Etiket arşivi: Seyfettin

İNSAN OLABİLMEK

 

 

“Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik, fakat bu arada çok basit bir sanatı unuttuk. İnsan gibi yaşamak.”  Martin Luther

İyi insan, gülüşünü sevdiğiniz kişidir. Dostoyevski

 “Dünya çok acı çekiyor: kötü insanların şiddetinden değil, iyi insanların sessizliğinden.” Napolyon

 

Diderot insanı: “Hisseden, düşünen, dünya üzerinde özgürce dolaşan, hükmettiği bütün diğer hayvanların başında görünen, toplum içinde yaşayan, sanatı ve bilimi icat eden, kendine özgü iyilik ve kötülüğü olan, kendine efendiler oluşturan ve kanunlar yapan, vs. bir varlık.” Olarak tanımlamaktadır.

İnsanı diğer canlılardan ayıran en önemli özellik; “güçlü zekâsı, üstün düşünme kabiliyeti, sınırsız öğrenme gücü, içgüdüsel davranışlarının azalmış olması ve konuşma yeteneğidir.”

Her insan, yaratılışı gereği “mükemmel” olmasına karşın, çoğumuz bu mükemmelliğimizin farkında değiliz. İnsanın mükemmelliğini algılaması ve hayata geçirmesi için, öncelikle “kendisini tanıması” ve “tanıyabildiği kendini bilmesi” öğrenmesi ve gerçek “Kim” liği ile buluşması gerekmektedir.

Çağımızın düşünürlerinden Sponville, “Kendini tanımak; hayran hayran kendini seyretmek demek değildir. İnsanın hem ne olduğunu, hem de ne olması gerektiğini araştırmasıdır. Nasıl düşüneceğini, nasıl yaşayacağını, nasıl mutlu olacağını kendine sormasıdır.”

Derken, yaşamda kendini arama ve bulma yoluna girecek bir bireyin, yönünü nasıl doğru olarak bulması gerektiğinin de vurgulamaktadır. İnsanları affetmeye ve hatalarıyla kabullenmeye, kendimizden başlamanın bir yolunu bulmalıyız.

 

Nietzsche; “Hayatı kaybetmenin kıyısına yaklaşanlar, onu daha iyi tanırlar”. Der. Bireyi iyi bir insan olmaya götüren yolla, kişiyi önce insanlığa sonra da bilgeliğe taşıyan yol, birbirine benzer ve aynıdır. İnsanın makamı ve mevkii ne olursa olsun, O’ndan öncelikle insan olmanın gereklerini yerine getirmesi beklenir.

Fakat “insan görünüşlü” olmak başka, “insan olmak” başka şeydir. Kişi olabilmek için yalnızca insan görünüşlü olmanın, insan türünün herhangi bir bireyi, bir nüshası olmasına yetmeyeceğinden, insanda belli bir takım niteliklerin bulunması da gerekmektedir.

Mevlânâ’nın, “Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok, nice elbiseler gördüm içinde insan yok” özdeyişini göz önüne alırsak; elbiselerine ve makamlarına baktığımızda insan zannettiğimiz fertlerin bazılarında, insan olduğumuzdan utanacak davranış ve eylemler görebilmekteyiz. ”İnsanların değerini belirleyen nicelikleri değil, nitelikleridir.”

Başkan Theodore Roosevelt’in de ünlü bir sözünde belirttiği gibi, “Bir insanı “ahlaken” eğitmeden, sadece “zihnen” eğitmek, topluma bir bela kazandırmaktır.”

Burada anlatılan şudur: Doğru ve iyi olanı bilmek ile doğru ve iyi olanı yapmak arasındaki en önemli bağlantı, doğru ve iyi olanı yapacak bir karaktere sahip olmaktır.

Almanya’da bir Lise Müdürü, her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlerine şu mektubu gönderirmiş:

”Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü.

İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar. Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum.

Sizlerden isteğim şudur: Öğrencilerinizin “insan olması için” çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.”

Neyi almak istiyorsak, önce biz onu başkalarına vermeliyiz. Sevmek isteyen, sevgiyi vermeyi öğrenmeli. Takdir edilmek isteyen önce başkalarını takdir etmeli. Mutlu yaşamak isteyen, önce başkalarının mutlu olmasına katkıda bulunmalıdır.

Türkiye’de ortalama yaşam beklentisi 75 yıldır. Bu da 39.446.157 dakika yapmaktadır. Muhtemelen okumadan geçtiğimiz bu rakam kadar telefon kontörümüz olsaydı, o kontörleri ne için ve nasıl harcardık?  “Ömür” denilen hayat kontörlerimiz de, telefon kontörleri gibi, an be an düşmekte. Bunu durduramayız, fakat doğru kullanabiliriz.

Elimizde bir hayat var ve hayatı yeniden baştan alma imkânımız yok. Ancak; “dolu, yoğun, doğru, anlamlı ve derin” yaşayarak onun hakkını verebiliriz. Yaşamın hakkını vermede geç kalmış olsak bile, hala düzeltme şansımız var. Bu kararı verebilmek halen bizlerin elinde değil mi?

Neticede insan olmak:

– Çağını anlamak, çağının gerisinde kalmamak, geçmişle bugünün doğru sentezini yapabilmek, geleceği bugünden görebilmek, sözcüğün tam anlamıyla uygar olabilmektir.

-Kendinin ve içinde yaşadığı toplumun özgürlüğünü, bağımsızlığını sağlamak; sağlanmışsa titizlikle korumak demektir.

-Vicdanı özgür kuşaklar yetiştirmek; bu kuşaklar içinde yer alabilmektir.

-Onurlu olmak, kendi onuru kadar başka insanların da onuruna saygı göstermektir.

-İlmi, sanatı yaşamın en gerçek yol göstericisi olarak benimsemek; güzeli ve doğruyu nerede olursa olsun görebilmek, ondan yararlanabilmektir.

-Dünyanın barış içinde yaşamasını ilke edinmek, özgürlük uğruna yapılan savaşlar dışındaki tüm savaşları cinayet olarak kabul etmektir.

-Görevine kendi inançlarını karıştırmamak, başka din, cinsiyet, dil ve ırktan olanlara saygı göstermek; olmak demektir.

-Bilimsel, kuşkucu olmak; her konuda daha doğru olanı bulmak için sürekli çaba harcamaktır.

-Mevkii kendi çıkarları için değil, demokrasinin özü olan katılımlı yönetimi gerçekleştirmek; topluma yararlı olmak için kullanmak demektir.

Yeni bir düşünceden, buluştan yararlanabilmek bir meziyettir. Ne var ki, bu beceri insan olmaya yetmez. Birey ve toplum olarak üretilenlerden yararlanabilme becerisi göstermenin yanında; bilimden sanata, tıptan spora, tarımdan modaya, madencilikten çöp toplamaya değin her alanda düşünce, bilgi, nesne üretmek de gerekir.

Kim olursa olsun her insanın mutlaka kendine ve insanlığa yararlı olacak üretebileceği bir şeyler vardır.

İnsana, doğaya, kendine karşı sorumluluk taşımak; yaşamayı sevmek; sevinçleri olduğu kadar acıyı da paylaşmaktır insan olmak. İnsan olmak, “değer bilir” olmak, insanlık için yapılanları unutmamak demektir. Hele bu yapılanlar başta bizim için yapılmış ve bizi ilgilendiriyorsa.

Bizler, daha fit olabilmek uğruna,  spor merkezine gitmeyi ihmal etmezken, “daha iyi birisi olmak için” çalışabilmeyi nedense hiç aklımıza getirmeyiz.

