Etiket arşivi: Saat mi?

Çin Tacikistan’a Girdi Mi, Girmedi Mi?

alptekin cevherliAyın 13’ünde Kocaeli’nde açılan ve Türkiye’nin en büyük kitap fuarı olan Kocaeli 9’uncu Kitap Fuarı ile ilgili son hazırlıklarımızı yaparken hocalihaber.com adlı internet sitesine bir haber düştü. Fuar telaşından ve yeni kitabımız “KAFES”in tanıtım çalışmalarından dolayı teyit ettiremediğimiz haberi, yalanlatamadık da…
Ancak bunca zamandır ne yalanlama ve ne de teyit edilmediğine göre genel bir kabullenmişlik ve antlaşmalı bir işgal söz konusu olabilir diye düşündük…
Haber metni aynen şöyleydi:

“6 Mayıs’da Tacikistan’a giren Çin ordusu Horno Badahşan özerk bölgesini kontrolüne aldı. Çin bu adımını Duşanbe’nin razılığıyla olduğunu ve bu şekilde Tacikistan’ın dış borcunu kapattığını açıkladı.

Rus NATO'su olarak bilinen Kollektif Güvenlik Anlaşması Örgütü'nde (KGAÖ) yapısal değişime giden örgüt üyeleri (Rusya, Belarus, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan) 2014 sonrasında Afganistan'da yaşanacak muhtemel sorunlara cevap verecek.
Rus NATO’su olarak bilinen Kollektif Güvenlik Anlaşması Örgütü’nde (KGAÖ) yapısal değişime giden örgüt üyeleri (Rusya, Belarus, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan) 2014 sonrasında Afganistan’da yaşanacak muhtemel sorunlara cevap verecek.
Toplam 1500 kilometrekare arazi Çin ve Tacikistan arasında tartışmalı bir bölgeyi oluşturuyordu (Ancak Tacikistan kontrolündeydi).
Bölgenin, Tacikistan’ın dış borçlarını kapatmak için Çin’e verileceği söyleniyordu. Ki, zaten Çin hükûmeti beyanatında da bunu vurgulamış oldu.  Bu araziler yaşam için uygun olmayan yerler gibi değerlendirilseler de Çin,  uranyum ve minerallerle zengin olduğunu düşündüğü bu yerleri aynı zamanda tarım için kullanmak niyetinde.”
Evet, haber metni özetle bu kadar.çina
Dağlık Badahşan’da Çin destekli zaman zaman isyan ve terör girişimleri yaklaşık 20 yıldır olmaktaydı. Bu saldırılarda Badahşan Emniyet Müdürü de öldürülmüştü. Bölge, uzun süredir Tacik emniyet güçleri ile Taliban arasında el değiştirmekteydi.
Tacikistan’ı oluşturan 4 vilayetten biri olan ve yaklaşık bir milyon nüfuslu Badahşan, aynı zamanda ortalama 6 bin metre yükseklik ile dünyanın çatı katı olarak da tanımlanabilir.
1992’den beri, yani Tacikistan’ın bağımsızlığını kazanmasından hemen sonra başlayan Çin’in bölgeye olan ilgisi ve terör saldırıları, 2012’de emniyet müdürü General Abdullah Nazarov’un öldürülmesi ile zirveye çıkmıştı.çinb
Netice olarak; Çin’in büyük nüfusuna yer açmak için yer altı zenginlikleri bakımından zengin Orta Asya Türk Cumhuriyetleri’ne yönelik ilgi ve işgal plânları zaten bilinen gerçekler. Şangay İşbirliği Örgütü’nü kullanarak ekonomik olarak işgal etmekte olduğu Türkistan pazarını bu kez askerî anlamda da işgale girişen Çin’in bu saldırısı için Rusya ve ABD’den onay almamış olması da mümkün değil.
Bölge Rusya tarafından hâlâ arka bahçe gibi görülürken, aynı zamanda ABD için de önemli bir müdahale noktası.
ABD’nin 11 Eylül saldırıları ardından Kırgızistan, Özbekistan ve ardından Afganistan’da askeri üsler kurduğu biliniyor. Özbek ve Kırgız hükümetleri bu üsleri daha sonra kapatsalar da; Afganistan halen ABD kontrolünde…
Bu bakımdan dünya kamuoyundan (ABD ve Rusya’dan) bir tepki gelmemesi ve olayın tamamıyla basından gizlenmesinin ardında, muhtemelen yapılan bir pazarlık ve Çin’e Batı’daki bir paylaşım karşılığında verilen sus payı olduğunu da düşünmek olası.
