Etiket arşivi: Seyfettin

ANNE OLMA SANATI-1

ANNE OLMA SANATI-1

 

 “Anne elinden tüm dünyaya tutunur insan, o eli bir bıraksa bir ömür yutkunur insan.

 

Hani derler ya lideri şartlar mı ortaya çıkarır. Yoksa lider mi doğulur? Annelik de böyle bir şey. Her kadın anne olarak dünyaya gelir. Fakat sosyal çevre eğitim bu kavramı estetik hale getiri. Daha bir doyulmaz olur anne duygusu.

Bir kere anne olabilmenin “olmazsa olmazları” vardır. Bu duygu ve davranışlar onlara özgüdür ve doğuştandır:

“Merhamet, sınırsız sevgi, koruma kollama duygusu, şefkat, sahiplenme, inanılmaz bir bağlılık ve özveri,  empati, değer verme, samimiyet, halden anlama, yardımlaşma, paylaşma, yaşama sevinci, olumlu davranışları kazandırma azmi ve isteği, özenme, gıpta etme, gurur duyma, özlem, sorun çözme, rehabilite etme becerisi, vb.”

Aklımıza gelebilenleri saymamıza rağmen, yine de anne sözcüğüne içerdiği değeri tanımlayan değerli söylemleri yükleyemediğimizden eminiz. Çünkü bir anne bunlardan çok daha fazla güzelliklere, bulunmaz eşsiz hazinelere maliktir. Yani annelik bunlardan da öte, erişilmesi, anlaşılması ve anlatılması çok zor fakat en zevkli, nadide bir sanattır.

Bu zikredilenler evladına karşı normal koşullar içinde hissettikleri ve yaptıklarıdır. Fakat hayat denen uzun ve meşakkatli yol, her zaman düz gitmemektedir. Yokuşlarla, hendeklerle, bin bir güçlükte, hüzünlü engellerle ve  tehlikelerle doludur.

İşte anne, yüreğinde biriktirdiği bu güzelim hasletlerle evladını yoğurabilmek için, yaşam yolundaki engelleri de aşmak zorundadır. Özellikle de ülkemizde annenin işi daha bir güçtür.

Geçim sıkıntısı, eşiyle uyumlu ve sağlıklı bir yuva kurabilmenin mücadelesi, kaynana, görümce, çekişmeleri, komşuluk ilişkileri vb. sorunlar da annenin yüreğinde onulmaz yaralardır.

Çoğu zaman babaların yapması gereken işler de anneye havale edilmektedir. Çocukların eğitimi, veli toplantıları, oyun oynamaları, gerek duydukları bir takım yardımlar(ödev, proje hazırlama, gözlem, kitap okuma vb.) bunlara örnek verilebilir.

Babadan da yeterince yardım alamayan anne, bazen yapayalnızdır bu sorunlarla baş etmede. Buna rağmen O, çocuğunu itinayla besler, üstünü başını giyeceklerini, yiyeceklerini eşyalarını özenle seçer yıkar ütüler. Zaman ayırarak ninniler söyler, masallar anlatır, kitap okur. Çocuğunun odasını toplar, temizler. Okula hazırlar, gezdirir, isteklerini karşılar.

Bu kadar mı? Asla, sorunlarını dinler, moral verir, teselli eder. Üzüntülerine, acılarına, can sıkıntılarına, tebessümle, tatlı söylemlerle, okşamalarla merhem olur, mutlu olmasını sağlar.

Çocuğunun arkadaşlarına kapısını, yüreğini açar, misafirperverlik yapar, değer verir, ikramlarla, jestlerle evladının on öre olmasını, gurur duymasını sağlar. Kendisi ile arkadaşları ile, çevresi ile barışık içinde yaşamasına katkıda bulunur.

Bazı babaların vurdumduymazlığı karşısında, çocuğunun baba özlemini ve sevgisini telafi etmeye çalışır. Babaların hatalarına kırılan biricik evlatları, yine anneler teselli eder. Babaya karşı menfi duygular beslemesine mani olucu, yapıcı nasihatlerde bulunur.

“Baban aslında seni çok seviyor, fakat işi ağır, zaman bulamıyor.” “Sen babanın aldırmazlığına bakma, seni çok seviyor fakat belli etmiyor. “Hadi yakışıksız söylem ve tavırlarından ötürü babandan özür dile. Bu günlerde işi yoğun biraz , o yüzden sinirli.”  Baban seni elbette ki anlıyor, zamanı olunca seninle bolca ilgilenecektir.”

Türden konuşmaların mimarı yine annedir. Annelerin bu yapıcı birleştirici ve sevilen imajları olmasa çoğu evde baba evlat kavgalarının ve kırgınlıklarının sonu gelmeyecektir.

Belli yaşlarda babaya açılmayan konular yine anneye iletilir. Bir gruba katılma, bir istek, karşı cinsle kurulan arkadaşlıklar. Hatta evlilikler önce anneye açılır. Babanın hoşuna gitmeyen taraflar, anne tarafından yumuşatılarak ikna sebepleri hazırlanır ve babaya götürülür. Evlat haksız da olsa anne yanındadır. Savunur, ortamı yumuşatır, tarafları ikna eder.

Gurbete düşen evlatların ilk aradığı annedir. Özlenen, aranan yüreğe kederi , özlemi düşen annedir. Yemekleri, gülümsemesi,  ilgi ve iltifatı, oh çektiren bal tatlısı söylemleri evladın can simididir. İster ki konuşmalar hiç bitmesin. Bilinen fakat duyulması mutlu eden anılar tekrar tekrar paylaşılır. Zihinlere depolanır, gözlerde sevin taneciklerine, gönüllerde huzur çiçeklerine dönüşür.

O yüzden kötü ve çirkin anne yoktur. Bütün anneler evlatların gözünde nadide çiçek, miskler kokan manolya, pırlantaların aciz kaldığı en değerli hazinedirler. Onlar biricik, vazgeçilemez, uzak kalınamaz, müstesna kahramanlar, her sıkıntı ve gamı bir tebessümle bertaraf eden en seçkin psikologlardır.

Bu yüzden çocuklar her yaşta, hala annenin gözünde çocukturlar. Üstünün örtülmesi, üşütmemesi, ihmal etmemesi gerekenler bir çırpıda anne tarafından sıralanır. Kaç yaşında olması hiç önemli değildir evladın. Hala minicik, narin, bazen yaramaz, ihtimam isteyen korunması gereken bir çocuktur o.

Yıllar önce annemi kaybettim. En çok özlediğim yanı cömertliği ve merhametiydi. Bir de gönülden, eşi benzeri olmayan duaları. Vefatında, hiç tahmin etmediğim yüzlerce kişi arayarak kendilerine yaptıkları iyilikleri anlatıp, gözyaşı dökmüşlerdi. Bu iyiliklerin hiçbirisinden haberimiz yoktu oysa.

Bir seferinde annemi memlekete göndermek için otobüse bindirmiştim. Elini öperek aşağıya indim. Az sonra otobüs hareket etti. Biraz gittikten sonra durdu, içinden bir bey indi.

“Şu numarada oturan annenin oğlu kimdir” diye seslendi. Birden telaşlandım, dediği koltuk annemindi. “Benim” diye heyecanla sordum. Gülerek, “korkma beyefendi, annen gayet iyi. Ben yakınındaki koltukta oturuyorum. Elimde olmadan kulak kesildim; öyle bir dua edişi vardı ki hayretle, gıptayla “teyze kime böyle dua ediyorsun” diye sordum.

“Beni uğurlamaya gelen oğluma” dedi. “Sizi tanımak için otobüsü durdurdum. Allah aşkına söyleyin, annenize ne gibi iyiliklerde bulunuyorsunuz ki böylesine içten eşi emsali olmayan dualar ediyor. Bana böyle bir dua edilmesi için inanın bütün servetimi verirdim. Sana gıpta ediyorum” dedi. Rahatlamıştım, gülerek, “o hep böyledir, iyilik yaptığımdan değil, sevgisinden ve gönül zenginliğindendir” dedim. Adam beni tebrik ederek otobüse bindi. İşte anneler böyledir.

 

İşte onun için anneler özlenir. Dudaklarından sessizce süzülen yumuşacık ve tatlı duaların huzuru özlenir. Kendi açtığı üstünün, annesi tarafından ihtimamla, özenle şefkatle örtülmesi özlenir. Azıcık üşütmüş olduğu halde, durumun abartılarak telaşlanması hali özlenir. Gülümsemesi, okşaması, sarılması, ninnileri özlenir.

Biricik, vefakâr, merhamet timsali, sevgi okyanusu, yüreklerimizde açan nadide çiçeklerimiz. Hayatımızın anlamları, ömrümüzün huzuru, hanelerimizin direği, baş taçlarımız.

Her gününüz huzurlu, sağlıklı ve mutlu geçsin… iyi ki varsınız… Bizler ne yapardık sizler olmasaydınız…

Sevgiyle kalın…

Seyfettin KARAMIZRAK

 

 

 

DEPREM ÜZDÜ ÖRNEK DAVRANIŞLAR GURURLANDIRDI

DEPREM ÜZDÜ ÖRNEK DAVRANIŞLAR GURURLANDIRDI

Elazığ’da 24 Ocak 2020 Cuma akşamı, bütün yurdu üzüntüye boğan;  6,8 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Evler yıkıldı canlar kaybedildi. Türk milleti nefesleri tutulu gözleri yaşlı ve kalbi buruk şekilde TV kanallarına kilitlendi.

