Etiket arşivi: Rum

KÜÇÜLÜP KÜÇÜLÜP DE CEBİME GİR!      

KÜÇÜLÜP KÜÇÜLÜP DE CEBİME GİR!      

 

 

Tarih sahnesine girerken asker millet diye girmişiz. Orta Asya’daki Afanesyova Kültürü’nde bulunan ve MÖ 3 binlere ait savaş aletlerinden belli.

Tarihte ilk ve en kalıcı imzayı MÖ 209’da kadim atamız Mete Kağan’ın Ordu ve 10’lu Sistemi kurmasıyla atmışız. Ki kullanılan terimler ve teşkilatlanma modeli halen Ordumuzun çekirdek yapısında mündemiçtir. Hatta şu anki Kara Kuvvetlerimizin bröveleri bile örgütlü askerî maceramızın 2228 yıllık ispatıdır.

Yerleşmek amacıyla 1000 yıl önce Çağrı Bey komutasında Anadolu’ya yaptığımız o meşhur Keşif Seferi’nde de, 948 yıl önce Sultan Alparslan’ın Muş coğrafyasında kazandığı o muhteşem Zafer’de de “Ordu & Millet” olan Türklerin askerî başarıları destanlaştırılır.

Osmanlı’nın kuruluşu ve yükselişi savaş stratejileri üzerine bina edilmiş yönetim organizasyonlarıyla şekillenmiştir. Osmanlı’nın dağılma sürecinden atom filizi hükmünde yeni bir devleti çıkarabilmemiz de 100 yıl önce idealist ve kahraman generallerimiz tarafından mümkün kılınabilmişti.

Mondros denilen ve bize karşı söylenen “Eller Yukarı!” Ateşkes Antlaşmasının özeti de –  7/24’e gizlenen – Ordumuzun terhis ve teslimidir. Sarı Paşa’mızın Gençliğe Hitâbe’sinin “Cebren ve hile ile” diye başlayan kısmı bunu anlatır ve halen canlıdır.

Biz lisedeyken yani 30-35 yıl önce Türkiye’nin nüfusu 50 milyon, Ordu mevcudu ise 1 milyonun az altındaydı. 2019 yılına geldiğimizde Suriyeliler hariç nüfusumuz 82 milyon, Ordu mevcudumuzsa 300 binin biraz üstünde.

Norveç yada Yeni Zellanda’da otursak “Her Türk asker doğar” diye tarihe kayıtlı olmamıza rağmen büyük bir ordu beslemeye gerek yok, savunma teknolojilerine ağırlık versek yeter derdik. Yoksa Türkiye’nin konumu ve koordinatları değişti de haberimiz mi olmadı?

Bildiğimiz kadarıyla Bağımsızlık kararını geçici olarak engellediğimiz Barzanî’nin Kuzey Irak’ta roketli, tanklı, helikopterli 250 bin kişilik Peşmerge Ordusu var. Başmüttefiğimiz (!) tarafından yine aynı şekilde silahlandırılan PYD YPG Güçleri’nin de 70-75 bin kişilik mevcudundan bahsediyoruz.

Yunanistan son 10-15 yılda bizden çaldığı 18 ada ve 1 kayalığı bile silahlandırıyor. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bütçesini çok aşacak şekilde savaş gemisi, tank, top ne varsa alıp alıp biriktiriyor. Zaten Doğu Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölge ve sondaj parsellerinden dolayı kırmızı alarm durumundayız.

Şimdilik aramızın fena olmadığı Rusya, Kırım Türklerinin özerk meclislerini de dağıtarak Kırım’ı ilhak etti, Sivastopol’u doğrudan Moskova’ya bağladı. Donetsk ve Luhansk’ı yani Ukrayna’nın Doğusunu koparıp orda Küçük bir Rusya (MaloRus) kurma faaliyetini ise askerî açıdan desteklediği milislerle sürdürüyor. Üstüne üstlük Suriye’de komşu olduk. İdlip’te onlarla beraber, Menbiç’te ise Amerikalılarla beraber devriye atıyoruz. Rusya’dan izin alamasaydık ne Fırat Kalkanı ne de Zeytin Dalı Harekâtını yapabilirdik. İlişkilerimiz tekrar 4 yıl öncesindeki Rus Uçağının düşürüldüğü vaziyete gelirse ne yaparız?

Mevzu uzuyor; İran hedefte, ABD karadan ve denizden sınırlarımızda tatbikat yapıyor. Biz ne yapıyoruz; “Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan” Türk Ordusu celplerle 75 bin, 75 bin azaltacak Yeni bir Askerlik Kanunu çıkarıyoruz. S-400’ler ile F 35’ler arasında hayatımızın yazı-turasını atacak hale gelmişiz; para bedelli askerliği kalıcı hale getiriyoruz. Ülkede 5 milyondan fazla kayıtdışı vatandaş (!) var, sınırlarımızdan giren-çıkan belli değil, Bursa caddelerinde insancığın biri kafa kesmekten bahsediyor; bizse “Gerekli görülen sahalarda özel olarak görevlendirilen gönüllüler” için Cumhurbaşkanına ‘muafiyet’ yetkisi verdiriyoruz.

Türk Ordusunu ‘cep ordu’ yapmaya mı niyetlendik? Kimin cebine koyacağız?

KIBRIS SORUNUNUN BAŞLANGIÇ NOKTASI YUNANİSTAN’DAKİ EKONOMİK KRİZ

 

 

 

Kıbrıs Sosyal Bilimler Üniversitesi (KISBÜ) 24 Nisan tarihinde Kıbrıs’ta İngiliz Sömürge Çalıştayı gerçekleştirildi.

 

Kıbrıs Araştırmaları Merkezi tarafından organize edilen ve KISBU öğretim görevlisi Asist. Prof. Zeki Akçam’ın moderatörlüğünü yaptığı çalıştayda, KISBÜ öğretim görevlisi Doç. Dr. Nazım Beratlı, Kıbrıs İlim Üniversitesi Mühendislik Bölümü Dekanı Prof. Dr. Ata Atun ile Araştırmacı Yazar İsmail Bozkurt birer konuşma yaptı.

