Etiket arşivi: mu

BOMBA MI  VİRÜS MÜ

Sevgili Okurlarım,

Hiç olmasını istemediğimiz ancak insanlığın hayatında hep varola gelmiş ve olmaya devam edecek bir olgudur  SAVAŞ  (çekişme,kavga,dövüş,daha geniş anlamıyla da savaş)

Gerek kişiler arasında gerek kabileler arasında ve gerekse devletler arasındaki savaşın bir çok sebebi olmakla birlikte özellikle kabileler ve devletler arasındaki savaşın asıl sebebin EKONOMİK olduğunu diğer sebeplerin savaşın bahanesi olduğunu görüyoruz.( Tarihin kaydettiği ilk savaş olduğu kabul edilen KADEŞ SAVAŞI da mera anlaşmazlığı yüzünden çıkmıştır ve sebep ekonomiktir)

Kişiler belinde silah,cebinde bıçak,aracında sopa,evinde pompalı tüfek gibi silah ve teçhizatlarla kendilerini donatırken;devletler de uçak,füze,muhrip,denizaltı,tank,top,tüfek gibi silah ve teçhizatlarla kendilerini donatmaktadırlar.

Bütün bu çabaların tek bir amacı var o da SAVAŞI kazanmak.

Bu tür konvansiyonel silahlarla donanmış olmak yetmiyor.Bu silahların fiziki mekanları,korunakları,lojistik desteği ve eğitim ihtiyaçlarını da karşılamak; ayrıca bir zorunluluk emek ve maliyet demektir.

Dünyada bu anlamdaki savunma harcamaları yıllık 2 trilyon dolarıdır.(Türkiye’nin 2018 yılı savunma bütçesi 19 milyar dolar dır)

Şimdi bu silah ve mühimmatlarla küçük bir similasyon yapalım;

Bir F-16 bir saatlik uçuş maliyeti -25.000 dolar

Bir MK-82 serbest düşüşlü bombanın maliyeti – 30.000 dolar

Bir terör operasyonu için 2*F-16 ve 2* MK-82 bombası ile kalktığımızı varsayarsak bu operasyonun bize maliyeti 110.000 dolar dır.

Bu operasyonda 5 teröristi etkisiz hale getirdiğimizi varsayalım( bazen daha az yada çok olabilir) terörist başına maliyet 22.000 dolar eder.

Kara,Hava ve Deniz unsurlarının katıldığı daha büyük çaplı operasyonlarda ve savaş ta maliyetler çok daha büyük olacağı gibi karşı saldırılarda öngörülemeyen can kayıpları da cabası olacaktır.

Bugün ki şartlarda yaşadığımız coğrafya da tutunabilmek için elbette ki bu maliyetlere katlanmak zorundayız ama bu maliyetlerin çok yüksek olduğu gerçeğini değiştirmez. (Konvansiyonel silahlarla yapılan operasyonlarda dünyanın her yerinde maliyetler benzerdir)

Ve Şimdi;

Yeni olmasa da yenilenmiş içerik ve uygulama biçimiyle hiçbir konvansiyonel silahın yapamayacağı psikolojik ve ekonomik tahribata sebep olan görünmez bir silah kontrollü olarak kullanılmaya başlandı.

Bombalara bombaları atacak uçağa,gemiye,tanka,topa ve cephede savaşacak askere ihtiyaç duymayan,girdiği ülkelerin doğal ortamında hedeflerini kendi bulup imha eden,psikolojisini ve ekonomisini çökerten üstelik diğer silahalrın binde birine mal olan bu mucizevi silahın adı VİRÜS bu silahla yapılan savaş da BİYOLOJİK SAVAŞ dır.

Bu virüsler yayıldığı dönemlerde neler yapmış özet olarak bakacak olursak;

CORONA VİRÜSÜ;

Henüz güncelliğini koruyor,ölü sayısının açıklananı çok çok üstünde olduğu tahmin ediliyor, ekonomiye maliyeti şimdilik 500 milyar dolar

DOMUZ GRİBİ VİRÜSÜ;

ABD de okulların bir gün tatil edilmesinin maliyeti 47 milyar dolar,İngilterede böyle bir tatilin günlük maliyeti 6 milyar sterlin,

Türkiye bu süreçte 40 milyon doz aşı ithal ederek sadece aşıya 556 milyon dolar ödemiştir

