Etiket arşivi: the

#TheRealChallenge (GerçekZorluk): kendi haklarını savunmaları için milyonlarca çocuğun güçlendirilmesi!

Avrupa Birliği ve UNICEF tarafından yürütülen ortak kampanya sayesinde BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 30uncu yıldönümü yaklaşırken, milyonlarca genç, çocuk hakları mesajının yayılmasına katkıda bulundu.

#TheRealChallenge kampanyası geçen ay TikTok sosyal medya platformunda TikTok etkin isimlerinin yardımıyla başlatıldı. Bugüne kadar 280 milyondan fazla kişinin ziyaret ettiği kampanya, 19.8 milyon beğeni aldı ve 1.2 milyon kişi tarafından paylaşıldı ve şu ana kadar 41 ülkede kamuoyuyla buluştu.

Çocuklar ve gençler, BM Sözleşmesinin gündelik hayata olan etkilerini kısa videolarla anlattılar ve dünyanın bazı bölgelerinde çocuk haklarının nasıl halen ihlal edilmeye devam ettiğini gösterdiler.

#TheRealChallenge kampanyası, çocuklar hakkında yine çocuklar tarafından hazırlanmış bir kampanyadır.  Bu kampanyanın arkasındaki asıl güç yine kendi dillerinde, tartıştıkları yerlerde ve sanal olarak bir araya geldikleri ortamda haklarını dile getiren çocukların kendileridir

15 saniyelik videolar, çocukların yaşamını etkileyen dört önemli temaya ve konuya odaklanmaktadır:

  • Aile Birliği 
    Çocuğun isteği/yüksek menfaatine karşın yuvalarından kopartılan çocuklar konusu.
  • Zorbalık 
    Milyonlarca çocuğun her gün zorbalıkla karşı karşıya olduğunun gözler önüne serilmesi.
  • Eşitlik 
    Kız ve erkek çocuklarının sahip oldukları fırsatlar arasında var olan farklılıklara odaklanılması
  • Çocuk işçiliği 
    Çocukluklarını yaşamak yerine, milyonlarca çocuğun çalışmaya zorlanması.

Gençler arasında en popüler sosyal medya uygulamaları arasında yer alan TikTok, kullanıcılarını orijinal videoları yeniden hazırlamaya ve şarkılarda düet yapmaya teşvik ediyor. Şimdiye kadar gençler AB-UNICEF kampanyası ve etiketiyle bağlantılı olarak 51,000’den fazla içerik hazırladı.

#TheRealChallenge, en yaygın olarak onanmış insan hakları antlaşması niteliğini koruyan BM Sözleşmesi’nin kaydettiği başarıları kutlarken, aynı zamanda da sözleşmenin halen daha iyi uygulanması olası hükümlerini de ön plana çıkartmaktadır.

Eylül 2019’da düzenlenen son Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yaptığı konuşmada AB Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini şunları söylemişti: “Her bir çocuğun kendisini, içinde yaşadığı topluma ait ve bu toplumda bir rolü olduğunu hissetmesini sağlamak adına hepimize sorumluluk düşüyor. Bu şekilde çocukların güçlendirilmesi elzemdir.”

Avrupa Birliği ve UNICEF’in yürüttüğü çalışmalar sadece #TheRealChallenge’dan ibaret değil.

30 yıl boyunca Çocuk Hakları Sözleşmesi birçok çocuğun yaşantısının daha iyi bir hale gelmesine yardımcı oldu; ancak bazı zorluklar halen sona ermiş değil. Avrupa Birliği ve UNICEF, tek bir çocuğun bile arkada kalmaması için, dünyanın dört bir köşesinde çocuk haklarının korunması ve desteklenmesi adına birlikte çalışmayı sürdürecektir.

 

İngilizlerin Canını Yakış Tarihimiz

    

 

19.yy ile 20.yy’ın ilk yarısına kadar dünyada “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk / The Empire On Which The Sun Never Sets” olarak adlandırılan İngiltere (E) yada İskoçya ve Galler’le birlikteki adıyla Büyük Britanya (GB) veyahut BB + Kuzey İrlanda ile beraberki ismiyle Birleşik Krallık (UK) hâl-i hazırda Akıl Oyunlarında etkili bir ülke.

92 yaşındaki Kraliçe Elizabet, sadece Birleşik Krallık’taki 2 tane adanın değil İmparatorluk Güneşinde sömürüldükten sonra nadasa bırakılan toplamda 2,5 milyarlık bir nüfusa ve 30 milyon kilometrekarelik bir yüzölçüme sahip tam tamına 53 ülkenin de Ana Kraliçesi; hemi de Pakistan, Bangladeş, Malezya, Nijerya gibi dev İslam ülkeleri dahil.

Bizim 1450-1600 arası rakipsiz, 1600-1700 arası ise diğerleriyle rekabet içerisinde Süper Gücümüzü temsil eden 600 küsur yıllık Osmanlı Güneşinin zeval dönemine denk gelse de 2’si onun son nefesinde ve 2’si de onun vârisinin doğuş ve yükseliş evrelerinde olmak üzere 4 kez İngilizlerin canını yakmışlığımız var.

Bunlardan ilki Çanakkale! 18 Mart’ta kutladığımız Deniz Zaferinin haricinde devrin Süper Gücü olan İngiltere’ye 25 Nisan’da başlayan ve tâ 9 Ocak 1916’daki Türk Zaferiyle neticelenen kara muharebelerindeki malûm başarılarımız ki artık kamuoyuna mâlolmuş durumda. Belediyeler ve muhtarlıklar günaşırı sefer düzenlemekteler.

İkincisi Kut’ül-Amare! Çanakkale’de işin sonuna gelmişken başlayan ve tam 5 ay sonra 29 Nisan 1916’da Türk Ordusu’nun kesin galibiyetiyle sonuçlanan, şimdilerde daha yeni yeni farkına varmakta olduğumuz Kut’lu Zafer. Burnundan kıl aldırmayan İngilizlere 23 bin kayıp verdirmekle kalmamış 13.800 İngiliz askerini de esir almışız. Bu alınanların 500’ü subay, bu subayların da 13’ü general, bu generallerden biri de İngiliz Ordu Komutanı Charles Ferrers Townshend.. Ve bu zaferin bizdeki karşılığı 350’si subay olmak kaydıyla 10 bin şehit.

Irak’ın başkenti Bağdat’ın güneyindeki Kut’a gidemesek de Elazığ’ın Hazar’ından doğan Dicle Nehri Kut Şehriyle her daim irtibatımızı sürdürmekte. Bir de Kut’ül Amare’deki şehitliğimizde tarihimizin hâlâ canlı şahidi 50 şehidimiz..

Üçüncüsü Kurtuluş Savaşı! Ve en önemlisi, ve en uzun sürelisi, ve en çetini… İstanbul derseniz; 13 Kasım 1918’te kaybettik, 6 Ekim 1923’te geri kazandık. Bizim İzmit derseniz, 15 Kasım 1918’de İngiliz işgali ve Ağustos 1920 başı Yunan işgali; Yunanlıları kovduğumuz 28-29 Haziran 1921 tarihine varmadan 26 Ağustos’ta Servetiye Mevzilerinde öldürülen İngiliz Generali ve onun cenazesini almak için 27 Ağustos 1920’de Haydarpaşa’dan özel gönderilen Kızılhaç Treni var.

İzmir dersiniz, Çanakkale dersiniz, Samsun dersiniz, Eskişehir dersiniz, Merzifon dersiniz, Kütahya dersiniz, Afyon dersiniz; bir tek “Biz Kurtuluş Savaşı’nda yalnızca Yunanlılarla savaştık” diyemezsiniz. İstihbarat savaşlarını ve şimdi sınırlarımızın dışında kalmış yerlerdeki sömürge savaşlarını da unutmamak lazım.

