Etiket arşivi: Rutte

En büyük eksiğimiz Lobi faaliyeti ve siyaset

İlhan KARAÇAY’dan 2019 Yıl Sonu Yorumu

En büyük eksiğimiz Lobi faaliyeti ve siyaset

Veda etmekte olduğumuz 2019 yılında, Hollanda ile Türkiye arasında dişe dokunur bir siyasi olay yaşanmadı. Rahatsız edici birkaç olay yaşandı ama, bu olaylar da her iki taraftan gelen sağlıklı ataklar sayesinde yumuşatıldı. Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli’nin, Hollanda’yı yakından tanımış olması ve  eski dostlarının devreye girmesi de kolaylaştırıcı oldu.
Peki, 2019 yılında Hollanda’da Türkler açısından acı ve tatlı olaylar yaşanmadı mı?
Tabii ki yaşandı. Ama iki ülkeyi ve iki ülkenin insanlarını çok etkileyecek olaylar yaşanmadı.

2019’da Hollanda’daki Türk toplumu içinde kayda değer gelişmeler olmadı ama, Türkler’in pasifliği konusunda en eleştirel yıl oldu. Yani Türkler ‘Lobi oluşturma’ konusunda snıfta kaldılar. Benim açımdan kayda değer bir konu daha var. Hollanda’daki resmi kurumlarımız, kendilerine bir paye biçen bazı işgüzer ve ağzı kalabalıklardan çok rahatsızlar. Kendilerine paye biçen bu ağzı kalabalıklar, buradaki kurumlarımızı ve bu kurumların başındaki yöneticileri,  Ankara’daki siyasi tanıdıklarına şikayeti moda haline getirdiler. İşin kötü tarafı, Ankara’daki siyasiler de, amaçları sırf ‘çıkar’ olan bu kişileri ciddiye alıyorlar ve kurumlarımız ile yöneticilerini rahatsız edici tavır takınıyorlar.
Hollanda’daki resmi kurumlarımızı yönetenlerin çalışma şevkini kıracak kadar yoğunlaşan bu tavırlar bir an önce sona ermelidir.

Lobicilikteki beceriksizliğimize gelince:

Türk Sivil Toplum Kuruluşları’nın yetkililerine soruyorum: 2019 yılında, Hollandalı bir Bakan’ı veya Milletvekili’ni toplantılarınıza davet edebildiniz mi?
Siyasi Parti üyesi olan Türkler’e soruyorum: Türkiye’yi ve Türkleri sürekli olarak yermekte olan partidaşlarınızın bakış açılarını değiştirmek için hangi girişimlerde bulundunuz?
Bu konuda bana bir kaç cevap gelecektir. Ama inanın ki bunlar yetmez.

Aslında bu zaafiyetin bir gerekçesi vardır.
Eskiden, tüm siyasi partiler içinde, etkinliği olan Türkler yer alıyordu. 6 Milletvekili, 10 İl Genel Meclisi Üyesi ve 250’yi aşkın Belediye Meclis Üyesi çıkaran Türkler’in şimdilerde esamesi okunmuyor.
Bu saydığım etikete sahip Türkler var ama sayıları öyle kabarık değil.

Bana göre, siyasi alanda güç kaybetmemizin başlıca nedeni DENK Partisi’dir.
Ağırlıklı olarak Türkler’den kurulu olan, yabancıların menfaatlerini korumak için mücadele edeceği sanılan DENK Partisi, başlangıçta çok iyi giden politikasını değiştirince güç kaybetti.
Genel seçim öncesinde şahsen benim de desteklediğim ve ‘Hangi görüşte olursanız olun, DENK Partisi’ne bir defalığına da olsa oy verin’ diye çağrı yaptığım bu parti, şimdilerde siyaset arenasında yok oldu gibi.
Siyaseti DENK Partisi’nde sürdürmek için kendi partilerini terk eden Türkler de şimdi açıkta kaldılar.
Şimdi yapılması gereken, Türkler’in tüm siyasi partilere dağılmaları ve eskisi gibi seçilebilir konuma gelmeleridir.

Siyasi Partiler oy kazanımına çok önem verirler.  Oy uğruna siyasi ideolojilerini bile bir kenara koyarlar.
İsterseniz bu konudaki haklılığımı ortaya koymak için size yaşanmış bir olayı anlatayım.
Bu olayı okuduktan sonra, lobiciliğin de nasıl yapılması gerektiğini görmüş olacaksınız.

Uçuç Vergisi

8 yıl önce, Hollanda hükümeti uçak biletlerine bir  ‘Uçuş vergisi’ koymak için bir yasa tasarısı düzenliyordu. Bu tasarıya göre, Atina’ya uçacak olan yolcu hiç vergi ödemeyecek, ama Ankara veya Antalya’ya uçacak olan yolcu 35 ile 50 euro arasında bir vergi ödeyecekti. Bu teklif yasalaşırsa, tatile gidecek Türk ailelerine büyük bir maddi külfet yüklenecekti. Bu duruma önce Hollanda Seyahat Acentaları Birliği ANVR, daha sonra çeşitli havayolu şirketleri itirazlarda bulundular. Corendon firması da girişimde bulundu ama fayda etmedi.

Utrecht Turizm Fuarı’nın açılış arifesindeydik. İşçi Partisi milletvekili olan eski dostum ve Agis’in Eski Genel Başkanı  Eelke van der Veen’i aradım. Durum hakkında birşeyler yapılması gerektiğini söyledim. O da beni, bu tasarının hazırlayıcısı olan Paul Tang’a yönlendirdi. Aynı akşam Paul Tang beni aradı ve ne istediğimi sordu. Ben de kendisine, iki gün sonra açılacak olan Turizm Fuarı’nda buluşma teklifinde bulundum. 6 Türk tur operatörü ve birkaç basın mensubu arkadaşım ile, Turizm Müşavirliği’mizin standında buluştuk. Turizmci dostlar, biletlere eklenecek olan ‘Uçuş vergisi’nin yolcular için ağır bir yük olacağını anlattılar. Paul Tang da, alınacak olan vergilerin, uçakların kirlettiği çevre için harcanacağını belirterek, çevre temizliliğinin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalıştı.

Toplantının sonucunda, fikir değişikliği olmadığı kanaatine vardım.
Ben de, ‘Mademki bu işler siyasetle ve oy hesabıyla çözümlenir, o halde ben de bu işi bu yolla halletmeliyim’ diye düşündüm ve Paul Tang’ı tren istasyonuna kadar yolcu ederken konuşmaya başladım: ‘Bak Paul, sizin partiniz geçen seçimlerde, Ermeni davasını körü körüne desteklediği için Türkler’den oy alamadı. Toplum olarak Demokrat ’66 Partisi adayı Fatma Koşer Kaya’yı destekledik ve seçilmesini sağladık. Kaldı ki, bugüne kadar, sağcı olsun veya solcu olsun Türkler hep sizin partiye oy veriyorlardı. Şimdi bu uçak vergisi yüzünden Türk aileler size yine kızacak ve oy vermeyecekler. Sana tavsiyem, başkanınız  Wouter Bos ile konuş ve bu durumu izah et’.

Paul Tang aynı akşam beni aradı ve Parti Başkanı Wouter Bos ile görüştüğünü, Maliye Bakanı’ndan da bu konuda randevu alındığını söyleyerek iyiye doğru bir işaret verdi.

Seyahat dalında faaliyet gösteren dostlara bunu anlattığım zaman bana, ‘Boş ver abi, bu iş böyle kalır’ diye umutsuz yanıtlar vermişlerdi.

Paul Tang ile konuşmam ocak ayında yapılmıştı. Mayıs ayı başında Mersin’deyken akşam telefonum çaldı. Telefon hattında Paul Tang vardı. ‘Müjde
Karaçay, uçak vergisi tasarısını geri çektim.
‘ diye iyi haberi verdi.

Bu anlattıklarım, pek çok sorunun lobi faaliyeti ile nasıl çözümleneceğinin bir örneğidir.

De Telegraaf ile kavgalar

Lobicilikte bireysel faaliyetler de çok önemlidir. Büyük ve güçlü bir gazeteyi nasıl yola getirdiğimi, Yavuz Nufel’in kaleminden okuyunuz lütfen;

İlhan Karaçay’ın bir de De Telegraaf girişimi vardır.
Çoğu zaman Türkler’e yapılan her haksızlığın karşısında artık Karaçay’ın DÜNYA Gazetesi vardır. Öyle ki, Türkler’e ve Türkiye’ye karşı her zaman acımasız davranan, kasıtlı haberler yayınlayan bir milyon trajlı en büyük gazete De Telegraaf’a âdeta savaş açar  Karaçay. “Boşuna uğraşıyorsun, De Telegraaf’ı yola getiremezsin!” derlerse de aldırmaz, mahkemelere verilir; yılmaz, yıldıramazlar.
Çünkü Karaçay haklıdır ve adalet tecelli edecektir, eder de.

De Telegraaf’ın yöneticileri, Karaçay’ın kendilerini eleştiren yazılarına ilgisiz kalmaz. Zamanın Genel Yayın Yönetmeni redaksiyonda bulunanlara sorar: ‘İçinizde Karaçay’ı tanıyan var mı’ der. Ünlü muhabir Jos van Noord, ‘Ben tanıyorum’ der. Genel Yayın Yönetmeni, ‘Davet et, konuşalım kendisiyle’ der.
Sonunda bir öğle yemeğinde buluşma gerçekleşir.

İlhan Karaçay, gazetenin sürekli Türkiye ve Türk aleyhtarlığı yayınlarını dile getirir ve ‘Turizmcilerimiz size yılda 5 milyon euroluk ilan veriyor. Siz ise Türk turizmini baltalamaya çalışıyorsunuz’ der. Karaçay, kendisi ile bir röportaj teklifini geri çevirir ve ‘Büyükelçimiz ile röportaj yapın’ der.

Karaçay’ın bu mücadelesi sonucunda aynı gazete, Lahey Büyükelçimiz ile yapılan röportajı tam sayfa olarak yayınlar. Hem de olumlu bir yaklaşımla.

Karaçay bu konuda şöyle diyor: “Oysa De Telegraaf’ın  tarihi boyunca hiçbir büyükelçiye böylesine geniş yer vermediği bilinen bir gerçektir. De Telegraaf, bununla da kalmayıp Türkiye lehinde çokça haber yayınladı. Özellikle, daha önce balta vurmaya çalıştığı turizmimiz için övgü dolu haberler yayınladı.

De Telegraaf yöneticileri daha sonra Türk turizmcileri ile de görüşmeler yapar. Beşer kişilik iki grupla ayrı ayrı yemek yenilir ve dertler dinlenir.

O zamanlar De Telegraaf 5-6 ay boyunca Türk aleyhtarlığı yapmaz ve bazen de güzel haberler yayınlar.

Kraliçe ve Başbakan’a mektuplar

Lobicilikte bireylerin de başarılı olabileceğinin bir başka örneği de, şahsımın Kraliçelere ve Başbakanlara yazdığım mektuplar ile kanıtlanmıştır.
Yine Yavuz Nufel’den kısa bir yazı:

‘İlhan Karaçay’ın 2002 yılında Kraliçe Beatrix’e yazdığı, 2017 yılında da şimdiki Başbakan Rutte’ye yazdığı mektuplar da, Türk ve Hollanda toplumunun barış içinde yaşayabilmeleri için, iyi niyetle yazılmış mektuplardı.

Hollanda’daki yaşamı boyunca, toplumsal konularda olduğu gibi, bireysel konularda da pek çok çalışmaları olan Karaçay,  yurttaşları için işveren kapılarında, hastane kapılarında, karakol kapılarında ve akla gelemeyecek bir çok kapıda mücadele verdi.
Karaçay’ın bu faaliyetleri tabii ki Hollanda-Türk tarihinde yerini alacaktır.’

Hollanda Türkleri’nin içinde bulundukları hâletiruhiyeyi anlayan var mı?

Hollanda’da’nın Utrecht şehrinde meydana gelen ve ülkeyi tam anlamıyla sarsan hunharca katliamın motivasyonu üzerinde tartışmalar sürerken, ülkede yaşayan yarım milyonu aşkın Türk ve Türk kökenlilerin içinde bulundukları hâletiruhiyelerini anlayan var mı?

Gün boyu ve gece yarılarına kadar süren TV ve Radyo yayınlarında ortaya serilen varsayımlar kafaları karıştırırken, öğleden sonra yapılan açıklamalarda, olayı yaratan caninin bir Türk olduğu açıklandı. Bu açıklamadan sonra, olayın etkisi ile zaten üzüntü içinde olan Türk ve Türk kökenlilerin yürekleri bir kez daha cız etti.

Olayın yankıları sürerken, gerek Email, gerek WhatsApp ve gerekse messenger ile temasta olduğum dostlarım, ‘Neden bu konuda bir şey yazmadın’ diye hayıflanıyorlardı.
Ben de, çok karmaşık olan söylenti ve iddialar arasında yanlış yapmaktan korktuğumu belirterek, ‘Konu, hele biraz daha netlik kazansın’ diye beklediğimi söyledim.

Saldırganın bir Türk olduğu açıklandıktan sonra pek çok dostum, duyumlarını bana da anlattılar. Olayın bir aile dramı olduğunu duyanlar, ‘İnşallah böyledir’ demeden de edemediler.

Hollanda’da yaşanan bu acı olay, başta Başbakan Rutte olmak üzere, ülkedeki huzuru sağlamakla mükellef olan tüm yetkilileri, tam anlamıyla fırtına gibi koşturdu.
Dile kolay, 3 ölü 5 yaralı var ki, ölü sayısının artmasından da korkuluyor.
Hollandalılar çok hüzünlüler ama tabii ki kızgınlar da…
İşte, Hollandalılar’ın bu kızgınlığı, ülkede yaşayan Türkleri ve Türk kökenlileri hem üzüyor ve hem de korkutuyor.
Kim bilir, bu fırsatı kaçırmamaya dikkat edecek olan ırkçı politikacılar ve medya neler diyecekler?

Hollanda’daki Türk ve Türk kökenlileri endişeye sevk eden son gelişmeler hakkında ne düşündüklerini sorduğum Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli şu açıklamayı yaptı:

 

”Öncelikle, ölen kardeşlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine sabır ve başsağlığı diliyorum. Ayrıca, yaralı kardeşlerimize de acil şifalar diliyorum.


Olayı duyar duymaz, Utrecht Belediye Başkanı’nı aradım. Sonra da Amsterdam başkonsolosumuz  Engin Arıkan’ın Utrecht’e gitmesini istedim. Başkonsolosumuz Utrecht’te gerekli temasları kurdu. Ben de önümüzdeki günlerde Utrecht’e gidip Belediye Başkanı Jan van Zanten nezdinde başsağlığı dileyeceğim.

 

Olayın nednini, katilin motivasyonunun ne olduğunu bilmeden, bazı medya organlarının sorumsuz yayınlarını üzülerek izledik. Medyadan son öğrendiğimiz, bu olayın motivasyonunun  yüzde doksan terör olayı olmadığı yönünde.

Vatandaşlarımız bu durumdan çok etkilendiler.  Hollanda yetkililerinin, olayın meydana geliş nedenini bir an önce açıklamaları lazım. Sorumsuz yayınlar, vatandaşlarımızı oldukça tedigin etti. Vatandaşlarımız, sokağa çıkamayacak kadar endişeliler. Biz, gerçek bilgiye ulaşana kadar, medya ile görüşmeme kararı aldık. Bunu ilkesel olarak tercih ettik.
Gerek Bakanlığımız ve gerekse ben gelişmeleri yakından takip ediyoruz.
Vatandaşlarımız şaşkınlık içindedir. Onlara sabırlı ve sakin olmalarını tavsiye ediyorum.
Ölen kardeşlerimize bir kez daha rahmet, yaralananlara da acil şifalar diliyorum.’

 

 

 

 

Lahey Büyükelçisi olarak atanan Dişli, Hollanda’da

İlhan KARAÇAY’ın röportajı ve analizi:

 

Türkiye ile Hollanda arasındaki ilişkiler, Hollanda hükümetinin Türkiye’deki anayasa değişikliği referandumu döneminde, Hollanda’da Türk vatandaşlarıyla bir araya gelerek konuşma yapmayı planlayan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağına verilen iniş iznini iptal etmesiyle gerilmişti.

Dönemin Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya’nın da 11 Mart 2017’de Rotterdam’daki Türk Konsolosluğuna girişine izin vermeyen Hollandalı yetkililer, Kaya’nın korumalarını gözaltına almış ve kendisini polis eskortuyla Almanya’ya gitmeye zorlamıştı.

Gelişmeler üzerine Türkiye, ülke dışında bulunan Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi’nin dönmemesini istemişti. İki ülke, diplomatik temsilini karşılıklı olarak maslahatgüzar düzeyinde tutuyordu.

