Etiket arşivi: Tamer

TÜRK TİPİ PARLAMENTER SİSTEMİ

 

 

 

tamer uysal“Baylar! Soyut özgürlük sözcüğünün sizi aldatmasına izin vermeyin. Kimin özgürlüğü? Bu, bir kişinin bir başka kişi karşısındaki özgürlüğü değil, sermayenin işçiyi ezme özgürlüğüdür.” Böyle sesleniyordu Karl Marx Felsefe’nin Sefaleti’nde…

 

AKP’nin meclise sunduğu ve oylamada 1. turun tamamlandığı ‘başkanlık sistemi’ ile ilgili Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk değerlendirmelerde bulunmuş. Selçuk,  “Hem başkanlık sistemini getirmek iddiasıyla yola çıkacaksınız, hem de erkler birliğini dayatacaksınız. Bu bir güldürüdür. Böyle bir sistemde demokratik bilince sahip bir başkan bile diktatör olmak, baskı, daha doğrusu tümelci (totaliter) bir rejimle toplumu yönetmek zorundadır”  diyor  ve ekliyor:

 

“Montesquieu’nın teşhisiyle o ülkede tek bir insan özgürdür, öbürleri ise köledir. Kısaca taslak, zorunlu tümelciliği kurallaştırmaya ve kurumlaştırmaya yeltenen, bu yüzden savunanları da tutsaklaştırıp doğduklarına pişman edecek bir metindir. Tek bir insana bütün erkleri teslim etmektedir.”

 

Uluslararası hukukta “De jure” ve “De facto” diye iki kavram vardır. Biri yazılı hukuk kurallarını içerir diğeri ise fiiili durumları. ikincisine kısaca “Ben yaptım oldu” culuk da diyebiliriz… Hukukta geçerli olan genel kabul gören başka bir kavram daha vardır “Kuvvetler ayrımı”… Kuvvetler ayrımından kasıt yasama yargı ve yürütmenin birbirinden ayrı olması birbirini frenlemesi mevzuudur… Başkanlık konusunda kalın kalın kitaplar yayınlanıyor kitapçı raflarında görüyoruz ülkenin dünyanın önemli kanaat önderi bu işte yetkin kişileri de aynı şeyleri ifade ediyor: bir ülkede demokrasi kültürü gelişmemişse eğitim düzeyi düşükse ki Güney Amerika’daki ülkeler gösterilir o ülkedeki başkanlık uygulamaları despotizm yani diktatörlüğe dönüşme riski taşıyor hatta taşımakla kalmıyor dönüşüyorlar…

 

Gelelim bizdeki duruma…

 

Türkiye’de temel sorun nedir? Kişi yönetimi ya da parlamenterizm olup olmaması mı, yoksa  her zaman bir kısım elite hizmet eden sistem mi?..

 

Ziya Paşa’nın “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz/Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” diye bir beyiti var…

 

Şimdiye kadar yapılanlar bundan sonrakilerin de aynasıdır desek yeridir… Başka bir kavram daha var o da tıpta (farmakoloji) “Plasebo Etkisi” (yararı fiziksel olmaktan çok ruhsal) diye geçen bir kavram ne kadar sulandırırsanız ilacın etkisi o kadar çabuk duyulur bugün bu aşılamayı yandaş denen medya üstleniyor onun ise iktidara çalıştığı hatta iktidarın tekelinde olduğu apaçık zira alternatif medya (candaş ve yoldaş olanlar) elimine edildi ve siyaset havuç-sopa (din ve zora) ya indirgendi… Engels zor tarihin ebesidir demişti… Tevekkül ü tedbirin yerine önermelerin somada işçiye atılan tekmelerin görüntüleri hafızalardan silinmedi.. O zaman başkanlık olsa kaç yazar.. siyasal iktidar dayatıyor defalarca yutturduğu hapı köşeye sıkıştırılça yine yutturmaya çalışıyor… Eğer düzen demokrasiyse o mecliste tek bir kişinin bile hayır demesi bu anayasanın değişmesine engeldir.. Hata ve emniyetsiz her kazaya “Bu işin fitratında var” deyip çıkan, hele cunta anayasası ile kendine iktidar yolu açanların sistemdeki bunca yanlışı görmezden gelip gene de “Türk tipi” diyerek dayatanların bu ülkeye vereceği hiçbir şey yoktur.. ahh kendi yandaşınaysa yararı o başka -ki öyle- havuz medyasında batılı çağdaş diye tabir edilen giyim tarzlarıyla arz ı endam eden bayanların da büyük bir iştahayla tüm yaşananlardan sonra bu durumları savunması ise (ona da Stockholm sendromu mu desek acaba baskı saygıyı doğurur çünkü) o daha bi başka, garabettir. “Sizden ne kadar nefret ederlerse, size o kadar saygı duyarlar.” diyor  J. G. Ballard (Süper Kent, 1.Baskı, Ayrıntı Yayınları, 2004, Sayfa 28).türk tipi parlementer sistemi.jpg3

 

CHP’ye gelince “CHP, tıpkı kemana benzer, sol elle tutulur, sağ elle çalınır” demişti Cevdet Kudret (Zincirli Hürriyet) şimdilik bu yeter…türk tipi parlementer sistemi.jpg2

 

 

BİNALAR, BİNALAR…

 

 

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından. (Nazım Hikmet)

konuk yazarİnsanın anayurdu çocukluğudur… Jorge Amado demişti bunu. Çünkü çocukluğunuz evinizdir. Evinizden önce sokağınız mahalleniz yaşadığınız semt ordaki bahçe okulunuz kediler ağaçlar her şey çocukluğunuza aittir.

Elbette küçümsemiyorum hatta bazen yadırgadıklarımız da oluyor ama doğmadıkları çocukluğunu yaşamadıkları başka anayurtlardan kopup gelenler o yerde sizin yaşadıklarınızla aynı hisleri paylaşmazlar çünkü herbir şey her şeyden önce onlara değil size aittir…

Elbet hor kullananlar çocukluğunu orada geçirenlerden çıktığı kadar aksine çocukluğunu yaşamadıkları halde göçtüğü yerlere daha çok sevip bağlanan insanlar da olabiliyor. Çünkü koşullar insanlara yeni sürprizler sunar…

Bahsettiklerim tabiî ki anılar… Bir yerde “süs bitkilerini babadan gelen bir ilgiyle tanıdım bazılarını bilmesem de çoğunu isimleriyle sayarım (babam özgün; latince isimlerini ezbere bilirdi) Kır çiçeklerine de sonradan merak sardım.” demiştim…Bu ilgiye beni bulunduğum ortamlar ister istemez çekiyor.. Kimi bu ilgiyi abartılı buluyor hatta dudak büküyor belki de eleştirebiliyor. Ama “olsun” diyorum çünkü ben ağaçları da en az bazı insanlar kadar sevebiliyorum. O zaman ne mutlu bana…

Bir bitki bir hayvan için insanlarla tartıştığım çok olmuştur. Çalıştığım ortamlarda yadırgayıcı davranışlar bir yana öfkeli tepkiyle karşılaştığım durumlar da oldu ama hiç yüksünmedim hatta çoğu zaman rahatça onlara “galip geldim” diyebiliyorum, çünkü bazıları çeşitli bahaneler ve varsayımlarla bu türden ilgileri adeta bir muhalefet sayıyorlardı. Oysa ben bozkırda bir akasya fidanına bile can suyu vermeyi kendime büyük bir vazife bilenlerdendim…

Mahallenizde kokular saçan altında sohbet edebileceğiniz bir iğde ağacınız var mı? Hala varsa ne mutlu size…

”Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin !”

