Etiket arşivi: Sesi

TEK’LERİMİZ TEKLİYOR; BİZANS BAYRAĞI & ÇAN SESİ

TEK’LERİMİZ TEKLİYOR; BİZANS BAYRAĞI & ÇAN SESİ

 

Köhne Bizans’ın hem İstanbul koluna (1453), hem Trabzon koluna (1461) Fatih Sultan Mehmet son verdi. Mondros sonrası başlayan İngiliz işgalinin 8. ayında Fener Rum Patrikhanesi kapısına çifte kartallı Bizans ve mavi-beyaz haçlı Yunan bayrağını çekme cüretinde bulundu. Allah’tan Çılgın Türkler vardı da Bizans’ı diriltme hayalleri kurşunlandı. Zira Fatih’in ‘Gazi’ torunu M. Kemal Paşa da “Tek bayrak” demişti.

     “Şu kopan fırtına Türk ordusudur yâ Rabbi. / Senin uğrunda ölen ordu budur yâ Rabbi.

     Tâ ki yükselsin ezanlarla müeyyed nâmın; / Galip et çünkü bu son ordusudur İslâm’ın!”

Yahya Kemal’in bu niyazını Allah kabul etti.  Kemalettin Kamu’nun “Madem ki gün gelecek / Herkes aynı meleğin / Önünde eğilecek / Niçin o güne değin / Çan sesleri duyayım? / Bugün de bir yarın da / Bırakın uyuyayım / İzmir kapılarında!” karamsarlığı Çanlıların / Yunanlıların aynı yerde denize dökülmesiyle yerini şehadet ezanlarına bıraktı.

Tek Vatan” dedik; yedi düvelle dövüşü göze aldık, ‘çakıl taşı’ kadar toprağı vermemeyi bugüne dek töre bildik. “Tek Millet” dedik; Osmanlı bakiyesi olarak “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti” dedik, and içtik. “Tek Devlet” dedik; isyanaörgüte, paralele – yamuğa izin vermedik. Şimdilere böyle geldik.

De ne ara Yunanistan, 1932 İtalya – Türkiye Sözleşmesi’yle tescillenen ve 1947 Paris Antlaşması’nda ABD’nin bile tasdiklediği egemenliği Türkiye’ye ait 18 ada ile 1 kayalığı ülkemizden çaldı?! Hani vatan’ın tek’liği? Bu adalarda Yunanistan Devletinin atadığı belediye başkanları neyin nesi?! Bu bir paralel yapı değil mi? Hani devlet’in tek’liği?

İzmir İlimize bağlı Koyun Adası’nın belediye başkanı Evangelos Angelakos, Muğla İlimize bağlı Keçi ve Kalolimnoz Adası’nın belediye başkanı İonnis Galouzis, Aydın İlimize bağlı Eşek Adası’nın belediye başkanı Evangelos Kottoros ise biz önümüzdeki yerel seçimlerde bu kişileri mi oylayacağız? Veyahut İzmir, Muğla ve Aydın Büyükşehir Belediye Başkanları buralara pasaportsuz ve vizesiz girebilecek mi?

Yunan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopoulos 7 Mart 2017’de, Keçi Adası’nı, Yunan Kara Kuvvetleri Komutanı Korgeneral Alkiviadis Stefanis 13 Nisan 2017’de Kalolimnoz Adası’nı ve 5 Ağustos 2017’de Bulamaç Adası’nı ziyarete gittiklerinde sarı zemin üzerine siyah çift kartallı Bizans bayrağı göndere çekilmedi mi? Hani bayrak tek’ti? O bayrağı oraya kim, hangi cesaretle çekti?

Türk egemenliğinde olması gereken işgal altındaki adalarımızda Yunan papazlar kilise ayinleri düzenliyor; çan sesleri karşıdaki Türk kıyılarından duyulabiliyor. Yunanistan buralardaki askerî üsler ve karakollardaki 5 bin askeriyle tatbikatlar yapabiliyor. Yılbaşı noelleri, içkili ve kuzu çevirmeli eğlenceler artık fiks menü sayılır. Suya haç atma törenlerine Başbakan Aleksis Çipras da katılıyor. Ne kalmıştı; tek millet.. Tek mi, çift mi?