Toplamda Küresel ekonomiye maliyeti 4 trilyon dolar

SARS VİRÜSÜ

Ekonomiye maliyeti 40 milyar dolar

KUŞ GRİBİ VİRÜSÜ

Türkiye ye maliyeti yaklaşık bir milyar dolar

Bunların dışında geçmişte küresel güçlerin ekonomik hedeflerine ulaşmak için çoğunlukla AFRİKA da kullandıkları belirli bölgeleri kapsayan KOLERA ve EBOLA gibi virüs saldırılarını da biliyoruz,

Biyolojik savaşın saldırı silahı olan bu virüsler kontrollü olarak kullanıldığı halde ne denli tahribat yatığını kısaca aktardıktan sonra şu soruyu sorabiliriz;

Bu VİRÜS saldırıları KÜRESEL İLAÇ KARTELLERİNİN bir oyunu mu ya da bu kartellere sahip ülkelerin ekonomik zafer silahı mı?

Hangisi olursa olsun bu saldırılar geleceğin savaş biçimi olacak BİYOLOJİK SAVAŞIN ayak sesleridir.

VİRÜSLERİN zaman içerisinde (uluslararası anlamda tedbir alınmazsa ) ülkelerin en önemli saldırı silahı olacağını söylemek hiç te komplo teorisi olmayacaktır.

Sizce BOMBA mı VİRÜS mü

Kalın Sağlıcakla

 

Reading in the Summer?

ibrahim kalınThe key to meaningful reading is to read what is essential and do it in a disciplined way. In the summer or winter, at home or on the road, read to unveil the signs in the horizons and within our souls

I don’t like the so-called “summer reading lists” because they undermine the value and seriousness of reading. “Light reading” stuff seems to me an affront to both the author and the reader. Instead of treating reading books as a hobby or killing time, we should treat it as an invitation to engage with ideas, concepts, feelings and dreams that good authors of various vocations present to us.

Reading is a serious business. Whether we read a cookbook or Plato, we let the author and the book into our world of the mind. We engage, like, dislike, accept or criticize their ideas and concepts. Whatever the end result, we accept their invitation to set out on an intellectual journey. How enriching, depressing or disappointing the journey may turn out to be depends as much on the books we read as on our state of the mind and spirit when we read them.

Reading is an act of the mind as well as the heart. We read with our minds but also with our feelings and emotions. Whether reading a novel or a book on cosmology, we respond to its main ideas and propositions with the intellectual and emotional background we have. Books shape our thinking but also we shape the books in the various ways we respond to them.

Reading a good book may bring joy and comfort. Some may see it as a good investment for leisure time. There is nothing wrong with reading to relax the mind and uplift the spirit. But anyone who takes reading seriously would gain more than just relaxation from reading books. What is really wrong is the belief that we should read in our leisure time.

Reading, when done properly and intelligently, nourishes the mind and the soul. It is therefore important to know what to read and how to read. Each book is a journey when written by an author and when read by a reader. We have to take this journey seriously if we are to achieve something good at the end. A book may make us laugh, think or cry. These are all serious matters when placed within our larger journey on this earth.

Reading requires discipline and concentration. This does not mean that one has to go to a big research library or sit in an isolated office to read all the time. Spending time in libraries is an extremely rewarding experience. Just looking at book titles may open up numerous possibilities in our minds. Given the opportunities we have to access books easily today, we may set our own rhythm to read. And of course, we can read anywhere. All we need is a mental discipline and concentration.

Admittedly, this is not an easy task in an age in which we are bombarded with millions of sound bites and braking news headlines. What is worse, we are expected to respond to the “instant messaging” of the modern world of communication and social media in the same ways it is produced: short, swift, scandalous, shallow, aggressive, invasive. Every news story is now produced to immediately move to the next one: instantly produced, instantly consumed without any depth.

This makes the act of reading even more important. We are supposed to read in order to expand our knowledge and increase our understanding, not kill time. Therefore what we read and how we read does matter.

But reading is not limited to reading books (or screens these days). It encompasses other states of existence such as nature, visual arts and music. Just as a book tells us many things, nature also speaks to us. If we have the ears to hear and the eyes to see, nature can teach us profound lessons about beauty, balance and harmony. Art works can evoke sublime feelings in us so that we can go beyond form to reach meaning. They can also teach things through “shock therapy.” Music can be a mentor for those who want to experience meaning beyond words. These are all different forms of reading in our quest to discover ourselves and our place in the great chain of being.

