Etiket arşivi: Makarios

Kıbrıs’ta kadife ayrılık kapıda

Kıbrıs’ta kadife ayrılık kapıda

 

Kıbrıslı Rum lider Anastasiadis gerçek bir şovmen. Yalan söylemenin de kitabını yazmış.

 

Çok değil daha bir ay öncesi, “Türkiye’nin ve Akıncı’nın, Guterres Çerçeve Belgesini kabul etmesine çok sevindim, takdirle karşıladım” derken sanki de kendisi kabul etmiş de, Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin kabul etmesini bekliyormuş havasını yaratmaya ve uluslararası topluluğun kafasını karıştırmaya çalışıyordu. Birazcık sıkıştırılınca,  zorda kalıp “Guterres Çerçeve Belgesini Stratejik belge olarak kabul etmem söz konusu değil çünkü artık Kıbrıs Helenizmi’nin katı görüşleri, yoğun endişeleri olan bir şeyi, yani güvenliği müzakere olanağım olmaz” demek zorunda kaldı ve kimin müzakerelerde oyunbozan olduğu bir kez daha çıktı ortaya.

 

Anastasiadis’in bu açıklamasını Türkiye ve KKTC Dışişleri Bakanlıkları ortak bir çalışmayla kazanıma çevirmeleri gerekmekte. Son altı aydır, Crans Montana görüşmeleri Rumların çözüm ve barışı isteksizlikleri nedeni ile çöktükten sonra gerek Türkiye Dışişlerinin, gerekse de KKTC Cumhurbaşkanı ve KKTC Dışişlerinin birlikte söyledikleri “Elli yıl daha bu müzakereler ucu açık olarak devam edemez. Kıbrıs sorununa yeni çözüm parametreleri getirilmelidir” savını uygulamaya koymanın zamanı geldi.

 

Çok akıllıca bir kullanımla, Anastasiadis’in Guterres Çerçeve Belgesini reddetmesini Kıbrıs konusunda yeni yol haritasına geçiş kapısına dönüştürülmesinin tam zamanıdır. Özellikle de Anastasiadis’in BM Parametreleri içeriğinde yer alan siyasi eşitlik kavramını ve tarafların yönetime etkin katılımını bir kez daha reddederek, kararların basit çoğunlukla alınabileceği bir düzeni istediğini açıklaması, Türk tarafı için bulunmaz bir siyasi nimet ve altından bir koz değerindedir. Türk tarafı, müzakerelere bu istek doğrultusunda devam edilemeyeceğini ve son noktanın da Anastasiadis tarafından konulduğu iddiası ile şikayetini başta Birleşmiş Milletler, Avrupa Birliği olmak üzere uluslararası ilgili devletlere ve taraflara iletmesi ve yeni bir yol haritası belirlemesi, Kıbrıslı Türkler ve Türkiye için büyük bir kazanım ve siyasi üstünlük olacaktır.

 

Rum tarafının ne istediği çok açık.  Tüm Rum liderler gibi Anastasiadis de aklını garantilere ve güvenliğe takmış. Arkasını da tanınmış bir devlet olmaya, AB üyesi bulunmaya ve İsrail ile kurduğu müttefikliğe dayamış. Zannediyor ki, kendisi ne isterse olacak ve Türkiye ile Kıbrıs Türk tarafı istese de istemese de kabul edecek.

 

Anastasiadis diyor ki; “Yeni bir güvenlik rejimi gerekir, eskisi değil. Tek taraflı müdahale haklarının ve Garanti Anlaşmalarının kaldırılması gerekir. Bu nedenle ben güvenliği sağlamak ve toplumlararası çatışmaları önlemek için iki bin kişilik çokuluslu bir polis gücü oluşturulmasını önerdim ama kabul edilmedi.”

 

Bir de önerisini ekliyor; “Türk askerinin çekilmesi ışığı altında, bir süreliğine iki bin kişilik çokuluslu bir polis gücü olabileceğini ve olası toplumlararası çatışmaları – tescilli organ olarak- göğüsleyebileceğini ifade ettim!”