Eğer gelecekte bir etik salonu olsaydı, bizler de düzenli şekilde egzersizler yaparak kendi iyilik kaslarımızı geliştirebilirdik. Böylece hayatı başkalarının açısından da görebilir, tartışmalarda hoşgörülü olabilir, sabırlı kimselerin nezaketine ve ikili ilişkileri yürütebilme biçimine özenir, ümitsizliği umuda çevirebilmeyi öğrenebilirdik.

Salonlar yok, ama günümüze ışık tutan etik reçetelerimiz var. İşte insan olmanın 10 kuralı: 1-Ruhsal Esneklik. 2-Empati. 3-Sabır. 4-Özveri. 5-Nezaket. 6-Mizah. 7-Kendini Bilmek. 8-Bağışlayıcılık. 9-Umut. 10-Güven.

Bilimsel bir ölçeği olmasa da, çabalarımızın iyiye yönelmesini sağlayacak bir liste, bize iyi olmanın anahtarını sunabilir.

Şimdiye kadar hepimiz daha iyi hayatlara sahip olmak istedik, ama çok azımız “daha iyi bir insan” olabilmeyi arzuladı. Belki de artık daha iyi biri olmanın zamanı çoktan geldi bile, ne dersiniz?

Bu nedenle gerçek insan olmayı başkalarının gözünde, sözünde veya davranışlarında değil, içimizde hissetmemiz gerekir. Bu bağlamda Dr. Keçe’ ye göre psikolojik açıdan sağlıklı, iyi bir insan olmanın ipuçları:

1- Kendinizi olduğunuz gibi kabul edin, sevin ve kimseyle mukayese etmeyin.

2- Değerliliği karşı tarafın bakışlarında ve sözlerinde değil kendi içinizde arayın.

3- Buğdaylar gibi büyüdükçe başınızı yere eğin ve alçak gönüllü olun.

4- Eleştiriye karşı hoşgörülü olun.

5- Her olayda suçlamak yerine sorumluluk alın.

6- Değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu aklınızdan çıkarmayın.

7- Karşınızdakini değil önce kendinizi değiştirmeye çalışın.

8- Anlamanın ve dinlemenin konuşup üste çıkmaktan daha önemli olduğunu unutmayın.

9- Haklı olmak yerine mutlu olmaya çalışın.

10- Alabileceğin en büyük intikam; affetmektir ve bazen karşınızdakine verilebileceğiniz en güzel cevap; gülüp geçmektir.

“Kişinin uyumlu yaşayabilmesi için, kendini ölçüyü kaçırmadan sevmesi gerekir.” Değerlilik duygusu içten hissedilen bir duygudur ve kişi ancak kendine yatırım yaparsa, kendi değerini kendi arttırabilir.

Kendi iyiliğimizle birlikte başkalarının iyiliğini düşünmeyi de öğrenirsek, herkesin etrafımızda döndüğü güneş olma sevdasından vazgeçebilir, kendi başımıza ışıldayan bir yıldız olabiliriz. Böyle bir yıldız olmakla diğer yıldızların varlığına da izin verebiliriz.”

Dünya, insan olanların sayesinde güzeldir.

 

Sevgiyle kalın…

 

 

 

 

 

EĞİTİMDE YAPILAN HATALAR

EĞİTİMDE YAPILAN HATALAR

 

Hata elbette iyi değildir. Doğruları yaralar tahrip eder. Yeni sorunlar getirir.  Fakat eğitimde yapılan hatalar daha vahimdir. Telafisi yıllar ister ve çok güçtür. Bazen de telafisi mümkün değildir.

Türk Milli Eğitim Sistemi’ nde de, yıllar itibarı ile çok güzel icraatlar yapılmasına rağmen, zaman zaman da vahim hatalar yapılmıştır.

1-Son yıllarda yapılan en büyük hatalardan birisi; “sekiz yıllık ilköğretim” uygulaması olmuştur. Altyapı ve öğretmen istihdamı gözetilmeden zorlamalarla hayata geçirilmeye çalışılmıştır.

Uzun yıllar branş öğretmeni eksiği ve derslik açığı kapatılamamıştır. Sistem büyük yara almıştır. Minimini anasınıfı ve birinci sınıf öğrencileri, kendilerinin iki katı büyüklüğündeki öğrencilerin arasında(6,7,8.sınıflar) itilip kakılmaya, ötelenmeye, ezilmeye terk edilmiştir.

Branş öğretmenleri, sınıf öğretmenleri ile bir araya getirilerek, denetime tabi tutulmuşlardır. Müfettiş teftişine alınan branş öğretmenleri bu sistemi uzun yıllar hazmedememişlerdir. Zaman zaman teftişlerde branş öğretmeni-müfettiş sürtüşmesi yaşanmıştır.

2-Daha sonra uygulanan; 4+4 uygulaması da eğitim sistemimize uygun değildir. Oysa burada yapılması gereken eski uygulama olan 5+3 e geri dönülmesi olmalıydı. Bu uygulamayı, öğretmenler uzun süre özümseyememişlerdir.

Bu uygulama ile 5.sınıflar, sınıf öğretmenlerinin koruma kollama ve şefkat kucağından alınarak, alışık olmadıkları branş öğretmenlerinin profesyonel uygulamalarına tabi tutulmuştur. Oysa bu öğrencilerin yaşları gereği sınıf öğretmenleri tarafından okutulması pedagoji bilimi bakımından daha uygundu.

4+4 uygulaması ile sınıf öğretmeni fazlası üretilmiş, bu fazlalığın eritilmesi için de bir çok sınıf öğretmeni, hiç de uygun olmayan branşlara yönlendirilerek; “bir çok kaliteli sınıf öğretmeni kalitesiz branş öğretmeni” yapılmıştır.

3-Yapılan yanlışlardan birisi de birinci sınıflara “el yazısı” dayatmasıdır. Daha çizgi çizme becerisi gelişmemiş minicik yürekler, büyük beceri ve belli bir yaş isteyen el yazısının acımasızlığı altında işkenceye tabi tutulmuştur. Bu vahim durum daha geç olmadan düzeltilerek öğrenciler bu sıkıntıdan kurtulmuştur.

4-Eğitim sisteminden “teftişin” soyutlanması da çok vahimdir. Her kurum denetime tabi tutulurken eğitimin bu denetimden arındırılması birçok sorunu da beraberinde getirmiştir:

Sicil yönetmeliğinin iptali ile öğretmenlerden sicilin ve teftişin kaldırılması sonucunda, değerlendirmeler somut teftiş raporları yerine, sübjektif yöntemlerle yapılmaya başlamıştır. Bu şekilde yapılan yönetici değerlendirmeleri sonucunda, haksızlıklar ve huzursuzluklar artmıştır.

Okul müdürlerinin değerlendirilmesi, onları yakinen izleyen, denetleyen müfettişlerden alınarak, yüzlerini dahi görmeyen ilçe milli eğitim müdürleri ve şube müdürlerine bırakılmıştır. Diğer yandan da öğrenci ve veli puanları, müdürler için kimi kez tehdit olarak kullanılmıştır.

İnceleme ve soruşturma işlemleri de müfettişlerin asli görevi iken, okul müdürleri ve şube müdürlerine yönlendirilmiştir. Okul müdürleri, görevlerinin çok yoğun olması ve işin uzmanı olmamaları nedeni ile bu durumdan hayli rahatsızdırlar.

5-Daha önce okullarda Talim Terbiye Kurulu tarafından Tebliğler Dergisinde tavsiye edilen kaynak kitaplar bulunduruluyordu. Müfettişler bu uygulamayı okullarda ve dersliklerde teftiş ederek izliyorlardı.