406 yıl önce  Türkiye’nin jestleri ile dostluk içinde başlayan ilişkilerim, çok anlamsız oy avcılığı nedeniyle bozlmuş olmasının üzüntüsü içinde olan Hollanda’daki Türkler, ilişkilerin yeniden düzelmesi için çeşitli girişimlerde bulunmuşlardı. Bu satırların yazarı olarak naçizane şahsım da, Hollanda Başbakanı Rutte’ye bir mektup yazmıştım. O mektupta Rotte’ye, kinayeli bir tavırla, ‘’Mademki siz çok daha demokratsınız, daha çok medenisiniz, o zaman inisiyatifi siz ele alın ve Türkiye ile ilişkileri yeniden düzeltin’’ diye yazmıştım.

O günlerin Dışişleri Bakanı Bert Koenders’ı İşyerinde konuk eden iş adamımız Turgut Torunoğulları’nın girişimi de cabasıydı.

Nihayet, aradan bir buçuk yıl geçtikten sonra iki ülkenin yöneticileri, fırsatları iyi değerlendirdiler ve karşılıklı büyükelçi atamaları konusunda anlaştılar.

Türkiye Lahey’e, Hollanda’ya aşina olan eski bankacı ve politikacı Şaban Dişli’yi, Hollanda da Ankara’ya Marjanne de Kwaasteniet’i büyükelçi olarak atadılar.

Lahey Büyükelçisi olarak atanan Dişli, Hollanda’da

Türkiye ile Hollanda arasında ilişkilerin normalleşme sürecine girmesinin ardından, Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi olarak atanan Şaban Dişli, iki ülke ilişkilerinin gerek siyasi gerek ticari 500 yıla yakın bir tarihi bulunduğunu belirterek, “Kaldığımız yerden devam edeceğiz.” dedi.

Görevine başlamak üzere Lahey’e gelen Dişli, Lahey Büyükelçiliği Rezidansı önünde yaptığı açıklamada, iki ülke arasında önemli bir süreç başladığına dikkati çekerek, “Bizi buraya layık gören başta Cumhurbaşkanımız, Hollanda Kralı, Dışişleri Bakanımız ve Hollanda Dışişleri Bakanı olmak üzere hepsine teşekkür ederim. Türkiye-Hollanda ilişkilerinin gerek siyasi gerek ticari 500 yıla yakın bir tarihi var. Kaldığımız yerden devam edeceğiz.” ifadelerini kullandı.

Büyükelçi Dişli, Hollanda Kralı Willem Alexander’a güven mektubunu sunmasının ardından resmen göreve başlayacak.

Türkiye ile Hollanda arasındaki ilişkilerin normalleştirilmesine yönelik büyükelçilerin karşılıklı atandığı 7 Eylül’de duyurulmuş, Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi olarak Şaban Dişli atanmıştı. Hollanda da Ankara Büyükelçisi olarak Marjanne de Kwaasteniet’i atamıştı.

Hollanda hükümeti tarafından Ankara Büyükelçiliğine görevlendirilen Kwaasteniet,  geçtiğimiz pazartesi akşamı Ankara’ya gitmişti.

Hollanda’ya aşina olduğunu belirttiğim Şaban Dişli,  Adalet ve Kalkınma Partisi Kurucu Üyesi olmadan önce, Hollanda’daki Demir Halk Bank’ta Merdan Aras ile birlikte Genel Müdürlük yapıyordu.  Bu fotoğraf, Şaban Dişli (solda) Merdan Aras ve yardımcıları Kayhan Acardağ ile yaptığım röportaj sırasında çekilmişti

Şaban Dişli:

Orta Doğu Teknik Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Ekonomi ve İstatistik Bölümü’nü bitirdi. Yüksek lisansını New York Eyalet Üniversitesi’nde Matematiksel Ekonomi alanında tamamladı. Harvard Üniversitesi’nde üst düzey yöneticilik programına katıldı. Hollanda’da Demir-Halk Bank Rotterdam Genel Müdürlüğü görevini yürüttü. Yurtdışı Bankalar Birliği Kurucusu ve Yönetim Kurulu Üyeliği görevinde bulundu. Hollanda Amsterdam’da bir bankanın genel müdür yardımcılığı görevine getirildi. Adalet ve Kalkınma PartisiKurucu Üyesi oldu. 22., 23., 24. ve 26. Dönem Sakarya Milletvekilidir. 22. Dönem’de Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Üyeliği görevine seçildi. Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkan Danışmanlığı görevinde de bulundu. Türkiye-Hollanda Parlamentolararası Dostluk Grubu Başkanlığını yürüttü. Ekim 2011 itibarıyla Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi üyesidir. Ocak 2018’den itibaren AKPM İnsan Hakları Alt Komisyonu Başkanıdır. 23 Eylül 2018 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan kararname ile Türkiye’nin Hollanda büyükelçisi olarak görevlendirildi. Evli ve üç çocuk babasıdır.

Rotterdam’da Başkonsolos Aytaç Yılmaz göreve başladı

Rotterdam’a yeni atanan Başkonsolos Aytaç Yılmaz’ın medya mensupları ile tanışma toplantısına katılışım sırasında, Hollanda-Türkiye ilişkilerine ait kitabıbımı hediye ettim.

İnterajans’tan dostum Hüseyin Torunlar’ın yazdığı habere göre, Rotterdam Başkonsolosu Yılmaz, konsolosluk hizmetlerinin vatandaşa mümkün olan en verimli ve süratli şekilde sunulmasının, Türk toplumunun görev bölgesindeki siyasi, ekonomik ve sosyal hayata aktif katılımının sağlanmasının, karşılaştığı sorunların çözümüne destek olunmasının, birlik ve beraberliğinin artarak sürdürülmesinin ve Türkiye’nin etkin bir şekilde tanıtımının sağlanmasının Başkonsolosluğun yeni dönemde temel hedefleri olacağını ifade etti.

Başkonsolos Aytaç Yılmaz, “Üstlendiğim bu vazife nedeniyle onur duyduğumu ve geniş görev bölgemizdeki Hollanda Türk toplumuna hizmet edecek olmanın heyecanını yaşadığımı özellikle vurgulamak istiyorum” ifadesini kullandı.

Yılmaz, bu yeni dönemde güzel bir sürecin içine girileceğini ve geleceğe odaklanmanın gayreti içinde olunacağını kaydetti.

Türk toplumunun endişelerinin giderilmesi ve rahatlamasının sağlanması yönünde çaba sarf edileceğini belirten Rotterdam Başkonsolosu, Türk toplumunun yerel makamlarla tekrar yapıcı ve karşılıklı saygıya dayalı ilişki kurmasına katkı sağlamak arzusunda olduğunu dile getirdi. Başkonsolos Yılmaz, Rotterdam’da yaşayan Türkler’in de kendilerini Rotterdamlı hissedebilmelerinin önemli olduğunu belir

Türkiye-Hollanda gerginliğini körüklemeyelim

Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin’in, Hollanda’ya gelişinin iptal edilmesi hakkında yapılmakta olan yayınlar, iki ülke arasındaki krizin daha gergin bir hale gelmesine yol açabilir.
Türk yayın organlarının, ‘Skandal’, ‘rezalet’ gibi başlıklarla yayınladıkları haberlerde, iki ülke arasındaki gerginlik adeta körükleniyor.

Nedir bu son olay?
Avrupa Türk Demokratlar Birliği (Union of European Turkish Democrats UETD’nin Hollanda kolu tarafından organize edilen, Dünya Kadınlar Günü kapsamındaki
‘Terör Mağduru Aileler & Terörle Mücadele’de Kadın’ konulu toplantıya davet edilen Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin’in bu toplantıya katılması Hollanda tarafından istenmedi.
Hollanda’nın çiçeği burnunda yeni Dışişleri Bakanı Stef Blok, bir yıl önce yaşanan olaylardan sonra iki ülke arasındaki ilişkilerin bozulduğunu ve bu nedenle de, Fatma Şahin’in anlamlı bir şekilde tam bir yıl sonra bir toplantıya katılmak istemesini garip karşıladığını ve bu konuyu görüştüğü Türkiye Dışişleri Bakanı ile anlayış çerçevesi içinde hallettiklerini belirtti.
Stef Blok’un isteği üzerine, Fatma Şahin’in Hollanda ziyareti, Türkiye tarafından iptal edildi.

Durum böyle iken, Türk medyasının konuyu yeniden alevlendirip körüklemesi, iki ülke arasındaki gerginliğin iyileşmesine değil, daha da gerginleşmesini yol açacak niteliktedir.
Öyle ya, iki ülkenin dostluk ilişkileri, aşağıda hatırlatacağım nedenlerle tam bir yıl önce bozulmuş iken, yani iki ülke birbirlerine küs iken, hatta geçen hafta bu küskünlük perçinlenmişken, Türkiye’den bir politikacının yeniden Hollanda’ya getirilmek istenmesi ve toplantılarda konuşturulmak istenmesi, Hollanda tarafından ‘Provakasyon’ olarak nitelendirilmektedir.

Hatırlanacağı gibi, geçen yıl 11 martta yaşanan olaylardan sonra yazdığım yorumlarda, gerek Hollanda Başbakanı Rutte’yi ve gerekse Rotterdam Belediye Başkanı Ebutalep’i sert bir şekilde eleştirmiş ve hatta Başbakan Rutte’ye özel bir mektup da göndermiştim.
Daha sonra da hem Rutte’yi ve hem de Ebutalep’i yalancılıkla suçlayacak kadar ileri gitmiştim.

 

Peki şimdiki tepkim ne mi olacak?
Hiç. Bu olaya hiçbir tepki koymayacağım.
Neden mi?

Türkiyemiz ve Hollanda birbirlerine küs değiller mi?
Türkiye, Hollanda büyükelçisini bir yıl öne ‘İstenmeyen diplomat’ ilan etmedi mi?
İlişkilerin iyileşmesi için yapılan çalışmalar, daha geçen hafta, özür dilemek istemeyen Hollanda tarafının, kendi büyükelçilerini resmen geri çektikleri açıklamasıyla sonuçlanmadı mı?
Bu soruların tamamnın yanıtı tabii ki ‘Evet’tir.

O halde, istenmediğimiz bir ülkeye neden illa da gelme mecburiyeti hissediyoruz?
Bakınız, bizim Dışişleri Bakanımız, Hollandalı meslektaşının uyarısını haklı bulmuş ve Fatma Şahin’in seyahatini kendisi iptal etmiş.
Bu durumda, ‘Skandal’ ve ‘Rezalet’ gibi haberlerin yapılması da abesle iştigaldir.
Haaa, Hollanda akıllı olsaydı bu toplantıya izin verirdi ve o zaman da donmuş olan ilişkiler belki de erimeye başlardı. Ama Hollanda’da engin daldan murt yemek istemedi.

Deventer Belediye Başkanı Andries Heidema, Dışişleri Bakanı Stef Blok’un açıklamasını anlayışla karşıladığını belirtti ve  ‘Bu toplantı yapılsaydı, Deventer’deki hava çok gerginleşebilirdi’ dedi.

 

Neler yaşanmıştı?

Hollanda hükümeti, 16 Nisan 2017’deki anayasa değişikliği referandumu öncesi Türkiye’den siyasilerin ülkelerinde miting yapmalarına izin vermeyeceklerini açıklamış, Hollanda’ya gelmek isteyen Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun uçağına iniş izni verilmemişti.
Ancak aynı gün Almanya’da bulunan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya, karayoluyla Rotterdam kentine gelmişti. Polis tarafından durdurularak Türkiye’nin Rotterdam Konsolosluğu’na gidişine izin verilmeyen Sayan Kaya, polis konvoyu eşliğinde sınır dışı edilmişti. Bu gelişme üzerine Türkiye’nin Lahey Büyükelçisi Sadık Arslan Ankara’ya çağrılmıştı. Türkiye, istişareler için ülkesine giden Hollanda’nın Ankara Büyükelçisi Cornelis van Rij’ın dönmesine izin vermemişti.

Hollanda, ilişkilerin normalleşmesi için yapılan görüşmelerde Türkiye’nin “özür dilenmesi” ön koşulundan vazgeçmemesi üzerine, büyükelçisini resmen geri çekme kararı almıştı.

Hollanda’nın yalanı ortaya çıktı!

İlhan KARAÇAY’ın haberi:

ilhan karaçayHollanda’nın ‘sol eğilimli’ olarak bilinen ikinci büyük gazetesı De Volkskrant, Frank Hendrckx adlı yazarın uzun bir analizinden bir gün sonra, haber olarak da yayınladığı yazılarda, Hollanda hükümetinin Türkiye’ye karşı yanlış yaptığını, Başbakan Rutte’nin de, Rotterdam Belediye Başkanı Abutaleb’e yalan bilgi verdiğini belirtti.

Frank Hendrickx’in iki buçuk sayfalık analizi ile aynı gün yayınlanan haberi ince dokuyup sık eleyerek not ettiğim ayrıntıları sizlere sunuyorum.unnamed (10) unnamed (9)

Geçtiğimiz mart ayında, Hollanda’da yapılacak olan genel seçimler ve nisan ayında Türkiye’de yapılacak olan referandum öncesinde, Hollanda’da yaşayan Türkler ile bir araya gelmek için hazırlık yapan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun buraya gelişini önleyen Hollanda hükümetinin, yanlış yaptığını ve Başbakan Rutte’nin de yalan söylediğini ileri süren araştırmacı yazar Frank Hendrickx, yaşananların Başbakan Rutte’nin partisine parlamentoda 5 sandalye daha fazla kazandırdığını da belirtti.

İşte, Frank Hendickx’in De Volkskrant’ta yayınlanan uzun analizi ve aynı gün yayınlanan haberinin benim tarafımdan yapılan analizi:

13 Mart pazartesi tarihli De Telegraaf gazetesinin tam sayfa manşet haberinin başlığı ‘Burada patron biziz’ idi.  Pazartesinin diğer gazetelerinde de, iki gece öncesinde yaşanan Rotterdam olaylarının Hollandalılar’a verdiği zevkin anlatımı ve görüntüleri yayınlanmıştı.

Hollanda’daki genel seçimler öncesinde yapılan anketlerde, Geert Wilders’in ırkçı partisi PVV önde gidiyordu. Hükümetin en büyük ortağı olan Başbakan Rutte’nin partisi VVD ise büyük oy kaybına uğrayacaktı. Wilders’in ırkçı söylemlerinin seçmenler üzerinde önemli bir rol oynadığını fark eden Rutte, buna karşı bir şeyler yapma gerektiğine inanmıştı. Rutte, son yıllarda popülaritesini ve saygınlığını yitirdiğine inandığı Türkiye’ye karşı bir eylemim ses getireceğine inandı. Türkiye’de nisan ayında yapılacak olan referandum için Hollanda’ya gelecek olan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu için yaygara yapan Geert Wilders’in önüne geçmek için çırpınan Rutte, çareyi diplomatik kuralları çiğnercesine bir planda buldu.

Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Hollanda’ya gelip Türkler ile buluşmasına engel olmak isteyen Rutte, Milli Güvenlik ve Terörizm ile Mücadele Koordinatörü Dick Schoof ile temasa geçti ve böylesi bir toplantının ‘Halkın güvenliğini tehlikeye sokar’ saptamasıyla iptalini sağlamaya çalıştı.
Ne var ki, Amsterdam, Lahey, Deventer ve özellikle liman kenti Rotterdam’da araştırmalar yaptıran Koordinatör Schoof, en iyi adamlarından birini de Rotterdam’a gönderdi ve 3 güçlü adam Belediye Başkanı Abutaleb, Polis Müdürü Frank Paauw ve Savcı ile yapılan toplantıya soktu.
Rutte’nin etkisinde kalan Schoof, bu şehirlerin Belediye Başkanları’na, yapılacak olan toplantılar için, ‘Güvenliği tehdit edici unsurlar olduğu’ gerekçesiyle yasak getirip getirmeme konusunda bir mektup gönderdi.

Çavuşoğlu’nun 11 mart günü Rotterdam’a gelecek olan uçağına yasak koyulmasına kadar giden bu gerginlik sonrasında, iki ülkenin politikacıları birbirlerini suçlayan açıklamalar yapmaya başladılar.
Çavuşoğlu’nun yola çıkmadan önce yaptığı konuşmada, ‘Bana, halka açık bir tolantıya katılamazsın’ diyorlar. Bu ne demek oluyor? Nerede kaldı, sizin bize öğretmeye çalıştığınız demokrasi ve fikir özgürlüğü? Ne oldu sizin toplantı yapma özgürlüğünüz?’ deyince Hollanda’da kıyamet koptu.
Tüm siyasi parti liderleri Rutte’nin arkasında olduklarını açıklayınca, ‘Şimdi bakalım kim kazanacak’ sorusu dolaşmaya başladı.

Hollanda şartlar koymaya başladı. Önce 50 kişilik bir davetli topluluğu ile konuşma şartı getirdiler. Daha sonra bu sayı 100’e çıkarıldı. Hollanda Dışişleri Bakanı Bert Koenders’in telefonla bildirdiği bu şartlara çok kızan

Çavuşoğlu, 11 mart cumartesi sabahı CNN TÜRK’de yaptığı konuşmada ‘Boykot’ tehdidi savurunca Lahey’de kızılca kıyamet koptu ve ‘Biz bu şantajın altında ezilmeyiz’ diyen Rutte kabinesi uçağa iniş yasağı koydu.

