Etiket arşivi: Referandum

Ve Davutoğlu eteğindeki taşları dökmeye başladı

Davutoğlu, dün akşam düzenlenen Taksim Toplantıları “Gelecek Vizyonu” konuşmasında Başkanlık referandumu olarak bilinen 2017 Referandumuna muhalefet ettiğini söyledi…

  

 

 


reklam alanı
reklam alanı

Eski Başbakan ve Gelecek Partisi Kurucu Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, bu akşam düzenlenen Taksim Toplantıları “Gelecek Vizyonu” konuşmasında Başkanlık referandumu olarak bilinen 2017 Referandumuna muhalefet ettiğini, eleştirilerini kamuoyuna açıklamak istediğini ancak o dönem bunu anlatacak televizyon kanalı bulamadığını söyledi.

“Anayasal sistemimiz baştan aşağıya yenilenmek zorunda” diyen Ahmet Davutoğlu devamında şunları söyledi:

“2017 referandumuna haklı olarak eleştirenler var ‘madem o zaman karşıydınız neden bunu açıklamadınız’ diye.  O zaman bu itirazların hepsini Sayın Cumhurbaşkanına o zaman Sayın Başbakana yazılı olarak da sözlü olarak da verdim.  O günlerde bunu da ilk defa burada söylüyorum; o günlerde bizi televizyona çıkarıp da bu konuları paylaşacak tek bir televizyon programı çıkmadı.”

İşte o sözler:

 

 

 

TWEETİ SİLMEDİ

 

Öte yandan Davutoğlu’nun bu sözlerinin ardından sosyal medyada attığı tweet tartışma konusu oldu. Anayasa değişikliğine muhalif kaldığını dile getiren Davutoğlu’nun referandumun ardından attığı, “Milletimiz en doğru kararı vermiştir. Referandum sonucu ülkemize ve aziz milletimize hayırlı olsun” ifadelerini hala silmemesi tepki çekti.

İşte o paylaşım:

 

Canavar coştu!

“Coşan” ekonomi değil son 9 yılın zirvesine çıkan enflasyonmuş… Geçtiğimiz günlerde hükümetin bir bakanının “coşmuş bir ekonomimiz var” sözü, açıklanan enflasyon rakamlarıyla daha da bir mana kazandı! Son 9 senenin zirvesine tırmanan enflasyon, vatandaşın cebini kemirmeyi sürdürdü. Yüzde 5’e ineceği söylenen ama çift haneye takılı kalan enflasyon, Ekim ayında yüzde 2.08 olurken, yıllık enflasyon da yüzde 11.90’a çıktı. Vatandaşın cebindeki paranın erimesi hız kazandı! MASK

16 Nisan referandumundan “evet” çıkması halinde, ekonomide üst gelir grubuna geçişin önünün açılacağı, ekonomik istikrarın sağlanacağı ve piyasalardaki belirsizliklerin biteceği söylenmişti. Geçen 7 aylık dönemde ise ekonomik durum gün geçtikçe kötüleşiyor, toplumun her kesimi büyük bir sıkıntı çekiyor. “Her şey düzelecek” vaatleri ise “boş vaat” olmaktan öteye gidemiyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, Tüketici Fiyat Endeksi (TÜFE) Ekim’de aylık bazda yüzde 2.08, Yurt İçi Üretici Fiyat Endeksi (Yİ-ÜFE) yüzde 1.71 artış gösterdi. Yıllık enflasyon tüketici fiyatlarında yüzde 11.90, yurt içi üretici fiyatlarında yüzde 17.28 oldu.

VATANDAŞIN PAYINA GEÇİM SIKINTISI DÜŞECEK

TÜİK tarafından açıklanan Ekim ayı enflasyonu beklentileri aşarken, hükümetin “tek haneye düşecek” dediği yıllık enflasyon da yüzde 12’ye dayandı. Resmi enflasyon rakamları kadar bile maaş zammı alamayan kesimler ise daha şimdiden gelir kaybına uğradı. Gerçekte resmi rakamın üstünde olduğu bilinen enflasyonun “coşması”, vatandaşın cebindeki yangını körükleyecek. Bir türlü düşürülemeyen başta kırmızı et olmak üzere gıda fiyatları ve temel giderler hesaba katılınca, vatandaşın payına yine “geçim sıkıntısı” düşecek.

 

 

HANİ “EVET” ÇIKINCA HER ŞEY DÜZELECEKTİ!

Üretici kesimlerin, esnaf ve sanatkârın, tüketicilerin yaşadığı ekonomik sıkıntıları, milyonlarca işsizi ve geçim sıkıntısı çeken milyonları “bir türlü göremeyip”, ekonomiyi “borsa- döviz – faiz ”den ibaret gören politikalar, giderek ekonomiyi de iflasa götürüyor.

Yüzde 5’e inmesi yönünde hedefler konan “enflasyon canavarı” durdurulamazken, son 9 yılın da zirvesine çıktı. Tüketici fiyatları Ekim ayında yüzde 2.08 artarken, yıllık enflasyon da yüzde 11.90’a çıktı. Üretici fiyatları da Ekim’de yüzde 1.71, yıllık olarak da yüzde 17.28 arttı.

Ekim ayı itibarıyla 12 aylık ortalamalar dikkate alındığında, tüketici fiyatları yüzde 10.37, yurt içi üretici fiyatları yüzde 14.47 arttı.

GİYİM VE AYAKKABI FİYATLARI UÇTU

Ana harcama grupları itibarıyla Ekim’de, aylık bazda en yüksek artış yüzde 11.51 ile giyim ve ayakkabı grubunda görülürken, ev eşyasında yüzde 2,96, ulaştırmada yüzde 2.61, gıda ve alkolsüz içeceklerde yüzde 1.97 ve konutta yüzde 0.94 artış kaydedildi.

Ekim’de endekste aylık bazda en fazla düşüş yüzde 1.75 ile eğlence ve kültürde gerçekleşti. Düşüş gösteren bir diğer grup ise yüzde 0.01 ile haberleşme oldu.

YILLIK ARTIŞTA ULAŞTIRMA ÖNDE

TÜFE’de yıllık bazda en yüksek artış yüzde 16.79 ile ulaştırma grubunda görüldü. Bu grubu, gıda ve alkolsüz içecekler (yüzde 12.74), çeşitli mal ve hizmetler (yüzde 12,63), sağlık (yüzde 12.21) ve ev eşyası (yüzde 11.65) izledi. Geçen ay endekste kapsanan 414 maddeden 51’inin ortalama fiyatlarında değişim olmazken, 298’inin ortalama fiyatlarında artış, 65’inin ortalama fiyatlarında ise düşüş görüldü.