Kitap tavsiyesi ve müfettiş denetimi sona erdirilerek kitap ve materyal seçimi öğretmenlere bırakıldı. Bunun üzerine içeriği yeterince incelenemediği için birçok sakıncalı kitap derslik kitaplıklarında ve öğrencilerin ellerinde gezmeye başlamıştır.

Bu durumdan aileler hayli rahatsızdır. Çünkü büyüklerin bile okumasının mahsurlu olduğu; “şiddet, cinsellik, değerlere aykırı ifadeler içeren” kitapları minik çocuklar bilmeden okumakta ve olumsuz etkilenmekteler.

6-1983 yılında altı yaş uygulaması yapılmıştı. O yıllarda okul müdürü idim. Okula kaydettiğim 63 altı yaş grubundan sadece bir öğrenci okuma yazmaya geçmişti. O da öğretmen çocuğuydu.

Bu vahim ve sağlıksız uygulama bilindiği halde birinci sınıfa kayıt yaşının 66 aylık olarak belirlenmesi de yanlıştı. Şimdi görüyoruz ki 69 aya çıkarılmakta. İsabetli bir düzeltmedir. Keşke 72 ay olsaydı daha isabetli olurdu. Bu benim düşüncem değil, eğitim ve çocuk psikolojisi otoritelerinin değerlendirmesidir.

 

Geldiği günden itibaren sevinçle ve olumlu karşılanan Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk Beyefendi, Türk Eğitim Sistemi, öğrenci ve öğretmenler için büyük bir şanstır. En isabetli ve kaliteli bir isimdir. Umarım eğitimde şimdiye kadar biriken sorunları çözecek, bundan sonra da hatalar yapılmasına fırsat vermeyecektir.

Sayın Ziya Selçuk Beyefendi, eğitim sisteminde şimdiki unvanı ile, İl Maarif Müfettişlerinin işlevini ve önemini çok iyi bilen bir otoritedir. Umarım bu camianın eski işlevine dönmesine vesile olur. Okulları öğrencilerin sevdiği, koştuğu ilgi ve sevgi merkezlerine dönüştürür. Öğrenme ilgi duymakla ve sevgi ortamında gerçekleşir. Zorlama ve sınama yanılma ile eğitim zaman kaybeder.

“Bir yıl sonrasını düşünüyorsan buğday ek. On yıl sonrasını düşünüyorsan ağaç dik. Yüz yıl sonrasını düşünüyorsan insan yetiştir.” Diyor bir Çin Atasözü.

Geleceğin Türkiye’sine insan yetiştireceksek bilimin ışığında eğitimdeki doğrular vakit geçirilmeden uygulanmalı, çocuklarımız sağlıklı şekilde iyi yetiştirilmelidir.

 

Sevgiyle kalın…

RAMAZÂN VE ORUÇ

RAMAZÂN VE ORUÇ

 

İslam’ın beş şartından dördüncüsü, mübarek Ramazan ayında, her gün oruç tutmaktır.  Oruç, hicretten on sekiz ay sonra, Şaban ayının onuncu günü, Bedir gazâsından bir ay evvel farz oldu.

 

Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki: “Ramazan ayı gelince, Cennet kapıları açılır. Cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır.”

 

Yine Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” Şa’bân ayının son günü hutbede buyurdu ki: “Ey Müslümanlar! Üzerinize öyle büyük bir ay gölge vermek üzeredir ki, bu aydaki bir gece [Kadir gecesi], bin aydan daha faydalıdır.

 

Bu ay, iyi geçinmek ayıdır. Bu ayda müminlerin rızkı artar. Bir kimse, bu ayda, bir oruçluya iftar verirse, günahları af olur. Hak Teâlâ, onu Cehennem ateşinden azat eder. O oruçlunun sevabı kadar, ona sevap verilir.

 

Eshâb-ı kirâm, dediler ki: Yâ Resûlallah! Her birimiz, bir oruçluya iftar verecek, onu doyuracak kadar zengin değiliz.

 

Resûl “aleyhisselâm” buyurdu ki: “Bir hurma ile iftar verene de, yalnız su ile oruç açtırana da, biraz süt ikram edene de bu sevap verilecektir.”

 

Bu ay, öyle bir aydır ki, ilk günleri rahmet, ortası af ve mağfiret ve sonu Cehennemden azat olmaktır.

 

Bu ayda, emri altında olanların [işçinin, memurun, talebenin] görevini hafifletenleri [patronları, âmirleri, müdürleri], Allah-ü Teâlâ af edip, Cehennem ateşinden kurtarır.

 

Bu ayda dört şeyi çok yapınız! Bunlar; “Kelime-i şehadet söylemek, istiğfar etmek, Allah-ü Teâlâ’dan Cenneti istemek ve Cehennem ateşinden Ona sığınmaktır.” Bu ayda, bir oruçluya su veren bir kimse, kıyamet günü susuz kalmayacaktır.

 

 

Hadis-i şerifte; “Allah-ü Teâlâ benim ümmetime, Ramazan-ı şerifte beş şey ihsan eder ki, bunları hiçbir Peygambere vermemiştir:”

1.Ramazanın birinci gecesi, Allah-ü Teâlâ müminlere rahmet eder. Rahmet ile baktığı kuluna hiç azap etmez.

2.İftar zamanında, oruçlunun ağzı kokusu, Allah-ü Teâlâ’ya, her kokudan daha güzel gelir.

3.Melekler, Ramazanın her gece ve gündüzünde, oruç tutanların af olması için dua eder.

4.Allah-ü Teâlâ, oruç tutanlara, ahirette vermek için, Ramazan-ı şerifte Cennette yer tayin eder.

5.Ramazan-ı şerifin son günü, oruç tutan müminlerin hepsini af eder.

 

Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene, bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi günah işlemekle geçer. Bu ayı, ahireti kazanmak için fırsat bilmelidir. Elden geldiği kadar ibadet etmelidir. Allah-ü telanın razı olduğu işleri yapmalıdır.

 

Kur’an-ı kerim Ramazanda indi. Kadir gecesi, bu aydadır. Ramazan-ı şerifte, hurma ile iftar etmek, teravih kılmak ve hatim okumak mühim sünnettir. Ramazanda, özrü olan kimseler, oruç tutamadıkları günler, gizli yemelidirler.

 

Oruç tutmak her bakımdan faydalıdır vücuda asla zarar vermez. Çünkü Allah-ü Teâlâ zararlı olan bir şeyi emretmez.

 

Tıp uzmanları diyorlar ki: Oruçlu kimselerde adrenalin ve kortizon hormonları kana daha kolaylıkla karışır. Bu hormonlar, tesirlerini kanserli hücreler üzerinde de göstererek bir çeşit kalkan rolü oynayarak, kanser hücrelerinin çoğalmasını önlemektedir.

 

Oruç tutan bünye bakıma girer, iç organları saran yağlar erir, vücudun zindeliği artar, direnme gücü kazanır, mide, böbrek, şeker, kalp ve karaciğer hastalıklarına karşı mukavemeti artar.

 

Karaciğer, oruçlu iken, 3-5 saat istirahat ederek, gıda depolama işine bir müddet ara vermiş olur. Korunma sistemini güçlendirici globülinleri hazırlar. Midedeki kaslar ve salgı ifraz eden hücreler, oruç müddetince birkaç saat dinlenir. Kan hacmi de azaldığı için tansiyon düşerek kalp rahatlar.