Reading is essentially an act of unveiling and attaining meaning that comes in different forms. The truth and meaning that become available through reading books, art or nature open up our doors of perception and invite us to discover diverse worlds that we otherwise are not aware of. But since each discovery is also a process of self-discovery, we gain an inner understanding of things as they stand in the world of existence. We discover ourselves in every attempt to understand the meaning of things.

This approach is firmly enshrined in the Islamic tradition. The very first revelation that was sent to Prophet Muhammad was “Iqra!” meaning both “read” and “recite.” This suggests that we read the Quran as a sacred book but also seek to gain insight into the inner nature of things through it. The Quran urges people to read the signs within their souls and the universe so that they can be better human beings by using their intelligence and appropriating virtues. Those who fail to read in this sense basically accept to live under their true potential to become full human beings.

We should read to increase our knowledge, widen our horizons and discover new worlds. This leads me to one conclusion only: read what is really essential and enduring. Trendy stuff comes and goes. Do not waste your time and taint your mind with them. Read those authors and books that have shaped human thinking, forced our imagination beyond the average and urged us to be better and more intelligent beings. Read Plato and Aristotle and do not listen to those who say that it is heavy stuff. Read Marcus Aurelius to see how a philosopher-king struggles with ideals and realities, principles and facts – the same challenges we deal with at various levels every single day. Read St Augustine to understand how a first-rate mind deals with issues of faith and reason.

Read T. S. Eliot and C. S. Lewis to make sense of our modern predicaments.Spend serious time with al-Farabi, Ibn Sina, Ibn Rushd, Ghazali, Suhrawardi, Mulla Sadra and other Muslim thinkers to see how a believing mind can make sense of the world without sacrificing either God or human reason and freedom. Leave your mind and heart to Rumi and Ibn al-Arabi to take you to places of wonder, love and compassion. Turn to Ibn Jubair, Ibn Battuta and other Muslim travelers to see how Muslim men of learning developed a notion of the global world before the era of modern globalization. Plunge yourselves into the timeless poetry of Hafiz, Sa’di, Khayyam, Attar, Yunus Emre, Baki, Fuzuli and other poets who sing the songs of divine and human love, wayfaring and companionship.

This list can be expanded to include works from the other great traditions of the world including the Chinese and Indian civilizations. No matter how wide we throw our net, though, the key to meaningful reading is to read what is essential and do it in a disciplined way. In the summer or winter, at home or on the road, read to unveil the signs in the horizons and within our souls.

 

Gazetemiz Türkçe’ye çeviri yapmaktadır! Keyifli Okumalar dileriz

Ağrısız Yaşam Mümkün Mü?

 

Ülkemizde ve dünya da ortalama yaşam süresi uzamaktadır. Ortalama yaşam süresinin uzaması sonucunda tam olarak tedavi olmayan veya devamlı tedavi gerektiren hastaların ve hastalıkların sayısı artmaktadır.selim candan

 

Okan Üniversitesi Hastanesi Algoloji Uzmanı Prof. Dr. Selim Candan, ‘’Medikal ve cerrahi tedavilerin ilerlemesi, yeni teknolojilerin gelişmesi ve yaşam koşullarının daha iyi hale gelmesi ile ülkemizde ve dünyada ortalama yaşam süresi uzamaktadır. Ortalama yaşam süresinin uzaması sonucunda tam olarak tedavi olmayan veya devamlı tedavi gerektiren hastaların ve hastalıkların sayısı artmaktadır. Daha önce halk arasında adı duyulmayan huzursuz bacak sendromu, fibromiyalji gibi hastalıklar artık gündelik yaşamımızın bir parçası haline geldiler. Yukarda saydığımız nedenlerin yanı sıra birçok neden ağrılı ile yaşayan kişi sayısını çoğaltmaktadır’’ dedi.

Prof. Dr. Selim Candan, ‘’Peki bu ağrı ile yaşayanlar yeterli ağrı tedavisi alıyor mu? Buna evet demek pek mümkün değil. Bunu ağrı polikliniğine gelen hastalarımızdan anlayabiliyoruz. Ağrı tedavisinin yetersiz olmasının birçok nedeni var. Öncelikle her hekim genellikle kendi branşı ile ilgili hastalığın tedavisine ağrıdan daha fazla önem veriyor. Eğer hastalığı önleyebiliyorsa ağrının azalacağını veya kaybolacağını düşünüyor. Daha doğrusu tedavi süresince çoğu zaman hastanın ağrısına yeterince önem verilmiyor. Ağrısı olan hastalara veya hasta yakınlarına sağlık personeli ne gibi söylemlerde bulunuyor? Birtakım örnekler verelim.