Güvenlik Dairesi Koordinatörü Schoof, 10 mart günü Belediye Başkanları’na gönderdiği mektupta, ‘Türkler şartlarımızı kabul etmedi. Bu nedenle uçağa iniş yasağı konuldu’ dedi.
Bu görülmemiş önlem, ancak ve ancak, toplum güvenliğinden endişe eden

Hollanda’nın, Çavuşoğlu’nu tehlikeli ilan edecek bir argümanı var mıydı?
Aylar sonra açıklananlara göre, Hollanda’nın böyle bir argümanı olmadığı meydana çıktı.

Zira, Rotterdam polisinin verdiği raporda  ‘Güvenliği tehdit edici unsuların bulunmadığı’ yazılıydı.

Bakan Sayan-Kaya olayı

Çavuşoğlu’nun  iniş yasağından sonra, Almanya’da bulunan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya arandı ve aynı gün Rotterdam’a gidip vatandaşlar ile buluşması istendi.
Bunu öğrenen Rutte adeta küplere bindi. Bayan Bakan’ın otomobil konvoyu takip edilmek istendi. Sınır kapısında önlem alan Hollanda polisi, konvoyda bulunan iki otomobili geri çevirdi. Bakan Kaya’nın otomobili Rotterdam’daki Türk Başkonsolosluğu’na kadar gelmişti. Ama Başkonsolosluk çevresini sarmış olan polis, Bakan otomobilinin Başkonsolosluğa yanaşmasını önlemişti.

Yolun her iki tarafını kapatan polis, Bakan’ın Başkonsolosluğa girmesini yasakladı.

Bakan Fatma Betül Sayan Kaya, polislere derdini anlatmaya çalışıyor.
Ama polis şefi söylenenleri anlamıyor. Bakan’a muhatapolan bir polis şefi mi, yoksa Bakanlıktan bir görevli mi olmalıydı?

 

Hollanda polisi, daha önce de Başkonsolosluğun rezidansının bulunduğu caddeyi trafiğe kapamış, kimlik kontrolu yapmaya başlamıştı. Bunun üzerine kent merkezindeki Başkonsolosluk binasına giden Bakan’ın konvoyu, önü ve arkası kesilerek sıkıştırıldı.

Bakan Kaya’nın polis tarafından engellendiği haberlerinin duyulması ve yayılması sonrasında, Türkler ellerinde bayraklar ile Başkonsolosluğun önünde toplanmaya başladılar. Türkler’in yığınlar halinde Başkonsolosluğa akın etmesi üzerine polis, Başkonsolosluğa giden tüm yolları kapattı ve yürümeyi sürdüren Türkler’i tartakladı.

Rotterdam’daki Türkiye Başkonsolosluğunun önünde cereyan eden gelişmeler televizyonlar tarafından canlı bir şekilde yayınlanmaya başlanınca, Türkler’in Başkonsolosluk önündeki sayısı onbine yanaştı.

Bu ara Bakan Kaya’yı sınır dışı etme planı devreye girdi. Hollanda polisi Bakan Kaya’ya ülkeyi terketmesini söyledi. Bakan Kaya buna karşı çıktı. Ama polis Bakan’a çok kaba davrandı ve konvoya eşlik ederek Almanya sınır kapısına kadar eskortluk yaptı.

Daha sonra Türkiye Başkonsolosluğunun etrafında toplanan Türkler’in dağılması istendi. Türkler dağılmayınca polis kaba kuvvet kullanarak topluluğu dağıttı.

Bakan Sayan-Kaya’ya yapılanların uluslararsı anlaşmalara aykırı olduğu ve Başbakan Rutte’nin de Rotterdam Belediye Başkanı Abutaleb’e yalan söylediği ortaya çıktı. Bu yalan, olaydan 3 ay sonra 29 haziranda belli olmuştu. Zira DENK partisinin bir sorusu üzerine konuşan İçişleri Bakanı Ronald Plasterk, Türk Bakan Sayan-Kaya için ‘İstenmeyen yabancı’ kararı çıkmadığını söylemişti.

Bakan Sayan-Kaya’ya yapılan kabalık bununla bitmiyordu. Belediye Başkanı Abutaleb, Bakan’ın bir otele yerleşmesine izin vermedi. Rotterdam veya Brüksel havalimanlarına gitmesi de engellendi. Abutaleb, zırhlı araçtan inmeyen Bakan Sayan-Kaya’yı indirmek için, otomobili elektrikli bıçkı ile kesmeyi bile düşündüğünü ancak tehlikeli olur düşüncesi ile bundan vazgeçtiğini ikrar etti. Abutalep, silahlı oldukları düşüncesi ile, Türk korumalara karşı vur emri vermeyi bile planladığını açıklamıştı. Abutaleb’in Başbakan Rutte’den öğrendiğine  göre, Türk Bakan ‘İstenilmeyen yabancı’ olarak ilan edilmişti, bu nedenle de geldiği ülke Almanya’ya geri gönderilmesi gerekiyordu. Kaldı ki Türk Bakan için ‘İstenilmeyen yabancı’ kararı yoktu.

Bakan Sayan-Kaya’nın otomobili polis tarafından ablukaya alınmış, korumaların elleri otomobilin üzerinde saatlerce böyle görüntülenmişti. Bu görüntüyü De Volkskrant gazetesinin foto muhabiri Freek van den Bergh, konsolosluğa yakın bir binanın damından çekmişti

Durumun yukarıda yazılanlar gibi olmasına rağmen, Bakan Sayan-Kaya’nın başvurduğu Lahey mahkemesi, geçtiğimiz ekim ayında Bakan’ın ‘İstenmeyen yabancı’ ilan edildiği için davaya bakamayacağını bildirdi.
Böylece Sayan-Kaya’nın açtığı dava da düşmüş oldu.

Hollanda kabinesinin mahkemeye verdiği bilgiye göre, Bakan Sayan-Kaya kendi isteği ile ülkeyi terketmiş, bunun için zorlama yapılmamış, Bakan hanım kendini gitmeye mecbur hissetmiş.
Şimdi gözler tekrar Türkiye’ye çevrildi ve Lahey mahkemesine ikinci başvurunun yapılıp yapılmayacağı merak konusu oldu.
Uluslararası Hukuk Öğretim Üyesi Tom Zwart, Çavuşoğlu’nun ülkeye girişinin yasaklanması için yeterli bir neden bulunmadığını, Başbakan Rutte’nin Türkiye’den özür dilemesi gerektiğini açıklarken, Başbakan Rutte, böyle bir şeyi düşünmediğini belirtti.
Hollanda ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişki, mart ayından bu yana düzelmedi.
Hollanda Büyükelçisi hala Ankara’ya gidemiyor:
Ama Başbakan Rutte, NATO ortağı Türkiye ile ilişkilerin zamanla düzeleceğine inanıyor.

                                             *****

Sıcak ilişkilerin yeniden canlanması için ilk adımı Hollanda Dışişleri Bakanı Bert Koenders yapmıştı. Nasıl mı?
O günlerdeki haberimi okuyunuz.

İlhan KARAÇAY’ın haberi:

Hollanda’da, ‘Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu’ dedirtecek bir gelişme oldu. Türkiye ile adeta bir savaş başlatan Hollanda devletinin Dışişleri Bakanı Bert Koenders, bir Türk firmasının konuğu olarak Den Bosch şehrine gitti, Türk yemekleri yedi, konuştu ve adeta günah çıkardı. Hem de tam seçim arifesinin akşamında. Yani seçime birkaç saat kala…

Hollanda’nın Dışişleri Bakanı’nın katıldığı yemekli toplantı aslında önceden planlanmıştı. Hollanda Türk İşadamları Derneği HOTİAD’ın eski başkanı, DEİK ve DTİK’in Avrupa temsilcisi işadamı Turgut Torunoğulları, Ankara’da Ekonomi Bakanı ile yaptığı bir görüşme sırasında, Türkiye’de yatırım yapmış olan Hollandalı ve Türk işadamlarını bir araya getirmek istediğini belirtmişti.
Bakan’ın onayı ile harekete geçen Torunoğulları, 14 Mart akşamı için planlanan bu toplantı için Hollanda Dışişleri Bakanı Bert Koenders’dan da söz almıştı.

Toplantı günü yaklaştıkça heyecanı artan Torunoğulları, 11 Mart akşamı patlayan Hollanda-Türkiye çatışmasından sonra endişeye kapıldı ve planlanan bu toplantının akibetini merak eder olmuştu. Ama bu merak endişeye dönüşmedi. Zira Hollanda Dışişleri Bakanı Koenders, cereyan eden tüm üzücü olaylara rağmen toplantıya geleceğini bildirdi.

Bert Koenders, Den Bosch şehrindeki Edelstaal Şirketler Grubu’nun merkezinde gerçekleşen toplantıya, beraberinde İşçi Patisi seçim listesinde yer alan Emine Bozkurt da geldi.

Hollandalı ve Türk işadamları ile medya mensuplarının katıldığı toplantıda ilk konuşmayı Turgut Torunoğulları yaptı.

Torunoğulları şöyle konuştu:

”Sayın Dışişleri Bakanı’m Bert Koenders, Sayın Milletvekilimiz Michiel Servaes, Sayın Milletvekili Adayımız Emine Bozkurt , Sayın Dışişleri Bakan Danışmanı Eline Bosman, değerli STK ve NETUBA yöneticileri, değerli basın mensupları ve kiymetli misafirlerimiz.

2012 Yılında, Türkiye-Hollanda arasındaki 400 yıllık resmi ilişkilerin
400’üncü yılını kutlamıştık.”

Torunoğulları, talihsiz gelişmelere değinirken de şunları söyledi:

“11 Mart Cumartesi akşamı Rotterdam’daki olaylar oldu. Çarşamba akşamı ise seçimler vardı. Salı akşamı Hollanda Dışişleri Bakanı Bert Koenders bizi ziyaret etti. Personelimizle birlikte akşam yemeği yediler. Hollandalı ve Türk işadamlarının katılımıyla toplantı salonunda 400 kişilik bir toplantı yaptık. Bakan Koenders ile olayların nasıl geliştiğini konuştuk. Bakan Koenders olayların bu hale gelmesinden çok üzüntü duyduğunu ifade etti. ‘Buraya gelmemin nedeni bu krizin daha da büyümemesi. Sağ duyuya yakın olalım’ diyerek yumuşak mesajlar verdi.”

‘Hollanda -Türkiye ilişkilerinin iyi olacağına inanıyorum’ diyen Torunoğulları, sözlerini şöyle sürdürdü: “400 yıllık güzel dostluğumuz var. Dostum. Senato Başkanı Linden’ın önderliğinde 400 yıllık ilişkilerimizin kutlamasında da görev aldım. Çok güzel ilişkiler oldu. Bu yaşananlar geçici. Hem Hollanda’da seçim vardı hem de Türkiye’de referandum vardı. Dolayısıyla her iki tarafta stresliydi. Bu yaşananların stresten kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Hollanda’nın Türkiye’de  22 milyar dolar , Türkiye’nin de Hollanda’da 9 milyar dolar yatırımı var, 20 bine yakın işadamı var, 500 bine yakın Türk insanımız var. Kısa bir zamanda güzel günler geri gelecek.
Biraz sonra açıklayacağım rakamlarda anlaşılacağı üzere, Türkiye ve Hollanda arasındaki ekonomik , siyasi ve sosyal anlamda ilişkilerde, iki ülkenin karşılıklı çıkarları doğrultusunda asla kopma olmamamlıdır. Burada yaşıyan 460.000 Türk vatandaşı, binlerce yüksek öğretim gören gençlerimiz, siyasetçilerimiz, akademisyenlerimiz, girişimcilerimizle, her iki ülkenin kalkınmasına katkımız olmuştur.

2015 yılının verilerine göre, iki ülke arasındakı ticaret hacmi 6 milyar 100 milyon dolara ulaşmıştır. Hollanda’nın Türkiye ihracatı 3 milyar 200 milyon dollar dolayında. Türkiye’nin Hollanda’ya satışı ise 2 milyar 900 milyon dolar oldu. Hollandaki Türk firma sayısı 2564. 2002-2015 yılları arasında Hollanda’nın Türkiye’ye yapılan yatırım miktarı 21 milyar dolardır. Türkiye’nin Hollanda’daki yatırımı ise 9 milyar dolar cıvarındadır ve Türkiye’nin en fazla yatırım yaptıgı ülke Hollandadır.

Sayın Dışişleri Bakanım, sizi burada ağırlamaktan onur duyuyoruz.

Son yaşanan üzücü olayın tekrar yaşanmamasını diler ve iki ülke arasındaki birlikteliğin devamını temmeni ederim.”

Koenders günah çıkardı

Edelstaal merkezini gezdikten sonra gördüğü manzara karşısında gurur duyduğunu belirten Bakan Koenders, Hollanda Türkiye dostluğunun çok köklü olduğunu dile getirdi ve son yaşanan olayların, sokaktaki insanları etkilememesini, Hollanda’nın asıl zenginliğinin çok renklilik ve seslililik olduğunu söyledi.

Hollanda Dışişleri Bakanı Bert Koenders konuşmasını yapıyor

Bakan Koenders şöyle devam etti: ”70’li yıllarda Hollanda’da Türk deyince akla misafir işçi gelirdi. Baklava kebap gelirdi. Ben gençlik yıllarımda otobüs ile Kars’a kadar gittim. Türkiye’yi ve Türk insanını biliyorum.

Yaşanan olaylar sizi etkilemesin. Bakın sizlerin bu ülkenin birer katma değeriniz olduğu şu manzaradan belli. Üreten çalışan insanlar görüyorum, az önce sayın Turgut Torunoğulları’nın da belirttiği ve rakamları verdiği gibi, 20 binin üzerinde işverenin olması, Hollanda’da yaşayan Türkler’in ne derece başarılı olduğunu gösteriyor.” dedi.
Bakan konuşmasında Türk mevkidaşı Mevlüt Çavuşoğlu’na izin verilmemesi konusu ile, hafta sonu yaşanan olaylara değinerek, “Biz Sayın Çavuşoğlu ile daha önce görüştük, kendisnin Konsoloslukta vatandaşlarla buluşmasında bir sakınca olmadığını söyledik. Fakat kendisi vatandaşlarla başka yerde buluşma konusunda ısrar etti. Cumartesi akşamı yaşanan olaylar ise hiç yaşanmasını istemediğimiz olaylardır. Fakat bu olayların ardınsan bizim faşist, nazi olarak adlandırılmamız da üzücüdür. Bu olaylar yaşanmıştır, fakat iki ülkenin insanlarının arasına gölge düşüreceğini sanmıyorum. Çünkü çok güçlü bağlarımız var. Ben seçim ortamında bu nazik daveti kırmayarak sizlere geldiysem, bu olayların bizleri fazla etkilememesi içindir.” dedi.

                                              *****

…ve sıcak ilişkiye ilk adımlar

Yukarıdaki analiz ve haberin De Volkskrant gazetesinde yayınlanmasından sonra, ülkenin en büyük gazetesi De Telegraaf ve üçüncü büyük gazetesi Trouw’da geniş bir şekilde yayınlanan haber ve yorumlarda, mart ayında bozulan Hollanda-Türkiye ilişkilerinin düzelmesi için, Erdoğan ve Rutte arasında sıcak mesajların verilmeye başlandığı belirtildi.
Aynı gün televizyonların haber bültenlerinde de, tüm gün bu haberler tekrarladı.
“Türkiye, Almanya, Belçika ve Hollanda ile yeniden yakınlaşıyor” başlığı ile yayınlanan haberlerde, Erdoğan’ın AB ve Hollanda ile bozuk olan ilişkilerini düzeltmek istediği belirtiliyor. Hollanda Başbakanı Rutte’nin, birkaç gün önce gazeteler kanalıyla verdiği sıcak sözlere itibar ettiği belirtilen Erdoğan’ın, Tunus ve Çad ziyaretleri sırasında uçakta yaptığı konuşmadan şu pasaj yayınlandı:

‘Her zaman söylediğim bir laf var. Biz düşmanı azaltmaya dostu çoğaltmaya mecburuz. Bizim ne Almanya’yla problemimiz var, ne Hollanda’yla, ne de Belçika’yla. Tam tersine oralarda iş başında olanlar benim eski arkadaşlarım. Bana karşı yanlış da yaptılar, o ayrı. Yoksa ben mesela Hollanda Başbakanı Rutte ile çok iyi görüşürdüm. Belçika hakeza öyle. Almanya’yı belirtmeme bile gerek yok. Steinmeier olsun, Merkel olsun, bunlarla münasebetlerimiz çok çok farklı olmuştur hep. Sorunlar oldu ama son görüşmelerimiz gayet iyi. Kudüs meselesini görüştüğümde, kendilerinden destek istedim, onlar da bizimle aynı çizgideydiler. Birkaç gün önce Steinmeier’i teşekkür için aradım. Rutte bizimle ilişkileri geliştirmek için bazı sinyaller veriyor. Tüm bunlar memnuniyet verici. Biz AB’yle, AB ülkeleriyle elbette ilişkilerimizin iyi olmasını arzu ederiz. ABD Başkanı Trump’un, Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasından sonra, Avrupa ülkelerinin Büyükelçiliklerini Kudüs’e taşımamaları memnuniyet vericidir’.