Diyor da, BM kuruluş ilkelerinde, 1964-1974 yılları arasında Kıbrıs’ta kan gövdeyi götürürken yaşandığı gibi, BM Barış Gücünün veya da BM’nin görevlendireceği bir Polis gücünün gözlemcilikten ve rapor yazmaktan öteye, silahlı müdahale gibi bir yetkisi olamayacağını söylemiyor.

 

Devamla “nüfusu daha küçük olan Kıbrıs Türk toplumunun imtiyazlı toplum haline geleceği ve nüfusu fazla toplumu kontrol edeceği bir rejime doğru sürükleniyoruz. Özde ‘çoğunluk yönetir azınlık garanti edilir’i, ‘çoğunluk yönetir’e, ‘azınlık ta azınlık haklarına sahip olur’a dönüştürecektik, hedefimiz de budur” diyor.

 

Kısaca Anastasiadis, “biz Kıbrıs adasının mutlak yöneticisi olacağız, Türkler de bizim idaremiz altında azınlık haklarına sahip AB vatandaşları olacaklar, aynen Batı Trakya’da Türkler gibi” demekten artık çekinmiyor.

 

BM’nin 1977 Şubatında Makarios ile Denktaş arasında gerçekleştirilen “Birinci Zirve Toplantısı”ndan sonra geliştirdiği “Federasyon Parametreleri”nden vazgeçmesi ve sürdürülebilir başka bir çözüm yolu üretmesi gerekmektedir.  Bunun aksinin, kesin ve kadife bir ayrılık olacağından kimsenin şüphesi olmasın.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

AB kıskacında Kıbrıs

AB kıskacında Kıbrıs 

 

 

konuk yazarTarihe baktığımızda Kıbrıs’ı Rumlaştırma çabalarını 1814’de Rusya’nın desteklediği ve Anadolu ile Kıbrıs’ı içeren bir Yunanistan genişlemesini amaçlayan gizli örgütün başlattığını görürüz.  1963 sonrası yoğunlaşan ve bugün dünya sorunu haline gelen Kıbrıs sorunu Şubat 1977 Denktaş-Makarios anlaşmasından beri iki yönetimli Federal Cumhuriyetin temel alınmasına ve çeşitli temsilcilerin katılımına rağmen çözümsüzlük çözümdür ilkesi kök almıştır.  Her iki taraf Federal Cumhuriyeti onayladığına bakılırsa, Rumların Avrupa Birliğine (AB) niye ‘evet’ fakat askere ve garantiye ‘hayır’ dediklerini sormamız yerinde olur.

 

Olası çözümde Federal Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temelinde iki halklılık, iki bölgelilik ve tek vatandaşlık kavramları günümüze varan birikimlerde kalıcılık kazanmıştır.  Fikir ayrılıkları olsa da senato üye sayısının eşitliğini, temsilciler meclisin üye sayısı ise toplumların ada nüfusuna oranıyla doğru orantılı şekilde olacağını dile getirebiliriz.  Senato ve meclisin tek oy çoğunluğu ile geçerli karar alabileceğini, bakan dağılımının meclis temsiline benzer olacağını ve pazarlık neticesi dönüşümlü başkanlığı var sayabiliriz.  Çözüm halinde, AB üyesi Kıbrıs’ta halkın bir kısmı 1974 öncesi evlerine dönecek, Türklere uygulanan ambargolar kalkacak,  Ercan’a dünyanın her tarafından gelen uçaklar inip kalkacak, Maraş açılacak, Kıbrıs münhasır ekonomik bölgesindeki enerji kaynakları Türkiye üzerinden Avrupa’ya dağıtılacak ve Kıbrıs Türkiye’nin AB yolunda köstek olmayacak gibisinden getiriler olacağı savunulur.  Götürüleri araştırırken, AB hukuk birliği çemberi de Federal Kıbrıs’ın siyasi ‘güç paylaşımını’ ve Rumların ‘askerle garantiye’ hayır ısrarını eleştirmemiz zorunludur.