BARZANİ REFERANDUM VE BAĞIMSIZLIK

 

 

seyfettin karamızrakKuzey Irak’ta Barzani, Türkiye’nin ve dünya devletlerinin(İsrail hariç) uyarılarına aldırmadan referanduma gitti.

En yakın dostu ve velinimeti durumundaki Türkiye’ye kafa tuttu. Haddini bilmeden, aklını kullanmadan Türkiye’ye nankörlük ve vefasızlık yaparak, tüm dünyayı karşısına aldı.

İsrail, Barzani’yi alenen destekleyerek referandum hususunda cesaretlendirmiştir. İsrail’in bu desteği, asla Barzani’nin yararına olmayacaktır. Referandum öncesi Barzani’nin yandaşları, İsrail bayrağını öperek bağırlarına basarak sevgi gösterilerinde bulundular. Peki, İsrail’e gösterilen bu sempatinin sebebi nedir acaba?

İktidarı döneminde önemli bir ekonomik gelişme sağlayamayan Barzani, aynı zamanda yolsuzluklara adı karışarak tamamen gözden düştü. 2012’ de görevi sona ermişti. Mali durumu perişandı. Memurlarının maaşlarını Türkiye ödüyordu. ABD’nin kurduğu DEAŞ bahanesiyle görev süresi uzatıldı. Bir daha seçilme ihtimali son derece zayıftı. İktidarda kalabilmek için, “referandum” ile bir maceraya atıldı.

Yıpranan prestijini koruma ve saltanatını sürdürebilme uğruna, referandumla halkının gözünde kahraman olmak istedi. Çok riskli, hatalı ve tehlikeli bir hamle yaptı. Bunun telafisi ağır olacaktır.

Kendisine bu konuda destek veren, kışkırtan, umutlandıran ve cesaretlendiren İsrail ve ABD tarafından üzeri çoktan çizilmiştir. Yakında yerine kimin geleceği görülecektir.

Osmanlıyı yıkan güçler, Orta Doğu’daki devletlerin daha küçük parçalara ayrılmasından yanadırlar. Aslında bu kirli plan, Büyük İsrail projesinin gereğidir.

CIA  ajanı Yahudi Michael Scheuer’in: ” Şu an en büyük umudumuz Sünni ve Şiileri kanları kuruyuncaya kadar birbiriyle savaştırmaktır.” İtirafında bulunması, Orta Doğu da  nasıl çirkin bir oyunun tezgahlandığını gözler önüne sermektedir.

Barzani, “Nil’den Fırat’a Büyük İsrail” projesine hizmet etmektedir. Bazı istihbarat kaynaklarına göre, ABD Savunma Bakanı Mattis, Barzani’ye; “Eğer referandumdan geri adım atarsan bunun bedelini çok ağır ödersin. O makamda kalamazsın” demiştir. İsrail açıkça, ABD ise gizlice destek vererek, Barzani’yi kendi çıkarları için ateşe atmışlardır.

Referandum Irak anayasasına aykırıdır. “Kuzey Irak Kürt Özerk Bölgesi”, Irak’ın bir parçasıdır. Irak anayasasına göre Kerkük, Erbil’e ve Bağdat’a bağlı değildir.

Uluslararası anlaşmalar; Lozan ve Ankara Antlaşması; Türkiye’nin sınırları değiştiğinde, Irak’a, Musul ve Kerkük’e müdahale hakkı tanımaktadır.  Lahey Adalet Komisyonunun kararına göre ise Musul üzerinde hakkımız vardır.

Başta Türkiye olmak üzere, Irak, İran ve Suriye referandumun karşısındadır. Türkiye ile Irak arasında ortak tatbikatlar yapılmaktadır. Gelişmeler yakından takip edilmektedir.

Canlı yayında konuşan IKBY Başbakanı Neçirvan Barzani, “Referandum asla 26 Eylül’de bağımsızlık ilan edeceğimiz anlamına gelmiyor, asla Türkiye için tehdit değildir. Türkiye‘nin bizi anlamasını bekliyoruz. Referandum, sınırları belirlemek için değildir. Komşu ülkelere, bölge için istikrar unsuru olduğumuzu gösterdik” diyor.

Bu tamamen riyakâr bir konuşmadır. Referandum “bağımsızlık” anlamına gelmiyorsa, ne anlama gelmektedir? Özürleri kabahatlerinden büyüktür. “Türkiye‘nin bizi anlamasını bekliyoruz.” Açıklaması, ciddiyetsizliğin göstergesidir.

Türkiye’nin bazı bölgelerinin Barzani’nin yayın organlarında “kürdistan” diye gösterilmesi ne anlama gelmektedir? Siz Türkiye’yi ne kadar anladınız ki, anlaşılmanızı bekliyorsunuz.

Türkiye haddini bilmeyenlere, elbette gereğini yapacak, burnunu sürtecektir. Kapılar kapatılmaya, uçak seferleri iptal edilmeye başlanmıştır. Arkasından ihtimal, daha kritik yaptırımlar gelecektir.

Sayın Cumhurbaşkanı, MHP lideri Sayın Bahçeli ile konuyu görüşecektir. Görünen o ki, zaman Barzani’nin aleyhine işlemektedir.

 

Sevgiyle kalın…

 

BARZANİ’NİN REFERANDUMUNUN DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ

 

 

seyfettin karamızrakKuzey Irak’ta Barzani maşa olarak kullanılarak, kirli bir oyunun ilk perdesi açılmıştır. 

Yıllarca Türkiye, dost ve güvenilir bir devlet olarak Barzani’nin yanında olmuş, abilik yaparak tecrübelerini, imkânlarını ve gücünü Barzani için kullanmıştır.

Fakat geçmişte Arap ülkelerinin, İngiliz altınlarına ve vaat ettikleri yalanlara kanarak arkadan Osmanlıyı hançerlediği gibi, Barzani’de Türkiye’ye nankörlük yaparak batıya satılmıştır.

Osmanlıya ihanet eden Arap ülkelerinin liderleri, yıllar sonra batı tarafından nasıl aldatıldıklarını ve harcandıklarını ağlayarak anlatmış, Türklerden özür dilemişlerdir.

Fakat olan olmuş, Osmanlı devletinden onlarca uydu devlet türetilerek, batı tarafından yıllarca sömürülmüşlerdir.