M.Kemal’i ağlarken tarih çok ender tespit etmiş. İlki Çanakkale’de topçu atışı başladığı sırada döktüğü gözyaşıdır, bir diğeri ise hepimizin bildiği bir hikaye: Çankaya’dan meclise gelirken yol üzerinde sadece ama sadece bir tek iğde ağacı varmış o iğde ağacının önünden geçişlerinde özellikle durdurur yanına gidermiş. Mahiyetindekilere “İşte bu benim…”dediği bir iğde ağacı, ikincisi işte o ağaç kesildiğinde…

Paşa, o sözünü başka bir yerde daha kullanmış: Yalova köşküne doğru çıkmakta olan bir ağaç için köşkün yerini değiştirdiğini herkes bilir. Ağacı kesmeyi önerenlere de aynı sözleri sarfettiğini, “sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki kesmeye muktedir görüyorsun kendini ve niye? Hayır gerekirse köşkü ağaçtan uzaklaştırırız”…

Yine Çankaya Köşkü’ndeki Bahçe mimarı Mevlüt Baysal anlatıyor:

Atatürk’ün Çankaya Köşkü’ndeki bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağacın Atatürk’ün geçeceği yolu kapadığını gördük. Ağacın bir yanı dik bir sırt,diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata,havuz etrafındaki kısma yaslanarak karşı tarafa geçti. Derhal atıldım: ”Emrederseniz derhal keselim Paşam.” Bir an yüzüme baktı, sonra: ”Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin !” dedi…

“Binalar, binalar… yetmiyormuş gibi bir de yenilerini yapıyorlar. Türk’ün parası olunca binaya gidermiş. Başka neye gider?” (S. 313, Tutunamayanlar, Oğuz Atay, İletişim Yay, 61.Baskı)

Sanki müteahhitlerde (siyasilerde) geçmişin acısını çıkartırcasına Bursa’da son yıllarda hararetli bir bina inşaat dikim işleri var. Siyaset deyince Türkiye’de müteahhit hakimiyeti olduğunu bilirsiniz. 1950’lere kadar ne yapıldı ise kamuya münhasıran yapılmışlardı. Sonra adına kısaca “plan yerine pilav” denen bir dönem geldi ki pir geldi. Kamuya ait ne varsa yıkılmak bir yana ağaç bahçe orman bile dinlememeye başladı.

Son yıllarda iktidarla muhalefetin bu konuda birbirinden pek farkı kalmadı. Çünkü Türkiye’de en karlı sektörün bu olduğunun varsayıldığına eminim (Avrupa’da yüzde 5-6 Türkiye’de ise yüzde 300, bir vakitler bir emlak uzmanının yazısında okumuştum). O yüzden her şeyi göze alıyorlar. Kamuoyu mu? Onlar zaten ne yapılırsa bizim için yapılıyor diyen bir kısımla sessiz bir çoğunluk şimdi… En büyük tepkiyi gösterdikleri gezi olaylarını ve akıbetini anımsarsanız ne demek istediğim anlaşılır…

Bursa’da yapılan ağaç kıyımlarına Bursa’da son zamanlarda pek fazla rastlamak mümkün. İnsan bazılarına karşı hiç mi hiç kayıtsız kalamıyor. Zafer Meydanı’ndaki çınar ağacının başına gelen bir… O çok göz önündeydi. İster istemez çok kişinin tepkisini çekti. “Çürümüştü” denildi ve anıt ağacın yerine körpe bir fidan dikildi o şimdi büyüyor…

Sonra insanda münhasıran zaafa giden bitki sosyolojisi vardır mutlaka o kente ait…Örneğin doğduğum büyüdüğüm mahalleme giderken geçiş yolum üzerindeki Gençosman kavşağı’nın bitişiğinde şimdi hastane ve yeni yapılan otelin bulunduğu köşedeki iğdeler.. Her geçişimde benim de acaba yerlerinde duruyorlar mı diye endişe duyduğum iğde ağaçları onlar var…

Bursa ovasında eflatuni rengin erguvanlardan biri… Örneğin, Hocahasan Parkı’nda bulunan sonra kesilen o eflatun top halindeki şahane erguvan ağacı kaç kişinin dikkatini çekmiştir: Şimdi yerinde mi ne var? Bakınız:Kara çarşaflı gelin !…

“ahmet uysal mı, lavanta kokulu,
tozlu bir yolmuş meğer!”

Ayda yılda bir yolum düşse bile geçerken eğilip koklamadan edemediğim sonra dayanamayıp satırlara geçtiğim o “lavantalı yol” tarumar edilmekte gecikmedi.. Nilüfer Park bitişiğindeki; oysa daha dün en son ağacına varıncaya kadar “yıkmayacağız, kesmeyeceğiz.” denilerek ağaç envanteri çıkarılan o yerdeki insanı kokularıyla bihuş eden çiçekler de nasibini aldı bina dikme furyasından…

Her gördükleri yere bina tesis etmekte beis görmeyenler eski resimlere bir baksın bir ağaç kolay yetişiyor mu?

Aziz Nesin, Türkiye’nin ABD’ye verdiği tavizleri eleştiren üstelik daha yayımlanmamış bir yazı nedeniyle 1948’de 4 ay 10 gün süreyle Bursa’da zorunlu bir ikamete tabi tutulmuştu. Yani sürgün.. Sonra Bursa anılarını gözlemlerini iki kitap halinde kaleme aldı. 1990’da Bursa’ya sürgün edildiği yılları Bursalı şair yayıncı Nahit Kayabaşı’yla yapılan bir söyleşide de anlatır. Bursaname adlı albüm anı kitabında da yayınlanan “Sora Sora Cennet Bulunur” adındaki söyleşiden yapılan derlemede Bursa için (43 Yıl Sonra Bursa) Aziz Nesin şöyle demiştir:

“Bursa’ya sürgün edilişimden 43 yıl geçmiş! O zamandan bu yana Bursa’da çok şey değişmiş. 1947’den sonra bu kente üç dört kez geldim. Bir gelişimizde Ruhi Su’yla birlikteydik, o konser verdi, ben konuşma yaptım. Bursa şimdi o yemyeşil kent değil. Doğasıyla, havasıyla, suyuyla cennet gibi biyerdi…” (Bursaname, Nesin Yayınevi, S.74-75)

binalar-tamer-uysalŞimdiki “Gri Bursa”nın müsebbibi, her gördükleri yere bina tesis etmekte diretenler… Bir gün o lüks arabalarınızdan Ankara’ya giderken başınızı pencereden uzatıp da bakınız şöyle bir bu haliyle bile Bursa ile oraların farkını görebilmek için… .. Bari geride kalan yeşilliği Bursa’ya bırakınız… Sizler yani bugün sorumluları için ne demişti Gülten Akın bir şiirinde…

evleri yüksek kurdular
cama betona boğdular
usumuzdaydı unuttuk
topraktan uzakta kaldı
toprağa bağlı olanlar

 

TAMER UYSAL

ŞEHİR VE ÜTOPYA

 

 

 

“Büyük şehir insɑnını büyüleyen ɑşktır, ɑmɑ ilk bɑkıştɑ değil, son bɑkıştɑ ɑşk.” Walter Benjamin

konuk yazar1940’ta nazilerin eline düşmemek için intihar etmesi Walter Benjamin’in yaşamını dramatik hale getirmiştir ancak yapıtları yaşadığı sanayi devrimi sırasında düşünceleri de oldukça ilginçtir. O dönem aydınları arasındaki hiçbir şey umut edildiği gibi olmamış yaygın olan olan melankolik yaklaşım yapıtlara da aynı şekilde umut ve hayal kırıklığı biçiminde yansımıştır. Das Passagenwerk (Pasajlar) adındaki kitap Walter Benjamin’in kentler ve kültürel gelişme arasındaki ilişkileri ele alan bu alandaki nadir yapıtlardan biridir. Aragon’un 1919’da opera pasajının yıkılacak olması üzerine yazdığı metin,“bu pasaj için ’insan akvaryumu’ (yani, bugüne ait bilmecelerin çözüldüğü düne ait bir kalıntı) demesi, Benjamin açısından büyük bir ilham kaynağı olmuştur”… Edebiyat eleştirmeni N. Gürbilek kitapla ilgili olarak bir konunun altını çiziyor ve “Walter Benjamin, geçmişi sonraki kuşaklara aktarılacak bir hazine olarak değil, bir enkaz olarak görüyordu.” diyor…

