoog

Vanuit de Turkse Nederlandse gemeenschap wordt de komst van het nieuwe Kabinet als een nieuwe kans gezien om de dialoog weer met elkaar aan te gaan en om de verbinding met de Turkse Nederlandse gemeenschap een nieuwe fase te laten inluiden. De afgelopen jaren hebben Turkse Nederlanders deelgenomen aan verschillende dialoogbijeenkomsten die door de toenmalige en verantwoordelijke minister uit het Kabinet Rutte II werden georganiseerd. Vanwege het toegenomen onbehagen binnen de Turkse Nederlandse gemeenschap in relatie met de omringende samenleving, is het van belang dat die dialoog wordt voortgezet.

Op 16 november jl. kwamen twintig bezorgde en betrokken Turkse Nederlanders, met een Turkse-, Koerdische-, Alevitische- en Assyrische achtergrond bij elkaar, om met elkaar van gedachten te wisselen over hoe de verbinding onderling en die met de Nederlandse samenleving nieuw leven ingeblazen kan worden. De betrokken deelnemers aan het overleg maken zich zorgen over de negatieve beeldvorming die de Nederlandse samenleving heeft over de Turkse Nederlandse gemeenschap. De Turks Nederlandse gemeenschap is zich bewust van deze negatieve beeldvorming en wil dan ook de verantwoordelijkheid nemen om samen met het nieuwe Kabinet op zoek te gaan naar instrumenten die kunnen leiden naar een hernieuwde vorm van overleg en dialoog tussen de Turks Nederlandse belangengroepen, de Turks Nederlandse gemeenschap en de Nederlandse samenleving.

Turken in Nederland zijn Nederlanders en hebben recht op gelijke kansen en gelijke behandeling op alle fronten in de Nederlandse samenleving. Turkse Nederlanders wonen immers hier en niet daar. Dat Turkse Nederlanders een andere culturele achtergrond, een andere etniciteit hebben en ons verbonden voelen met familieleden, vrienden en kennissen in Turkije, maakt ons niet minder Nederlander dan een ander.

De deelnemers aan het overleg zijn ervan overtuigd dat het hernieuwen van een dialoog tussen de Turks Nederlandse gemeenschap, het nieuwe Kabinet en de Nederlandse samenleving, de wederzijds ervaren ongemakken en preoccupaties zullen wegnemen. Het Kabinet Rutte III wordt dan ook uitgenodigd voor het  in gang zetten van een hernieuwde dialoog met de Turks Nederlandse gemeenschap.

İlhan KARAÇAY’ın röportajı: AB Komisyonunun Birinci Başkan Yardımcısı Frans Timmermans, Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) kesinlikle darbe girişiminde rol oynadığına dair artan işaretler bulunduğunu söyledi

Tam 75 gün önce ayrıldığım Hollanda’dan, Türkiye’mizin şirin kenti Mersin’e gitmiştim.
Mersin’de geçirdiğim 75 gün süresince, gerek Türkiye’deki ve gerekse Hollanda’daki gelişmeleri dikkatle takip ettim.

75 gün sonra dönüş yaptığım Hollanda’da, bilgisayarımın karşısına geçtim ve 75 günlük analizimi yazmak istedim.

Zihnimi kurcaladım, notlarıma baktım, son günlerdeki gelişmelere baktım. Buna rağmen sağlıklı bir analiz yapayacağımdan korktum.

15 Temmuz darbe girişimi sonrası Türkiye’de neler söylenmişse, hala aynı şeyler söyleniyor.
Aynı durum Hollanda için de geçerli. Bu ülkede de nakaratlar devam ediyor.

Açıkçası, Türkiye; Batı devletlerini darbeye karşı lakayd kalmakla suçluyor, Batı devletleri de, Türkiye’deki gelişmeleri Recep Tayyip Erdoğan’ın bir oyunu olarak kabul ediyor.roportajj-ilhan

Türkiye, Batlıları suçluyor, Batılılar da Türkiye’yi.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi, Avrupa Parlamentosu, Türkiye ile görüşmelerin durdurulması kararı alıyor.

Türkiye ABD (Amerika Birleşik Devletleri) ilişkileri iyi gitmediği gibi, Türkiye AB (Avrupa Birliği)  ilişkileri de çok kötü.

Taraflar biribirlerini şantaj yapmakla ve tehdit etmekle suçluyor.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Kafamı bozmayın sınır kapılarını açarım’ tehdidi de cabası.

Taraflardaki olumsuzluklar her geçen gün kötüye giderken, Hollanda Dışişleri Eski Bakanı ve şimdiki Avrupa Komisyonu’nun Birinci  Başkan Yardımcısı Timmermans önemli bir açıklama yapmıştı.
Timmermans’ın açıklaması büyük yankı yaptı ama, büyük etki yapmadı.