Şimdiki Arabistan Irak, Suriye, Katar, Halep, Mısır, Lübnan, Filistin, Libya vb. ülkeleri bu örnek için sayabiliriz. Bu ülkeler yaptıkları hatalarının bedelini kendi canları ile ödemişlerdir. Bu arada akılsızlıklarının cezasını da, halkları ıstırap ve gözyaşı ile çekmiştir.

Barzani, Türkiye’nin ısrarla; “referandum yapmayınız” uyarılarına kulak asmayarak, oylamayı gerçekleştirmiştir.

Bu cesaretinin altında, elbette ki onu destekleyen devletler vardır. Bunların başında İsrail gelmektedir. ABD gözüküşte referanduma karşı gibi olsa da, gizliden desteklemektedir. Çünkü başından beri ABD ve İsrail Kuzey Irak’ta 2. ve 3. İsrail’i kurma peşindedir.

 Barzani, halkına karşı güven kaybına uğrayarak yıpranmış, seçimlere girdiğinde bir daha seçilemeyeceğini anlamıştır. Bu olumsuzluğu kendi lehine çevirmek için “referanduma giderek”, halkına “size bağımsız devlet kurma kapılarını açıyorum” mesajı vermek istemektedir.

Fakat baş olma kibri yüzünden, satıldığının ve aldatıldığının farkında değildir. Bu acı gerçeği, batı ve İsrail tarafından harcandığında anlayacaktır. Umarız bu akılsızlığının cezasını da masum halkı çekmemiş olsun.

 

Geçmişte emperyalist güçler orduları ile bir ülkeyi işgal ederlerdi. Şimdi taktikler değişti. Ülkeler artık taşeron kullanmakta.

Ele geçirecekleri ülkenin demografik yapısını hile ve desiselerle bozup, nüfusunu göçe mecbur ediyor, ya da katliam yaparak imha ediyorlar. 

Sonra maşa olarak kullanacakları etnik grupları önce özerklik sonra bağımsızlık vaatleri ile bölgeye topluyorlar. Hiç bir zaman da sözlerinde durmuyorlar. Böylece o ülkeyi vesayetleri altına alıyorlar.

Geçmişte Erivan ve Ermenistan Türk yurdu idi. Katliam ve sürgünlerle Ermenistan oldu. Bengaldeş’i Pakistan’dan Doğu Timor’u Endonezya’dan bu şekilde ayırdılar. Benzer örnekleri çoğaltabiliriz.

Türkiye- Irak- İran Barzani’nin “referandum” ahmaklığına karşı işbirliği içinde olsa da, İran şimdiden Barzani ile bir takım antlaşmalara girmiştir. Tutumu güven vermemektedir.

Bu arada Barzani’nin Yahudi kökenli olduğunu, şöhret ve makam hırsından öte Nil’den Fırat’a Büyük İsrail için çaba sarf ettiğini söyleyenler de var.

Öyle veya böyle, Barzani’nin niyeti ne olursa olsun, neticede kaybedecektir. Kazanan yine ABD ve İsrail olacaktır. Barzani taşerondur ve kullanılmaktadır. Emperyalist güçler tarafından “son kullanma tarihi” dolunca elbette çöpe atılacaktır.

Kuzey Irak’ta yapılan referandumun esas amacı; ikinci İsrail’in kurulmasını sağlamak, Türkiye ile Arap ülkeleri arasında ,dost olmayan  tampon bir devlet oluşturmak, ABD ile İran arasındaki ihtimal bir savaşta, Barzani vasıtasıyla alan açmaktır.

 

Önümüzdeki günler sürprizlerle dolu. Umarız akılsız başın acısını masumlar çekmez.

 

Sevgiyle kalın…

 

Kıbrıs konusu: Adjurned sine die

 

 

ata-atun-HocaBen yıllar önce, 2008 yılında kısa adı ile “Kıbrıs Planları ve Anlaşmaları” adlı 2 ciltlik bir kitap yayınlamıştım. Esinlenme konum da Annan Planı idi. Müzakereler katılmış, hiç bıkmadan ve usanmadan geçmişte neler yapıldığını ve Kıbrıs sorununu çözmek için hangi yılda kim tarafından nasıl bir planın tarafların önüne konduğunu araştırmış, sonra da sonuçları ile birlikte kitaplaştırmıştım. Yakında fırsatım olursa bu serinin 3. cildini hazırlamaya niyetliyim.

Ki, Crans Montana’da sürdürülmekte olan Beşli Kıbrıs Konferansının gidişatı bundan sonra Kıbrıs konusunun farklı bir mecraya gireceğini işaret etmekte.

 

Gerçekte Kıbrıs sorunu Rumların iddia ettiği gibi 1974 yılında, bizim iddia ettiğimiz gibi de 21 Aralık 1963 gecesi Rumların Türklere saldırı ile başlamış değil. Adanın fethinin başladığı 1570 yılı ve fethin tamamlandığı 1571 Ağustos’undan sonra Lüzinyan, Ceneviz ve Venedik dönemlerinde hiçbir hakları bulunmayan “Köle” statüsündeki adanın eski Bizans vatandaşları, Osmanlı Devleti hükümranlığı döneminde, Osmanlı Devletinin hoş görülü yönetimi sayesinde  üzerlerinden kölelik baskısı kalkınca, Ortodoks olmaları ve Yunanca konuşmaları nedeni ile kendilerinin Helen ırkından olduklarını varsaymışlar ve özgür kişiler olarak hayatlarını idame ettirmeye başlamışlar. Adanın Osmanlı Devleti tarafından fethinden bir müddet sonra da kendi seçtikleri bir temsilci heyeti, uzun bir yolculuktan sonra payitahtın bulunduğu İstanbul’a gitmiş ve yürekleri ağızlarında, adaya Sadrazam tarafından atanan, daha doğrusu en yüksek teklifi veren kişiye lütfedilen günümüz tanımlaması ile “Vali”lik makamındaki kişi ile ilgili şikayetlerini ve birtakım diğer isteklerini dile getirmek için dönemin Sadrazamı ile görüşme talebinde bulunmuşlar.

 

İşte Kıbrıs konusunun kırılma noktası tam da burası olmuş. Bazı tarihçilere göre 1660 yılında Osmanlı Devleti’nin 21. Padişahı II. Ahmet, bazı tarihçilere göre de 1754 yılında Osmanlı Devleti’nin 24. Padişahı I. Mahmut tarafından yayınlanan bir fermanla, Başpiskopos, Osmanlı Valisinden sonra adanın ikinci politik ve nüfuzlu kişisi olma hakkını kazanmış ve bu tarihten itibaren de Kıbrıs Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu, Rumların hem siyasi, hem milli, hem de ruhani lideri olarak “Ulusal Lider” anlamına gelen “Etnarh” unvanını almış.