Tüm bunlarla ilgili emekli kurmay albay ve Millî Savunma Bakanlığı eski Genel Sekreteri Ümit Yalım’da daha ne ayrıntılı bilgiler var; bizimkisi sadece öğrendiklerimizin nefes ayarı. Kıta sahanlığımıza ait 42 bin km2’lik alanın Yunanistan’ca parsellenip yabancı şirketlere satılmasını mı istersiniz yoksa Kuzey Ege’de, Taşoz açıklarında 100 milyon varilden fazla petrolün Yunanistan ve İsrail işbirliğince çıkarılmasını mı?

Merhum Ecevit ile Erbakan Kıbrıs için, Tansu Hanım Kardak için o tek’il; devletin ve milletin vatanıyla bölünmez bütünlüğünü, alternatifsiz bayrağıyla bağımsızlığını korumuş ve kollamıştı. Şimdiki Cumhurbaşkanımızdan da bu meyanda bir çıkış bekliyoruz.

Eyyy Yunanistan” desek gerisi gelecek de.. Yoksa o da 2023’te mi?

İslâmiyet Müslümanlara Beş Numara Büyük

 

 

80’lerin sonlarına doğru meşhur “Patagonya’nın Sesi Radyosu”nda sorardı ecnebîler Vatandaş Rıza’ya:

—  Sen Müsliman?

—  Eh, zaman zaman..

Mısır’ın fethi Osmanlı için sonun başlangıcı oldu. Zira ardından Kanunî devrinde tavan yaparak yavaş yavaş dibe salınmaya durdu. Çünkü Osmanlı Türkü’nün beynindeki Matûridî çip yerini Eş’arîliğe bıraktı.

Marka Müslümanlığı, menkıbevî Müslümanlık, an’ane Müslümanlığı, kaba  softa / ham yobaz’lık gibi isimlendirmelerden öte merhum Âkif gibi şakakları zonk zonk bir vicdan abidesi bile Avrupa dönüşünde “Dinleri yaşantımız gibi, yaşantıları Dinimiz gibi” demek durumunda kalmıştı.

Bizim hacılar – Allah kabul etsin – ‘Yâ sabır’ yemini ettikleri için uhrevî telezzüzden gayrisini anlatmazlar. Oysa Allah’ın Beyti’nde bile Müslüman Müslümanı omuz – dirsek yara yara geçiyor.

Temizlikten bîhaber hacının yada ehl-i namazın enforme edilmesi için hangi canlı yayına bağlanacağız?

Dünyada rüşvetin en yaygın olduğu ülkeler: Pakistan, Mısır, Azerbaycan, Nijerya, Türkiye.. Hatta gittiğimiz Avrupa ülkelerine bile hile – hurdayı biz öğrettik, iftiharla.

Dinimiz “Oku” der, yatmayı tercih ederiz. “İnsana çalıştığından başkası yoktur” der, Sazanlık Piyangosu’na milyon milyon sarkarız. Dedikoduyu, gıybeti, hasedi yasaklar; dizilerle ailemizin ‘sıfır kilometre’ üyelerine bile tay tay’ı bunlarla öğretiriz.

Çevre bilincimiz katletmek üzerine; sorumluluk anlayışımız Bu dünyada bir tek ben yaşıyorum üzerine. Kitabına uydurmak en sevdiğimiz şey ve padişah dedelerimizden miras.

Müslüman her şeyin en iyisine lâyık teranesiyle çocuklarını dış ülkelere gönderip genç kızlarla tanışsınlar diye yarışan İslâm-cı sosyetemizin makyajları rahmet yağmurunda bile dökülmüyor.

Olumsuz örneklemdeki Bunu yapan birkaç kendini bilmez. Gerçek Kocaelisporlular kesinlikle yapmaz repliği bizim Müslümanlık anlayışımıza sökmüyor birader.