ÖZLENEN TABLO: Erdoğan ile Rutte’nin futbolcu Kuyt ile bu görüntüleri, ‘Özlenen tablo’ olarak anılarda kaldı

*****

Daha önce naçizane şahsım, Hollanda Başbakanı Rutte’ye, ‘Madem ki siz daha demokrat ve daha medenisiniz, o halde inisiyatifi siz ele alın ve Türkiye ile ilişkileri düzeltin’ mahiyetinde bir mektup göndermiştim.
O mektubun Hollandaca ve Türkçesini altta bulacaksınız. Yine aşağıda göreceğiniz, Başbakan Rutte’nin bana gönderdiği 3 mayıs tarihli mektubun içeriğinde önemli bir not bulunmuyordu.

                                         *****

Gazetelerden:

TÜRK KÖKENLİ GAZETECİ İLHAN KARAÇAY HOLLANDA İLE TÜRKİYE ARASINDAKİ BUZLARI ERİTMEK İÇİN BAŞBAKAN RUTTE’YE MEKTUP YAZDI

Hollanda’da 50 yıldır gazetecilik yapan Türk kökenli gazeteci İlhan Karaçay, son günlerde yaşanan Hollanda-Türkiye krizi sonrasında, iki ülke arasındaki buzları eritmek için, Başbakan Rutte’ye bir mektup yazdı. Hollanda’da yaşayan Türk kökenlilere 50 yıldır gazeteci ve ombudsman olarak hizmet veren İlhan Karaçay, daha önceleri de Kraliçe Juliana ve Kraliçe Beatrix’e mektuplar yazmıştı. İlhan Karaçay’ın Başbakan Rutte’ye gönderdiği mektubun tam metni şöyle:

 

Almere, 27 Mart 2017

Sayın Başbakanım, Dikkat ettiyseniz size ‘Sayın Başbakan’ değil, ‘Sayın Başbakanım’ olarak hitap ettim. Zira, Türk kökenli bir Hollanda vatandaşı olarak sizi kendi Başbakanım olarak kabul ediyor ve saygı duyuyorum. Daha önceleri de çeşitli sorunlar için Kraliçe Juliana ve Kraliçe Beatrix’e mektuplar yazmıştım.

Sayın Başbakanım, son günlerdeki acı ve üzücü olaylara değinmeden önce, Türk kökenlilerin Hollanda’ya uyum sağlamadıkları iddiasına karşı, Hollanda’da bu konuda nelerin yanlış yapıldığına değinmek istiyorum. Ama bunun için örnekler vermek mecburiyetindeyim. Ben şahsen, Türkiye’de yabancı kökenli bir ‘Allochtoon’ olarak dünyaya gelmiştim. Çocukluk yıllarımda Arapça konuşmamız yasaktı. Konuşanlar karakola götürülüyordu. Müslümanlığın Alevi mezhebine sahip olduğumuz için, dini vecibelerimizi de gizli bir şekilde yerine getirebiliyorduk. Daha sonraları yaşanan rejim değişikliklerinden sonra Arapçayı da konuşabildik, Alevi olarak dini vecibelerimizi de yerine getirebildik. Yasaklar devam etseydi, belki de kendimi hiçbir zaman Türk addetmeyecektim ve kendimi Suriyeli Arap kabul edecektim. Ama ben kendimi hep Türk olarak hissettim. Aradan yıllar geçtikten sonra bu kez ben Hollanda’ya göç ettim. Sonra Hollanda tabiyetine geçtim. Gazetecilik yaparken Hollanda milli takımı ve Ajax ile dünyanın çeşitli yerlerine gittim. Seviyordum o zaman Hollanda futbolunu. 1978 yılında Arjantin’deki finalde kaybedince hüngür hüngür ağlamıştım. Daha sonra laleleri, yeldeğirmenlerini ve sarışınlarını sevmeye başladım Hollanda’nın. Bu sarışınlardan biri ile evlendim de… Bu evlilikten iki çocuğum oldu. İki de torunum var. Çocuklarım burada doğmuş olmalarına rağmen, benim yabancı kökenli olmam nedeniyle ‘Allochtoon’ olarak kayıtlara geçtiler. Başlangıçta ayrımcılıktan şikayet etmedi çocuklarım. Ben nasıl ki çocuk iken bir allochtoon olarak Türkiye’yi sevdim ve kendimi bir Türk olarak kabul ettiysem, çocuklarım da Hollanda’yı sevecek ve kendilerini Hollandalı olarak kabul edeceklerdi. Ama maalesef öyle olmadı. İki dilli ve iki kültürlü bir zenginliğe rağmen, çocuklarım da her zaman ayrımcılığı hissettiler. Çocuklarım, gazeteci olmam hasebiyle, yaşanan haksızlıklardan hep haberdar oldular ve bu duygular içinde yaşadılar.

Şahsen ben de ayrımcılığa kurban gittim. İki ülke arasında büyük bir sürtüşme ve boykota varan olaylar yaşandığı için. bu konuyu da anlatmakta yarar görüyorum. Hatırlarsanız, Alanya’da birkaç kendini bilmez Türk, 1995 yılında Hollandalı kızlara tecavüz etmiş ve kızlardan Marijke van Dijk’i öldürmüşlerdi. Bu caniler ömür boyu hapis cezasına çarptırılmışlardı. Daha sonra çıkan bir af yasasından yararlandıkları sanılan katiller yanlışlıkla serbest bırakılmışlardı. İşte o zaman Hollanda’da kıyamet kopmuştu. Hollanda ile Türkiye ilişkileri, bugünkü olaylar gibi zedelenmişti. Daha sonra hata düzeltildi ve katiller yeniden hapisaneye konulmuştu. O sırada Prens Willem Alexander ve Prenses Maxima Türkiye’ye gideceklerdi. Ama medyanın yaygarası nedeniyle bu gezi iptal edilmişti. İş o raddeye varmıştı ki, iki ülke biribirlerine karşı boykot tehditleri savurmuşlardı. İşte o sırada ben ortalığı yumuşatmak için, yönetmekte olduğum DÜNYA gazetesinde Türkçe ve Hollandaca bir yorum yayınlamıştım. Bu yorumumda iki ülke yöneticilerini sakin olmaya davet etmiş, iki ülke halkına da tavsiyelerde bulunmuştum. Satır aralarında Hollandalı ebeveynlere ve kızlara şu tavsiyede bulunmuştum: ” Türkiye bir İskandinav ülkesi değil, bir ortadoğu ülkesidir. Bu nedenle Türkiye’de giyiminize ve davranışlarınıza dikkat edin.” diye yazmıştım. Ne var ki GPD Ajansı, benim bu tavsiyemden bir başka anlam çıkarmış ve 28 abonesine, benim, ‘Alanya’daki tecavüz ve cinayet kendi kabahatlarıydı’ diye yazdığımı iddia etmiş ve ‘Alanya’da tecavüze uğrayanların kendileri kabahatlı’ başlığı ile haber yapmıştı. İşte o zaman kıyamet koptu ve tüm Hollanda medyası bana karşı acımasız yayın yapmaya başladı. Tabii ki olaya karışan kızlar ve aileleri de çok üzüldüler ve benim aleyhime tazminat davası açtılar. Ben, haber-yorumumda böyle bir ifade kullanmadığımı belirtmeme ve ailelerden özür dilememe rağmen yargılandım.

Ne gariptir ki, Utrechts Nieuwsblad gazetesi daha sonraki bir başyazısında, yanlış yaptıklarını ve benim böyle bir ifade kullanmadığımı yazdı ama bu da fayda etmedi. Avukatlarımın ‘Fikir özgürlüğü’ savunması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden örnek duruşmalar göstermesi ve Utrechts Nieuwsblad’ın günah çıkarır gibi düzeltme yorumu bile yargıçları tatmin etmedi. Bu nedenle toplamda 18 bin euro cezaya çarptırıldım ve bu cezayı da ailelere ve devlete ödedim. Yukarıda anlattığım olay, Hollanda adliyesinin bana karşı açıkça uyguladığı bir ayrımcılıktır. Çok uğraşmıştım. Amsterdam’daki duruşmaya bizzat katılmıştım. Hakimin önünde ailelere hitap ederek, böyle bir benzetme yapmadığımı söyledim ve açıkça özür diledim. Ama yargıçlar, medyanın etkisinde kalmıştı bir kere…

Şimdi gelelim bu günlere. Bugünlerde de Türkiye ile Hollanda arasında büyük bir gerilim yaşanıyor. Burada tekrarlamaya gerek görmediğim malum olaylar, iki ülke arasında savaş niteliği kazanacak kadar ciddi bir şekilde gelişiyor. Öyle ya, Rotterdan Belediye Başkanı Aboutaleb’in, ‘Polis timine, yanlış bir harekette vur emri vermiştim’ şeklindeki açıklaması, Türk Dışişleri Bakanı tarafından, ‘Bu bir savaş nedeni olurdu’ tepkisine yol açtı.

Sayın Başbakanım, ben gerek ajansım ile gönderdiğim haber-yorumlarda ve gerekse sosyal medyadaki yazılarımda hep uzlaştırıcı olmaya çalıştım. Bu olaylar için ne kadar çok kızmış Hollandalı varsa, lehte ve aleyhte o kadar çok kızmış Türk de var. Ben burada, Türkiye’nin yanlışlarını sıralamayacağım. Türkiye’deki rejimin iyiliği veya kötülüğü bir tarafa. Mademki Hollanda demokrat, özgürlükçü ve insan haklarından yana bir ülkedir, o zaman 11 Mart cumartesi akşamı Rotterdam’da yaşanan olayların yorumunu nasıl yapmamız lazım? Demokrasilerde, özgürlükçülükte ve insan hakları savunuculuğunda kısasa kısas olur mu? Yani, ‘Türkiye şunu yaptı, biz de bunu yaparız’ demek olur mu? O zaman nerede kaldı demokrasi, özgürlükçülük ve insan hakları savunuculuğu? O akşam televizyonlardan canlı olarak izlediğimiz olaylar sırasında, Hollandalılar’ın gururla baktıkları polis kuşatması, Türkler’in içini karartıyordu. Ekranlarda hem de Bakan olan bir hanımefediye yapılan muamaleyi izleyen milyonlarca Türk, adeta kan kusuyorlardı. Türk kökenli bir Hollanda vatandaşı olarak ben de öfkelenmiştim. Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolosu Sadin Ayyıldız’a, Bakan’ın yanına girme izni bile verilmiyordu. Bakan’a ve yanındaki heyete bir bardak su bile verilemedi. Daha sonra iki Türk diplomat tutuklanarak karakola götürüldü. Diplomatik pasaportlarını gösterdikleri halde tam iki saat hem de ayrı ayrı hücrelerde tutuldular. Peki, bu olayların bu raddeye gelişinin nedeni Türkler miydi? Ben şahsen, sizin Türkiye Başbakanı Yıldırım ile, Koenders’ın da Dışileri Bakanı Çavuşoğlu ile yaptığınız telefon konuşmalarının içeriğini biliyor gibiyim. Fransa’nın aynı saatlerde Çavuşoğlu’nun uçağına iniş verdiği haberleri arasında, sizin hala yasakçı olma tavrınızın nedeni, iddia edildiği gibi, sırf Wilders’e karşı, daha sert yabancı ayrımcılığı yapmak mıydı? Hoş, genel kanaat böyleydi ve bu nedenle de sizin seçimde Wilders’i alt ettiğiniz kanaati hakim ama, bundan sonra olayın telafisine nasıl gideceksiniz? Sayın Başbakanım, sayıları 315 bini bulan Türk kökenli Hollanda vatandaşı olarak, biz bu ülkeyi, lalesi, yel değirmeni, sarışını, eşcinseli ile sevmek istiyoruz. Bir zamanlar ben çok sevmiştim bu ülkeyi. Sonra sevmez oldum. Haliyle çocuklarım da uzaklaştı bu sevgiden. Şimdi bir iddiaya karşı yanıt vereyim. Hollandalılar faşist ve ırkçı değillerdir. Hollandalı’nın faşist ve ırkçı olmadığının delil ve örnekleri elimizde vardır. Bir zamanlar Glimmerveen diye ırkçı bir politakcı türemişti. Ama Hollanda halkı bu ırkçıya prim vermedi ve seçimlerde tek sandalye bile kazanamadı. Daha sonra Janmaat diye bir başka ırkçı çıktı piyasaya. Bu ırkçı da Hollanda halkından destek alamadı. Sadece bir sandalye kazandı ve kendisi meclise girdi. Ama meclisteki hiçbir parlamenter bu adamın elini bile sıkmadı. Zira o zamanlar politikacılar Hollanda halkının bu konudaki duygularını ve tutumunu çok iyi biliyorlardı. Sonra sevimli bir ırkçı çıktı ortaya. Pim Fortuyn idi bu sevimli ırkçı. New York’taki 11 Eylül sendromundan sonra patlayan islamafobiden de yararlanan Fortuyn büyük bir popülarite kazanmıştı. Ama ne var ki öldürüldü Fortuyn. Katili bulunmasaydı, suç Müslümanlar’a atılacaktı. Ama ne mutlu ki katili yakalandı ve Müslümanlar bu töhmetten kurtuldu. Katil bir Müslüman değil, sapsarı bir Hollandalıydı. Daha sonra Bayan Verdonk Azınlıklardan Sorumlu bir Bakan olarak çıktı karşımıza. Söylemleri ve uygulamaları ile tam bir yabancı karşıtı olan Verdonk’a ben, bir Türk şarkısından esinlenerek ‘Vicdansız Sabuha’lakabını takmıştım. Sonraları da Wilders denen adam çıktı arenaya… Sonu da malum. İşte, Hollanda halkı bu çirkin politikacıların tesiri altında kaldılar. Aramızdaki çürük elmalar da Hollanda halkı içindeki bakış açılarının değişmesinde rol aldılar. Eskiden bize, ne Türkiye devleti sahip çıkıyordu ne de Hollanda. Şimdi görüyorum ki, bizi paylaşamıyorsunuz. O zaman, bize bir şans verin sayın Başbakanım. Öyle şeyler yapın ki, biz bu ülkeyi yeniden sevelim. Gerekirse bu ülke için can da verelim. Şu bir gerçektir ki, Hollandalılar olaylara daha serin kanlı bakarlar. Yani serinkanlı nuchterler. Doğulular ise duygusaldırlar. Hollanda’yı yöneten bir Başbakan olarak siz burada serinkanlılığınızı gösterin ve daha duygusal olan Türkiye’ye karşı daha kucaklayıcı olun. Bakın, buraya gelmiş ve burada doğmuş olan yarım milyona yakın Türk kökenli, çoğunlukla bu ülkeye entegre olmuş vatandaşlardır. 25 bin Türk kökenli işyeri açmıştır bu vatandaşlarınız. Bunlar 100 bine yakın insan çalıştırmaktadır. Türk kökenli çocuklar eğitim görmüşlerdir. Binlerce gencimiz çok önemli pozisyonlarda görev yapmaktadır. Türk kökenliler siyasete de ilgi duymuşlardır. Milletvekili olan, İl Genel Meclisi Üyesi olan ve Belediye Meclis Üyesi olan binlerce Türk kökenli vardır. Bazı çatlak sesler, Türk kökenlileri aşağılamak için bu gelişmelerin aksini iddia etmektedirler. Tabii ki her toplum içinde çürük elmalar olacaktır. Türkiye’nin Akdeniz sahillerinde binlerce Hollandalı yaşamaktadır. Oradaki Hollandalılar arasında da çürük elmalar yok mudur? Göçmenler, dünyanın her tarafında aynı kaderi paylaşırlar sayın Başbakanım. Kanada’daki, Avusturalya’daki, Yeni Zelanda’daki Hollanda’dan göç etmişlere bakınız. Orada da aynı sorunları görürsünüz. Buralarda kiliseler boş iken ve hatta bazıları camiye dönüştürülürken, oralarda kiliseler dolmaktadır. Tıpkı burada camilerin dolduğu gibi…
Bunlar, göçmenlerin kendilerini sahipsiz hissetmelerinden kaynaklanmaktadır. Türk kökenlilerin Hollanda’daki toplumsal konumları da tartışılıyor. Türk kökenliler aslında toplumdaki gelişmelere duyarlı davranmaktadırlar. Bunun son örneğini 15 Mart seçimlerinde gördük. Türk kökenliler siyasi katılım mücadelesinde farklı bir misyon ortaya koydular. Türk kökenliler seçimlerde katılımı azami seviyeye çıkararak, güçlerinin farkına varılmasını istediler ve bunu sağladılar. Seçim andıklarına giderek Hollanda’nın asli unsuru olduklarını ortaya koydular. Türk kökenliler, kullandıkları oylar ile, bu ülkenin yönetimi ile ilgili kaygılarının olduğunu ortaya koydular. Eşit vatandaşlar olarak, seçme ve seçilme hakkını vatandaşlık şuuruyla yerine getirdiklerini gösterdiler. Türk kökenli Hollandalılar, Türkiye’ye duydukları aidiyetin, Hollanda’ya duydukları aidiyete halel getirmeyeceğini, tam aksine bunun bir zenginlik olduğunu tavırlarıyla gösterdiler. Sayın Başbakanım, madem ki bizler, gelişmemiş ve henüz demokratikleşmemiş bir ülkeden göç etmişiz, siz de gelişmiş , medenileşmiş ve demokratikleşmiş bir ülkesiniz, o halde gelişmelere de bu minvalde toleranslı davranılması gerektiğini anlamalısınız. Burada yaşamakta olan yarım milyona yakın Türk ve Türk kökenlinin daha fazla üzülmesine izin vermeyiniz. Buradaki Türk kökenliler, Hollanda’nın lalesini, yeldeğirmenini, futbolunu ve sarışınlarını yine sevmek istiyorlar. Bu aşkın yeniden doğmasına ön ayak olunuz. Bu mektubum ile birlikte size, 2012 yılında kutladığımız Hollanda-Türkiye ile 400 yıllık ilişkilere ait kitabımı da gönderiyorm. Bu kitapta da göreceksiniz ki, iki ülke arasındaki dostluk çok eskiye dayanıyor. Bu bir dostluktan ziyade kader birliğine de benziyor. Zira Türkiye, Hollanda’nın kuruluşunda ve sonrasında büyük yararlar sağlamıştır. Hollanda’nın düşman olması gereken en son ülke Türkiye olmalıdır. Hollanda’nın Türkiye’ye minnet borcu da vardır. Bu borcu Prens Maurits o zamanlar Zeeland’ta bir yere ‘Türkije’ adını vererek ödemeye çalışmıştır. 80 Yıllık İspanya savaşını kazanmanızda Osmanlı’nın rolü olmuştur. Kurulan Hollanda devletini Venedikliler, Almanlar ve Fransızlar istemediği halde ilk tanıyan Osmanlı olmuştur. İlk Büyükelçiniz Haga, Osmanlı Sultanı tarafından kabul edilip kapütülasyon hakkını aldığı zaman Hollandalılar çok mutlu olmuşlardı. İşte biz böylesi bir kader birliğine sahibiz. Şimdi sıra o kader birliğini yeniden inşa etmeye geldi. Bunu da en iyi yapacak olanların başında siz geliyorsunuz. Sizden bekleneni yapınız sayın Başbakanım. Bu ara benim yapmamı istediğiniz bir şey olursa, başımın üzerine… Mektubuma son vereceğim sırada Rotterdam’dan bir haber geldi: Bir Türk, dükkanını Erdoğan posterleri ile süslemiş. Uyarı üzerine polis gelmiş ve bu posterleri toparlatmış. Gerekçe olarak da, kışkırtıcılığı önlemek gösterilmiş. Bu durumda bu tip gelişmeler devam edecek gibi. Peki şimdi ne yapacağız sayın Başbakanım? Bu ülkede Erdoğan’ı sevenler olduğu sürece, siz nasıl demokrat ve özgürlükçü olarak hareket edeceksiniz? Türkler’in bazıları soruyorlar: Erdoğan diktatördü de, neden O’nunla anlaşmalar yapıyorsunuz? Erdoğan’ı Avrupa olarak neden tamamen dışlamıyorsunuz da, konu seçim olduğu zaman O’nu dışlıyorsunuz? Burada yaşayan yarım milyona yakın Türk kökenlinin büyük çoğunluğu, bu gibi siyasi çekişmeler içerisinde kurban mı olacaklar? Lütfen sayın Başbakanım, siz Hollanda gibi önemli bir ülkeyi yönetecek beceriye sahipsiniz. Türkiye ile bozulmuş olan ilişkiyi çözebilecek yeteneğe sahip olduğunuza inanıyorum. Paylaşamadığınız buradaki Türk kökenlilerin hatırına, barış inisiyatifini siz alınız. Yarım milyona yakın Türk ve Türk kökenliler sizden bunu bekliyor.