17 Ağustos 1999 Gölcük depremi düşünüldüğünde bu hüznümüzü hafifleten en büyük teselli can ve mal kaybının nispeten az olmasıdır.

Gölcük depreminde, çekilen acıları daha da üzücü kılan, zamanında gerekli müdahalenin ve yardımın yapılamamasıydı. Bu yüzden kayıplar büyük, yürekler buruk ve acılar kalıcı oldu.

Elazığ depremi ile ilk anda yaşadığımız korkularımız ve akan gözyaşlarımız, zaman zaman tebessüme, rahatlatan iç çekişlere dönüştü. Bunun sebebi de gıpta edilecek, gurur duyulacak yardımlaşma ve dayanışmanın en nadide örneklerini görmek olmuştur.

Türkiye Elazığ depreminin ardından tek yürek oldu. Türk milleti duada depremzedelere hayırlar, sağlıklar yardımlar diledi. Bununla birlikte kimi maaşını bağışladı, kimi çevresini organize ederek yardım topladı. Anneler bacılar kazak ve çorap örüp gönderdi, kimi de orada olamadığı için özür diledi…

Kimi canını hiçe sayarak enkaza daldı, kimi darda kalanlara bir soluk nefes, yaşama tutunması için sıcacık el oldu. Herkes seferberdi, herkes tek soluktu. Herkes oradaydı, kimi bedeniyle, kimi de kalbi ile.

Bunları yaşlı gözlerle izlerken tebessüm ettik, göğsümüz kabardı. Gurur duyduk, kenetlendik. Millet olmanın hazzını yaşadık, hüzünde de sevinçte de. İşte yüreğimize dokunan  örnek gelişmelerden bazıları:

“Adı Emine Kuştepe, O kahraman bir UMKE görevlisi. Enkaz altında kalan Azize ile telefonla irtibat kurdu. Sakin olmasını, ne yapması gerektiğini anlattı. Arada Kürtçe konuşup talimatlar verdi. “Herkesi konuştur, sakın susmayın” dedi. Azizenin ve diğerlerinin yerini öğrendi. Ekipler Azize ile beraber birçok kişiyi çıkarmayı başardı…”

“Tokat’ın Reşadiye ilçesinden 75 yaşındaki Hayriye KAYA yaptığı anlamlı bağışla gözleri yaşlandırdı. Üç ayda bir aldığı; “yaşlılık maaşı” ndan depremzedelere battaniye alınması için 100 TL bağışta bulundu.”

“Antalya’da bir bayan, kalbinin en derin yerinden satırlara döktüğü; “burada hiç kullanmadığım bir yorgan var. Çeyizimden çıkardım. Kime ulaştıysa onu sıcacık ısıtsın…” ifadelerini yazarak yorgana iliştirip gönderdi. Okuyanları duygulandırdı.

“Gölcük’ten bir aile gönderdiği yardım malzemelerinin üzerine; “Yıkanmış ve ütülü kıyafetler vardır. Depremi en ağır şekilde yaşayan insanlar olarak yanınızdayız. Acınız acımız, geçmiş olsun.” Notunu iliştirdi. Belli ki gönlüyle Elazığ’a gitmişti…

“Düzce’de yardım toplanırken, 6 yaşındaki Muhammet montunu çıkartıp depremzedelere gönderilmesi için görevlilere uzattı. İçi alev alevdi, üşümek aklına gelmiyordu. Üzüntülü ve samimiydi…”

“Elazığ’ın Çevrimtaş köyünde, içleri ısıtan bir olay yaşandı.  Askerler depremzedelere yardıma koşmuştu. Bir asker ateş önünde ısınan depremzede Ramazan Ermek’in ayağında çorap olmadığını fark etti. Ayağındaki çorabı çıkartıp depremzedeye kendi elleriyle giydirdi. Askerin küçük ama anlamı büyük hareketi nedeniyle duygulanan Ermek gözyaşlarına hâkim olamadı.”

“Van’ın Erciş ilçesinden ilkokul 2’inci sınıf öğrencisi Eyüp Ömür Dindaroğlu, Elazığ’a anlamlı bir yardım kolisi gönderdi. Biriktirdiği harçlıklarıyla oyuncak ve kırtasiye malzemesi alarak yetkililere teslim etti. Yardım kolisine, “Elazığlıların derdini en iyi bilen Ercişliler olarak yanınızdayız ve elimizde olan imkânları sizinle paylaşmak istedik. Biz kocaman bir aileyiz. Çünkü biz Türkiyeyiz. Ben 2/A öğrencisi Eyüp Ömer Dirdaroğlu olarak sizleri Alah’a emanet ediyorum. Erciş’ten kucak dolusu sevgiler” yazılı bir mektup bıraktı.

“Yardım poşetlerinden birisinin içerisinde öyle bir mektup vardı ki “işte Anadolu insanı bu” dedirtti. Ordu’dan gönderilen mektupta: “Elazığ’daki depreme çok üzüldük. Bizleri sarsıntısı bile çok korkuttu, siz ise yıkım yaşamışsınız. Canınız yanarsa canımız yanar. Keşke orada olup size kendi ellerimizle yardım edebilsek. O zaman içimiz daha rahat ederdi. Ama havalar soğuk diye hem battaniye koyduk hem de kardeşliğimizle içiniz ısınsın diye size bunu yazmak istedim. Umarım kaybolmaz ve okursunuz. Bizi yanınızda hissedin. Allah sizi çok korusun. Ordu’dan sizler için dua ediyoruz…” ifadeleri herkesi duygulandırdı.

“Lüleburgaz’dan, Elazığ’a gönderilmek üzere küçük bir kız çocuğu tarafından verilen pakette 15 lira ve “Harçlığımdan veriyorum. Size çok üzüldüm. Çok geçmiş olsun. Siz hiç üzülmeyin. Sevgilerle…” yazılı not bulundu.”

“İzmir’den Elazığ’a gönderilen yardım paketlerinde Çocuk bezlerinden birinin üzerine iğnelenmiş, “Yeni alacak başka param yoktu. Kızıma aldığım paketi gönderdim. Geçmiş olsun kardeşim. Allah, sizlere sabır ve şifalar versin…” yazılı isimsiz not, okuyanları duygulandırdı.”

“Edirne’nin Keşan ilçesinde toplanan yardım kolilerinin içinden depremzedelere yazılmış ‘geçmiş olsun’ notları çıktı. Bir çocuğun oyuncağını koyduğu zarfın üzerine ise ‘Sen de paylaş, ben oynadım, sen de oyna’ yazdığı görüldü.

Başka bir notta; “Keşke daha fazla imkânım olsaydı da çok çok şey gönderebilseydim. Özür dilerim… Yüreğim ruhum kalbim sizinle…Hepsi geçecek emin ol…Hiçbir şey olmazsa sabah olur…” notu yazılmıştı.

Ne güzel, ne güzel… Daha yazamadığımız yüzlerce gurur duyacağımız paylaşımlar var. Kuruluşların, iş adamlarının, sanatçıların, sporcuların yardım ve desteğini de ayrı ayrı zikretmek gerek… Hepsine minnettarız, gurur duyduk onur duyduk. İşte Türkiye ve Türk milleti bu… Daha ne söylenebilir ki… Bu güzellikler hep devam etsin. Hüzünlerimize silgi mutluluklarımıza katkı olsun…

Depremde emeği geçen devlet yetkililerine, görevlerini özveriyle, üstün başarıyla icra eden Türk Kızılay’ına AFAD’a,  AKUT’a vb. kuruluşlara yürekten teşekkürler…

Tüm depremzede kardeşlerime geçmişler olsun dileklerimi gönderiyor,  hayatını kaybedenlere rahmetler, yaralılara acil şifalar ve yakınlarına sabırlar diliyorum. Yüreğimiz sizinle. Çok geçmiş olsun. Mevla’m sabırlar versin. Hepsi geçecek emin olun… Hepsi geçecek…

Sevgiyle kalın…

Seyfettin KARAMIZRAK

CEREN ÖZDEMİR’İN ARDINDAN  

CEREN ÖZDEMİR’İN ARDINDAN

 

“Kuşlar gibi uçmayı, balıklar gibi yüzmeyi öğrendik, fakat bu arada çok basit bir sanatı unuttuk. İnsan gibi yaşamak.”  Martin Luther

“Dünya çok acı çekiyor: kötü insanların şiddetinden değil, iyi insanların sessizliğinden.” Napolyon

 

Ordu’da 20 yaşındaki Ceren Özdemir’in, firari mahkûm cani Özgür Arduç tarafından hunharca öldürülmesi ülkeye bomba gibi düştü. Sık sık gündeme gelen “kadına uygulanan şiddet” ve “kadın cinayetleri” nden hayli gerilen ve üzülen yüreklerimiz, bu son olayla bir kez daha yasa boğuldu.