Temel’in ters yol anonsunu duyduğunda dediği gibi: “Biri değil, biri değil,  hepsi!” “Siz onlar görseydiniz deli derdiniz, onlar da sizi görseydi ‘Bunlar Müslüman değil’ derlerdi.” (H)

Filmin en acıklı sahnesi; hastanın hasta olduğunu bilmemesi.. Cuma Hutbesinde gözü açık uyurken ‘ilim farz’ cümlesini ‘filim az’ deyu algılayan, şişeden – zardan düşmeyen ama din-ci’liği de kimseye bırakmayan nesiller yetişti son yıllarda her yaştan.

24 saatinin yarım saatine bile uğramayan dindarlık arkadaşın seçim sandığında gemi çıpası gibi bekliyor. Bir elinde pusula, bir elinde ayna; işkemben yazsın, sen oyna!

Necip Fazıl yaşasaydı; “Bize kalan aziz görev, asırlık zamanlardan  

     Temizlemek tarihi sahte Müslümanlardan” der miydi?

Tek yol; Kur’an ikliminde, Nebevî ahlâkı duyumsaya duyumsaya, Matûridîlik’le Hanefîlik’in akıl bileşkesinde, meâl müdrik bir vaziyette iman inşâsına yeni baştan başlamak.

Sürekli olarak yaptığımız şey neyse biz oyuz. ‘İkra!’ diyoruz.

 

 