 

Çalıştayda konuşan Prof. Dr. Ata Atun, İngiliz döneminde İngiliz Döneminde Kıbrıs’ın kaderinde rol oynayan Yunanlı Generaller ile Yunanistan’ın Kıbrıs sorunu üzerindeki etkilerini dile getirdi. Aleksandros Papagos’un, 1952-1955 arasında Yunanistan başbakanı olarak görev yaptığını anlatan Atun, Yunanistan’da ekonomik sorunlar büyüyünce, General Papagos hükumetinin karşı karşıya bulunduğu ekonomik güçlükleri halkına unutturmak ve dikkatlerini başka tarafa çekmek için Kıbrıs adasına yöneldiklerini kaydetti. Papagos’un, İngiliz Koloni idaresine karşı Kıbrıslı Rumların başlattığı silahlı tedhiş hareketine her tür desteği verdiğine dikkat çeken Prof. Dr. Ata Atun, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yunanistan’da siyasi karmaşa ve iktidar mücadelesi devam ederken, 1951 yılında ‘Yunan Canlanışı’ adlı bir parti kuran Mareşal Alexandros Papagos’un perde arkasındaki desteği ile Atina’da kurulan gizli ‘kurtuluş’ komitesi, 2 Temmuz 1952 tarihinde Başpiskopos Makarios’un başkanlığında bir araya geldi. Toplantıya Yorgos Grivas, Yorgos Stratos, Loizidis kardeşler, Kıbrıs asıllı General Papadopoullos, Albay Aleksopoullos, eski bir ‘X’ örgütü üyesi, bir hukukçu ve Atina Üniversitesi’nden iki profesör katıldı. 19 Kasım 1952’de Yunanistan’da Kıbrıs konusuna duyarlı bir politikacı olan Papagos’un iktidara gelmesi, Enosis isteklerinin canlanmasına yol açtı. Bunun yanında, İngiltere Dışişleri Bakanı Eden’in geçirdiği bir hastalıktan dolayı dinlenmek için Yunanistan’a gelmesi, Başbakan Papagos’a düşüncelerini Eden’e kabul ettirme fırsatını verdi. Grivas Ekim 1952 tarihinde incelemelerde bulunmak üzere adaya gelmiş ve Şubat 1953 tarihine kadar tam beş aya yakın bir süre Kıbrıs’ta kalarak İngilizlere karşı silahlı bir mücadelenin nasıl yapılabileceği konusunda incelemeler yapmıştı. Küçük bir ülke olan Kıbrıs’ın arazi darlığını dikkate alarak küçük gruplardan oluşan biri sabotaj, diğeri de doğrudan silahlı çatışmalara girecek iki ayrı gerilla birliğinin oluşturulmasını Papagos’a ve Makarios’a önerdi. 13 Mart 1953 tarihinde yeniden bir araya gelen komite Yorgos Grivas’ı resmen silahlı mücadelenin komutanı ilan edince silahlı mücadele için düğmeye basıldı.”

 

“RUM İŞÇİLER TAŞKINLIK YAPTI, TÜRKLER İŞTEN ÇIKARILDI”

 

Kıbrıs adasında, 31 Mart 1955 tarihinde gece yarısından sonra adanın çeşitli kentlerinde aynı anda büyük puntolarla yazılan “İNGİLİZ ZULMÜNÜ BERTARAF ETMEK İÇİN MÜCADELEYİ BAŞLATIYORUZ” pankartıyla birlikte 16 şiddetli patlama meydana geldiğini ve bu patlamaların 1974 tarihine kadar çeşitli aralıklarla devam ettiğini vurgulayan Kıbrıs İlim Üniversitesi Dekanı Ata Atun, “Kıbrıs adasında barışın bozulmasına, silahlı çatışmaların çıkmasına, kan ve gözyaşının durmamasına neden olan üç kişiden ikisi maalesef Yunanlı Generaller Mareşal Alexandros Papagos ve Kıbrıs’ta 15 Temmuz 1974 darbesine karar veren, Yunanistan topraklarını genişletmek açalı Kıbrıs adasını Yunanistan’a bağlamak ve Enosis’i gerçekleştirmek azminde olan Tuğgeneral Dimitrios Ioannides’dir” dedi.

 

Tüm bunlara rağmen Rumların ve Yunanlıların İngilizlerden sürekli destek aldıklarını anımsatan Atun,1955-1960 yılları arasında taşkınlık yapan ve olay çıkaran Rum işçileriyle birlikte hiçbir olaya karışmayan, işlerini aksatmayan Türk işçilerinin de “işçiler arasında ayrım yapılamayacağı” gerekçesiyle İngiliz Yönetimi tarafından işten çıkarılmasını örnek gösterdi. Kıbrıs sorununun temelindeki İngiliz ve Yunan etkilerine dikkat çeken Atun, Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluşuna kadar adada bulunan İngiliz Yönetiminin, bir yandan Rumlara “siz çoğunluksunuz, yönetim sizin hakkınız” derken Türkiye yönetimine de “Kıbrıs adası ile Türkiye’nin arası 60 mil, burası size düşer, haklarınızı arayın” diyerek ikili oynadığını sözlerine ekledi.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

AB’nin Türkiye hayalleri

 

 

Kıbrıs Rum tarafı, Kıbrıs adasının Kuzey yarısında yaşamlarını sürdüren Kıbrıslı Türkler ile Türkiye’yi yok sayarak tek taraflı ilan ettikleri egemenlikleriyle, tek başlarına anlaşmalar yapmakta, ittifaklar imzalamakta. Tabi burada önemli olan Rumların ne yaptığı değil, üst akılların bölgedeki girişimleri.

 

Rusya’nın asırlardır süregelen arzusu Doğu Akdeniz’de güvenli bir yerinin olması. Adının ne olduğu çok önemli değil. İstediği, Kıbrıs’taki Ağrotur (Akrotiri) ve Dikelya gibi tamamen kendine ait toprağının bulunması. Körün istediği bir göz Allah vermiş iki göz misali şimdi Rusya’nın hem tamamen kendi kontrolünde bir deniz limanı var, hem de Ağrotur gibi… Tabi bir de hava üssü.

 

Gelelim aynı bölgeden bir taş atımı uzaklıktaki Suriye’ye. Suriye’nin petrol üretimi bilinenden çok daha fazla ve zengin. Petrol yerin sadece 250 metre altında. Çıkarması çok kolay. Toplam olarak 14 petrol kuyusu var ve üretimi de 6-7 milyar varil civarında. Kıyaslama yapmak gerekirse, dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip olduğu iddia edilen Suudi Arabistan’ın petrol üretimi ise 12 milyar varil düzeyinde. Sadece bu bilgi bile niye Rusya’nın ve ABD’nin Suriye’de olduklarını açıklamakta. Doğu Akdeniz’deki doğalgaz yatakları da üç aşağı, beş yukarı aynı konumda.

 

Rusya’nın dünyanın en zengin doğalgaz yataklarına sahip olduğu iddia ediliyor ancak

2009 verilerine göre İsrail’in Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) içinde yer alan Tamar’da 260 milyar metre küp (m3) ve Leviatan’da da 450 milyar m3 doğalgaz rezervi bulunmakta.

2012 verilerine göre de Afrodit bölgesinde 200 milyar m3 doğal gaz rezervi bulunmakta.

Bölgedeki toplam doğalgaz rezervi yaklaşık 900 milyar m3 civarında. Bu rakam ise Rusya’daki rezervin yarısına denk gelmekte.

