Etiket arşivi: Telegraaf

En büyük eksiğimiz Lobi faaliyeti ve siyaset

İlhan KARAÇAY’dan 2019 Yıl Sonu Yorumu

En büyük eksiğimiz Lobi faaliyeti ve siyaset

Veda etmekte olduğumuz 2019 yılında, Hollanda ile Türkiye arasında dişe dokunur bir siyasi olay yaşanmadı. Rahatsız edici birkaç olay yaşandı ama, bu olaylar da her iki taraftan gelen sağlıklı ataklar sayesinde yumuşatıldı. Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli’nin, Hollanda’yı yakından tanımış olması ve  eski dostlarının devreye girmesi de kolaylaştırıcı oldu.
Peki, 2019 yılında Hollanda’da Türkler açısından acı ve tatlı olaylar yaşanmadı mı?
Tabii ki yaşandı. Ama iki ülkeyi ve iki ülkenin insanlarını çok etkileyecek olaylar yaşanmadı.

2019’da Hollanda’daki Türk toplumu içinde kayda değer gelişmeler olmadı ama, Türkler’in pasifliği konusunda en eleştirel yıl oldu. Yani Türkler ‘Lobi oluşturma’ konusunda snıfta kaldılar. Benim açımdan kayda değer bir konu daha var. Hollanda’daki resmi kurumlarımız, kendilerine bir paye biçen bazı işgüzer ve ağzı kalabalıklardan çok rahatsızlar. Kendilerine paye biçen bu ağzı kalabalıklar, buradaki kurumlarımızı ve bu kurumların başındaki yöneticileri,  Ankara’daki siyasi tanıdıklarına şikayeti moda haline getirdiler. İşin kötü tarafı, Ankara’daki siyasiler de, amaçları sırf ‘çıkar’ olan bu kişileri ciddiye alıyorlar ve kurumlarımız ile yöneticilerini rahatsız edici tavır takınıyorlar.
Hollanda’daki resmi kurumlarımızı yönetenlerin çalışma şevkini kıracak kadar yoğunlaşan bu tavırlar bir an önce sona ermelidir.

Lobicilikteki beceriksizliğimize gelince:

Türk Sivil Toplum Kuruluşları’nın yetkililerine soruyorum: 2019 yılında, Hollandalı bir Bakan’ı veya Milletvekili’ni toplantılarınıza davet edebildiniz mi?
Siyasi Parti üyesi olan Türkler’e soruyorum: Türkiye’yi ve Türkleri sürekli olarak yermekte olan partidaşlarınızın bakış açılarını değiştirmek için hangi girişimlerde bulundunuz?
Bu konuda bana bir kaç cevap gelecektir. Ama inanın ki bunlar yetmez.

Aslında bu zaafiyetin bir gerekçesi vardır.
Eskiden, tüm siyasi partiler içinde, etkinliği olan Türkler yer alıyordu. 6 Milletvekili, 10 İl Genel Meclisi Üyesi ve 250’yi aşkın Belediye Meclis Üyesi çıkaran Türkler’in şimdilerde esamesi okunmuyor.
Bu saydığım etikete sahip Türkler var ama sayıları öyle kabarık değil.

Bana göre, siyasi alanda güç kaybetmemizin başlıca nedeni DENK Partisi’dir.
Ağırlıklı olarak Türkler’den kurulu olan, yabancıların menfaatlerini korumak için mücadele edeceği sanılan DENK Partisi, başlangıçta çok iyi giden politikasını değiştirince güç kaybetti.
Genel seçim öncesinde şahsen benim de desteklediğim ve ‘Hangi görüşte olursanız olun, DENK Partisi’ne bir defalığına da olsa oy verin’ diye çağrı yaptığım bu parti, şimdilerde siyaset arenasında yok oldu gibi.
Siyaseti DENK Partisi’nde sürdürmek için kendi partilerini terk eden Türkler de şimdi açıkta kaldılar.
Şimdi yapılması gereken, Türkler’in tüm siyasi partilere dağılmaları ve eskisi gibi seçilebilir konuma gelmeleridir.

Siyasi Partiler oy kazanımına çok önem verirler.  Oy uğruna siyasi ideolojilerini bile bir kenara koyarlar.
İsterseniz bu konudaki haklılığımı ortaya koymak için size yaşanmış bir olayı anlatayım.
Bu olayı okuduktan sonra, lobiciliğin de nasıl yapılması gerektiğini görmüş olacaksınız.