 

Gıda artıkları iyi yakılmayınca, damarları yıpratır. Yakılmayan yağlar, damarları daraltır, damar sertliği denilen rahatsızlığa sebep olur. Akşama doğru vücutta gıda hemen hiç kalmaz. Bütün gıdalar yakılmış olur. Bu bakımdan bazı hastalıklara, özellikle damar sertliği olanlara oruç tutmak iyi gelmektedir.

 

Oruç iken vücudun diğer organlarında da dinlenme olur. Az yemek ve oruç tutmak vücudun sıhhati için önemlidir.

 

Zekât, malın kiridir. Zekât veren, malını kirden koruduğu gibi, oruç tutan, vücudunun zekâtını ödemiş, onu hastalıklardan korumuş olur. Peygamber efendimiz; “Her şeyin bir zekâtı vardır. Vücudun zekâtıysa oruçtur. Oruç tutun, sıhhat bulun” buyurmuştur.

 

Bazıları, yazın oruç tutma konusunda; “bilhassa yaz günlerinde gündüzleri yemeyip içmeyerek, geceleri yiyip içmek, sıhhate zararlı olup, çeşitli hastalıklara sebep olmaktadır” diyorlar.

 

Bu sözler doğru değildir, asılsızdır. Çünkü orucun edeplerinden birisi de, iftar zamanında mideyi tıka basa doldurmayıp, henüz iştah varken yemekten el çekmektir. Bu edebe riayet edenlerin, hasta olmak değil, sıhhat bulacakları bütün doktorlar tarafından ittifak ile bildirilmiştir

.

Oruç, insan sağlığı için her bakımdan faydalıdır. Zira oruç tutanlarda, gündüz kan hacminin, doku suyunun azaldığı ve sonuçta minimal, küçük tansiyonun düştüğü, kalbin rahatladığı tetkikler sonucu anlaşılmıştır. Oruç tutan kişinin sinir sistemi de, bir rahatlama içindedir. Bir ibadeti yerine getirme mutluluğu, gerginlikleri, sıkıntıları azaltır hatta yok eder.

 

Oruç tutmanın sıhhat için faydalı olduğu muhakkaktır. Eğer böyle söyleyenlerin yalan olan bu sözleri doğru olsa idi, İslâm memleketlerinde Ramazan ayında her Müslümanın hasta olması ve çok kimsenin de vefat etmesi gerekirdi.

 

Bazı kimseler, midem rahatsız oluyor diyerek, oruç tutmak istemiyorlar. Oruç, mide rahatsızlığına sebep olmaz. Aksine midenin sıhhatine faydalı olur. Bu husus, bugünkü modern tıp mütehassısları tarafından, açık ve kesin bir şekilde ispat edilmiştir.

 

Oruç tutmak, insanın iradesini zayıflatır diyenler de oluyor. Bu da doğru değildir. Oruç tutmakla, insanın güçlü bir irade kuvveti kazanacağı kesindir. Çünkü oruç tutmak sebebi ile alkol, uyuşturucu gibi, kötü alışkanlıklardan kurtulanlar çok görülmektedir.

 

Orucun, vücut için faydalarından bazıları şöyle bildirilmektedir:

Oruç, bir sene boyunca durmadan çalışan mide ile beraber bütün sindirim sisteminin istirahate sevk edilmesi ve insan vücudunun bir tasfiyeye tabi tutulmasıdır. Böylece, sindirim sistemi dinlendirilmiş olur. İnsanlarda en çok görülen rahatsızlık, sindirim bozukluğudur.

 

Şişmanlık, kalp ve damar hastalıklarına, şeker hastalığına ve tansiyon yüksekliğine sebep olmaktadır. Oruç, bu hastalıklara karşı koruyuculuk vazifesi yaptığı gibi, bir de tedavi vasıtasıdır. Bugün birçok hastalıktan perhiz ile tedavi olunduğunu doktorlar bildirmektedir.

 

Oruç, vücuttaki karbonhidrat, protein ve bilhassa yağ depolarının harekete geçirilmesini sağlar. Oruç sayesinde madde süzmekten kurtulan böbrekler tamire girerek, dinlenme ve yenilenme imkânı bulurlar.

 

Bütün bu bildirilenler, orucun insan sağlığına zararlı olduğu tezini kesinlikle çürütmektedir.

 

 

Orucun sevabı diğer ibadetlere göre daha fazladır. Hadis-i kutside; “Her iyiliğe, 10 mislinden 700 misline kadar sevap verilir, fakat oruç bana mahsustur, onun mükâfatını ben veririm, çünkü kulum, benim için yeme içmesini bırakmıştır” Buyuruldu. (Buhârî)

 

Her iyiliğin sevabını Allah-ü Teâlâ verdiği hâlde, orucun sevabı için, “Ben veririm” buyurmasının hikmeti vardır. Yeryüzünün tamamı Allah-ü Teâlâ’nın mülkü olduğu hâlde, Kâbe’ye “Beytullah” (Allah’ın evi) denmesi, ona şeref vermek içindir.

 

“Oruç bana mahsustur.” demekle de ona özel bir şeref vermiştir. Oruç tutana verilecek sevabın bir ölçüsü yoktur. Oruçlunun durumuna göre, çok sevap verilecektir.

 

Başkaları oruç yerken oruç tutmak daha sevaptır. Hadis-i şerifte, “Oruçlunun yanında oruçsuzlar yiyince, melekler oruçluya dua eder.”) Buyuruldu. (Tirmizî)

 

İslam âlimleri; “Ramazanda nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu aya saygısızlık edenin, bu ayda günah işleyenin bütün senesi günah işlemekle geçer.”            Buyurmaktadır.

 

Ramazan ayında günah işlemekten daha çok sakınmak gerekir. Oruç tutmanın güç olduğu yerlerde, oruçlarını bozmayanlara, daha çok sevap verilir. Mazeretsiz açıkça oruç yiyen, bu aya hürmet etmemiş olur.

 

 

Oruç, insanlara hem maddi, hem de manevi faydalar sağlamaktadır. Maddi yararları yukarıda zikredildi. Manevi yararlarına gelince:

Oruç tutan insan, aç kalmış bir insanın çektiği ıstırabı hissederek, muhtaçlara yardım etmek ihtiyacını duyar. Bu da, insanların birbirlerine yardım etmelerine sebep olur. Birbirlerine yardım eden insanlar arasında, çekişmeler olmaz.

 

Allah-ü Teâlâ’nın emrini yerine getirmek için bir ay oruç tutan bir Müslüman, Cenab-ı Hakkın diğer emirlerini yerine getirme alışkanlığını da kazanır ve başka emirleri daha kolay ve rahat yapmaya başlar.

Oruç, yalnız aç ve susuz durmaktan, ibaret değildir. Bütün dinlerde, nefsin arzularını yapmamak yani riyazet çekmek, Allah-ü Teâlâ ya yaklaşmaya vesile olur diye bildirilmiştir. O bakımdan oruç tutan; yalandan, gıybetten, kalp kırmaktan, alay etmekten, kibirlenmeden, kötü söz ve fiillerden, övünmekten haksızlık yapmaktan ve vb. diğer kötülüklerden de uzak durmalıdır.

 

Aç ve susuz kalmanın ne demek olduğu, oruç tutarak daha iyi anlaşılmakta, fakirlere, muhtaçlara, düşkünlere yardım etme ihtiyacı duyulmaktadır.

 

İnsanların yardımsever, alçakgönüllü, anlayışlı, vefalı, çözümcü, affetme, nazik olma, olumlu davranışlar içinde hareket etme vb. insani davranışlara daha çok yönelmeleri sağlanmaktadır. Böylece oruç tutan daha merhametli, anlayışlı, duyarlı, uyumlu ve duyarlı olmaktadır.