 

Suriye ve Kıbrıs’ta mevcut sorununun niye çözülemediğinin yanıtını veriyor bölgedeki petrol ve doğalgaz kaynaklarının varlığı ve büyüklüğü. Gerçekte sorunun kökeninde yatan üst akıl Avrupa Birliği (AB).

 

AB’nin yumuşak karnı enerji.

Avrupa kıtasında artık ne kömür kaldı ne de başka bir toprak altı zenginliği. Yaşam koşullarının maddi açıdan zorlaşması nedeni ile aileler küçüldü, nüfus artmak yerine gerilemeye başladı. Yüzyıllardır sömürgelerinden elde ettikleri varlıklarını yemeye başladılar. Enerji gereksinimlerini de Rusya’dan petrol ve doğalgaz alarak karşılayabiliyorlar. Diğer üretici ülkelerden tedarik edilen petrol ve doğalgaz taşımacılık ve depolama nedeni ile Rusya’nınkinden daha pahalı. Kısaca AB’nin boğazına Rusya’nın eli yapışmış durumda. Rusya AB’nin boğazını sıkarsa AB ölmez ama yaşam koşulları daha da zorlaşır.

 

AB bu olasılığı bertaraf edebilmek için Rusya’yı devre dışı bırakmak istiyor ve bu nedenle de gözünü Suriye’ye ve Doğu Akdeniz’e dikti. Niyet çok açık; Suriye’de PYD ve PKK’yı silah ve para desteği ile güçlendirmek, silahlı terör gücünün sayısını 60 bine çıkartmak, ki an itibarı ile bu sayı 60 bini geçmiştir, Kuzey Irak’tan başlamak üzere Doğu Akdeniz’e kadar ulaşan güvenli ve PYD-PKK kontrolünde bir bölge oluşturmak ve bu bölgeye petrol boru hattını döşeyerek Kerkük petrolünü kendi kontrolündeki bu bölgedeki bir limana akıtmak ve Avrupa’ya göndermek.

 

Aynısını da doğalgaz konusunda yapmak için AB düğmeye basmış durumda. Hedefi Doğu Akdeniz’den çıkarılacak doğalgazı da İsrail, Kıbrıs Rum ve Yunanistan arasında yapılacak bir anlaşma ile Avrupa’ya taşımak. Hafta içinde Lefkoşa’da Kıbrıs Rum, Yunanistan ve İsrail liderleri toplanarak 2018 sonunda East Med doğal gaz boru hattı projesinin mutabakatını yaparak, imzalar attılar

 

Anlaşmalar yapmak tek başına bir önem arz etmemekte. Önemli olan yapılan anlaşmanın sürdürülebilir olması. Bunun için de AB’nin ileriye dönük 3 aşamalı bir de stratejik planı var.

  • Türkiye’de önümüzdeki 10 sene içinde iç savaş çıkarılması,
  • İsrail ile Suudi Arabistan’ın bölgede stratejik ortak ve müttefik haline getirilmesi,
  • PKK-PYD terör örgütünün, hukuk dışı olmaktan çıkarılarak yasal hale getirilmesi.

 

Bu pembe ama olmazsa olmaz hayale engel olabilecek bir tek ülke var bölgede. Bu nedenle de ekonomi ve terör başta olmak üzere her türlü yöntemle, her yönden saldırılıyor anavatan Türkiye’mize…

 

Prof. Dr. Ata ATUN

KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

AB, Kıbrıs (Rum) ve Türkiye

 

 

ata-atun-Hoca6 Temmuz Perşembe günü Avrupa Parlamentosu’nun, Türkiye ile müzakerelerin askıya alınmasını öneren raporunu, mevcut 541 parlamenterin 477’si gibi ezici bir çoğunluğun “Evet” oyları ile kabul etmesi, şimdilik Rumları memnun etse de uzun vadede Kıbrıslı Rumların hayrına olmayacak. AP’nin bu “düşüncesiz” kararı Kıbrıs konusunu Rumların aleyhine -derinden- etkileyecek ve endirekt olarak Kıbrıs (Rum) Yönetiminin Kıbrıs politikasının iflasına yol açacak.

 

Dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios ve Yorgacis, Papadopulos, Kiprianu gibi EOKA’cı Bakanları, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında Kıbrıslı Türklere siyasi eşitlik sağlayan 13 Anayasa maddesini iptal ederek 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’ni safkan “Rum Üniter Devleti” haline dönüştürmek amaçlı en etkin yöntemin, Türklere silahlı saldırılar düzenleyip onları sindirerek gerçekleştirmek olduğunu sanmışlardı. Bu amaçla hazırladıkları Akritas Planını da 21 Aralık 1963 Cumartesi gününün çok erken saatlerinde Tahtakala bölgesinde Türklere saldırarak ve 2 soydaşımızı şehit ederek başlatmışlardı. Sonra da Kıbrıslı Türk Milletvekillerinin 1964 yılında silah zoru ile uzaklaştırıldığı sözde “Temsilciler Meclisi”nde, sadece Rum milletvekillerinin oyları ile kabul ettikleri uyduruk bir “Gereklilik Yasası” (Law of Necessity) ile önce Temsilciler Meclisinde alınacak kararların sadece Rum Milletvekillerinin çoğunluk oyları ile kabul edilebileceğini, Bakanlar Kurulunda Türklere ayrılan 3 Bakanlığın başına Rumların getirileceği ve Bakanlar Kurulunun 10 Rum Bakandan oluşacağı kararını almışlardı. Arkasından da Anayasa’da Kıbrıslı Türklere eşit siyasi haklar sağlayan 13 maddeyi tek taraflı, Rum Milletvekillerinin oyları ile kaldırmışlar ve 1964 Martında da, 1960 Kıbrıs Cumhuriyetini safkan “Rum Üniter Devleti” haline dönüştürmüşlerdi. Bu arada da “Türkler isyan etti” diye yalandan bir gerekçe uydurup adanın neresinde bir Türk yerleşim yeri varsa saldırıp, Türkleri öldürmeye ve adadan kaçmaya zorlamışlardı.

 

1950’li yılların ünlü EOKA’cıları, 1960’lı yılların Rum siyasileri Yorgacis’in, Tassos’un, Kiprianu’nun ve Rum Meclis Başkanı Klerides’in hesaba katmayı akıllarında getirmedikleri minicik bir detay, Kıbrıslı Türklerin kolay yutulur lokma olmadıkları gerçeği, tüm planlarını alt üst etti. Türkleri adadan silip atmak ve sonra da adayı Yunanistan’a bağlamak (Enosis) Rumlar için bir hayal haline gelince, Yunanistan’daki Albaylar Cuntası, adanın Yunanistan’a ilhakının kısa yolunun darbe yaparak Makarios’u devirmek ve Enosisi gerçekleştirmekten geçtiğini sandı ve 15 Temmuz 1974 günü darbeyi yaptırdılar. Sonu hüsran oldu Rumlar için bu darbe girişiminin. Türkiye’nin, 1960 Kıbrıs Anayasası içinde yer alan (EK 1, Madde 4) uluslararası haklarını kullanarak darbeye müdahale etmesi, Rumların tüm planlarını alt üst etti ve adanın tümü Yunanistan’a bağlanacağı yerde, neredeyse üçte biri kontrollerinden çıktı.