 

Adada Osmanlı Devleti’ne karşı başkaldırılar bu tarihten sonra hep Etnarh’ın başının altından çıkmış, kilise, tüm başkaldırıların planlama merkezi olmuş. 1821’deki adada darbe yapma ve adayı Yunanistan’a bağlama isyanı, 1832 Kalogeris isyanı, 1921 Enosis Plebisiti (tek taraflı referandum) ,1931 Enosis isyanı, 1950 Enosis Plesibiti, 1955 EOKA’nın Kuruluşu, 1963 Noel katliamı ve Türklere saldırı, 1964 Erenköy’e saldırı, 1967 Geçitkale’ye saldırı, 1974 adaya Yunanistan’a bağlamak için darbe yapılmasının kökeninde Rum Ortodoks Kilisesi ve hep adanın Yunanistan’a bağlanma isteği yatmakta.

 

Kıbrıs sorunu gerçekte, 1821 yılında Yunanistan’da gerçekleşen Mora isyanı ile eş tarihli olarak başlamış 2 asırlık, bir konu. Halen daha da çözülebilmiş değil.

 

BM’nin Kıbrıs konusunu “Çözümsüz” ilan etmesi gerekiyor ama “Yiğitliğe leke sürülmesin, BM’nin şanı ayaklar altına alınmasın” diye böyle bir kararı çıkaramıyorlar. Çıkarabilmiş olsalar  Kıbrıs konusunda daha eski olan “Batı Sahara” konusunda çıkarırlardı ve örnek de olurdu.

 

Gelelim başlıkta kullandığımız Latince kelimelere; “Adjurned sine die” diplomasi dilinde kullanılan bir tanım ve “Bundan sonraki toplantı çıkmaz ayın son Çarşamba’sında…” anlamını taşımakta.

 

Diplomasiye aslında tam bir kelime oyunu veya kelimeleri istendiği tarafa çekebilme sanatı ise BM’nin Kıbrıs Sorununu “Adjurned sine die” tanımlaması ile kapatması gerekmekte Crans Montana’daki bu son Beşli Konferans’tan sonra.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

HALK OYLAMASININ ARDINDAN

 

fevzi yurtoğluBir iç meselemiz olan 16 Nisan Halk Oylaması ile ilgili bir yazı yazmak istemedim. Sonuç ne olursa olsun, binlerce yıldır yaşadığımız bu güzel topraklarda birliğimiz ve kardeşliğimiz devam edecekti. Millî irade karşısında ise boynumuz kıldan inceydi. Ayrıca, benim ‘Evet’ ya da ‘Hayır’ diyecek makaleme sizlerin cevap hakları doğacak, uygun bir cevap verme zemininin olmayışı ile gönüller kırılabilecekti.
Lakin Avrupa’nın, Fetö ve Pkk gurubunun seçimlere müdahil olması, Bakan ve vekillerimize ve ‘Evet’ guruplarına yapılan terbiyesizlikler (Cevabı seçimde verildi), Pkk yandaşlarına her kapının açılması ve sosyal medyadan tutulduğum ‘Hayır’ bombardımanına mağlup oldum. Ayrıca, Cennet gibi güzelliklere sahip Anadolu; dünyanın merkezinde, petrol nakil yolları üzerinde ve Toryum-Bor gibi zengin maden kaynaklarına sahipti. Hainlerin bütün güçleri, tarihi emelleri ve tüm şer gözleri üzerimizdeydi. Bu da Türkiye’nin yönetimini 90 yıldır zorlaştırmaktaydı. ‘Evet’ diyerek onaylanacak bu yeni sistem milletime yararlı olacaktı ve sonuçta konuyu bir makalemle sizlerle paylaştım.
“Yiğidi öldür, hakkını ver” misali, 15 Temmuz’da liderliğini kanıtlamış bir Cumhurbaşkanı vardı. Onun bir sözüyle, bu millet “cuntaya hayır” diyerek tankların önüne çıkmış ve 250 şehit, 2 bin yaralı vermişti. Ayrıca, MHP  gibi “önce memleket” diyordum. Fırat Kalkanı Harekâtı da devam etmeli, ülke koalisyonlardan ve iki başlılıktan kurtarılmalıydı. Vekiller değil, asiller Başkan’ını seçmeli ve tam yetki verebilmeliydi. CHP ve Pkk kuyruğundaki Hdp ise ‘Hayır’ demekteydi. Ayrıca, Kılıçdaroğlu, cunta girişimine “kontrollü ihtilal” diyerek sanki dış mihrakların ekmeğine yağ sürüyordu. Bu tuhaf bir demeçti! Yoksa eline tutuşturulmuş bir metni mi okuyordu?, bilmiyorum!
Seçimin olgunlukla ve olaysız geçmesi ve % 86 gibi yüksek katılım hepimizi sevindirdi. Ama, mühür olmayan zarflarda oy kullanılmasının bu seçimlerde de gündeme gelmesi hepimizi üzdü. YSK’nın bu oyların geçerli sayılması kararını doğru bulmuş ve fikrimi kızım Zeynep ile de paylaşmıştım. Çünkü, yetkililerin hatası, oy kullananlara kesilemezdi. Fakat, hatalı seçim görevlilerinin cezalarının açıklanması ve bir sonraki seçimlerde benzer yanlışlıkların olmaması için gereken tedbirlerin alınmasını da bekliyoruz. Ayrıca, tüm Türkiye’de, en az 5 kişinin görev yaptığı her sandık kuruluna, CHP ve Hdp’li görevliler de nezaret etmiş ve seçimi baştan sona takip etmişlerdir. Öyleyse, seçimi kaybedince de “bu kadar gürültü koparmanın alemi yok” diyorum. Her şeye itiraz ve her yere başvurma davranış psikojisi CHP’ye kan kaybettirecektir!
Halk Oylaması bitti, artık çalışma zamanı. Meclis, uyum yasalarını 2019’a kadar birlik ve beraberlik içinde ve hızla çıkartmalıdır. Ülkemizde artan işsizlik azaltılmalı, mili üretim-tüketim desteklenmeli, faiz ve enflasyon düşürülmelidir. Bu hususlarda muhalefet de önemli projeler üretmeli, alternatiflerini halka sunmalı ve taşın altına elini sokmalıdır. İlk seçimde halkın karşısına da dimdik çıkabilmelidir.
Pkk ile yapılan mücadelenin yararı ile Doğu’da ve Avrupa’da ‘Evet’ oyları artmıştır. Fakat genelde Halk Oylaması’nda umduğunu bulamayan, seçimlerde Kılıçdaroğlu’na gereksiz fazla yüklenen Erdoğan ve Yıldırım da ilk iş olarak bazı bakanları değiştirmelidir. MHP ile birlikte Hayır’a destek veren tüm küskünlerle kucaklaşmalıdır. Ayrıca, ‘Hayır’ oranı fazla olan il ve ilçelerde; “parti başkanları, milletvekilleri ve yıpranmış belediye başkanları” değiştirilmelidir. Millet; daha bilgili, enerjik ve görev heyecanı taşıyan yöneticilerle karşılaşmalıdır.
Ülkesini ve hizmeti daha çok düşünen bir siyasi parti, 2019 Başkanlık-milletvekilliği ve arkasından yapılacak belediye seçimleri’nde bir adım önde olacaktır. Milli irade,16 Nisan’da bu bir adımın önemini ve hiç bir seçimin çantada keklik olmadığını herkese göstermiştir. Daha güzel günlere inşaallah… Selam ve saygılarımla…