Durmuş Hocaoğlu; Halkın Sesi, Hakk’ın Sesi’dir

konuk yazar3 Kasım seçimleri önceden tahmin edilen ve salim düşünebilen herkes için hiç de sürpriz olmayan sonuçları ile noktalandı; şimdi bundan sonra yapılacak olan, fikrimce, siyaset gibi son derece can alıcı bir mevzuda yine yine elden geldiğince ve hiçbir peşin hükme kapılmadan, olabildiğince açık bir zihin ile düşünmek olmalıdır. Naçiz kanatimce, mes’elenin asıl can damarı da buradadır: Peşin hükümsüz ve açık bir zihin ile düşünmek.
***
Hikayeye göre, tilki birgün “bu sene tavuk bol olacak” dediğinde bu iddiayı hangi sağlam delillere istinad ettirildiği sual edilince “canım da öyle tavuk çekiyor ki” diye cevap verdiği rivayet olunur. Muhtemelen Beydaba’nın “Kelile ve Dimne”sinden intikal eden bu animasyon burada bitiyor; ama ben eminim ki eğer bir devamı varsa, orada, tilkinin eyleminin söyleminden farklı olduğu kaydedilmiş olsa gerektir; nasıl ki Arslan güç, asalet ve vekarın timsali ise, Tilki de kurnazlığın timsalidir; o sebebe binaen, adı geçen tilki gerçek av hesabını bu fantazisine göre yapamaz; aksi halde bütün tilkiler açlıktan ölürdü; eğer kahramanımız olan tilki söylemine göre bir eylem planı hazırlamış ise, o zaman onun tilkiler içerisinde yüz karası bir saf tilki olduğuna hükmetmekliğimiz ve av mevsiminin nihayetinde cesedini aramaya çıkmaklığımız icap edecektir.
Seçim akşamı, kat’i neticeye pek fazla te’sir etmeyeceği malum olan ilk sonuçlar açıklanmaya başlandığında, daha henüz birkaç gün önce her birisi Barış Manço’nun çocuk programındakini andırır bir tarzda kendi kendisini 10 üzerinden 10 puan ile taltif ve şampiyon ilan eden, salim düşünmenin ve teknik bir terim olan “açık zihin”in ne demek olduğundan bile bihaber, aşırı abartılı tahminleriyle ortalığı velveleye veren, “ben %25’e bile başarı demem” diye kendinden menkul palavradan kerametler izhar etmeye tevessül eden, hiçbir vicdan azabı duymadan yanıltarak sanal bir dünyanın kuruntu denizinde kulaçlar attırdıktan sonra derin bir inkisar-ı hayale ve gerçeğin soğuk duvarına tam ‘kafadan’ çarptırarak zihni ve psişik travmalara sebebiyet verdikleri, kendilerine gerçekten inanan saf ve naif taraftarlarına zulmeden sözümona siyaset tilkilerini hatırladım: Şimdi acaba bu keskin zeka küpleri neredeler; nasıl bir iç muhasebe geçirmekteler; yoksa “iç muhasebe” denen şeyden dahi habersiz olarak, yeni saf tilkilikler peşindeler mi? Evet: Şimdi neredeler acaba ve dahi ne zaman nas içerisine çıkıp da, “bilip ettiklerimden bilmeyip ettiklerimden” diye başlayan ve yanıltıp serap gösterdiği herkese müteveccih samimi ve dürüst bir af dileğinde bulunduktan sonra “ben anladım ki çapım-çeperim bu kadar imiş; bundan geru yapacağım iş köşeme çekilip ibadat ve riyazat ile meşgul olarak Cenab-ı Bari’den de beni hem bu dünyada hem öte dünyada affettiği kulları zümresine dahil etmesi için secdelere kapanmak; bir daha boyumu-posumu aşan işlere el sürmemek ve bugüne kadar iri ama içi boş gövdemle akil ademler zümresine kapattığım kapıları açmaya çalışmaktan ibaret olacaktır” şeklinde garazsız-ivazsız bir manifestoda bulunacaklardır? Böyle bir şeyi tilkilerin dahi yüz karası olan bu saf tilkilerden bekleyebilir miyiz? Hiç ümidim yok; ama belki; yine de çıkmayan canda ümit vardır diyerek bir mühlet verelim mi? Bence vermeyelim; bir insan ne ise odur.
***
Biraz yukarıda da söylediğim gibi, mes’elenin asıl damarı, peşin hükümsüz ve açık bir zihin ile düşünmekte yatmaktadır. Vakıa Kant’ın büyük bir isabetle belirtmiş olduğu gibi, İktidar aklı ifsad eder; ancak, burada vazıyetin daha da vahim olduğunu düşünmemiz için çok ciddi bir gerekçemiz bulunmaktadır: Ortada, ifsad edilecek bir akıl bulunup bulunmadığı dahi tartışmaya açıktır.
***
Tarih için önemli olan “kalıcılık”tır; kalıcılık ise, müsbet veya menfi, sadece ve yalnız “günün adamı” olmayı hedefleyen, sadece ve yalnız “günün adamı” olmakla tatmin olan sıradan insancıkları aşan birşeydir. Bizzat ve bizatihi kalıcılığın kendisi demek olan Tarih, müsbet veya menfi, ya kendisi ya da te’sirleri itibariyle “kalıcı” olan “önemli” insanları hafızasına alır; hiçbir iz bırakmayan insancıkları değil. Bu sebeptendir ki, bazıları, müsbet ve bazıları da menfi fiil ve te’sirleri ile Tarih’in sayfalarında yerlerini alırlar: Ebubekr’in birinci kategoriden, Ebucehl’in ise ikinci kategoriden olmak üzere Tarih’e geçmeleri gibi. Ancak bir de her hal ü karda “sıradanlık” çizgisini aşamadığı için hiçbir surette adı hatırlanmayacak olanlar vardır. Şimdi dikkat ve ibretle bakıyorum da, daha düne kadar herbirisi birer “isim” olan birçok zevattan hangisi hangi kategoriden Tarih’e geçecek ve acaba hangisi de adı bile anılmaya değmez (adsız; non-named) cümlesine dahil edilerek çöp sepetine atılacak?