Dördüncüsü Kıbrıs Savaşı! Biri 20 Temmuz’da ve diğeri 14 Ağustos’da olmak üzere çifte Harekât ile kazandığımız Kıbrıs Zaferi de İngiltere, Amerika ve NATO’ya rağmen gerçekleşmiştir. Bu sırada bizim taraf 500 asker, 70 mücahit ve 270 sivil olmak üzere toplam 840 şehit; karşı taraf ise 4 bin kayıp vermiştir. Kıbrıs’ta birkaç ilçe büyüklüğünde İngiliz üsleri var ve Ortadoğu için Kıbrıs İngiltere’nin devâsa bir uçak gemisi hükmünde.

NATO’ya girişimizden sonra İngiltere’yi gücendirmemek adına Kut Bayramı’nı kutlamayı bıraktık da, Kıbrıs’ta İngiltere’nin dayatmasıyla bir türlü bitmek bilmeyen müzakereler yapıyoruz da, şu Yunanistan’ın çöktüğü 17 adamız ve 1 kayalığımıza neden sahip çıkamıyoruz? yoksa orda da rakibimiz İngiltere mi?

Özelleştiriyorum İşte, Var Mı Diyeceğin?

 

Türkiye Cumhuriyeti yüzde yüz yerli ve yüzde yüz millî bir devlet olarak kuruldu. 23 ile 38 arasındaki dönem bunun nidüğünün ve nasılının ıspatıdır. Şeker fabrikalarından dış politik eksenlere kadar yerlilik, millîlik ve özgünlük destanıdır.

Koca Kurtuluş Savaşı kazanılmasına rağmen I.Dünya Savaşı’nın acı tecrübesinden midir nedir yoksa Atatürksüzlükten midir nedir, II.Dünya Savaşı’na girmediğimiz halde kaybetmiş gibi davrandık. Sanki biz yenilmişiz gibi ABD ile SSCB arasında ‘ho; lak, lak’ yaparak birinin himayesine girdik.

Bu meyanda yerli olsa da millî olamayan İsmet İnönü’yü Batmayan İngiliz Güneşi’ne karşı Almanların gölgesine sığınan II.Abdülhamit Han’a benzetirim. Bence Mustafa Kemal’in son dönem Türk tarihinde mukayesesinin yapılabileceği tek devlet adamı Enver Paşa’dır.

Üçüncü yol her zaman vardır. Kemal Sunal filmlerinde “Yazı mı, tura mı?” sorusuna merhumun “Dik!” cevabını vermesi gibi iki şıklık bir sınava mahkûm edildiğinizde kalıpları kırarak “C şıkkı” ihdas etmektir liderlik.

Hazin olansa Bağdat Paktı’nı Sâdâbâd Paktı’nın, Yeni Balkan Paktını da eski Balkan Antantı’nın yerine kuran ama tutturamayan Menderes Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun 2 kutuplu dünyada 3’ncü Yol arayan Bağlantısızlar’ın Tayland’daki konferansına Amerika adına bozguncu olarak gittikten 5 yıl sonra İhtilâl içre darbe yapan Amerikalılarca asılmasıydı.

Kimse alınmasın ama 45’ten bu yanaki 70 yıllık çizgi Amerikan vesayeti çizgisidir. 1959-60, 1974, 1977 ve 2015-16 gibi yol kazası hükmünde olan istisnaları saysak da, saymasak da genel puanlama değişmiyor. The United States is champion always in Turkey!

7 Haziran Seçimlerinden sonra Rusya, Çin, İran, Suriye yani Avrasya çizgisini alternatif olarak değerlendirmeyi düşünebilen Türkiye geçen ayki Tillerson & Erdoğan görüşmesiyle birlikte klasik NATO çizgisine avdet etmiştir. Haddizatında 2017 Ocak başından itibaren Başkanlık Sistemiyle ilgili tartışmaların başlamasıyla eşzamanlı olarak sansasyonel terör faaliyetlerin kesilmesi – ki çok şükür – devrimci arayışlara karşı muhafazakâr tercihlerin sinyalizasyon sistemi olarak görülebilir.

Exxon Mobil’in eski CEO’su, çiçeği solmuş Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’la 3,5 saatlik görüşmeden 3-5 gün sonra 14 Şeker Fabrikasının meşhur Amerikan Şirketi Cargill için özelleştirilmesi kararı bu bağlamda eski ortaklığı muhkemleştirme kararıdır. İslamiyet’in güncellenmesiyle ilgili Cumhurbaşkanı’nın yaklaşımını desteklemekle birlikte “İnşaallah bu konu Tillerson görüşmesinde ele alınmamıştır” diye niyazda bulunmaktan da kendimi alamıyorum.

Özelleştirme Millîleştirme’nin tam tersidir. Millîleştirme ile millîlik arasında da doğrudan bağ vardır. Millî şirketlerin özelleştirilmesi gayrimillîlik olduğu gibi bunların hele hele yabancılara tahsislenmesi hem antiyerlilik hem de ecnebîciliktir.

Millî Ordumuzun Afrin başarısıyla ve yerli silahlarıyla gurur duyarız. Lakin ASELSAN, HAVELSAN, ROKETSAN gibi askerî kuruluşlarımızın tüm bilançolarının ecnebî denetim firmalarınca denetlenmesinin yüzde yüz yanlış buluruz. Bu da bir bakıma Kozmik Oda’ya girme durumu gibidir.

Şeker mevzusu epeyi ağzımızın tadını kaçırdı. Korkuyorum; millîlik de rahmetli Metin Millî’nin soyadı hatırası olarak kalmaz inşallah. Ne diyordu: “Seviyorum işte, var mı diyeceğin!

”Tanrı’yı Kıyamete Zorlamak” Birliği

 

 

Son iki yazıda bir; Suriye Harekâtı’nın zorluğu ve zorunluluğu, iki; Afrin üzerinden Suriyelileşme tehlikesi konularına değindik. Her ikisinin de geleceğini topluma yön veren kişisel duruş ve davranışlarımız belirleyecek. Dolayısıyla kaderimizi de..

15 Temmuz’da, ihanetten daha mühimi bu ülkenin zekâ bakımından kaymak tabakası diyebileceğimiz genç beyinlerinin düzenli olarak mankurtlaştırılarak heder edilmesi idi. Ve asıl alınması gereken ders de FETÖ’nün yanlış inanç aşısıdır. Ya o nedir? Sorgusuz – sualsiz bağlanma ve kendi inanç önderini herkesten ve herşeyden âli görmedir.

Genetiğiyle oynanmış gıdalar gibi Genetiğiyle Oyun Kurulan Milletler – 1 ve 2 yazılarımızda buna dikkat çekmeye çalışmıştık. Bence tehlike artarak sürüyor. Hem herkes bütün suçu ‘The Cemaat’e atarak rahatladı hem de o eleştirdiği gurubun yapılanmasının aynısıyla varlığını idame alışkanlığı kazandı. Nasıl yani?

Barış ve esenlik dini olmasına rağmen iddiası İslam olanlar resmen savaş ve kavga dilini kullanıyor. Allah, peygamberlerini toplumlar mevcut cahili düzenlerini sorgulasınlar siye gönderirken biz sorgusuz – sualsiz bağlanmayı maharet sayıyoruz. Ve iyiyle kötüyü ayırt etme denilen insan olma / kulluk görevini, hepimize tek tek sorumluluk verildiği halde üstteki liderlerden birine yükleyerek kurtulacağımızı sanıyoruz.

Buna FETÖ Sendromu veya Sorgulamama Hastalığı da diyebiliriz. Bir İstanbul takımını tutarak olan biten her şeye karşı gözlerini yummak gibidir bu duygu. Herkes ezelî düşmanınızdır ve haklı – haksız hep kazanmak zorundasınızdır. Bireysel varlığınız o gurubun içinde erise de artık gurubun maddî yada manevî şahsiyeti sizin kişiliğinizin yerine geçer.

Türkiye’de hâl-i hazırdaki dinî teşekkülleri (tarikat, cemaat, vakıf vs.) ve siyasî oluşumları bu bağlamda sportif kuruluşlardan önce saymak lazım. Kâfir, münafık, zındık, hain, terörist gibi her biri hem İslam hem de insan hukukunda kişiyi her iki dünyada da mahkûm edecek söylemler gırla gidiyor. Hangi tarafa baksanız kendileri dışında herkes hain yada bozguncu. Toplamaya çalışsanız bu hain ve bozguncu sayısı, son nüfus sayımızı bile aşıyor.