 

Karamollaoğlu; Başkanlık Sistemi Sihirli Değnek Değildir

 

 

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, düzenlediği basın toplantısında muhalefet partilerine çağrıda bulundu. CHP’nin gençleri sokağa çağırmasını eleştiren Karamollaoğlu, “Hiçbir problemin çözümü sokakta olamaz. Bir takım hataların olmasına rağmen, bunun sokakta çözüleceğine inanmıyorum. Muhalefet partisi mensuplarına çağrıda bulunuyorum; Türkiye’yi bir sıkıntının içine sokacak beyanlarda bulunmasınlar, adım atmasınlar. Hukuk içerisinde çözüm arasınlar” dedi.

saadet pBaşkanlık sisteminin sihirli bir değnek olmadığının altını çizen Karamollaoğlu, “Ülke problemlerinin çözümünü sadece yönetim sistemi değişikliğinde aramak büyük bir safdillik olur. Çünkü sisteminizin adı ne olursa olsun; Denk bütçe yapmadan toplumsal refahı sağlayamazsınız. Üretim ve ihracat seferberliği başlatmadan ekonomiyi düzeltemezsiniz. Türkiye’yi AVM’lerle değil fabrikalarla donatmadan işsizliği çözemezsiniz. Milli ve bağımsız bir silah sanayi oluşturmadan sözü dinlenir itibarlı bir devlet olamazsınız” dedi.

 

Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, haftalık olağan basın toplantısında gündeme dair önemli açıklamalarda bulundu. Partisinin Balgat’taki genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında konuşan Karamollaoğlu, millettin referandumda önemli bir demokrasi sınavını verdiğini söyleyerek, “Vatandaşlarımız kendisine yakışır bir olgunlukla iradesini sandığa yansıtmıştır. Hem sandığa katılım noktasında ortaya koyduğu duyarlılık hem de bu süreçte ortaya koyduğu sağduyulu tavır nedeniyle aziz milletimize teşekkür ediyoruz. Elbette teşekkürü hak eden en önemli kesimlerden birisi de Saadet Partisi teşkilatlarıdır. Saadet partililer her türlü algı operasyonuna, haksız iddia ve ithama maruz kalmasına rağmen bu süreçte hiçbir zaman asaletini bozmamıştır. Bu duruşuyla, referandum sürecinde kutuplaşmayı engellemiş daha derin kırılmaların yaşanmasına izin vermemiştir.  Saadet Partisi mensupları bir kez daha Türkiye’nin en disiplinli, en şuurlu, en sağlam teşkilatı olduğunu ortaya koymuştur” dedi.

MİLLET İRADESİNE SAYGI DUYUYORUZ

Seçim süreciyle çok şey konuşulabileceğine vurgu yapan Karamollaoğlu, “Haksız rekabetten, medyanın yanlı tutumuna, devlet imkanlarının kullanımından, bürokratik baskılara kadar birçok şey söylenebilir.  Anayasalar, toplumsal mutabakat metinleridir.  Elbette milletimizin üzerinde çok daha geniş bir oranda mutabakat oluşturduğu bir metin Anayasa ruhuna uygun bir sonuç olurdu. Ama bu noktada seçimlerin meşruiyetini tartışmak toplumda yeni kutuplaşma ve gerginliklerin ortaya çıkmasından başka bir sonuç vermez.  İktidarıyla, muhalefetiyle hepimiz milletimizin ortaya koyduğu bu iradeye saygı duymak zorundayız” diye konuştu.

BU SEÇİMDE KUTUPLAŞTIRICI DİL KAYBETTİ

Bu seçimin sayısal sonucundan çok siyasal ve sosyal mesajlarının olduğunun altını çizen Karamollaoğlu şöyle devam etti: “Bugün yapmamız gereken, seçimin meşruiyetini tartışmak yerine, milletimizin ortaya koyduğu sonuçtan ders çıkarmak olmalıdır. Almamız gereken en önemli ders ise: Bu seçimde, kutuplaştırıcı ve ötekileştirici üslup kaybetmiştir. Bu seçimde demokratik bir oylamayı, ‘İman ve Küfür’ noktasına getiren anlayış kaybetmiştir. Bu seçimde, demokratik bir tercihi, terörle, ihanetle, kandil ile eş tutan zihniyet kaybetmiştir. Dileriz bu mesaj iyi okunur ve referandum sürecinde olduğu gibi tekrar aynı hataya düşülmez.”

HER SONUÇ YENİ BİR BAŞLANGIÇTIR

Türkiye’nin bu sonuçla yeni bir döneme girdiğine dikkat çeken Karamollaoğlu, “Bu yeni dönemde, sayın cumhurbaşkanı başta olmak üzere iktidar mensupları tarafından atılacak adımlar çok daha önemli hale gelmiştir. Bundan sonraki süreçte, yüzde 48’in endişeleri hassasiyetle dikkate alınmalıdır. Özellikle Anayasa değişiklikleri çerçevesinde gündeme gelecek, uyum düzenlemeleri, ‘ben yaptım oldu’ mantığıyla değil, bu endişeleri giderecek bir yaklaşımla hazırlanmalıdır” şeklinde konuştu.