 

Böylece insanlar arasında çekişme, kıskançlık, kavga, bozgunculuk, dedikodu vb. gibi, kötülükler yok olarak sevgi, muhabbet, huzur ve mutluluk oluşmaktadır.

 

Günlerin uzun, oruç tutmanın güç olmasından şikâyet etmemelidir. Günün uzun olmasını, oruç tutmayanlar arasında güçlükle oruç tutmasını fırsat hatta ganimet bilmelidir.

 

Ramazan yanmak demektir. Zira bu ayda oruç tutan ve tövbe edenlerin günahları yanar yok olur.  Bu ayda, Allah için ufak bir iyilik yapmak, başka aylarda, farz yapmış gibidir. Bu ayda, bir farz yapmak, başka ayda yetmiş farz yapmak gibidir. Bu ay, sabır ayıdır. Sabır edenin gideceği yer Cennettir.

Mevla’m cümlemize şartlarına uygun ihlas ile oruç tutmayı nasip ettiği gibi, her türlü kötülükten de oruç tutarak uzak durmayı nasip etsin. Amin. Hayırlı Ramazanlar dileklerimle…

 

Sevgiyle kalın…

 

 

DÜRÜSTLÜK DENEN ŞEY

 

 

Dürüst olmak, özü sözü bir olup hile ve iki yüzlülükten uzak, erdemli davranışlar sergilemek demektir. Dürüstlük, insanî değerleri çürümemiş her toplum ve kültürde “adamlık nişanı” olmuştur.

 

Toplumda saygı duyulan, sözüne ve işine güvenilen kimselerin hemen hepsinde dürüstlük vardır. Zira bu temel dinamik, kişiyi erdemli kılan birçok karakter ve davranışın oluşma ve gelişme kaynağıdır.

 

Dürüstlüğün ilk göstergesi sözde doğruluktur. Sözde doğru olma hassasiyeti, kişilik mayamıza dürüstlük aşısı yapmak gibidir. Sözdeki doğruluk, öze ve davranışa dürüstlük kıvamı yükler ve şahsiyet dilini etkinleştirir.

Doğruluk  ise; gerçeğe uygun olmaktır. İnsan düşüncesinin gerçekle uyuşması, sözlerin olaylara uygun olması kast edilir.

 

Doğruluk sözcüğü hakikat, dürüstlük ve adalet ile yakın anlamda kullanılmaktadır. Aynı zamanda olgu ve gerçek ile yakın veya eş anlamda kullanılabilmektedir. Ne var ki bu ikisinin farklı anlamlara geldiği de düşünülmektedir.

Günümüzde karşılaştığımız bazı olaylar, dürüstlük ve doğruluk kavramlarını yeniden zihinlere taşımıştır.

 

Geçen gün haberlerde; bir sipariş kolisinden 300 bin TL para çıktığını duyduk. Para, siparişi gönderen firmaya aitmiş. Yanlışlıkla kolilere karışmış. Mal alan şahıslar, yanlışlıkla gelen bu parayı derhal sahibini arayarak teslim etmişler.

 

Yine aynı günlerde bir araçta unutulan 55 TL değerindeki altınlar, sürücü tarafından sahibine teslim edildi.

 

Bunlar çok anlamlı ve yüreğe dokunan örnekler elbette. Günümüzde gıpta ve biraz da hayretle karşılanan bu dürüstlük örnekleri geçmişte her yerde vardı. Gayet normal ve olağan şeylerdi. Çünkü toplum ahlakın en nadide özellikleri ile donanımlıydı.

 

Yıllar önce öğretmen bir yakınımla, görev yaptığı Balıkesir’in bir köyüne gidiyorduk. Yol kenarında; ceviz, elma, kestane, patates vb. çuvalları görmüştüm.

 

Sorduğumda:  “Yarın pazara gidecekler. Bir gün öncesinden hazırlanarak yol kenarına konur.” Dedi.

 

“Peki, gece bunları götüren olmaz mı?” Diye sordum. Gülerek; “ yıllardır bu böyle. Kimsenin aklına bu soru gelmez. Şimdiye kadar da hırsızlık olayına rastlanmadı.” Demişti.

 

Kirlenmeyen doğanın bağrında bir inci gibi serpilmiş; o nadide, duru, doğal Anadolu beldeleri şimdi ne haldedir bilemiyorum. İnsanımızın mayasında hala var olan, zamanla küllenmiş hasletler, su yüzüne çıktığında bizi gururlandırmakta, gözlerimizi yaşartmaktadır.

Fakat gün geçtikçe toplum olarak biraz daha bozulduğumuz da aşikâr. Yaşlılara kurulan kirli ve insafsız tuzaklarla maaşlarının nasıl gasp edildiğini, ev ve arsalarının nasıl el değiştirdiğini izliyoruz basından.

 

Kamyonetlerle elektronik mağazalarına girilerek, alenen eşyaların yağmalandığına şahit oluyoruz. Kuyumculardaki akla gelmedik hırsızlık olaylarını görüyoruz. Teknolojinin yardımı sayesinde bu oyunlar kameralara takılarak bir nebze telafi edilse de, önemli olan zararın telafisi değil, toplumun iyileştirilmesi olacaktır kanımca.

 

Umarım imrendiğimiz; paylaşan, yardımlaşan, güven veren, huzur dağıtan, gururlandıran o eski mutluluk tablolarını yeniden hep birlikte yaşarız. Çünkü kötüleri kızdıracak ölçüde daha güzel örnekler de gün be gün çoğalmakta.

 

Yine basından izlediğimize göre, bir mahallede gece yarısı birileri fakir evlerin kapılarına para zarfı bırakıyormuş. Adını ifşa etmeden, böylesi yardımları “reklamsız, basınsız” yapan elleri öpmek gerekir.

 

Manisa da bir okul kantininde; “dürüstlük alışverişi” başlatılmış. Her öğrenci alacağı ürünü kendi seçiyor ve parasını kasaya bırakıyor. Para üstünü de yine denetimsiz kendi alıyor. Sevinçle izledim, mutlu oldum.

 

Bütün bunlar, yıllardır bizde var olan dürüstlüğün, doğruluğun, mertliğin ürünleri. Bir zamanlar her yerde, hepimizde vardı. Kötü örnekler, bunları yavaş yavaş bizlerden götürdü malesef.

 

Burada elbette ki “aileye, eğitime ve basına ve devlete” büyük görevler ve sorumluluklar düşmektedir.

 

Okullarda eksikliği hissedilen, belki de sınav koşuşturmalarından ötürü yeterli zaman ayrılamayan “eğitim” uygulamaları üzerinde umarım bundan böyle daha fazla durulur.

 

Çok iyi yetişmiş bir mühendise, mimara, programcıya elbette ihtiyacımız var. Fakat çürük ev yapanına, başkalarının paralarını bilgisayar hileleri ile hesaplarından çalanlarına asla toplumun tahammülü yoktur.

 

Eğitim kurumlarımızda “değerler eğitimi” uygulamalı olarak etkili şekilde sürdürülmelidir. Eğitim; “kalıcı davranış değişikliği” demektir. Bizi insanlaştıran güzel davranışlar, değerler kalıcı hale getirilmelidir. Öğretmenler iyi örnek olmalıdır.

 

Aileler artık çocuklara zaman ayırmanın, onlarla etkili ve anlamlı vakit geçirmenin elzem olduğunu bilmelidir. Onlara değer vererek, gerçek rol model olmalıdırlar.

 

Basın her haliyle kötülüklerden toplumu uzak tutmalı. Kötünün, çirkin davranışın değil, iyinin, güzelin örneklerini haber yapmalıdır.

