Etiket arşivi: Sorunu

GİZLİ  GÜRCİSTAN  EMPERYALİZMİ – I

GİZLİ  GÜRCİSTAN  EMPERYALİZMİ – I

 

Biz Türklerde bir çok devlet kurmuşlukla övünme vardır, bir de çok düşmana sahip olmakla; “3 tarafımız deniz, 4 tarafımız düşman” örneğinde olduğu gibi. Daha çok manzaradan ibaret saydığımız üç buçuk tarafımızdaki denizlerin pek hakkını verdiğimiz söylenemez. Ege’deki 17 ada ve 1 kayalığın egemenliği, Kıbrıs’ın etrafındaki deniz münhasır alanları konularındaki gevşekliğimizin kaynakları arasında muhtemelen bu anlayış da vardır.

Dört tarafı dört yön alırsak sözümüz anlam bulur. Batıda Yunanistan, güneybatıda Yunanistan ve onların ‘yavru vatan’ı Güney Kıbrıs; güney komşularımız olarak Hatay civarından Rusya ve Esad Yönetimi, Şanlıurfa sınırından itibaren de ABD ve PYD / YPG Otonomisi; güneydoğuda Barzanî ve Talabanî Kürdistanı. Doğuda Nahcivan yani kardeşten öte Azerbaycan’la daracık sınırımızı saymazsak kuzeydoğuda Ermenistan ve Gürcistan eşit derecede düşmanlarımız olarak yer alırlar. An itibariyle kuzeybatıdaki Bulgaristan ile iyiyiz.

Mevzuya girmeden yola reflektör koyalım: Bugünkü Gürcistan’ın (Georgia) tarihsel olarak Gur Türkleriyle, Gürgen diyarı halkıyla, Cürcan şehriyle ve o yörede kurulan Kıpçak Devletleriyle (başta Prenses Tamara ve Aziz Gregor olmak üzere) ilgilerini es geçiyorum. Dersimiz antropoloji değil dostu – düşmanı tanımak. ‘Yüzüklerin’inkine benzer NATO Kardeşliği yapacağız diye 9 kusurlu hareketin 8’ini yapan bir devlet düşmanlığına neden dokuzuncuyu da yapmadın diye penaltı çalmayacak değiliz.

  1. Türkiye’de “Gürcü” dediğimiz Müslüman unsurların Hıristiyan Katvellerle Gürcüce konuşmak hususu haricinde benzerliği yoktur. Dil asimilasyonu alışkanlığımıza Rumca, Hemşince, Kurmançça, Arapça (Suriye ve Filistin Türkmenleri), Urduca (Hintçe + Türkçe) ve Avrupa’dan Çin’e kadar onlarca örnek daha sayabiliriz.

93 Harbi (1877-78) ve sonrasında Türkiye’ye gelen Acaralılar ağırlıklı olarak Oğuz (Türkmen) ve Kıpçaktır.  Acarya Özerk Cumhuriyeti de 1921 Antlaşmalarından bu yana Türkiye garantörlüğü altında sayılmıştır. Gürcistan bu yapının hukukî durumuyla kedinin yumakla oynadığı gibi oynamıştır. Hatta buranın Kafkas kartallı ve yedi yıldızlı bayrağı gayrimeşru olarak haçlandırılmıştır.

  1. Eskiden (20.yy) 3’te 2’si Müslüman olan bir Özerk Cumhuriyette Gürcistan Kilisesinin yoğun misyonerlik çalışmasıyla İslam nüfusu 3’te 1’lere düşmüş ve Ortodokslar çoğunluk kazanmışlardır.
  2. Stalin Sürgününün 1991 – SSCB dağılışı sonrasında iptal edilerek 450 bin civarındaki Ahıska Türkünün kendi öz yurtlarına (Ahılkelek) dönüşünü Gürcistan Hükümeti çeyrek yüzyıldır halının altına süpürmüş ve Türkiye de buna ses çıkarmamıştır. Oysa Gürcistan bu konuda uluslararası sözleşmelerle kendini bağlamış durumdadır ve düzenli suç işlemektedir.
  3. Batum ve Ahıska’nın devamı olarak Borçalı Bölgesinde (Rustavı, Sarvan / Marneuli, Kemerli / Bolnisi, Barmaksız / Tsalka, Başgeçit / Dmanisi, Akbulak / Tetiskari ve Karatepe / Gardabani) yarım milyonu aşkın Karapapak / Terekeme Türkü var ve Selçuklulardan beri orada yaşıyorlar. Gürcistan bunların da kimliğini sıfırlamaya çalışmaktadır.
  4. Aynı alışkanlıkla Hıristiyan Lazlar olan ile Çan / Tzan topluluklarından Svanlar etnik asimilasyona tâbi tutularak Kartvel Kimliği dayatmasına uğramaktadırlar. Hâlbuki Gürcistan idarî yapısındaki SaMagrelo ve Svaneti bölümleri halen bunun ispatı olarak durmaktadır. Hatta aynı şeyleri Acarya ile Megrelya arasındaki Gurya Bölgesi ve Gurul halkı için de söyleyebiliriz.
  5. Gürcistan Hükümeti ve Yunan Milliyetçiliğinin öncüsü papazlar gibi Kartvel Milliyetçiliğinin öncüsü din adamları Türkiye’deki Müslüman Gürcülerin zorla İslamlaştırılan Kartveller olduğunu gerek Türkiye’deki ajanları ve gerekse Gürcistan’da okuttukları gençlerimiz üzerinden kesif bir propagandaya dönüştürmüş bir durumdadır.
  6. Bir zamanlar Karadeniz yolunda her markette satılan Çveneburi Dergisi mahkeme kararıyla yasaklı yayın ama Bursa’nın İnegöl İlçesi’nin Hayriye Köyünde sanki Gürcistan Propaganda Merkezi serbest. Bir ara Şaakaşvili gelip buradaki Müslüman Türk vatandaşlarına güvercinlere yem atar gibi Gürcistan Vatandaşlığı dağıtmıştı. Ne onlar utandı ne bizim devlet yetkililerimiz.
  7. Halen devam eden Azerbaycan – Ermenistan Sorunu ve Karabağ Meselesinde Gürcistan hep Ermenistan’dan yana tavır takınmıştır. Hem Azerbaycan’a düşmanlığı, hem de Gürcistan’daki Azerî Türklerine yönelik düşmanca yaklaşımı malûmdur.

İZMİR’DE ‘İTHAL ÇÖP’ YIĞINI İDDİASI TBMM GÜNDEMİNDE!

TBMM Çevre Komisyonu Üyesi ve partisinin komisyon sözcüsü CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan, İzmir Kemalpaşa’daki çöp yığının detaylarını meclis gündemine taşıdı.

İzmir’in Kemalpaşa ilçesinde evlerin ve tarım arazilerinin olduğu bir bölgede büyük bir çöp yığını ortaya çıktı.

Alanda yaklaşık 500 ton atık plastik çöpün depolandığı ve içerisinde tehlikeli atık sınıfından malzemelerin olduğu iddia edilirken, çöp yığının içinde İtalya menşeili plastikler görüntülendi.

TBMM Çevre Komisyonu Üyesi ve partisinin komisyon sözcüsü CHP İzmir Milletvekili Murat Bakan konuyu TBMM gündemine taşıdı, Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum tarafından yanıtlanması istemiyle yazılı soru önergesi verdi.

‘ERDOĞAN’IN İKTİDARI ÜLKEMİZİ ÇÖP DAĞLARINA DÖNÜŞTÜRÜYOR!’

Daha önce atıklarla ve çöp ithalatıyla ilgili yaptığı uyarılara, Bakanlıklara sorduğu sorulara dikkat çeken CHP’li Bakan, “Hem Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na hem Ticaret Bakanlığı’na bu konuda defalarca sorular sorduk. Ülkemize gelen bu çöplere ne oluyor? Nerelerde depolanıyor? Hangi işlemlerden geçiyor? Geri kazandırılamayan ithal çöplere neler oluyor? Soru çok cevap yok! Bakanlık sorularımıza verdiği yanıtta, ithal edilen plastik atıkların tamamının geri kazandırılarak hammadde elde edildiğini, bertaraf amaçlı depolama ve/veya yakma amaçlı atık ithalatının yasak olduğunu belirtiyor. Biz olanları anlatıp, çevrilen işlerin detaylarını soruyoruz, önlem alınmasını istiyoruz. Bakanlık olanlarla ilgilenmiyor, dönüp olması gerekeni tekrar bize anlatıyor! Aklımızla dalga geçmeyi bıraksınlar da sakladıkları gerçekleri anlatsınlar! AKP Genel Başkanı’nın ağzı açılıyor, ‘CHP demek; çöp çukur çamur demek’ diyor. Erdoğan’ın iktidarı, güzel İzmirimizi, güzel ülkemizi ithal çöp dağlarına dönüştürüyor! Peki biz ne diyelim? Cevabı kamuoyunun takdirlerine bırakıyorum!” diye konuştu.

CHP’Lİ BAKAN ÇEVRE VE ŞEHİRCİLİK BAKANI’NA SORDU:

1 – Tonlarca plastik atığın/çöpün bulunduğu Kemalpaşa’daki bu alan kime aittir?

2 – Çöp yığının içinde İtalya menşeili plastik çöpler bulunmaktadır. Bu atıklar ithal midir? Ne zaman ve nereden gelmiştir? Kemalpaşa’daki bu alana ne zaman getirilmiştir?