Bu ne kardeşim! Böyle bir toplumsal birliğin ilerlemesi mümkün mü? Bilerek veya bilmeyerek toplum “herkesin herkesle hesabı var” noktasına getiriliyor. İyi de bunun sonunda herkes ortak acı çekecek. E öyleyse yukarıdan birinin nefret üslûbuna bakarak nobranlık geleneği oluşturmak niye? Bindiğimiz dalı daha hızlı kesmek için mi?

İnsanların inanç yada ideolojik farklı düşünüşleri, hatta farklı dernek ve sivil kuruluşlarda bulunma tercihleri niye bir hesaplaşma alanı olsun ki! 80 öncesindeki 3-5 senede yaşananların acısı 20-30 yıl sürdüyse yeni acılar bizi nerelere sürükleyecek kimbilir? Ve en son ilk taşı atanı hatırlayacak mıyız acaba?

Amerika’daki Evanjeliklerin “Tanrı’yı kıyamete zorlamak” diye bir saplantıları var. Bu amaçla sık sık siyasal ve ekonomik atraksiyonlarda bulunuyorlar. Arzu eden yerli-yabancı yazarların (Ramazan Kurtoğlu, Grace Hallsell) bu başlıktaki kitaplarına göz atabilir. Bizim söyleyeceğimiz ise bizimkilerin yani Türkiye’de bu kin ve nefret dilini kullananlarının da aynısını yaptığıdır. Hatta dolaylı olarak Evanjeliklerle işbirliğidir.

Hıristiyanlığın radikal yanı Evanjelizmin Musevîliğin radikal yanı Siyonizmle işbirliği malûmdur. Müslümanlığın yada milliyetçiliğin radikal yanı olarak kendini tariflemeye çalışanların Türkiye’yi getireceği süreç ancak sacayağın üçüncü ayağı olmaktır.

Amerika’yla işbirliği sadece darbeciler ve tırlarla silah yardımı alan YPG’lilerden ibaret değil ki.. Yediği, içtiği farklı; yaptığı, ettiği aynı sürüyle insan var.

Kocaeli Kartepe Zirvesi

Kocaeli Kartepe Zirvesiata-atun-Hoca (1)

26 Ekim Perşembe günü Kocaeli’nin ünlü Kartepesi’ndeki Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin organizasyonu ile “The Green Park Kartepe Otel”de yapılan “Uluslararası 15 Temmuz ve Darbeler Sempozyumu”na katıldım.

Türkiye’de gerçekleştirilen 15 Temmuz 2016 kalkışması ve dünya üzerinde yapılan darbelerin ekonomik ve politik etkilerinin ele alındığı sempozyum gerçekten muhteşemdi. Birbirinden kıymetli katılımcılar konu ile ilgili görüşlerini dile getirdiler.

Türkiye Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın, Kültür ve Turizm Bakanı Numan Kurtulmuş’un ve 2004 döneminin Avrupa Birliği (AB) Genişlemeden Sorumlu Komiseri Günther Verhougen’in yaptığı konuşmaların içeriği çok önemliydi. Özellikle …; Devamı İçin Lütfen:

Rum basınında gerçekçi yazılar

 

 

ata-atun-HocaOrijinal adı “Cyprus Mail” (Kıbrıs Postası) olan ve Kıbrıs Rum tarafından yayınlanan günlük gazetede George Koumoullis adlı bir yazar var. Rumlara göre biraz da aykırı bir yazar. Durup dururken Kıbrıslı Rumların Ve Yunanistan’daki Helenlerin “Tabu” olarak tanımladıkları konularda bir şeyler yazar ve büyük çoğunluğun şimşeklerini, az sayıda bazılarının da takdirini alır.

 

18 Haziran’da yayınladığı yazısının başlığı “Hayran kalınan kişilerin hayat öyküsünü yazanların söylemedikleri gerçekler” (The truths the hagiographies don’t tell) idi ve EOKA’nın kurucusu General Yorgos Grivas’tan bahsetmekteydi. Grivas’ı gerek fiziksel görünümü gerekse de yaşamında yaptıkları ile Fransızların Birinci Dünya Savaşı “Kahramanı” ve İkinci Dünya Savaşı “Haini” Mareşal Henri Philippe Petain’e benzetmekteydi.

 

Birinci Dünya Savaşında Verdun’da Almanlara karşı kahramanca karşı koymuş ve Fransız halkının gönlünde “Savaş Kahramanı” payesini almış olan Petain’in, İkinci Dünya Savaşında Hitler’e hayran olması ve Hitlerin kuklası Vichy Hükümetinde Savunma Bakanlığı görevini yapması nedeni ile de Fransız halkının gönlünde “Hain” düzeyine düşmesini ve yargılanıp önce idama sonra da hayat boyu hapis cezasına çarptırılmasını, Grivas’ın 1950 yılında EOKA’yı kurup İngilizlerle savaşarak Rum halkının gönlünde “Savaş Kahramanı” olması ve 1971 yılında da EOKA B’yi kurup, EOKA B’nin 1974 yılında yaptığı darbeden sonra da adanın bölünmesine yol açtığı nedeni ile Kıbrıslı Rumların gönlünde “Hain” yerini almasına benzetmiş. “Keşke altı ay daha yaşasaydı Grivas ve bu adaya yaptığı kötülüğü görüp öyle ölseydi” cümlesi ile bezemiş yazısını Koumollis.

 

Bu yazısından bir evvelki yazısında da İngiltere Kraliçesinin paye verdiği Hakim Alper Ali Rıza’nın kaleme aldığı “Kıbrıslı Türk Cumhurbaşkanı makamda olacak ama yetkisi bulunmayacak” makalesine yer vermişti.

 

28 Haziran tarihli yazısının başlığı ise “Asla sormadığımız soruların bedelini ödemek” (Paying the price for the questions we never asked). Gerçekten de ibretlik ve her Kıbrıslı Rum ile Kıbrıslı Türkün okuması gerektiği bir yazı. Özellikle de bizim aramızda yaşayan ve her koşulda ve olayda Rumları haklı çıkaracak bir taraf bulan, nesepleri belli olmayan Rum hayranlarının okuması lazım, tane tane ve anlayarak.

 

George Koumoullis söz konusu yazısında özetle diyor ki;

“….Kıbrıslı Türkleri endişelendiren Kıbrıs’ın toprak bütünlüğü değil, fiziksel güvenlikleridir ve bu nedenle de güvenlik konusunda ısrarlıdırlar. Büyük bir olasılıkla da bizim Kıbrıslı Türklerin psikolojisini göz ardı etmemiz, Kıbrıs sorununun kökenini oluşturmaktadır…. “Ya Taksim Ya Ölüm” sloganı Kıbrıslı Türklerin tüm mitinglerine yankılandı. Biz Kıbrıslı Türklerin niçin bu sevdaya düştüklerini hiç araştırdık mı? Biz hiç derinlemesine Kıbrıslı Türklerin neden enosis’ten korktuklarını araştırdık mı? Biz hiç Kıbrıslı Türk hemşerilerimize, Girit Yunanistan’a bağlanırken gerçekleştirilen etnik temizliğin (ki bu onların korkularının esas temelini teşkil etmektedir) Kıbrıs’ta enosis gerçekleştirilirken tekrarlanmayacağının garantisini vermeyi denedik mi?  Bu sorulan tümünün yanıtları, etrafı çınlatacak denli yüksek bir “Hayır”dır. (Kıbrıslı Türklere karşı) Bu küstah tavrımız ve (Kıbrıslı Türkleri) küçümsememiz Kıbrıslı Türkleri Türkiye’nin kollarına itmiştir. 1955 yılındaki silahlı mücadele kararımız, adanın yüzde yirmisini oluşturan Kıbrıslı Türklerden gizli olarak alınmıştır…. Belki de bizi, Türkiye’nin asla enosis gibi maksimalist bir düşünceye izin vermeyeceği konusunda ikna edebilirlerdi ve böylesi bir hedefle uğraşmanın da, 15 Temmuz 1974 uygulamasında olduğu gibi bir trajediye ile sonuçlanacağı konusunda uyarabilirlerdi ….”