Timmermans’ın anlatmak istedikleri pek anlaşılmışa benzemiyor.
Timmerman’ın anlatmak istediklerini ardında bir şeyler yatıyor.
İşte tam bu sırada sağlıklı bir analiz yapmak için, Amsterdam Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı olan  araştırmacı dostum Veyis Güngör ile görüşmenin yararlı olacağını düşündüm.

Önce, Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye ile görüşmelerin durdurulması kararı haberine bakalım:
Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin geleceğine dair Avrupa Parlamentosu’nda hafta ortasında oylananan tasarıda “Müzakereler geçici olarak durdurulsun” kararı çıkmıştı.

Türkiye’nin AB üyelik müzakerelerinin geçici olarak dondurulmasına ilişkin kararı 37 oya karşı, 479 oyla kabul edilmiş, 107 parlamenter ise çekimser kalmıştı.

Bu gelişme karşısında çok sinirlenen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ‘Bana bakın, kafamı kızdırırsanız sınır kapılarını açarım’ tehdidini savurdu.

Bu tehdit tabii ki Avrupalılar’ı korkuttu.
İyi ama, Hollanda’nın eski Dışişleri Bakanı ve şimdi de AB Komisyonu’nın Birinci Başkan yardımcısı olan Frans Timmemans’ın daha önce yapmış olduğu açıklamaya ne demeli?
Timmermans’ın bu samimi açıklamasına tepki gösterenlerin asıl amaçları neydi?
Şimdi gelin bunların analizine geçelim.roportajj-ilhan-jpg1

 

Önce, Timmermans’ın o açıklamasına ait habere bir göz atalım:

AB Komisyonunun Birinci Başkan Yardımcısı Frans Timmermans, Fetullahçı Terör Örgütü’nün (FETÖ) kesinlikle darbe girişiminde rol oynadığına dair artan işaretler bulunduğunu söyledi.

Belçika’da yayın yapan haftalık dergi Knack’a konuşan Timmermans, “Darbe girişimine ilişkin dışarında çok az empati gördükleri söyleyen Türklerin bu konuda haklılık payı var. Desteğimizde daha cömert olabilirdik.” dedi.

Avrupa’nın darbe girişimini hafife aldığını kaydeden Timmermans, “Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Gülen hareketinin darbe girişimindeki rolüne ilişkin açıklamalarının tamamen manasız olmadığı artık açık. ABD’deki araştırmalar temelinde, hareketin darbede kesinlikle rol oynadığına ilişkin artan işaretler var.” diye konuştu.

Timmermans’ın açıklamalarıyla üst düzey bir AB Komisyonu yetkilisi, ilk kez FETÖ’nün darbe girişimdeki rolünü kabul etmiş oldu.
Knack ise röportajın girişinde, “Fetullah Gülen’in günleri sayılı. ABD Başkanı seçilen Donald Trump, Gülen hareketinin liderini iade edebileceğini söyledi. AB Komisyonu da buna karşı görünmüyor” değerlendirmesinde bulundu.

Öte yandan, röportajın yayımlanmasının ardından Belçika ve Hollanda’daki FETÖ mensupları, Timmermans’ı sözlerini geri alması için açıklama yapmaya zorlamaya başladı.

Şimdi, tüm bu gelişmelerden sonra, Amsterdam Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör’e dönelim ve sorularıma verilen yanıtlara bir göz atalım.
Karaçay: 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında Batı’nın lakayd, hatta tarafgir tutumu hakkında neler diyorsun?

Güngör: ”15 Temmuz kanlı darbesinin üzerinden 4 ay geçti. Türkiye, bu süre zarfında Avrupa’nın darbeyle tutumunu hayretle izledi. Avrupa’da hakkim olan darbe yorumları insana dudak ısırtacak nitelikte. Avrupa’da aylarca, günlerce Türkiye karşıtı ve Erdoğan’ı hedef alan yayınlar yapıldı. Ortalık Türkiye uzmanlarıyla doldu taştı. Zaman zaman hakkaniyet ölçülerinde çıkış yapan, yorum yapanlar da oldu. Ancak hakim görüş, Türkiye’de özgürlüklerin kısıtlandığı, Erdoğan dikdatörlüğünün kurulduğu yönündeydi.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Edoğan ve ülkenin karar vercileri Avrupa’nın bu anlaşılmaz tutumu karşısında zaman zaman sert açıklamalarda bulundular. Avrupa Birliği’nin Türkiye için tek alternatif olmadığını açık açık beyan ettiler. Hatta Cumhurbaşkanı Erdoğan, Avrupa’nın karar vermeyi uzatması halinde, halka gideceklerini dahi söyledi. Özbekistan ziyareti dönüşü, Şangay Birliği açıklamasını yaptı…”

Karaçay: ABD’deki Başkanlık seçiminden sonra da Batı dünyasında gelişmeler oldu.