 

Devlet de; çocuklara örnek çizgi filmleri, programları artırmalı, Momo, Mavi Balina gibi zararlı oyunlara engel olunmalıdır. Kaliteli aile ve toplum programları, filmleri çoğaltılmalıdır.

 

Devlet bir canlı organizmadır. Uzvunu meydana getiren kurumlar sağlıklı olursa güzel çalışır, büyür gelişir serpilir. Kurumları oluşturan da bireylerdir. Yani bir ülkeyi kalkındıran mutlu eden iyi yetişmiş ahlaklı insanlardır.

 

Aksi durumda sıkıntılar, sorunlar bitmez. Hakkımız olan mutluluğu yakalayamadan peşinde koşar dururuz.

 

“Dürüstlük pahalı bir mülktür, ucuz insanlarda bulunmaz.” Hz. Ömer

 

Güzellikleri özleyen gönüllerin, bu özlemlerine kavuşması dileklerimle.

 

Sevgiyle kalın…

 

 

 

 

Mehmetçiğin Zaferi Ve Hezimete Uğrayanlar

 

 

Kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri, Özgür Suriye Ordusunun desteği ile DEAŞ ve PYD oyunu ile işgal altına alınan Afrin’i kurtararak büyük bir zafere imza atmıştır.

 

Böylelikle uzun süredir PKK’ nın zulmünü çeken yöre halkı da özgürlüğüne ve yaşama hakkına kavuşmuştur. Mehmetçiğin müşfik yardımını ve tebessümünü gören sivil halk, gizlendikleri sığınaklardan çıkarak şükür secdesine kapanmış, askerimize sarılarak, “nerede kaldınız, daha önce neden gelmediniz” tatlı serzenişlerinde bulunarak mutluluk gözyaşı dökmüştür.

 

İran sınırından Akdeniz’e kadar bir koridora, 30 bin PYD-YPG teröristini yerleştiren ABD, her türlü desteği de sağlamış ve eğitmişti. Afrin’ de ele geçirilen cephanelik, tıbbi malzeme, gizli hastane ve modern tüneller  bunu teyit etmektedir.

 

Barzani’nin Kuzey Irak’ta kurmaya çalıştığı, “İkinci İsrail”, Kuzey Suriye’de de tarumar oldu, Türkiye ve Türk düşmanlarının başına yıkıldı.

 

Askeri uzmanların ve ele geçen mühimmatın ortaya koyduğu acı gerçek; ABD’ nin, PYD-YPG teröristlerine en az 5 bin tır silah yardım ettiğidir. Fakat kalleşçe, sinsice kan dökmeye alışık teröristler, Mehmetçiği görmeden, adını duyar duymaz tavşanlar gibi kaçarak bu silahları terk etmiş, kullanma fırsatı bulamamışlardır.

 

ABD’nin  PKK ve PYD’yi kullanarak Türkiye’ye karşı başlattığı silahlı  savaş böylelikle hezimete uğramıştır. ABD’ye asla güvenilemez. ABD bir yandan Türkiye’yi zayıflatmak için PKK’yı kullanırken, diğer yandan da Suriye’ye yerleşerek buranın petrollerini sömürmeyi planlamaktadır. ABD’nin DAEŞ’le mücadele palavrası asla gerçekçi değildir.

 

ABD’nin desteği ile devlet olmaya yeltenen terör örgütleri, “Afrin”in alınması ile bu hayallerinin nasıl tuz buz olduğunu da idrak etmiş oldular. Tabi sadece bu değil, yaşadıkları lüks villaları terk etmeleri, verdikleri büyük kayıplar da içlerine oturmuştur.

 

Türkiye’nin “Zeytin Dalı Harekâtı” Batı’nın da ağzının tadını kaçırmıştır. “Siviller vuruluyor” iftirası ile bir şey çıkaramayınca, “Türkiye hastaneleri vuruyor” yalanına sarıldılar. Avrupa devletlerinin birçoğunda Türkiye aleyhine yapılan yürüyüşler, masumane ve haklı olmayıp, kasıtlı ve düşmanca bir tavırdır.

Bu düşmanca fikir ve davranışların arkasında elbette ki FETÖ ve PKK yandaşlarının propagandaları da bulunmaktadır.

 

ABD’nin Suriye iç savaşında Türkiye ile ilgili stratejisi, Türkiye’yi yeniden vesayeti altına almaktı. Fakat CIA ve Pentagon, yandaşları teröristlerle birlikte Suriye ve Türkiye’de hezimete uğramıştır.

.

Sevgiyle kalın…

ABD Türkiye’nin Düşmanlarını Neden Destekliyor?

 

Fırat’ın doğusundaki Suriye topraklarının yaklaşık % 30 u ABD kontrolündeki, çoğunluğunu YPG militanlarının teşkil ettiği koalisyon güçlerinin (SDG nin) elindedir.

SDG nin kontrol ettiği toprakların Türkiye ile sınırı yaklaşık 550 km. dir. Bu alanda çoğunluğunu YPG-PKK nın teşkil ettiği silahlı bir güçler bulunmaktadır. Bu güç ABD nin verdiği ağır silahlarla donatılmış ve eğitilmiştir.

ABD çıkarları bakımından Ortadoğu önemlidir. Çünkü Dünyadaki işletilebilir en büyük petrol rezervleri Ortadoğu’da bulunmaktadır. ABD, bu önemli enerji kaynağını çıkarları doğrultusunda kullanmak istemektedir.

Bu yüzden ABD, petrol bölgesini abluka altına alarak Çin’i hizaya getirmek ve İsrail’in güvenliğini sağlamak için ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ ni dizayn etmiştir.

Bu projede; aralarında Türkiye’nin de bulunduğu, Fas’tan Basra körfezine kadar uzanan bölgede, 22 devletin rejiminin ve sınırlarının değiştirilmesi planlanmıştır.

Ortadoğu’dan petrol nakliyatının kesintisiz olarak sürdürülebilmesi ve güvenliğinin sağlanması için ABD yeni üsler edinmek, yeni müttefikler bulmak peşindedir.

Bunun için Kuzey Irak, Kuzey Suriye, Güneybatı İran ve Güneydoğu Türkiye’yi içine alacak ‘Büyük Kürdistan Devleti’ ni kurma vaadiyle PKK ve PYD yi piyon olarak kullanmaktadır. Böylelikle aklı sıra Türkiye ile İran’ı da hizaya getirecektir.

BKD için ilk adım iki körfez savaşı ile atılmış, ‘Irak Kürt Bölgesel Yönetimi (IKBY) adıyla, Irak’ın kuzeyinde, “Özerk Kürt Bölgesi” kurdurulmuştu. Bölge Lideri Barzani gaza gelerek, 25 Eylül 2017 de bağımsızlık ilan etmeye kalkıştı, Türkiye ve İran’ın kararlı ve sert tutumu yüzünden bağımsızlık ilanından vazgeçildi.

ABD, kuzey Irak’ta yaptığı çirkin ve kirli oyunu, şimdi Kuzey Suriye’ de tezgâhlama peşindedir. Fakat Türkiye bu oluşuma asla izin vermeyecektir. Çünkü bu durum, Türkiye’nin Milli beka sorunudur.

Bu yüzden şanlı ve kahraman Mehmetçik şu anda kuzey Suriye’de bulunmaktadır. Harekâtın çok başarılı geçmesi, PYD ve PKK’nın uçuk hayallerini tüketirken, ABD’nin de kirli tuzağının bozulmasına ve telaşlanmasına sebep olmuştur.