 

Türklerle silah zoru ile mücadele edemeyeceğini anlayan Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti, aynen 1897 yılında Girit’te sahneledikleri senaryoyu hayata geçirerek Avrupa Devletlerini arkalarına alıp, Kıbrıs adasından Türkleri atabileceklerini varsaydılar. Önce 1978 yılında AB ile Gümrük Birliği Protokolünü imzalayarak Avrupa yönüne doğru bir adım attılar. 1990 yılında adaylık başvurusunu yaptılar ve AB 1993 yılında bu başvurunun kabul edildiğini açıkladı. 1998 yılında Katılım Müzakereleri başladı. 2002 yılında katılımı kabul edildi ve 1 Mayıs 2004 tarihinde de katılım gerçekleşti…

 

Glafkos Kleridis’in Kıbrıs’ın yakın geçmişinin perde arkasını ve Rum Hükümetlerinin Kıbrıs politikalarını içeren “İfadelerim” (My Depositions) adlı 4 ciltlik kitabında dile getirdiği “AB’ye katılım amacımız, AB’yi arkamıza alıp Türkiye’yi Kıbrıs adasından atmaktır” sözleri doğrultusunda, Kıbrıs Rum Yönetimi “Türkiye-AB Katılım Müzakereleri” başladıktan hemen sonra altı Müzakere başlığını Veto etti. Müzakere sürecinde de her fırsatta “Türkiye Kıbrıs adasında taviz versin, vetomu kaldırayım” tehditleri masaya koydu.

 

Gerçekte Kıbrıslı Rumlar, AP’nin bu kararı ile ellerindeki en önemli kozu yitirdiler ve politik dille “siyaseten çırılçıplak” kaldılar. Artık her fırsat ve olanakta, “Veto ederim ve 1964 Ankara Anlaşması gereğince Türkiye, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanısın, Hava ve Deniz limanlarını açsın” içerikli şantajlarını yapabilecek ortamları da kalmadı.

 

Özetle, Avrupa Parlamentosu’nun da, Türkiye’nin de kerhen yürüttüğü “Türkiye-AB katılım müzakerelerinin askıya alınması” Türkiye’den daha çok Kıbrıs Rum Cumhuriyetine zarar verecek, Kıbrıs sorununun içeriğini ve mecrasını yakın tarihte değiştirecek. Hep birlikte göreceğiz…

 

Prof. Dr. Ata ATUN

Kıbrıs konusu: Adjurned sine die

 

 

ata-atun-HocaBen yıllar önce, 2008 yılında kısa adı ile “Kıbrıs Planları ve Anlaşmaları” adlı 2 ciltlik bir kitap yayınlamıştım. Esinlenme konum da Annan Planı idi. Müzakereler katılmış, hiç bıkmadan ve usanmadan geçmişte neler yapıldığını ve Kıbrıs sorununu çözmek için hangi yılda kim tarafından nasıl bir planın tarafların önüne konduğunu araştırmış, sonra da sonuçları ile birlikte kitaplaştırmıştım. Yakında fırsatım olursa bu serinin 3. cildini hazırlamaya niyetliyim.

Ki, Crans Montana’da sürdürülmekte olan Beşli Kıbrıs Konferansının gidişatı bundan sonra Kıbrıs konusunun farklı bir mecraya gireceğini işaret etmekte.

 

Gerçekte Kıbrıs sorunu Rumların iddia ettiği gibi 1974 yılında, bizim iddia ettiğimiz gibi de 21 Aralık 1963 gecesi Rumların Türklere saldırı ile başlamış değil. Adanın fethinin başladığı 1570 yılı ve fethin tamamlandığı 1571 Ağustos’undan sonra Lüzinyan, Ceneviz ve Venedik dönemlerinde hiçbir hakları bulunmayan “Köle” statüsündeki adanın eski Bizans vatandaşları, Osmanlı Devleti hükümranlığı döneminde, Osmanlı Devletinin hoş görülü yönetimi sayesinde  üzerlerinden kölelik baskısı kalkınca, Ortodoks olmaları ve Yunanca konuşmaları nedeni ile kendilerinin Helen ırkından olduklarını varsaymışlar ve özgür kişiler olarak hayatlarını idame ettirmeye başlamışlar. Adanın Osmanlı Devleti tarafından fethinden bir müddet sonra da kendi seçtikleri bir temsilci heyeti, uzun bir yolculuktan sonra payitahtın bulunduğu İstanbul’a gitmiş ve yürekleri ağızlarında, adaya Sadrazam tarafından atanan, daha doğrusu en yüksek teklifi veren kişiye lütfedilen günümüz tanımlaması ile “Vali”lik makamındaki kişi ile ilgili şikayetlerini ve birtakım diğer isteklerini dile getirmek için dönemin Sadrazamı ile görüşme talebinde bulunmuşlar.

 

İşte Kıbrıs konusunun kırılma noktası tam da burası olmuş. Bazı tarihçilere göre 1660 yılında Osmanlı Devleti’nin 21. Padişahı II. Ahmet, bazı tarihçilere göre de 1754 yılında Osmanlı Devleti’nin 24. Padişahı I. Mahmut tarafından yayınlanan bir fermanla, Başpiskopos, Osmanlı Valisinden sonra adanın ikinci politik ve nüfuzlu kişisi olma hakkını kazanmış ve bu tarihten itibaren de Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu, Rumların hem siyasi, hem milli, hem de ruhani lideri olarak “Ulusal Lider” anlamına gelen “Etnarh” unvanını almış.

 

Adada Osmanlı Devleti’ne karşı başkaldırılar bu tarihten sonra hep Etnarh’ın başının altından çıkmış, kilise, tüm başkaldırıların planlama merkezi olmuş. 1821’deki adada darbe yapma ve adayı Yunanistan’a bağlama isyanı, 1832 Kalogeris isyanı, 1921 Enosis Plebisiti (tek taraflı referandum) ,1931 Enosis isyanı, 1950 Enosis Plesibiti, 1955 EOKA’nın Kuruluşu, 1963 Noel katliamı ve Türklere saldırı, 1964 Erenköy’e saldırı, 1967 Geçitkale’ye saldırı, 1974 adaya Yunanistan’a bağlamak için darbe yapılmasının kökeninde Rum Ortodoks Kilisesi ve hep adanın Yunanistan’a bağlanma isteği yatmakta.