 

Başlarken AB ve öncüsü Avrupa Ekonomik Toplumunu (AET) konu edelim.  Uzmanlar, bir ülke yeraltı kaynaklarını satar karşılığında teknoloji satın alır gibisinden örneklerle, tercihen ülkeler arası serbest ticareti değilse gümrük birliğini al-vere uyumlu diye destekler.  Benzeri bir nedenle, ikinci Dünya harbini takiben Avrupa içi harplerin önlenmesini amaçlayan üç toplumdan birisi AET olmuştur.  Serbest ticareti benimseyen AET ve takipçisi AB malların, sermayenin, kişilerin ve hizmetlerin serbest dolaşımı yanında serbest dolaşıma ışık tutacak yerli ve üye ülke vatandaşları arasında hukuki eşitliğini temel saymıştır.  Ayni zamanda, aşırı ithallerin yerel ticari düzenini yıkabileceği, sınırsız yerleşimin yerli-yabancı halk dengesini bozabileceği madalyonun ters tarafı olarak kabullenmiştir.  Bu nedendendir ki, Ticari ve siyasi zıtları dengeler diye AB üyelerine sınırlı derogasyon hakkı tanımıştır.  Buna rağmen, Birleşik Krallığın AB’den ayrılma girişimi, AB üye ülkelerin sınırlarını, ticaretini ve hukukunu yörüngesi altına alma tehlikesini sergilemiştir.

 

Malların serbest dolaşımı yerel üretime zarar verse de rekabeti artırdığını, fiyatları alıcı yararına dengeleştirdiğini ve kısıtlı olsa bile ticari istikrarı sağladığını var sayabiliriz.  Sermaye dolaşımı sorgulanacak olursa, genelde yerel üretimi destekler diye (yabancı) sermayenin serbest dolaşımı ekonomiye kazanç sayılır ve kabul görür.

 

Önemli olan siyasi eşitliği, ilmi alanı, can güvenini ve yerli-yabancı halk dengesini bozma tehlikesini taşıyan kişilerin ve hizmetlerin serbest dolaşımıdır.  Kuruluşunda ekonomik istikrarı amaçladığından kişisel serbest dolaşımı ‘ekonomide faal’ şahıslara addeden AB, Maastricht sonrası halkların entegrasyonunu hedef almış, ekonomik faaliyet önceliğini sulandırmış ve kişisel serbest dolaşımı her AB vatandaşının yasal hakkı diye uygulamıştır.  Takiben, Deutche Post v Sievers [2000] davasında AB Adalet Divanı  ‘… ekonomide rekabet çarpıntılarını önlemek … güdülen sosyal hedefin gerisinde’ yer aldığını vurgulamıştı.  Neticede, söz konusu sosyal hedef 2004/38 Direktifinde AB ‘vatandaşları ve ailelerinin’ AB içerisinde serbest dolaşımı ve ikameti niteliğinde ifade edilmiştir.  Ne var ki, Kaur [2001] vatandaşlık ‘verme ve (kısıtlı) alma’ salahiyetini Üye Ülkelere bırakmıştır.   Öte yandan, Surinder Singh [1992] serbest dolaşım ilkesine dayanarak Almanya’da işleyen ve orada evliliğini kuran İngiliz vatandaşı kadın İngiltere’ye dönüşünde Hindistan vatandaşı olan eşinin İngiltere’ye yerleşmesini sağlamıştır.  Kısacası, ABAD Üye Ülkelerin özgürlüğünü örtbas pahasına entegrasyonu hızlandırmaya kararlı görünümündedir.