Ütopya konusu ve ütopik yazın alanı oldukça geniş… Miguel Abensour Ütopya da iki ismin bu alana katkılarını ele almıştı: “Projemiz daha ziyade ütopyayı yazgısının iki güçlü anında kavramak: Önce şafağında, sonra da Walter Benjamin’in felaket dediği en son tehlike karşısında.”diyordu.. Paris özelinde -ki sanayileşmenin başlarında burjuvazi açısından (Haussman vs) Paris Komünü dolayısıyla özel bir kentleşmecilik planı alanına- konu olmuştur. “Pasajları flaneur’le ilişkilendirirken, Walter Benjamin’in şiirsel düşüncesi bu mekanı flanörün gezintisinden koparır ve phalanster’in sokak-galerisiyle ilişkilendirir.” der Abensour (S.64, L’Utopie de Thomas More a Walter Benjamin, Versus Kitap)…

Sosyalist ütopyacı C Fourier in ortaya attığı bugün artık pratikte önem kazanmaya yer edinmeye başlayan perma kültür alanıyla yakın ilişkili ütopik bir kavramdı falansterler…Toplu yaşam alanı tasarımı bir toplu yaşam modeli…Doğa ile üretimi barıştıran… Flaner yani flaneur’ün sözlük anlamı ise boş boş gezinmek sürtmek demektir. Ancak Baudlaire’in kullandığı anlamda “şehri deneyimlemek için sokakları yürüyerek gezen kişi” demekti. Şairin türettiği anlamda…. Çünkü Pasajlar’ın etrafında döndüğü merkezlerden bir diğeri, Baudelaire ve özellikle de onun en meşhur eseri Kötülük Çiçekleri idi…

Bu konuya nerden geldim… Bursa sokaklarında dolaşıyorum… Bursa’da kentleşme konusunda ipin ucu kaçmış… Şehirde son yıllarda tek tek uluslar arası oteller açılıyor. Hilton, Sheraton, Divan şu bu… Pazarlama alanında pek başarılı olamadıkları için yabancılara da “buyrun gelin” denilmiş… Belli ki kent turizm için elverişli varsayılıyor…Benim 25 yıllık yerel yönetim çalışmaları sırasındaki gözlemim de bu yönde.. Tabi bunda diğer ekonomik faaliyet alanlarında maliyetlerin yüksek olması ve kapsam gerektiren (arge vs) teknik altyapıda yeterli birikimin olmaması da etken…Yani işin kolayına kaçanlar için imdi yağlı kapı: Turizmcilik… Bu yüzden bu alana teşvik de çok olmuştur hep.. Ancak turizmle gelişmiş bir ülke örneği ise pek yok o başka…

 

İşte böylesi bir kentin sokaklarında dolaşıyorum…Önce ver elini Pazar Pazarı.. Doğduğum, çocukken gezindiğim sokakları, binaları resimliyorum…Bir eski dosta rastlıyorum… Ne yapıyorsun Tamer resim mi çekiyorsun diye soruyor… “Bilmiyor musun ben karışık adamım” diyorum… Şakasına gülüyor. “Bilmem mi.”.. Pazarcıların atışmacıları: Biri karşı sergiciye “Yaşa Vatan Yaşa Millet dersiniz” diyor ekliyor: “Ama düzelten gene sizsiniz..” Gülmem mi…

Ve bir ihtiyar amca denk çıkıyor karşıma… Büyük şans.. Ona da çay ısmarlıyorum: “Oğlum yanlış anlama” diyerek başlıyor…. Belli ki bu yaşına rağmen mahalle baskısının gadrine uğramış, o yüzden tedbir alıyor… Buyur amca diyorum.. Başlıyor. “Bunların akılları almıyor amma…”

S.Merinos’un kapatılmasından dem vuruyor…Oh be diyorum içimden .. Uzun zaman oldu, aklı başında bir insana denk gelmiş olmanın huzuru var şimdi bende… Dağ yöresinden olup da böyle düşünmesi daha da şaşırtıcı oluyor benim için…Çünkü orası Bursa’da o malum çevrenin seçimlerde neredeyse tulum-lar çıkarttığı bir bölge..

Bir daha görüşmek umuduyla vedalaşıyoruz…

 

Bir işadamı hayat hikayesini anlatıyor;  memleketimin yeşiline benziyor diye  kalkıp Bursa’ya gelmiş Karadeniz’den. Sanırsınız ki çevreci falan olup bu işlerle uğraşacak ama bakıyorsunuz girdiği  işe: İnşaat..

 

Bu Bursa örneği…

 

“Derdim: yeter, sakin ol, dinlen biraz artık;
Akşam olsa diyordun, işte oldu akşam,
Siyah örtülere sardı şehri karanlık;
Kimine huzur iner gökten, kimine gam.”

(İçe Kapanış, Kötülük Çiçekleri, Charles Baudelaire)

BURSA ÜZERİNE ( 3 )

Taşlar değil, yapılan işler anıtları meydana getirir.
(J.T.Motley)

tamer uysalMaddeye yaratıcı gibi yaklaşmak sanatı özgür kılmakla mümkün…Sanırım yine Emre Kongar’a ait ifadeydi. Üniversite okuduğum yıllardaki bir kitaptan..O yıllarda yakın bir komşumuz vardı Adam benim de doğduğum aynı kenar bir mahalleden çıkıyor NASA’da çalışıyor. Yerel gazetelerden birinde röportajı çıkıyor. “Bilim adamı olmaya nasıl karar verdiniz?” diye sormuşlar. Not almışım şöyle diyordu: Bilim adamı olmaya yönlenmem, üniversite okuduğum ortamın getirdiği bir sonuçtur. Yoksa hiç kimse bilim adamı olacak diye dünyaya gelmez”. Oysa çağdaş insan değerlerini insan onuruna saygı sevgiyi eğitimde eşitlik, özgürlük, üretken ve yapıcı tartışma ortamını savunan insanları toplum olarak anlayabildik mi, Server Tanilli gibi bir aydının çektiği acıları unutmak mümkün mü?

İşte Mir İşte Uluslararası Uzay Üssü… Binlerce yıl mağaralarda yaşayan insanlık bilmediği yerlere ulaşma cesareti gösterebilir miydi adım bile atamazdı herhalde. Günümüzde bu cesareti gösteren bilim insanları belki de milyonlarca yıl sonra yeryüzü dışında da yaşam ortamı yaratmayı başardılar.

Binlerce yıl sonra insanın en temel gereksinimi sayılan barınma sorunu tam olarak çözülmemişken günümüzde bazı araştırmacılar kentlere ilişkin olarak “küresel köy” ifadesini kullanıyorlar. Onlara göre ulus, devlet gibi kavramlar yerine zihinsel ve mekansal dönüşüm merkezleri olarak kentler ön plana çıkmaktadır. H.Spenser de gibi bireyci, işlevsel ve salt ekonomik açıdan ele alınan kentleşme olgusu halbuki M.Faucault’un deyişiyle “biyo-iktidar” yoluyla yani iletişim ve bilgi ağlarıyla kontrol edilebilir hale geliyordu.