“O kadar ağrı olacak. Biraz dayanacaksınız”.

“Ağrı eşiğiniz çok düşük. Yoksa bu kadar ağrınızın olmaması lazım”.

“Bu ağrı hastalık süresince size eşlik edecek. Ağrı ile arkadaş olmayı öğreneceksiniz”.

“Tüm ağrı kesicileri denedik, ağrılarınız için yapabileceğimiz başka bir şey yok”

Bu gibi hatalı söylemler, hem hastaların motivasyonunu bozmakta hem de hastaların çare arayışının tükenmesine neden olmaktadır. Ağrısı olan hastanın yaşadığı huzursuzluk ve depresyon beraber yaşadığı aile bireylerine de yansımaktadır’’ dedi.

Okan Üniversitesi Hastanesi Algoloji Uzmanı Prof. Dr. Selim Candan hastalar için  neler yapıldığı konusunda bilgiler verdi.

Tabii ki ağrının nedenini bulup yok etmek çok önemli. Hastalığın nedeni yok edilemiyorsa veya nedeni bulunamıyorsa yine de ağrı tedavisi uygulayıp hastaların ağrısını yok ediyoruz. Nedeni bulup tedaviye başlarken öncelikle birinci basamak olarak ilaçları tercih ediyoruz. İlaçlar ise çok çeşitli olup bunları gruplara ayırıp ağrının şiddetine göre başlıyoruz. İlaçların fayda etmediği durumlarda ise daha ileri tedaviler uyguluyoruz. Bu ileri tedaviler hastalığın tipi ve şiddetine göre değişkenlik gösteriyor. Bunlar enjeksiyonlar, sinirleri kimyasal veya ısı ile tahrip etme veya ağrı pompaları yerleştirme gibi tedavileri içeriyor. Bu ileri tedaviler hastanede yatış gerektirmeyen günü birlik işlemlerden oluşuyor. Tedaviler sırasında gerektikçe başka branşlardan da görüş alıyoruz.

Prof. Dr. Selim Candan, ‘’Bir hastamı örnek vermek istiyorum. Trigeminal nevralji (Ani yüz ağrısı)  hastası. Yani yüzün bir yarısına aniden elektrik çarpar veya bıçak saplanır tarzda ağrı oluşuyor. Bazen bu 5 dakikada bir oluyor. 10 yıldır ilaç kullanıyor ama ilaçlardan fayda görmemiş. Hastanın ağrısı ilaçlara dirençli olduğu için radyofrekans termokoagülasyon dediğimiz ısı yöntemiyle hastanın ağrıya yol açan sinirini tahrip ettik. Hasta 10 yıldır yaşam kalitesini düşüren ağrıdan kurtulmuş oldu. Buna benzer örnekleri bel ve baş ağrıları için de verebiliriz’’ dedi.

 

Haber Yayın: Türkiye Okuyor – Yusuf Ünel

 

Agona kelimesini hiç duydunuz mu?

 

 

ata-atun HocaRumlarda ve Yunanlılarda hayal gücü bayağı gelişmiş durumda. Bir takım olmayacak hayallere inanıyorlar ve gerçekleşmesini bekliyorlar. Bazen de gerçeklerden inanılmaz uzaklaşıyorlar.

 

Aramızdaki Rum dostları ve Rum hayranları iyi bilecek, Rumların veya da yeni uyduruk tanımlamayla, “Rumca konuşan Kıbrıslılar”ın ve Yunanlıların kullandıkları bir AGONA  kelimesi var. AGONA’nın – tanımı (Ο μεγαλύτερος στόχος) En büyük hedef!!

 

Gerçekte Rumlar kendilerini “Rumca konuşan Kıbrıslılar” olarak tanımlamamaktadırlar.

“Türkçe konuşan Kıbrıslılar” tanımı, aramızdaki bazı Rum hayranlarının ve kendilerinin “Türk” olduklarına inanmayan bazı kişilerin, atalarımızın Anadolu’dan gelerek bu adaya yerleştiğini unutarak uydurdukları bir tanımlamadır.