3 – Bu çöpler denetimden geçmiş midir? Geçtiyse nerede, ne zaman ve hangi denetimlerden geçmiştir? Geçmediyse nasıl denetim yapılmamış ve nasıl hem yaşam alanı olan hem de tarım arazilerinin olduğu bu bölgeye getirilmiştir?

4 – Bu çöplerin nasıl çevresinde evlerin ve tarım arazilerinin olduğu bu bölgeye getirildiğinin ve bu organizasyonu kimlerin yaptığının tespit edilmesine yönelik yürütülen bir çalışma var mıdır?

5 – İthal plastik çöplerin neden olduğu çevre suçlarına engel olmak için çevre ve halk sağlığı açısından çok tehlikeli olan plastik atık/çöp ithalatının ülkemizde yasaklanmasına yönelik yürütülmekte olan bir çalışma var mıdır? Bu konuda hangi adımları atacaksınız?

TÜRİYE ÇÖP YIĞININA DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR

Türkiye’ye plastik çöp ihraç eden ülkeler arasında ilk sıralarda İngiltere, Belçika, Almanya, ABD, Hollanda, İspanya, İtalya, Slovenya, Fransa ve Japonya yer alıyor. Yapılan araştırmalara göre, Türkiye dünyada en fazla plastik çöpü ithal eden üç ülkeden biri konumunda bulunuyor.

Türkiye’nin 2018 yılı içinde, sadece PVC esaslı plastik malzemelerin yol açtığı sağlık sorunları nedeniyle PVC üretimini azaltmaya ve PVC kullanımını sınırlamaya yönelik yaptırımları hayata geçirmeye çalışan İngiltere’den ithal ettiği plastik çöp miktarının 100 bin ton civarında olduğu ifade ediliyor.

Öte yandan AKP’nin devlet eliyle kurması planlanan ‘Sıfır Atık Vakfı’na yönelik hazırlıkların ise sürdüğü biliniyor.

KIBRIS SORUNUNUN BAŞLANGIÇ NOKTASI YUNANİSTAN’DAKİ EKONOMİK KRİZ

 

 

 

Kıbrıs Sosyal Bilimler Üniversitesi (KISBÜ) 24 Nisan tarihinde Kıbrıs’ta İngiliz Sömürge Çalıştayı gerçekleştirildi.

 

Kıbrıs Araştırmaları Merkezi tarafından organize edilen ve KISBU öğretim görevlisi Asist. Prof. Zeki Akçam’ın moderatörlüğünü yaptığı çalıştayda, KISBÜ öğretim görevlisi Doç. Dr. Nazım Beratlı, Kıbrıs İlim Üniversitesi Mühendislik Bölümü Dekanı Prof. Dr. Ata Atun ile Araştırmacı Yazar İsmail Bozkurt birer konuşma yaptı.

 

Çalıştayda konuşan Prof. Dr. Ata Atun, İngiliz döneminde İngiliz Döneminde Kıbrıs’ın kaderinde rol oynayan Yunanlı Generaller ile Yunanistan’ın Kıbrıs sorunu üzerindeki etkilerini dile getirdi. Aleksandros Papagos’un, 1952-1955 arasında Yunanistan başbakanı olarak görev yaptığını anlatan Atun, Yunanistan’da ekonomik sorunlar büyüyünce, General Papagos hükumetinin karşı karşıya bulunduğu ekonomik güçlükleri halkına unutturmak ve dikkatlerini başka tarafa çekmek için Kıbrıs adasına yöneldiklerini kaydetti. Papagos’un, İngiliz Koloni idaresine karşı Kıbrıslı Rumların başlattığı silahlı tedhiş hareketine her tür desteği verdiğine dikkat çeken Prof. Dr. Ata Atun, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yunanistan’da siyasi karmaşa ve iktidar mücadelesi devam ederken, 1951 yılında ‘Yunan Canlanışı’ adlı bir parti kuran Mareşal Alexandros Papagos’un perde arkasındaki desteği ile Atina’da kurulan gizli ‘kurtuluş’ komitesi, 2 Temmuz 1952 tarihinde Başpiskopos Makarios’un başkanlığında bir araya geldi. Toplantıya Yorgos Grivas, Yorgos Stratos, Loizidis kardeşler, Kıbrıs asıllı General Papadopoullos, Albay Aleksopoullos, eski bir ‘X’ örgütü üyesi, bir hukukçu ve Atina Üniversitesi’nden iki profesör katıldı. 19 Kasım 1952’de Yunanistan’da Kıbrıs konusuna duyarlı bir politikacı olan Papagos’un iktidara gelmesi, Enosis isteklerinin canlanmasına yol açtı. Bunun yanında, İngiltere Dışişleri Bakanı Eden’in geçirdiği bir hastalıktan dolayı dinlenmek için Yunanistan’a gelmesi, Başbakan Papagos’a düşüncelerini Eden’e kabul ettirme fırsatını verdi. Grivas Ekim 1952 tarihinde incelemelerde bulunmak üzere adaya gelmiş ve Şubat 1953 tarihine kadar tam beş aya yakın bir süre Kıbrıs’ta kalarak İngilizlere karşı silahlı bir mücadelenin nasıl yapılabileceği konusunda incelemeler yapmıştı. Küçük bir ülke olan Kıbrıs’ın arazi darlığını dikkate alarak küçük gruplardan oluşan biri sabotaj, diğeri de doğrudan silahlı çatışmalara girecek iki ayrı gerilla birliğinin oluşturulmasını Papagos’a ve Makarios’a önerdi. 13 Mart 1953 tarihinde yeniden bir araya gelen komite Yorgos Grivas’ı resmen silahlı mücadelenin komutanı ilan edince silahlı mücadele için düğmeye basıldı.”

 

“RUM İŞÇİLER TAŞKINLIK YAPTI, TÜRKLER İŞTEN ÇIKARILDI”

 

Kıbrıs adasında, 31 Mart 1955 tarihinde gece yarısından sonra adanın çeşitli kentlerinde aynı anda büyük puntolarla yazılan “İNGİLİZ ZULMÜNÜ BERTARAF ETMEK İÇİN MÜCADELEYİ BAŞLATIYORUZ” pankartıyla birlikte 16 şiddetli patlama meydana geldiğini ve bu patlamaların 1974 tarihine kadar çeşitli aralıklarla devam ettiğini vurgulayan Kıbrıs İlim Üniversitesi Dekanı Ata Atun, “Kıbrıs adasında barışın bozulmasına, silahlı çatışmaların çıkmasına, kan ve gözyaşının durmamasına neden olan üç kişiden ikisi maalesef Yunanlı Generaller Mareşal Alexandros Papagos ve Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974 darbesine karar veren, Yunanistan topraklarını genişletmek açalı Kıbrıs adasını Yunanistan’a bağlamak ve Enosis’i gerçekleştirmek azminde olan Tuğgeneral Dimitrios Ioannides’dir” dedi.

 

Tüm bunlara rağmen Rumların ve Yunanlıların İngilizlerden sürekli destek aldıklarını anımsatan Atun,1955-1960 yılları arasında taşkınlık yapan ve olay çıkaran Rum işçileriyle birlikte hiçbir olaya karışmayan, işlerini aksatmayan Türk işçilerinin de “işçiler arasında ayrım yapılamayacağı” gerekçesiyle İngiliz Yönetimi tarafından işten çıkarılmasını örnek gösterdi. Kıbrıs sorununun temelindeki İngiliz ve Yunan etkilerine dikkat çeken Atun, Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluşuna kadar adada bulunan İngiliz Yönetiminin, bir yandan Rumlara “siz çoğunluksunuz, yönetim sizin hakkınız” derken Türkiye yönetimine de “Kıbrıs adası ile Türkiye’nin arası 60 mil, burası size düşer, haklarınızı arayın” diyerek ikili oynadığını sözlerine ekledi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kudüs… Ey Kudüs

Kudüs… Ey Kudüs

         “Seni unutursam, ey Kudüs
Sağ elim hünerini unutsun
Eğer seni anmazsam
Dilim damağıma yapışsın”

      MEZMUR-137

tamer uysalKudüs Ey Kudüs yaklaşık 4 yılda yoğun çaba ve araştırmayla ortaya çıkmış, Kudüs ve İsrail-Arap sorunu üzerine yazılı en kapsamlı kitaplardan birisiydi. Fransız ve Amerikalı gazeteciler Dominique Lapierre ve Larry Collins tarafından kaleme alınmıştı.

Üç tek tanrılı (semavi) dinin merkezi Kudüs tarih boyunca nice “kutsal savaş”lara sahne olup üzerine sayısız kitap yazılmıştır. Ulusların yolları ve tanrı kelamı kavşağının tarihine ışık tutan ve ABD, Almanya, Fransa vs. gibi ülkelerde çok satan kitapta Kore Savaşını da izlemiş Lapierre ile Ortadoğu’daki toplumsal dönüşümlerin yakın tanığı Collins  Ortadoğu, Avrupa ve Amerika’da 250 bin km yol katedildiğini ve 2 bin kişiyle konuşulduğunu belirtiyorlardı. 20 araştırmacı 500 kg belgeyi inceleyip 6 bin sayfa doküman hazırlayarak önemli bir kaynak ortaya koymuştu… 091120165884

Talmud (ibranice lamad) öğrenmek sözcüğünden gelir. Uzmanları hahamlar, hukuk doktorları, dağılmış topluluğun unutulmuş parçaları olarak yüzyıldan yüzyıla yaşamaya devam ettiler. Yoksul hayatlar dinsel kurallara göre düzenlenmişti. Torah yani yasaların, öğretilerin ayetleri ezberlenmiş ve talmud metinleri kuşaktan kuşağa aktarılmıştı.