El oğlu uzaylarda yaşam alanları yaratmışken… Bir şeyin tabu olması için anlaşılması değil anlaşılmaması şarttır diyordu Kemal Tahir. Karl Marx da, “Görünen gerçek olsaydı bilimlere gerek kalmazdı.” Eğer bilgi olmasaydı artık yapay uydular nasıl gerçek olabilirdi. Tarihçi Fernand Braudel Uygarlıkların Grameri isimli bir kitap yazar ve şöyle der: “Yollar neredeyse şehirler oradadır.” Ne yazık ki bir uygarlık gelişim ölçüsü olan nesneler bizde hala salt bir politika malzemesi sayılabiliyor. Düne kadar karşı çıktıkları olguları bugün büyük bir iştahla savunabiliyorlar…

Düşünmeden, acımadan, utanmadan
yüksek kaleler kurmuşlar dört yanıma.
Umutsuzluk içinde böyle hep
bir şey düşünmez oldum alınyazımdan başka.
Dışarıda görülecek bir sürü işim vardı
ben nasıl sezmedim kaleler kuruldu da.
Ses seda işitmedim çalışan işçilerden
habersiz kapadılar beni dünyanın dışına.

Böyle sesleniyor C.Kavafis. Yüksek yüksek tepelerden kaya ve ağaç oyuklarından düzlüklere inip yerleşik yaşama geçen insanlık neden yeni baştan etrafına duvar ördükleri kaleler, şehirler kurdu. İklimler değişip yeni bitkiler, yeni hayvanlar, yeni eşyalar, yeni evler ortaya çıktıkça insanlık doğaya daha kolay uyum sağlayıp kontrol altına alma olanağına kavuştu. Ama kendi çevresine de duvarlar örmeye başladı.

Yaklaşık 20 büyük uygarlığa beşik olan Anadolu için; Anadolu mozayiği deyimini kullanıyor Veli Sevin de (Anadolu Arkeolojisi). Coğrafyası farklı , doğal kaynakları farklı uygarlıklar inşa ede ede bugünlere ulaşmış renkli bir tablodur Anadolu… Ne yazık ki altını bulup işleyen ve parayı icat eden coğrafyada da bununla birlikte büyük kale kentler (sitadel), zengin ticari koloniler, bey sarayları kuran insanlar süs eşyalarını ve silahları da keşfetmişti…

Halil inalcık (Devleti Aliye) Bursa’nın 15 ve 16. yy da Ortadoğu’nun en önemli ticaret ve sanayi merkezlerinden biri olduğunu belirtiyor (S.268) Ancak ipekli dokumacılık gelişmesine rağmen bunu sürdüremediğini belirtiyor:

Geçmiş zamanlardan kalan aydınlık
İpek gecelerine iner sel gibi.
Yıldızların koynunda erir aydınlık
Yeşil rengi bir darbımesel gibi.

İlhan Geçer’in bu şiirinde kalan mısra şimdi: İpek ve yeşil…Her ikisini de çoktan unuttuk halbuki. İki vefalı dost gibi terkettiler bizi. Gelelim ipek tenli yeşil dokulu Bursa’ma. Nerede… Uygarlıklar mozayiğinin zümrüt yeşil coğrafyası.

Yaşamsal izler, ilk gerçek buluntular Bursa’dan çok uzakta ve geç neolitik çağa aitlerdi. İznik Gölü batı kenarında Ilıpınar höyüğünde ve Yenişehir ovası Menteşehöyükte yapılan kazılar 8 bin yıl öncesine işaret ediyordu. Göçebe çiftçi ve yerli balıkçı kültürlerini belgeleyen izlerdi bunlar. Her biri bir su kenarında deniz kıyısına yakın kurulmuşlardı. Basit, sade…

Hitit beyleri, Frig (Phryg),Urartu ve Lidya krallıkları kurulmuş sırayla. Antik çağların merkezi devletleri de kimi zaman dost kimi zaman istilacı olmuşlar birbirlerine sonrakiler gibi. Antik çağın bitimi Yunan kolonilerinin ve göçmen kavimlerin (Bithynia) )dağılması ve dinsel çatışmaların üzerine kurulan Roma-Bizans devleti ile kapanıyor. Osmanlı beylerinin ılgar boylarının kuvvetiyle kurduğu Osmanlı Devleti tarih sahnesinde yerini alıyor…

bizanslı bir duvar
osmanlı bir çınar
dağların etekleri tutuşmuş
yanar ha yanar
sebillerde su
ocaklarda kül
say ki bir yürektir
yarası derin
kanar ha kanar

Hüseyin Yurttaş “Bursa düşleri”nde geçmişin izlerini arıyor. Her şiirde olduğu gibi şaire hem daüssıla hem hüzün veriyor bugünkü Bursa…
Bursa’da iki nitelik iç içe geçmişti. Biri uzun zaman bir beylik merkezi olarak öbürü dinsel, söylencesel ve mistik olarak yönetsel ve mekansal özellikleri iç içe barındırıyordu. Tıpkı antik dönem höyüklerinde olduğu gibi o nedenle Bursa’da da bugün geçmişinin izlerinde bu kültürlerin yaratımları iç içe yaşar. Bir köşede bir Yunan sunağı öte yanda Bitinya mezarı Bizans’a ait bir kilise ve sur Osmanlı yapısı cami ve türbe hep beraberdir. Tabii günümüzün kah beton ve camdan yapılarıyla kah sonradan görme taşlarla asıl kimliği iğdiş edilip de birbirine karışarak…

Eskiden tüccarlar ve soylu sınıflar kentin merkezinde yaşarmış şimdi tersi. Aklıma Balibey geliyor, bu yüzden şu repliği hiç unutmam. Belphégor’un Hayaleti’nde dünyanın en büyük müzelerinden biri olan Louvre Sarayı’nın Mısır uygarlığı galerisinin girişine yapılan cam piramitten geçerken şöyle diyordu Müfettiş Verlac (Michel Serrault) : “Buraya ne yapmışlar böyle Disneyland gibi olmuş Birgün burası Amerika gibi olacak.”O yüzden (Cafeler- AVM’ler dikerek üstelik) yıkım ve sürgünler (yani gentrifikasyon) sur diplerindeki kent yoksullarına yazgı olmamalı. Elbette tarihsel mekanlar ile barınma hakkı ikisi de korunabilirlerdi.

Tarihçiler her taşın bir ruhu vardır der. Ve surlar… Surlar boyunca yürürseniz siz de göreceksiniz… Eski Bursa’nın hallerini…

Düşünmeden, acımadan, utanmadan
kocaman yüksek duvarlar ördüler dört yanıma.
Ve şimdi oturuyorum böyle yoksun her umuttan.
Beynimi kemiriyor bu yazgı, hep bu var aklımda;
oysa yapacak bunca şey vardı dışarda.
Ah, önceden farketmedim örülürken duvarlar.
Ama ne duvarcının gürültüsü, ne başka ses.
Sezdirmeden, beni dünyanın dışında bıraktılar.
(Constantino Kavafis)

Bursa Üzerine (2)

tamer uysalEy debdebeler, tantanalar, şanlar, alaylar;
Kaatil kuleler, kal’alı zindanlı saraylar;
Ey dahme-i mersûs-i havâtır, ulu ma’bed;
Ey gırre sütunlar ki birer dîv-i mukayyed,
Mâzîleri âtîlere nakletmeye me’mûr;
Ey dişleri düşmüş, sırıtan kaafile-i sûr;
(Tevfik Fikret)

Aldoux Huxley Cesur Yeni Dünya adlı romanda bir distopya (olumsuz ütopya) tasarlar. Romanda gelecekte her şeyin alınıp satıldığı insanların tüketim kölesine dönüştürüldüğü toplum yapısını anlatır. Makineler gibi insanlarında programlandığı bir toplum tasavvuru. Yöneticilerin kölelere köleliklerini sevdirdikleri ve itaatkarlığa zor kullanmadan boyun eğdirdikleri geleceğe dair bir toplum yapısı. Roman 1932 de kaleme alınmıştı. Günümüzden 500 yıl sonrasını tasavvur eden bir kehanetti. Çok değil.2000’li yıllarda yaşıyoruz.

Peki farklı mı?