ABD ve Türkiye’nin ilişkileri Afrin harekâtının Menbiç’e de uzanacağının açıklanması ile daha da gerildi. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, “Biz Menbiç’e geliyoruz, hadi çıkın” derken, ABD üst düzey iki komutanı bölgeye giderek YPG askerleriyle yan yana poz verdi.

Bu sıcak gelişmeler ışığında ABD Başkanı Donald Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı Korgeneral Herbert Reymond McMaster koşar adım Türkiye’ye geldi.

 

Bu ortamda, ABD Dışişleri Bakanı Tillerson ve McMaster’ın Türkiye’ye gelmesi Türk Milletinin kızgınlığına ve tepkisine neden olmuştur.

Başbakan Yardımcısı Sayın Bekir Bozdağ, yaptığı açıklamada, “Türkiye’yi ikna etmeye gelmeyin”,  gidin eğittiğiniz donattığınız silah verdiğiniz lojistik destek sağladığınız terör örgütleri ile ilgilenin. Onlara verdiğiniz silahları toplayın bir daha vermeyin. ‘Türkiye’ye karşı terörist eylem yapmayın’ deyin.” ifadesini kullandı.

Görünen o ki, Türkiye haklı ve kararlı olduğu Afrin ve Menbiç harekâtında geri adım atmayacaktır.

Herbert Reymond McMaster ile Tillerson’ın Türkiye’ye getirdikleri kirli ve küstah teklifler kendileriyle geri gidecektir.

Sevgiyle kalın.

 

 

ABD’nin Dostça İhanetleri

 

 

seyfettin karamızrakTrump’ın planı Suudi Arabistan ile İran arasında savaş çıkarmaktır. ABD piyonu Suudiler bu yüzden sürekli İran’ı tahrik etmektedirler.

 

İran’da olay çıkaranlar; İran Komünist Partisi, Afganistan’dan gelen ABD’nin paralı haçlı askerleri, DEAŞ, PKK’nın İran kolu ve ABD güdümündeki terör örgütleridir.

 

Trump ve Netanyahu İran’da bir darbe beklentisi içinde rejimin devrileceği zannıyla terör estirenlere vaatlerde bulundular. Fakat umduklarını bulamadılar.

 

Orta Doğu ülkelerini yöneten diktatörleri bu ülkelere atayan ABD’dir. Buna rağmen ABD hegemonyasındaki Atlantik İttifakı çökmeye başlamıştır.

 

ABD’nin dünya üzerinde eski hâkimiyetini sürdürebilmesi için tek kozu “terör” dür. Dünya barışını önleyen, iç savaşları çıkartan ve bütün terör örgütlerini kontrolünde tutan CIA ve MOSSAD’dır.

 

ABD emrindeki DEAŞ teröristleri Suriye’nin zengin petrol bölgelerini işgal etmiş, sonra da DEAŞ’ tan temizlenerek PYD/ YPG’ ye verilmiştir. Irak ve Suriye’yi ABD enkaz hâline getirmiştir.

 

Orta Doğu’da İsrail’in ve ABD’nin hâkimiyetine karşı çıkan iki ülke var. Bunlar, Türkiye ve İran’dır.

 

Büyük İsrail’in “Nil’den Fırat’a” projesi için bu iki ülkenin, ABD ve İsrail’in vesayeti altına alınması planlanmaktadır.

 

 İran sınırından, Türkiye sınırını takip ederek Akdeniz’e uzanan Kürt koridoru, İsrail’in müstakbel toprağı olarak görülmektedir.

 

Fakat Barzani’nin bağımsızlık ilanının başarısız olması, Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etmesinin tutmaması, ABD ve İsrail’i hezimete uğratmıştır.

 

Rakka’daki operasyonda, DEAŞ’ın ABD’nin emrinde bir örgüt olduğu gün ışığına çıkmıştır.

PYD kampına ABD helikopterleriyle DEAŞ liderlerini taşıyan YPG ile DEAŞ, ABD’nin emrindedir. YPG ve DEAŞ asla birbirleriyle savaşmadılar, bölgedeki Sünni Araplara soykırım yaptılar.

Hava saldırılarında büyük kayıplar veren terör örgütleri, kendilerine saldıran hava araçlarından bir şekilde korunmaya başlamışlardır. Bu imkân teröristlere batı ülkeleri tarafından sağlanmaktadır.

 

ABD’nin PYD’ye teklifi: “Türkiye sınırında 1000 kişilik ordu kurun, bütün gücümüzle yanınızdayız…”şeklindedir.

 

Anlaşılacağı üzere, bütün oyunlar; “ORTADOĞU” ve TÜRKİYE” üzerine oynanmaktadır. Bu oyunun baş aktörü; ABD ve İsrail olmak üzere bazı batı ülkeleridir.

 

Son gelişmeler, yine sürprizlerin olacağını göstermektedir. ABD, kıytırık söylemleriyle bu sinyali vermektedir. Türkiye  gerçekleri yakinen bilmekte, adımlarını ona göre atmaktadır. Bekleyip göreceğiz.

 

Sevgiyle kalın…

 

 

ORTADOĞU SATRANCI

 

 

seyfettin karamızrak

Uluslararası ilişkiler bir satranç oyunudur. Kazanma diplomasisi, karşılıklı çıkar ve ikna etme sanatıdır. “Güçlülerin hep haklı çıktıkları” devir bitmiştir.

Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel,  Berlin Körber Vakfında yaptığı konuşmasında; “ABD hegemonyasının gerilediğini, bu geri gidişin gelecekte de devam edeceğini, Türkiye’nin Kürdistan Planı nedeniyle ABD ile silahlı çatışmayı dahi göze aldığını” söylemiştir.

 

İslam Dünyası, kan, gözyaşı ve kardeş kavgasına çekilerek, ülkeleri yeniden dizayn edilmeye çalışılmaktadır. Müslümanlar birbirleriyle uğraşırken, global güçler haritalarda yeni sınırlar çizmektedir. Hedef, İslam ülkelerini daha küçük etnik devletçiklere ayrıştırarak yutabilecekleri lokmalar haline getirmektir.

 

FETÖ, DEAŞ, PKK, YPG, PYD ve benzeri bütün terör örgütlerinin kaynağı ABD’dir. ABD’nin emrinde ve hizmetinde olmayan her ülke ABD’nin düşmanıdır.

 

Türkiye’yenin düşmanı olan terör örgütlerine, silah veren, yardım ve yataklık eden ABD’dir.

Ancak Trump’ın  tehdit ve şantaj yöntemiyle Kudüs’ü İsrail’e başkent yapma girişimi fiyaskoyla sonuçlanmıştır.

 

Trump’ın, “Bize karşı oy kullananları kayda alıyoruz” çıkışı tehdit ve gözdağıdır. Devletlerin siyasi iradeleri dolarla satın alınamamıştır. ABD’den en fazla yardım alan 10 ülkenin 9 tanesi ABD’ye karşı çıktı. Rusya bile Kudüs konusunda Trump’ a resti çekti.

 

ABD ve İsrail, Kudüs meselesinde hezimete uğramıştır. ABD, bu hezimetini ve İsrail’in Filistinlilere uyguladığı zulmü dikkatlerden gizlemek için İran’ı karıştırdı. Rakka’daki DEAŞ teröristlerini İran’a taşıdı. DEAŞ, Haçlı-Siyonizm kirli ittifakının paralı askerleridir. Müslümanlıkla asla ilgileri yoktur.

 

ABD’nin yeni planı, Mısırlı Hıristiyanları Mısır’dan ayırarak sözde bağımsız bir devlet yapmaktır. Makam hırsı aklı örttüğü için Mısır’ın dikta rejimi bu gerçeği görememektedir.