 

Doğru söze ne denir. Belli ki Rum siyasiler hala daha akıllanmamışlar ve “Çözüm “aldatmacası ile içinde Kıbrıslı Türklerin azınlık haklarına sahip olacağı bir devleti kurmanın hala daha peşindeler, geçmişten ders almayarak. Bu kafayla duvara birkaç kez daha toslayacakları kesin…

Yazının tümünü okumak isteyenler için kaynak adres: http://cyprus-mail.com/2015/06/28/paying-the-price-for-the-questions-we-never-asked/      

 

Prof. Dr. Ata ATUN

BAŞKAN ARTER: ” KÜLTÜR SANATIN BAŞKENTİYİZ”

21. ULUSLAR ARASI MAĞUSA KÜLTÜR SANAT VE TURZİM FESTİVALİ
1 -19 TEMMUZ TARİHLERİ ARASINDA GERÇEKLEŞTİRİLECEK
Gazimağusa Belediyesi’nin 21’incisini düzenlediği Uluslararası Mağusa Kültür Sanat ve Turizm Festivali’nin programı bugün saat 12:00’da Arkın Palm Beach Hotel’de düzenlenen basın toplantısıyla Belediye Başkanı İsmail Arter tarafından açıklandı. 21. Uluslararası Mağusa Kültür Sanat ve Turizm Festivali, 1-19 Temmuz tarihlerinde 11 farklı etkinlikte dünya çapında sanatçıların yanı sıra, Türkiye ve ülkemizden sanatçıların katılımlarıyla sunulacak konserler, tiyatro oyunları ve muhteşem gösterilerle her yıl olduğu gibi unutulmaz gecelere ev sahipliği yapacak.  Gazimağusa Belediye Başkanı İsmail Arter, bazı Belediye Meclisi üyeleriyle birlikte Arkın Palm Beach Hotel’de yemekli basın toplantısı düzenleyerek, festival hakkında bilgi verdi.21a
Belediye Başkanı İsmail Arter, bugünün kendisi için bir başka anlamının olduğunu ifade ederek, “bundan tam üç yıl önce bugün, 2014 KKTC Yerel Seçimleri yapılmış, halkımız Mağusa Belediye başkanlığı görevini bana devretmişti” dedi. Başkan Arter, görevde bulunduğu son 3 yılda Gazimağusa’ya aşkla hizmet etiğini ve sorunları bir bir ortadan kaldırdığını ifade ederek,  Gazimağusa’nın tarihi derinliğini, kültür-sanat ile birleştirmiş bir şehir olduğunu ifade etti. Festival başlarken bugünün anlamı bakımında basın mensuplarına son 3 yıl içinde Kültür ve Sanat alanında yapılan çalışmaları içeren bir kitapçık dağıtıldı.21a1
Arter: “21 yıldır kültür ve sanatın başkentiyiz”
“21 yıldır ülkemizde kültür sanatın başkentiyiz. Bizler bu bilinç ve sorumlulukla hareket ediyor, ülkemize uluslararası standartlarda bir festival sunmanın gururunu yaşıyoruz.” diyen Başkan Arter, 1-19 Temmuz tarihleri arasında, 11 farklı etkinlikle yapılacak olan 21. Uluslararası Mağusa Kültür Sanat ve Turizm Festivali kapsamında, dünya çapında sanatçıların yanı sıra, Türkiye ve ülkemizden sanatçıların katılımlarıyla sunulacak konserler, tiyatro oyunları ve muhteşem gösterilerle her yıl olduğu gibi unutulmaz gecelere Gazimağusa’nın ev sahipliği yapacağını ifade etti.
Arter, festival bütçesinin yaklaşık 1 milyon TL civarında olduğunu; bunun üçte birinin sponsorlar, üçte birinin biletlerden geriye kalan üçte birinin de Belediye’nin bütçesinden karşılandığını ifade etti. Basın toplantısında ayrıca Telsim ile Gazimağusa Belediyesi arasında sponsorluk anlaşması da imzalandı. Sponsorluk anlaşmasına Belediye Başkanı Arter ile Telsim Kurumsal Satış Bölüm Başkanı  Sevim Beşok Esendağlı imza koydu.21a2
Festivalin tanıtım filmini yapan Hakan Çakmak unutulmadı
Gazimağusa Belediye Başkanı İsmail Arter, kısa bir süre önce hayatını kaybeden BRT’de kültür sanat programları yapan Hakan Çakmak’ı   bir kez daha rahmetle anarak, ailesine ve sevenlerine baş sağlığı diledi. Arter, Hakan Çakmak’ın özelde 21. Yaşına basan kültür-sanat festivaline, genel olarak ise ülkemizin kültür ve sanat yaşantısına muazzam katkıları olan biri olduğunu ifade ederek, onun kaybedilmesinden duyduğu derin üzüntüyü paylaştı.
Çakmak,  ölümünden kısa bir süre önce festival programı tanıtım filmini tamamlayarak Belediye’ye teslim etmişti. Festival programının etkinlikleri Hakan Çakmak’ın hazırladığı tanıtım filmi ile duyuruldu. Festival kapsamında yapılacak ilk etkinlik olan Abdullah Öztoprak’ın defilesi saat 20.00, diğer tüm etkinlikler saat 21.00’de başlayacak. Tüm etkinlikleri kapsayan kombine biletler 200 TL’lik fiyatla satışa sunuluyor.
Tüm etkinlikler şöyle:
Bu yıl açılış galamız, ülkemizin gururu, dünyaca ünlü moda ve tasarım sanatçımız Abdullah Öztoprak’ın özgün besteleri eşliğinde, izleyenleri Mağusa’nın tarihinde büyülü bir yolculuğa çıkaracak olan teatral moda gösterisi “Tek Şahidi Cümbezdi” 1 Temmuz akşamı saat 20:00’da tarihi Venedik Sarayı’nda gerçekleştirilecek. Bu etkinlik dışında tüm etkinliklerimiz saat 21’de başlayacak.
3 Temmuz akşamı Türk Rock müziğinin en güçlü yorumcularından Şebnem Ferah, Salamis Antik Tiyatro’da sahneye çıkacak. 4 Temmuz akşamı ise İzmir’den konuklarımız olacak ve Ege 5’lisi, Türkiye ve Dünya Ülkelerine ait eserleri kendilerine has yorumlarıyla Othello Kalesi’nde icra edecekler.
Ülkemizin önemli sanatçılarından Çığır Kâzımoğlu’nun Funkology grubu 5 Temmuz akşamı Othello Kalesi’nde yer alırken, 6 Temmuz akşamı ise
Toy İstanbul Tiyatro Topluluğu’nun, “Çıkmaz Sokak Çocukları” adlı oyunu Rauf Raif Denktaş Kültür ve Kongre Sarayı’nda sahnelenecek.
Türk pop müziğinin başarılı isimlerinden Murat Dalkılıç’ın konseri, 10 Temmuz akşamı Salamis Antik Tiyatro’da gerçekleştirilecek.
Gazimağusa’mızın kültür sanat yaşantısına müthiş katkı sağlayan, ülkemizin önemli değerlerinden biri olan Kurultay Akbay orkestrası The Dream Band eşliğinde geçen yıl çıkardığı “Hep Sen Varsın” albümündeki şarkılarıyla 11 Temmuz akşamı Othello Kalesi’nde sahne alacak.
Frida Mağusa’da…
13 Temmuz akşamı ise Meksikalı ünlü ressam Frida Kahlo’nun hayatından kesitleri yansıtan modern dans gösterisiyle Ankara Devlet Opera ve Balesi Salamis Antik Tiyatro’da sanatseverlerle buluşacak.
Muhteşem performanslarıyla dünya klasiklerini yorumlayan İpek Yolu Orkestrası ile gitarist, besteci ve eğitmen kimliklerini yüksek seviyede birleştiren Bekir Küçükay’ın gitar kursu resitali 17 Temmuz akşamı Othello Kalesi’nde olacak…
Dünyanın en saygın müzik ödüllerinden Grammy’de beste dalında ilk beşe kalan ilk ve tek Türk müzisyen olan Kıbrıslı besteci ve müzisyen Mehmet Ali Sanlıkol ve grubu 18 Temmuz akşamı Othello Kalesi’nde sahne alacak.
Salamis Antik Tiyatro’da Bir Efsane…
Festivalimizin kapanış konseri ise efsane bir isimle olacak. 70’li yıllardan bugüne gönüllerde taht kuran Porto Rico’lu ünlü gitarist ve şarkıcı José Feliciano 19 Temmuz akşamı Salamis Antik Tiyatro’da unutulmaz bir geceye imza atacak.
Festival programı ve bilet fiyatları şöyle:
1 Temmuz: Abdullah Öztoprak-Tek Şahidi Cümbezdi ( Venedik Sarayı) ücretsiz
3 Temmuz: Şebnem Ferah Konseri (Salamis Antik Tiyatro) 40 Tl
5 Temmuz Çığır Kazımoğlu- Funkology (Othello Kalesi) 20 TL
6 Temmuz: Çıkmaz Sokak Çocukları (tiyatro) (KÜKOM) 20 TL
10 Temmuz Murat Dalkılıç Konseri (Salamis Antik Tiyatro) 30 TL
11 Temmuz  Kurultay Akbay&The Dream Band Konseri (Othello Kalesi) 20 TL
13 Temmuz Frida-Ankara Devlet Opera  ve Balesi (Salamis Antik Tiyatro) 30 TL
17 Temmuz İpek Yolu Orkestrası & Bekir Küçükay Konseri (Othello Kalesi) 20 TL
18 Temmuz Mehmet Ali Sanlıkol Konseri (Othello Kalesi) 20 TL
 19 Temmuz Jose Feliciano Konseri (Salamis Antik Tiyatro) 40 TL