“Kitleleri kırlardan nefret etmeye şartlandırıyoruz, aynı zamanda onları sevmeye şartlandırıyoruz. Tüm doğa sporlarının gelişmiş aletlerle yapılmasını sağlıyoruz. Böylece hem endüstriyel ürünler, hem de ulaşım tüketiyorlar.” diyor romanda…Her şey gibi doğa da metalaştırılmıştır.

Francis Bacon, “Bilgi güçtür” diyeli yine neredeyse 500 yıl geçmiş.Binlerce yıllık tarihten bir geçmişten, kültürel birikimden sonra günümüzde varolduğumuz ve yaşadığımız süreç Post Modern Toplum olarak adlandırılıyor. Yani bilgi ve uzay çağı. Artık mağara resimlerinden ve atların hızıyla yetindiği zamandan çok farklı bir dünyadayız. Ahmet Hamdi Tanpınar “Hiç kimse değişime karşı değildir, yeter ki ucu kendisine dokunmasın.”der. İnsan “hız” kavramının etkisinde bilginin kontrolünü kaybetmiş halde. Her şey çok çabuk değişiyor.İnsanlar bilgiye her zaman önem vermişlerdi. Eski toplumlar bilgeliği her zaman el üstünde tuttular. Günümüzde krallardan çok filozofların adlarını biliriz. Hatta hristiyanlık ona yücelik atfetti kutsallaştırdı tabi dinsel bilgelik olarak: Hagia Sophia (Aya Sofya) gibi anıtlaştırdı.

Değişmeyen tek şey değişimin kendisidir diyordu Heraklitos. Çünkü değişmeyen dogmalara karşı toplumu hızla dönüştüren bilimsel fikirler yanyana savaşım veriyor. Yani “Fikirlerin çatışması değişimin başlangıdır.” Emre Kongar’ın bir kitabında yazıyordu sanırım “Üniversite Üzerine…” idi adı…

“Görülmeye ve duyulmaya değmeyen gerçeklere karşı ‘gözlerini kapamak ve kulaklarını tıkamak’ kesin inançlının özel bir yeteneğidir ve bu onun eşsiz cesaret ve azminin kaynağıdır.”diyen ve en liberal tezler ileri süren sivil toplumun sözcülüğünü yapan Eric Hoffler, “Tarihte büyük eser yaratan kişiler, hep büyük şehirlerde ortaya çıkmışlardı. Yaratıcı kişiler köyde, ormanda, kırda, dağ başlarında ortaya çıkmıyorlardı. Nasıl çıksın ki, yabancı şeylerin hoş karşılanmadığı ortamda ne yaratılabilir ki? İnsan şehirde insanlığını bulmuştur. Şehir olmaksızın insan da bir şey değildir. Ancak ne var ki insanı kokuşturan, dejenere eden de şehirdir. Eğer biz şehirlerimizi yaşayabilir ve yaşanabilir durumda devam ettiremezsek bazı büyük ulusların ölümünü görebiliriz” diyordu.
Tarihçi Henri Pirenne’e göreyse sivil toplum dediğimiz sadece idari siyasal değil dinsel otoritenin üzerine inşa ediliyordu. (Ortaçağ Kentleri). Bu kitapta Pirenne: “Gerçekten, 6.Yy’ın başlangıcından itibaren civitas sözcüğü, piskoposluğun merkezi anlamını kazanmıştır. Kilise, temelinin dayandığı imparatorluktan sonra varlığını sürdürürken, Roma kentlerinin varlığının korunmasına büyük ölçüde katkıda bulunmuştur. Her kent çevresindeki kutsal alanın pazarı, o yöredeki büyük toprak sahiplerinin kışlık barınağı ve uygun bir yerde kurulmuşsa , Akdeniz kıyılarına yakınlığı oranında gelişmiş bir ticaret merkeziydi.” demektedir.

Peki farklı mı?

Yazıdan sonraki zaman dilimi günümüzden 5 bin yıl önceki upuzun evredir. Öncekinin ise milyonlarca yıl sürdüğü tahmin ediliyor. İnsanın bırakalım alet edevat yapmasını bir taşı yontabilecek aşamaya geçmesi bile binlerce yıla tekabül ediyor.Yazının icadıyla tarihli dönemler başlamıştır: Sırasıyla antik dönem, Paleolitik Çağ (Eski -Yontma- Taş), Neolitik Çağ (Yeni -Cilalı- Taş), Kalkolitik Çağ (Bakır Taş), Tunç Çağı ve Demir Çağı’dır. Neolitik devir yani taş döneminin son evresi “neolitik devrim” olarak adlandırılıyordu. Bakır madeninin bilhassa tunç ve demirin keşfi gelişme sürecini hızlandırmış yazının başlattığı kültürel gelişme ilk uygarlıkların ortaya çıkışını sağlamıştır. Kağıdın bulunması ve matbaanın icadı ise endüstriyel devrimden Yazılı tarih insanın bedensel evriminden kültürel evrime tam olarak geçtiği zamanı (çağ) kapsar.Yani kültürel devrelerden her biri bir taşa şekil verip onu kullanmakla eşdeğer. Avcılık ve besi toplayıcılığı insana ilişkin bildiğimiz tek ekonomik etkinliktir.

Ya kentleşmeye ilişkin olan kültürel evrim…

Saydığım bütün evreler taşın sonra madenlerin işlenmesinden ibaret. İklimlerin ısınması hayvanların evcilleştirilmesi kültürel gelişmenin birer halkasıydı. Mağaralarda barınan yüksek tepe güvenli kayalıklarda ev kuran insanın düzlük yerlere inmesi için binlerce yıl geçmesi gerekti. Çünkü insanın yaşaması için aşağılar hiç tekin değildi. Soğuk ve zor söz konusu idi.

Peki farklı mı?

Sanırım Coğrafyanın insan karakterini tayin ettiğine ilişkin değerlendirme İbn Haldun’a aitti. Napolyon’un da benzer bir sözü vardır:“Coğrafya ülkelerin kaderini belirler!” şeklinde. “Tek korktuğum düşman doğadır.” demesi de bu sözleri iklim ve yer şartlarından başarısız olduğu bir seferden sonra sarfettiğini düşündürüyor.
Kısaca özetlersek, o upuzun zaman dilimi olan paleolitik çağda insanlar henüz binlerce yıllık bilgi ve kültürel birikimden yoksun olarak mağaralarda yaşamak ve avcılık toplayıcılıkla yetinmek zorundaydı Bir sonraki neolitik çağda ise köyler kurup üretime geçebildiler… Kalkolitik dönemde üretimde uzmanlaşıp toplumsal gelişmelerle tanıştılar. Tunç çağı ise ilerlemenin başlangıç noktası oldu Karmaşık toplumsal yapılara ulaşması bu sayede oldu. İnsanlığın ilerlemesinin doruk noktası ise demir çağının başlamasıdır.

Jean-Jacques Rousseau, “Kentiyapılar oluşturur, ancak bu yapıları yapan yurttaşlardır” demiyor muydu. Yaşadığım kent Bursa bu insanlık gelişim evrelerinde hangi aşamalardan geçmişti, Bursa’nın tarihi nerede başlıyor ve hangi izlerde yaşıyor ve şimdi bu izler (buluntular) ne hallerdedir? Buna yanıt arıyordum…

Devam Edecek..!