Uçuç Vergisi

8 yıl önce, Hollanda hükümeti uçak biletlerine bir  ‘Uçuş vergisi’ koymak için bir yasa tasarısı düzenliyordu. Bu tasarıya göre, Atina’ya uçacak olan yolcu hiç vergi ödemeyecek, ama Ankara veya Antalya’ya uçacak olan yolcu 35 ile 50 euro arasında bir vergi ödeyecekti. Bu teklif yasalaşırsa, tatile gidecek Türk ailelerine büyük bir maddi külfet yüklenecekti. Bu duruma önce Hollanda Seyahat Acentaları Birliği ANVR, daha sonra çeşitli havayolu şirketleri itirazlarda bulundular. Corendon firması da girişimde bulundu ama fayda etmedi.

Utrecht Turizm Fuarı’nın açılış arifesindeydik. İşçi Partisi milletvekili olan eski dostum ve Agis’in Eski Genel Başkanı  Eelke van der Veen’i aradım. Durum hakkında birşeyler yapılması gerektiğini söyledim. O da beni, bu tasarının hazırlayıcısı olan Paul Tang’a yönlendirdi. Aynı akşam Paul Tang beni aradı ve ne istediğimi sordu. Ben de kendisine, iki gün sonra açılacak olan Turizm Fuarı’nda buluşma teklifinde bulundum. 6 Türk tur operatörü ve birkaç basın mensubu arkadaşım ile, Turizm Müşavirliği’mizin standında buluştuk. Turizmci dostlar, biletlere eklenecek olan ‘Uçuş vergisi’nin yolcular için ağır bir yük olacağını anlattılar. Paul Tang da, alınacak olan vergilerin, uçakların kirlettiği çevre için harcanacağını belirterek, çevre temizliliğinin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalıştı.

Toplantının sonucunda, fikir değişikliği olmadığı kanaatine vardım.
Ben de, ‘Mademki bu işler siyasetle ve oy hesabıyla çözümlenir, o halde ben de bu işi bu yolla halletmeliyim’ diye düşündüm ve Paul Tang’ı tren istasyonuna kadar yolcu ederken konuşmaya başladım: ‘Bak Paul, sizin partiniz geçen seçimlerde, Ermeni davasını körü körüne desteklediği için Türkler’den oy alamadı. Toplum olarak Demokrat ’66 Partisi adayı Fatma Koşer Kaya’yı destekledik ve seçilmesini sağladık. Kaldı ki, bugüne kadar, sağcı olsun veya solcu olsun Türkler hep sizin partiye oy veriyorlardı. Şimdi bu uçak vergisi yüzünden Türk aileler size yine kızacak ve oy vermeyecekler. Sana tavsiyem, başkanınız  Wouter Bos ile konuş ve bu durumu izah et’.

Paul Tang aynı akşam beni aradı ve Parti Başkanı Wouter Bos ile görüştüğünü, Maliye Bakanı’ndan da bu konuda randevu alındığını söyleyerek iyiye doğru bir işaret verdi.

Seyahat dalında faaliyet gösteren dostlara bunu anlattığım zaman bana, ‘Boş ver abi, bu iş böyle kalır’ diye umutsuz yanıtlar vermişlerdi.

Paul Tang ile konuşmam ocak ayında yapılmıştı. Mayıs ayı başında Mersin’deyken akşam telefonum çaldı. Telefon hattında Paul Tang vardı. ‘Müjde
Karaçay, uçak vergisi tasarısını geri çektim.
‘ diye iyi haberi verdi.

Bu anlattıklarım, pek çok sorunun lobi faaliyeti ile nasıl çözümleneceğinin bir örneğidir.

De Telegraaf ile kavgalar

Lobicilikte bireysel faaliyetler de çok önemlidir. Büyük ve güçlü bir gazeteyi nasıl yola getirdiğimi, Yavuz Nufel’in kaleminden okuyunuz lütfen;

İlhan Karaçay’ın bir de De Telegraaf girişimi vardır.
Çoğu zaman Türkler’e yapılan her haksızlığın karşısında artık Karaçay’ın DÜNYA Gazetesi vardır. Öyle ki, Türkler’e ve Türkiye’ye karşı her zaman acımasız davranan, kasıtlı haberler yayınlayan bir milyon trajlı en büyük gazete De Telegraaf’a âdeta savaş açar  Karaçay. “Boşuna uğraşıyorsun, De Telegraaf’ı yola getiremezsin!” derlerse de aldırmaz, mahkemelere verilir; yılmaz, yıldıramazlar.
Çünkü Karaçay haklıdır ve adalet tecelli edecektir, eder de.

De Telegraaf’ın yöneticileri, Karaçay’ın kendilerini eleştiren yazılarına ilgisiz kalmaz. Zamanın Genel Yayın Yönetmeni redaksiyonda bulunanlara sorar: ‘İçinizde Karaçay’ı tanıyan var mı’ der. Ünlü muhabir Jos van Noord, ‘Ben tanıyorum’ der. Genel Yayın Yönetmeni, ‘Davet et, konuşalım kendisiyle’ der.
Sonunda bir öğle yemeğinde buluşma gerçekleşir.