İÇTE VE DIŞTA SORUNLARLA KARŞI KARŞIYAYIZ

“Bugün ülkemiz hem iç politika da hem de dış politika da çok temel sorunlarla karşı karşıyadır” diyen Karamollaoğlu, şöyle devam etti: “Başta Suriye olmak üzere Ortadoğu tarihin en büyük kargaşa ve iç çatışmalarını yaşamaktadır. İslam coğrafyası, Küresel güçlerin cirit attığı bir satranç tahtasında dönüşmüştür. İslam ülkelerinin haritaları yeniden çizilmektedir. Küresel emperyalizmin en önemli hedeflerinden birinin de ülkemiz olduğu açıktır. Böyle bir dönemde Türkiye yeterince zaman kaybetmiştir. Artık boş harcayacak bir dakikamız bile yoktur. Deniz bitmiştir. Erbakan Hoca’nın ifadesiyle, toprak altımızdan kaymaktadır. Bir an evvel ülkemizin gerçek gündemine dönmek, Milletçe, devletçe bu devasa problemlerin çözümüne odaklanmak zorundayız.”

BAŞKANLIK SİSTEMİ SİHİRLİ DEĞNEK DEĞİLDİR

Başkanlık sisteminin sihirli bir değnek olmadığını kaydeden Karamollaoğlu, “Ülke problemlerinin çözümünü sadece yönetim sistemi değişikliğinde aramak büyük bir safdillik olur. Çünkü sisteminizin adı ne olursa olsun; Denk bütçe yapmadan toplumsal refahı sağlayamazsınız. Üretim ve ihracat seferberliği başlatmadan ekonomiyi düzeltemezsiniz. Türkiye’yi AVM’lerle değil fabrikalarla donatmadan işsizliği çözemezsiniz. Güçlü ve yaygın bir sanayi oluşturmadan tüketen değil üreten bir ekonomiyi kuramazsınız. Milli ve bağımsız bir silah sanayi oluşturmadan sözü dinlenir itibarlı bir devlet olamazsınız” dedi.

POLEMİK SİYASETİNDEN VAZGEÇİLMELİ

İktidarın bir türlü gerçek gündeme dönemediğini belirten Karamollaoğlu, “Biz işsizliği, hayat pahalılığını, emeklinin sıkıntısını, dış borcu, terörü konuşalım dedikçe iktidar yeni referandumları gündeme getirmenin peşinde. Neymiş, şimdi de ‘Avrupa Birliği’ni referanduma götürürüz’ diyorlar. Eyvallah götürelim. Biz de bakın bu sefer nasıl ‘Evet’ diyoruz.  Ama siz 2011 yılında Avrupa Birliği Bakanlığı’nı kurarken, millete sordunuz mu? AB istediği için kimliklerden din hanesini çıkarırken millete sordunuz mu? Bugün dilinizden eksik etmediğiniz idam tartışmasını da Avrupa istedi diye kaldırdınız. Peki idamı kaldırırken millete sordunuz mu? Avrupa açık açık ‘Türkiye ile müzakereleri askıya alırız’ diyor. Peki siz buna karşı olarak ‘biz de Kıbrıs müzakerelerini askıya aldık’ diyebiliyor musunuz? Hayır, diyemiyorsunuz! Çünkü içeride başka dışarıda başka davranıyorsunuz” diye konuştu.

‘MİLLİ İSTİŞARE TOPLANTISI’ ÇAĞRISI

Bütün bunlara rağmen umutlarını koruduklarını söyleyen Karamollaoğlu şunları kaydetti: “Şimdi yeni bir başlangıç zamanıdır. El ele, omuz omuza verirsek aşamayacağımız hiçbir zorluk, çözemeyeceğimiz hiçbir problem yoktur. Bu dönemde bütün liderlerin bir araya geldiği, tek gündemi ülke meseleleri olan bir ‘Milli İstişare Toplantısı’ çok önemli ve anlamlı bir mesaj olacaktır. Saadet Partisi, Yaşanabilir bir Türkiye ve Yeniden Büyük Türkiye için her türlü katkıyı yapmaya hazırdır. Bu uyarılarımızı bir kardeşlik vazifesi olarak yapıyor, inandığımız gerçekleri tarihi bir sorumluluk olarak aziz milletimize arz ediyoruz.”

KARAMOLLAOĞLU’NDAN MUHALEFETE ÇAĞRI

CHP’nin gençleri sokağa çağırmasını da değerlendiren Karamollaoğlu, “Hiçbir problemin çözümü sokakta olamaz. Bir takım hataların olmasına rağmen, bunun sokakta çözüleceğine inanmıyorum. Böyle bir şeye teşebbüs edilmesini de doğru bulmuyorum. Ancak şunu ifade etmeden de geçemiyorum. Biz bu anayasa değişikliği için 3 nokta üzerinde durmuştuk. Anayasada kuvvetler ayrılığını savunduk. ‘Meclis kendi iradesine sahip olmalı’ dedik. Adalet yürütmenin etkisinde kalma intibaını bile doğursa sıkıntı olur. YSK karar verirken sandıklardaki itirazlardan başlayarak ilçe seçim kurulu, il seçim kurulu aşamasından geçilmesini beklemesi lazımdır. Kurulda görüşülmeden YSK başkanı açıklama yaptı. Bu açıklama endişeye mahal verdi. Biz bu tartışmanın içine girmeyi doğru bulmuyoruz. Ancak 850 bin civarında geçersiz oy var. Mühürsüz pusulalar var. YSK’nınnın tartışılan bir konu üzerinde hüküm olmadan yorum yapması yanlıştır. Keşke bunlar olmasaydı. Muhalefet partisi mensuplarına çağrıda bulunuyorum. Türkiye’yi bir sıkıntının içine sokacak beyanlarda bulunmasınlar, adım atmasınlar. Hukuk içerisinde çözüm arasınlar” dedi.

 

KADIN ve ” PARTİLİ CUMHURBAŞKANLIĞI ”