Güngör: ”Sonuçları Avrupa’da büyük memnuniyetsizlik uyandıran ABD başkanlık seçimleri yapıldı. Sonuçlardan Avrupa memnun görünmüyordu. Donal Trump’un seçimleri kazanması belli olunca, Türk hükümeti hem Trump’u tebrik ediyor hem de FETÖ elebaşını Türkiye’ye teslim etmesini söylüyordu.

Tam da bu sırada Hollanda gazetelerinde Türkiye’nin Hollanda üzerinden Amerika’da lobi yaptığı haberleri yayınlandı.  Eski Amerika Askeri İstihbarat müdürü Michael Flynn’in Hollanda’nın Utrecht şehrinde kurulmuş bir şirketi tarafından FETÖ elebaşının iade edilmesinde lobi yapmak için işe alındığı yazıldı…”

Karaçay: Frans Timmermans’ın açıklamaları hakkında neler diyeceksin?
Güngör: ”Bütün bu gelişmeler arka arkaya yaşanırken, Avrupa Komisyonu Birinci Başkan Yardımcısı, yani Avrupa’nın ikinci adamı Frans Timmermans yukarıdaki gündemle ilgili bir açıklama yaptı. Timmermans Avrupa’nın 4 aydır bir türlü söyleyemediğini, 15 Temmuz darbesinde ‘Gülen’in rol oynadığını’ söyledi. Avrupa’daki akıl tutulmasını bozdu. Hatta Gülen’in Türkiye’ye iade edilmesinde Avrupa Birliği olarak engelleme yapılmayacağını da belirtti. Avrupa’nın darbeyi hafife aldığını, ‘Erdoğan’ın Gülen hareketinin rol aldığı sözlerinin tamamen yanlış olmadığını’söyleyen Timmermans, Amerika araştırmasına göre, Gülen hareketinin darbede rol oynadığına yönelik fazlaca gelişmelerin olduğuna dikat çekti.

Frans Timmermans Türklerin, ‘darbe meselesinde dış dünyanın yeterince empati yapmadıkları’ eleştirisinde haksız olmadıklarını söylerken, ‘Türkiye’ye desteğimizi o zaman daha geniş ve cömert bir şekilde gösterebilirdik’ dedi.”

Karaçay: Timmermans’ın bu açıklamasını destekleyenler ve itiraz edenler oldu.

Güngör: ”Avrupa’nın ikinci ismi Timmermans’ın, Gülen hareketiyle ilgili yaptığı açıklama farklı kesimlerden tepkiler aldı. Bunlardan bir tanesi, eski Avrupa Parlamentosu milletvekili, ve bu arada Türkije uzmanı olan, Joost Lagendijk’ti. Lagendijk, ‘Çok hassas bir konuda bu tür bir açıklama yapmak tehlikelidir’ dedi. Timmermans’ın bildiği ama dünya kamuoyunun bilmediği bir araştırma sonuçlarına dayanarak yapılan açıklama, akıllıca görünmüyor. Timmermans gibi bir görevde bulunan birisinin bu tür bir ateşi yakması Lagendijk’i endişelendirmiş.

Avrupa Parlamentosu ve Türkiye raportörü Kati Piri, Timmermans’ın açıklamalarına reaksiyon vermekten çekinirken, Türkiye’de yayınlanan bir gazeteye şu açıklamayı yapmıştı: ‘Darbe kalkışmasında Gülen hareketine mensup olanlar yer almış olabilir, ama tüm Gülen hareketinin darbenin içinde olduğunu söylemek cesaretli bir çıkış değil’. Timmermans’a bir başka tepki de ChristenUnie partisinden, Joël Voordewind’an geldi. Voordewind, Türkiye Cumhurbaşkanı’nı, hiç beklenmedik bir yerden gelen bu desteğin  sevindirdiğini, ancak Timmermans’ın bunu kanıtlaması gerektiğini söyledi.
Sosyalist partisi milletveili Harry van Bommel’da, ‘Altın kuralın, hukuk alanına giren meselede susmak olduğu’ açıklamasını yaptı. Yeşil Sol patisinden Rik Grashoff ise, ‘Muhtemelen Timmermans Türkiye haleti ruhiyesini iyileştirmek için bu açıklamayı yaptı’ diyor.
CDA’lı Raymond Knops, Timmermans’ın açıklamasının Amerika’ya bir mesaj olup olmadığını, zira Trump’ın göreve gelmesiyle Fetullah Gülen’in teslim edileceğinin gündeme geldiğine dikkat çekerken, VVD’li Han ten Broeke ise Timmermans’ın Amerika araştımasına atıfta bulunmasının, durup dururken olmayacağını belirtiyor.”