İlhan Karaçay, gazetenin sürekli Türkiye ve Türk aleyhtarlığı yayınlarını dile getirir ve ‘Turizmcilerimiz size yılda 5 milyon euroluk ilan veriyor. Siz ise Türk turizmini baltalamaya çalışıyorsunuz’ der. Karaçay, kendisi ile bir röportaj teklifini geri çevirir ve ‘Büyükelçimiz ile röportaj yapın’ der.

Karaçay’ın bu mücadelesi sonucunda aynı gazete, Lahey Büyükelçimiz ile yapılan röportajı tam sayfa olarak yayınlar. Hem de olumlu bir yaklaşımla.

Karaçay bu konuda şöyle diyor: “Oysa De Telegraaf’ın  tarihi boyunca hiçbir büyükelçiye böylesine geniş yer vermediği bilinen bir gerçektir. De Telegraaf, bununla da kalmayıp Türkiye lehinde çokça haber yayınladı. Özellikle, daha önce balta vurmaya çalıştığı turizmimiz için övgü dolu haberler yayınladı.

De Telegraaf yöneticileri daha sonra Türk turizmcileri ile de görüşmeler yapar. Beşer kişilik iki grupla ayrı ayrı yemek yenilir ve dertler dinlenir.

O zamanlar De Telegraaf 5-6 ay boyunca Türk aleyhtarlığı yapmaz ve bazen de güzel haberler yayınlar.

Kraliçe ve Başbakan’a mektuplar

Lobicilikte bireylerin de başarılı olabileceğinin bir başka örneği de, şahsımın Kraliçelere ve Başbakanlara yazdığım mektuplar ile kanıtlanmıştır.
Yine Yavuz Nufel’den kısa bir yazı:

‘İlhan Karaçay’ın 2002 yılında Kraliçe Beatrix’e yazdığı, 2017 yılında da şimdiki Başbakan Rutte’ye yazdığı mektuplar da, Türk ve Hollanda toplumunun barış içinde yaşayabilmeleri için, iyi niyetle yazılmış mektuplardı.

Hollanda’daki yaşamı boyunca, toplumsal konularda olduğu gibi, bireysel konularda da pek çok çalışmaları olan Karaçay,  yurttaşları için işveren kapılarında, hastane kapılarında, karakol kapılarında ve akla gelemeyecek bir çok kapıda mücadele verdi.
Karaçay’ın bu faaliyetleri tabii ki Hollanda-Türk tarihinde yerini alacaktır.’

Ankara’nın, yurtdışındaki Türk çocukları için planladığı eğitim projesi, Erdoğan’ın değil, biz gurbetçilerin isteğiydi…

Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın, 15 ülkede uygulamak istediği, ‘Anadolu Hafta Sonu Okulları Proje Destek Programı’, Batılılar tarafından sırf  ‘Erdoğan’ın projesi’ diye baltalanıyor.

Hollanda medyası konuyla ilgili olarak kıyameti koparıyor.
Konu, ülkenin yarı devlet teşekkülü olan NOS (Hollanda Yayın Vakfı) Televizyonu tarafından görüntülü ve web sayfası haberleri ile çarpıtılınca, ülkedeki tüm yayın organları, konuya aynı minval üzerinde tepkili haberler yayınladılar.

Ülkenin Sosyal Demokrat görüşlü gazetesi De Volkskrant, ‘Ankara’nın uzun eli‘ diyerek, Erdoğan’ın Türk gençlerine pençe ettığını, bu nedenle de Türk gençlerinin entegrasyonuna zarar verileceğini iddia etti.

Türk kökenlileri de konuşturan  De Volkskrant gazetesi, Türkiyeli İşçiler Birliği Başkanı Mustafa Ayrancı’yı da söz verdi. Mustafa Ayrancı, Erdoğan karşıtlılığına rağmen, Hollanda hükümetinin 2004 yılında, Türkler’in Türkçe eğitime desteğini kestiğini belirtirken, ‘Erdoğan da bu deliği kapatmak istiyor’ dedi.

Fetullah Gülen tayfasının yayın organlarından  De Kanttekening Genel Yayın Müdürü Mehmet Cerit’i de konuşturan gazete, projeye destek verecek olan hiçbir Türk’e söz vermedi.

Ülkenin en büyük gazetesi De Telegraaf ise, ‘Türkiye’nin planı mide bunaltıcı’ başlığı ile verdiği haberinde, Türk çocukları için çok yararlı olacak bu planı, ‘Entegrasyona engel olacak’ iddiasında bulunanları konuşturarak baltalamaya çalıştı.