Kutsal saydıkları Süleyman’ın yaptırdığı tapınağın kalıntısı olan ağlama duvarı 2 bin yıldır yeryüzünün bütün Yahudilerinin ona dönüp dağıldıklarına gözyaşı döktükleri yerdi. Öte yanda ise Kudüs’te Muhammed’in beyaz kısrağı üstünde gökyüzüne yükseldiği Hazreti Ömer Camii bulunuyordu. Mekke ve Medine’yle birlikte İslam’ın da en kutsal yeriydi Kudüs.

Kudüs tarih boyunca dökülen kanlarla lanetlenmiş gibiydi. Eski Yahudi tapınağının mihrabında hayvanlar kurban edilirdi. İsa burada çarmıha gerilmişti. İnsanlar buradaki duvarların diplerinde canlarını vermişlerdi.  Din adına burada cinayetler işlenmişti. Davut ve firavun, Sebnaşerib ve Nabukadnezar, Herod ve Ptolome… Titus ve Godefroy de Babullion komutasında haçlılarla Timurlenk ve Selahattin-i Eyyubi’nin askerleri… Türkler ve Allenby yönetimindeki İngiliz askerleri… Hepsi karşı karşıya gelmişlerdi.   filistin

Geçmeli Kubbeler, minareler, sur mazgalları, çan kuleleri ile rengarenk bir anıtşehirdi Kudüs. Oysa Yeruşalayim eski İbrani dilinde “barış şehri” anlamına geliyordu. İlk yerleşim bölgesi dalları evrensel barışı simgeleyen Zeytinlik Dağı yamaçlarıydı. Davut şu sözlerle yüceltmişti onu: “Kudüs’ün barış içinde yaşamasına dua edin”…

Yahudilerin asıl anayurdu Mezapotamyadaydı. Buradan kovulan İbraniler Musa yönetiminde dönüp Jedée (Yahuda) tepelerinde ilk devletini kurmuşlardı. Ancak Davud ve Süleyman yönetiminde 100 yıl kadar dayanabilmişlerdi. Asur, Babil, Mısır, Yunan ve Romalıların egemenliği altına girdikten sonra tapınakları yıkıldı. Bizans imparatoru 2.Teodosyüs ırkçı görüşle Yahudileri ayrı bir ulus varsaydı. Frank kralı Dagobert de Galya’dan onları kovmuş, 4.yy da ise Bizans İmparatoru Heraklius zamanında haçlılar  Deus Vult “Tanrı İstiyor” diyerek kılıçtan geçirmişti.

Yaşadıkları ülkelerde Yahudilere mal edinme hakkı pek tanınmazdı. Papalık para ticaretini yasakladığından tefeciliğe yöneltilmişlerdi. Kilise ortaçağda onlarla bir arada yaşamayı yasakladı. 1215’te 4.Latran konsili belli bir işaret -10 emri ifade eden rozet- taşımaları kararıyla ırkçılığı doruğa vardırdı. Fransa ve Almanya’da bu  sarı renkte bir O harfi olmuştu. Naziler ise gaz odalarına gönderecekleri Yahudileri sarı yıldızla belirlediler.KudüsünPlanı

İngiltere ve Fransa’dan sınırdışı edildiler. Veba gibi hastalıkları taşımak, çocukları öldürmekle suçlandılar. Normal hayat sürebildikleri tek yer İspanya oldu. Ancak 1492’de Kristof Kolomb’un yeni keşiflere çıktıkları yıl İspanya kraliçesi İsabella’in hıristiyan kilise ile işbirliği yapmasıyla buradan da kovulmuşlardı.

Prusya’da, İtalya’da da Yahudilere çeşitli yasaklar uygulanırdı. Talmud’u bulundurmak suçtu. Venedik’te Yahudiler Ghetto Nouvo “Yeni Dökümhane” denilen bir mahallede yaşamaya zorunlu tutuldu. Böylece evrensel sözcük haznesine katkıda bulunmuştu.

Filistin’de Yahudilerin oturduğu ilk yerleşim yeri 1860’ta kuruldu. Polonya’da kazak isyanı sırasında 100 binden fazla Yahudi soykırıma uğradı. Rusya’da Çar 2.Alexandre’nin ölümünden sonra halk tarafından resmen kıyıma teşvik edildiler -böylece yılgı ve ölüm anlamında Pogrom sözcüğü de doğdu- ve 1881-82 programından sonra Filistin’e göçmen dalgası hız kazandı. Reuven Shari, David Gryn da bunlar arasındaydı. Gryn Romalıların Kudüs’ü kuşattıkları sırada orada bulunan bir yahudinin adını almıştır: “Ben Gurion” aslan yavrusu demekti…

1885 yılında Theodor Herzl Yahudi düşmanlığı denen volkanın asla sönmeyeceğini ve ulus devletler yüzyılında gelişen milliyetçiliğin kurbanı olan Yahudilerin de ancak ulus olarak hayatlarını sürdürebileceklerini ifade eden bir görüşün tohumunu atıyordu. Dini siyonizm siyasi siyonizm olarak 100 sayfalık bir manifestoyla gerçekleşecekti adını da yine Herzl koyuyordu: “Der Judenstaat” yani Yahudi Devleti. mescidiaksaks2

Sion ibranice “seçilmiş” anlamına gelir, siyonizm ise Kudüs’teki Sion tepesinin adından geliyor. Siyonistlerin Yahudileri eski ülkelerinde toplama isteği ile 25 yy dır İsrail halkının Kudüs’le ilgili umudu…

İlk siyonist kongre 29 Ağustos 1897’de İsviçre’nin Basel şehrinde toplandı ve uluslar arası yürütme kurulu belirlendi. Ulusal fon oluşturuldu. Filistin’de toprak satın almak için bir banka kuruldu. Bayraklarıyla ulusal marşlarını kabul ettiler.  Mavi-Beyaz renkler Yahudilerin  dua ederken omzuna taktıkları geleneksel ipek şal Taleth’in renkleriydi. Marşları ise simgeseldi, umut anlamına gelen Hatikvah’tı. Aynı gün akşam Herzl deftere şunları not etmişti: “Basel’de yahudi devletini kurdum. Bunu şimdi yüksek sesle söylesem evrensel bir kahkaha tufanına yol açabilirim. Belki beş yıl sonra ama kuşkusuz elli yıl sonra herkes için kesin bir gerçek olacaktır bu”…

1922 yılında Milletler Cemiyeti tarafından İngilizlerin manda yönetimine girmişlerdi. İngilizler için bu topraklar Ortadoğu’da istedikleri politikayı uygulamak için gerekli idi. Böylece İngilizleştirilmiş petrol yataklarıyla Times Nehri ve Süveyş kanalı arasında köprü kurulacaktır. 5 yy süren Türk egemenliğinden sonra Yahudiler İngilizler tarafından Filistin topraklarına getirilecekti.

29 Kasım 1947’de BM’ye bağlı 56 ülke New York banliyösü Flushing Meadows’ta toplandı. Filistin’i arap-yahudi diye ikiye bölecek  kararı alıyorlardı. Sözde 30 yıllık savaş sona erecekti. Ama umutsuzluğun kalemiyle çizilen bu paylaştırma haritası katlanılabilir bir ödünler ve kabul edilemeyecek kepazelikler karışımıydı. Kurulacak Yahudi devletinin topraklarının çoğunluğu ve neredeyse nüfusunun yarısı arap olduğu halde Filistin’in yüzde 57’si Yahudilere bırakılıyordu. Eski çağlardan beri Filistin’in bütün siyasal, ekonomik ve dinsel yaşamının çevresinde döndüğü Kudüs şehrinin yönetimi ise BM’in denetimine bırakılıyordu.  Ne Arap ne de Yahudi başkenti olmayacaktı.

2 Kasım 1917’de İngiliz Dışişleri Bakanı Lord Arthur James Balfour bankacı Walter Rothschild’e yazdığı “majestelerinin hükümeti” şeklinde bir hitapla başlayan mektupla Filistin’de kurulacak bir devlete ışık yakıyor ve nazi kıyımından kaçan 4554 yahudi “exodus” adlı bir gemiyle Filistin topraklarındaki bir bölgeye yerleştiriliyordu. Oysa hrıstiyan Avrupanın batı emperyalizminin baskılarına karşılık Osmanlı Devletinin kapı açtığı Yahudilerle Araplar İspanya’daki Endülüs Emevi devrinden bu yana hep barış içinde yaşamışlardı. İngilizler hak sahibi olmadıkları halde Filistin topraklarını ipotek altına alıyorlardı.

Filistin’in paylaşılmasında en fazla çabayı gösteren ABD’ydi. Bu ülkenin etkili Yahudi cemaatinin oy baskısıyla politikacılar göçle devlet kurulması yönündeki kampanyalara kayıtsız kalıyorlardı.