Zanlı soğukkanlılıkla, kanları donduran şu itiraflarda bulundu: “Hapisten çıktığımda kafamda birilerini öldürmek vardı. Gözüme birilerini kestirmiştim. Ancak bir bıçak darbesiyle öldürebileceğim kişiler aradım. Ceren Özdemir’i hiç tanımıyorum. Zıpkın almayı düşündüm. Bıçak çaldım. Daha fazla kişiyi öldürmek için tabanca bulmaya çalıştım. Ama param olmadığı için yapamadım. Olay günü kızı gördüm, takip ettim…. Bıçağı rastgele iki defa sapladım. Koşarak oradan uzaklaştım. Sabah kendime yeni avlar aradım ama fırsat bulamadım…”

Soğukkanlılıkla bunları anlatan birinin normal olmadığı aşikârdır. Belli ki bu seri katilin kalbi taşlaşmış, tüm kötülükler karakteri olmuştur.

 

Katil Özgür Arduç’ un 2005 yılında ‘Kasten öldürmeye teşebbüs’ suçu işlediği, diğer suçları nedeniyle toplam; 23 yıl 79 ay 148 gün hapis cezasına çarptırıldığı anlaşılmıştır.

 

Özgür Arduç, yetiştirme yurdunda büyüdüğünü, burada bir görevli tarafından uzun yıllar işkence gördüğünü, cezaevine girdikten sonra, çıktığında o kişiyi öldürmeyi düşündüğünü söylemiştir. Fakat firar ettikten sonra rotasını masum insanlara çevirmiştir.

 

Annesiz babasız, kötü ortamlarda yetişen çocukların akıbetlerinin pek de iç açıcı olmadığını araştırmalar bize göstermektedir. Fakat asıl olan cezaevlerindeki başıboşluktur.

 

Geçen gün haberlerde; cezaevinden çıkan birinin, insanları telefonla dolandırmaya çalışırken yakalandığını dinlemiştim. Soygunculuğu cezaevinde öğrendiğini söylüyordu. Peki cezaevlerine düşenlere olumlu anlamda neden kurslar seminerler yoluyla bilgi verilmez. Ya da suç işleme potansiyeli olanlar, neden açık cezaevlerine nakledilerek kolayca kaçmaları sağlanır?

Çünkü ceza evinden izinli çıkıp suç işleyenlerin sayısı hayli kabarık. İş o vakalardan bazıları:

-Geçen ay İzmir Buca’da hükümlü Şehmuz Selçuk (24), sevgilisi Melisa Kalem’i pompalı tüfekle öldürüp intihar etti.

-Eylül ayında Emrah Yaşar, İstanbul Taksim’de üniversite öğrencisi Halit Ayar’ı (23) kendisine para vermediği için bıçaklayarak öldürdü.

-Yine eylülde Ersin Ü,  İstanbul’da eski eşi Kübra T’yi önce bıçakladı, ardından da kızgın yağ ile yaktı.

-Eylülde Ankara’da A.K, bir çocuğa cinsel istismarda bulundu.

-Temmuz ayında Samsun Bafra’da Mevlit T, tartıştığı eşi Ayla T’yi sokak ortasında tüfekle vurup ağır yaraladı.

-Temmuzda Denizli D Tipi Cezaevinden izinli çıkan M.Ö, aralarında husumet bulunan Ahmet Alkan ile amcası Süleyman Alkan’ı tüfekle vurarak canlarına kıydı.

-Haziranda İzmir’de Göksel Sağlam, iki çocuğunun annesi eski eşi Habibe Çevik ve baldızı Fatma Akdağ’ı katletti.

-Geçen yıl Ankara’da Fevzi Çelik, eşi İlknur Çelik’i 15 yerinden bıçaklayarak öldürdü.

-2017’de Murat Özkara, eşini boğazından bıçaklayarak ölümüne sebep oldu.

 

Umarım bu son üzücü vaka yetkililerin kulağına küpe olur. Ceza ve Tevkif evleri Genel Müdürü Şaban Yılmaz’a göre, Türkiye’de 78’i açık olmak üzere 385 cezaevi bulunmaktadır. Yılmaz, cezaevi kapasitesinin 220 bin olduğunu ancak 260 bin hükümlü ve tutuklunun bulunduğunu ve bugün itibari ile 40 bin kişilik bir fazlalığın olduğunu bildirmiştir.

Ülkemizde bu kadar çok cezaevi, hükümlü ve tutuklu olması, ülkemiz ve eğitimiz adına utanç vericidir.

 

Teknoloji ilerledikçe bilimsel bulguların ışığında daha kullanışlı aletler, makinalar üretilmekte. Ömür boyu paslanmazlık garantileri verilmektedir. Bir eğitim kurumu, neden mezun ettiği öğrencileri için karnelerine: “ömür boyu suç işlemez, kötülük yapmaz” ifadesini yazamamaktadır. Düşündürücü ve esef verici bir durumdur bu insanlık adına.

 

Yıllar önce, yolu düzgün olmadığı için sadece kamyonla gitmek zorunda olduğumuz bir köyün, yol kenarındaki sebze ve meyve çuvallarını görmüştüm. Bu köyün tek öğretmeni olan abime; “çuvallar niçin yol kenarına yığılmış” dediğimde, “onlar yarın sabah ilçe pazarına gidecek” demişti. “Peki gece bunları çalan olmaz mı?” soruma gülerek; “mümkün değil, buralarda böyle kötü şeylere rastlanmaz” diye cevap vermişti.

 

Evet medeniyetten, lise ve üniversiteden çok ırak, dağ başında bir orman köyü. Fakat duru, temiz ve dürüst. Şimdi aklımıza gelen soruyu paylaşalım. İnsanları eğitim mi bozuyor acaba? Yıllarca okumuş, yaldızlı diplomalar almış, kariyer sahibi insanların yaptıkları; “kötülükleri, şiddeti, insan öldürmeyi, kabalıkları, hileleri, yalanları, aldatmaları nasıl açıklayacağız?

 

Öyleyse “okumaya, ilme” kötü gözle mi bakmalıyız? Elbette ki hayır. Fakat eğitimin içinden; “acıma, değer verme, merhamet, sevgi, hoşgörü, yardımseverlik, dayanışma, yardımlaşma, ahlak, inanç vb. gibi manevi kısımlar ayıklanırsa, sadece bilgi yükleme” dediğimiz “öğretim” yönüne ağırlık verilirse, ilmin ruhu alınarak, yalnız beden kısmı inşa edilir. Ruhsuz beden de hiçbir şeye yaramaz.

 

 “Bir insanı “ahlaken” eğitmeden, sadece “zihnen” eğitmek, topluma bir bela kazandırmaktır.” Doğru ve iyi olanı bilmek ile doğru ve iyi olanı yapmak arasındaki en önemli bağlantı, doğru ve iyi olanı yapacak bir karaktere sahip olmaktır.

 

Almanya’da bir Lise Müdürü, her eğitim öğretim yılı başında öğretmenlerine şu mektubu gönderirmiş: “Bir toplama kampından sağ kurtulanlardan biriyim. Gözlerim hiçbir insanın görmemesi gereken şeyleri gördü.

İyi eğitilmiş ve yetiştirilmiş mühendislerin inşa ettiği gaz odaları, iyi yetiştirilmiş doktorların zehirlediği çocuklar, işini iyi bilen hemşirelerin vurduğu iğnelerle ölen bebekler, lise ve üniversite mezunlarının vurup yaktığı insanlar. Eğitimden bu nedenle kuşku duyuyorum.

Sizlerden isteğim şudur: Öğrencilerinizin “insan olması için” çaba harcayın. Çabalarınız bilgili canavarlar ve becerikli psikopatlar üretmesin. Okuma yazma, matematik, çocuklarınızın daha fazla insan olmasına yardımcı olursa ancak o zaman önem taşır.”

 

“İnsan görünüşlü” olmak başka, “insan olmak” başka şeydir. Kişi olabilmek için yalnızca insan görünüşlü olmanın, insan türünün herhangi bir bireyi, bir nüshası olmasına yetmeyeceğinden, insanda belli bir takım niteliklerin bulunması da gerekmektedir.

 

Şimdiye kadar hepimiz daha iyi hayatlara sahip olmak istedik, ama çok azımız “daha iyi bir insan” olabilmeyi arzuladı. Dünya, insan olanların sayesinde güzeldir.

 

“Eğitim demek, vücutta ve ruhtaki güzelliği ve mükemmelliği son mertebesine kadar geliştirmek demektir.” Platon

“Eğitimin insanı bozmaması yetmez, daha iyiden yana değiştirmesi gerekir.”  Michel de Montaigne

 

Sevgiyle kalın…

 

ARA TATİL YA DA EĞİTİM İÇİN BİR NEFES

ARA TATİL YA DA EĞİTİM İÇİN BİR NEFES

 

Verilere göre 2019-2020 Eğitim öğretim yılında; 18 milyon öğrenci ve 1 milyon öğretmen ders başı yaptı.