Koalisyon hükümetinin en büyük ortağı VVD Partisi milletvekili bayan  Bente Becker’in, ‘Erdoğan, Türk pasaportlu Hollandalıları, kendi boyundurluğu altında tutmak istiyor’  sözlerine yer verdi. Bayan Becker aynı mülakatta, ‘Türk çocuklarına kendi dil ve kültürlerinde ders vermenin hiçbir sakıncası yok. Ama neden Ankara’dan yönetilen okullarla? Bu, entegrasyon için hiç yararlı olmaz’ dedi.

De Telegraaf. muhalefette olan İşçi Partisi milletvekili Gijs van Dijk’in şu sözlerine yer verdi:
‘Türk devleti, Hollandalı Türkler’i kaçıncı defadır hatalı bir şekilde etkilemeye çalışıyor. Şimdi de haftasonu okulları ile çocukları küçük yaştan itibaren Türk tarafına çekmek istiyor. Bu mide bunaltıcı bir plandır. Çocuklar Erdoğan’a karşı korunmalıdır.

Hükümet ortağı D66 Partisi milletvekili Jan Paternotte’nin De Telegraaf’ta yayınlanan sözleri şöyle:‘Planı uygulamak yasak değildir. Hollanda’nın da dış ülkelerde okulları var. Ama burada Erdoğan’ın, Avrupa’daki Türkler’i boyundurdluğu altına sokma isteği var. Bu nedenle hükümet bu işe el atmalıdır.’

Haberlerde konuşulanları bir kenara atalım ve Jan Paternotte’nin, ‘Hükümet bu işe el atmalıdır’ sözünü değerlendirelim.
Evet, burada asıl eleştirilmesi gereken Hollanda hükümetleridir.

2004 yılına kadar, Türk çocuklarının okullarda kendi dil ve kültürlerinde ders görmeleri mümkündü. Ne var ki, Hollanda hükümeti o zaman 70 milyon euro tasarruf etmek için bu eğitime son verdi. Kararı protesto eden bizlere de, ‘Parayı Türkiye versin’ diye aleni bir açıklama yapıldı.
Şimdi, tam 14 yıldır bu konuyu irdeleyen Türk Sivil Toplum Kuruluşları’nın sesine kulak veren Ankara’nın top ateşine tutulması Allah’tan reva mı?

En önemli açıklamalardan biri de Hollanda Sosyal Güvenlik bakanlığı’ndan geldi. Bakanlığın reaksiyonu şöyle: ‘Ülkeler, dışarıdaki vatandaşlarının eğitimi için teşvikte bulunabilirler. Pek çok ülke gibi, Hollanda’da bunu yapıyor. Bizim istemediğimiz, bu eğitimin entegrasyonu zedeleyecek olması ve demokrasiye zarar vermesidir. Bu konuda şüpheye düşersek derhal müdahale ederiz.’

Şimdi, geçmişte yaşananları bilmedikleri halde eyyam yapanlara bir çift sözmüz var:
Çocuklarımızın kendi anadillerinde eğitim görmeleri için 14 yıldır mücadele ettik. Başlangıçta ‘Türkiye ödesin’ denildi. Şimdi Türkiye ödemeyi kabul edince, sırf Erdoğan düşmanlığı nedeniyle buna ‘Mide bunaltıcı’ deniliyor.
Bir şey daha var: Hollanda’da Türkiye ve Türkler için konuşturulacak çok insan var

Sadece Mustafa Ayrancı ve Mehmet Cerit’lere sayfa açmak yakışık almıyor.

İşte bu nedenle şimdi ben de, ‘Eeeey Hollanda!’ diye haykırıyor ve sizleri sağlıklı siyaset ve objektif gazetecilik yapmaya çağrıyorum.

NEDER DE TELEGRAAF !

 Üstteki kupürü, Belçika’daki sevgili dostum Yusuf Çınal’ın  Yeni Haber gazetesinden aldım.

ilhan karaçayHollanda’nın en büyük ve en etkili gazetesi De Telegraaf’tır.
Bu gazeteyi ben defalarca eleştirmiş ve hatta bazan da hakaret edercesine yermiştim.

Öyle ki, geçmiş günlerden birinde, DE Telegraaf’ın Genel Yayın Müdürü, aynı gazetede servis müdürlüğü yapan ve beni iyi tanıyan bir dostuma, ‘Bu Karaçay bizden ne istiyor, davet etsen de bir konuşsak’ demişti. O dostum beni aramıştı ve ben de o genel yayın müdürü ile buluşmuştum.clip_image002

O sordu ben anlattım o zaman.
Haklı olduğumu kabul etti ve telaffi için benden teklif istedi.

‘Büyükelçimiz ile bir röportaj yapın’ demiştim.