Bursa Üzerine (1)

 

“Söz uçar yazı kalır.”
(Latin Atasözü)

tamer uysalÇoğu zaman yazı yazma sürecine girdiğimde aklıma Aziz Nesin geliyor. Usta “hangi ortamda yazarsınız” sorusuna “Bu ortam, yazacağım yazı türüne göre değişir” diyor ve ekliyor: ” Çok ciddi bir yazı yazacaksam odamın kapısını ve pencerelerini sıkı sıkı kapatırım.”…Bende de bir yazı konusu ortaya çıktıktan sonra biraz yürüyüş iyi gelir. Çünkü gözlem ve sokaklar insana iyi fikir verir.Feridun Andaç’ın bu latin darbımeseli ile aynı başlıkta bir kitabı vardı. Yazar ve şairlerle söyleşiler içeriyor. Yazarların yazım süreçleri farklı mutlaka. Sessiz bir ortamda üretime odaklanmak gerekir. Aziz Nesin gibi müzikle de odaklanabilir farklı ortamlarda da yaratılabilir ama yalnızlık mutlaka şart: Yazar yalnızlığı denilen…Gezerken yazı yazamazsınız ama bana iyi fikir veriyor. Tek eksiğim var: Aşırı unutkanlık. Ne yaptımsa halt edemediğim. Yaşlanıyorum…

Artık fotoğraf makinesi yanımızda. Cep telefonunu alırken “nasıl olsun” diyen satıcıya basit olsun fotoğraf çekeyim müzik dinleyebileyim yeter demiştim. Üniversite yıllarında walkman elimden düşmezdi şimdi bu aletlerle her şey mümkün.. Ötekilerin pabucu dama atıldı. Herkesin elinin altında vizör var…İstediği görüntüyü cebinde taşıdığı bu aletle ölümsüzleştirebiliyor (Oysa biz bir kamerayı tutmak için 4 yılımızı vermiştik)…Şimdi çektiklerime bakıp bakıp yazdığım oluyor…

Roland Barthes, “Şehirler bir yazıdır, gezenler ise bir okur.”Bursa sokaklarında zaman zaman geziyorum, dönüp dolaşıp aynı yerlerde… İnsan alıştığı yerlerden kolay kopmuyor, kopamıyor. Ne kadar uzaklaşabilirsiniz neyi bırakabilirsiniz… Can Yücel ne diyordu .

Değil bu şehirden gitmek,
İki sokak öteye taşınamıyorum.
Alıp götürsem gelmez ki…

Öyle ama sahip olduğum aman aman hiçbir şey yok halbuki. Aristo bir şehir orada yaşayana güven ve mutluluk sunsun yeter diyor. Ya Hasan Hüseyin. Şöyle diyordu şiirinde:

Bu kenti sevdim dedim
Benim olsun demedim ki
Sevdim dedimse akşam kızıllığını
Gönlüm gibi akıp giden şu çayı
Şu ormanı şu denizi şu dağı
Benim olsun demedim ki
Vuruldumsa gözlerinin gül bahçesine
Yürek çizen şimşeklerse kaçamak bakışları
İşte buna sevmek derler dedimse

Aynı şeyler mi? İnsan gerçek varolan güzellikleri aramaz onların yansıtmış olduğu soyut ama öznel olan güzellikleri arar o yüzden bir kentte olan ne varsa insanda şiirle yazıyla sanatla yaşar…Ünlü yontucu (Rodin), bir insanın ruhunu okumak için yüzüne bakmak yeterli demiş. Yeter mi gerçekten…M. Şerif Onaran da. “Bir kentin ruhu varsa, o kenti şiirinde, yazısında yeniden kuran edebiyatçılar olduğu için vardır.” diyordu. His meselesi; sanatçı öyle kolay hissedebiliyorsa öyledir demek ki…

Ya bir kentin onun yüzü yok mu peki! İlk bakışla okunacak bir yüzü…Nazım Usta demiyor muydu “iki şey vardır ancak ölümle unutulur anamızın yüzüyle şehrimizin yüzü.” Nereden buraya geldim…Bursa’da doğdum Bursa’da büyüdüm ve belki de bu kentte öleceğim. Bir kentin merkezi daima o kentin kalbidir diyordu bir yerde…Öyleyse ben bu şehrin en önemli, telafisi olmayan bir organında yaşadım.
Bazen Attila İlhan’ın, Can Yücel’in belki birçok insanın onlar gibi kendine yönelttiği soruya karşılık arıyorum: Bu kentten kaçıp gitmek istiyor muyum, burayı seviyor muydum? ” Bazen anam araya girer “Daha iyi yer mi bulacaksın”diye. Ona göre yer, O “yer” diyor. Çünkü onun benim gibi bakmadığını biliyorum ama zaman zaman onun da sitem ettiğini biliyorum. O zaman buna karşılık aklıma hep şu replik geliveriyor: “İnsan memleketini niye sever? Başka çaresi yoktur da ondan. Ama biz bilirizki bir yerde mutlu mesut olmanın ilk şartı orayı sevmektir. Burayı seversen, burası Dünya’nın en güzel yeridir. Ama Dünya’nın en güzel yerini sevmezsen, orası Dünya’nın en güzel yeri değildir.”

Diderot, “Bedeni üldürenden değil ruhu öldürenden korkunuz.” demiş Aristo, “Ruhun güzelliği bedenin güzelliği kadar çabuk görünmez.” Biz görmüşüz bir kere. Bir uygarlık başka bir uygarlıkça yokedilmek tehdidiyle karşı karşıya.. Nietzsche’nin büyük sözlerinden… Demiryolu grevcilerine hitaben “Bir uygarlığın imha edilmesine karşı mücadele ediyorsunuz” diyordu Pierre Bourdieu. Çünkü toplum hakkında kanaatlar eylemlerle dile gelebilir. Herkes bu kültürel yozlaşmaya karşı eleştirel bir tavır gösterebilmelidir….

Basit değil. Binlerce yıllık tarihten bir geçmişten, kültürel birikimden söz etmek istiyorum, ilk yerleşimlerin kurulmasından ve yazının bulunuşundan bu yana yazılan binlerce yıllık bir tarihten…Bursa’dan söz etmek istiyorum..

Devam edecek…

Ataol Behramoğlu’nun 50. sanat yılı İzmir’de kutlanıyor


ataholBaharı birbirinden renkli kültür-sanat etkinlikleriyle karşılayan İzmir Büyükşehir Belediyesi, Nisan ayını ünlü şair Ataol Behramoğlu’nun 50. sanat yılı kutlama programı ve iki konserle uğurluyor. 
Nisan ayında çok sayıda konser, sergi ve etkinlikle İzmirliler’i buluşturan İzmir Büyükşehir Belediyesi, ayın son günlerinde Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezi’nde etnik müzik grubu olan Morgenland All Star Band ile İzmir Sanat’ta Tamer Temel Quarted grubu konserlerine ev sahipliği yapacak. Ünlü şair Ataol Behramloğlu’nun 50. sanat yılı da şairin katıldığı bir programla kutlanacak.
Ataol Behramoğlu’nun 50. sanat yılı kutlaması, 28 Nisan Salı günü akşamı,  “İzmir Şiire Yakışıyor” isimli programla gerçekleştirilecek. İsmet İnönü Sanat Merkezi’nde saat 19.00’da başlayacak etkinliğin sunuculuğunu Altan Gördüm ile Kıvılcım Erdem Karadayı üstlenirken, dostları Ünal Ersözlü, Hidayet Karakuş, Tuğrul Keskin, Namık Kuyumcu, Yılmaz Mızrak, ve Hüseyin Yurttaş Ataol Behramoğlu’nun şiirlerini okuyacak. Prof. Dr. Kemal Kocabaş, “Aydınlanmanın Sesi Ataol Behramoğlu” başlığı ile bir açılış konuşması yapacak. Şairin belgeselinin de yer alacağı programda Düş Gezginleri, Erhan Doğan, Sofia Nizharadze, Haluk Çetin, Evrim Keskin Özgülgen, Nilüfer Akdoğu, Nur Öymen Arslan ve Ece Özaktuğ, ünlü şairin şiirlerinden uyarlanan şarkıları seslendirecek. Halka açık ücretsiz etkinlik dünya şairlerinden mesajlarla son bulacak.
Aynı günde iki konser birden
29 Nisan Çarşamba akşamı İzmirli sanatseverler, Morgenland All Star Band grubu ile bir araya gelecek. Ahmet Adnan Saygun Sanat Merkezi Büyük Salon’daki konserde Perhat Khaliq, İbrahim Keivo ile Dima Orsho vokalde, Kinan Azmeh klarnette, Frederik Köster trompette, Salman Gambarov piyanoda, Moslem Rahal neyde, Ziya Güçkan kemanda, Rony Barak perküsyonda, Andreas Müler basta, Joachim Dölker davulda sahne alacak. Grupta farklı ülkelerden farklı tarzlara sahip sanatçılar, uzun yıllar unutulmayacak bir etnik müzik ziyafeti verecek. Saat 20.00’deki konserin biletleri tam 15, öğrenci ise 7.5 TL.iz
Aynı akşam saat 20.30’da ise  İzmir Sanat’ta da Tamer Temel Quarted grubunun konseri gerçekleşecek. Saksafonda Tamer Temel, piyanoda Serkan Özyılmaz, Davulda Cem Aksel, kontrbasta Matt Hall müzikseverlerle buluşacak. Konserin biletleri 1 TL’den satışa sunuluyor. AASSM ve İzmir Sanat konserlerinin biletleri www.aassm.org.tr ile www.izmir.bel.tr/Kultursanat adreslerinden ya da AASSM, İzmir Sanat ve İsmet İnönü Sanat Merkezleri’nden temin edilebilecek.
 Haber:Yusuf Ünel