Avustralya’dan bir başarı öyküsü

 

 

ata-atun-HocaKıbrıslı Rumların Enosis, yani Kıbrıs adasının Yunanistan’a bağlanması uğruna 1 Nisan 1955 tarihinde başlattıkları tedhiş hareketi sonrasında ve 21 Aralık 1963 sabahı Kıbrıslı Türklere düzenli ve planlı saldırılar düzenlemeleri, Türk köylerini yakıp yıkmaları ve Makarios hükümetinin Kıbrıslı Türklere uyguladığı acımasız ekonomik ambargolar nedeni ile Kıbrıslı Türkler adadan göç etmek zorunda kaldı. Kardeşlerimizin yerleştikleri ülkeler Türkiye ile İngiliz kökenli Ortak Refah Topluluğuna üye olan İngiltere, Avustralya ve Kanada oldu.

 

Türk olmaları nedeni ile Türkiye’ye göç edenler herhangi bir zorlukla karşılaşmazken, İngilizlerin sömürgelerine bağımsızlık vermelerinden sonra ticari amaçla kurdukları Ortak Refah Topluğu ülkelerine gitmeyi tercih eden kardeşlerimiz de, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu topluluğa üye olması nedeni ile herhangi bir yerleşim ve adaptasyon zorluğu çekmediler. Canlarını kurtarmak, kendilerinin ve soylarının geleceklerini garanti altına almak için zoraki göç eden kardeşlerimizin günümüzde, Üçüncü ve Dördüncü kuşakları bu ülkelerde yaşamlarını sürdürmekteler.

 

Bu kardeşlerimizin bağları bizimle hiç kopmadı. Bazıları önemli mevkilere yükseldiler, bazıları ünlü birer iş adamı, akademisyen veya medya mensubu oldular.ata atun bayrak.jpg1

Halen daha bir İngiliz Sömürge devleti olan Avustralya’da her yıl, İngiliz Kraliçesi Elizabeth adına Kraliçenin doğum günü olan 12 Haziran’da sıra dışı başarı göstermiş olan Avustralya vatandaşlarına Kraliçenin Şeref Ödülü verilir. Bu yılki 594 kişilik listenin içinde bir Kıbrıslı Türk kardeşimiz var. Gururumuzun adı Tanya Ayşen Kaplan.

 

Avustralya’da İngiliz Kraliçesi Elizabeth’in doğum günü olan 12 Haziran’da yayınlanan tüm gazetelerde Avustralya’nın Cumhurbaşkanı konumundaki Vali (Governor-General) Sir Peter Cosgrove’dan “Kraliçenin Doğum Günü Şeref Listesi Ödülü”ne layık görülenlerin listesi yayınlanıyor. (Queen’s Birthday  Honour’s List) İşte Tanya Ayşen kardeşimiz bu listede yer aldı. Bir Avustralyalı için ulaşılması çok zor olan büyük bir onurdur bu listeye girebilmek.

 

Tanya Ayşen kardeşimize verilen bu ödülün gerekçesi, “Türkiye ve Avustralya arasındaki ilişkiye koyduğu katkı ve çalışmalar ile Gaziler-Emekliler toplumuna verdiği hizmetler. Çok çalışkan ve girişken bir kişi olan Tanya Ayşen hanım, 1970 yılından beri Güney Avustralya’daki Kıbrıs’tan ve Türkiye’den göç eden Türk toplumunun “Sosyal Görevlisi, Cemiyet Başkanı, Türk okullarında Öğretmenlik” görevlerini yerine getirmiş. 3 kez Türk Cemiyeti Başkanı seçilmiş. Son 7 yıldır da Günay Avustralya Türk Birliği’nin “Turkish Association of South Australia” Başkanı.

 

 

Tanya Ayşen Kaplan hanımın kim olduğunu pek az insanımızın bildiğine inanıyorum. Tanya hanım, kıymetli abimiz, yılların gazetecisi ve duayen basın mensubu Akay Cemal ağabeyimizin kız kardeşidir. Aile o denli başarılı ki, Tanya hanımın diğer ağabeyi Türkay Ilıcak bu yıl Kıbrıs Türk basın Konseyi’nin Basın Hizmet Ödülünü alırken, ağabeyi Akay da geçen sene aynı ödüle layık görülmüştü.

Özetle; Yurtdışında yaşayan Kıbrıslı Türkler, birçok alandaki başarılı ve örnek çalışmalarla adımızı duyurmaya ve bizi gururlandırmaya devam ediyor. Bize düşen, bu kişileri onore etmek, kıymet bilmek…

 

ata atun madalya(Kraliçenin Şeref Ödül’ü listesinin tümünü görmek için; “www.gg.gov.au” sayfasına gidin.  “Governor-General of the Commonwealth of Australia” başlıklı sayfa açılacaktır. Bu sayfada üst kısımdaki “12 June 2017 – The Queen’s Birthday 2017 Honours List” yazısının altındaki  “more” kelimesini tıklayın, “The Australian Honours Secretariat” sayfası açılacaktır. “Australian Honours Lists” başlığı altındaki listenin ilk satırında yer alan “Order of Australia and other awards” başlığının ilk sırasındaki “The Queen’s Birthday 2017” cümlesi üzerini tıklayın. Açılan Sayfada ilk sırada yer alan “S1- Order of Australia” seçeneğini tıklarsanız önünüze Kraliçenin Şeref Ödülü’nü alan liste açılacak veya da liste bilgisayarınıza indirilecektir. Soyadına göre hazırlanmış 27 sayfalık bu listenin 19. sayfasında Tanya Ayşen hanımın adı ve kısa bilgileri yer almaktadır. Hangi gerekçe ile bu onurlu ödüle layık görüldüğünü öğrenmek istiyorsanız, “S1- Order of Australia” seçeneğinin bulunduğu sayfaya geri dönüp alt satırlarda yer alan “Medal (OAM) of the Order of Australia in the General Division (F-L)” seçeneğini tıklayın. 59. sayfada Ayşen hanımın özgeçmişini ve hangi gerekçe ile söz konusu madalyaya layık görüldüğünü okuyabilirsiniz.)

 

Prof. Dr. Ata ATUN

EKŞİOĞLU’NDAN GALERİ AYDIN’DA SIRA DIŞI BİR RESİM SERGİSİ

 

Uluslarası grafik sanatçısı Gürbüz Doğan Ekşioğlu, kağıt üzerine akrilik, suluboya gibi karışık teknik kullanarak yaptığı kedi, kuş, balık, kitap ve kadın serilerinden oluşan resim çalışmalarını 3 Mayıs’ta Galeri Aydın’da sergileyecek.