 

Kıbrıs sorunu gerçekte, 1821 yılında Yunanistan’da gerçekleşen Mora isyanı ile eş tarihli olarak başlamış 2 asırlık, bir konu. Halen daha da çözülebilmiş değil.

 

BM’nin Kıbrıs konusunu “Çözümsüz” ilan etmesi gerekiyor ama “Yiğitliğe leke sürülmesin, BM’nin şanı ayaklar altına alınmasın” diye böyle bir kararı çıkaramıyorlar. Çıkarabilmiş olsalar  Kıbrıs konusunda daha eski olan “Batı Sahara” konusunda çıkarırlardı ve örnek de olurdu.

 

Gelelim başlıkta kullandığımız Latince kelimelere; “Adjurned sine die” diplomasi dilinde kullanılan bir tanım ve “Bundan sonraki toplantı çıkmaz ayın son Çarşamba’sında…” anlamını taşımakta.

 

Diplomasiye aslında tam bir kelime oyunu veya kelimeleri istendiği tarafa çekebilme sanatı ise BM’nin Kıbrıs Sorununu “Adjurned sine die” tanımlaması ile kapatması gerekmekte Crans Montana’daki bu son Beşli Konferans’tan sonra.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

Rum basınında gerçekçi yazılar

 

 

ata-atun-HocaOrijinal adı “Cyprus Mail” (Kıbrıs Postası) olan ve Kıbrıs Rum tarafından yayınlanan günlük gazetede George Koumoullis adlı bir yazar var. Rumlara göre biraz da aykırı bir yazar. Durup dururken Kıbrıslı Rumların Ve Yunanistan’daki Helenlerin “Tabu” olarak tanımladıkları konularda bir şeyler yazar ve büyük çoğunluğun şimşeklerini, az sayıda bazılarının da takdirini alır.

 

18 Haziran’da yayınladığı yazısının başlığı “Hayran kalınan kişilerin hayat öyküsünü yazanların söylemedikleri gerçekler” (The truths the hagiographies don’t tell) idi ve EOKA’nın kurucusu General Yorgos Grivas’tan bahsetmekteydi. Grivas’ı gerek fiziksel görünümü gerekse de yaşamında yaptıkları ile Fransızların Birinci Dünya Savaşı “Kahramanı” ve İkinci Dünya Savaşı “Haini” Mareşal Henri Philippe Petain’e benzetmekteydi.

 

Birinci Dünya Savaşında Verdun’da Almanlara karşı kahramanca karşı koymuş ve Fransız halkının gönlünde “Savaş Kahramanı” payesini almış olan Petain’in, İkinci Dünya Savaşında Hitler’e hayran olması ve Hitlerin kuklası Vichy Hükümetinde Savunma Bakanlığı görevini yapması nedeni ile de Fransız halkının gönlünde “Hain” düzeyine düşmesini ve yargılanıp önce idama sonra da hayat boyu hapis cezasına çarptırılmasını, Grivas’ın 1950 yılında EOKA’yı kurup İngilizlerle savaşarak Rum halkının gönlünde “Savaş Kahramanı” olması ve 1971 yılında da EOKA B’yi kurup, EOKA B’nin 1974 yılında yaptığı darbeden sonra da adanın bölünmesine yol açtığı nedeni ile Kıbrıslı Rumların gönlünde “Hain” yerini almasına benzetmiş. “Keşke altı ay daha yaşasaydı Grivas ve bu adaya yaptığı kötülüğü görüp öyle ölseydi” cümlesi ile bezemiş yazısını Koumollis.

 

Bu yazısından bir evvelki yazısında da İngiltere Kraliçesinin paye verdiği Hakim Alper Ali Rıza’nın kaleme aldığı “Kıbrıslı Türk Cumhurbaşkanı makamda olacak ama yetkisi bulunmayacak” makalesine yer vermişti.

 

28 Haziran tarihli yazısının başlığı ise “Asla sormadığımız soruların bedelini ödemek” (Paying the price for the questions we never asked). Gerçekten de ibretlik ve her Kıbrıslı Rum ile Kıbrıslı Türkün okuması gerektiği bir yazı. Özellikle de bizim aramızda yaşayan ve her koşulda ve olayda Rumları haklı çıkaracak bir taraf bulan, nesepleri belli olmayan Rum hayranlarının okuması lazım, tane tane ve anlayarak.

 

George Koumoullis söz konusu yazısında özetle diyor ki;

“….Kıbrıslı Türkleri endişelendiren Kıbrıs’ın toprak bütünlüğü değil, fiziksel güvenlikleridir ve bu nedenle de güvenlik konusunda ısrarlıdırlar. Büyük bir olasılıkla da bizim Kıbrıslı Türklerin psikolojisini göz ardı etmemiz, Kıbrıs sorununun kökenini oluşturmaktadır…. “Ya Taksim Ya Ölüm” sloganı Kıbrıslı Türklerin tüm mitinglerine yankılandı. Biz Kıbrıslı Türklerin niçin bu sevdaya düştüklerini hiç araştırdık mı? Biz hiç derinlemesine Kıbrıslı Türklerin neden enosis’ten korktuklarını araştırdık mı? Biz hiç Kıbrıslı Türk hemşerilerimize, Girit Yunanistan’a bağlanırken gerçekleştirilen etnik temizliğin (ki bu onların korkularının esas temelini teşkil etmektedir) Kıbrıs’ta enosis gerçekleştirilirken tekrarlanmayacağının garantisini vermeyi denedik mi?  Bu sorulan tümünün yanıtları, etrafı çınlatacak denli yüksek bir “Hayır”dır. (Kıbrıslı Türklere karşı) Bu küstah tavrımız ve (Kıbrıslı Türkleri) küçümsememiz Kıbrıslı Türkleri Türkiye’nin kollarına itmiştir. 1955 yılındaki silahlı mücadele kararımız, adanın yüzde yirmisini oluşturan Kıbrıslı Türklerden gizli olarak alınmıştır…. Belki de bizi, Türkiye’nin asla enosis gibi maksimalist bir düşünceye izin vermeyeceği konusunda ikna edebilirlerdi ve böylesi bir hedefle uğraşmanın da, 15 Temmuz 1974 uygulamasında olduğu gibi bir trajediye ile sonuçlanacağı konusunda uyarabilirlerdi ….”