Karaçay: ”Peki Timmermans’ın açıklamasının akra planında, derininde ne yatıyor? ”

Güngör: ”Bu sorunun cevabı ilginç. Hollanda’nın önemlli fikir gazelerinden Trouw’ın baş yazarının bazı cümleleri şöyle: “Timmermans sevimli birisi. Avrupa Komiseri yaptığı işe tutkulu, yetenekli bir üst düzey diplomat. Görevini eksiksiz yapmaya çalışır. Avrupa Birliği projesinin olması gereken yer için oldukca realist ve net birisi….

Ancak Timmermans’ın önemli bir sorunu da var: Ağzına geleni söylüyor. Kamuoyunun bilmediği billgileri açıklayabiliyor. İşte bunlardan birisini de geçtiğimiz hafta, Knack gazetesine yaptığı açıklamayla gösterdi. Açıklamada, Gülen hareketinin başından beri 15 Temmuz darbesinin içinde olduğunu, iddia etti. Bu açıklama elbette Türk hükümetinine hak vermek ve yardım etmekti…

Timmermans bu açıklamasıyla, konuyla ilgili görüşleri alt üst etti. Elinde delil yoktu, Amerika araştırması sonuçlarına atıfta bulunuyordu…”

Karaçay: ”Demek ki, Timmermans yeni bir tartışma başlatmış oldu?

Güngör: ”Evet. Avrupa Birliği kurumlarının öneli bir bölümünü oluşturan Avrupa Komisyonu Birinci Başkan Yardımcısı, yani Avupa’nın ikinci önemli adamı Timmermans, yaptığı sıradışı açıklamayla 15 Temmuz kanlı darbe tartışmalarına yeni ve farklı bir boyut kazandırdı.
Geride bıraktığımız dört ay içinde Timmermans benzeri açıklama yapan Avrupalı siyasetci, bilm adamı, gazeteci pek fazla değildi. Tek tük, yer yer Gülen hareketinin dünya çapında örgütlenmesinin arka planı, bu hareketin para kaynakları, çalışma şekli, yapılanmaları ile ilgili yazılar görülsede, Timmermans gibi tüm Avrupa kamuoyunu etkileyecek bir üst düzey açıklama ilk defa gelmiş oldu.  

Tüm tepkilere, eleştirilere rağmen Timmermans şeytanın bacağını kırdı. Bundan böyle bu tür açıklamaların arkası gelecektir.”   

Karaçay: Peki, Timmermans açıklamasında samimimiydi?

Güngör: Bence çok samimiydi. Tabii bir de şu var. Timmermans Türkiye’nin gönlünü almak için, aynı açıkalamada, mülteci krizine de değindi. Mülteci meselesinde Türkiye ile işlerin iyi gittiğine dikkat çekti. Anlaşmaların uygulandığını söyleyerek Türkiye’ye övgüler yağdırdı. İnsan kaçakcılığındaki azalmanın, Yunanistan’dan gönderilen mültecilerin Türkiye tarafından zamanına alındığını söyledi.

Sonuç olarak, 15 Temmuz’da Türkiye’de yapılan kanlı darbenin, dört ay sonra Avrupa’da farklı bir zeminde tartışmaya açılması, her ne kadar tepkiler olsa da, olumlu bir gelişme olarak görülmelidir. Aylardır tekrarlanan tek yönlü bilgi aktarımı yavaş yavaş değişecektir. Hak ve hakikat er geç anlaşılacaktır. ”

Karaçay: Peki şimdi beklentler ne? Avrpa Parlamentosu mu aklıselim mi karar verecek?

Güngör: Bana göre, Avrupa Birliği’ni yönetenler, yani söz sahibi liderler, Türkiye’nin kendileri için ne derece önemli olduğunu biliyorlar. Timmermans’ın açıklamalarına iyice baktığımız zaman, Avrupa’nın Türkiye’yi dışlaması söz konusu olamaz. Bir gün gelecek, Türkiye’ye karşı hata yaptıklarını anlayacaklar ve Recep Tayyip Erdoğan at yarışı yapamayacaklarını öğrenecekler.
Şimdi yaşananlar birer şovdur.
Türkiye hak ettiği yerie ulaşacaktır.

*****