2019 2020 eğitim öğretim yılında ilk kez ara tatilli yeni çalışma takvimi uygulanacak. Teneffüs saatleri 10 dakikadan 15 dakikaya çıkarıldı. İşte tatil takvimi:

 

Birinci yıl ara tatili         : 18-22 Kasım 2019

Yarıyıl tatili                     : 20-31 Ocak 2020

İkinci dönem başlangıcı : 03 Şubat 2020 Pazartesi

İkinci dönem ara tatili   : 06-10 Nisan 2020

Eğitim öğretim yılı sonu: 19 Haziran 2020 Cuma

 

Bu takvime göre öğrenciler,  15 kasım 2019 Cuma gününden sonra: 18-22 Kasım 2019 tarihleri arasında yer alan 5 günlük  tatile çıkacaklar. Hafta sonları ile birlikte dokuz günlük bir ara tatil yapmış olacaklar.

Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk, ara tatil etkinlik programıyla ilgili yaptığı açıklamada: “Adına ara tatil diyoruz ama aslında bu ara tatiller eğitim için derin bir nefes. Çocuğun sporla, sanatla, doğayla, kültürle buluşması için bir haftalık bir fırsat” dedi.

Eğitimi çok daha geniş bir alana yaydıklarını belirten Sayın Selçuk: “Çocuklarımızın 81 ilde yapabileceği faaliyetleri oluşturduk. Çocuklar için bu bir hafta hem dinlenme hem de hayattan beslenme, yaşamdan öğrenme için bir fırsat olacak” dedi.

Milli Eğitim Bakanlığı, Ortaöğretim Genel Müdürü Yusuf Büyük ise, 2019-2020 eğitim-öğretim sezonunda ilk defa uygulanacak olan ara tatille ilgili açıklamalarda bulunarak; Bu ara tatil, eğitime verilmiş bir ara değildir. Bu tamamen çocuğun okul dışında doğayla, çevreyle, sanatla, sporla, kültürle ve değerlerimizle buluşmasıdır.

Bu faaliyetler öğrencilerimize zorunlu değildir ve öğretmenler eşliğinde yapılmayacaktır. Öğretmenlerimiz, okullarda mesleki çalışmalarına katılacaklar. Öğrencilerimiz, aile büyükleri, aileleriyle birlikte bu faaliyetlere katılabilecekler” açıklamasında bulundu.

Genel Müdürü Yusuf Büyük; “aratatil.meb.gov.tr adresine girildiğinde karşılarına Türkiye haritası çıkacak. Öğrenciler hangi ilde yaşıyorsa ya da, tatile gittikleri bir il de olabilir, o ile tıkladıklarında karşılarına 5 günlük faaliyet raporu çıkacak. Saat saat, gün gün, hangi okul öğrencilerinin katılabileceğini gösteren programlar sisteme girildi” Dedi.

Yerel yönetimler, üniversiteler, STK’lar, vakıflar, Kızılay, Yeşilay kuruluşları o faaliyete katılan öğrencilere rehberlik edecek elemanları ayarlayacak, etkinliklerin başında bu elemanlar bulunacak. Öğrenciler ücretsiz olarak faaliyet alanlarına gidecekler” şeklinde konuştu

Diğer yandan bazı uzmanlar, öğrencilerin, özellikle de okuma yazmayı yeni öğrenen birinci sınıfların derslerden soğuyacakları ve bildiklerini unutacakları görüşündeler.

Çalışan anne, babalar ise bir haftalık tatilde çocuklarını bırakacak yer aramanın telaşına düştüler.

Ara tatilin getirdiği bazı endişeler de var bazı öğretmen ve ailelerde. Bazı yorumlar şöyle:

-Tatil dönüşü bir iki haftamız öğrencileri uyandırmakla geçer, uyuşuk gelirler okula.

-Çocuklar, yeni, yeni okullarına uyum sağlamışlarken, onları okuldan soğutmaktan başka bir işe yaramayacağı kanaatindeyim.

-Bizim gibi tatile çıkamayan aileler ne yapacak?

-Tatil moduna giren öğrenciyi toparlamak zor olacak.

-Hiç katkısı yok, olmaz da. Öğrenciler tatil yapacak, öğretmenler seminer. Ne anlamsız iş.

-Çalışan anneler düşünülmeden plansız, programsız ara tatil uygulamasına geçilmesi haksızlık.

-Biz işe gideceğiz çocuklar da evde temizlik, yemek yapar bizi bekler artık.

-Tatile gidecek durumu olmayan çalışanlar da çocukları için çözüm arayışında.

-Öğrencinin olmadığı okulda öğretmenin ne işi var? Hem de dinlenmesi gereken en önemli kişiler onlarken.

-Ara tatil bu kadar çok, peki çalışan anne ne yapacak ona bir çözüm var mı annenin ara tatil kadar izini yok.

 

Bu tatilden en çok öğrencilerin memnun ve mutlu olduğu anlaşılmaktadır. Çocukların kontrolsüz ve plansız bir tatil geçirmemeleri için anne ve babalara büyük sorumluluk ve iş düşmektedir. Veliler, Bakanlığın planladığı etkinlikler hakkında bilgi edinerek, çocuklarının ilgi ve yetenekleri doğrultusunda, kendilerinin de ilave edebilecekleri eğlendirici öğretici, onları mutlu eden yararlı faaliyetleri içeren bir program yapabilirler.

Bu etkinliklere; çocuklarla birlikte aileden anne, baba, dede ya  da nine olarak durumu uygun birlerinin katılması önemli ve anlamıdır.

Hangi anne babaya sorulsa; “Çocuğunuzu seviyor musunuz? Diye. “Elbette seviyorum” Diyecektir. Çocuğu sevmek ona pahalı oyuncaklar, giyecekler almak ve bol harçlık vermek değildir.

Her çocuk değerli olduğunu, kendisine önem verildiğini ve sevildiğini “sadece duymak değil”, hissetmek ister. Bu duyguların sözde kalmaması, somut olarak gösterilmesi çok önemlidir.

O yüzden anne babalar çocuklarını ilgiyle dinlemeli, kaliteli zaman ayırmalı değerli olduğunu tattırmalıdır. Bu tatil, ebeveynlerin çocuklarıyla birlikte vakit geçirmeleri için çok iyi bir fırsattır.

“Tatilde çocuğunuzla zaman geçirin. Keyif alıcı sohbetler edin, geziler düzenleyin etkinliklere birlikte katılın.”

“Çocuğunuzun başarı ya da başarısızlığını akranları ile kıyaslama yapmadan kendi içinde değerlendirin.”

“Onları bir sonraki döneme motive edin, okul ve derslerle ilgili kaygılarını belirleyin, empati yapın, sabırlı ve hoşgörülü davranın.”

“Çocuklarınızın anne-babası olduğunuzu, onları sevdiğinizi ve her konuda yardımcı olacağınızı kendilerine hatırlatın ve bu duyguyu hissettirin.”

 

Çocuklarımızı baskı ve zorlamalarla; anlamsız sıkıcı ödevlere, seviyesine uygun olmayan, ilgisini çekmeyen etkinliklere yönlendirmek doğru değildir. Onlara seçenekler sunarak mutlu olmalarını ve eğlenerek öğrenmelerini sağlamalıyız. Huzurlu ve mutlu çocuklar daha etkin ve daha arzulu öğreneceklerdir.

O nedenle, sergiler, çocuk tiyatroları, kütüphaneler, bilim merkezleri, tarihi ve turistik yerler, şiir edebiyat ve sanat etkinlikleri, fuarlar vb. çocukların severek arzu ile katılabilecekleri yerlerdir.

Çocuklarımızın  ilginç, özgün ve güzel şeyleri görmesi, incelemesi, hissetmesi ve keşfetmesi; ufkunu, düşünce dünyasını, ve davranışlarını olumlu yönde etkileyecektir. Estetik duyguları gelişecek, iyiye güzele ve  doğruya olan ilgileri artacaktır.

 

Sevgiyle kalın…

 

ABD’Yİ NASIL BİLİRSİNİZ?

ABD’Yİ NASIL BİLİRSİNİZ?

 

Türkiye ne zaman kendi adına olumlu, güzel bir adım atsa, hain odaklar hemen yastıklarının altına gizledikleri sinsi ve kirli projelerindeki, “aslı astarı olmayan ithamları” orta doğudan bin bir desise ile çaldıkları petrolün karasına bulayarak önümüze sürüyorlar.

Bunların başında ABD, Almanya, Fransa gibi devletler gelmektedir. Şimdi çamur atma ve kin kusma sırası ABD’dedir.

Ey ABD, mademki Türklerin “Ermeni soykırımı” yaptığına inanıyordun, şimdiye kadar bu kararı mertçe tanısaydın ya. Bu kadar senedir neden ağzında geveleyip duruyorsun. Türkiye dediklerini yaparsa, ellerini önünde ovuşturarak, her kirli işine “evet” derse, o zaman mı temize çıkmış olacak?

ABD, baskın bir kararla Türkiye’yi sırtından iki kez bıçaklamıştır. Kongre’nin alt kanadı Temsilciler Meclisi, önce Ermeni soykırım kanun teklifini, sonra da “Barış Pınarı Harekâtı bahanesi” ile Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan dâhil bazı devlet adamlarımızla TSK’ya “yaptırım uygulanmasına” dair kanun teklifini kabul etti.