 

Doğru söze ne denir. Belli ki Rum siyasiler hala daha akıllanmamışlar ve “Çözüm “aldatmacası ile içinde Kıbrıslı Türklerin azınlık haklarına sahip olacağı bir devleti kurmanın hala daha peşindeler, geçmişten ders almayarak. Bu kafayla duvara birkaç kez daha toslayacakları kesin…

Yazının tümünü okumak isteyenler için kaynak adres: http://cyprus-mail.com/2015/06/28/paying-the-price-for-the-questions-we-never-asked/      

 

Prof. Dr. Ata ATUN

DOKSANALTI TEKRARLIK TARİH DERSİ

 

 

süleyman pekin“28 Haziran’ın ilk saatlerinde Yunanlıların İzmit’i tahliye etmeye başladıkları anlaşılınca İzmit’e girme görevi 33. Süvari Alayı’na verilmiş ve piyade kıtaları gelinceye kadar en muntazam kıtaları ile şehre girmesi, şehirde yağma ve asayişi bozan durumlara katiyen meydan vermeyerek Derince’yi de keşfettirmesi Süvari Alay Komutanı Edip Bey’e emredilmiştir.

Şehirde bulunan Yunan kuvvetleri, Rum ve Ermeni muhacirler ile Yunanlılarla

işbirliği yapanların bir kısmı gece vapurlara bindirilerek tahliye edilmişlerdir. Limanda birer İngiliz, Fransız, ABD ve Yunan torpidosu kalmış, Kılkış Zırhlısı tekrar Seymen önlerine gelmiştir. Şehrin el değiştirdiğini gören ve artık yapacak işleri kalmayan İngiliz, Fransız ve Amerika torpidoları öğle saatlerinde şehri terk etmişlerdir.

Mürettep Fırka 2.Alay 3.Tabur Komutanı Yüzbaşı Rasim Bey, taburuyla İzmit’e gelerek şehrin iç düzenini sağlamıştır. İzmitli gençlerden oluşan bir gurup, ellerinde bayraklar olduğu halde şehrin girişindeki Baç mevkiinde Milli Kuvvetleri karşılamışlar ve akşama doğru şehre giren Kaymakam Emin Bey’e şükranlarını sunmuşlardır. Emin Bey’in emrinde bulunan en önemli kuvveti olan Ada Taburu’na önce İzmit’e girmeyip Bahçecik yolunu gözetleme ve kontrol altında tutması emredilmiş daha sonra bu emir değiştirilerek bu taburun İzmit’in kuzeyindeki Bağçeşme sırtlarını işgal etmesi emredilmiştir.

Seymen İskelesi civarında bulunan ve kuvvetli bir alay olarak tahmin edilen Yunan Birliği 28 Haziran günü çadırlı ordugâhında hareketsiz kalmıştır. Fakat İzmit İstasyonu’ndan görüldüğü kadarıyla Bahçecik birkaç yerinden yanmaktadır. Değirmendere Mıntıka Kumandanlığı’na İzmit’in kurtarıldığı bildirilmiş ve karşılarında bulunan Yunan kuvvetlerine şiddetle taarruz etmeleri emredilmiştir. Böylece Yunanlıların 4 gün önce olduğu gibi İzmit’e yürüyüşleri engellenmek istenmiştir. Böyle bir gelişmeyi durdurmak için Mürettep Fırka’nın da Mahmutpaşa Çiftliği – Yuvacık hattına toplanması ve büyük kısmı ile Yuvacık’ta bulunarak Yunanlılarla teması sağlaması emredilmiştir. Fırka emrine verilen birlikler de Kullar Köyü’nde fırkaya katılacaklardı.

Diğer taraftan karayolu ile çekilmekte olan Yunan Birlikleri, 28 Haziran’da Seymen İskelesi’nden batıya doğru hareket ederek ve geçtiği her yeri yakıp yıkarak kıyı yolu ile saat 16 00 sularında Karamürsel’e ulaşmışlardı. Kolordu komutanlığı, Bahçecik’ten Karamürsel’e doğru çekilmekte olan Yunan birliklerini takiple Mürettep Tümen’i görevlendirmişti.

Akşam 22 sularında, Bahçecik – Seymen bölgesinde bulunan Yunan alayının tehdidine ilave olarak Orhangazi bölgesindeki Yunan kuvvetleri de harekete geçmişlerdir. İzmit Körfezi ile İznik Gölü arasında bölgede ortaya çıkan bu gelişmeler üzerine 28 Haziran gecesi saat 24 00’te Kolordu Komutanı, Kaymakam Emin Bey’in sadece 2 bölük piyade ile İzmit’te kalmasını diğer bütün kuvvetlerin Mürettep Fırka’ya katılmak üzere Kilez Deresi yoluyla Bahçecik Servetiye sırtlarına hareket etmelerini emretmiştir.

Mürettep Kolordu, 21 Haziran tarihinden 28 Haziran akşamına kadar yapılan muharebelerde 1’i zabit (subay) 74 şehit vermiş, 9’u zabit olmak üzere 180 nefer (er) yaralanmıştır. Yunanlıların ise son 4 günlük İzmit harekâtında geride 300 ölü bıraktıkları tespit edilmiştir. Düşman İzmit’i tahliye etmeden evvel 310 Müslümanı katletmiştir ve Sultan Camii (Yenicuma) etrafında 70 dükkânı yakmıştır”.   

Rumlar asker sayısını arttırıyor

 

 

ata-atun-HocaBir taraftan görüşmeler devam ederken, Rumlar diğer taraftan Milli Muhafız Ordusunun sayısını arttırmak için paralı asker kiralamayı sürdürüyor.

 

Rum Savunma Nakanı Fotiou, bu yıl içinde 4 bin aparalı asker daha alınacağını açıkladı geçen gün. Yeni alınacak 4 bin paralı askerler ile Rum Milli Muhafız Ordusu (Ethniki Fruro) içindeki paralı asker sayısı 27 bine çıkacak. Bu bilgileri toplamak için de son 6 yılın Rumca gazetelerini okumak yeterli, başka bir araştırma gerekmez.

 

Paralı askerlerin tümü Yunanistan’dan geliyor. Ekonomik iflas nedeni ile işsiz olan Yunanlı gençler, kendi ülkelerinde zorunlu askerlik görevlerini yaptıktan sonra doğru Güney Kıbrıs’a gelip paralı asker oluyorlar. Hem paralı askerlikten iyi maaş alıyorlar, hem de Kıbrıs (Rum) vatandaşı oluyorlar.

 

Yunanistan’da Kıbrıs (Rum) vatandaşı olmanın büyük ayrıcalıkları var. İş kurmak, gayrı menkul almak, devlete vergi ödemek ve benzeri konularda Kıbrıs (Rum) vatandaşlarına ayrıcalık uygulanıyor. Daha az vergi, sıfır emlak vergisi, sıfır tapu harcı ve benzerleri gibi.