İlk aşamada 1.200.000 araba karşılık 250 bin yahudi bölgeye yerleştirildi. Başkan Truman BM’den Filistin’in paylaştırılması yönünde karar çıkması için Fransa’yı Amerikan yardımlarını kesmekle tehdit ediyor hatta Yunanistan, Liberya, Haiti, Filipinler bile evet oyu kullanılması için baskı görüyorlardı.  fil3

Emmanuel Cellar adlı bir ABD parlamento üyesi Başkan’a telgraf göndererek Yunanistan gibi direten ülkelerin yola getirilmelerini istiyordu. Aynı baskı Filipinlere de yapıldı paylaşım için olur istendi. Yüksek mahkemenin iki yargıcı Filipinler Devlet Başkanına “paylaştırmaya karşı çıkma kararında diretirse ülkesinin milyonlarca Amerikalı dost ve taraftarını kaybedeceğini” bildirmişlerdi. Öte yanda Liberya’da Harvey Fireston 400 kauçuk çiftliği sahibiydi, yatırımları vardı. Liberya ürünlerinin boykot edilmesiyle tehdit edildi. Haiti Cumhuriyet Başkanı ikna edilmeye zorlandı, bir Haiti temsilcisi Harlem’de siyonist ajanlarca kovalandı. Kudüs müftüsünün yeğeni Cemal Hüseyni ise 29 Kasım 1947’deki oylamada paylaşım yönünde karar alınırsa Yahudilerle savaşacaklarını açıkladı.

Siyonist marşı Hatikvah paylaşımla zafer edasında söyleniyor Dave Rothschild gibileri de barlarda kendince zaferlerini Le Şayim (şerefe) diyerek kutluyorlardı. İsrail Devletinin kurulmasıyla Tel Aviv dünyanın ilk Yahudi şehri olarak karnaval havasındaydı. 14 Mart 1948 günü İngilizler Kudüs’ten ayrılıyor, Yahudi devleti kuruluşunu ilan ediyordu. 3 bin yıldan bu yana ataları pek çok işgalcinin gidişini görmüşlerdi. Asurlular, Babilliler, Persler, Romalılar Haçlılar, Araplar ve Türkler gibi sıra İngiliz askerlerine de gelmişti…

İngiliz Sir Henry McMahon’la en büyük Müslüman yetkili Mekke Şerifi arasında 8 mektupluk yazışmayla Almanlarla müttefik olan Türklere baş kaldırılması istendi. Güya Araplara 1.dünya savaşından sonra büyük bir bağımsız devlet kurdurulacaktı. İngilizler ve Fransızlar 1917 yılında gizli bir anlaşma yapıp Araplara verilecek toprakları Fransa’ya devretti. Araplar buna bozulmuşlardı. Sir Mark Sykes ile Charles Picot arasında Moskova’da yapılan bu pazarlık bolşevikler iktidara geldikten hemen sonra açığa vurulmuştu. Akabinde Araplar Şam ve Suriye’den Fransızlar tarafından kovulunca hedeflerini İngilizlerin hainliğinden siyonistlere yöneltmişlerdir.

1925 yılında Filistin’de ulusal Yahudi yuvası kuruldu. Siyonist yönetici Hayim Weizman 14.büyük kongrede yaptığı konuşmada arap sorununu belirleyip siyonizmin basit bir dinsel hareketten bir doktrine dönüşmesine toplumsal disiplin haline getirilmesine yol açmıştı. İlk siyonistler Marksist etkilerle toplumsal demokrasi ve felsefe geleneğinde bir devlet kurmak istiyorlardı.  19.yy sosyalistlerinin ütopyası Filistin’de daha önce kurulan kazma ve tüfekli kibbutzlarla (kolektif çiftlikler) uygulamaya geçirilmişti. Yahudi işçi sınıfı oluşturularak bu çiftliklerde iskan sağlandı. Çoğunluk Beyrut’ta yaşayan büyük toprak sahibi olan Araplardan toprak satın alınarak yapıldı ve Yahudi emekçilerinin genel konfederasyonu Histadrouth’un temeli atıldı.

Topraklarından atılan işsiz kalan Araplardan çok geçmeden kent proletaryası oluştu. Bu kitle başta ilkel ve içgüdüsel tepki gösterebiliyordu. Sadece geleneksel kaderci bir tutum içindeydiler örgütlenmelerini sağlayacak ulusal istekleri yoktu ve sanayi devrimini tamamlayamamış bir dünyada sömürge halklarının örnek sorumsuzluğuyla yaşıyorlardı.

Filistinli Araplarda önceleri önemsenmeyen Yahudi istekleri düşmanın örgütçü yanı, canlılığı ve amaçlarını geliştirmekle ilgili inanç karşısında çok geçmeden üzüntü, kuşkuyla nefrete dönüştü.  İngilizlere karşı sadece 1920, 1929 ve 1935-36’da ayaklanmışlardı…

Kudüs Müftüsü Muhammet Sait Hacı Emin el Hüsseyni ise 1929’dan beri Filistin’de Arap lideriydi. Berlin’de 4 yıl kaldıktan sonra 6 Nisan 1945’te Almanya’nın yenilgisiyle bu ülkeyi terk etmiş bir zamanlar Türk ordusunda da subay olarak yer almışsa da daha sonra İngilizler hesabına Filistin’de ajanlık yapmaya başlamıştı. Ancak İngilizlerin ihaneti ve Filistin’e Yahudi göçüyle gerçek eğilimini buldu. Kenar mahallelerde, çarşı ve köylerde örgütlenmeye, ayaklanmalara yöneldi. Gıyabında mahkum oldu, Ürdün’e geçti.  Döndüğünde listede olmadığı halde yine İngiliz Yüksek Komiserliğince boşalan Kudüs müftülüğüne atandı.

Ardından Yüksek İslam Kurulu Başkanlığı’na da seçildi ve dinsel fona yatırılmış parayı kullanma yetkisi kazandı.  Mahkemelerde, camilerde, okullarda, mezarlıklarda söz sahibi oldu. Aydınlara karşı  mesafeliyken yandaşlarını bilgisizlik kalelerinden, mahalle ile köylerden toplamayı yeğledi. 24 Eylül 1928’de halkı dinsel bağnazlığı güçlü bir protestoya çevirmeyi başarmıştı, Yom Kippour bayramında ağlama duvarında ibadet eden Yahudileri Muhammet’in gökyüzüne çıktığı yeri ele geçirmekle itham etti…

1929’da Cihad-ı Mukaddes ilanı uygulamaya geçirildi. 16 aylık bir grev başladı ve  ayaklanmaya dönüştü. Filistinli Araplar arasındaki başlayan iç savaşta 2 bin arap öldürüldü. Birçoğu İngilizce konuşan ve müftünün otoritesine boyun eğmeyecek kişilerdendi. Büyük toprak sahipleri, tüccar, öğretmenler ve memurlardı ya da otoritesine karşı çıkacak olan büyük ailelerden Naşaşibiler, Halidiler ve Dacanilerdi. Rakipler birbir temizlenmeye suikastlerle kardeş kardeşi yok etmeye başlamıştı. Araplar araplara kırdırılmıştı.

Buna karşılık Yahudi cemaatinde genç şefler ve birgün Filistin’deki en büyük güç olan toplumsal kuruluşların sayısı artarken Hacı Emin arapları aynı kaynaklardan yoksun bırakmıştı. Dinsel bağnazlık taşkınlığıyla akıl yolu boğazlanıp ülkenin en seçkin kişileri birbir cahil köylü tüfekleriyle yıldırılınca koca bir şef olacak nitelikteki kuşak korku ve sessizliğe itildi.

Berlin’den Fransa’ya gönderilen müftü Hacı Emin’in siyonist davasına  yakın Fransız başbakanı Léon Blum ve Amerikalı siyonistlerle pazarlığı sonucu 29 Mayıs 1946’da Suriye pasaportu ve sahte Amerikan askerlik belgesiyle ayak bastığı Kahire’den o zamana kadar gelinen nokta buydu. Yahudilerle Amerikalılar arasında yapılan pazarlığı Fransız dışişleri bakanı Georges Bidault bozmuştu teslim edilmesine karşılık Fransa’ya vaat edilen ABD yardımına rağmen müftü Fransız topraklarından çıkarıldı. 12 yıl sonra Fransız gazetesi Paris Press  kaçışa göz yuman ve Nürnberg savaş suçluları mahkemesinde yargılanmaktan kurtulan müftü için Fransa’nın Kuzey Afrika’da durumunun ve rolünün destekleneceği sözünü aldığını  açıklamıştı.

Müftü müttefikler arasında bir pazarlık konusu haline gelmişken yahudi tarafı ise günden güne güç kazanmaktaydı. Yahudiler Haganah adlı bir harekat birliği kurmuşlardı. 2.dünya savaşında yenilen Almanların Afrika’da kalan mühimmatını toplayan Haganah silah yönünden oldukça güçlenmişti. Ayrıca Hayim Slavine çok güçlü bir patlayıcı madde olan trinitrotolüen hazırlayıp ABD’deki ünlü ve zengin Yahudi ailelerle Ben Gurion arasında bağlantının kurulmasını sağlıyordu.

Sanenborg adlı bir enstitü kurulduktan sonra silah imalatında kullanılacak hurda makinalar toplandı.  Harlem’deki bir karargahta bu hurdalar silahlara dönüştürülüp parçalanarak İngiliz gümrükçülere bir izin belgesiyle tekstil makine parçaları deyip Filistin’e sokulması sağlandı.  Özellikle kibbutzlarda ve köylerde Haganah’ın çağrısıyla genç yahudiler de izcilik adı altında örgütlenip (Gadna) askeri eğitim alıyorlardı.

Yahudilerden iki kat fazla olan Filistinli Araplar önceleri bu gelişmelere pek aldırış etmemişlerdi. Çünkü silah bakımından beslendikleri kaynaklar çoktu. Gerilla savaşına alışkındılar bedevi soyundan gelme yeteneklerden birisi de oydu. Ancak disipline olmamak ve bilgisizlik önemli eksikleriydi.