***
3 Kasım seçimlerinin sonuçlarını hiç de sürpriz telakki etmediğimi belirtmiştim; çünkü bana hep, sonu başından belli olan kötü Yeşilçam filmlerini hatırlatmıştı; senaryo kötü, oyuncular kötü; filmin sonunda genç kızımızın hangi delikanlı ile nikah masasına oturacağını anlamamak için basiretsiz olmak bile kifayetsizdi; daha daha alt seviyede bir idrak, basiret ve feraset noksanlığı gerekmekteydi. Çünkü:
18 Nisan 1999 seçimlerinin ardından oluşan fevkalade iyimser atmosferin ardından geleceği karartacağının sinyallerini açıkça veren bir skandal ile kurulan üç başlı Hükumet, çok kısa sürede kendisine bağlanan bütün ümitleri, parmaklarının arasında kibrit çöpü kırarcasına birer-birer kırmaya başlamış ve bütün samimi ikazlara kulakların tıkandığı üçbuçuk yıllık icraatin nihayetine vasıl olunduğunda ise ortada kırılacak bir ümit kırıntısı bile bırakmamıştı. Eğriye eğri, doğruya doğru; çok hüzün verici, ama bir o kadar da gerçek: 57. Hükumet, kelimenin tam manasıyla “kötü” bir hükumetti; kötü kurulmuştu, kötü yaşadı ve kötü bitti. Yine hüzün verici, ama bir o kadar da gerçek: 57. Hükumet, Türkiye’yi aldığı noktanın gerisine götürdü. Kötü olan sadece Hükumet değil, aynı zamanda Meclis de idi; yani, yine hüzün verici, ama bir o kadar da gerçek: Toplum tarafından kökten bir tasfiyeye tabi tutularak görülmemiş bir şekilde cezalandırılan sabık Meclis, “kötü” bir meclis idi; iktidarı ve muhalefeti ile birlikte “kötü” bir Meclis!
Akıllar nasıl bu denli fesada uğramış, basiretler nasıl bu denli bağlanmış olabilir ki, bu mertebede kötü bir meclis ve kötü bir hükumet, Toplum’un karşısına bir kabadayı gibi çıkıp da “beni bir kere daha dene” diyebilme cür’etini gösterebiliyor! Hiç bu camia içerisinde lider fetişizminden, yağcılıktan başını alıp da, partilerin zimamdarlarına “sen herkesi kör, alemi sersem mi sanırsın” diyebilecek akıl ve yürek sahibi kimse yok muydu? Ve mine’l-garaib!
***
Ey ihvan düşününüz: Yolsuzluk, hırsızlık diz boyuna değil, gırtlağa tırmanıyor; bütün ipuçları gelip-gelip Meclis’e dayanıyor, ama Meclis sakinleri iktidarı ve muhalefetiyle el-ele verip birbirlerini temizliyorlar, sütten çıkmış ak kaşık oluyorlar; örgütlü siyasi yolsuzluk çeteleri Ülke’nin zenginliklerini talan ediyor, Devlet Kasası’nın anahtarlarını elinde tutanlar Beytü’l-Mal’i yağmalıyorlar, şahsi hesaplara aktarıyorlar, yiyorlar, yediriyorlar, yurt dışına kaçırıyorlar; sonra da sirkat ettikleri paranın onda biri için bütün bir milletin ve memleketin haysiyetini rehin bırakarak IMF denen dünya çetesinin kapısında kul köle ediyorlar; bunu hangi vicdan hazmeder? Üstüste iki kriz ile ülke sarsılıyor; bir milletin toplam geliri bir gecede neredeyse yarıyarıya buharlaşıyor; milyonlarca insan işlerini ve gelirlerini kaybediyor, sanki ağır bir harp geçirmiş gibi hiç görülmemiş şeyler yaşanıyor, aç mezarları ortaya çıkıyor; bakıyorsunuz “uyum” içindeki Şanlı Hükumet masal anlatıyor! Bunu hangi vicdan hazmeder? Batık bankaların pislikleri hayasızca fakir omuzlara yıkılıyor; Deprem için, “Zorunlu Eğitim” için toplanan katrilyonların hesabı verilmiyor; koskoca bir memleket en stratejik bir konu olan enerjide sırf birkaç namerdin doymaz boğazı biraz daha fazla zıkkımlansın diye karanlık ilişkiler ağı içerisinde dışarıya bağımlı hale getiriliyor ve üstelik Doğalgaz’ın alış fiyatı bütün ısrarlara rağmen aile mahremiyeti imişçesine mahfuz tutuluyor; bir vakitlerin “dünyada kendisini beslemeye muktedir yedi ülkesinden biri” olma efsanesi bitiyor; işini gücünü bırakan Devlet, mektep kapılarındaki gencecik masum kızların başörtülerinin altındaki mevhum fesadlarla ve “başörtüsü savaşları”nı kazanmakla meşgul oluyor; “uyum” içindeki Şanlı Hükumet yine masal anlatıyor; alnında “Hakimiyet Bila Kayd ü Şart Milletindir” yazan Meclis, AB’den, ABD’den, IMF’den gelen talimatları kaanuna dönüştürüyor!
Ey ehl-i vatan! Allah aşkına! Bunları hangi vicdan hazmeder? Yoksa hakikaten sizler herkesi kör, alemi sersem mi sanırsınız?
***
İşte, AKP ve Recep Tayyip Erdoğan bu ahval ve şerait tahtında böyle yükseldi; kendisinde mevcut olan bir meziyyetin yarattığı dayanılmaz bir cazibenin değil, içinde Hükumet’in de bulunduğu Meclis’i “madum” etme konusunda kat’i hükmünü ve bu hükmün infazı konusunda geri dönülmez kararını vermiş bulunan toplumun çaresizliğinin hasıl ettiği defianın bir sonucu olarak.
Ben bu sonucu takdir ediyorum; ne parti olarak AKP’den ve ne de siyasi bir lider olarak Recep Tayyip Erdoğan’dan mühim şeyler beklediğimden dolayı değil; teşkil olunan “yeni” Meclis’in milli hassasiyetlerini – “güçlü” demiyorum – “yeterli” bulduğumdan dolayı hiç değil; Türk Milleti’nin, hala çözümü Demokrasi’de görmekte ısrar etmesindeki kararlılığından dolayı. Aksinin, yani, servetleri alenen ve edepsizce, alamein-nas çalınan, hakları gaspedilen kitlelerin bütün ümitlerini kaybederek, servetlerini ve haklarını geri almak için “şiddetin dili” ile konuşmaya karar vermelerinin çok daha feci akıbetler getireceğini bildiğim için!
***
Ey akıllı geçinen siyaset tilkileri! Halk’ın sesini dinleyiniz: Halk’ın sesi, Hakk’ın sesidir.