Saygılarımla, İlhan Karaçay

                                            *****

Brief aan Rutte in het Nederlands

Turks-Nederlandse journalist İlhan Karaçay schrijft een brief aan premier Rutte om het ijs tussen Nederland en Turkije te laten smelten İlhan Karaçay, een Nederlander met een Turkse achtergrond die al 50 jaar in ons land als journalist werkzaam is, heeft naar aanleiding van de huidige crisis tussen Nederland en Turkije een brief aan premier Rutte geschreven om het ijs tussen beide landen te laten smelten. İlhan Karaçay, die als journalist en als ombudsman al 50 jaar diensten verleent aan de mensen met een Turkse achtergrond in Nederland heeft eerder ook al brieven aan de toenmalige Koningin Juliana en Koningin Beatrix geschreven. De brief die İlhan Karaçay aan premier Rutte heeft geschreven is als volgt:
Almere, 27 maart 2017

Mijn Geachte Premier,
Zoals u ziet is de aanhef van mijn brief, “mijn geachte premier”, in plaats van “geachte premier”. Dat komt omdat ik, als Nederlander met een Turkse achtergrond, u als mijn premier zie en respect voor u heb. Al eerder heb ik ook vanwege verschillende vraagstukken brieven gestuurd aan de toenmalige koningin Juliana en koningin Beatrix. Mijn geachte premier, voordat ik iets wil zeggen over de bedroevende gebeurtenissen van de afgelopen tijd, wil ik, als antwoord op de bewering dat de mensen met een Turkse achtergrond niet goed ingeburgerd zijn in Nederland, het hebben over de fouten die er in Nederland in dit proces gemaakt zijn. Om dit te doen is het nodig om voorbeelden te geven. Ik ben persoonlijk een “allochtoon” met een buitenlandse achtergrond die in Turkije ter wereld kwam. Tijdens mijn kinderjaren was het voor ons verboden om Arabisch te praten. De mensen die wel Arabisch spraken werden door de politie meegenomen. Omdat wij islamitische alevieten zijn, konden wij onze religieuze verplichtingen alleen maar in het geheim uitvoeren. Later, onder andere regeringen, mochten wij wel Arabisch praten en mochten we ook onze alevitisch religieuze verplichtingen uitvoeren. Als deze verboden zo gebleven waren, zou ik mijzelf nooit een Turk hebben gevoeld, maar misschien wel een Syrische Arabier. Ik heb mijzelf echter altijd Turk gevoeld. Jaren later ben ik naar Nederland verhuisd. Ik heb de Nederlandse nationaliteit gekregen. Tijdens de periode dat ik als journalist werkzaam was, heb ik over de hele wereld het Nederlands elftal en Ajax gevolgd. Ik hield erg van het Nederlands voetbal. Toen in 1978 Nederland de finale tegen Argentinië verloor heb ik tranen met tuiten gehuild. Later ben ik gaan houden van de Nederlandse tulpen, de windmolens en de blondines. Met zo’n blond meisje ben ik ook getrouwd…

Uit dit huwelijk heb ik twee kinderen gekregen. Nu heb ik ook twee kleinkinderen. Ondanks dat mijn kinderen hier geboren zijn, werden zij, omdat ik een buitenlander was, bestempeld als “allochtoon”. Net zoals ik in Turkije als kind zijnde een allochtoon was en hield van Turkije en mezelf Turk voelde, hebben mijn kinderen in eerste instantie geen last gehad van discriminatie. Ook zij zouden zich op dezelfde manier van Nederland houden en zich Nederlander voelen. Dit ging echter anders. Ondanks de rijkdom van twee culturen en twee talen hebben mijn kinderen zich wel gediscrimineerd gevoeld. Vanwege mijn beroep als journalist waren mijn kinderen altijd op de hoogte van de onrechtvaardigheden die er waren en daardoor hebben zij met deze gevoelens geleefd. Ik ben zelf ook geregeld gediscrimineerd. Omdat ik zie dat er grote wrijving en zelfs boycots zijn tussen de beide landen, vind ik het nodig om dit voorbeeld aan te halen. Zoals u zich waarschijnlijk zult herinneren, waren er in 1995 in Alanya een paar verachtelijke Turken die Nederlandse meisjes hadden aangerand en een van deze meisjes, namelijk Marijke van Dijk, vermoord. Deze schurken hebben daarna een levenslange gevangenisstraf gekregen. Later profiteerden zij van een generaal pardon en werden de daders van deze moord per abuis vrijgelaten. In Nederland was toen het hek van de dam. De contacten tussen Nederland en Turkije waren, net als vandaag de dag, flink gehavend. Later is de vrijlating van de daders gecorrigeerd en werden zij opnieuw vast gezet. In die tijd zouden prins Willem Alexander en prinses Maxima naar Turkije gaan, maar vanwege de druk die er vanuit de media ontstond was deze reis afgelast. Het conflict was zo groot geworden dat beide partijen elkaar dreigden met boycots. Op dat moment had ik in de krant DÜNYA, waar ik toen de redactie over had, een column in het Turks en Nederlands geplaatst. Hierin vroeg ik aan de leiders van beide landen om zich gedeisd te houden en ik gaf aan het volk van beide landen adviezen. Tussen de regels door gaf ik het volgende advies aan Nederlandse ouders en hun dochters: “Turkije is geen Scandinavisch land, het is een land in het Midden-Oosten. Om deze reden is het belangrijk om op je kleding en je gedrag te letten als je in dit land bent.” 
Helaas heeft het GPD persagentschap mijn woorden anders uitgelegd en tegenover haar 28 abonnees verklaard dat ik gezegd zou hebben dat “de aanranding en de moord in Alanya de schuld was van de meisjes zelf”. Zij hebben toen een stuk geplaatst met de kop: “Verkrachting in Alanya was eigen schuld”. Toen was het hek van de dam en de gehele Nederlandse media begon toen een agressieve strijd tegen mij. De betrokken meisjes en hun ouders hebben toen een schadevergoeding claim tegen mij aangespannen. Ondanks dat ik verklaard had dat ik in mijn column niet deze uitspraak had gedaan en dat ik mijn excuses had aangeboden tegenover de betreffende families, werd ik toch veroordeeld. Het was opmerkelijk dat het Utrechts Nieuwsblad later in een hoofdartikel verklaarde dat zij een fout hadden gemaakt en dat ik mij inderdaad niet op die manier had uitgelaten. Dit was echter tevergeefs. De rechters werden niet overtuigd door mijn advocaten die het hadden over de vrijheid van meningsuiting, de jurisprudentie van het Europese Hof voor de Mensenrechten die vergelijkbaar waren en de rectificatie van het Utrechts Nieuwsblad waarin zij de uitlatingen corrigeerden. Ik ben toen veroordeeld tot het betalen van 18 duizend euro en heb dit betaald aan de betreffende families en de staat. Het voorval wat ik hierboven vermeld, is een duidelijke vorm van discriminatie die door de Nederlandse rechtbank ten opzichte van mij werd toegepast. Ik ben hier lang mee bezig geweest. Zelf ben ik ook naar de zitting geweest in Amsterdam en heb ten overstaan van de rechter en betrokkenen verklaard dat ik niet zo’n vergelijking had gemaakt en dat ik mijn excuses aanbood voor dit misverstand. Maar de rechters stonden helaas onder druk van de media…..

Als we nu eens kijken naar het heden. Er is een grote spanning tussen Turkije en Nederland. De bekende voorvallen, waarvan ik het niet nodig vind om ze hier te herhalen, ontwikkelen zich op serieuze wijze, zodat er binnenkort gesproken kan worden over een daadwerkelijke oorlogssituatie. Het is zelfs zo dat de burgemeester van Rotterdam Aboutaleb de volgende uitspraak heeft gedaan: “Ik heb het politieteam de opdracht gegeven om te schieten als er verkeerde handelingen gedaan zouden worden” en het antwoord hierop van de Turkse minister van Buitenlandse Zaken hierop was “Dit zou reden zijn voor oorlog”.

Mijn geachte premier, ik heb altijd in mijn stukken, zowel in mijn nieuwsartikelen en columns in de media als op sociale media, geprobeerd om verzoenend te zijn. Vanwege de gebeurtenissen zijn er veel Nederlanders die kwaad zijn, maar er zijn net zoveel Turken die kwaad zijn (deze mensen kunnen zowel vóór als tegen zijn). Ik ga hier niet de fouten van Turkije opnoemen. De goede of slechte kanten van de regering van Turkije zijn hier ook niet aan de orde. Als Nederland een democratisch, vrij land is wat zich inzet voor mensenrechten, hoe kunnen we dan de gebeurtenissen die op 11 maart in Rotterdam plaatsvonden verklaren? In een democratie, een vrij land en een land waar de mensenrechten hoog in het vaandel staan, betaalt men toch niet met dezelfde munt terug?

Dus: ‘Turkije heeft dit gedaan en daarom doen wij dit’, kan toch niet de redenatie zijn? Waar blijven we dan met onze democratie, vrij land en mensenrechten?
Tijdens de gebeurtenissen die avond, die we allemaal live op de televisie hebben kunnen zien, keken de Nederlanders met trots naar het politieoptreden, maar werden de Turken hier kwaad over. De miljoenen Turken die zagen hoe de vrouwelijke minister behandeld werd, werden furieus. Als een Nederlander met een Turkse achtergrond werd ik ook kwaad. De Turkse Consul-Generaal Sadin Ayyıldız uit Rotterdam kreeg zelfs geen toestemming om naar haar toe te gaan. Ze konden de minister en haar consorten niet eens een glaasje water aanbieden. Later werden er twee Turkse diplomaten opgepakt en meegenomen naar het politiebureau. Ondanks dat zij hun diplomatenpaspoort toonden, werden zij toch twee uur vastgehouden in twee aparte politiecellen. Maar, waren het wel de Turken die ervoor hadden gezorgd dat deze activiteiten zo uit de hand liepen?

Ik persoonlijk kan mij een beetje voorstellen hoe de gesprekken tussen u en de premier van Turkije Yıldırım en de gesprekken tussen de Ministers van Buitenlandse Zaken Koenders en Çavuşoğlu zouden zijn gelopen. Op het zelfde moment werd in Frankrijk bekend gemaakt dat het vliegtuig van Çavuşoğlu daar wel mocht landen, maar u bleef maar verbieden. Was de reden hiervan, zoals beweerd wordt, alleen maar om tegenover Wilders meer discriminatie van vreemdelingen te tonen? Goed, de algemene indruk was als boven vermeld en er wordt ook gezegd dat u om deze reden van Wilders gewonnen heeft, maar hoe gaat u deze gebeurtenis compenseren? Mijn geachte premier, wij, als Nederlanders met een Turkse achtergrond, waarvan het aantal op dit moment 315 duizend is, willen van dit land houden met zijn tulpen, met zijn windmolens, met zijn blondines en met zijn homoseksuelen. Eens heb ik ook veel van dit land gehouden. Maar later hield ik er niet meer van. Zelfs mijn kinderen zijn verwijderd van deze liefde. Nu wil ik graag antwoord geven op een bewering: Nederlanders zijn niet fascistisch of racistisch. Er zijn voldoende bewijzen die aantonen dat Nederlanders niet fascistisch of racistisch zijn. Ooit was er een racistische politicus genaamd Glimmerveen. De Nederlandse bevolking heeft deze man geen premies gegeven en hij heeft zelfs geen enkele zetel gekregen bij de verkiezingen. Later kwam er een andere racist genaamd Janmaat. Ook deze racist kreeg geen steun van de Nederlandse bevolking. Hij kreeg één zetel en kwam zodoende in de kamer. Maar geen enkel ander kamerlid heeft deze man zelfs de hand geschud. Want de politici van toen wisten heel goed hoe de Nederlandse bevolking dacht over deze gevoelens en houding. Later kwam er een sympathieke racist. Dat was Pim Fortuyn. Fortuyn maakte gebruik van de islamofobie die ontstond na het 11 september syndroom en verkreeg veel populariteit. Maar Fortuyn werd vermoord. Als de moordenaar niet gevonden was, dan hadden de moslims hier de schuld van gekregen. Maar gelukkig werd de moordenaar wel gepakt en werden de moslims gered van deze valse beschuldiging. De moordenaar was geen moslim, maar een blonde Nederlander. Nog later werd mevrouw Verdonk minister van minderheidszaken. Verdonk was, zowel met haar uitspraken als met haar activiteiten tegen vreemdelingen en ik noemde haar (gebaseerd op een Turks liedje) “Sabuha zonder geweten”. Nog later kwam de man genaamd Wilders in de arena en de rest is bekend. De Nederlandse bevolking staat onder invloed van deze lelijke politici. De rotte appels onder ons hebben ervoor gezorgd dat de visie van de Nederlandse bevolking veranderd is. Vroeger bekommerde noch Turkije noch Nederland zich om ons. Nu zie ik dat beiden ons willen veroveren. Mijn geachte premier, geef ons dan een kans. Doe dingen waardoor wij ook weer van dit land gaan houden. Dat we ons leven willen geven voor dit land, als dat nodig is. Het is juist dat de Nederlanders wat nuchterder kijken naar deze gebeurtenissen. Oosterlingen zijn wat gevoeliger. Laat u, als Nederlandse premier uw nuchterheid zien en omarm Turkije, wat dus wat gevoeliger is. Kijk, er zijn een half miljoen Turken die hier geboren zijn, of die zich hier gevestigd hebben en de meeste van hen zijn geïntegreerde burgers van dit land. Er zijn 25 duizend Turken die een eigen bedrijf hebben hier in Nederland. Totaal werken er 100 duizend mensen in deze bedrijven. De kinderen met een Turkse achtergrond hebben hier hun opleiding gevolgd. Duizenden jonge Turken zijn werkzaam op belangrijke posities. De mensen met een Turkse achtergrond hebben ook hun belangstelling voor de politiek getoond. Er zijn honderden kamerleden, leden van de provinciale raden, en gemeenteraadsleden met een Turkse achtergrond. Er zijn figuren die de tegenstelling van deze ontwikkeling beweren om de Turken te vernederen. Natuurlijk heb je in iedere gemeenschap de rotte appels. Aan de kust van de Middellandse Zee in Turkije wonen duizenden Nederlanders. Zitten er tussen deze Nederlanders geen rotte appels? Migranten delen over de hele wereld hetzelfde lot, mijn beste premier. Kijk naar de Nederlanders die naar Canada, naar Australië, naar Nieuw-Zeeland zijn verhuisd.. Daar zie je dezelfde problemen. Terwijl de kerken hier leeg zijn en sommige kerken zelfs omgebouwd zijn tot moskee, zijn de kerken daar vol. Net als de moskeeën hier….