Gelecekte Filistin’de kurulacak olan bir devletin başına geçme  planı kuran Hacı Emin El Hüsseyni ise Cihadı Mukaddes Savaşçıları adlı bir ordu teşkil etti ve Kudüs’teki dağınık köylüleri birleştirmeyi hedefledi. Futweh adlı gençlik hareketi bu orduya bağlanmıştı.

Filistinli Arapların komşuları da kendi soyundan arap devletleriydi ancak Ortadoğu’daki iki ülke Suriye ve Lübnan birer Fransız tipi parlamenter cumhuriyetti,  Suudi Arabistan, Yemen ve Ürdünlüler feodal devletlerin aşiret yapısında yaşıyorlardı. Mısır ile Irak’ta ise İngiltere’yi andıran belli belirsiz meşruti krallıklar bulunuyordu ve Kahire’yle Bağdat halifeleri de anlaşamıyorlardı. Ayrıca Irak’ın  Suriye, Suriye’nin de Lübnan toprakları üzerinde gözleri vardı. Filistin tamamen bu sorunların üstündeydi tabii üstelik Mısır’ın Süveyş Kanalı nedeniyle İngilizlerle bir meselesi de söz konusuydu…

Yahudiler arasında Roma kralı Antiochus’a başkaldıran Maccabe kardeşlerin zaferi için geleneksel Hanoukka (ışık bayramı)  kutlanırdı. Geceyi aydınlatmak için sırayla 8 ışık (menorahlar) yakılırdı. Maccabe mezarlarından Kudüs’ün merkezine meşalelerle dans ederek yürünürdü. 800 metrelik 5 dakikalık bir yürüyüştü bu ve Yahudiler için tehlikeliydi.

Aslında araplarla yahudiler arasında geleneksel dostluklar sözkonusuydu.  Örneğin İslam din adamlarına beslenen saygı yeshiva’lara yani din adamlarının toplandıkları yerlere kadar yaygındı. Sevkoth’da (klübeler bayramı) yahudiler sonbahardan kış mevsimine girdiklerinde törenlerde toz bademler sunar araplar da  paskalya sonunu kutlamak için onlara ekmek ve bal getirirlerdi. Oysa geleneklerine bağlı Kudüslü Yahudilerle Siyonist yöneticiler arasındaki ilişkilerse genellikle gergin olurdu. İngilizlerin nefret edip arapların çok çekindikleri İrgun adlı gizli siyonist örgüt yahudi topluluğunun büyük çoğunluğunca benimsenmemişti.  Zwai Leoumi’nin bir hücresinin üyelerinden oluşan bu teşkilat Vladimir Jabotinsky adlı tutucu bir siyonistin görüşleriyle yönetiliyordu ve amaçları kutsal kitapta sözü geçen İsrail devletinin bütün topraklarını ele geçirmekti.

Yahudiler Hayim Weizman’ı dostu Harry S.Truman’a gizlice gönderdiler ve üç konuda yardım istediler: Silah ambargosunun kalkması, Filistin’e göç ve paylaşım kararının desteklenmesi. Truman’ın eski iş ortağı Eddie Jacobson aracılığıyla da ilişki kurdurulup desteği sağlandı.

BM paylaştırma kararını silahlı kuvvetlere bırakmıştı.  Fransızlarla İngilizler 150 yıldır bölgede üstünlük kurmak için birbirleriyle çatıştıklarından İngilizler buna yanaşmadı.  Fransa’nın ise zaten Çin Hindi’nde sorunları vardı ve orada savaşıyordu. ABD Rusların varlığını da Ortadoğu’da istemiyordu. Yahudi devletini başta açık açık tanımamaktaki asıl nedeni Sovyetler Birliği’nin Ortadoğu’da kazanacağı egemenlikti.

İrgun komandoları araplara saldırıp katliamlara girişmeye başlamıştı. Kadınlar bile ırzlarına geçilip çocuklarıyla beraber öldürülüyor patlayıcı maddelerle direniş gösteren bütün evler havaya uçuruluyordu. Deir Yassin Yahudi devletinin vicdanını rahatsız etti ve Filistin halkının bitmeyen felaketlerinin adeta simgesi oldu.

Kudüs’le ilgili kararlarda batılılar hristiyan ve Müslüman inancıyla bağını ileri sürüp Yahudi isteklerini arka plana iter görünüyordu. Belçika, Hollanda, Fransa hatta ABD böyle düşünüyordu. Arap-Yahudi çatışmalarını önlemek için daha sonra üç ülke Belçika, Fransa ve ABD ateşkeste arabuluculuk üstlendi.

Öte yandan Arapların yaşadıkları ülkelerden gelen aydınlar, öğrenciler Şam’ın güneyindeki vadide bir kampta çeşitli zorluklar altında toplandılar. Başlarında adamlarıyla birlikte çete reisleri ile bazı gönüllüler de vardı. Otorite ve gerçek subaylardan yoksundular beslenmeleri donatılmaları ise büyük sorundu.

Nazilerin patlayıcı madde eğitimi verdiği Abdülkadir, müftü tarafından küçük bir partizan grubunun başına getirilmişti. Araplar arasında müthiş otorite boşluğu vardı ve 3 bine yakını Kudüs’te savaşıyordu. Yarıdan çoğu müftünün yandaşıydı. Geri kalan 600 kişi Iraklı eski polislerle Lübnan asıllı polis müfettişi Münir Ebu Fadıl komutasındaki eski polislerden oluşuyordu. Düzenli arap orduları yetişmeden ciddi hedefler elde etmeyi planlayan Yahudiler İngiliz mandası Filistin’i terk edince aldıkları kararla hemen Arapların yaşadıkları bölgeleri boşaltmalarına yol açtı. Böylece tarihteki Filistinli mülteci trajedisinin ilk adımı gerçekleşiyordu. 20.yüzyılın en önemli siyasal olaylarından birisi gerçekleşmek Siyonist hareket Yahudi halkı inatla istediği için devlet kurmak üzereydi.

Balfour bildirisine “İsrail Devleti” diyerek başlayan David Ben Gurion, Tinsel, dinsel ve ulusal yanlarının Filistin topraklarında doğduğunu belirterek ulusal özgürlüğün kurulması ve yahudilerin yüzyıllar boyu atalarının varsaydığı topraklara dönmek için çalıştıklarını ifade ediyordu. Balfour’da Araplara ve bütün dünyaya çağrı yapan Gurion yeni İsrail devletinin 3 ilke üzerine kurulacağını açıklayacaktı: Özgürlük, adalet ve barış!..

Geçici kurul 14 Mayıs 1948 tarihli geçici kurulda bağımsız İsrail Devleti’ni ilan etmişti. 200 bin kişilik Mısır ordusu hemen harekete geçti. Kahire El Ezher Camii İmamı “kutsal savaş saati çaldı” diyordu. Hacı Emin’in sözcüsü Ahmet Şukeyri bütün Araplara Yahudi devletini hedef gösteriyordu. Şam’dan Suriye Ordusu tugayı Galile’ye, Lübnan ordusu Yahudi yerleşim merkezlerine saldırdı. Mısır Gazze’ye girmişti. Hristiyanlar için Kudüs önemliydi. Pentecôte Pazarı (paskalyadan sonraki yedinci Pazar) Ruhül Kudüs’ün havariler üzerine inişini kutlayan hristiyan bayramıydı. İnanışa göre Tanrı insan suretinde yeryüzüne inmişti…

Mısır birlikleri iki koldan ilerliyorlardı. Kıyıdan başkomutanları general Muavi komutasındaydılar.  Silah temin etmekte güçlük çeken İsraillilerin Negev tugayında sadece 800 askere karşılık 2 adet 20 milimetrelik top,  10 mermilik 2 davitka bulunuyordu.  Mısır kuvvetleri ise bombardıman uçak filosu destekli 10 bin askere, tank alayına ve 88’lik toplarla donatılmış alaya sahipti.  Kuzeyde Suriye ordusu 3 kibbutzu ele geçirmişti. Kudüs ise kanlı çatışmalara sahne oluyordu. Yüzyıllarca komutanların karşılaştıkları Kudüs’ün Latrun tepeleri şimdi de Yahudilerin yardımına koşmak için gelecek olanlara karşı arap mevzilerinin kontrolünde direnecekti.

Halife Ömer’in komutanlarından İbni Cebel yabani nanelerin kokulara boğduğu bu tepelerde dinlenme yolunu seçmişti. Aslan yürekli Richard’ın yaptırdığı ve daha sonra Selahattin Eyyübi’nin yerle bir ettiği kale yıkıntıları da buradaydı. Araplar Türklerin yıllar önce Allenby’in İngiliz ordusunu püskürtmeye çalıştığı siperleri temizleyip açarak yerleştiler. Yamaçlar mayınlar, dikenli tellerle kaplıydı. Tanksavarlar silahlarla korunuyordu. 3 makinalı vickers silahı  namluları ovaya dönük beklemekteydi.

Amerikan yahudisi albay David Marcus Amerikan ordusu hesabına savaşırken Normandiya çıkarmasıyla  Avrupa’daki bazı yerlerde de bulunmuştu. Gurion Latrun’u alıp Kudüs’ü açma görevini ona verdi. Judas Maccabée’den sonra  general rütbesi verilen ikinci kişiydi. Yahudi Haganah subayları kutsal kitaptan alıntıyla harekatın adını koymuşlardı: “Ben Nun” yani Ayalon vadisinde güneşin batışını durdurmak ve İsrail’in hasımlarını yoketmeyi gün ışığında tamamlamak…

30 Mayıs gecesi Ben Nun harekatının ikincisi Latrun’daki arap mevzilerinin dövülmesiyle başladı. Bedevi topları, Mısırlı Abdülaziz’in bataryaları ise Yahudi kesimini kasıp kavuruyordu. Kudüs bütün çarpışmalar boyunca kayıplarla ilgili bir karşılaştırma yapılacak olsa nazi bombardımanında Londra halkının verdiğinden beş kat fazlasını yaşamıştır. New York Times’ın muhabiri Diana Adams Schmidt 2.dünya savaşında röportaj yaptığı 4 yıl sürede tanık olduklarından daha dehşet verici bir tabloyla karşılaştığını belirtecekti.