 

Makarios hükümeti, 21 Aralık 1963 sabahı adada mutlak Rum hakimiyetini kurmak için Akritas Planı gereğince Kıbrıslı Türklere karşı silahlı saldırı başlatmıştı. Dönemin Akritas Planı dâhileri Policarpos Yorgadjis ve Tassos Papadopulos’un yaptığı stratejik hesaplara göre de 45 dakika içinde tüm Kıbrıslı Türkleri esir alınacaktı. Ama Kıbrıslı Türklerden hiç beklemedikleri ve hesaplayamadıkları bir direnişle karşılaşınca Akritas Planını “uygulanamaz” kararı ile rafa kaldırdılar ve başka bir strateji belirlediler.

 

Bu yeni stratejiye göre sadece Kıbrıslı Rumlardan oluşacak düzenli bir ordu kurulacak ve Makarios’un da başkanlığının söz konusu olduğu “Bağlantısızlar Grubu” üyesi devletlerden de yasal yollardan bu ordu için silah ve askeri araç temin edilerek Kıbrıslı Türklere karşı daha bilinçli ve profesyonelce saldırılar yapılacaktı. Rum Temsilciler Meclisi Nisan 1964 tarihinde yaptığı toplantıda kabul ettiği “Milli Muhafız Ordusu Kuruluş yasası” ile bu karar hayata geçirildi ve (Rum) Milli Muhafız (Ethniki Fruro, National Guards) resmen kuruldu. Arkasından da resmi yollardan Mısır’dan, Arjantin’den ve Çekoslovakya’dan silahlar ile zırhlı araçlar alınarak Türklere karşı kullanıldı. (Bu silah ve araçlar, Girne, Yavuz Çıkarma Plajı bitişiğindeki Karaoğlanoğlu Şehitliği Açık Hava Müzesi’nde görüp incelenebilir. Gerçekte günümüzde Rumların borusunu çalan, Rum tarafını öven, Kıbrıslılığı yaymaya çalışan, Anavatan Türkiye ile Türkiye’den gelen kardeşlerimize karşı nefret duyguları besleyen ve bu duygularını yaymaya çalışan “nesepleri karışık” kişilerin gidip görmeleri gerekir bu “Açık Hava Müzesi”ni. Hayranı oldukları Rumların ne için ve hangi maksat için bu silah ve askeri araçları aldıklarını belki biraz olsun anlarlar.)

 

Rum Temsilciler Meclisinde kabul edilen “Milli Muhafız Ordusu Kuruluş Yasası” içinde, Yunanistan’dan gelip (Rum) Milli Muhafız Ordusunda görev yapan Yunanistan vatandaşlarının otomatikman Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti vatandaşlığını kazanacaklarına dair bir de madde yer almaktadır.

 

Bu ülkeye gelip yerleşen, iş kuran, evlenen, çoluk çocuğa karışan kardeşlerimize vatandaşlık verilmesine şiddetle karşı çıkan bu “nesebi karışık”dan herhangi birinden ben daha bugüne değin, Rum tarafında askerlik yaptı diye vatandaşlık verilen Yunanlılara karşı ağzını açıp tek bir eleştiri yapanını veya da protesto edenini de görmedim ve duymadım.

 

Özetleyecek olursak; Rum tarafında yayınlanan gazeteler, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetinin resmi nüfusunun 850 bin olduğunu, bunların 550 bininin Kıbrıslı Rum, geri kalanın da sonradan vatandaş yapılan Rum olmayan kişilerden oluştuğunu yazmakta. Bu 300 bin sonradan yapılma vatandaşların sayısı, bu yıl alınmış ve alınacak paralı askerlerle birlikte 357 bin olacak. Bir taraftan Anastasiadis “Sıfır Güvenlik, sıfır garanti, sıfır asker” derken diğer taraftan da “paralı asker” alıyor. Herhalde bu talepleri asırlardır olduğu gibi Avrupa sayesinde gerçekleşirse, ilk fırsatta Kıbrıslı Türkleri adadan temizlemek düşüncesinde….      

Rumların bu pis oyunlarına kanacak yok artık Anastasiadis, boşuna çabalıyorsun…

 

Prof. Dr. Ata ATUN

Cenevre’de Güvenlik ve Garantiler tuzağı

 

 

ata-atun-HocaNew York zirvesinde varılan mutabakata göre 2’nci tur 5’li Kıbrıs Konferansı ucu açık olarak 28 Haziran’da Cenevre’de gerçekleştirilecek. Konferans BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in huzurunda gerçekleşecek. Masaya BM Genel Sekreter’in Kıbrıs Özel Danışmanı Espen Barth Eide BM’yi temsilen, Kıbrıslı Türkler ve Kıbrıslı Rumlar taraf olarak, Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantörler olarak, Avrupa Birliği de gözlemci olarak oturacak. Avrupa Birliği ilk kez resmi olarak gözlemci sıfatı ile masada yer alacak.

 

Tezgah büyük aslında. Girit’te de aynen bu yöntem uygulanmıştı.

Anastasiadis 1. Cenevre konferansında kurduğu Harita tuzağına düşürdüğü KKTC ekibini 2. Konferansta da Güvenlik ve Garantiler tuzağına düşürmek için paçaları sıvamış gözüküyor. Gündeme hiçbir konu konuşulmadan ve tartışılmadan Güvenlik ve Garantiler konusunu koydurmak peşinde. Bunun için de önkoşul yaratmaya çalışıyor.

 

Resmi gözlemci olarak Avrupa Birliği’nin ne işi var masada pek de anlaşılır gibi değil. Zaten Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi Avrupa Birliği üyesi, İngiltere ayrılma sürecinde ama halen daha Avrupa Birliği üyesi, buna ilaveten bir de Avrupa Birliğinin kendisi oturuyor masaya, geri kalan 25 ülkeyi temsilen. Bunların da muhatapları ve Kıbrıs konusunu görüşecekleri taraflar da Türkiye ve KKTC.

 

1963-1974 yılları arasında Rum Yönetiminin Kıbrıslı Türklere uyguladığı insanlık dışı soykırım,  insafsızca kısıtlanan dolaşım, mülk edinme, eğitim, kültürel faaliyet, spor yapma hakları ile acımasız ekonomik uygulamalar göz ardı edilerek ve de kasten unutularak, Orta Doğu’da kan gövdeyi götürürken ve de terör Avrupa Birliğine sıçrama yapmışken Kıbrıs Rum tarafı ile baryaları (kankaları) AB grubunun ilk önerisi “Güvenlik ve Garantiler” konusunu görüşelim, sonra içeriğini çağa göre uyduralım olacak. Ardından da “nasıl olsa Güvenlik ve Garantiler konusunu gündeme getirdik, masaya koyduk ve tartışmaya açtık artık bundan hiç kimse geri dönemez” düşüncesi ile Yunanistan masayı bozmazsa, Toprak, Mülkiyet, İç Yönetim ve Güç Paylaşımı konuları masada kerhen görüşülecek.