Dit komt omdat de migranten zich niet geaccepteerd voelen. Ook de maatschappelijke situatie van de Nederlanders met een Turkse achtergrond worden bediscussieerd. Eigenlijk zijn de mensen met een Turkse achtergrond erg betrokken bij de ontwikkeling in de maatschappij. Dit hebben we gezien bij de verkiezingen van 15 maart. De Nederlanders met een Turkse achtergrond hebben een andere missie getoond bij de strijd om de politieke betrokkenheid. Zij wilden dat hun invloed werd gemerkt door de deelname van de Nederlanders met een Turkse achtergrond tot een maximum te verhogen en dit is ze gelukt ook. Zij hebben bewezen een belangrijke element te zijn in Nederland door naar de stembussen te gaan. De Nederlanders met een Turkse achtergrond hebben hun bezorgdheid over de aansturing van dit land laten zien door middel van hun stemgebruik. Zij hebben getoond dat zij als volwaardig staatsburger optimaal gebruik maken van hun actief en passief kiesrecht. De Nederlanders met een Turkse achtergrond hebben met deze houding laten zien dat het geen belemmering is om zowel bij Turkije als bij Nederland te horen, in tegenstelling dat het juist een verrijking is. Mijn geachte premier, nu het zo is dat wij uit een land komen wat nog niet ontwikkeld is als Nederland en wat nog niet democratisch is. U komt wel uit een democratisch en ontwikkelder land en zult dan toch begrijpen dat u in dit kader geacht wordt wat toleranter te zijn ten opzichte van deze ontwikkelingen. Geef geen aanleiding om een half miljoen Turken en mensen afkomstig uit Turkije wat hier woont nog langer bedroefd te laten zijn. De mensen met een Turkse achtergrond die hier wonen willen van Nederland houden met zijn tulpen, met zijn windmolens, met zijn voetval en met zijn blondines. Neemt u het voortouw om deze liefde nieuw leven in te blazen. Samen met deze brief stuur ik het boek wat ik in 2012 heb gemaakt naar aanleiding van de 400 jarige betrekkingen tussen Nederland en Turkije. In dit boek zult u zien dat de vriendschap tussen beide landen al heel oud is. Los van de vriendschap lijkt het meer op een lotgenotenschap. Turkije heeft namelijk een belangrijke rol gespeeld bij het ontstaan van Nederland. Turkije zou het laatste land moeten zijn wat een vijand wordt van Nederland. Nederland is Turkije ook dankbaarheid verschuldigd. Deze dankbaarheid heeft Prins Maurits in het verleden willen tonen door een plaatsje in Zeeland de naam “Turkije” te geven. De Osmanen hebben een rol gespeeld bij het overwinnen van de Nederlanders in de 80-jarige oorlog met Spanje. Toen Nederland opgericht werd, wilden de Venetiërs, de Duitsen en de Fransen dit niet, maar het Osmaanse Rijk was destijds het eerste land wat Nederland erkende. Jullie eerste ambassadeur Cornelis Haga werd door de Osmaanse sultan ontvangen en toen de rechten van capitulatie werden overgedragen waren de Nederlanders erg blij. Dit is ons lotgenotenschap. Nu is het tijd om dit lotgenotenschap nieuw leven in te blazen. U bent de persoon die vooraan staat bij de personen die dit zouden kunnen doen. Mijn premier doet u wat er van u verwacht wordt. Als ik hierin iets kan betekenen, dan doe ik dat graag….

Ik ben aan het einde van mijn brief gekomen en ik hoor net een bericht uit Rotterdam: Een Turk heeft zijn winkel versierd met posters van Erdoğan. De politie is gewaarschuwd en zij kwamen langs om de posters weg te halen. Als aanleiding wordt gezegd dat dit ophitsing is. Het lijkt er op dat dit soort ontwikkelingen door zullen gaan. Maar mijn premier, wat gaan we nu doen? Hoe gaat u vorm geven aan de democratie en het vrije land zolang er in dit land mensen zijn die van Erdoğan houden? Sommige Turken vragen het volgende: Als Erdoğan een dictator is, waarom worden er dan overeenkomsten met hem afgesloten? Waarom wordt Erdoğan niet door heel Europa buitengesloten, maar alleen op het moment als het gaat om de verkiezingen? Moeten de half miljoen Nederlanders met een Turkse achtergrond het slachtoffer worden van dit politieke getouwtrek? Alstublieft, mijn premier, u heeft de capaciteiten om leiding te geven aan een belangrijk land als Nederland. Ik geloof dat u de vaardigheden heeft om de relatie tussen Turkije en Nederland, die nu kapot is, te herstellen. Neemt u alstublieft het initiatief om vrede te sluiten in naam van alle Nederlanders met een Turkse achtergrond die u ook vóór zich wilt winnen. Een half miljoen Turken en mensen met een Turkse achtergrond verwacht dit van u.
Hoogachtend,

İlhan Karaçay

                                                *****

Başbakan Rutte’nin 3 mayıs tarihinde ‘Laf olsun torba dolsun’ babından gönderdiği cevap

Hollanda Başbakanı Mark Rutte’ye mart ayında göndermiş olduğum, bilgilendirici ve uyarıcı mektuba iki ay sonra cevap geldi.

Hollanda ile Türkiye arasındaki diplomatik ilişkileri kopuş noktasına getiren 11 marttaki olaylardan sonra kaleme aldığım mektuba cevap veren Hollanda Başbakanı Mark Rutte, sabuna suya dokunmadan kaleme aldığı bu mektupta sadece savunma yapmış ve sonrasında da, benim hatırlatmama değinerek, 400 yıllık dostluğun devam etmesini dilemiş.

Başbakan Rutte, 400 yıllık ilişkiler ile ilgili kitabımı aldığını ve  memnuniyetle  okuyacağını da belittiği mektubunda,  Dışişleri Bakanımız Çavuşoğlu’nun uçağına iniş izni verilmeyişinin ve Aileden Sorumlu Bakanımız Fatma Betül Sayan Kaya’nın sınır dışı edilişinin nedenlerini anlatmaya çalışmış.
Tabii ki ben bu anlatımdan  hiç de memnun olmadığımı belirtmeliyim.

Zira ben mektubumda, olayların nedenlerine değil, çözümüne çare aramak gerektiğini belirtmiştim. Hollanda’da yaşayan Türk kökenlilerin rahatsızlıklarını dile getirmiş olduğum mektubumda, ‘Madem ki siz daha demokrat ve daha  medenisiniz, o halde siz inisiyatifi ele alın ve tolerans göstererek bu sorunu çözün’ anlamında ifadeler kullandığım mektubum, böylece ‘Dağ fare doğurdu’ misali gümbürtüye gitti.

 

Altta, Başbakan Rutte’ye özel mektupla birlikte gönderdiğim tüm dökümanları bulacaksınız.

*****

Başka görüşler

Amsterdam Üniversitesinde, Politika ve Uluslararası Hukuk Yüksek Öğretim üyesi Av. Geert-Jan Alexander Knoops ve Utrecht Üniversitesi’nde İnsan hakları Hukuku Yüksek Öğretim Üyesi Ton Zwart’ın iddialarıdır.

Haberin Türkçesi şöyle:

Hollanda, Türk politikacıları ret ederek Uluslararası hukuk kurallarını çiğnemiştir Türk Bakanları Hollanda’ya sokmamak için geçerli bir neden yoktu Türkiye ile Hollanda arasındaki ilişkiler, sadece siyasi alanda değil, hukuki alanda da bozuldu. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun uçağına iniş izni verilmemesi ve Aile bakanı Kaya’nın istenmeyen yabancı ilan edilmesi, 1961 Viyana Diplomatik İlişkiler Anlaşması’na aykırıdır. Bu anlaşmaya göre, başka ülkelerin Bakanları Hollanda topraklarında serbestçe hareket edebilirler. Bu anlaşma bir ülkeye, yabancı Bakanlar’ın girişine önlem aldırabilir ama, bunun yapılabilmesi için olağan dışı gerekçelerin olması lazım. (örneğin devlet sırlarının açığa çıkarılması ve casusluk gibi) Yabancılar yasasına göre, Hollanda’nın ulusal güvenliğine tehdit oluşturan ve Hollanda’nın uluslararası ilişkilerine zarar verecek olanlar ‘istenmeyen yabacı’ ilan edilebilirler. Ama, Bakan kaya’da olduğu gibi, onların konuşmalarını imkansızlaştırma hakkı yoktur. Anlaşıldığı üzere, Bakan Kaya’nın beraberindeki iki kişinin, ellerinde diplomatik pasaportları olduğu halde tutuklanmaları da Uluslaraarası hukukun ihlalidir. 20013 yılında, o zamanın Dışişleri bakanı Frans Timmermans’ın başı ağrımıştı. Zira Hollanda adliyesi, sarhoş bir şekilde çocuklarını dövmekte olan Rus diplomat Dimitri Brodin’in evine girmişti. Ne var ki, onun diplomatik konumu, evine girilmesine izin vermiyordu. Bu durumda Timmermans’a Rusya’dan özür dilemekten başaka yapacak şey bırakmıyordu. Hollanda hükümeti, Türk pasaportu da taşıyan Hollandalılar’ın, yapılacak olan referaandumda ‘evet’ oyu kullanılması çağrısı konusunda taraf olmuştu. Bu çağrıya önlem almak için Türk Bakanları ülkeye sokmamak için geçerli bir neden yoktu. Ayrıca, fikir özgürlüğü ve toplanma özgürlüğü de ihlal edilmişti. Avrupa İnsan Hakları Anayasası’na (EVRM) göre, bir kişinin konuşma özgürlüğü kısıtlanamaz. EVRM, politikacıların milliyetine bakmaksızın haklarını daha gçlü bir şekilde korumaktadır. Başbakan Rutte’ye göre, Türk Bakanlar’ın Hollanda’ya girişi, Hollanda toplumu içinde, başka ülkelere ait politik kampanyalar yapılması için yer olmadığı için önlenmiştir. Ama 2013 yılında, zamanın Başbakanı David Cameron’a, Brexit-referandumu için Lahey’de izin verilmişti. Üstelik, Hollandalı politikacılar da dış ülkelerde faaliyet göstermişlerdir. Tıpkı, İşçi Partili Bakan Ploumen’in New York’ta yaptığı gibi. Ve bir başka ülke, Hollandalı bir politikacının konuşmasına mani olursa, Hollanda devleti hemen harekete geçiyor. Zamanın Dışişleri Bakanı Maxime Verhagen, 2009 yılında, Geert Wilders’in Birleşik Krallığa girmesine izin verilmemesi üzerine, İngiliz meslektaşına itirazda bulunmuştu. Wilders o zaman, parlamentoda galası yapılacak olan Fitne filmi için gitmişti. (Wilders’in ülkeye girme kararı İngiliz mahkemesinden çıkmıştı) Belediye Başkanı Aboutaleb, önce Türk başkonsolosun residansının bulunduğu caddenin, sonra da Başkonsolosluğun bulunduğu sokakların kapatılması emrini vermişti. Belediye yasaları böylesi bir olağanüstü hale izin veriyordu. Ama, bunun için bir kargaşa ortamının kesinliği var olmalıydı. Ama Belediye Başkanı, gerekçe olarak, sosyal medyadan çağrı yapıldığını ve yığınların da buna kulak verdiğini gösterebildi. Ama bu yeterli bir neden değildi. Çeşitli grupların kargaşa çıkaracaklarına dair bir belirti yoktu. Böyle bir ortam olsaydı dahi, polisin oradaki görevi, Türk politikacıların konuşabilmeleri için önlem almak ve muhtemel karşı gösterilere mani olmaktı. Hollandalı politikacılar, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, kendisini daha da diktatör yapacak olan referandumun başarılı olmaması için podyumları kullanamamasını istiyorlardı. Kaldı ki, diktatörler referandum yapmazlar. Anayasa ve uluslararası hukuk şartları, bu gibi hakları korumaktadır. Anayasa, hükümeti, uluslararası hukuk kurallarına uymasını emrediyor. Bu olayda Hollanda bu yükümlülüğü yerine getiremedi.

                                             *****

 

Uluslararası Haber Yayın Dairesi: Yusuf Ünel

Hollanda Türkleri’nin yeni koalisyondan bekledikleri…

Geçtiğimiz 15 Mart’ta sandığa gidilen Hollanda’da, tam 209 gün sonra dört partili bir koalisyon kurulabildi.  Özgürlük ve Demokrasi için Halk Partisi (VVD), Hıristiyan Demokratlar Birliği (CDA), Liberal Sol Demokrat 66 (D’66) ve Hıristiyan Birlik Partisi (CU) partileri,  “Merkez Sağ” denilebilecek koalisyon hükümetinin protokolunda yer alan maddeler arasında, göçmenler için hiç de iyi olmayan konular var.

Yeni kurulan hükümetten, Hollanda’daki Türk Sivil Toplum Kuruluşları’nın istekleri var.
Hollanda Türkevi  Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör, Rotterdam İslam Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Özcan Hıdır ve Türk, Kürt, Alevi ve Süryani kökenli Hollandalılar adına Mustafa Ayrancı, Hollanda hükümetinden istediklerini açıkladılar.

Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi Başkanı Veyis Güngör’ün konuyla ilgili açıklaması şöyle:  ‘ İkiyüz günü geçen bir süredir kurulamayan hükümet,  geçtiğimiz ay kuruldu. Koalisyonda iki Hıristiyan parti yer alıyor. Liberaller ve Demokratlar var. Tabiiki hükümetin protokolünde bizi ilgilendiren en önemli konu, çifte vatandaşlığın gelecek yıllarda kaldırılmasıdır. Yani verilen bir hakkın geri alınmasıdır. Bu  insan haklarıyla nasıl bağdaşır ayrı bir tartışma konusu ama, insanların aidiyetlerini kanunlara bağlamak abesle iştigal etmektir. Vatandaşlık ya da aidiyet bir hissetmedir. Öyleki günümüzde bireyler kendilerini birden fazla ülke ve topluma ait hissedebilirler. Yeni hükümetin bu yöndeki anlayışı Hollanda’ya hiç yakışmıyor.  Diğer taraftan çifte veya çok yönlü aidiyet, karar vericiler tarafından özendirilmelidir. Zira çok yönlü aidiyet her ne kadar zaman zaman sorunlar davet etse de, esasen hem vatandaş hem ülke ve toplumlar için bir zenginliktir. Birey, içine kapalı bir toplumdan dışa açılarak dünya için, insanlar için küresel sorumluluklar üstlenebilir. 

Diğer taraftan, mülteciler konusunda kemerler sıkılırken, mültecilerin oturma izninin 5 yıldan 3 yıla indirilmesi ve ülkede oturum izni olmayan yabancıların en kısa yoldan sınır dışı edilmesinin kolaylaştırılması da yeni hükümetin göçmenlere nasıl yaklaştığını ortaya koyuyor.

Zenginlerin daha az vergi ödemesi de yeni protokolde eleştirilen maddeler arasında. Tabiiki hükümetin, yani koalisyonun zayıf tarafı, patlamentondaki milletvekili sayısının yarıdan çok az bir fazlalıkla temsil edilmesi. Ki bu alınacak kararlarda kırılmaları çok sık bir şekilde gündeme getirebilir.’
Rotterdam Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Özcan Hıdır, konuyla ilgili bir analiz yaptı.
Hıdır’in analizi şöyle:

Koalisyonlarla yönetilen Hollanda’da, önce partiler arasındaki uzlaşmayı sağlayacak ve bu görüşmelere başkanlık edecek bir informatör atanıyor. Nitekim seçimden sonraki 209 günlük periyotta üç informatör değişti. Üçüncü olarak atanan tecrübeli liberal politikacı-ekonomist Gerrit Zalm öncülüğünde yapılan zorlu görüşmeler neticesinde partiler nihayet uzlaşabildi.