Dostluk Kazandı

 expo

EXPO 2020 yarışında İzmir’in rakipleri arasında yer alan Sao Paulo kentinin meclis üyeleri İzmir Büyükşehir Belediyesi’ni ziyaret etti. Meclis Başkanı Antonio Donato, “EXPO adaylığı sürecinde İzmir’i tanıma fırsatı bulduk. İki kent arasındaki ilişkilerin gelişmesi için çalışacağız” dedi.

 

Brezilya-Türkiye Kültür Merkezi’nin davetlisi olarak İzmir’e gelen Sao Paulo Belediyesi Meclis Başkanı Antonio Donato ve beraberindeki meclis üyeleri,  İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu’nu ziyaret etti. Ziyaretten büyük mutluluk duyduğunu belirten İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu, iki kent arasındaki ticari, kültürel ilişkilerin gelişmesinin büyük fayda sağlayacağını söyledi. EXPO 2020’de İzmir ile birlikte yarıştıklarını ve bu sayede İzmir’i tanıma fırsatı bulduklarını dile getiren Sao Paulo Belediyesi Meclis Başkanı Antonio Donato ise Başkan Kocaoğlu’nu Mayıs ayında kutlanacak Brezilya-Türkiye Kültür Merkezi tarafından düzenlenen “Türk Günü”ne davet etti. Farklı gibi görünse de iki şehrin birbirine çok benzediğini söyleyen Donato, “İzmir de Sao Paulo gibi kozmopolit bir kent. Bu iki özellik iki şehri birbirine yakınlaştıracaktır. EXPO 2020 adaylığı sürecinde İzmir’i tanıdık. Bu da sizin şehrinizi Sao Paulo gibi global bir şehir olarak görmemizi sağladı. İzmir’e olan ilgimizi artırdı. İki şehir arasındaki ilişkileri geliştirmek istiyoruz” diye konuştu. Ziyarette Brezilya Federatif Cumhuriyeti İzmir Fahri Konsolosu Ali Tamer Bozoklar, Brezilya-Türkiye Kültür Merkezi Başkanı Mustafa Göktepe ile İzmir Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi Muzaffer Tunçağ da bulundu. expo2

Gaziantepli Şair-Gazeteci-Yazar Vahittin Bozgeyik Anısına Düzenlenen Yarışma Sonuçlandı

 

vahittin-bozgeyik-siir-yarismasi-basliyor-5794634_4072_o

Gaziantepli Şair-Gazeteci-Yazar Vahittin Bozgeyik anısına ailesi ve arkadaşları tarafından düzenlenen şiir yarışmasının sonuçları belli oldu.  Türk şiirine katkısından dolayı onur ödülü şair Ali Çapan’a layık görüldü.Hayri Balta ile Sadettin Kaplan’a Jüri Özel ödülü, İbrahim Halil Aycan’a Vahittin Bozgeyik’e bağlılığından dolayı Vefa Ödülü verildi.Yarışmada dereceye giren Şair isimler şöyle; 1. Fatma Fındık2. Celil Cinkır3. Ömriye Karataş,Fevzi Günenç, Hüseyin Toprak, Tamer Abuşoğlu, Meral Can, İ. Halil Aycan ve Nurettin Bozgeyik’den oluşan jüri, yapılan değerlendirme sonucu “Haviye” adlı şiiriyle Fatma Fındık’ın birinci, “Hayaller Düşlere Senden Söz Eder” adlı şiiriyle Celil Cinkır’ın ikinci, “Meçhul Eşikler” adlı şiiriyle Ömriye Karataş’ın üçüncü olmasını kararlaştırdı.Yarışmada Mansiyon alanların isimleri ise şöyle sıralandı: Turgay Özkul, Enver Nizamov, Mustafa Doğan, Nuran Kara, Züleyha Özbay Bilgiç,
Erkin Özet, Ahmet Yılmaz Tuncer, İbrahim Şaşma, Havva Kılıç, Hikmet Elitaş, H. Kübra Özelçi, Gültekin Akyar, Hüseyin Yılmaz, Serpil Kaya, Blerina Doda, Osman Buğra Beydoğan, Fikret Sanal, Nurcan Şirin, Betül Düz, Zeki Akdoğan, Cavit Yoldaş, Yazgülü Karalar ve Yıldız Toksöz’ün şiirleri de övgüye değer bulundu.
Yarışmada ilk üçü kazananların şiirleri şöyle:

HAVİYE/ Fatma FINDIK

Yedi katlı kapılardan geçilen, yetmiş bin sürgülü kilitler ardında,
Kepenkleri kapalı evlerde, bahar nakışlı perdeler asılmış pencerelere.
Ayrılıkla mühürlenmiş dudakların kahreden iniltisi duyulmasın diye.
Ey gece,ey gün,ey keder!
Diner mi, rüzgara karışan ağıtlarda satılık ruhların avazı?
Ey yedi cihanın dilsiz aşığı, sök yüreğinden yıldızları.
Bu ayrılık işte geldi, işte yaktı.

Koca koca bavullarla yoksulluk naklediliyor gönlüme.
Vakitsiz sayılacak kayıplar arefesinde çok gördüğün gülüşünü,
Günahkâr gözlerim görmesin diye mil çekildi gizlice.
Yer zindan,gök zindan,kadere kılıç çekmiş bir kâfir boynum,kıldan ince.
Gözlerin dolmasın bahar akşamlarında ıslatma kirpiklerini.
Onlarda melek, onlarda cennet, onlarda Tanrı saklı.
Bana yasak kılınmıştır yolunun çiçekli bahçeleri.
Teninde sardunyalar.
Ellerine su ver ayrılık dayanılmaz olduğunda,sabırla.
Ellerine hayat yürüsün bıkmadan,rengarenk, ellerine.
Ellerim zehir, sakın dokunma ellerime.

Kimsesiz bir çocuk bölüyor uykularımı, kaybettiği geleceğin peşinde.
Kovdum yine geldi, sövdüm yine geldi; çekiştirip duruyor eteğimin ucundan.
Git çocuk, diyorum; ne gelir benim elimden?
Sakın bakma yüzüme,kirlenirsin kirimden.
Öyle beter bir yalnızlık içinde ki bakıyor gözlerime.
Birlikte oynarız, diyor; çok gizli yerler bildiğini fısıldıyor kulağıma.
Yerin yedi kat altında.
Göğün yedi kat üstünde.