İstanbul Aydın Üniversitesi (İAÜ) GüzelSanatlar Fakültesi, 3 Mayıs’ta Uluslararası Grafik Sanatçısı Gürbüz Doğan Ekşioğlu’nun sergisine ev sahipliği yapıyor. Galeri Aydın’da düzenlenensergide, sanatçının kedi, kuş, balık, kitap ve kadın serilerinden oluşan vekağıt üzerine akrilik, suluboya gibi karışık teknik kullanarak yaptığı 30’ayakın 50×70 cm ölçülerindeki resim çalışmaları sergilenecek.gürbüz doğan aydın ünv

Eğitim hayatı boyunca resim dışındaki derslerin ilgisini çekmediğini fark ederek resim tutkusunun peşinden giden Gürbüz Doğan Ekşioğlu, sanatını içinden geldiği için, duygularını aktarmak,paylaşmak isteği için, gönül vererek icra ediyor. Sanatı kendimizi ifade etmenin bir yolu olarak nitelendiren Ekşioğlu, sanatçıyı da “doğumundan bu yana ailesi, yaşadığı çevre, gelenek, kültür (edebiyat, şiir, görsel sanatlar),sosyoloji, felsefe ışığında var olanı alıp onu hissettiği şekilde yenidenyorumlayan kişidir” şeklinde tanımlıyor.

DUYGULARIAKTARIM SÜRECİ, SANAT…

‘Sanatçı olunmaz, sanatçı doğulur’sözünde de olduğu gibi sanat yeteneğinin doğuştan gelen bir yaratılış özelliğiolduğuna vurgu yapıyor ve “Sevmek, çalışmak ve eğitim, sanatçıyı geliştirir.Yeteneklerimiz, duygularımızı ifade edebilmemize yarayan en güzel araçtır.Yetenekli olup sanatçı olmayan, resim yeteneği olmayan ama teknoloji ileduygularını aktaran bir çok sanatçı vardır” diyor.

Grafik sanatçısı Gürbüz Doğan Ekşioğlu’nun3 Mayıs’ta açılacak kişisel sergisi, 30 Mayıs 2017 tarihine kadarsanatseverlerin ziyaretine açık olacak.

GÜRBÜZDOĞAN EKŞİOĞLU KİMDİR?

BALIK KUS
BALIK KUS

Ordu Mesudiye’de doğdu. Devlet Tatbiki Güzel Sanatlar Yüksekokulu Grafik Bölümü’nde öğrenim gördü.1977 yılından beri karikatür ile ilgilenen sanatçı, şimdiye kadar 23’ü uluslararası olmak üzere toplam 64 ödül kazandı. Ulusal ve uluslararası birçok karma serginin yanı sıraNew York’ta olmak üzere 29 kişisel sergi açtı. New Yorker Dergisi’nin kapağında üç kez, The Forbes Dergisi’nin kapağında bir kez, The Atlantic Monthly, The NewYork Times gibi dergilerde karikatür ve illüstrasyonları yer aldı. 1998 yılıSedat Simavi Görsel Sanatlar Ödülü’nün de sahibi olan sanatçı, grafik sanatalanında aldığı eğitim ile kendini görsel olarak ifade etme yeteneğini daha da geliştirdi. Bu alanda ürünler vermeye devam eden sanatçı illüstrasyonlarının orijinallerini yayınladıktan sonra sanat galerilerinde sergilemeye başladı.Çalışmalarına Moda’daki atölyesinde devam eden Ekşioğlu, aynı zamanda Yeditepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nde yardımcı doçent olarak görev yapıyor.

 

 

 

Tuğba ŞAHİN ÖZTÜRK

ABD’de bilinmeyen Müslüman yaşamı

Başkanlığını Veyis Güngör’ün yaptığı Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi’nin organize ettiği bir toplantıda konuşan Prof.Dr. Nuri Tınaz, milyonlarca Müslüman’ın gönlünde iz bırakacak bir konuya değindi ve Amerika Birleşik Devletleri’ndeki Müslüman yaşamının, Avrupa’daki Müslümanlar’a örnek teşkil edeceğini belirtti.

Türkevi’nin her ay organize ettiği ‘Amsterdam Tartışmaları’nın sayısı 50’yi aşmışken, şimdi de ‘Türkevi Konuşmaları’adı altında değişik konseptli toplantılar yapılıyor.
Türkevi Konuşmaları, periyodik olarak seminer ve söyleşilerden oluşuyor. Bu çerçevede

daha önce yapılan birinci toplantıda, Sakarya Üniversitesinden Prof. Dr. Musa Taşdelen, “Sarı Saltuk” konusunu irdelemişti. İkinci toplantıda araştırmacı yazar Melahat Ürkmez de “Şems-i Tebriz” sunumuyla beğeni kazanmıştı.

25 Kasım akşamı Amsterdam’da üçüncüsü yapılan Türkevi Konuşmalarına Marmara Üniversitesinden Prof. Dr. Nuri Tınaz “Amerika Müslümanları ve İslamofobi” sunumuyla misafir oldu. Tınaz’ın sunumunu aşağıdaki alt başlıklardan oluştu.

Amerika ve Müslümanlar

Prof. Dr. Nuri Tınaz konuşmasına Amerika’daki müslümanlarla ilgili olarak şöyle başladı: “ABD’deki Müslümanlar, Amerikalı Müslümanlar veya Müslüman Amerikalılar olarak, bugün sayıları 8 ile 9 milyon arasında değişen nüfusa sahipler. Amerikalı Müslümanlar çok yönlü ve fonksiyonel, sosyal, kültürel, politik ve dinsel etkinlikleri ve kurumlarıyla (camileri, kültür merkezleri, politik organizasyonları ve okullarıyla) Amerikan toplumunun çok kültürlü, etnik ve dinsel yapısının önemli ve giderek artan bir parçasını oluştururlar. Bu da, Amerika’da Yahudi-Hıristiyan geleneğinden sonra, İslam’a giderek bir Amerikan dini olma fenomeni kazandırmaktadır”.

Amerika’da Müslümanların tarihi

Müslümanlar’ın Amerika’daki tarihi geçmişleriyle ilgili iki ana aşamadan söz edilirken, Amerika’da Columbus keşfi öncesi ve döneminde, Müslümanlar’ın varlığına ilişkin sınırlı literatürün olduğunu söyleyen Nuri Tınaz, ‘Columbus döneminde onu etkileyen ve Amerika keşfinde kılavuzluk eden Müslümanların varlığından bahsedilir. Columbus’un 13. yüzyılda Sicilya Kralı Roger’ın danışmanı Müslüman Arap âlimi Al-İdrisi’den etkilendiği ve çalışmasının bir kopyasını Amerika kıtasını keşfi sırasında yanına alıp ve sekiz Müslüman’ın kendisine eşlik ettiği rivayet edilmektedir’dedi.

‘Müslümanlar’ın ABD’ye kayıtlı olarak kitleler halinde ve büyük sayısal oranlarda gelişi maalesef Kölelik Sitemi ile olmuştur’ diyen Nuri Tınaz, konuşmasını çöyle sürdürdü:
‘Özellikle 1530 ve 1850 yılları arasında, Batı Afrika’nın değişik bölgelerinden ve kabilelerinden Batı Avrupalı sömürgeci güçler, pek çok insanı köle ticareti ile Yeni Dünya’ya, kendi ekonomik çıkarları için madenlerde ve tarım sektöründe karın tokluğuna çalıştırmak üzere getirmiştir. Müslümanlar, Amerika’ya Kölelik sitemiyle getirildiler. Ancak, bu yöndeki verileri ortadan kaldırdılar. Hıristiyanlaştırma politikaları sonucu, sadece o dönemlere ait izler hafızalarda hatıra olarak kaldı. Kölelik dönemi Müslümanlar’dan hafızalarda birkaç hikâye ve Kur’an’dan yazılı alıntılardan başka bir şey kalmamıştır’.