 

Anastasiadis. Batı Trakya’da yaşayan kardeşlerimize, soydaşlarımıza halen daha AB üyesi Yunanistan’ın uyguladığı baskıyı görmezlikten gelerek, arlanmadan, utanmadan “Güvenlik ve Garantilerin” kalkmasını istiyor.

 

Yüksekten uçuyor Rum lider. Hayal gücü göklerde uçuşurken, 2. Cenevre Konferansında beklentileri de çok yüksek düzeyde.  Saf saf, Türkiye’nin Avrupa Birliğinin resmi gözlemci olduğu masada, Kıbrıs Rum Yönetimi muhatap alacağını ve garantörü olduğu 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Anayasasında yer alan Güvenlik ve Garantiler konusunun değiştirilmesini ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin adadan tümüyle ayrılmasını tartışacağı rüyasını görüyor.

 

Yunanistan ise masaya oturmak için Batı Trakya’daki soydaşlarımıza uyguladığı kısıtlamalar ve baskılar, normal bir uygulamaymışçasına ne koparırsak kardır zihniyeti ile “Sıfır garanti, sıfır güvenlik, sıfır asker” gibi çağdışı bir isteği öne sürmüş durumda.

 

Anastasiadis harita konusunda başarılı bir şekilde uyguladığı “Kasaya koyma” yöntemi ile, Türk tarafının “Güvenlik ve Garantiler” konusunda ne gibi tavizler verebileceğini yazılı olarak sunmasını ve  kimseler görmeden kasaya konulması talebini daha açıklayamadı ama onun da kokusu önümüzdeki günlerde çıkacak elbette…

Anlaşılan Türkiye ve KKTC’yi aptal, kendilerini çok akıllı sanıyorlar…

 

Prof. Dr. Ata ATUN

Kıbrıs’ta Rum olmayana yer yoktur

 

 

ata-atun HocaGenelde Kıbrıs’ın yakın tarihi, özellikle de 1950-1974 arası beni çok ilgilendiriyor.

Kıbrıslı Rumların sapıttığı ve asırlardır adada yaşamlarını sürdüren Kıbrıslı Türklere rağmen, Türkiye’yi de yokmuş gibi farz ederek adayı Yunanistan’a bağlamak için yaptıkları çılgınlıklarla doludur bu çeyrek asırlık dönem.

 

Bunların içinde en dikkatimi çeken Polikarpos Yorgacis’dir.

38 yıllık kısacık hayatı, 15 Mart 1970 tarihinde Yunanistan’dan gelen suikast timinin kendisini Haspolat ovalarında infaz etmesi ile sonra ermişti.

 

Sağlam bir EOKA’cıydı Yorgacis. Lakabı da Hudini’ydi, birkaç kez İngiliz hapishanesinden elini kolunu sallayarak kaçmasından dolayı. Gardiyanlar, EOKA tarafından öldürülmek korkusundan dolayı kendisine kaçış girişiminde yardım etmek zorunda kalmışlardı.

 

Bir dönem Kıbrıs’ın en güçlü adamı ve politik şahsiyeti idi. ABD’den “Komünizmi önlemek” adı altında her yıl aldığı milyonlarca Dolarla kimselere çaktırmadan kendi adına çalışan silahlı bir paramiliter özel ordu kurmuştu.

 

EOKA’ya girdiği yıllarda, “katıksız ve sadık bir destekçisi” olduğu Makarios’un sağ kolu sayılabilirdi. Yıllar içinde politik ve maddi güç kazanıp kendine sadık fedailerden oluşan bir milis kuvvete sahip olunca sapıttı ve Makarios’un hem rakibi hem de düşmanı oldu. Makarios’u ortadan kaldırmak için ona bir suikast düzenledi. Bununla da yetinmedi Yunanistan’daki Albaylar Cuntası liderine de suikast düzenledi. Kendini Yunan dünyasının en güçlü adamı sanma yanılgısına düşmüştü.

 

Elbette bu girişimlerin bir bedeli olacaktı ve oldu da. Bir gece kandırılarak yalnız olarak gitme gafletinde bulunduğu bir görüşmede önce otomatik silahla arabası tarandı, sonra da suikastçılardan birisi arabasına kadar gelerek, son bir ölümcül ateşle onu ensesinden vurarak infaz etti.

 

Bunları anlatmamın ve dile getirmemin nedeni, Yorgacis’in yıllardır ağzından düşürmediği bir cümleyi, Kıbrıslı Rumların tümünün de akıllarına kilise tarafından çivi ile kazılmış bir kavramı tekrardan hatırlatmak için.

 

Yorgacis’in bu ünlü cümlesi ve kavramı kısaca ““Kıbrıs’ta Rum olmayan, Rum gibi düşünmeyen ve devamlı olarak kendini Rum hissetmeyen herhangi birine yer yoktur”du.

 

1963-1967 yıllarında arasında sadece Yorgacis’in ve adamlarının şehit ettiği Türklerin sayısı 132’ydi. Her infaz olayı sonrasında, Makarios’un sağ kolu ve Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanı olarak Polikarpos Yorgacis, bir bahane ile bu ünlü sözünü dile getirmekteydi, resmi olarak veya da dost sohbetlerinde.

 

Bizim aramızda kendilerini “Türkçe Konuşan Kıbrıslılar” diye tanıtan güruhun, aynı felsefe ve düşünce doğrultusunda kendisinin de bir “Rumca konuşan Kıbrıslı” olması gerekmesine rağmen Yorgacis’in, asla Kıbrıslı olduğunu söylemediğini ve her fırsatta gurur duyduğu Helen ırkından olduğu dile getirdiğini bilmeleri gerekir.

 

Makarios “Kıbrıs Milleti”nin veya da “Kıbrıslı”ların kimlerden teşekkül ettiğini, bundan tamı tamına 45 yıl evvel, o dönemdeki adı “Yalousa”, günümüzdeki adı da “Yeni Erenköy” olan köyde yaptığı mitingde dile getirmiş ve “Kıbrıslı diye bir millet yoktur, gerçek Kıbrıslılar, Kıbrıs’ın ünlü eşekleridir” diyerek, hitap ettiği köy halkının “Kıbrıslı” değil “Helen” olduklarını üzerine basa basa vurgulamıştı.

 

Bilmekte fayda var. Aramızdaki bazı kimlik bunalımındaki kişileri “Türkçe konuşan Kıbrıslı” olduklarına inandırmaya çalışan güçler, Kıbrıslı Rumlara siz de “Rumca konuşan Kıbrıslılar”sınız demeğe cesaret bile edemiyorlar; Onlar söylese bile Rumlar zaten böylesi saçma bir tanımlamayı kullanmayı asla kabul etmiyorlar.

 

Prof. Dr. Ata ATUN