Etiket arşivi: Prof. Dr.

Omuz masajı, ağrıyı tetikliyor!

 

Gün içerisindeki aşırı aktiflik ve travma sonrası meydana gelen omuz ağrıları; gece ağrısı ve basit günlük işleri yapmakta zorlanma şeklinde kendini gösteriyor. Halk arasındaki “omza masaj yapma” geleneğine değinen Prof. Dr. Mehmet Kerem Canbora, bilinçsizce yapılan masajın, ağrıyı azaltmaktan çok artırabileceği konusunda uyarıyor.

Üsküdar Üniversitesi NP Feneryolu Tıp Merkezi Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Prof. Dr. Mehmet Kerem Canbora, omuz ağrıları hakkında önemli bilgiler verdi.

“Omuz ağrıları genellikle aşırı kullanım (ev işleri, mesleki ve sportif aşırı kullanım gibi) nedeniyle olabildiği gibi travma yani hatırlanan bir zorlanma yada düşme sonrası başlamaktadır” diyen Canbora,

“Uykudan uyandıran gece ağrısı, basit günlük işleri yapmakta zorlanma (örneğin saçını tarayamama ya da arkaya götürememe gibi) ile kendini gösterir” şeklinde konuştu.

Omza masaj yapmak, ağrıyı artırabilir!

Omuza masaj yapmanın ağrıyı azaltmaktan çok aktive edebileceğine dikkat çeken Prof. Dr. Mehmet Kerem Canbora,

“Masajla beraber bilinçsiz yapılan ya da yaptırılan omuz hareketleri ya da manipülasyonları ağrı uyandırarak eklem ve döndürücü adalelerdeki hasarını boyutlarını artırabilir” uyarısında bulundu.

Ağırlık kaldırırken dikkat!

“Kaç kilo ağrılık kaldırdığımızdan çok hangi adale grubunun ne kadar etkilendiği önemlidir. Bunun yanında adaleye aşırı gerginlik verecek, ağırlıkların tekrar tekrar kaldırılması özelikle omuz çevresi adalelerimizde akut ya da kronik hasarlar yaratabilir” diyen Prof. Dr. Mehmet Kerem Canbora, sözlerini şöyle tamamladı:

“İlk seferinde aşırı yüklenmeler fark edilmese de adalelerimiz ve yapıştıkları tendonlar (kiriş) hasarlanır.

Tedavi yöntemleri neler?

Omuz hasarları tedavisi hasarın boyutuna, günlük hayatı etkileme potansiyeline ve tabii ki hastanın yaşına göre değişiklik göstermektedir.

Omuz dokuları (adale, tendon, eklem ya da eklem kapsülü) günlük hayatı olumsuz etkileyecek oranda ileri derece, kronik olarak hasarlanmış ise (örneğin; yırtık ya da donuk omuz gibi) tedavi çoğu zaman cerrahi olacaktır. Yırtıkların ve omuz çıkıklarının cerrahi tedavisi kapalı yöntemlerle gerçekleştirilmektedir.”

Kişiye Özel Kanser Tedavisi Kansere Teslim mi Olmak Lazım?

Kişiye Özel Kanser Tedavisi

Kansere Teslim mi Olmak Lazım?

 

Okan Üniversitesi Hastanesi Tıbbi Onkoloji Uzmanı Prof. Dr. Bülent Karagöz kanser tedavisi konusunda  ilgi çekici açıklamalar yaptı.

Yakın bir geçmişe kadar onkoloji hastaları kanser gelişen organa göre tedavi ediliyor, aynı tanıyı alan hastalara benzer kemoterapi ilaçları veriliyordu. Son yıllarda onkoloji alanındaki gelişmeler gösterdi ki meme kanseri derken ya da akciğer kanseri derken biz tek bir hastalıktan bahsetmiyoruz. Tedaviye olan yanıtın farlılıkları ve yeni geliştirilen hedefe yönelik ilaçların hedeflerinin tespit edilmesi gerekliliği kanserin patolojik, moleküler biyolojik ve genetik testlerle alt tiplerin  ortaya konulması zorunluluğunu doğurdu. Artık birçok hastane bünyesinde moleküler patoloji departmanları bulunmaktadır. Kanser teşhisi moleküler ve genetik testlerle desteklenmekte, alt tiplemesi yapılmaktadır. Hastalıkların bu moleküler ve genetik özelliklerine göre tedavi belirlenmektedir ve kanser tedavisi için hazırlanan tedavi kılavuzlarında da hangi hastaya hangi yaklaşımla tedavi yapılmasının kararı bu testler ışığında verilmektedir.