Muhalefetteki Demokrat Parti’nin Temsilciler Meclisi İstihbarat Komisyonu Başkanı Adam Schiff’in imzasını taşıyan Ermeni soykırım kanun teklifi, baskın bir hamleyle komisyonda görüşülmeden doğrudan TM genel kuruluna geldi.

Bu teklif; Türklerin “1915’te Ermenilere soykırım yaptığının” kabul edilmesini ve ABD’de her yıl, sözde soykırım tarihinde anma toplantıları yapılmasını öngörmektedir. Bu hamlenin asıl nedeni, baş edemedikleri Türkiye üzerinde baskı kurmaktır.

İkinci kanun teklifi, Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu başkanı Elliot Engel ile Cumhuriyetçi Parti üyesi Mike Mc Caul’e ait. Bu teklif, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde Kürtleri yerlerinden sürdüğü, onları katlettiği gibi yalan ve iftiralarına yer vermektedir.

Kabul edilen bu kanun teklifi de; Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’la ilgili bakanların mal varlığının, ticari ilişkilerinin araştırılması ve TSK’nın silah ve mali kaynak edinmesinin engellenmesini içermektedir.

Sözüm ona; ‘’Dost ve müttefik’’ denilen ABD’nin arkadan vurma alışkanlığı yeni değildir. Birincisi Kıbrıs Barış Harekâtı üzerine yapılmış ve 15 yıl sürmüştü. Sonra rahip Brunson ihtilafında yaşandı. Şimdi de Barış Pınarı harekâtı üzerine her türlü çirkeflik yapılmaya çalışılmaktadır.

ABD’nin bu tutumunun bir nedeni, Trump’ı sevmeyen çevrelerce, gelecek yıl yapılacak başkanlık seçiminde Donald Trump’ı Türkiye üzerinden zora sokmaktır. İkinci neden de; FETÖ, Yahudi, Ermeni, Rum ve destekçi diğer lobiler tarafından Türkiye aleyhine yapılan propagandalardır.

 

Soykırımdan dem vuranların önce bir aynaya, geçmişlerine bakması gerekmez mi? Tarihi kara olanların kimseye akıl vermeye hakkı olamaz.

 

250 yıllık tarihi, yüzkarası olaylarla dolu olan ABD’nin zulüm ve soykırımları saymakla bitmez. ABD,  1830 yılında çıkarılan “Kızılderili Tehcir Yasası” ile bölgede yaşayan tüm yerlileri kendi topraklarından çıkardı. Kızılderili kellesi başına 5 dolar ödeniyordu.

ABD’liler, “Bu vahşi hayvanların yani Kızılderililerin tamamen imha edilmesi gerekiyor”, “En iyi yerli ölü yerlidir” politikasıyla kıtayı yerli halkın elinden zorla almıştı. İlk biyolojik silah, Kızılderililer üzerinde uygulanmıştır. Sürgüne gönderilen Kızılderililere dağıtılan battaniyelere çiçek mikrobu bulaştırılarak çok sayıda yerlinin öldürülmesi sağlandı. Dünyada en büyük soykırım suçlusu Amerika Birleşik Devletleri’dir. Tam yetmiş milyon Kızılderiliyi kendi vatanlarında katlettiler.

 

ABD, ikinci soykırımı Afrikalı zenciler üzerinde yaptı. Köle ticareti sırasında; 19. yüzyıla kadar toplam; 34 milyon 500 bin Afrikalı ve Orta Doğulu kölenin öldüğü biliniyor.

Roger Garaudy, 1977 yılında yazdığı Medeniyetler Diyaloğu kitabında: “Batılılar 100 milyonu aşkın Amerika Yerlisini öldürerek dünyada daha önce benzeri görülmemiş bir soykırım yaptı. Bunun ardından üç yüz yıl süren köle ticareti sırasında en az yüz milyon Afrikalıyı da öldürerek bir başka akıl almaz soykırımı gerçekleştirmiştir.“ demiştir.

Tarihi yüz karası, kan, zulüm ve katliamlarla dolu olan ABD, başta Vietnam, Japonya ve Kore olmak üzere, tarihi sırasıyla; Küba, Panama, Guetemela, Nikaragua, Meksika, Filipinler, Afganistan, Irak, İran ve Suriye’de yüz binlerce sivili öldürüp, dünya tarihinin en büyük vahşet ve katliamlarına imza atmıştır.

ABD demek; uygarlıkların ve kültürlerin yıkımı demektir. ABD tarihi demek;  gerçek anlamıyla işgallerin, savaşların, soykırımların, işkencelerin, haksızlıkların, kan ve gözyaşının tarihi demektir.

ABD, kendi hâkimiyetini ve dış politikasını tamamen yalan ve aldatıcı politikalarının arkasına saklayarak yapmaktadır. Mazlumların kanlarını emerek sömüren bu devlet, “demokrasi, insan hakları ve özgürlük” vaatleriyle kendi zihniyetini, sömürü düzenini, politikasını sürdürmeye devam etmektedir.

Dünyadaki tüm darbelerin arkasında ABD vardır. Latin Amerikalılar şöyle der: “Amerika kıtasında sadece ABD‘de darbe olmaz; çünkü sadece orada ABD büyükelçiliği yoktur.”

ABD birçok ülkeye nesil savaş stratejileri uygulamıştır. Buralarda kurduğu örgütlere, çetelere; her türlü desteği vererek, darbeler ve katliamlar yaptırmaktadır. Bunların en bariz örnekleri;  PKK-PYD, YPG, İŞİD, DAEŞ El Kaide vb. örgütlerdir.

 

Türkiye’nin gelişmesini istemeyen ABD ve müttefikleri; 1960, 1980 darbeleri, 28 Şubat 1997 post modern darbesi, FETÖ ihaneti, teknolojik engeller, ambargolar ve PKK terörünün desteklenmesi gibi faaliyetlerle her zaman Türkiye’ye zarar vermişlerdir.

Görüldüğü gibi ABD,  tüm dünyaya barış ve özgürlük vaadiyle kan, gözyaşı, acı ve ölüm getirerek, hedef aldığı ülkeleri önce kaosa sürükleyip sonra bölünmelerine yol açarak bölgeyi kontrolü altına almaktadır. Sonra da bölgedeki tüm zengin doğal kaynak yataklarını ele geçirip sömürmektedir.

 

Kendisine karşı gelen, kafa tutan ülkeleri müttefikleri ile beraber, gerek ekonomik krizlerle ve gerekse çeteleri ile dize getirmeye çalışan ABD, bir gün mutlaka bu yaptıklarının cezasını çekecektir. Kimsenin yaptığı yanına kar kalmayacaktır.

 

Sevgiyle kalın…

 

KİR AKAN OLUKLAR

KİR AKAN OLUKLAR

 

Suriye’de “Barış Pınarı” harekâtını başlatan kahraman Mehmetçiğin sınır ötesi harekâtı, Türkiye’nin rakiplerini hem kıskandırmakta hem de çok rahatsız etmektedir. Bu zafere bir de diğer başarılarımız eklendiğinde, rakiplerimiz öfke ve nefretle adeta isyan etmektedirler.

 

Bunun en somut örneğini, Türkiye-Fransa futbol karşılaşmasında, takımımızın golden sonra sevinerek verdiği “asker selamı”na duyulan tepkilerde gördük.

 

Türkiye Fransa futbol maçında, Ay yıldızlı oyuncularımız, Kaan Ayhan’ın 81’inci dakikada attığı gol sonrası ve maç bitiminde asker selamıyla sevinç yaşadı. Fakat Fransa rejisi kasıtlı olarak bu görüntüleri ekranlara getirmedi.

Bununla da yetinmediler. Fransa Spor Bakanı Roxana Maracineanu, UEFA’dan Türkiye’ye yaptırım uygulanması çağrısında bulundu. Fransız bakan Maracineanu, “UEFA’dan bu konuda yaptırım uygulanmasını talep ediyorum” dedi.

 

Oysa asker selamı, Fransa futboluna hiç de yabancı değil. Zira bu iki  yüzlü Fransızların; Dünya Şampiyonu oldukları 2018 Temmuz kupa töreninde futbolcuların Cumhurbaşkanı Macron’a verdiği asker selamı, hem Fransa hem de uluslararası medya kuruluşlarında yer almıştı.

Benzeri bir fotoğraf karesi, Dünya Kupası sonrası Fransa’da düzenlenen madalya töreninde de çekilmişti.

 

Fransa’nın asker selamını ekranlara getirmemek için gösterdiği çaba, sosyal medya kullanıcıları tarafından sert tepki ile karşılandı. TRT Genel Müdürü İbrahim Eren de Fransız rejisinin, Türk futbolcuların asker selamını vermemesine sosyal medya hesabından tepki gösterdi.

Yaşananların arkasından UEFA, gülünç bir kararla Milli takımımızdan asker selamı hakkında savunma istemiştir.

 

Anlaşılan sömürgeci devletlerin başını çeken Fransa, mazisindeki kirli ve vahşi hatıralarını hala unutamamış. Fransa, işgal ettiği Cezayir’de, Setif katliamında 45 bin Cezayirliyi katletmiştir. Cezayir Fransa’nın sömürgesinden kurtulmak için 1954’ten 1962 yılına kadar verdiği bağımsızlık mücadelesinde 1 milyon evladını kaybetmiştir. Katilleri Fransa’dır.