Müslümanlar’ın Amerika’ya gelişlerinin ikinci dalgasının, göç dalgasıyla olduğunu söyleyen Nuri Tınaz, Amerika’ya Müslüman göç hareketlerinin 19. Yüzyıldan başlayıp günümüze kadar devam ettiğini belirtti. Sözkonusu göç dalgasının beş farklı süreç olarak yaşandığını belirten Tınaz, süreçleri şu şekilde özetledi:
‘İlk süreç: Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1860’lı yıllarda başlayıp I. Dünya Savaşı’ına kadar devam etmiş olup, zamanında Büyük Suriye diye bilinen bugünün Suriye, Lübnan, Ürdün ve Filistin-İsrail topraklarını kapsayan coğrafi bölgeden gelenler ve İngiliz Hindistanı diye bilinen bölgeden gelen Güney Asyalı göçmenleri içerir.
I. Dünya Savaşı sonlarından başlayıp 1924’e kadar süren ikinci süreç, 1920’li yılların ortasından başlayıp II. Dünya Savaşı’nın başlangıcına kadar devam eden üçüncü süreç, II. Dünya Savaşı sonrası, 1947’den başlayıp 1960’ların ortalarına kadar devam eden dördüncü süreç ve ABD Başkanı Lyndon Johnson’ın 1965’de göçmenlik kotasını kaldırması ile başlayıp, 11 Eylül 2001 terör saldırılarına kadar olan beşinci süreci oluşturur.’

Amerika’da Müslümanların demografik dağılımı

Müslümanlar’ın sayıları ile ilgili ‘ABD’de yaşayan Müslümanlar’ın tam sayısını bilmek mümkün değildir’diyen Tınaz, ‘Çünkü ABD Anayasasında din ve devlet ayrımı vardır ve resmi otoritelerin ve görevlilerin ülkede yaşayanlara dinleri hakkında soru sormalarına engel olur’dedi. ‘Amerika’daki Müslüman sayısı tahmini olarak 8 ile 9 milyon arasında değişir’ diyen Tınazşöyle devam etti: ‘Bilinen bir gerçek var, o da Amerikan Müslüman toplumunun oldukça çeşitli, canlı ve hareketli olduğudur. Genel anlamda şöyle bir dağılım yapılabilir: Hindistan alt kıtası veya Güney Asyalı Müslümanların % 28, Arap asıllıların % 29, ve Afrikan Amerikan veya Siyah Müslümanların % 32 ve diğerleri % 4.’

Müslümanların eğitim durumu

‘Müslüman Amerikalılar sosyal kapital olarak genel nüfusa oranla daha genç ve eğitimlidir’ diyen Tınaz konuşmasını şöyle sürdürdü: ‘Müslümanlar diğer inanç toplulukları arasında en yüksek yetişkin genç oranına sahipler. Bu yönüyle ABD’deki Müslümanlar’ın ülkenin geleceğinde söz sahibi olabilecek genç nüfus ve eğitim kapitaline sahipler.’
Amerika Müslümanları’nın %42’sinin master ve doktora eğitimine, %32’sinin uzmanlığa sahip olduğunu ve %10’unun ise lise ve ortakul mezunu olduğunu söyleyen Tınaz, Yahudi topluluğu hariç, genel nüfusa oranla oldukça iyi konumda olduklarını belirtti. Buna rağmen, Müslümanların en az temsil edildikleri meslek ve alanlar ise; Medya (gazetecilik, editörlük vs.) % 1.1, Hukuk alanında (Hakim ve Avukatlık vs) % 0.8, Eğlence Endüstrisi, Film/Dizi Yönetmenliği, Yapımcılığı ve Aktörlük gibi, % 0.6 görülmektedir.

     Prof.Dr. Nuri Tınaz, Amsterdam’daki toplantıda verdiği bilgiler ile Müslümanlar’ın gönlünde silinmeyecek izler bıraktı

Müslümanların siyasi konumu

11 Eylül terör saldırılarına kadar, Müslümanlar arasında politik birliktelik ve örgütlenmenin pek yaygın olmadığını söyleyen Nuri Tınaz, Müslümanlar’ın siyasi duruşu ile ilgili olarak şunlara dikkat çekti:
‘Geleneksel ve tarihi olarak, Afrikan Amerikanlar ve doğal olarak Afrikan Amerikan Müslümanlar daha çok demokrat eğilimlidir. 2000 genel seçimleri dahil, göçmen Müslümanlarda ise muhafazakar partinin seçim politikaları gereği –dini, muhafazakar ve aile değerlerine vurgu yaptığından Cumhuriyetçi adaylara destek vermişlerdir. Yalnız 11 Eylül ve sonrası gelişmeler, Müslüman Amerikalıların politik davranışın belirlenmesine, bilinçlenmesine ve örgütlenmesine tanık olmuştur.’

Amerida’da Müslüman Gruplar ve Kurumlar

ABD ‘de Müslümanlar söz konusu olunca, homojen ve tek tip bir Islam ve Müslüman’dan bahsetmenin zor olduğunu söyleeyen Nuri Tınaz, Amerika Müslümanları’nın da çok-kültürlü, çok-etnik yapılı ve çok-inançlı bir toplum olduğuna dikkat çekti. Tınaz, ‘Köle olarak getirilen Müslümanlar’ın torunları 20. yüzyılın başlarında değişik form ve gruplar altında –kimlik arayışı, siyah milliyetçi ajanda ve öğretileri- ortaya çıkmaya başladılar. Buna 1960’lı yılların ortasından bu yana İslam dünyasının değişik bölge, ırk, kültür ve dini geleneklerinden Müslümanların yüksek oranda göçü çeşitliliği arttırmıştır’ dedi.
Tınaz’a göre, Amerika Müslümanları genel anlamda üç farklı katogoride isimlendirelebilir. Bunlar: Afrikan Amerikan, Güney Asyalı ve Arap göçmen Müslüman topluluklar.Bunlara ilaveten, Şii Müslümanların sayıları da ve kurumları da hissedilmektedir. Ayrıca, ihtida yoluyla, İslam’ın ABD’li beyazlar, Latin ve hatta Amerika İndian’lar arasında yayılmasını söylenebilir.

Afrikan Amerikan Müslümanlar olarak örgütlenen kuruluşlar Tınaz’a göre şu şekilde sayabilir: The Moorish Science Temple, The Ahmadiye Akımı, The Islamic Mission of America, The Nation of Islam, The Ansarullah Nubian Islamic Hebrews, Dar’ul Islam, ve diğerleri.

Mühtedi Müslümanlar: Beyaz, Latin/Hispanik ve Kızılderili Müslümanlar denilince ilk akla gelen beyaz Müslüman Muhammed Alexander Russell Webb olduğunu söyleyen Nuri Tınaz, Alexander’in ABD’de İslam ve Müslümanlar’ın temsilciliğini ve sözcülüğünü yapmak için, 1893’de American Islamic Propaganda Movement’ı kurduğunu ve The Moslem World isimli dergiyi çıkardığını belirtti. Bu faaliyetlerine maddi desteği önce Hindistan Müslümanları’ndan ve daha sonra da Osmanlı Sultanı II. Abdülhamit’ten aldığı belirten Tınaz, Muhammed Alexander Russell Webb’ın Osmanlı Devleti’nin New York Fahri/Onursal Konsolosluk görevini yürütmek için atandığını söyledi.

ABD’de önde gelen Müslüman kuruluşların liderleri tahminen 50 ile 60 bin civarı beyaz mühtedi olduğunu  belirten Tınaz, bu grupta etkin olan Müslümanlar’ın gençleri dinleri hakkında bilgilendirmek için San Jose, Californiya’da kurdukları Zeytuna Institute’de seminerler ve kurslar düzenlediklerini söyledi.

  

Muhammed Alexander Russel Webb ve Amerikalı Müslüman bır kız

Güney Asyalı Müslümanlar grubunun ise 19. yüzyılın sonları ile 20. yüzyılın başlarında ferdi olarak Güney Asya’dan Müslümanlar Yeni Dünya’ya misyoner ve politik amaçlı geldiklerini söyleyen Tınaz, bu çerçevede göç yoluyla gelenlerin daha çok, İngiliz Hindistanı diye bilinen bölgeden olduğuna dikkat çekti. Daha sonra Afganistan’ın işgaliyle göç edenlerin olduğunu söyleyen Tınaz, Güney Asyalı Müslümanlar’ın ülke genelinde, dini ve politik kurumlara öncülük etme, liderlik ve diğer alanlarda önemi bir konuma geldiklerini belirtti.