bülent karagöz okan ünvTedavide kullanılan klasik kemoterapi ilaçlarında bile kanser tiplerinin bazı alt gruplarında daha etkili olduğu bazılarında hiç etkisi olmadığı gösterildi. Hardal gazının 1. Dünya savaşında kullanılması, sonrasında 1940’lı yıllarda Nitrojen mustard adındaki ilk kemoterapi ilacının keşfinden bu yana yaygın olarak kullandığımız ve halen klinik pratiğimizin en önemli öğesi olan kemoterapi ilaçlarının seçiminde kanserin bazı özelliklerini dikkate almaktayız. Prof. Dr. Bülent Karagöz, ‘’Bir kemoterapi ilacı akciğer kanserinin bazı patolojik alttiplerinde etkili iken bazılarında etkili olamamaktadır. Bir baş boyun tümörü olan orofarinks kanserlerinde bir virüsün varlığı tedaviye yanıtı öngörmemizi sağlamaktadır. Bazı merkezi sinir sistemi (beyin) tümörlerinde bazı kromozomlardaki kısmi kayıpların varlığının tespiti kemoterapi verme kararımızı etkilemektedir’’ dedi.

Kemoterapi dışında kanser tedavisindeki hedefe yönelik ilaçların kullanımında da sıklıkla moleküler, genetik testlere gerek duyulmaktadır. Kolon kanseri tedavinde kemoterapi yanında verilecek hedefe yönelik ilacın seçimi tümör dokusunda bazı genlerde mutasyon olup olmamasına bağlıdır. Akciğer kanserinde hap olarak kullanılan hedefe yönelik ilaçların kullanılabilmesi tümörde ilacın hedefinin varlığına bağlıdır. Malign melanom adındaki cilt kanseri tedavisinde bir gendeki mutasyon varlığı bazı özel tedavi ilaçları ile tedavi şansının olduğunu göstermektedir.

Kanser tedavisi ile ilgili, Okan Üniversitesi Hastanesi Prof. Dr. Bülent Karagöz bilgi verdi:

‘’Kemoterapi ve hedefe yönelik ilaçların yanı sıra immünolojik tedavi yöntemleri ağırlık kazanmaya başladı. O kadar ki kanser ile ilgili klinik çalışmaların yaklaşık beşte biri bu yöntemlerle ilişkilidir. Bu immünolojik tedavilerin son halkası olan immünoonkoloji ilaçları da kanser tedavisinin bir parçasıdır. Bu ilaçların etkin olması kanserin immünojen özelliği olmasına bağlıdır. Bu ilaçlar immünojen bir tümör olan malign melanomda etkin olarak kullanılmaktadır. Yine bu ilaçlar meme kanserinin ancak immünojen özellik gösteren tiplerinde etkili olabilmektedir. Son yapılan çalışmalar bir immünoonkoloji ilacının etkinliğinin kanser tipinden bağımsız olabileceğini gösterdi. Bu ilacın etkili olabilmesi için DNA onarım mekanizmalarının birinde hasar olması yeterliydi. Bu gelişme belki de ileride kanserin adlandırılmasını değiştirecektir’’.

Prof. Dr. Bülent Karagöz, ‘’Kanserin bireyselleştirilmiş tedavisindeki bu denli hızlı gelişme biz doktorları tıp fakültesi yıllarında sık duyduğumuz bir cümleye götürüyor: “HASTALIK YOKTUR, HASTA VARDIR” dedi.

Meclisin Kapalı oturum tutanakları

 

 

konuk yazarCenevre’de yüzde 29.2 oranında bir toprağın kalmasını KKTC halkına layık görüp, günümüz KKTC topraklarının neredeyse beşte birinin veya da yüzde 20’sinin iadesini içeren haritayı, büyük bir stratejik hata ile resmen masaya koyan Cumhurbaşkanı Akıncı, halkımız tarafından yoğun bir şekilde eleştirilince, “1986 Cueller Belgesinde yer alan 29+ yüzdeliğini Cumhurbaşkanı Rauf bey kabul etmişti. Harita KKTC Meclisinde Cuellar Belgesi ile ilgili yapılan kapalı oturumunda oylanmıştı ” diyerek topu rahmetlik Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş’a atmaya çalıştı ama top, KKTC Meclisi Başkanı Dr. Sibel Siber’in 17 Nisan 1986 tarihinde KKTC Meclisinde gerçekleştirilen kapalı oturumun tutanaklarını açıklayınca, dosdoğru kendisine geri döndü.