 

Ruanda Avrupalıların sömürgecilik faaliyetlerinin vahşice yaşandığı yerlerden biridir. Fransa’nın desteği ve kışkırtması ile Ruanda’da Hutular, 600 bin Tutsiyi satırlarla, sopalarla katletmiştir.

 

Bu iki ibretlik olay, Fransa’nın kirli defterinden sadece iki sayfadır. Her sayfa diğerinden daha utanç vericidir. O yüzden  Fransa önce Türkleri haksız yere itham etmekten vazgeçerek, kendi mazisi ile yüzleşmelidir.

 

Almanya’ya gelince; Sanırım Almanya, yıllardır Almanlar için alın terini akıtan onurlu, milli ve manevi değerlerine bağlı Türk işçilerini her türlü desise ile “asimile” edememenin öfkesini yaşamaktadır. Genlerindeki Nazi kalıntıları Türklere karşı sık sık su yüzüne çıkmaktadır.

 

Irkçı ve şöven duygularla, Almanya’nın 2. Lig takımı St. Pauli, sosyal medya hesabından Mehmetçiğe destek veren, “dualarımız sizinle” diyen Türk oyuncu Enver Cenk Şahin’i skandal bir yaptırımla kadro dışı bıraktı.

 

Kulüp yetkililerinin; “paylaşımını sil” tehdidine; tokat gibi “hayır” cevabını yapıştıran Cenk’e sosyal medyadan büyük destek geldi. On binlerce Türk taraftar şöven St. Pauli’nin bu kararını açıklayan tweet’ ine “Enver Cenk Şahin yalnız değildir” cevabını yazarak hak ettikleri tepkiyi ortaya koydu.

 

Gençlik ve Spor Bakanı Mehmet Muharrem Kasapoğlu Cenk’i arayıp “Türkiye Cumhuriyeti olarak arkandayız” dedi.

 

Bir başka utanç verici olay da, Almanya Milli takımının formasını giyen İlkay Gündoğan ve Emre Can’a yapılan çirkin baskılardır. Bu iki futbolcumuz, gördükleri baskı sonrasında, takımdan atılmamak için, “asker selamı” paylaşımına yaptıkları beğeniyi geri almışlardır.

 

Bilindiği üzere, Mesut Özdil de, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan ile fotoğraf çektirdiği için, bu tavrından dolayı, Almanlarca adeta linç edilmek istenmişti. Bu yüzden Alman milli takımını bırakmıştı.

 

Batının tutarsız, ırkçılık kokan bu davranışları bizlere yabancı değil elbette. Türkiye’yi ve Türk Milletini hep kendi mizaçlarındaki kötü karakterlerle itham etmektedirler. Oysa tebessümlerinin arkasına gizlemeye çalıştıkları; düşmanlık, yalan kin, nefret, karalama vb. vasıfları,   Türk Milletinin başarılarını, insanlığını, güzel hasletlerini gördükçe kıskançlıktan dolayı tavan yapmaktadır.

 

Son gelişmeler bunu açıkça göstermektedir. Kahraman ordumuzun başarılarını kıskanıyor, insani değerlerini de kirli oyunlarını bozar gibi görüyorlar. Çünkü gittiği yerlerde, enkaz, kan, açlık, sefalet bırakan hep batı olmuştur. Türk Milleti de buraları mamur etmekle, yaraları sarmakla, açları doyurmakla ve barındırmakla uğraşmaktadır.

 

Mesela sömürgeci Fransa, Almanya ve ABD Suriye’de niçin vardır? Onları çağıran mı olmuştur? Oysa terör örgütü PYD’ nin yaptığı tünellerin çimentosunu bir Fransız şirketinin sağladığı yolunda deliller bulunmaktadır. Zaten ABD, terör örgütü PYD’ye açıktan binlerce tır silah ve mühimmat desteği vermektedir.

Her millet kendine yakışanı yaparmış. Rahmetli Necip Fazıl’ın dediği gibi: Oluklar çift; birinden nur akar; birinden kir.” Dizesindeki, “kir akan oluk”, Batının ta kendisidir.

 

Sevgiyle kalın…

 

 

SEVGİNİN GÜCÜ-4

SEVGİNİN GÜCÜ-4

“Hayatımızda tek mecburiyet sevgi­dir.” Anthony Robbins

“Kötü adamlar korkudan itaat eder, iyi adamlar sevgiden.” Aristo

“Gerçekten sevenler, karşılık beklemeden sevenlerdir.” Ahmet Hamdi Tanpınar

Sevmek yaşamaktır, sevdiği olmaktır, paylaşmaktır, gücenmemektir, yürümektir gönüllerde. Güvenmektir, onaylanmaktır. Sevdiğini kendisi gibi, kendisinden de çok duyumsamaktır.

Her insan sevmek ve sevilmek ister. Ama sadece istemek yeterli olsaydı, her insanın doyumlu bir sevgi birlikteliği içinde olması gerekirdi.

Sevgi, sevdiğimiz insan aracılığıyla içimizdeki sevgiye uzanan içsel bir yolculuktur. Sevgi, karşılıklı kendimizi keşfetmenin, içimizdeki potansiyeli ortaya çıkarmanın ve paylaşılan yaşamı anlamlı kılmanın, kendini gerçekleştirmenin harikulade yolculuğudur.

Sevgi olduğunuzu yeniden hatırlamak, kendiniz olmanın ta kendisidir. Sevginin, sevilen kişi aracılığıyla size hatırlatmak isteği tam da budur.

Sevmeyen, yani kin, nefret, acı, korku, doyumsuzluk içinde bulunan kişi hastadır. Pek çok psikolojik ve bedensel rahatsız­lıkların temelinde sevgisizliğin yattığı söylenebilir.

Sevmeyen, sevilmeyen, başkaları ve toplum tarafından benimsenmeyen kişi, tüm silahlardan daha tehlikelidir; çünkü her türlü tutarsız davra­nışın kaynaklarından biri de sevgisizliktir.

Böyle biri yalnızlığa ve tutarsızlığa itilmiştir. Biyolojik ve güven gereksinimleri giderilen insanın sevgi ve benimsenme ih­tiyacı karşılanmayınca, nelerin olabileceğini, ilerlemiş toplum­larda uyuşturucu madde alışkanlığı, saldırganlık, cana kıyma, hippilik, ilkel dinlere dönüş, soygun, savaş, çatışma vb. gibi olgu ve olaylarda gözlenebilir.

Şimdiye dek, çağlar boyunca genel olarak sevgi güçsüz­lük”, buna karşılık “acımasız, duygusuz, hileci, otoriter olma ise, güçlülük” olarak benimsenmiştir. Oysa sevgi en büyük güç, ötekiler ise güçsüzlüktür; çünkü sevgiden sevgi; yani hoşgörü, paylaşma, içtenlik, doğruluk, erdem, adalet vb. doğup gelişebilir.

Sevgi insanı üretmeye, üretmek ise insanı bilgilenmeye iter. Wilhelm Reich; “Sevgi, çalışma ve bilgi, yaşamamızın kaynak­larındandır, dolayısıyla, yaşamı onların yönetmesi gerekir.” Derken sevginin olmadığı yerde güçlü bir üretkenliğin ve üret­kenliğin olmadığı yerde de bilgilenme isteğinin zor oluşacağını anlatıyor.

Sevgi konusunda başka bir gerçek daha var. O da sevilme ihtiyacının yaşam boyu sürdüğüdür. Sevgi, açlık ve susuzluk gibi sürekli doyurulmak isteyen bir duygudur. Yaşamda sevgi boşluğunu dolduracak, onun yerine geçebilecek başka bir şey gösterilemez.

Nasıl tüm ağaçların güneşe, suya veya çevreden edinecek­leri besinlere gereksinimleri varsa, tüm insanlar da kendi çevre­lerinden edinecekleri güvenliğe, sevgiye ve statüye gereksinim duyarlar.

Sevgi konusunda Erich Fromm diyor ki: “Sevgi, sevgi üre­ten bir güçtür. Güçsüzlük sevgi üretememektir.” Evet! Sevgi güçsüzlüğün panzehridir. Güçsüzler sevmekten korktukları için güçsüzdür. Sevmekten korkanlar doğaldır ki paylaşma güdüsü zayıf olanlardır.

            “Öyle ya ne bileyim kimin ne zaman, ne kadar sevgiye ih­tiyacı olduğunu! …” derken dünyada birçok açlıktan ölenlerin unutulduğu gibi, sevgisizlikten ruhları ölenler de, ta ki kendilerinden bir zarar gelene kadar unutulurlar. Fakat sevgi teneffüs et­tiğimiz hava, oksijen gibidir. Ona her an herkesin ihtiyacı vardır (Ergen, 2009).

 

Bu gün artık şiddet, haksız rekabet, kin ve nefret gibi pek çok sorunla örülü dünyamızda birbirimize verebileceğimiz en güzel armağan birer sevgi gözlüğü olmalıdır. Bu ise, ancak ilk önce kendi sevgi gözlüklerimizi takmakla mümkün olacaktır. Yani sevmeyi öğrenmekle.