Diğer yandan Farsça konuşan Tacik Türkleri ile ilişki kurmak konusunda olabildiğince istekli olan İran’ın da bu işgal karşısında bir tepki göstermemesi ise diğer bir ilgi çekici detay.
Bu durumda Çin’e sus payı olarak verilen ve 100 yıldır sınır anlaşmazlığı yaşanılan yaklaşık 1500 km²’lik Tacikistan toprağı karşılığında Rusya, İran ve ABD hangi konularda onay almış olabilir?
Bunu sizin takdirlerinize bırakıyorum…
Ancak 1,5 milyarlık Çin’in binlerce yıllık devlet tecrübesi ile sabittir ki; hemen sınırın öte yanındaki Doğu Türkistan’a yönelik olarak bölgedeki terör örgütlerini temizlemek bahanesi ile girdiği Tacik topraklarından kolay kolay çıkmaya niyeti olmadığı aşikârdır. 2016 yılında Çin ve Tacik ordularının ortak tatbikat yapmış olmaları da Tacikistan’ın da “en azından hükümet bazında” buna karış direnç gösterecek gücünün de olmadığını ispatlar.
Bu konuda biz de dâhil, diğer Türk Cumhuriyetleri’nin sessiz kalması ise önemli bir eksikliktir. Evet, Tacikler Farsça ağırlıklı bir Türkçe konuşurlar ancak, hepsi de Maturidi – Hanefidir.
Ve Taciksitan’ın, Çin’in insafına sorgusuz sualsiz terk edilmesi diğer Türk Cumhuriyetleri için de çok önemli ve yakın bir tehdittir. Bu konuda Doğu Türkistan örneği gün gibi ortadadır…
Şimdi aklıma gelen sarı öküz hikâyesini hatırlatmak sanırım yerinde olacaktır:
Otlakların birinde üç öküz yaşarmış. Çevredeki aslan sürüsünün de gözü bu öküzlerdeymiş. Ancak, öküzler saldırı anında bir araya geldiği zaman, aslanların yapacak bir şeyi kalmazmış. Bu yüzden aslanlar, aç kalınca bir çare düşünmüşler. Topal aslan yanına bir iki aslanı da alarak, beyaz bayrak çekmiş ve öküz sürüsüne yanaşmış.
Öküzlerin lideri Boz Öküz ve Kara Öküz’e tatlı dille konuşmaya başlamış:
“Saygıdeğer öküz efendiler. Bugün buraya sizden özür dilemeye geldik. Biliyorum bugüne kadar sizlere zarar verdik. Ama inanın ki, bunların hiçbirini isteyerek yapmadık. Bütün suç hep o Sarı Öküz”de. Onun rengi sizinkilerden farklı ve bizim de gözümüzü kamaştırıyor, aklımızı başımızdan alıyor. Biz de barışseverliğimizi unutuyor ve saldırganlaşıyoruz. Sizle bir sorunumuz yok. Verin onu bize, siz de kurtulun, biz de kurtulalım ve hep barış içinde yaşayalım.”
Boz Öküz ve Kara Öküz bu sözler üzerine aralarında tartışmış ve teklifi haklı bularak, Sarı Öküz”ü vermişler aslanlara.
Bir süre sonra aslanlar yine aynı yöntemle gelip, bu kez Kara Öküz’ü istemişler:
“Gördünüz mü ne kadar barış severiz. Sizi de kararınızdan dolayı kutlarız. Ancak, şu senin Kara Öküz var ya, kuyruğunu salladıkça nereden baksak görünüyor ve aklımızı başımızdan alıyor. Size saldırmamak için kendimizi zor tutuyoruz. Oysa sen normal kuyruklusun. Ver onu bize, bu konuyu kapatıp, barış içinde yaşamaya devam edelim.”
Boz Öküz, Kara Öküz’ü de teslim etmiş ve Kara Öküz de aslanların pençesi altında can vermiş.
Aradan birkaç hafta geçmiş, arslanlar tekrar acıkmış. Oysa artık sadece Boz Öküz kalmış geride. Arslanların üzerine doğru geldiğini gören Boz Öküz, sıranın kendine geldiğini anlamış. Arslanlara bağırmış:
          Biz sizi her zaman yenerdik. Üstelik bir de sizinle anlaşma yaptıydık. Ne oldu bize, nerede kaybettik bu savaşı?
Arslanlar kahkaha atmış:
          “Siz” demiş, “Sarı Öküz”ü verdiğiniz gün kaybettiniz bu savaşı!”
         