Ancak daha önceki denemelerde “neyin olmayacağı” tecrübe edilmişti. Bu anlamda 15 Mart seçimlerinin galip partilerinden Yeşiller Partisi ile uzun süren pazarlıklar yapıldı. Ancak göçmenler ve çevre konularında uzlaşma sağlanamadı. Seçimde hezimete uğrayan merkez sol İşçi Partisi (PvdA) hükümette yer almayacağını zaten duyurmuştu. Seçimlerde oyu düşmesine rağmen önemli sayıda sandalye kazanan ırkçı Wilders’in partisi ile koalisyon yapmayacaklarını da diğer partiler açıklamıştı. Geriye ise en makul -belki de tek- seçenek olarak şu anki, yani sağ-sol iki liberal (PVV-D66) ve iki Hıristiyan partinin (CDA-CU) kuracağı hükümet seçeneği kalıyordu. Ancak burada da en sıkı pazarlık, daha önce aralarında açık bir güven bunalımı olan Hıristiyan Birlik (CU) ile D66 arasında yaşandı; ancak neticede kurt politikacı Gerrit Zalm liderliğinde uzlaşı sağlanmış oldu.

Bakanlıkların dağılımı

Aslında hangi partinin hangi bakanlığı aldığının da çok önemi yok. Zira Rutte III Kabinesi’nde yeni bir uygulama olacak ve sağlık, güvenlik-adalet ve eğitim bakanlıkları iki ayrı bakan tarafından deruhte edilecek. Bu bakanlıklara bağlı kurumlar da her iki bakan arasında bölünmüş olacak. Aslında Hollanda sisteminde “staatssecretaris (ikinci bakan-bürokrat olmayan müsteşar)” adıyla hemen her bakanlıkta koalisyonu oluşturan diğer partilerden imza yetkisine sahip birinin görev yaptığı uygulama hep vardı. Yeni hükümetle bu statü biraz daha yükseltilerek bakanlık seviyesine çıkartılıyor.

Hükümet protokolünde neler var?

Koalisyonu oluşturan partilerin geleneksel yapısına rağmen, büyüme trendinde olan ve ekonomik göstergeleri iyiye doğru giden Hollanda için “umut verici” bir hükümet programı sunulduğu görüşünü dillendirenler olduğu kadar, bu programın sosyal yönünün zayıf olduğu eleştirileri de yapılıyor.

Protokolde pek çok önemli düzenleme yer alıyor: 2 milyar tasarruf, Rusya’ya gaz, Ortadoğu’ya da petrol bağımlılığının azaltılması, kömüre bağlı enerji santrallerinin kapatılıp çevreye dost enerji (rüzgâr enerjisi gibi) temini için daha çok yatırımlar yapılması, belediye başkanlarının Kral tarafından atanmasına son verilip seçimle iş başına gelmesi konusunda düzenlemeye gidilmesi, güvenliğe ve terörizmle mücadeleye daha fazla kaynak ayrılması –ki bunun gerekçesinde “cihatçılar” ile mücadele özellikle vurgulanıyor-, savunma bütçesinin 1.5 milyar arttırılması, toplumda huzursuzluğa yol açan söz ve eylemlere verilecek cezaların iki katına çıkarılması -ki bu da daha ziyade Müslümanlar hakkında gündeme getiriliyor-, terör bölgelerinden -mesela Suriye’den- Hollanda’ya dönen kimselerin bulundukları bölgelerde gözetim altında tutulması, “realist bir dış politika” vizyonu ile diplomasi ve Hollanda’nın çıkarlarının olduğu bölgelerle işbirliğine daha fazla yatırım yapılması, AB ile ilişkilerin özellikle göçmen-mülteci ve çevre konularında güçlendirilmesi ancak herhangi bir üye ülkenin -mesela Yunanistan- borçlarının da diğer üye ülkelere yüklenmesine karşı çıkılması, katma değer vergisinin 6’dan 9’a yükseltilmesi -ki meclisteki müzakerede en fazla tepkiyi çeken madde oldu-, emeklilik ve iş hayatında yeni düzenlemeler yapılması, eğitim eşitsizliğinin giderilmesi, meslek eğitiminin güçlendirilmesi, öğretmenlerin durumunun iyileştirilmesi vb. pek çok düzenleme yer alıyor.

Göçmenler ve mültecilere yönelik maddeler

Bu düzenlemeler içinde yabancıları ve Müslümanları özellikle ilgilendiren bazı konular protokolün en dikkat çekici maddeleri olsa gerek. Bir önceki Rutte hükümetinin mülteciler-göçmen politikaları da oldukça sert-sıkı idi. Yeni kurulan hükümette bu daha da sıkılaştırılıyor. Mültecilerin oturma izni 5 yıldan 3 yıla düşürülüyor ve kendilerinden kısa sürede topluma entegre olmaları -aslında asimilasyona eğilimli entegrasyon kastediliyor- bekleniyor. Bunun için de göçmenler-mülteciler için ilk günden itibaren belediyelerce ücretsiz dil kursu sağlanacak. Ayrıca bu mülteciler için ülke çapında 8 bölgede kalacak yer ve aş imkânı sağlanacak. Ancak sosyal devletin imkânlarından daha az oranda yararlanacaklar.

Yine Hollanda’ya göç ve ilticayı azaltmak için “güvenli üçüncü ülke” diye nitelenen Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki bazı ülkelerde (Ürdün, Lübnan vb.) kamplar oluşturulacak ve bu maksatla bu ülkelere katkı sağlanacak. Süresiz oturma izni, gerektiği hallerde iki yıl uzatıldıktan sonra verilecek. Ülkede oturma izni verilmeyen mülteciler en kısa zamanda sınır dışı edilecek. Savaş için Hollanda dışına çıkanlar mümkün olduğunca bulundukları bölgelerde gözetim altında tutulacak; Hollanda’ya sokulmayacaklar.

Yeni koalisyon uzun sürmeyebilir

Şayet tamamlayabilirse toplam 3 yıl 4 ay iktidar ömrü bulunan yeni koalisyonun uzun süremeyeceğine dair bazı tahminler de yapılıyor. Zira 150 sandalyeli Parlamento’da dört partinin sandalye sayısı “minimal çoğunluk” olan 76’yı ancak bulabiliyor ve bu sayının bir altı çoğunluğun kaybedilmesi anlamına geliyor. Senato’da (Eerste Kamer) da benzer bir tablo söz konusu. Bu itibarla yukarıda sözü edilen düzenlemelerin yapılabilmesinde ekonomik, siyasi ve sosyo-kültürel zorluklar baş gösterdiğinde bu çoğunluğun kaybedilme ihtimalinin yüksek olduğu ifade ediliyor. Dolayısıyla koalisyonu oluşturan partilerce umut dağıtılmaya çalışılsa da, kamuoyunda yeni kurulan koalisyona yönelik büyük bir umut-beklenti söz konusu değil.

Her şeyden önce Rutte’nin ısrarlarına rağmen koalisyonu oluşturan diğer üç partinin başkanlarının hükümette yer almayacaklarını açıklamaları, hükümetin ömrü açısından bir handikap olarak değerlendirilebilir. Hristiyan partilerin de hassas olduğu ve hükümet protokolünde “hassas meseleler” olarak nitelenen tıp etiğine dair bazı meselelerin (kürtaj, organ nakli, ötenazi vb.) nasıl çözüme kavuşturulacağı konusu ucu açık gözüküyor. Burada bilim ile etik arasında bir denge gözetileceği vurgulanıyor. Bu tür meselelerde koalisyon ortağı muhafazakâr Hristiyan partiler (CDA-CU) ile sağ-sol liberal partiler (VVD-D66) arasında güven bunalımı meydana gelebilir ki, iki ayrı siyasi-felsefi-kültürel geleneğe mensup partilerin bu konularda farklı vizyonlara sahip olduğu izahtan varestedir. Kaldı ki daha koalisyon görüşmelerinin başında D66 ile CU arasında büyük tereddütler mevcuttu ve uzlaşıya/protokole rağmen bunlar tamamen giderilmiş de sayılmaz.

Bu konuda zikredilebilecek bir diğer handikap ise muhalefetin çok sıkı eleştirilerinin hükümeti zor durumda bırakma ihtimali. Nitekim bu yönde yorumlar da yapılıyor. Mecliste perşembe günü yapılan oylamada koalisyon protokolündeki bazı maddelerin değiştirilmesi için muhalefet partileri önerge verdiler. Bu önergeler 76 oy gibi “minimum çoğunluk” ile ancak reddedilebildi. Önergeye destek ise 74’te kaldı. Bu 76’ya karşı 74 oyluk sonuç, muhtemelen bundan sonraki oylamalarda da çokça karşılaşacağımız bir sonuç olacak.

Muhalefetten söz etmişken özellikle ana muhalefet görevini üstlenen ırkçı ve İslam karşıtı Wilders’in partisine -ki parlamentoda 19 sandalyesi var- ayrı bir parantez açmak gerek. Özellikle hassas olduğu göçmen-mülteciler, İslam-Müslümanlar gibi konularda Wilders’in bu fırsatı etkili bir muhalefetle iyi değerlendireceği aşikâr. Yine muhalefetteki üç sol partinin (PvdA, SP, GL) çalışma hayatı ve çevre konularındaki muhalefeti de etkili olabilir.

Yeni hükümet ve Türkiye ile ilişkilerin geleceği

Hükümet protokolünde herhangi bir atıf olmasa da “realist bir dış politika” vizyonu ile diplomasi ve Hollanda’nın çıkarlarının olduğu bölgelerle işbirliğinin geliştirilmesine vurgu yapılmasından hareketle, -belki de biraz iyimser olarak- yeni hükümetin, 11 Mart Rotterdam olayları sonrasında Türkiye ile bozulan ilişkilerin düzeltilmesine de önem vereceğini ve bu yönde çaba göstereceğini söyleyebiliriz. En azından Hollanda’daki Türkler arasında buna yönelik bir beklenti olduğunu söylemek mümkün.

Hollanda Kültürlerarası İnsan Hakları Merkezi müdürü Prof. Dr. Tom Zwart’ın Türkiye’nin AB ve Hollanda için önemine vurgu yapan açıklamaları örneğinde olduğu gibi, bazı sağduyulu sesler olsa da, kısa vadede bu yönde bir gelişme pek olası görülmüyor. Bekleyip göreceğiz.

Kabineyi diyaloga davet ettiler

Hollanda’daki Türkler, yeni kabinenin kurulması ile birlikte kabineyi diyaloga davet ettiler.
Konuyla ilgili olarak Hollandaca yapılan bir açıklamada, Türk, Kürt, Alevi ve Süryani kökenli Hollandalılar’ın, yeni kabineden diyalog beklentisi olduğu belirtildi.
HTİB Başkanı Mustafa Ayrancı’nın imzasını taşıyan Hollandaca bildiri altta:

Turkse Nederlanders roepen het Kabinet op voor een dialoog

Vanuit de Turkse Nederlandse gemeenschap wordt de komst van het nieuwe Kabinet als een nieuwe kans gezien om de dialoog weer met elkaar aan te gaan en om de verbinding met de Turkse Nederlandse gemeenschap een nieuwe fase te laten inluiden. De afgelopen jaren hebben Turkse Nederlanders deelgenomen aan verschillende dialoogbijeenkomsten die door de toenmalige en verantwoordelijke minister uit het Kabinet Rutte II werden georganiseerd. Vanwege het toegenomen onbehagen binnen de Turkse Nederlandse gemeenschap in relatie met de omringende samenleving, is het van belang dat die dialoog wordt voortgezet.

Op 16 november jl. kwamen twintig bezorgde en betrokken Turkse Nederlanders, met een Turkse-, Koerdische-, Alevitische- en Assyrische achtergrond bij elkaar, om met elkaar van gedachten te wisselen over hoe de verbinding onderling en die met de Nederlandse samenleving nieuw leven ingeblazen kan worden. De betrokken deelnemers aan het overleg maken zich zorgen over de negatieve beeldvorming die de Nederlandse samenleving heeft over de Turkse Nederlandse gemeenschap. De Turks Nederlandse gemeenschap is zich bewust van deze negatieve beeldvorming en wil dan ook de verantwoordelijkheid nemen om samen met het nieuwe Kabinet op zoek te gaan naar instrumenten die kunnen leiden naar een hernieuwde vorm van overleg en dialoog tussen de Turks Nederlandse belangengroepen, de Turks Nederlandse gemeenschap en de Nederlandse samenleving.

Turken in Nederland zijn Nederlanders en hebben recht op gelijke kansen en gelijke behandeling op alle fronten in de Nederlandse samenleving. Turkse Nederlanders wonen immers hier en niet daar. Dat Turkse Nederlanders een andere culturele achtergrond, een andere etniciteit hebben en ons verbonden voelen met familieleden, vrienden en kennissen in Turkije, maakt ons niet minder Nederlander dan een ander.

De deelnemers aan het overleg zijn ervan overtuigd dat het hernieuwen van een dialoog tussen de Turks Nederlandse gemeenschap, het nieuwe Kabinet en de Nederlandse samenleving, de wederzijds ervaren ongemakken en preoccupaties zullen wegnemen. Het Kabinet Rutte III wordt dan ook uitgenodigd voor het  in gang zetten van een hernieuwde dialoog met de Turks Nederlandse gemeenschap.

Türk gazeteci İlhan Karaçay, son günlerde yaşanan Hollanda-Türkiye krizi sonrasında, iki ülke arasındaki buzları eritmek için, Başbakan Rutte’ye bir mektup yazdı

Hollanda’da 50 yıldır gazetecilik yapan ve gazetemiz türkiyeokuyor.com’da yazıları yayımlanan Türk kökenli gazeteci İlhan Karaçay, son günlerde yaşanan Hollanda-Türkiye krizi sonrasında, iki ülke arasındaki buzları eritmek için, Başbakan Rutte’ye bir mektup yazdı.

Hollanda’da yaşayan Türk kökenlilere 50 yıldır gazeteci ve ombudsman olarak hizmet veren İlhan Karaçay, daha önceleri de Kraliçe Juliana ve Kraliçe Beatrix’e mektuplar yazmıştı.
İlhan Karaçay’ın Başbakan Rutte’ye gönderdiği mektubun tam metni şöyle:

Almere, 27 Mart 2017

 

ilhan karaçaySayın Başbakanım,

Dikkat ettiyseniz size ‘Sayın Başbakan’ değil, ‘Sayın Başbakanım’ olarak hitap ettim. Zira, Türk kökenli bir Hollanda vatandaşı olarak sizi kendi Başbakanım olarak kabul ediyor ve saygı duyuyorum.
Daha önceleri de çeşitli sorunlar için Kraliçe Juliana ve Kraliçe Beatrix’e mektuplar yazmıştım.

Sayın Başbakanım, son günlerdeki acı ve üzücü olaylara değinmeden önce, Türk kökenlilerin Hollanda’ya uyum sağlamadıkları iddiasına karşı, Hollanda’da bu konuda nelerin yanlış yapıldığına değinmek istiyorum. Ama bunun için örnekler vermek mecburiyetindeyim.

Ben şahsen, Türkiye’de yabancı kökenli bir  ‘Allochtoon’ olarak dünyaya gelmiştim. Çocukluk yıllarımda Arapça konuşmamız yasaktı. Konuşanlar karakola götürülüyordu. Müslümanlığın Alevi mezhebine sahip olduğumuz için, dini vecibelerimizi de gizli bir şekilde yerine getirebiliyorduk. Daha sonraları yaşanan rejim değişikliklerinden sonra Arapçayı da konuşabildik, Alevi olarak dini vecibelerimizi de yerine getirebildik.
Yasaklar devam etseydi, belki de kendimi hiçbir zaman Türk addetmeyecektim ve kendimi Suriyeli Arap kabul edecektim. Ama ben kendimi hep Türk olarak hissettim.

Aradan yıllar geçtikten sonra bu kez ben Hollanda’ya göç ettim. Sonra Hollanda tabiyetine geçtim. Gazetecilik yaparken Hollanda milli takımı ve Ajax ile dünyanın çeşitli yerlerine gittim.
Seviyordum o zaman Hollanda futbolunu. 1978 yılında Arjantin’deki finalde kaybedince hüngür hüngür ağlamıştım.
Daha sonra laleleri, yeldeğirmenlerini ve sarışınlarını sevmeye başladımHollanda’nın.
Bu sarışınlardan biri ile evlendim de…

Bu evlilikten iki çocuğum oldu. İki de torunum var. Çocuklarım burada doğmuş olmalarına rağmen, benim yabancı kökenli olmam nedeniyle ‘Allochtoon’ olarak kayıtlara geçtiler. Başlangıçta ayrımcılıktan şikayet etmedi çocuklarım. Ben nasıl ki  çocuk iken bir allochtoon olarak Türkiye’yi sevdim ve kendimi bir Türk olarak kabul ettiysem, çocuklarım da Hollanda’yı sevecek ve kendilerini Hollandalı olarak kabul edeceklerdi. Ama maalesef öyle olmadı. İki dilli ve iki kültürlü bir zenginliğe rağmen, çocuklarım da her zaman ayrımcılığı hissettiler.
Çocuklarım, gazeteci olmam hasebiyle, yaşanan haksızlıklardan hep haberdar oldular ve bu duygular içinde yaşadılar.