kezban uzunTürk toplumunda ailenin, ailenin içinde de kadının yeri ve önemi büyüktür.
Erkek egemen toplum düşüncesinin aşılması, kadınlar kadar erkekler için de yaşam standardının yükselmesini sağlayacaktır.
Demokratik gelişmeler, toplumsal değişmeler ve sanayileşmeye bağlı çeşitlenen meslekler kadınların ev hayatından iş hayatına geçmesi ile ekonominin bir parçası haline gelmesinin önünü açmıştır.
Bu değişim kadınların sosyal, kültürel ve siyasal haklarını arama mücadelesinin önünü açarak çeşitli kadın hareketlerini başlatmıştır.
Aynı zamanda eğitim alma imkanına da kavuşan “kültürlü kadın” kuşağında sıra politik kimlik kazanmaya gelmiştir.
Osmanlının son dönemlerinde sivil toplum hareketi oluşturan kadınların Cumhuriyetin ilan edilmesinden sonra Cumhuriyet Halk Fırkası ile Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasından önce Kadınlar Halk Fırkası’nı kurarak siyasal hak elde etme isteklerini ortaya koymuşlardır. Ancak bu partinin kurulmasına izin verilmeyince, Türk Kadınlar Birliği adı altında bir dernek kurarak siyasal hak arayışlarına devam etmişlerdir.
Atatürk’ün kadının toplumdaki yerine yaklaşımı dikkate değerdir. “Daha esenlikle, daha dürüst olarak yürüteceğimiz yol vardır. Bu yol Türk Kadını’nı çalışmamıza ortak yapmak, ilmi, ahlaki, sosyal, ekonomik yaşamda erkeğin ortağı, arkadaşı, yardımcısı ve destekleyicisi yapmak yoludur.”
– 1930 yılında kadınlara Belediye yönetimini seçme ve yönetimine seçilme hakkı tanındı.
– 1933 yılında muhtar ve köy heyetlerini seçme ve seçilme hakkı getirildi.
– 5 Aralık 1934 tarihinde Türk Kadınlarının siyasal hakları tamamlandı.
Kazanılmış haklarımızı genişletmek ve geliştirmek çabasındayken son 15 yıllık AKP iktidarı ile bir çok yeni sorun karşımıza çıkmaya başladı.
Kadına yönelik şiddet, taciz, tecavüz cinayetleri  katlanarak artmış bunun yanında  çocuklara cinsel tacizler de çoğalmıştır. İktidarın kadınlara ve çocuklara karşı işlenen bu suçlara ağır cezalar uygulaması beklenirken cinsel istismarın önünü açacak yasalar için meclise önergeler verildi.
 2004 yılında TCK reformu sürecinde değiştirilen “mağdurun tecavüzcüsü ile evlenmesi durumunda failin affedilmesi” maddesi  geri gelecekti.
Yine bu yasayla cinsel ilişkiye rıza yaşı 15’den 12’ye indirilecek, bundan sonraki istismarlarda faillerin “çocuğun rızası vardı” diyerek cezadan kurtulmalarının önü açılacaktı. Bir anlamda bu yasa ile kız çocukları 12 yaşından itibaren cinsel saldırı sonrası tecavüzcüsüyle evlilik yapmaya mahkum edilecekti. Binlerce kadının örgütlü mücadelesi ile bu yasayı geri çekmek zorunda kaldılar!!!
Yurtlarda cinsel istismara uğrayan çocukların haklarını korumakla görevli bakan ise “bir kereden bir şey olmaz” diyerek çocuğa ve çocuk istismarına nasıl baktıklarını gözler önüne serdiler.
Görünen şu ki; yaşadığımız son 15 yıl en çok kadınlar ve çocuklar için zor geçmiş.
Düşük ücretle emeklerinin sömürülmesinden, 4+4+4 eğitim sistemiyle çocuk gelinlerin önünün açılması da dikkat çekiyor. Ve bütün bunlar dindar nesil yetiştirme hevesinde olan bir iktidar döneminde oluyordu!
Son  geldiğimiz nokta da ise;
Cumhuriyet’in kuruluşu ile hesaplaşmak isteyenler TEK ADAM rejimini bizlere dayatıp,  toplumu kutuplaştırma ve korkutma ile hedeflerine ulaşmaya çalışıyorlar.
Örtülü ekonomik kriz insanların korkulu rüyası olmuş, kadın cinayetlerinin ve çocuk istismarının önü alınamaz hale gelmiş, eğitim sistemi yap-boz tahtasına dönmüştür.
Demokrasi sandığa gömülmüş, halkın oyu ile seçilmiş başbakan diskalifiye edilmiş yerine gelen ise kendisini gereksiz görüp TEK ADAM’da istikrar var demektedir.
Türkiye 1’den büyüktür ve tek adam rejimine sonuna kadar HAYIR diyoruz.
Kezban UZUNTEPE
DSP Istanbul Il Kadin Kolları Başkanı

KKTC’de de referandum gerek

 

 

ata-atun HocaTürkiye’de olduğu gibi bizim anayasamızda da değişiklik yapılmasının zamanı geldi.

1970’li yılların başında hızlı solcularının cicili bicili sözlerle yaptıkları anayasa ile ülkemize verdiği zararların acısını yıllardır çekiyoruz. Gerek 1970’de, gerekse de 1975 yılında, dönemin hızlı solcularının aşırı eleştirileri ve yoğun çalışmaları sonucunda hazırlanan Anayasa ülkemizi mahvetmiş durumda. Varsa da yoksa da kamuda çalışanların hakları ve çıkarları üzerine kurulmuş olan Anayasa, vatandaşı ve vatandaşlık haklarını yok saymakta.

 

KKTC’de korkunç bir bürokrat egemenliği ve bürokratik vesayet var. Seçime giren ve işbaşına geçen her siyasi partinin manifestosunda “Kamu reformu” var ama hiçbiri de bunu başaramadı. Kimi bürokrasiyi kırmaya çalıştı, kimi azaltmaya, kimi de bürokrasinin yatırımcılara koyduğu kasti engelleri kaldırmaya çalıştı ama hiçbirinin de kemikleşmiş bürokrasiyi ve bürokrat egemenliği kırması mümkün olmadı.

 

Bürokratlarımız için önemli olan devlet ve vatandaş değil, sadece ve sadece kendi çıkarları oldu yıllarca ve halen daha da bu devam etmekte. Bir yılda 13 tane maaş ve 26 tane de asgari ücrete yakın ödenekle, toplam 39 maaş alan bir kesim çalışanın ve yarı bürokratın sistematik engellemeleri ile yıllarca KKTC’de bir türlü “Yenilenebilir enerjiye” yani Fotovoltaik enerji ile rüzgar enerjisine geçilemedi. Bu kişiler için önemli olan her yıl aldıkları 39 maaş, toplumun temiz ve ucuz elektriğe kavuşmasından, devletin de çıkarlarında çok daha önemli olduğu için hep bu girişimlerin önüne aşılamaz engeller çıkardılar, aba altından sopa gösterip, tehditler yağdırdılar.

 

Bugün ülkemizde atsan atılmaz, satsan satılmaz bürokratlar büyük çoğunluğu oluşturmakta. Bu kişiler ceplerinden bir tek kuruş vergi vermezler, emeklilik maaşlarının primlerini ödemezler, emekli ikramiyeleri için on paralık katkıları yoktur ve tüm bunları ödeyen vatandaşlara da köpek muamelesi yaparlar, işten atılmaları mümkün olmadığı için. Sol zihniyet zamanında Anayasamıza öyle maddeler koydurmuş ki, bir bürokratı atmak, deveye hendek atlatmaktan daha zordur, neredeyse de olanaksızdır.