HAYALLER DÜŞLERE SENDEN SÖZ EDER/ CELİL ÇINKIR

La havle dilime persenk olalı
Kirpikler kaşlara senden söz eder
Vuslat takvimine hicran dolalı
Hayaller düşlere senden söz eder

Hayalin raks eder başın içinde
Tekleyen kalp olur döşün içinde
Ruhum sendelenir yaşın içinde
Geceler tuşlara senden söz eder

Neşeden nasipsiz solgun yanaklar
Sular gölgesinde yolunu bekler
Dut yemiş bülbüle dönen dudaklar
Bükülen başlara senden söz eder

Rüya melekleri selamı kesti
Siyahın her tonu saçıma küstü
Geceler aylara çekeli resti
Seneler yaşlara senden söz eder

Utanır selimi karan ummanlar
Dalgalar ruhumdan feryatla inler
Suların dilinden martılar anlar
Pınarlar kuşlara senden söz eder

Köprüleri yakıp geldiğin zaman
Gönül sarayıma daldığın zaman
Her gece ruhuma dolduğun zaman
Yastıklar düşlere senden söz eder

Söylemez yıldızlar ahvalin nice
Duymazsam sesini sürmeli ece
Kabristana döner ruhum her gece
Delibal taşlara senden söz eder

FAİLİ MEÇHUL EŞİKLER/ ÖMRİYE KARATAŞ / Kocaeli

yokluğunun devraldığı
çizgilerle başbaşayım
serenatlar yakıyoruz
pencerelerde durmadan o eski saksılara
elenmiş küller ırmaklardan geçerken
karanlık surelerini okuma ömrüme
erişemedim ben
uçurumlarıyla konuşan
sıcacık sofraların buğulu ekmeklerine
nicedir eşiksizim
ay ışığı dolu akşamlarda
çalacak kapım yok

çocuk sesleri kayboldu sokağımdan
biri şiir okudu
hüznün hevenkleriye
zifiri zindan dudaklarına
biri yok etti
sürreal gemilerde oynadığımız rus ruletini
kötürüm bırakıldı düşlerim
delice karanlıklarda
olağandı yaşamak
karmaşık sevilerde
mersiyelerle yakılsın
senden önce bildiğim her şey

faili meçhul ayrılıkların savunmasını
dinliyoruz şimdi
ey küçük mutluluklar
rüzgar dolu cumbalarda
bin yıllık uykum var
kalsın çıtlayan tomurcuk dalında
kalsın eşiklerde
güz yüklü körebe oynayan aşk
yolların kıyısında unuttuğum ah o eski şarkı
nicedir eşiksizim kapılarda
kafeslerde darmaduman

Ödül töreni 4 Nisan Cumartesi günü saat 15.00’te Gaziantep Kültür Sanat Edebiyat Derneği “GASED”İN “Şiir Akşamları Salonunda yapılacak. Törene katılamayan yarışmacıların plaket, bröve ve katılım belgeleriyle şairi anma günü kitapçığı adreslerine posta ile gönderilecek.

Aktepe Ve Emrez’de Yarışma Zamanı

emrez 
Gaziemir’deki 122 hektarlık alan için 500 bin TL ödüllü “Kentsel Tasarım ve Mimari Fikir Projesi Yarışması” düzenleyen İzmir Büyükşehir Belediyesi, kentsel dönüşümde yeni bir virajı daha almaya hazırlanıyor.
Kentin farklı bölgelerinde kent dönüşümü için çalışmalarını sürdüren İzmir Büyükşehir Belediyesi,Gaziemir’in Aktepe ve Emrez bölgelerinde 122 hektarlık alanda kentsel dönüşüm gerçekleştirmek için “Kentsel Tasarım ve Mimari Fikir Projesi Yarışması” ilanına çıktı.
Kent dönüşümünde “uzlaşma ve yerinde dönüşüm” prensipleriyle hareket eden İzmir Büyükşehir Belediyesi, bu yarışmayla da insan haklarına saygılı ve yaşam kalitesi yüksek bir kentsel çevre üretilmesi için uğraşacak. Yarışma serbest ve ulusal olarak gerçekleştirilecek.
İki aşamalı yarışma
24 Mart 2015 günü ilana çıkan yarışmada proje teslim tarihi 26 Mayıs 2015 saat 17.00 olarak belirlendi. Jüri üyeleri 3 Haziran 2015’te değerlendirme yapacak ve birinci aşama sonuçları 10 Haziran tarihinde açıklanacak. Bu bölümde değerlendirme sonucu seçilecek 10 eşdeğer projenin her biri için 10 bin TL ödül verilecek. İkinci aşama teslim tarihi 18 Ağustos 2015. 22 Ağustos’ta yapılacak değerlendirmenin ardından 31 Ağustos 2015’te ikinci aşama sonuçlar açıklanacak. Bu aşamada da 5 adet eş değer ödül ve 5 adet mansiyon ödülü verilecek. Eş değer olanların her birine 60 bin TL, mansiyon alanların her birine de 20 bin TL ödül verilecek. Böylece Büyükşehir Belediyesi’nin dağıttığı toplam ödül miktarı 500 bin TL’yi bulacak.
Katılımcılar konu ile ilgili sorularını, 7 Nisan 2015 akşamına kadar İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin eline geçecek şekilde “Gaziemir Aktepe ve Emrez Mahalleleri Kentsel Tasarım ve Mimari Fikir Projesi Yarışması Raportörlüğü, Kentsel Dönüşüm Daire Başkanlığı” yazışma adresine veya “gaziemiryarisma@gmail.com” e-posta adresine gönderebilecekler. Cevaplar 13 Nisan 2015 tarihinden itibaren “www.izmir.bel.tr” web adresinde yayınlanacak ve şartname alan yarışmacılara e-posta yoluyla gönderilecek.
 
İşin getirisi orada yaşayan halkın olacak
İzmir Büyükşehir Belediyesi, Aktepe ve Emrez bölgeleri için gerçekleştirilecek “Kentsel Tasarım ve Mimari Fikir Projesi Yarışması”nda üretilecek projelerde özellikle şu kriterlerin yer almasını istiyor:
•Yerinde dönüşüm alternatifine öncelik verilerek ortaya çıkacak kentsel getirinin bölgede yaşayanlar arasında paylaşılmasının sağlanması,
• Mevcut ticaret hayatının çeşitlendirilmesi ve geliştirilmesi,
• Kent içinde fiziksel ve kültürel olarak çeşitlilik sunan bölgeler oluşturulması,
• Kültürel ve sosyal zenginliklerin kente değer kazandıracağı dönüşüm faaliyetlerinin sağlanması,
• Dönüştürülecek alanlardaki sorunların ve önceliklerin iyi saptanarak kent bütünlüğüne ve günün koşullarına uygun çözümlerin üretilmesi,
• Önerilen çözümlerin insan öncelikli, sosyal adalet anlayışına sahip ve toplumsal barışa katkı yapacak nitelikte olması,
 emrez2
Jüride seçkin isimler var
Jüri Danışman Üyeleri: İzmir Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı B. Fügen Selvitopu, İzmir Büyükşehir Belediyesi Kentsel Dönüşüm Dairesi Başkanı A. Suphi Şahin, Gaziemir Belediyesi Başkan Yardımcısı Mitat Kale, İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanı Tevfik Tozkoparan, İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkan Danışmanı Yrd. Doç. Dr. Koray Velibeyoğlu, İnşaat Yüksek Mühendisi Muzaffer Tunçağ, Yüksek Mühendis Mimar Ersin Pöğün
Jüri Asil Üyeleri: Şehir Plancısı – Prof. Dr. Sezai Göksu (Jüri Başkanı), Y. Mimar -Dr. Deniz Aslan, Mimar – Tamer Başbuğ, Şehir Plancısı – Yrd. Doç. Dr. Tolga Çilingir, Y. Mimar – Dr. Devrim Çimen, Mimar – Prof. Dr. Celal Abdi Güzer, Peyzaj Mimarı – Prof. Dr. Adnan Kaplan