İki gün sonra De Telegraaf gazetesinde Lahey büyükelçimiz ile yapılan çok olumlu bir röportaj tam sayfa (O zaman gazete büyük boyuttaydı) yayınlandı. Bu, De Telegraaf’ta hiç yapılmamış büyüklükte bir yayındı.
O günleri müteakip, Türkiye lehinde birkaç yazı daha yayınlandı ve aleyhte haberler kesilmişti. Ama aradan belli bir zaman geçtikten sonra, kim bilir belki de tiraj kaybından sonra, Türkiye aleyhtarlığı devam etti.
Ben de her defasında De Telegraaf’ı eleştiren yazılarıma devam ettim.
Bunların örneklerini vermeye kalkışırsam, ansiklopedi kalınlığında bir kitap olur.clip_image004

Gelelim şimdi bugünkü Alçak De Telegraaf başlığıma.
Evet, De Telegraaf gazetesi Hollanda dilindeki ‘neder’ kelimesi ile özdeşleşmiştir.

Neden mi?
Sırf  Türkiye aleyhtarlığı yapmak için, Türkiye’de yargılanan bir İŞİD teröristini savunacak kadar alçalmıştır.
6 Ocak 2018 tarihli De Telegraaf gazetesi, birinci sayfanın manşetinde, ‘Türkiye, İŞİD’linin babasına ülkeye sokmadı’ başlıklı bir anons ile, dördüncü sayfadaki habere işaret etti.
De Telegraaf’ın dördüncü sayfasındaki (Fotoğrafa bakınız) haberin üst başlığında,

‘Bir baba, Türkiye’de yargılanan oğlunun mahkemesinde bulunamıyor’ cümlesi yer alırken, büyük puntolu ana başlıkta ise, ‘O nede olsa benim çocuğum’ yazıyordu.clip_image006 (1)

De Telegraaf gazetesinin Silvan Schoonhoven adlı muhabirinin kaleme aldığı haberde,

İŞİD’li terörist Reda Nidalha’nın, arkadaşları ile birlikte Suriye’ye kaçış öyküsü, okuyanı acındırıcı bir dil ile belirtimiş, baba Muhammed Nidalha’nın da, oğlunun İstanbul’daki mahkemeyi taki edmeyişinden de acıklı bir şekilde söz edilmiş.

Baba Nidalha’nın, terörist oğlunun İŞİD’den kaçıp Özgür Suriye Ordusu’na katıldığı iddialarını ve oğlunun pişmanlık duygularını, okuyucuyu aldatıcı bir şekilde dile getirilen haber, resmen ve alenen Türkiye’yi yermek maksadıyla yayınlanmıştır.

De Telegraaf Gazetesi’nin yapmakta olduğu bu bilinçi yayınlar kabul edilemez.
Evet, aclı bir babanın dramını anlatmak bir haber değeri taşır.
Ama böyle bir haberi verirken de Türkiye’yi eleştirir havasına girmek ve okuyucuyu aldatmak abes ile iştigaldır.

Avrupa ülkelerinde meydana gelen ve can alan terör eylemlerinden sonra, toplu bir şekilde ayağa kalkan Avrupa ülkelerinin, Türkiye’deki terörist saldırılar sonrasındaki, ‘Laf ola beri gele’ misali hareket etmeleri bizleri üzmektedir.

Avrupa’daki terörist eylemlerden sonra, bu ülkelerde yaşayan özellikle Müslümanları, ‘Tepki göstermiyorlar ve protesto etmiyorlar’ diye suçlayanlara sormak lazım: İnsanlık dışı katliamlar ile dünyanın nefretini kazanan İŞİD’e üye olmuş bir serserinin yaşamını acındırdırmak, babasının duygularını anlatırken de Türkiye’yi eleştirmek evla mıdır?
Sizin büyük gazeteleriniz bunu yaparsa, bizim terör eylemlerinden sonraki tutumumuzu yargılamanın bir anlamı var mıdır?

SUS, EY DE TELEGRAAF SUS !

İstanbul’da bir taksi kazası sonrasında felç olup hayatı kararan Müjde, hayata neşeli bakışını sürdürüyor

 

 

* İstanbul’da bir taksi kazası sonrasında felç olup hayatı
kararan Müjde, hayata neşeli bakışını sürdürüyor.

* Funda Müjde Hollanda televizyonlarında yayınlanan pek çok
seride rol aldı. Tiyatro ve kabere programlarına imza attı.
Hollanda’nın en büyük gazetesi De Telegraaf’ta köşe yazarlığı
yaptı. Şimdi ise tekerlekli sandalyeye mahkum bir yaşam
sürdürüyor.