Filistin halkı açlık ve susuzluk felaketiyle karşı karşıyaydı. Kudüs kuşatmaları boyunca halkın imdadına hep koşan hubeyza otları da kurumuş asma yaprakları haşlanıp karınlar doyurulmaya çalışılıyordu.  İsrail ordusu 3 kez Kudüs yolunu açmayı denedi. Haganah’ın Latrun’da uğradığı üç yenilgi haberi ulaştığında şehri kasvetli bir hava sarmıştı. Ölüm, açlık ve umutsuzluk kaosu arasında söylenti haline gelen bu haber Kudüs’ün sokaklarına yayılıverdi. BM arabulucusu Kont Bernadotte’nin çağrısıyla  30 günlük süre için ateşkes ilanı resmen açıklandı (Kudüs gökleri üst üste 26 gün açlıkla ve arapların top gümbürtüsüyle çınlarken Latrun tepeleri 19 yıl süreyle arap lejyonu elinde kalacaktı)…

Kral Abdullah Kudüs’e geldi. Kudüs’ü kurtaran arap lejyonu komutanı Abdullah Tell’e albay rütbesine yükseltildiğini bildirdi.

Ben Gurion BM ateşkesiyle 30 günlük solukalma fırsatı tanınmasını arapların ateşkes kararını kabul etmelerini büyük bir hata olarak görüyordu. Çünkü Ehud Avriel’in Çekoslavakya’dan gönderdiği silah yüklü gemi yola çıkmıştı, Meksika’dan gelen silah dolu başka bir şileple de Yahudiler daha da güçlenmişti. Bernadotte ateşkesin uzatılması için yeni bir girişimde bulundu ancak İsrail tarafı bunu kabul etmek için artık neden görmeyecekti. İsrail hava kuvvetlerine ABD’den satın alınan bir uçan kale sayılan B-17 bombardıman uçağı da katılmıştı. Irak ve Mısır’ın orduya kattıkları 10 bin asker dışında Arapların askeri gücünde bir değişiklik olmadı. İsrailliler ilk kez silah üstünlüğünü ele geçiriyordu…

Çarpışmalar yeniden başladığında araplar korkunç gerçekle karşı karşıya kaldıklarını anladılar. İsrail ordusu tüm cephelerde saldırıya geçecekti. Moşe Dayan komutasında birlikler Lod’u ele geçirdi. Araplar şehirden göç etmeye başladı. Nazaret ve Ramleh düşmüştü.

16 Temmuz Cuma günü gece yarısından hemen sonra Nabukadnezar’ın Kudüs surlarına saldırmasının 2500. yılında Kedem (ilkçağ) adını verdikleri silahla Yahudiler Kudüs’ün surlarını delecek ve 2 bin yıl sonra ilk kez şehri elegeçirebilecekleri saldırıya geçecekti. Abdullah Tell radyoda bütün birliklerine çağrıda bulundu:  “kutsal şehri son askerimize ve son kurşunumuza dek savunacağız bu gece kimse geri çekilmeyecek!”…

Sonraki 3 saat boyunca 500 mermilik bir çığ şehrin arap kesimine yağdı. Top mermileri her yeri yakıp yıkıyordu. Ölüler, can çekişenler şehirde her köşede birbirine karışmıştı. Muazzam bir patlama bütün bir şehri sarsarken büyük bir ışık gökyüzünü aydınlattı. Zvi Sinai karargahın balkonundan “surlar delindi! Eski Şehir’e giriyorlar” şeklinde bir sevinç çığlığı attı. Abdullah Tell ateşkesin devreye girmesiyle “bunca insanın hayatı bir hiç uğruna söndü” diyecekti.

Tell ve Moşe Dayan Kudüs’ü ayıran sınırları karşılıklı belirledi.1948 Temmuz sabahı Kudüs’e inen barış geçici olacak, şehir bir çizgiyle ikiye bölünmüş olarak kalacaktı.  1949’da Birleşmiş Milletler Teşkilatı Mısır, Lübnan, Ürdün ve Suriye’nin İsrail’le bir ateşkes anlaşması imzalamasını sağlayacaktı.

Bu anlaşmalar çarpışmaları durdursa bile savaş durumuna son vermedi.  Araplar İsrail Devletini tanımayıp reddettiklerini yok edeceklerini açıkladılar. İsraillilerin ise “bağımsızlık savaşımız” diyerek adlandırdıkları bu ihtilaf sırasında binlerce insan can verdi, 112 köyle birlikte Filistin 1300 kilometrekarelik toprağını kaybetmişti. Yahudi devletine ait olan 350 kilometrekare toprak ve 15 köy ise arap tarafında kalıyordu.

1 milyondan fazla arap göç edecekti  (BM’e göre 500-700 bin arası). David Ben Gurion ülkesinin bu sorun karşısındaki tutumunu 1948 Haziranında açıklamıştı; “terkedilmiş köylerin hemen yahudi ailelerce işgali”ni emredip gelecekte öngörülecek barış görüşmeleri çerçevesinde 100 bin göçmenin dönüşünü kabul edeceğini bildirdi. Daha sonraki İsrail hükümetleriyse  teklifin ötesine geçmeyi İsrail’in temeli için tehlike görüp reddetmişlerdir.

Öte yandan Suriye ve Irak göçmenlere kapılarını açmadı. Lübnan ülkedeki dini dengeyi bozmamak adına göçmen sayısını sınırlı tuttu. Mısır ise daracık Gazze şeridine yerleştirmekle yetindi. Fakat arap devletlerinin en yoksulu olan Ürdün Birleşmiş Milletlerin sağladığı ianeyle yaşamak zorunda kalan göçmenleri kabul etmek için ciddi bir çaba göstermişti.

Filistinli araplar 1948’den beri yerinden yurdundan göçerek kamplarda yaşamak zorunda kalmışlardır. Bütün dünyanın unuttuğu Filistinliler yaşadıklarını asla unutmadı. Bu kampların sefaletinden yeni bir kuşak doğdu. Filistin gerillaları bu kuşağın çocuklarıdır.  “Fedai”ler adıyla Ortadoğu sahnesine çıktılar.

BM arabulucusu Bernadotte 16 Eylül 1948’de Stern grubuna bağlı Siyonist tedhişçilerce öldürüldü. Mısırlı Mahmut Nukraşi Paşa ve Lübnanlı Riyad Sulh 1951 yazında vuruldular. 20 Temmuz 1951’de  bir öğle üstü Kral Abdullah Hz. Ömer Camii’ne girerken öldürüldü. Hacı Emin Hüsseyni Beyrut tepelerindeki sığınağında Kudüs’e kavuşma umuduyla yaşamını sürdürdü.

Gurion 1948’den 1963’e kadar başbakanlık yaptı. Ülkesi kendine yetecek ekonomik güce erişti, nüfusu ikiye katlandı sonra da Negev’te Sde Boker kibbutzunda basit ve sakin bir hayata başladı. Golda Meir  BM İsrail diplomasisini üstlendi. 1969’da başbakan olması istendi, oldu. 1967’de Ürdün’le çatıştılar. İşgal edilen Filistin’de gerillaların ortaya çıkışıyla şehir sokakları çınladı. Şehri bölen dikenli tellerle çevrili müstahkem yerler halkın yüreklerine taşındı.

D. Lapierre ve Larry Collins tarafından kaleme alınan birçok arşiv belgesi, günlük, mektup vs taranarak oluşan kitap siyasal ve stratejik bir kent olan Kudüs üzerine bu konuda cesaretle özveri isteyen tarihsel nitelikte büyük ve önemli bir kaynak yapıt ortaya çıkarmış. Etkileriyle güncelliğini asla yitirmeyen anlatı ihtilafın doğuşunu harita, fotoğraf ve planlarla da desteklemiş. Kudüs’ü başkent yapan büyük yahudi kralı Davut için yazılan şu mezmurun sözleriyle  bitiriliyor:

“Kudüs’ün selametini dileyin, duvarları içinde barış, sarayları içinde refah olsun”…

Kaynak: Kudüs… Ey Kudüs, Dominique Lapierre – Larry Collins, Çeviri Aydın Emeç,  E Yayınları 1973.

YENİ ABANT; KARTEPE ZİRVESİ Mİ?

YENİ ABANT; KARTEPE ZİRVESİ Mİ?

 

süleyman pekinKüçükken “Topu Keltepe’ye dikmek” diye bir tabir vardı ve genelde sınıfta kalanlar için kullanılırdı. Sonradan Keltepe Kartepe oldu, yetmedi 10 yıl kadar önce 10 belde birleşti ve Kartepe İlçesi oluştu.

Geçtiğimiz günlerde Kartepe’nin turizmle anılan tesislerinde “Uluslararası 15 Temmuz ve Darbeler Sempozyumu” düzenlendi ve bazı Hükümet temsilcileri de yer aldı. Kocaeli’nin Tarih Sempozyumu ve Kitap Fuarı’ndan sonra üçüncü büyük kültürel etkinliği olarak kayda geçti.