 

KKTC Meclisi Başkanı Dr. Sibel Siber, TDP Milletvekilinin talebi üzerine söz konusu kapalı oturumun tutanaklarını açtı ve konu ile ilgili olarak yaptığı açıklamada “Cuellar Çerçeve Anlaşma taslağı 17 Nisan 1986 tarihli kapalı oturumda görüşülmüş ama oylama yapılmamıştır. O dönemin dışişleri bakanı, “BM genel sekreterinin 29 Mart tarihinde taraflara sunmuş olduğu Çerçeve Anlaşma Taslağı konusunda Yüce Meclis’e bilgi sunmak için huzurlarınızdayım” diyerek sözlerine başlamıştır.” (Cumhuriyet Meclisi Başkanı Dr. Sibel Siber’in Cuellar Çerçeve Antlaşması Taslağı ile ilgili konuşması. 31 Ocak 2017, KKTC Meclisi) diyerek, Cumhurbaşkanı Akıncı’nın iddialarının aksine haritanın oylanmadığını net olarak ortaya koydu.

 

Cumhurbaşkanı Akıncı’nın, 1 Şubat günü yaptığı açıklamada “Cuellar belgesinin oranın 29-30 arası bir yerde olacağını çağrıştırdığını” belirtmesi (TAK, Lefkoşa, 1 Şubat 2017, Haber Özetleri. 55) Cenevre sonrasında yaptığı açıklamalar ile ters düşmekte. “KKTC meclisinin kapalı oturumunda harita oylanarak kabul edilmiştir” diyerek son derece emin konuşan Akıncı, bu açıklaması ile haritanın yüzdeliğini kesinlikten çıkarıp “çağrışıma” dönüştürmekte. Yani “Rauf Bey böyle söylemedi ama ben böyle anladım”a getirdi konuyu.

 

Cumhurbaşkanı Akıncı’nın, Cenevre’de yaptığı stratejik bir hata ile masaya koyduğu, BM ve Rumlara sunduğu harita ile ilgili yaptığı her açıklamanın kendisini biraz daha sıkıntıya soktuğu kesin. 1 Şubat Cumhurbaşkanı Akıncı’nın harita konusunda günü yaptığı açıklamada “Yüzde 29+” söyleminin bazı kesimlerce çarptırıldığını ve bunun ‘yüzde 35 de olabilir diye söylendiğini” kaydederek, ‘Masada yüzde 35’i isteyemezsiniz fakat yüzde 25’e de kimse Kıbrıslı Türkleri ikna edemez” (TAK, Lefkoşa, 1 Şubat 2017, Haber Özetleri. 55) demesi ise bir başka konuyu saptırmaca girişimi. Cumhurbaşkanı bu sözleri ile aslında Kıbrıs Türk halkına “Ölümü gösterip Sıtmaya razı olmalarını isteyerek” kendini haklı çıkarmaya çalışmakta. Kıbrıs Türk halkının büyük bir kısmının ve Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak tavizine karşı olduğunu, KKTC topraklarının beşte birinin yani yüzde yirmi büyüklüğünde bir arazinin Rumlara geri verilmesinin, 12 Şubat 1977 tarihinde Rahmetlik Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş ve Makarios arasında yapılan ve günümüze kadar uzamış müzakerelerin temelini oluşturan I. Doruk Anlaşmasındaki 2. Maddeye yani “Her toplumun yönetiminde bulunacak toprak, ekonomik bakımdan üzerinde yaşanabilirliliği, verimliliği ve toprak mülkiyeti ışığında ele alınacaktır” maddesine aykırı olduğu kesin.

 

Böylesi büyüklükte bir toprak tavizinin verilmesini ve Rumlara KKTC’nin beşte birinin iadesini, KKTC vatandaşlarının büyük çoğunluğunu ile adanın garantörlerinden bir tanesi olan Türkiye Cumhuriyeti’nin de kabul etmeyeceği de kesin. Cumhurbaşkanı Akıncı’nın ve müzakere heyetinin artık bu bilinçle ve gerçekle masaya oturması gerekmekte, eğer tüm bu olanlardan sonra hala daha masaya oturacaklarsa…

 

Prof. Dr. Ata ATUN

 

3 Şubat 2017