Hoşafın Yağı Mı, Biyolojik Saat mi?

alptekin cevherli

Devr-i Osmanlı’da huzurun bozulduğu devletin duraklama dönemine girdiği yıllarda yeniçeri isyanlarıyla o paşanın kellesini, bu vezirin azlini istedikleri gibi aldıkları bir dönemde mevcut padişah vefat etmiş.
Yerine gelen genç padişah da gayet halis bir niyetle askerle de arayı iyi tutmak için Yeniçeri ocağını ziyaret edip asker kullarımla beraber karavanalarından bir yemek yiyeyim demiş.
Fikrini lalasına açmış, açmış ama onun bütün karşı çıkmasına rağmen Topkapı Sarayı’ndan vezirleri ile birlikte Yeniçeri ocağına doğru yola çıkmış.
Yeniçeriler cülus bahşişlerini yeni aldıkları için oldukça mutluymuşlar. E bir de koskoca padişah ayaklarına geliyormuş, daha ne olsun?
Kışlanın girişinde Padişah gayet güzel karşılanmış, gülbank ve nevbet eşliğinde içeriye duhul edilmiş. Edilmiş de, protokol konuşmaları ardından Padişah’ın besmele çekmesi ile yemeğe geçilmiş.
Çorbadır, yemektir, pilavdır derken sıra hoşafa gelmiş.
Padişahın önüne kâse içerisinde bir hoşaf gelmiş, gelmiş de; üzerinde bir parmak yağ yüzüyormuş. Padişah yeniçeri ağasına sormuş, “Bu nedir ağa? Böyle hoşaf mı olur?”
Ağa ezile büzüle cevap vermiş, “Şey Sultanım, asker taifesi bu işlerden pek anlamaz, ne versek yer. Biz de o nedenle mutfakta fazla iş çıkmasın diye pilavı – yemekleri pişirdiğimiz kazanları yıkamadan, meyveleri de içine atıp tekrar pişiriyoruz. Bu nedenle de böyle yağlı hoşaf oluyor” demiş. Padişah’ın gözleri dolmuş. “Asker kullarıma siz bunu reva görürsünüz de ben nasıl sarayımda rahat yemek yerim? Tez bundan beru, bütün kap kacaklar yıkanacak, kalaylanacak. Askerlerim her şeyin en iyisini yiyecekler. Aksini yapan olursa derhal kellisi vurula!” demiş ve hışımla ayağa kalkmış.
Elbette onunla birlikte herkes ayaklanmış…
Tabi bu muhabbeti duyamayan yeniçeriler ne olduğunu pek anlamamış. Duyanlar duymayanlara kulaktan kulağa aktarmış…
Ertesi gün ferman gereği bütün kaplar kalaylanmış. Eksikler giderilmiş. Ve her yemek pişimi ardından kap kacak güzeeelce yıkanmış.
Öğlen saati olmuş, yemekhaneye toplanan yeniçeriler dua ardından yemeğe başlamış. Her şey pırıl pırılmış. Çorbadır, yemektir, pilavdır derken sıra tekrar hoşafa gelmiş…
Amanın o da ne?
Hoşafta yağ yokmuş!…
Herkesi almış bir homurdanma. Kimi, “padişah dün geldiğinde hoşafımızın üzerindeki yağı görünce bu yağ askere fazla değil mi? Devlet-i Aliye’yi iflas mı ettireceksiniz?” Demiş ve o nedenle hışımla çıkmış, demiş. Kimi de “o kadar vezirin kellesini alan yeniçeriye bir de yağ masrafı mı yapacağız tez kesin yağ istihkaklarını demiş. Yeniçeri ağamız itiraz edecek olmuş; vurdururum kelleni deyip bir de tehdit etmiş”…(!)