Hem Kartepe temalı markalaşma hem darbe ve demokrasi üzerinden bir düşünce havuzu oluşturma gayretleri makul olsa da seçilen bazı isimlerdeki özensizlik bu önemli organizasyona gölge düşürmüştür.

Lokantalardaki fiks mönüye benzer bazı isimler Abant Platformu olur; ordadırlar, Ermenilerden Özür Dileme Kampanyası düzenlenir; imzadadırlar, Çözüm (!) Süreci olur; Âkil Adamlar gurubundadırlar. Şimdi de buradalar..

Kim bunlar? Mesela; Sabancı Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Fuat Keyman. Cemaat’in Abant Toplantılarının müdavimi ve o toplantılarda Devletin kuruluş ayarlarının değiştirilmesini savunanlardan biri. Yurdum insanından ‘Kürt Sorunu’ diye sorun üreten ve Âkil İnsanlar Komisyonu’nun Ege Bölgesi kısmında parayla nasihat dağıtan bir kişi.

Şimdilerde Etki Ajanlığı suçlamasıyla tutuklu bulunan Osman Kavala ile birlikte OSF senin TESEV benim gayri millî ve gayri yerli her organizasyonun başat aktörü. Meşhur Bilderberg Toplantılarına Türkiye’den çağırılan 3-5 kişiden birisi. Kartepe Zirvesi’nin “Siyasal Açıdan Türkiye’de Darbeler” oturumunda konuştu. Eğer Darbe Kalkışması başarılı olsaydı ve İktidar’ın yanlışlarıyla ilgili toplantı yapılsaydı yine o konuşacaktı.

Kim mesela; aynı oturumun bir diğer konuşmacısı Prof. Atilla Yayla. Hesapta Türkiye’nin ‘en liberal’i.. Hakikatte Aykut Edibali’lerin Yeniden Millî Mücadele’sinden Liberal Düşünce Derneği Başkanlığına, 12 Eylül’de Kenan Evren destekçiliğinden Sivil Toplum ve Serbest Piyasa çalışmalarıyla Anthony Fisher Ödülü’ne kadar geniş bir yelpazeye sahip.

Atatürk’e hakaretin pek bi moda olduğu 10 yıl öncesinde Kemalizm’e ve Atatürk’e o kadar çok saydırdı ki neredeyse kendisini tutuklatıyordu; Allah’tan Hükümet’in desteği ve 208 akademisyenin bildirisiyle sıyırdı. Uzun zaman Zaman’da yazdı, 17-25 Aralık 2013’ten sonra bile “Gülen Cemaati parti kurarsa meşruiyete destek adına ilk seçimde bu partiye oy vereceğim” deme cesaretini gösterdi. Kartepe Zirvesi’nde herhalde bunları anlatmamıştır.

Başka kimler; mesela Prof. Nilüfer Narlı, mesela Prof. Bekir Berat Özipek. Abant Platformu’nun gözde ve güzide isimleri.. Ve mesela Prof. Davut Dursun; hem Abant’çı hem RTÜK Başkanlığı döneminde kurumu FETÖ üssü haline getiren İletişimci.

Tarihten ders almak bir delikten iki kere ısırılmamaktır.  Darbeleri anlamak için Türkiye’nin NATO’ya üyelik sürecini iyi anlamak lazım. Hep dediğimiz gibi; 1952’de sadece Türkiye NATO’ya girmedi, NATO da Türkiye’nin bütün kurumlarına girdi. Amerika yalnızca bazı dinî teşekküllerin üzerinden Türkiye’de muktedir olmaya oynamıyor; birçok sivil toplum unsurları ve akademisyenler de işin fazlasıyla içinde..

‘Bizi şu da kandırmış, bu da kandırmış’ serisinin uzamaması devlet ve millet yararına olduğu için yukarıdaki örneklem şahsiyetler analiz edilmiştir. Bunlar ihbar mahiyetinde sayılmamalı ve fakat Devlet’in de bir Kara Kaplı Defteri olmalıydı vesselam.

Çocuklarda Uyku Sorununa Altın Öneriler

Çocuklarda Uyku Sorununa Altın ÖnerilerFerit Durankuş

 

Bebeklik, erken çocukluk, okul çağı ve ergenlik dönemlerinin tümünde uyku sorunlarına sık rastlanılmaktadır. Okul öncesi çocukların yaklaşık %25-50 sinde çeşitli uyku sorunları tanımlanırken okul çağı çocuklarının ve ergenlerin yaklaşık %20-30 unda uyku bozukluğu denilebilecek düzeyde sorun yaşadığı bildirilmektedir. Sağlam çocuk kontrollerinde çocuk doktorlarının bu yaş grubunda en çok karşılaştıkları problemdir.

 

Okan Üniversitesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ferit Durankuş, ‘’Sağlam çocuk kontrollerinde çocuk doktorlarının bu yaş grubunda en çok karşılaştıkları problemdir. Uykunun çocukların büyüme ve gelişiminde önemli etkisinin olduğu bilinmektedir. Tedavi edilmediğinde uyku sorunları yıllarca sürmekte, yeterli uyku düzenini sağlayamamış bu çocuklar ruhsal bilişsel ve sosyal becerilerinde zorlanmalar yaşamaktadır’’ dedi.

 

Okan Üniversitesi Hastanesi Çocuk Sağlığı Ve Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ferit Durankuş, iyi uykuya yönelik önerilerde bulundu.

  • Bebeğin uyku döngüleri, süresi ve kendi kendine uyumasının önemi ve yöntemi,
  • Bebeğin giyeceklerinin, yatak ve battaniyesinin yünden yapılmış olması,
  • Yatağının korunaklı olması,
  • Bebeği yatağına uyanık halde bırakılması ve kendi kendine uyumayı öğrenmesinin sağlanması,
  • Bebeğin sallanma, emme gibi bir aracı kullanmadan uyumayı öğrenmesi,
  • Uyuduktan sonra yerinin değiştirilmemesi,
  • Bebek yatağa bırakılırken sevdiği bir nesne (ayıcık, bebek, tülbent, battaniye gibi) ile beraber uyumasına izin verilmesi,
  • Uyku saatlerinin aile tarafından belirlenmesi ve ödün verilmemesi,
  • Uyku saatleri konusunda ailenin kararlı olması ve çocuklara uygun sınırlar koyması,
  • Uykudan önce sakin ve aile ile beraberce zaman geçirilebilecek etkinlikler, uyku törenleri (masal anlatmak, ninni söylemek gibi) düzenlenmesi,
  • Yatağa aç olarak yatırılmaması, hafif ve onu tok tutacak yiyecek veya içecek verilmesi,
  • Gece uyarıcı özelliği olan besinlerden uzak tutulması (kahve, çay, çikolata),
  • Odasının çok karanlık olmamasına, ortamın nem ve ısısının (18˚C) yeterli olmasına, odanın havalandırılmasına ve odada sigara içilmemesine özen gösterilmesi,
  • Bebek yatağında elektrikli battaniye veya sıcak su torbası kullanılmaması,
  • Direkt güneş ışığı altında veya ateş ya da ısıtıcı yanında uyutulmaması.

Okan Üniversitesi Hastanesi Çocuk Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Ferit Durankuş,  davranış tedavisi konusunda billgiler verdi.

Genellikle gece uyanmaları sırasında bebeğin ağlamasına yanıt olarak, anne-babanın çocuğun yanında bulunması onun endişesini azaltır. Çocuğun ağlamasına yanıt olarak, onun yanında bulunma süresinin gittikçe uzatılması önerilmektedir (Duyarsızlaştırma). Uyku öncesi yaşantıyı düzenlemeye yönelik uyku öncesi ilişkilerin değiştirilmesi amaçlanır. Okuma, şarkı söyleme, sakin olarak oyun oynama gibi bireyselleştirilmiş yatak alışkanlıkları ve anne-baba, çocuk uyandığında yatakta kalmasını teşvik etmelidir.

Bunu anne-baba çocuğun yatağının yanında oturarak, ona dokunarak veya yanına uzanarak yapabilir. Yatma zamanında ayrılık sorunu çözülürse, geceleri uyanma sorunu da büyük olasılıkla kaybolacaktır.