Bireysel mutsuzluğumuzdan eğitim-öğretimdeki aksaklıkla­ra, toplumsal kargaşadan dünyada yaşanmakta olan ekonomik krizlere kadar bütün insanlık sorunlarının kaynağında sevgisizlik bulunmaktadır.

Onun için başarılı ve mutlu olmak istiyorsak, dünya barışını korumak ve insanların, insan gibi yaşamını istiyorsak sevgiyi, her eylemimizin temeline almak ve bunu doya doya yaşamak zorundayız.

Kızgınlık, kırgınlık ya da acıya tutunmayın. Enerjinizi çalarlar ve sizi sevmekten alıkoyarlar. Leo Buscaglia

“Sevmek, sevilmeyeni de sevmektir, yoksa bir erdem değildir.” Gilbert Chesterton

“Sevmek, mutluluğumuzu bir başkasının mutluluğuna bağlamaktır.” Gottfried Leibniz

Unutmayalım ki…
Sevgisiz zekâ, bizi küstah yapar.
Sevgisiz adalet, bizi dizginsiz yapar.
Sevgisiz diplomasi, bizi iki yüzlü yapar.
Sevgisiz başarı, bizi kibirli yapar.
Sevgisiz zenginlik, bizi haris yapar.
Sevgisiz uysallık, bizi hizmetkâr yapar.

Sevgiyle kalın…

 

 

SEVGİNİ GÜCÜ-3

Emmet Fox diyor ki; “yeterince sevebilirseniz, dünyanın en güçlü insanı olabilirsiniz”.

 

Sevgi insanların hayata sağlıklı ve pozitif bakmasında, top­lumda barış, huzurun yaşanmasında etkilidir. Sevgi kendine ve başkasına güvenmeyi sağlar. Sevgi öz veri işidir. Sevgi; dürüstlük, açıklık, içtenlik ve an­layış ister. Sevgi saygı duymayı gerektirir.

 

Sevgi buyrukla olmaz. Başka bir deyişle “sevgi ferman dinlemez.”; çünkü sevgi bilişsel ve baskın olarak da duyuşsal özellikleri içerir.

 

Onda çıkar, korku, yalan, küçülme, saygısızlık yoktur. Tersi­ne geniş bir hoşgörü vardır. Tutarlı ve bilinçli bir düşüncenin üs­tüne kurulmuş baskın ve yoğun bir özveri vardır. Anlayış, yücelt­me, koruma, savunma, saygı ve acıyı, sıkıntıyı, üzüntüyü, erde­mi, sevinci yani mutluluğu paylaşma vardır.

 

Sevgide yalan, kandırma, dolandırma, sömürme, öç alma, kin duyma, varlıkları araç olarak görme ve kullanma, küçük gör­me, aşağılama, ezme, öldürme, cezalandırma vb. gibi duygulara yer yoktur.

 

Seven; sevdiğini olduğu gibi kabul eder; yani onu dışlamaz; ama tutarsız davranışlarını değiştirmesi için ona yardım eder ve yol gösterir. Her durumda sevdiği kişinin yanındadır. Tüm bey­nini, yüreğini yani varlığını ona açmıştır; çünkü sevgi iki vücutta zengin bir ruh, düşünce, görüş, duygu oluşturmaktır.

 

“Sevgi; birlikte olmaktan zevk almak, anlayışlı olmak, bir­birinden gurur duymak, saygılı olmak, birbirine özen göstermek, etkin dinlemek, ilgi göstermek, sabırlı olmak, paylaşmak, güven­mek, birbirine öğretmek, fırsat vermek, konuşmak, dokunmak, beraber vakit geçirmek, zaman ayırmak, affetmek, üretmek, ile­tişim kurmak, empati kurmak, duygularını çeşitli şekillerde ifade etmektir”.

 

“Sevgi, insanları birbirlerine yakınlaştıran “görünmez bağ” denilebilecek bir duygudur. Nasıl ki, atomun içinde nötron, pro­ton ve elektron varsa ve bunları birbirine bağlayan şey çekim kuvveti ise; canlılar arasında çekimi sağlayan şey de, sevgi duy­gusudur” der.

 

Sevgi ile başkalarının haklarına saygı duyulur. Adalet, hoş­görü, özveri, paylaşma, dayanışma duyguları gelişir. Sevgi dolu iletişim ve ilişkiler yaşayan bireylerde mutluluk hormonları daha fazla salgılanır.

 

Sevgi yaşamı renklendirmekte, değerli ve yaşanır kılmakta­dır. Sevgi ilgi demektir, hoş görü demektir. Sevgi karşının hak­kına saygı göstermek ve korumak demektir. Sevgi tahammül göstermek demektir. Sevgi, kişinin kendisini aşması, doğaya, çevreye, tüm canlılara karşı duyarlı ve sorumlu olması demek­tir. Sevgi onarır, korur, geliştirir, sevgisizlik ise yıpratır, yok eder.

 

Sevginin; iyi, güzel, dürüst, hoşgörülü, erdemli, adil, seve­cen olma, kişiye, doğaya bir çıkar düşünmeden kendini adama, karşılık beklemeden verme, başkalarının kendilerini gerçekleştirmelerine yardım etme, seçenek sunma, insanları kırmama, üzmeme, onları sömürmeme, her türlü maddi ve manevi değeri adilce paylaşma, özgür olma, bencil olmama vb. gibi boyutları da vardır. Sevgi, insan olmanın, insanca yaşamanın yolunu bul­ma ve uygulamadır.

Bir gün sormuşlar ermişlerden b

SEVGİNİN GÜCÜ-2

SEVGİNİN GÜCÜ-2

 

 “Sevilmek istiyorsan önce sevmeyi bileceksin”. Nietzsche

 

Mevlana da der ki: “Düşmanının 40 defa iyiliğini söyle o senin dostun olur, çünkü kalpten kalbe yol gider.”

 

Dr. Freitag, sevgi için şunları söylemiştir:

“Sevgi terapidir sevginin olduğu yerde korku yoktur.”

“ Sevgi her derde devadır, sevgi hayatı uzatan bir iksirdir.”

“Sevdikçe istediğiniz her şeyi fazlasıyla elde edersiniz.”

“ Ne mutlu sevgide müsrif olabilenlere.”

 

Mevlana’ya göre: “Sevgi acıları tatlandırır, bakırları altın eder, dertler sevgi ile şifa bulur….” .

 

Yaşadığımız yüzyılın teknolojik gelişmeleri yüzünden in­sanoğlu, insana muhtaç olmadığını düşünmeye başlamışsa da, sevgisizliğin bedelini ağır ödeyerek “sevgi” gerçeğini konuşma­ya başladı. Sevgisizlik hapishaneleri çoğalttı, sokak çocuklarını artırdı.

 

İnsanoğlu sevme yeteneğini, sevile sevile kazanır. Sevme­den önce sevilmeyi öğrenir. Sevilme duygusunu yeterince tatma­mış bir insanın, başkalarını sevebilmesi de oldukça zordur.

 

Sevgi görmeyen, sevgi veremez. Sevilmeyen sevmez. Sev­ginin ifadesi hayatı şenlendirir. “Sevginin ilk görevi dinlemek­tir” diyor filozof Paul Tillich. Alman edebiyatçı Gothe de; “Bir şeyi sevmeden onu anlayamayız” diyor.

 

Robin Sharma’ya göre, “hayatta en büyük mutluluk, sevildi­ğimize inanmaktır.

 

Sevgi; insanca olan tüm duygu ve düşüncelerin paylaşılmasıdır. Sevgi yaşamı renklendirmekte, değerli ve yaşanır kılmakta­dır. Sevgi ilgi demektir, hoş görü demektir. Sevgi karşının hak­kına saygı göstermek ve korumak demektir. Sevgi tahammül göstermek demektir. Sevgi, kişinin kendisini aşması, doğaya, çevreye, tüm canlılara karşı duyarlı ve sorumlu olması demek­tir. Sevgi onarır, korur, geliştirir, sevgisizlik ise yıpratır, yok eder.

 

Sevgi, duygu ve düşüncelerin paylaşılmasıdır. Yalnızca maddi olanın değil, bunlarla birlikte acının, sıkıntının, korku­nun, üzüntünün, sevincin, iyiliğin, erdemin; yani insanca olan tüm duygu ve düşüncelerin paylaşılması, sevginin oluşmasında önemlidir.

 

Sevgiyle kalın…

SEVGİNİN GÜCÜ-1

SEVGİNİN GÜCÜ-1

 

“Sevgi gelince tüm eksiklikler biter, bütün kötülükler yok olur.” Yunus Emre

 

 

Sevgi nedir? Sevginin tanımı yapılamaz. Sevgi ancak tadılır. Tadan kişi de sevginin ne olduğunu yeterince anlatamaz. Aynı zamanda sevgi evrensel bir duygudur. Seveni sevilene bağlar.

 

Dr. Peck, sevginin ihata edici bir tanımı yapılamamasının, onu gizemli bir hale getirdiğini söyler ve yetersiz kalacağını da belirterek sevgiyi şöyle tanımlar: “Sevgi, insanın, kendisinin ve bir başkasının ruhsal tekâmülünü desteklemek amacıyla benliğini genişletme arzusudur”.