 

Orta Doğu’da ABD’nin kirli oyunlarına boyun eğmeyen sadece Türkiye ve İran’dır. Bu yüzden Türkiye ve İran, ABD ve İsrail’in kirli oyunlarına maruz kalmaktadır.

Sevgiyle kalın…

İNSANLIĞIN VE BARIŞIN DÜŞMANI ABD’DİR

 

 

seyfettin karamızrakABD, yıllarca Birleşmiş Milletler’i kendi çıkarları için kullandı. İstediği kararları çıkarttı, istemediklerini önledi.

 

Bu sefer ABD müthiş bir hezimete uğradı. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinde 14’e karşı 1 ve Genel Kurul’da 128’e karşı 9 hayır 35 çekimser ile adeta toz duman oldu. Bu sonuç, ABD’nin hezimeti, haksızlığının ve suçunun belgesidir.

 

İkinci İsrail’in kurulması için ABD ve Avrupalı Yahudiler, Brüksel’de Kürdistan için “Yahudi Koalisyonu” adlı bir örgüt kurdular. İlk toplantılarını da İsrail Meclisinde yaptılar.

 

İsrail zulümde ve merhametsizlikte dünya şampiyonudur. Bu davranışının altında tarihsel korkaklığı ve sinsiliği yatmaktadır. Bu yüzden, “masum çocukları, engellileri, yaşlıları, kadınları ve yaralıları” bile rakip görmekte, tutuklayarak, işkence ederek zihniyetini sergilemektedir.

 

ABD, “DEAŞ ile mücadele ediyorum” maskesi ile Suriye ve Irak’ta 20 askerî üs kurdu. “İslam Devleti” maskesi ile kamuoyunu aldatan DEAŞ, ABD’nin kirli emellerine hizmet etti.

Pentagon, kurguladığı “Yeni Dünya Düzeni” ni gerçekleştirmek için savaş istemektedir. Kudüs’ün İsrail’in başkenti ilan edilmesi bunun bir parçasıydı. Fakat düşündükleri oyun tutmadı. Kudüs şu anda çok kritik bir durum arz etmektedir. Barışın da savaşın da anahtarı durumundadır.

 

ABD geçmişte Birleşmiş Milletleri kullanarak sahte belge ve delillerle Orta Doğu’da savaş kararı çıkartabiliyor ve dünya ülkelerinin desteği ile girdiği yerde milyonlarca insanı katlediyordu. Petrol ve servetlerine el koyabiliyordu. Şu anda aciz duruma düşmüştür.

 

ABD’ye Siyonizm hâkimdir. İsrail gibi ABD de hakkın, insanlığın ve barışın düşmanıdır. Gerçek terörist bunlardır. Terör örgütlerini kuran, besleyen sevk ve idare eden bu iki ülkedir.

Şu anda Riyad yakınlarına füze atan ABD, “İran ve Yemen’den füze atıldı” diye yeni bir savaşın senaryosunu hazırlıyor. ABD’nin çıkarı para, petrol ve menfaattir.

 

Terörün gerçek kaynağı ABD’dir. İslam İşbirliği Teşkilatının İstanbul’da aldığı Kudüs ile ilgili kararı, Trump’ın  ve ABD’nin ivedilikli oyunlarını şimdilik  bozmuştur.

 

Fakat ABD’nin mutlaka bir (B) planı ve hezimetinin rövanşını alacağı başka bir hamlesi olacaktır. Bunu yakında göreceğiz.

 

Sevgiyle kalın…

 

KUDÜS KANAYAN YARA

KUDÜS KANAYAN YARA

 

seyfettin karamızrakABD’nin eski başkanı Bush, “Saddam’ın kitle imha silahları” yalanını bahane ederek; Irak’a savaş açtı. Asıl maksat Irak’ı bölmek, petrollerini ele geçirmek ve İsrail’in güvenliğini sağlamaktı. Bu planında da başarılı oldu.

 

Şimdi de Trump, “Kudüs’ü İsrail’in başkenti yapma hayaliyle”, Orta Doğu’da savaş tamtamları çalmaya başlamıştır.

 

ABD Başkanı Donald Trump, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyacağını açıkladı. Dünyanın her yerinde toplanan on binler ABD ve İsrail’i protesto etti.

 

 

“Komutanı Muhammed olan bir ümmet baş eğmez”,Korkak Trump” şeklinde sloganlar atıldı.

 

 

Cumhurbaşkanı Erdoğan, ABD’nin bu kararının bölgede ciddi zararları olacağını ifade etti. Erdoğan, “Kudüs bizim kırmızı çizgimizdir” diyerek. Böyle bir kararla Türkiye İsrail ilişkilerinin bozulacağını söyledi.

 

ABD Başkanı Donald Trump, ABD’nin Kudüs’le ilgili yeni yaklaşımını açıklayarak, “Kudüs’ü resmen İsrail’in başkenti olarak tanıma zamanı gelmiştir. Dışişleri Bakanlığına, Tel Aviv’deki büyükelçiliğimizin Kudüs’e taşınması için hazırlıklara başlaması talimatını verdim.” dedi. Ancak elçiliğin taşınmasıyla ilgili herhangi bir zaman çizelgesi öngörmedi.

 

Söz konusu adıma rağmen İsrail ile Filistin arasındaki barış süreci için çok ümitli olduğunu “yalanını” dile getiren Trump, “ABD olarak İsrail ile Filistin arasında iki devletli çözümü hala destekliyoruz.” değerlendirmesini yaptı.

 

ABD yönetiminin, 1995’teki Kudüs Büyükelçilik Yasası’na göre İsrail’in başkenti Tel Aviv’deki büyükelçiliğini Kudüs’e taşıması öngörülüyordu.

 

Ancak söz konusu yasa 21 senedir Bill Clinton, George W. Bush ve Barack Obama’nın başkanlık dönemlerinde her 6 ayda bir “ulusal güvenlik” gerekçesiyle erteleniyordu.

 

Doğu Kudüs’ü 5 Haziran 1967’de işgal eden İsrail, 1980’de tek taraflı olarak kentin doğusunu ve batısını “birleşik başkenti” ilan etti.

 

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BGMK), 1980’de kabul ettiği 478 sayılı kararla, İsrail’in ilhak ve başkent ilanını geçersiz saydı.

 

BMGK kararı çerçevesinde, ABD dahil uluslararası toplum Doğu Kudüs’ün işgal altında olduğunu kabul ediyor.

 

İsrail yönetimini tanıyan tüm ülkelerin büyükelçilikleri Tel Aviv’de bulunuyor. Hiçbir ülke, Kudüs’ü ya da doğu ve batı bölümlerini başkent olarak kabul etmiyor.

 

Türkiye, Malezya, Endonezya, Ürdün, Lübnan ve pek çok ülkede Kudüs’le ilgili protesto gösterileri düzenleniyor. Müslümanlar, “Kudüs’ün yanındayız.” “Kararı tanımıyoruz” mesajları veriyor.

 

Bütün bunlara rağmen; S. Arabistan, Kudüs’ün İsrail’in başkenti olması konusunda Trump’a söz vermiştir. S. Arabistan’ın Ehl-i sünnet düşmanı müftüsünün fetvası ise, “İsrail ile savaşmak caiz değildir” şeklindedir.

 

ABD, Trump’ın hamlesiyle Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan ilk ülke oldu. Uluslararası toplumun tepkisini çeken Trump yönetimi, bölgenin kaosa sürükleneceği ve Orta Doğu ihtilafının daha da çözümsüz hale geleceği uyarılarını göz ardı etmektedir.

 

Sevgiyle kalın…