FUTBOL VE BASKETBOLDA YABANCILAŞMA

FUTBOL VE BASKETBOLDA YABANCILAŞMA
fevzi yurtoğluMilyonlarca insanımızın cazibe merkezi futbol ve basketbolda hiç iyiye doğru gitmiyoruz. Anlı şanlı Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray ilk onbirleri milyon dolarlık yabancı futbolcularla dolu. Türkler yedeklerde. Trabzonspor da bu defolu izi takip ediyor. Halbuki,“özüne dönüş yaparak” 6 sene süper lig şampiyonluğunu Anadolu’ya taşımış ve Avrupa’da büyük takımları yenmiş güzel bir mazisi var!
40 senedir gönül verdiğim ve süper lige yeni çıkan Göztepe yöneticisinin; “Türk sporcuları başarısız olduğundan yabancı alımına devam edeceğiz” açıklaması ise gamsızlığa sanki tuğ dikti. Ben, Göztepe’nin sahada oynayan ve 9’u yabancı futbolcularının ne isimlerini telafuz edebilirim ve ne de ülkelerini biliyorum. İşin vehameti ise Futbol Federasyon Başkanı’nın da sınırsız yabancılaşmaya karşı olması!
2000 yılında Galatasaray UEFA ve Süper Kupa Şampiyonu olurken kadrosunda en az 7-8 Türk sporcu yer alıyordu. Bu takımın iskeletine 5-6 takviye ile 2002 yılında Şenol Güneş liderliğinde futbolda Dünya Üçüncüsü olduk. Lakin, bundan sonraki dönemde yabancı futbolcu sayısındaki artışlarla bu sporumuzun temeli sarsılmaya başladı! Her yıl Avrupa’da en gazoz takımlara elendik. Milli takımımız ise mehter takımı gibi, bir ileri, bir geri gitti. Milli heyecan kaybolmak üzere.
2017’de ise, futbolumuzun sorunlarını arttıran Terim yerine heyecanı kaybolmuş 72 yaşındaki Mircea Lucescu’yu getirdik. Senede 4-5 maç için ve milyon dolarlar ödeyerek…”Sağlam, Vural, Dilmen ve Avcı” gibi oyuncularımızı ve ligimizi tanıyan, çalışkan ve bilgili adamlarımız varken. Şimdi son bir öldürücü vuruşu yapalım, hakemlerimiz de Avrupa’dan gelsin ve işlem tamamlansın ve hep birlikte futbolumuzu tabuta koyalım. Bazı aklı evvellerin evet sesini duyar gibiyim. Allah’ım aklıma mukayyet eyle.
Peki süper liği ateşleyecek olan PTT 1.liğde durum nasıl? diye sakın düşünmeyin, üzülürsünüz. Maalesef, izin verilen yabancı sporcu sayısı 5. Ve bu futbolcular da takımlarının köşe başlarını tutmuş vaziyette. Süper ve PTT 1. ligde son 4-5 sezondaki gol kralları hep yabancı. En fazla gol atan sporcularda Türkler sonlarda. Çünkü Türkler ülkesinde misafir kulübesinde. Bizler de şimdi, televizyon başlarına kurulmuş, milli takımımızdan ve UEFA’daki maçlarda goller ve başarı bekliyoruz!
Peki, ülkemizin 2. sırada takip ettiği basketbolda durum farklı mı? Maalesef futbolumuzla aynı kaderi paylaşmakta. Sahada oynayanların çoğu yabancı. Fenerbahçe 2017 yılı Avrupa Şampiyonlar Ligi Şampiyonu oldu. Çok sevindik. Lakin ilk beşte oynayan bir Türk sporcusu yoktu. Bu şimdi başarı mıdır? Yorum sizin! Bence, bu başarı görüntüsü, her şeyi kısa süreli kazanca bağlayan “kapitalist spor yönetiminin” saman alevi gibi parlamasıdır, o kadar. Basketbola gönül veren gençlerimizin önünün tıkanması ve onların da hayallerinin yok edilmesidir!
Takımlarımız bu yamuk yönetim anlayışıyla borç batağında yüzmektedir. Sömürgecilik ekonomi gibi, sporumuzu da ele geçirmiştir. Her yıl boşa yapılan transferle ülkemizde onlarca fabrika kurulur. Sonuç çok acı. Ayrıca, gençlerimizin önüne aşılmaz setler çekilmiş ve 4 büyüklerde veya üst liglerde futbol-basketbol oynama umutları ve hayalleri çalınmıştır. Fırsat verilmeyen gençlerimiz yedek kulübelerde veya alt liglerde kaybolup gitmektedir. Biliyoruz ki, insanlık tarihten beri hayaller ve fırsat verilen kişilerle ilerleme kaydetmiş ve çağlar atlamıştır.
Çocuklarımız ise, ismini söyleyemekte-yazmakta zorlandığı, garip döğmeli, Haç çıkartarak sahaya çıkan-sevinen, ve halkına uzak, şâşâlı yaşayan bu sporcuların hayatlarını kendilerine bir model-kültür olarak algılamaktadır. Yüklü miktarda paralar kazanan (TRT dahil) tv şirketleri ve sözde Türk spor adamları ve sunucuları da manda yönetiminin peşinden gitmektedir. Maalesef milyonlarca da seyirci…
Sizi bilmem ama, ben, 40 yıldır tuttuğum Göztepe takımını bu düzen anlayışı değişinceye kadar izlemeyeceğim. Bu günden itibaren tertemiz Türk gençlerine gönül veren, onlara fırsat veren ve çocuklarımıza gelecek vaat eden, onların hayallerinin gerçekleşmesine katkı sağlayan Altınordu Spor Kulübünü ve benzer anlayıştaki spor yöneticilerimizi ve takımlarını gönülden destekleyeceğim. Bu ulusal anlayış dış ülkelere giden Türk sporcu sayısını ve milli kazancımızı arttıracağına yürekten inanıyorum.
Umarım Spor Bakanımız veya Başkan Danışmanları uyanır ve bu kangrenin çözümünü C.Başkanımız Erdoğan’a sunarlar. Gençlerimizin hayallerini yeşertecek doğru ve millî kararlarla sporumuzda ve takımlarımızın bütçelerinde bir “Diriliş” bekliyoruz.

Selam ve saygılarımla…

Performans Sorunu Yaşayann Erkeklere Bitkisel Çözüm!

Performans Sorunu Yaşayan Erkeklere Bitkisel Çözüm!

Nutraxin’den Erkeklere Özel

%100 Doğal ve Güvenilir Performans Desteğinutra gece

Biota Laboratuvarları tarafından piyasaya sunulan”Nutraxin Ultramen” bitkisel içeriğiyle doğal bir performans desteği sağlanmasına yardımcı oluyor. İçeriğinde yer alan bitki ekstreleriyle herhangi bir yan etkisi bulunmayan ”Nutraxin Ultramen” gıda takviyesi olarak yemeklerle beraber günde 3 defa 1’er tablet olarak kullanılması önerilmekte ve yalnızca eczanelerde satılmaktadır.

BEN DEMİŞTİM

hüsnü avcıBundan aylar belki yıllar önce yazmış anlatmıştım! Bölgemizde ki gelişme ve sonuçlara göre anlayacağız gücümüzü de ne kadar büyüdüğümüzü de. Bölgede lider ve güçlü bir ülkeye duyulacak ihtiyacı karşılasın diye mi bu ekonomik ve siyasi istikrar biz bunu Özal dönemin de gördük adam öyle kasıla kasıla anlatıyordu ki icraatlarını ben yaptım diye o, dönem yaşayanlar hatırlar hani neredeyse küçük dağları ben yarattım edasında.

Biz o zamanlar da yaptığı yanlışları yanlış söylemlerini konuşuyorduk kendimizce anlatıyorduk ama gençtik, sakalımız yoktu dinlemiyorlar dı. O dönem ki Anap lı abilerimiz… Neden bugün her rafta bulduğunuz ama o dönemde kaçak olan sigara ve alkole ulaşabiliyorlardı ?Neden cepleri biraz para görmüştü Müteahhit, vekil, başkan, muhtar,  encümen, meclis üyesi olabilen adeta tapıyordu adama…

Taşeron sistemi o dönemin hatırası . Sendikaların kaybettiği haklar cabası. Küçük Amerika olma hayali, kdv si oldu, o, dönemin bu günkü paralel yapı da, o günlerin hatırası bugün kü Kürt sorunu da.

Sonra cumhurun başı olup ŞORTUYLA içtima aldı ya Askerden Allah Allah adam daha bir ilahlaştı.

Sonra önce bölgeden Amerika gitti, peşi sıra ekonomik istikrar, siyasal güç gitti ..sonrası malum 2002 ye kadar buhran dönemi… Tesadüfe bakın; 2002 de önce siyasal istikrar döndü geriye, sonra ekonomik mucizeler geldi. Yarım kalmış özelleştirmeler ardı sıra. Bide asker benim memurum diyen bir ses..!

Şimdi yine anlatıyorum yazıyorum hataları Aralıksız 12 yıldır… Tesadüfe bakın o,dönem ABD Irak’a gelmişti, 10 yıl önce de geldiler yine güçlendik, Paralandık, palazlandık ve gittiler… seyredin şimdi Kürt sorununu ekonomik krizleri koalisyon la gelen buhranları seyredin bugün Suriye’de yarattıkları Saddam’ı  (ESAD) devirmeye gelene dek onlar biz ne canlar kaybedeceğiz ne kanlar dökülecek, İzleyin bir bir hele…

Parçalanan iktidardan parçalarına ayrılmış bir memleketi izleyin şimdi o lüks jiplerinizin renkli camlarından.

Performans Sorunu Yaşayann Erkeklere Bitkisel Çözüm!

Performans Sorunu Yaşayan Erkeklere Bitkisel Çözüm!

Nutraxin’den Erkeklere Özel

%100 Doğal ve Güvenilir Performans Desteği

geceye hazır olErkekler için özel olarak geliştirilen ”Nutraxin Ultramen” içeriğindeki arjinin, demir dikeni, ginseng, zencefil, karanfil, tarçın, kereviz, safran ve sahil çamı kabuğu ekstreleri ile yüzde 100 doğal ve güvenilir bir performans desteği sağlayarak, cinsel fonksiyon bozukluğu yaşayan erkeklerin sorununa bitkisel bir çözüm sunuyor.

Biota Laboratuvarları tarafından piyasaya sunulan”Nutraxin Ultramen” bitkisel içeriğiyle doğal bir performans desteği sağlanmasına yardımcı oluyor. İçeriğinde yer alan bitki ekstreleriyle herhangi bir yan etkisi bulunmayan ”Nutraxin Ultramen” gıda takviyesi olarak yemeklerle beraber günde 3 defa 1’er tablet olarak kullanılması önerilmekte ve yalnızca eczanelerde satılmaktadır.