 

“Sevgi nedir?” Sorusuna cevap aranacaksa; sevgi, kayıtsız şartsız saygıdeğer bulunmaktır.

Sevgi fark edilmedir. Sevgi hoş görülmedir. Sevgi paylaşmadır. Sevgi tanınma, bir insanın olabileceğinin en iyisi olmasına, gelişmesine imkân sağlamaya ça­lışmadır. Sevgi, şeffaf olmadır. Sevgi ihtiyaçtır.

 

Sevgi, sosyal bir varlık olarak, insan olmanın gerektirdiği doğal bir ihtiyaçtır. Moslow’un sıraladığı hiyerarşik insan ge­reksinimleri üçgeninde sevgi, temel olarak belirlenen, fizyolo­jik ve güven ihtiyacından sonra gelmektedir. Bununla beraber, sevginin, temel ihtiyaçların da önüne geçerek, ilk sırada yer alacak kadar güçlü bir ihtiyaç olduğunu gösterir sayısız örnek vardır.

 

“Sevgi, kişinin kendi bütünlüğünü, bireyselliğini koru­yarak gerçekleştirdiği bir birliktir. Sevgi, insana özgü dünya­dan bir şeyler vermektir. Bunlar; ilgi, sorumluluk, saygı ve bilgidir”.

 

Spinoza ise sevgiyi; “ zorlama olmadan, yalnız özgür oldu­ğunda yaşanabilen, insan gücünü somutlayan bir eylem” olarak ele almaktadır.

 

“Sevgi, kolların her zaman açık oluşudur. Sevgi için kolları­nızı kaparsanız, kendinizin dışında tutacak hiçbir şey kalmadığı­nı görürsünüz”.

 

Bademci’ye göre: “Sevgi tutku gibi zehirlisi olmayan, her­kesin yetiştiremediği sıradan bir çiçektir.”

 

Sevgiyi en geniş anlamda: “İnsanları birbirine yaklaştı­ran olumlu ve iyi duyguların tümü” olarak tanımlamak yanlış olmaz. “İnsan, sevme yeteneğini sevilerek kazanır. Sevmeden önce sevilmeyi öğrenir.” Sevecenlik, ilgi, anlayış, hoşgörü, acı­ma, bağlılık ve beğenme de bu duygunun ürünleridir.

 

Japon düşünür Masumi Toyotome;  Three Kinds of Love. “Aşk üç çeşittir.” kitabında sevgiyi üç gruba ayırmaktadır:

  1. Eğer türü sevgi: Belli beklentiler karşılandığında verile­cek sevgidir. “Eğer beni üzmezsen seni severim.” “Eğer beni seversen ben de seni severim.” Türünden sevgidir.

En çok rastlanan sevgi budur. Bir şarta bağlı, karşılık bekle­yen sevgidir. Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı, sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır. İlişkilerin pek çoğu “eğer” türü sevgi” üzerine kurulduğu için çabuk biter. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile “eğer” türüne rastlanır:

İnsanlar “eğer” türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı için­deler. “Eğer” türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı oldu­ğundan büyük ve ağır bir yük haline gelmektedir.

 

  1. Çünkü türü sevgi: Bu tür sevgide kişi, bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır.

“Eğer” türünden pek farkı yoktur. Bu tür sevgi insana yük getirir. Kişiler hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek nite­liklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama, sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve re­kabet girer.

“Çünkü” türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz. Bu tür sevgide güven duygusu yoktur. Bunun iki ayrı nedeni var­dır:

(1). “Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?” korkusu: Tüm insanların iki yanı vardır. Biri dışa gösterdikleri, ötekisi yalnızca kendilerinin bildiği. “İnsanlar sandıkları kişi ol­madığımızı anlar ve bizi terk ederlerse” korkusu buradan doğar.

(2). “Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sev­mez olurlarsa…” endişesidir: Japonya da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha acısı, aynı kentte oturan anne ve babası, hastane­ye ziyarete bile gelmemişler. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan, bir günde yok olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş.

Toplumlardaki sevgilerin çoğu “çünkü” türündendir. Bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür. Peki, o zaman gerçek sevgi, güvenilecek sevgi nedir? İşte sevgilerin en gerçeği.

 

  1. Rağmen türü sevgi: Koşula bağlı olmadığı ve karşılığın­da bir şey beklenmediği için “eğer” türü sevgiden farklıdır. Sevi­len kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için “çünkü” türü sevgi de değildir.

Bu tür sevgide, insan “bir şey olduğu için” değil, “bir şey olmasına rağmen” sevilir. Burada insanın iyi, çekici ya da zen­gin olarak sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliği­ne, kötü huylarına ya da kötü geçmişine “rağmen” olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görüne­biliyor, ama en değerli gibi sevilebiliyor.

Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur. Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir.

Yaşamımızı sürdürebilmemizin nedeni “rağmen” türü sev­giyi şu anda yaşamamız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağımıza inancımızdır. Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin bu sevgiye ihtiyacı var.

“Dünyadaki en büyük kıtlık, rağmen türü sevginin yeterince olmayışıdır!” .

 

Sevgi koşulsuz olmalıdır: Doğan Cüceloğlu, “olumlu ben­lik” kavramı için koşulsuz sevgiyi önerir: “Olumlu benlik bilinci için koşulsuz sevgi gereklidir. Koşulsuz sevgi birey ne yaparsa yapsın onun sevgi ve saygıya layık olduğunun kabulüdür. Bu tür sevgi içinde büyüyenlerin benlik anlayışları, güçlü ve olumlu­dur”.

 

Bu gün sevgiyi davet edin: Bir kadın, kapıdan dışarı çıktı­ğında, bembeyaz sakallı üç ihtiyarın kendi evinin önünde otur­duklarını görür.

“Ben sizi hiç tanımıyorum” der. “Ama aç ve susuz olmalısı­nız. Lütfen içeriye gelin de sizlere bir şeyler ikram edeyim.” Der.

“Evin erkeği içerde mi?” Diye sorar adamlar.

“Hayır” der kadın. “Şu an evin dışında.”

“O evde olmadığı sürece bizim bu eve girmemiz mümkün değil” diye cevap verirler.

Akşam olup kocası eve döndüğünde kadın olanları anlatır.

“Peki, onlara söyleyebilir misin?” Der adam. “Ben evdeyim artık, eve gelebilirler.”

Kadın dışarı çıkıp bu kişileri içeri davet eder.

Ama bu defa da; “Hepimiz aynı anda içeri girmeyiz.” Der yaşlı adamlar.

Kadın öğrenmek ister: “Niye giremezsiniz?”

İhtiyarlardan biri açıklar: “Onun adı ZENGİN” der bir arka­daşını göstererek.” Diğeri BAŞARI. Ben ise SEVGİ.”

Sonra ekler; “Şimdi içeri gir ve kocanla konuş. Hangimizi evinizde istersiniz?”

Kadın içeri girip söylenenleri kocasına anlatır. Adam duy­duklarıyla neşelenerek;

“Ne güzel” der “madem öyle, ZENGİN’ i içeri çağıralım ve evimizi zenginlikle doldursun.”

Karısı itiraz eder: “Canım, niçin BAŞARI’ yı çağırmıyo­ruz?”

Bu sırada, evin diğer köşesinde bulunan gelinleri konuştuk­larını duyar. Koşarak gelir ve kendi fikrini söyler; “SEVGİ’ yi çağırsak daha iyi olmaz mı? Evimiz sevgiyle dolar!”

“Gelinimizin teklifini dikkate alalım” der adam karısına. “Dışarı çık ve bizim misafirimiz olması için SEVGİ’yi davet et.”

Kadın dışarı çıkar ve yaşlı adamlara sorar: “Hanginiz SEV­Gİ idi? Lütfen içeri gel ve misafirimiz ol.”

SEVGİ ayağa kalkar ve eve doğru yürümeye başlar. Fakat diğer iki yaşlı adam da onu takip ederler. Kadın şaşırmış bir hal­de ZENGİN ve BAŞARI’ya sorar: “Ben sadece SEVGİ’yi davet ettim, siz niye geliyorsunuz?”

ZENGİN ve BAŞARI bir ağızdan cevap verirler: “Eğer ZENGİN’i ya da BAŞARI’ yı davet etmiş olsaydın diğer ikisi dışarıda kalırdı. Ama sen SEVGİ’yi davet ettin. O nereye giderse biz de ardından oraya gideriz. Çünkü nerede SEVGİ varsa, orada BAŞARI ve ZENGİNLİK vardır” (Tunay, 2013).

 

Sevgi denizinin yontmayacağı sert taş yoktur. Sevginin bü­tün eksiklikleri gidereceği asla unutulmamalıdır.

Derin sevgi ruhuyla yoğrulmuş olan Yunus: “Gelin tanış ola­lım, sevelim, sevilelim” diyor. Sevgi birleştirir, kin ve düşman­lık ise ayırır. Mevlâna’nın dediği gibi sevgi; acıyı tatlıya, toprağı altına, hastalığı şifaya, zindanı saraya, belayı nimete ve inkârı rahmete dönüştürür.

 

Sevgiyle kalın…