Şahsen ben de ayrımcılığa kurban gittim.
İki ülke arasında büyük bir sürtüşme ve boykota varan olaylar yaşandığı için. bu konuyu da anlatmakta yarar görüyorum.
Hatırlarsanız, Alanya’da birkaç kendini bilmez Türk, 1995 yılında Hollandalı kızlara tecavüz etmiş ve kızlardan Marijke van Dijk’i öldürmüşlerdi. Bu caniler ömür boyu hapis cezasına çarptırılmışlardı. Daha sonra çıkan bir af yasasından  yararlandıkları sanılan katiller yanlışlıkla serbest bırakılmışlardı. İşte o zaman Hollanda’da kıyamet kopmuştu. Hollanda ile Türkiye ilişkileri, bugünkü olaylar gibi zedelenmişti. Daha sonra hata düzeltildi ve katiller yeniden hapisaneye konulmuştu. O sırada Prens Willem Alexander ve Prenses Maxima Türkiye’ye gideceklerdi. Ama medyanın yaygarası nedeniyle bu gezi iptal edilmişti. İş o raddeye varmıştı ki, iki ülke biribirlerine karşı boykot tehditleri savurmuşlardı.

 

İşte o sırada ben ortalığı yumuşatmak için, yönetmekte olduğum DÜNYA gazetesinde Türkçe ve Hollandaca bir yorum yayınlamıştım. Bu yorumumda iki ülke yöneticilerini sakin olmaya davet etmiş, iki ülke halkına da tavsiyelerde bulunmuştum.
Satır aralarında Hollandalı ebeveynlere ve kızlara şu tavsiyede bulunmuştum:
 ” Türkiye bir İskandinav ülkesi değil, bir ortadoğu ülkesidir.  Bu nedenle Türkiye’de giyiminize ve davranışlarınıza dikkat edin.” diye yazmıştım.

 

Ne var ki GPD Ajansı, benim bu tavsiyemden bir başka anlam çıkarmış ve 28 abonesine, benim, ‘Alanya’daki tecavüz ve cinayet kendi kabahatlarıydı’ diye yazdığımı iddia etmiş ve ‘Verkrachting Alanya was eigen schuld’ başlığı ile haber yapmıştı.

İşte o zaman kıyamet koptu ve tüm Hollanda medyası bana karşı acımasız yayın yapmaya başladı. Tabii ki olaya karışan kızlar ve aileleri de çok üzüldüler ve benim aleyhime tazminat davası açtılar.

Ben, haber-yorumumda böyle bir ifade kullanmadığımı belirtmeme ve ailelerden özür dilememe rağmen yargılandım. Ne gariptir ki, Utrechts Nieuwsblad gazetesi daha sonraki bir başyazısında, yanlış yaptıklarını ve benim böyle bir ifade kullanmadığımı yazdı ama bu da fayda etmedi.

Avukatlarımın ‘Fikir özgürlüğü’ savunması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden örnek duruşmalar göstermesi ve Utrechts Nieuwsblad’ın günah çıkarır gibi düzeltme yorumu bile yargıçları tatmin etmedi. Bu nedenle toplamda 18 bin euro cezaya çarptırıldım ve bu cezayı da ailelere ve devlete ödedim.

Yukarıda anlattığım olay, Hollanda adliyesinin bana karşı açıkça uyguladığı bir ayrımcılıktır. Çok uğraşmıştım. Amsterdam’daki duruşmaya bizzat katılmıştım. Hakimin önünde ailelere hitap ederek, böyle bir benzetme yapmadığımı söyledim ve açıkça özür diledim. Ama yargıçlar, medyanın etkisinde kalmıştı bir kere…

Şimdi gelelim bu günlere.
Bugünlerde de Türkiye ile Hollanda arasında büyük bir gerilim yaşanıyor.
Burada tekrarlamaya gerek görmediğim malum olaylar, iki ülke arasında savaş niteliği kazanacak kadar ciddi bir şekilde gelişiyor. Öyle ya, Rotterdan Belediye Başkanı Aboutaleb’in, ‘Polis timine, yanlış bir harekette vur emri vermiştim’ şeklindeki açıklaması, Türk Dışişleri Bakanı tarafından ‘ Bu bir savaş nedeni olurdu’ tepkisine yol açtı.

Sayın Başbakanım, ben gerek ajansım ile gönderdiğim haber-yorumlarda ve gerekse sosyal medyadaki yazılarımda hep uzlaştırıcı olmaya çalıştım.
Bu olaylar için ne kadar çok kızmış Hollandalı varsa, lehte ve aleyhte o kadar çok kızmış Türk de var.

Ben burada, Türkiye’nin yanlışlarını sıralamayacağım. Türkiye’deki rejimin iyiliği veya kötülüğü bir tarafa. Mademki Hollanda demokrat, özgürlükçü ve insan haklarından yana bir ülkedir, o zaman 11 Mart cumartesi akşamı Rotterdam’da yaşanan olayların yorumunu nasıl yapmamız lazım?
Demokrasilerde, özgürlükçülükte ve insan hakları savunuculuğunda kısasa kısas olur mu?
Yani, ‘Türkiye şunu yaptı, biz de bunu yaparız’ demek olur mu?
O zaman nerede kaldı demokrasi, özgürlükçülük ve insan hakları savunuculuğu?

O akşam televizyonlardan canlı olarak izlediğimiz olaylar sırasında, Hollandalılar’ın gururla baktıkları polis kuşatması, Türkler’in içini karartıyordu.
Ekranlarda hem de Bakan olan bir hanımefediye yapılan muamaleyi izleyen milyonlarca Türk, adeta kan kusuyorlardı. Türk kökenli bir Hollanda vatandaşı olarak ben de öfkelenmiştim. Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolosu Sadin Ayyıldız’a, Bakan’ın yanına girme izni bile verilmiyordu. Bakan’a ve yanındaki heyete bir bardak su bile verilemedi.

Daha sonra iki Türk diplomat tutuklanarak karakola götürüldü. Diplomatik pasaportlarını gösterdikleri halde tam iki saat hem de ayrı ayrı hücrelerde tutuldular.

Peki, bu olayların bu raddeye gelişinin nedeni Türkler miydi?
Ben şahsen, sizin Türkiye Başbakanı Yıldırım ile, Koenders’ın da Dışileri Bakanı Çavuşoğlu ile yaptığınız telefon konuşmalarının içeriğini biliyor gibiyim.
Fransa’nın aynı saatlerde Çavuşoğlu’nun uçağına iniş verdiği haberleri arasında, sizin hala yasakçı olma tavrınızın nedeni, iddia edildiği gibi, sırf Wilders’e karşı, daha sert yabancı ayrımcılığı yapmak mıydı?
Hoş, genel kanaat böyleydi ve bu nedenle de sizin seçimde Wilders’i alt ettiğiniz kanaati hakim ama, bundan sonra olayın telafisine nasıl gideceksiniz?

Sayın Başbakanım, sayıları 315 bini bulan Türk kökenli Hollanda vatandaşı olarak, biz bu ülkeyi, lalesi, yel değirmeni, sarışını, eşcinseli ile sevmek istiyoruz.
Bir zamanlar ben çok sevmiştim bu ülkeyi.
Sonra sevmez oldum.
Haliyle çocuklarım da uzaklaştı bu sevgiden.

Şimdi bir iddiaya karşı yanıt vereyim. Hollandalılar faşist ve ırkçı değillerdir.
Hollandalı’nın faşist ve ırkçı olmadığının delil ve örnekleri elimizde vardır.
Bir zamanlar Glimmerveen diye ırkçı bir politakcı türemişti. Ama Hollanda halkı bu ırkçıya prim vermedi ve seçimlerde tek sandalye bile kazanamadı. Daha sonra Janmaat diye bir başka ırkçı çıktı piyasaya.
Bu ırkçı da Hollanda halkından destek alamadı. Sadece bir sandalye kazandı ve kendisi meclise girdi. Ama meclisteki hiçbir parlamenter bu adamın elini bile sıkmadı. Zira o zamanlar politikacılar Hollanda halkının bu konudaki duygularını ve tutumunu çok iyi biliyorlardı.
Sonra sevimli bir ırkçı çıktı ortaya. Pim Fortuyn idi bu sevimli ırkçı.
New York’taki 11 Eylül sendromundan sonra patlayan islamafobiden de yararlanan  Fortuyn büyük bir popülarite kazanmıştı. Ama ne var ki öldürüldü Fortuyn. Katili bulunmasaydı, suç Müslümanlar’a atılacaktı. Ama ne mutlu ki katili yakalandı ve Müslümanlar bu töhmetten kurtuldu. Katil bir Müslüman değil, sapsarı bir Hollandalıydı.

Daha sonra Bayan Verdonk Azınlıklardan Sorumlu bir Bakan olarak çıktı karşımıza. Söylemleri ve uygulamaları ile tam bir yabancı karşıtı olan Verdonk’a ben, bir Türk şarkısından esinlenerek  ‘Vicdansız Sabuha‘ lakabını takmıştım. Sonraları da Wilders denen adam çıktı arenaya…
Sonu da malum.
İşte, Hollanda halkı bu çirkin politikacıların tesiri altında kaldılar. Aramızdaki çürük elmalar da Hollanda halkı içindeki bakış açılarının değişmesinde rol aldılar.

Eskiden bize, ne Türkiye devleti sahip çıkıyordu ne de Hollanda.
Şimdi görüyorum ki, bizi paylaşamıyorsunuz.
O zaman, bize bir şans verin sayın Başbakanım.
Öyle şeyler yapın ki, biz bu ülkeyi yeniden sevelim.
Gerekirse bu ülke için can da verelim.

Şu bir gerçektir ki, Hollandalılar olaylara daha serin kanlı bakarlar. Yani serinkanlı nuchterler.
Doğulular ise duygusaldırlar. Hollanda’yı yöneten bir Başbakan olarak siz burada serinkanlılığınızı gösterin ve daha duygusal olan Türkiye’ye karşı daha kucaklayıcı olun.

Bakın, buraya gelmiş ve burada doğmuş olan yarım milyona yakın Türk kökenli, çoğunlukla bu ülkeye entegre olmuş vatandaşlardır. 25 bin Türk kökenli işyeri açmıştır bu vatandaşlarınız. Bunlar 100 bine yakın insan çalıştırmaktadır. Türk kökenli çocuklar eğitim görmüşlerdir. Binlerce gencimiz çok önemli pozisyonlarda görev yapmaktadır. Türk kökenliler siyasete de ilgi duymuşlardır. Milletvekili olan, İl Genel Meclisi Üyesi olan ve Belediye Meclis Üyesi olan binlerce Türk kökenli vardır.
Bazı çatlak sesler, Türk kökenlileri aşağılamak için bu gelişmelerin aksini iddia etmektedirler.
Tabii ki her toplum içinde çürük elmalar olacaktır.
Türkiye’nin Akdeniz sahillerinde binlerce Hollandalı yaşamaktadır. Oradaki Hollandalılar arasında da çürük elmalar yok mudur?

Göçmenler, dünyanın her tarafında aynı kaderi paylaşırlar sayın Başbakanım.
Kanada’daki, Avusturalya’daki, Yeni Zelanda’daki Hollanda’dan göç etmişlere bakınız. Orada da aynı sorunları görürsünüz. Buralarda kiliseler boş iken ve hatta bazıları camiye dönüştürülürken, oralarda kiliseler dolmaktadır. Tıpkı burada camilerin dolduğu gibi…
Bunlar, göçmenlerin kendilerini sahipsiz hissetmelerinden kaynaklanmaktadır.

Türk kökenlilerin Hollanda’daki toplumsal konumları da tartışılıyor. Türk kökenliler aslında toplumdaki gelişmelere duyarlı davranmaktadırlar.  Bunun son örneğini 15 Mart seçimlerinde gördük. Türk kökenliler siyasi katılım mücadelesinde farklı bir misyon ortaya koydular. Türk kökenliler seçimlerde katılımı azami seviyeye çıkararak, güçlerinin farkına varılmasını istediler ve bunu sağladılar.  Seçim andıklarına giderek Hollanda’nın asli unsuru olduklarını ortaya koydular. Türk kökenliler,  kullandıkları oylar ile, bu ülkenin yönetimi ile ilgili kaygılarının olduğunu ortaya koydular.  Eşit vatandaşlar olarak, seçme ve seçilme hakkını  vatandaşlık şuuruyla yerine getirdiklerini gösterdiler.  Türk kökenli Hollandalılar, Türkiye’ye duydukları aidiyetin, Hollanda’ya duydukları aidiyete halel getirmeyeceğini, tam aksine bunun bir zenginlik olduğunu tavırlarıyla gösterdiler.

Sayın Başbakanım, madem ki bizler, gelişmemiş ve henüz demokratikleşmemiş bir ülkeden göç etmişiz, siz de gelişmiş , medenileşmiş ve demokratikleşmiş bir ülkesiniz, o halde gelişmelere de bu minvalde toleranslı davranılması gerektiğini anlamalısınız.
Burada yaşamakta olan yarım milyona yakın Türk ve Türk kökenlinin daha fazla üzülmesine izin vermeyiniz.
Buradaki Türk kökenliler, Hollanda’nın lalesini, yeldeğirmenini, futbolunu ve sarışınlarını yine sevmek istiyorlar. Bu aşkın yeniden doğmasına ön ayak olunuz.

Bu mektubum ile birlikte size, 2012 yılında kutladığımız Hollanda-Türkiye ile 400 yıllık ilişkilere ait kitabımı da gönderiyorm.
Bu kitapta da göreceksiniz ki, iki ülke arasındaki dostluk çok eskiye dayanıyor. Bu bir dostluktan ziyade kader birliğine de benziyor. Zira Türkiye, Hollanda’nın kuruluşunda ve sonrasında büyük yararlar sağlamıştır. Hollanda’nın düşman olması gereken en son ülke Türkiye olmalıdır.

Hollanda’nın Türkiye’ye minnet borcu da vardır. Bu borcu Prens Maurits o zamanlar Zeeland’ta bir yere ‘Türkije’ adını vererek ödemeye çalışmıştır. 80 Yıllık İspanya savaşını kazanmanızda Osmanlı’nın rolü olmuştur.  Kurulan Hollanda devletini Venedikliler, Almanlar ve Fransızlar istemediği halde ilk tanıyan Osmanlı olmuştur.
İlk Büyükelçiniz Haga, Osmanlı Sultanı tarafından kabul edilip kapütülasyon hakkını aldığı zaman Hollandalılar çok mutlu olmuşlardı.
İşte biz böylesi bir kader birliğine sahibiz.

Şimdi sıra o kader birliğini yeniden inşa etmeye geldi.
Bunu da en iyi yapacak olanların başında siz geliyorsunuz.
Sizden bekleneni yapınız sayın Başbakanım.
Bu ara benim yapmamı istediğiniz bir şey olursa, başımın üzerine…

Mektubuma son vereceğim sırada Rotterdam’dan bir haber geldi: Bir Türk, dükkanını Erdoğan posterleri ile süslemiş. Uyarı üzerine polis gelmiş ve bu posterleri toparlatmış. Gerekçe olarak da, kışkırtıcılığı önlemek gösterilmiş.
Bu durumda bu tip gelişmeler devam edecek gibi.

Peki şimdi ne yapacağız sayın Başbakanım?
Bu ülkede Erdoğan’ı sevenler olduğu sürece, siz nasıl demokrat ve özgürlükçü olarak hareket edeceksiniz? Türkler’in bazıları soruyorlar: Erdoğan diktatördü de, neden O’nunla anlaşmalar yapıyorsunuz? Erdoğan’ı Avrupa olarak neden tamamen dışlamıyorsunuz da, konu seçim olduğu zaman O’nu dışlıyorsunuz?
Burada yaşayan yarım milyona yakın Türk kökenlinin büyük çoğunluğu, bu gibi siyasi çekişmeler içerisinde kurban mı olacaklar?

Lütfen sayın Başbakanım, siz Hollanda gibi önemli bir ülkeyi yönetecek beceriye sahipsiniz. Türkiye ile bozulmuş olan ilişkiyi çözebilecek yeteneğe sahip olduğunuza inanıyorum.
Paylaşamadığınız buradaki Türk kökenlilerin hatırına, barış inisiyatifini siz alınız.

Yarım milyona yakın Türk ve Türk kökenliler sizden bunu bekliyor.
Saygılarımla,

İlhan Karaçay