 

İki hafta üst üste Pazartesi-Salı-Perşembe ve Cuma günleri mazeret izni alan, Çarşamba günleri de tanıdık bir doktordan sahte bir rapor ile bronşit olduğunu ve işe gelemeyeceğini beyan eden bir bürokratımız devletin kesesinden 15 gün tatil yapmış olmasına rağmen işine son verilemedi. Sendikanın yanıtı da “yasal haklarını kullanmıştır” oldu. Nasıl olur da sahtekarlık ve yalan beyan, hem söz konusu bürokrat hem de sahte rapor veren doktor için yasal olurmuş anlamış değilim. Her ikisinin de anında kapının önüne konması gerekirdi başka ülkelerde olduğu gibi.

 

Hastanede su sebilinden bir bardak su alan refakatçiyi haşlayan hemşireyi ise unutmak mümkün değil. Bugün artık Türkiye’de vatandaş odaklı bir devlet sistemi var. Hastanelerde doktorların ve hemşirelerin maaşları, vatandaşlara karşı davranışlarına göre azalıp çoğalıyor. Hastaların memnun olduğu ve tercih ettiği sağlık görevlilerin maaşı artıyor, memnun olmadıklarının ve tercih etmediklerinin ki ise azalıyor. Tamamen performansa dayalı bir sistem… O sebepten ki, tüm hastanelerde artık vatandaşa güler yüz var. Hemşire, bırakın su sebilinden bir bardak su aldı diye hastayı veya  refakatçiyi azarlasın, memnun etmek için elinden geleni yapıyor. Bürokratların vatandaşın efendisi olduğu, astığı astık, kestiği kestik dönem kapanmış artık Türkiye’de.

 

Sözün özü; Ülkemizdeki bürokratik oligarşi artık kaldırılmalı, liyakat öne çıkarılmalıdır. İktidarda olan partiyi beğenmeyen ve bu nedenle de söz konusu siyasi partinin vatandaşa verdiği sözleri yerine getirememesi için elden gelen yapan bürokratın bu devlet yapısında yeri olmamalıdır. Kendi hastalıklı kafa yapısı yüzünden yatırımcıya engel çıkartan, büyük projelerin yapılmasına elden geldiğince mani olan, iş yavaşlatan, kırtasiyeciliği artırıp, uzun vadede halkımıza büyük bedeller ödeten bürokratlara da yer olmamalı ülkemizin devlet yapısında.

 

Bu ülkeye, verdiği ağır vergilerle devlet çalışanlarının maaşlarını ödeyen vatandaşa güler yüz gösteren, engel çıkartmayan, işini en kısa sürede yapan, vatandaşı kendi özel uşağıymış gibi kullanmayan, “Git bu evrakı getir, bunu falana götür, fotokopi çek, pul al” gibi emirler vermeyen, bunun yerine iş yapıp vatandaşın sorunun çabucak çözen bürokratlar lazım.

 

Yani bizde de bir referandum yapılması ve çalışanların sınırsız haklarından ziyade, vatandaşa hizmet odaklı bir Anayasa’nın yürürlüğe konmasının zamanı geldi….

 

Prof. Dr. Ata ATUN

Halk’a Soruldu ‘!’ Edirne’de Referandum !

Göreve geldiği ilk günden itibaren alt yapı da yaşanan sorunları çözmek adına, ‘Akılsız Belediye Başkanı’ olarak görülmeyi de göze alarak, kentte yaşanan altyapı sorunlarını çözüme kavuşturmak adına çalışmalara başlayan Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan, 10 Ocak 2016 Pazar günü düzenlenecek olan referandum da Edirne halkına 2 seçenek sunacak.

refarandumKentte yaşanan alt yapı sorunlarını gidermek üzere İçme Suyu Şebekesi, Kanalizasyon, Yağmur Suyu Toplama Kanalı, Atık Su Arıtma Tesisi olmak üzere 4 projenin de hazırlıklarının tamamlandığını ifade eden Edirne Belediye Başkanı Recep Gürkan, hazırlanan bu projenin ne şekilde hayata geçirileceğini Edirne halkına soracak.

10 Ocak 2016 Pazar günü 24 mahallede muhtarlıklara kurulacak olan sandıklarla Başkan Gürkan, altyapı için Edirne halkına 2 seçenek sunmaya hazırlanıyor.

Edirne halkını 10 Ocak 2016 Pazar günü referanduma davet eden Gürkan, “Mevcut şebekede 1934 yılından kalma borular bulunmakta, mevcut kanalizasyon ve yağmur suyu toplama kanalları ekonomik ömrünü tamamlamak üzere ve aynı zamanda da kentin biyolojik bir arıtma tesisine ihtiyacı var. Tüm bu projeleri gerçekleştirmek zorundayız. Alt yapı sorunlarını daha fazla bekletemeyiz. Alt yapı sorunlarını çözmek için hazırladığımız projeleri ne şekilde hayata geçireceğimiz konusunda ise, sizlerin desteğine ihtiyacımız var” dedi.

10 Ocak 2016 Pazar günü düzenlenecek olan referandumda da halka 2 seçenek sunulacağını ifade eden Gürkan, “Önümüzdeki ilk seçenek; 4 projeyi de aynı anda gerçekleştirerek, sokakları bir kez kazalım; altyapısını tamamladığımız sokağı kaldırımından, aydınlatmasına varsa banklarına kadar tamamen bitirip, o sokaktan öyle mi çıkalım?

Yoksa; hayata geçirmeyi planladığımız her bir projenin çalışmalarını ayrı ayrı zamanlarda yapıp, sokaklarımızı tekrar tekrar mı kazalım?

Bizler bu şehrin yöneticileri ve aynı zamanda birer vatandaşı olarak, bu sıkıntıları tekrar tekrar yaşamak istemiyor ve sizlere de yaşatmak istemiyoruz. Bizler diyoruz ki; gelin bu projeleri tek solukta hayata geçirelim, 3 yıl bu çileyi hep beraber çekelim ama bu sürenin sonunda alt yapı problemi olmayan daha sağlıklı, daha yaşanabilir, daha çağdaş ve daha konforlu bir Edirne’ye kavuşalım.

Eğer sizde bizim gibi düşünüyorsanız 10 Ocak 2016’ta 24 mahallede muhtarlıklara kurulan sandıklarda ‘Evet’ diyerek bizlere destek olun” dedi.