Kısa bir sürede homurdanma nümayişe, oradan da isyana dönüşmüş ve kazanları kapan yeniçeriler Sultanahmet’teki At Meydanı’nın yolunu tutmuşlar. Yüzler binleri, binler on binleri bulmuş ve kazanları havaya kaldırıp Topkapı Sarayı’na dayanmışlar.
Padişah gürültüyü duyunca lalasına sormuş, “Bre lala asker niye ayaklanır? Daha dün kışlalarında değil miydik?”
Tecrübeli Lala, devletin bekası için can verme sırasının kendisine geldiğinin farkında ama dili bunu izah etmeye mecalsiz bir şekilde, “Devletlum siz kendi kulaklarınızla dinleyin” demiş ve camı aralamış…
Yeniçeri bağırıyormuş:
          Askerin rızkıyla oynayan, hoşafımızın yağ istihkakını kesen. Padişahımızı kandıran baş vezirin kellesini isterük. Eğer ki Padişah lalasının kellesini vermezse biz yapacağımızı biliriz. Hâl başkaca olur!
 * * *
Yıllardır ülkede yaz – kış saati uygulamasının yanlışlığı söylenir durur. Türkiye 2 saat dilimine yayılmış büyük bir ülkedir diye ders kitapları yazar. Yurdumuzun en batısı ile en doğusundaki meridyenler arası 76 dakikadır. Bu da 1 saat 16 dakikaya tekabül eder. Dolayısıyla bu 16 dakikalık fark için ya diğer büyük ülkeler gibi (Rusya, ABD veya Çin vb.) farklı saat dilimleri kullanmamız gerekir ya da orta bir değeri yani ülkenin coğrafi çoğunluğunun ve nüfusunun bulunduğu saat dilimini genel kabul edip uygulamak gerekir.
Bu gerçeğe rağmen yıllarca enerjiden tasarruf edeceğiz iddiasıyla Türkiye mevcut iki saat dilimi arasında yaz saati – kış saati uygulaması yaparak hem halkının biyolojik saatini bozdu, hem de iddia edildiği gibi enerji tasarrufu hiçbir şekilde beklenildiği gibi gerçekleşmedi.
Avrupa ülkelerinin saatlerine uyacağız diye kendi halkımızı sağlığı ile oynadık. Sağlığımızı neden kaybettiğimizi, neden kendimizi sürekli yorgun hissettiğimizi bir türlü anlamadık.
Oysa her insanın ve hatta her canlının biyolojik saati vardır. Bünye bunu güneşin hareketlerine göre ayarlar. Sağlığımız için kuşkusuz çok önemli olan uyku düzenimizi de vücudumuz buna göre kendisi ayarlar.
Şimdi ülkemizin genelinde doğal yaşama uygun olan bir saat uygulamasına geçilmişken sırf “istemezük” mantığıyla hareket edip bunu eleştirmek en azından insafsızlıktır. Bir süredir yazılı basında ve sosyal medyada süren eleştiri süreci dün KKTC’de lise öğrencilerinin Başbakanlığa dayanmasıyla artık farklı bir boyuta ulaştı.
Çocuklar imsak vakti sokaklara dökülüyor diye eleştirirken valiliklerin ilin şartlarına göre belirleyebilecekleri bir düzenlemeyi hatırlatmak yerine Batı’nın talepleri doğrultusunda ileri saat uygulamasından vazgeçilmesini önermek, en azından hoşafın yağının kesilmesini eleştirmek kadar komik ve cahilcedir…