Çiler İlhan 14-16 Mayıs’ta Fransa’nın en prestijli edebiyat festivali Étonnants Voyageurs’de!

Çiler İlhan 14-16 Mayıs’ta
Fransa’nın en prestijli  edebiyat
festivali Étonnants Voyageurs’de!

Çiler İlhan, dünyanın en prestijli edebiyat festivallerinden biri olan, Fransa’nın Bretanya bölgesinde düzenlenen Étonnants Voyageurs’e davet edildi. Festival bu yıl 27. kez, 14-16 Mayıs 2016 tarihleri arasında düzenleniyor.Her yıl tarihi Saint-Malo kasabasında dünyanın dört bir yanından yazarlara ev sahipliği yapan Étonnants Voyageurs bu yıl da Tarık Ali’den Jean-Claude Carrière’ye 41 ülkeden 250’nin üstünde yazar ve sanatçıyı söyleşi, sergi ve belgesellerle dolu bir programda ağırlayacak. Bu yılın dikkat çeken temaları ise “Avrupa Fikri”, “Almanya, Bilinmeyen”, “Fransa, Nedir” ve “Türkiye’nin Yeni Sesi”.

ilhanİlhan’ın 2011’de Avrupa Birliği Edebiyat Ödülü kazanan kitabı Sürgün, Nisan 2016’da Galaade Éditions tarafından Fransızca olarak basıldı. Arapça, Hintçe, İtalyanca, İngilizce, Urduca, Fransızca da dahil 13 dilde basılan Sürgün’ün uluslararası edisyonlarının sayısı 2017 sonuna dek 20’yi bulmuş olacak.

Çiler İlhan bugüne dek Copenhagen Interlit (Danimarka), Festival della Letteratura Mediterranea (İtalya), Euro Stars (İngiltere) ve İTEF (Türkiye) dahil olmak üzere pek çok uluslararası etkinlik ve festivale katıldı.

Sürgün, Rüya Tacirleri Odası isimli bir öykü kitabı bulunan yazarın ikinci kitabı.
Aralarında City-Pick IstanbulÉcrivains de Turquie Sur les rives du soleilİpekli Mendil ve PEN Türkiye ve Norveç ortak projesi Canımı Yakma! kitaplarının olduğu 13 ulusal ve uluslararası antolojide öykü ve yazıları bulunan İlhan’ın üçüncü kitabı yıl sonu okurlarla buluşacak. Bir yandan romanı üstünde çalışan İlhan aynı zamanda aylık bir seyahat dergisinde de editörlük yapıyor.