Funda Müjde’nin programları devam ediyor…

Funda Müjde’yi önceki gün Wormer’daki evinde ziyaret edişim sırsanda, karşılıklı olarak kitaplarımızı hediye ettik.funda

 

İçinde yaşadığımız dünyada meydana gelen ani gelişmeler, insanlar üzerindeki etkisini acımasız bir şekilde değiştiriyor. Hani, ‘Ne oldum deme, ne olacağım de’ diye bir tekerleme var ya? İşte bu tekerlemeye çok dikkat edilmeli ve yaşamımızın düzeninin bozulmaması için dikkatimiz ikiye katlanmalıdır.
‘Bir musibet bin nasihate bedeldir’ diye de bir söz vardır. Yani, insanlara istediğin kadar nasihat et, başlarına bir musibet gelmedikten sonra, bir şey öğretemezsin.

Adana’dan çocuk yaşında Amsterdam’daki babasının yanına göç eden Funda Müjde’nin yaşamı bir musibet ile karardı. Ama O’na kimse nasihat etmemişti. İstanbul’da bir taksiye binmişti.  Taksi ile ulaşım sağlamaya çalışırken şımarık bir zengin çocuğunun sürat manyaklığı nedeniyle meydana gelen kaza sonucunda, Hollanda’daki popüler yaşamı ile gönüllerde taht kurmuş olan Funda Müjde ölümden kurtuldu ama, tekerlekli sandalyeden kurtulamadı.

Yıldızlaşmıştı Funda Müjde. Ama ne var ki o elim kaza o yıldızı kaydırmıştı. Tekerlekli arabaya mahkum olduktan sonra en önemli işlerinden biri olan De Telegraaf yazarlığına veda etmek mecburiyetinde kaldı. Zira, haftada 9 saat radyo yayıncılığı kendisini çok meşgul ediyordu.  Bu nedenle De Telegraaf yazarlığını 2012 sonuna kadar sürdürebilmişti.

Funda Müjde’nin sanat kariyeri:funda eser

Henüz öğrencilik yıllarında arkadaşları ile birlikte kurmuş olduğu bir tiyatro grubu ile sahnelere çıkmaya başlamıştı. Daha sonra film prodüktörlerinin dikkatini çekti. 1984 yılında TV serilerinde çoğu başrol olmak üzere yer aldı. 1984 yılında Türk Videos’sunda Süheyla rolünü oynadı. 1987’de  ‘Julia’nın Sırrı’ adlı ödüllü sinema filmi ile şöhrete ilk adımı attı. 1991-1992’de, özellikle gençlerin hayranlıkla izlediği ‘Medisch Centrum West’ serisinde Hemşire Selma rolünü üstlendi. 1993’te ‘Vrouwenvleugel’de Derya rolündeydi. 2000 yılındaki ‘Russen’de Yasmine rolünü mükemmel oynadı. 2003’te  ‘Vrijdag de 14e’ anne rolü ona çok yakışmıştı. 2004’te  ‘FF Moeve’de Ezra’nın annesiydi. 2005’te ‘Keyzer & De Boer Advocaten’ filminde Mirjam İbis rolündeydi. 2006’da ‘Shouf Shouf’daki Hanan rolü çok beğenildi. 2012’de  ‘Koen Kampioen’de Fatma oldu. Yine 2012’de, gençliğin hayranlıkla izlediği‘Goede Tijden Slechte Tijden’deki Elif rolüyle beğeni kazandı.

Funda Müjde`nin  ‘Funda ziet ze vliegen’(Funda takes off) adlı bir tiyatro çalışması ile, “Mag ik een kilo emancipatie van u?” (Sizden bir kilo emansipasyon alabilir miyim), “Chakra”, “Actueler dan ooit”,(Her şeyden daha aktüel) şovları ilgiyle izlendi.
Ayrıca, Funda’nın  “Julia’s Geheim” adlı filmi, Türkiye’de TRT 2’de, “Juliet’in Sırrı” olarak, birkaç kez yayınlandı. O film ile  ‘En iyi Kadınoyuncu’ ödülünü kazanan Funda, sanatsal hayatında tam beş ödül aldı.