Arap Müslümanlar olarak gruplandırılanların, Osmanlı İmparatorluğu’nun 19. yüzyılda çöküş döneminde Büyük Suriye diye bilinen, -bugünün Lübnan, Suriye, Ürdün ve Filistin-İsrail topraklarından- bölgeden geldiklerini söyleyen Tınaz, Arap Müslüman göçünün, II. Dünya Savaş’ından günümüze kadar devam ettiğini belirtti. Arap Müslümanlar’ın Amerika’ya göç hareketleri, 1948’de İsrail’in kurulması ve çok sayıda Filistinli’nin yurtlarından çıkarılıp sürgün edilmesi, 1967 Arap-İsrail savaşında Araplar’ın yenilgisi sonucu ortaya çıkan belirsizlikler, 1980’li yılların başında Lübnan’da çıkan sivil savaş, 1991 Körfez krizi, ve son olarak da Irak’ta Saddam rejiminin Mart 2003’de devrilmesinde hız kazanmıştır.

ABD’ye göç eden Müslümanlar’ın büyük çoğunluğunun Sünni olduğuna dikkat çeken Tınaz, gözle görülür sayıda da Şii Müslüman topluluğun var olduğunu, bunların New York, Detroit, Washington, Los Angeles ve Chicago’da yoğunlukta olduklarını belirtti.

Sufi Grupların ABD’deki İslam ve Müslüman yüzünün etnik ve kültürel bariyerleri ve alanları geçerek  değişmesinde ve çeşitlenmesine kaktısı olduğunu söyleyen Tınaz, araştırmalarda öne çıkan bazı Sufi grupların, İnayat Han’in Çisti koluna bağlı, Batı’da Sufi Tarikatı (The Sufi Order in the West), Philadelphia’daki Bawa Muhaiyaddeen Fellowship; Nakşibendi Al-Hakkani al Kıbrısi olduğunu belirtmiştir

ABD’deki Müslüman Sivil Toplum Kuruluşları’nın bir gösterisi

Sivil Toplum Kuruluşları

Özellikle, 11 Eylül terör saldırılarından sonra Müslümanlar’ın hak ve hukukunu koruyacak, İslam ve Müslümanlar’ın imajını düzeltmek ve onlar hakkında doğru bilgiler üretmek ve yaymak ve Müslümanları politik olarak örgütlendirecek, ülke genelinde birçok organizasyonlar kurulmuş ve mevcut olanlara da yeni bir dinamizm kazandırılmış olduğunu söyleyen Tınaz, bu gelişmelerin Amerikan Müslümanları’nın yüz ve renklerinin değişerek ve dönüşerek yeni ortak paydalarda birleşmesini beraberinde getirdiğini belirtti. Tınaz, ‘Amerikan Müslümanlar’ın 1200’ü aşkın camileri, 300’ün üzerinde etnik ve kültürel organizasyonları, 200 üniversite öğrenci dernekleri, 200 ilk ve orta / lise eğitimi veren İslami okulları, 100 medya kuruluşları ve 50 sosyal servis ve dünya hayır/yardım kuruluşları vardır’dedi.

ABD’de, dini organizasyonlar altında öne çıkan bazı kuruluşlar şu şekilde sıralanabilir: ABD ve Kanada’daki İslami Kuruluşlar Federasyonu (The Federation of Islamic Associations in the United States and Canada, FIA); ABD ve Kanada’daki Müslüman Örgenci Derneği (The Muslim Student Association in the USA and Canada, MSA); Kuzey Amerika IslamTopluluğu (Islamic Society of North America (ISNA); Amerikan İslam Çevresi, Islamic Circle of America (ICNA); Zeytuna Enstitüsü (Zeytuna Institute); Kuzey Amerika Şia Isna-Eşari Müslüman Topluluklar (The North American Shia Ithna-Asheri Muslim Communities, NASIMCO).

Politik ve Sivil Organizasyonlar altında da şu kuruluşlar sayılabilir: AMC, The American Muslim Council (Amerikan Müslüman Konsülü); MPAC, The Muslim Public Affairs Council (Müslüman Halk İşleri Konsülü); CAIR, The Council on American-Islamic Relations (Amerikan-İslam İlişkileri Konseyi). Bu kuruluşların, bütün ülke genelinde Müslümanların etnik ve kültürel farklılıklarını aşarak kendi haklarını ve çıkarlarını korumak için ortak platformlar oluşturduklarını söyleyen Tınaz, aynı zamanda yerel ve ulusal politik ve sivil otoriteler düzeylerinde kendilerini ifade etmek ve topluma katılımları gerçekleştirdiklerine dikkat çekti.

 İslamofobi

Amerika’da İslam ve Müslüman algısının medya ve film sektörü üzerinden oluştuğunu söyleyen Nuri Tınaz, film sektörününün de Canon ve Warner Bros grubu tarafınan paylaşıldığını belirtti.

Tınaz, ‘Hiç kuşkusuz 11 Eylül 2001 terör saldırıları ve onu takip eden gelişmeler genelde Batı’da İslam ve Müslümanlar imajı ve özelde ABD’deki Müslümanlar açısından bir dönüm noktası olmuştur‘ dedi.
‘ABD ve Batı Avrupa’da İslam adına köktendinci ve dinsel fanatiklerin İslam adına yaptıkları terör olayları, bu kanatları ne yazıkki meşrulaştırmıştır’ diyen Tınaz, ‘Müslümanlar 11 Eylül 2001 öncesi, etnik ve kültürel aidiyet olarak asabiya etrafında yoğunlaşırlarken, bu oluşumun yönü ve çerçevesi tamamen değişmiştir. Artık Müslümanlar, dar aidiyetlerden kurtularak daha geniş aidiyetlere evrimle deneyimi yaşamaktadırlar. Amerikan Müslümanların bu evrimle ve dönüşümleri toplumsal yaşamın her alanında hissedilmektedir’dedi. İslamofobi’nin etkisiyle son yıllarda

yerli Müslümanlar, siyahlar, Latinler beyazlar da kendi perspektiflerinden İslami anlama yaşamak için kendilerinin din kültürünü üretmeye başlamışlardır diyen Tınaz, ‘göçmen Müslümanlar da artık, İslami anlayış, kültür ve pratiklerini üretirlerken geldikleri ülkenin veya kültürün bir uzantısı veya yeniden üretimi değil artık, bunlar da yaşadıkları ülke, ortam ve politikalara göre kendilerini rahat ifade edebilecek yerli İslam anlayış, kültür ve pratiklerini üretmeye başlamışlardır’ dedi.

   

Hollanda’da Türk Sivil Toplum Kuruluşları’nın gösterileri

Avrupa Müslümanları ABD Müslümanları’ndan neler öğrenebilir?

Türkevi Konuşmaları’na katılanların genel kanaati, ABD Müslümanları’nın uzun yıllar vermiş oldukları mücadele, yaşamış oldukları değişim süreçlerinin, Avrupa Müslümanları için bir labaratuvar olduğu, çeşitli dersler çıkartılacağını yönündeydi. Müslümanlar’ın Amerika’ya göç serüveninin Avrupa Müslümanları’na göre daha eski olması, Amerika Müslümanları’nın emansipasyonu, siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel katılım süreçlerinin bilinmesi, incelenmesi belki mükayeseler yapılması öne çıkan yorular arasındaydı. ABD ve Avrupa Müslümanları arasındaki göç geçmişinin farklı olması ve eğitim seviyesinin farklı olması, ilk başta dikkat çekilen farklılıklar olarak ortaya çıktı. Avrupa Müslümanları’nın, ABD Müslümanları’nın kendilerini nasıl tanımladıkları, hissettikleri ve toplumun bir parçası olmaları için neler yaptıklarının dikkatle takip edilmesi temenni edildi.

*****