 

Kıbrıslı Rumlar AGONA’yı (ağona olarak okunur) Direniş Mücadelesi EOKA ile eş bir ifade olarak kabul ederler ve bunu ifade etmek için kullanırlar. Gerçek Kıbrıs halkının, yani Rumların Yunanistan’la birleştirecek özgürlük Mücadelesi anlamını taşımaktadır AGONA. Bu mücadele ve hedef içerisinde Türklere, Kıbrıslı Türklere ve Türkçe konuşan Kıbrıslılar’a  hiçbir yer yoktur.

 

Hayal kurmakta benzerleri olmayan Rumlara göre KIBRIS, Haçlı seferlerinin başını çeken İngiliz Kralı Aslan Yürekli Richard’ın Kıbrıs’ı fethettiği ve Bizanslılardan aldığı 1190 yılından itibaren, Kıbrıs’ın AB’ye kabul edildiği 1 Mayıs 2004 yılına kadar, tamı tamına 814 yıl, hiç özünü, dinini, inancını ve kültürünü yitirmeden hep bu Enosis mücadelesi içinde olmuş ve Yunanistan’la birleşeceği özgürlük günü için mücadelesinden hiç vazgeçmemiştir. 1 Mayıs 2004 tarihinde Avrupa Birliğine kabul edilmeleriyle endirekt olarak Yunanistan ile bağlarının oluştuğuna ve Enosis’in yarı yarıya gerçekleştiğine inanmaktalar. Bu nedenle de beyinlerinde ve ruhlarında “AGONA kelimesi “Mücadele” ile eşdeğerdir ve Kıbrıs’ın tümü ile Yunanistan’a bağlanarak özgürlüğe kavuşması anlamını taşımaktadır.

 

Hatta 814 yıllık mücadele süreci içinde “Kıbrıs Rum halkı”nın çok zor koşullarda yaşatılmasına rağmen mücadeleden hiçbir ödün vermedikleri ve ENOSİS inancını da asla yitirmedikleriyle övünür “Rumca konuşan Kıbrıslılar”. Özgürlük özleminin KIBRIS Yunan halkının yüreğinden hiçbir zaman dönmediğinin nedeninin bu Direniş ve mücadele olduğuna inanırlar.

 

“Rumca konuşan Kıbrıslılar” asırladır işgalcilerin baskıları ve zulmü altında kaldıklarından dolayı bir türlü AGONA mücadelesini yerine getiremediklerinden bahsederler. 1878 yılından  itibaren EOKA’yı faaliyete geçirdikleri 1955 yılına kadar çok barışçıl yöntemlerle İngilizlerden özgürlüklerini ve Yunanistan’la birleşmeyi talep ettiler ama hep sonuçsuz kaldı bu talepleri. Kıbrıs adasının hala Yunanistan’ın kurtarılamadığı bir parçası olduğuna inandıklarından bu parçayı birleştirmek ve Enosis’i gerçekleştirmek için 1 Nisan 1955 tarihinde silahlı mücadelelerini yani AGONA’larını başlattılar.

 

Fakat işin garip tarafı “Rumca konuşan Kıbrıslıların” en Büyük hedefleri (Ο μεγαλύτερος στόχος), yani Agona’ları başka, Yunanlıların ki başkadır.

Kıbrıslı Rumlar AGONA’sı EOKA Mücadelesi ve Kıbrıs’ın tamamının ele geçirildikten sonra da Yunanistan ilhakı yani ENOSİS (ένωσης) iken Yunanlıların hedefleri İstanbul’u (κωνσταντινουπολη) fethetmek ve Megali İdea haritasında belirtildiği gibi Batı Anadolu’yu da ele geçirmek ve Yunanistan’a bağlamaktır. Açıkça Büyük Bizans’ın (Βυζάντιο) hayalini kurmaktalar. Bu uğurda, İstanbul’un fethedildiği 29 Mayıs 1453 tarihinden itibaren Ortodoks papazlar, İstanbul’un tekrar geri alınmasına kadar “Ayaküstü” (dikey) gömülmektedir.

 

Cumhurbaşkanı Akıncı, daha çok bekler Rum Temsilciler Meclisinin ENOSİS Plebisitinin ilk ve orta eğitim okullarında anılması yasasının geri alınmasını. Rumlar bu yasayı Mecliste geri almaktansa sulandırmak ve göz boyayıcı kararlar alarak Kıbrıslı Türkleri uyutmak yolunu seçeceklerdir.

 

Prof. Dr. Ata ATUN