 

funda ilhan

Kahpeliğin daniskası

De Telegraaf gazetesi yazarı Leon de Winter, Türkler’i aşırı ırkçılıkla suçladı

ilhan karaçayHollanda’nın ana akım gazetelerinden De Telegraaf,  Leon de Winter’in “Irkçılık maalesef her yerde var” başlıklı yorumunda Türkiye ve Türkleri yerden yere vurmaya çalıştı.
”Irkçılık, ayrımcılığın bir çeşidi, ayrımcılık da her zaman ve her kültürde mevcuttur” sözleriyle girdiği makalede Leon de Winter, yazısında ‘Türkiye’de ve Türklerde ırkçılık var’ iddiasında bulunuyor.
De Winter, yazısının bizimle ilgili bölümleri şöyle diyor:
“Örneğin Türkler tarih boyunca başka etnik grupları asla kendilerine eşit görmemişlerdir.19’ncu asırda yaşamış ünlü Türk aydınlarından Ali Suavi (Haberin sonunda kısa özgeçmişine bakınız), Türk halkının, diğer bütün halklardan daha üstün olduğunu yazmıştır. Ötekilere karşı bu ayrımcı tutumun doğrudan etkileri olmakla kalmamıştır, Ermeniler’e, Suriyeliler’e (Süryaniler kasdediliyor olsa gerek) ve Yunanlıla’ra karşı girişilen toplu etnik temizlik hareketlerini Türkler’in kendilerini üstün görmelerinden ayrı düşünmemek gerekir.
Türk şovenistlerin yönetimindeki DENK Partisi, Hollanda’da Türk olmayanları partilerine kabul etse de, Türk kimliği konusunda Ali Suavi’den farklı düşünmüyor. Batı Avrupa’daki Türk şovenistlerin kıpkızıl bayraklarıyla sokaklarda peyda olmasını bu hislerin edepsizce şiddetli tezahürü olarak görmek lazımdır. İsteri patlamasıdır. Şuur altının kendilerine fısıldadığı inanışın coşkusudur: biz güçlüyüz ve bir gün Avrupalı gavurlar bizim köpeğimiz olacaktır.”

Leon de Winter (De Telegraaf yazarı)

Leon de Winter yorumunda, İngiltere’de yüksek eğitim görevlisi olarak çalışan Bülent Gökay’ın, Opendemocracy.net sitesinde şunları yazdığını ileri sürmüş: ’Türkiye’de Irkçılık her yerde var, sadece Türkiye’deki en büyük etnik grup Kürtler’e karşı değil, ama tüm diğer etnik ve dini azınlıklara karşı ve de derisinin rengi Türk çoğunluğun derisinin renginden daha esmerse onlara karşı. Medya hemen her gün kara derililerin, Romanların, İstanbul sokaklarında halkın ve hatta polisin ırkçılığına maruz kaldıklarını anlatan hikayelerle dolu.’

Yazının son kısmında  Avrupa’daki Müslümanlar’ın eşcinsellere ve Yahudilere bakışına değinen bir paragraf da var. Bu paragrafta De Winter şöyle diyor: “Avrupalı Müslümanlar’ın karaderilileri nasıl gördüğüne ilişkin elimizde istatistikler yok. Ancak Yahudiler’e ve eşcinsellere bakışlarına ilişkin rakamlar var. Avrupalı Müslümanlar’ın çoğunluğu eşcinselle arkadaşlık etmek istemiyor ve Müslümanlar’ın neredeyse yarısı Yahudilere güvenmiyor”.

Leon de Winter’in bu iddiasına, Doçent ve Diyanet İşleri Eski Müfettişi, Bakü Büyükelçiliği eski Diyanet İşleri Müşaviri Abdülkadir Sezgin’den bir cevap geldi.
Sezgin cevabında şöyle diyor: Türkler ırkçılık yapmış olsalardı, 20 milyon km’yi geçen topraklarında yaşayan ve halen yaşamaya devam eden “şeytana tapanlar”lar dahil, başka din, ırk ve diğer renkten insanların varlıklarına niçin son vermediler? Esmer denilen Romanların kendi arasından seçilen üst yöneticilerine, “Askeri bir ünvan” olan “ÇERİBAŞI” rütbesi vererek onlara itibar edilmesinin anlamı ne ola ki? Bu ünvanı taşıyan pek çok ÇERİBAŞI, ülkemizin pek çok yerinde “ÇERİBAŞI CAMİ”leri yaptırmışlardır. Camiler Devlet başkanı izni ile yapılırdı. Eyüp Sultan’a 200 metre mesafedeki camiden başlayarak ülkemizde mevcut bu camiler neyi anlatıyor. Darkafalı, Irkçı, sömürgeci ve köle tüccarı Avrupalı, habis ve insanlık dışı davranışları kendi kültüründe aramalıdır.”

Ali Suavi (8 Aralık 1839 İstanbul20 Mayıs 1878 İstanbul)
Osmanlı düşünürü ve yazarıdır.

II. Abdülhamit’e karşı düzenlediği başarısız darbe girişimi ile bilinen bir tarihî kişiliktir. Bu olaydan ötürü kendisine “Sarıklı İhtilalci” denilmiştir.
Osmanlı Devleti’nin siyasi ve sosyal sıkıntılarına çözüm bulmak için kafa yormuş, İslam’ı referans olarak almış ve Türkçü, Turancı görüşler öne sürmüş bir kişiydi. Sultan Abdülaziz döneminde Genç Osmanlılar ile birlikte Paris ve Londra’da bulundu; hükûmet aleyhine yazılar yazdı; gazete çıkardı. Abdülhamit döneminde yurda dönmüş; bir süre Galatasaray Sultanisi müdürlüğü yapmıştır. Bu görevden alındıktan sonra işsiz olduğu sırada örgütlediği birkaç yüz kişi ile Çırağan Sarayı’nı basarak V. Murat’ı tahta geçirmek istedi; bu girişimi sırasında Yedi Sekiz Hasan Paşa tarafından başına aldığı sopa darbesiyle öldü.

 

Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal’ı Utrecht Turizm Fuarı’nda

 

 

 

türk evi medyatürk evi medya.png1Kültür ve Turizm Bakanı Mahir Ünal’ı Utrecht Turizm Fuarı’nda çok sayıda medya mensubu izledi

Turizm Fuarı’ndaki saatleri, Türk ve yabancı medyanın çok büyük ilgisi ile geçiren Mahir Ünal, tüm dünyaya şu mesajı verdi:
” Bu gün ülkemizde hepimizi üzen bir terör olayına şahit olduk. Terör bu gün sadece İstanbul’u vurmadı. Terör bu gün Paris’i bir kez daha vurmuştur. Londra’yı bir kez daha vurmuştur. İnsanlılığı, özgürlüğü üzerinde yükseldiğimiz değerleri bir kez daha vurmuştur. Bu açıdan özellikle bütün dünya medyasını, Paris saldırısı sonrası gösterilen hassasiyeti bu saldırı sonrasında da bu hassasiyeti göstermeye davet ediyoruz. Çünkü, 129 kişinin hayatını kaybettiği Paris saldırısında eşini kaybeden Fransız Antonie Leer’in çocuğuna yazdığı o duygulu mektupta söylediği sözleri buradan terörü ve bu terörist eylemi gerçekleştirenlere aynı şekilde ben de tekrar etmek istiyorum. ‘Bizim korkmamızı etrafımıza şüphe ile yaklaşmamamızı güvenliğimiz için özgürlüğümüzü tehlikeye atmamızı istiyorsunuz. Kaybettiniz. 17 aylık çocuğumla ben size inat yaşamaya devam edeceğim’ diyordu Antonie Leirs’in. Dünyanın her neresinde olur ise olsun İster Londra’da,Paris, Newyork ve ister İstanbul’da terörün amacı aynıdır. Terörün amacı insanları korkutmaktır. İnsanları özgürlüklerinden vazgeçirmek ve insanları bir şiddet salmanın içerisine çekmektir. Ama başaramayacaklar.O yüzden burada bulunan bütün misafirlerimizi sektör temsilcilerini bu terörist eyleme karşı işbirliğine dayanışmaya birlikte karşı durmaya İstanbul saldırısını gerçekleştirenlerin hedeflerine ulaşmamaları için daha hassas davranmaya davet ediyorum. Çünkü İstanbul’da Paris, Londra ve New York gibi  bütün insanların büyük bir keyif ile dolaştıkları, gezdikleri dünyanın incisi dediğimiz bir nadide şehrimiz. Ve terör  olayının amacına ulaşmaması Fransız Antonie Leirs’in dediği gibi korkmadan, özgürlüğümüzü herhangi bir şeye feda etmeden, güvenlik içerisinde İstanbul’a gelebilirsiniz. Türkiye sizin evinizdir. Türkiye güvenliğinizin hiç bir şekilde tehlikede olmayacağı bir ülkedir. Ve biz terör ile mücadele eden ve terörün amacına ulaşmaması için gayret gösteren Fransa, İngiltere, Hollanda ve Belçika gibi tüm ülkeler  ile birlikte teröre ve terörizme karşı mücadelemizi sürdüreceğiz. Bu fuarın ve bu etkinliğin turizme ve sektöre daha çeşitlilik ve daha güzellik getirmesini diliyorum.”

Mahir Ünal,  fuar ziyareti sürecinde, başta Hollanda’nın TRT’si niteliğindeki NOS Televizyonu ve Hollanda’nın en büyük gazetesi De Telegraaf olmak üzere, pek çok yabancı medya ile söyleşiler yaptı.

 

Bakan Mahir Ünal, yoğunluğa rağmen Türkevi ziyaretinde ısrar etti ve bu ziyareti sırasında Veyis Güngör’ün masasında bir süre oturdu. Bakan Ünal’ın bu israrlı tavrı, Veyis Güngör için  bazı çevrelere siyasi bir mesa mıydı acaba?türk evi

 

Bu Haberin detaylarını Şubat Sayımızda bulabilirsiniz !