 

Ne var ki, hukuk eşitliği vatandaşlık temeline bağlı gerek açık (somut) gerek örtülü (dolaylı) ayrımcılığı yasaklamış ama, eşitlik üye ülkenin vatandaşları arasında değil, sadece misafir  vatandaşların yerli vatandaşlara kıyas eşitliğini korur.  Bu anlamda, eşitlik ülkenin iç uygulamalarını sorgulamaz, sadece davanın AB ile ilgili bir konumu olmasını şart koyar.  R v Saunders [1979] de İrlanda kökenli İngiliz vatandaşı hapiste yatmak yerine İrlanda’ya dönmeyi ve üç yıl içerisinde İngiltere’ye ayak basmamayı kabullenmesine rağmen sözünü tutmamış.  ABAD her ülke iç düzenine kendi hükmeder demiş ve İngiliz mahkemesinin İngiliz vatandaşına İngiltere’deki uygulamasını benimsemişti.  Moser v Land Baden-Württember [1984] davasında Komünist Partisine üye olması nedeni ile Alman vatandaşın Alman Öğretmen Kollejine alınmaması ABAD tarafından tastik edilmişti.  Hukuki eşitlik bağlamında bir de mesleki mezuniyetlerin eş değerlenmesi ve hizmet sağlamakta hem hizmet verenin hem de işçilerinin serbest dolaşım hakkı tanınmıştır.   Örneğin, Reyners [1974] Hollanda vatandaşı ve mezunu avukatın Belçika vatandaşı olmayışı Belçika’da avukatlık yapmasını önleyememiştir.  Kısacası, gerek Rush Portuguesa [1990] gerekse Vlassopulou [1991] kararlarında uygulandığı ve AB Direktifi 2005/36/EC kanıtladığı gibi, AB ülkelerinin herhangi birisindeki şirket veya mezun meslektaşlar ev sahibi ülkenin yasalarını nazarı itibare almaksızın başka bir üye ülkede işyeri kurup kadrosu ile birlikte hizmet verme yetkisine sahip olurlar.

 

AB hukuk birliğine uyumlu olası çözümün Kıbrıs Türküne getirisini ve götürüsünü anlamak istersek Kuzeyde bir hastane veya okul ihalesini düşünelim.  En geç derogasyonlar sona erdiği zaman, AB’de yerleşim kazancı olan Rum ve Yunan şirketleri ihaleye katılacak ancak Türkiye inşaatçıları devre dışı kalacaktır.  İhaleyi kazanması halinde, Rum şirketiyle birlikte Rum işçiler Kuzeyde işbaşına geçebilecek (Rush Portuguesa.)  Kuzeyde işlemekte olan Rum vatandaş Güneydeki ailesini Kuzeye aktarabilecek (Surinder Singh😉 Güneydeki Türk vatandaşı, örneğin trafik kazası gibi bir suç neticesi Kuzeye sevk edilme ihtimalini yaratacak (Saunders😉 Müslüman dini veya siyasi örgüte üyeliği iddiası ile iş almada veya eğitimde devre dışı bırakılmasına neden olacak (Moser.)  Türkiye’den mezun vatandaş doktor veya öğretmen, eğitim eşdeğerliği olmadığından görevlendirilmeyecek (Vlassopulou.)  Uygulamada çelişki olursa, Yunanistan’dan mezun avukat davayı Kuzeydeki mahkemelerde güdebilecektir (Reyners.)  Hayır, olamaz, yasalar var, ABAD var dersek, ismi geçen davaların AB hukuk birliği gündeminde ve ABAD kararlarında olduğunu hatırlayalım ve Batı Trakya’daki Yunan vatandaşı Türk kardeşlerimizin insan haklarını gözden geçirelim.

 

Batı Trakyayı 1913 yılında Osmanlılar Bulgarlara terk etmiş, 1920 Sevr Anlaşmasında Yunanlılar ilhak etmiş ve 1923 Lozan Anlaşması gereğince  resmen Yunan toprağı ilan edilmiş.  1923 öncesi halkın 67% teşkil eden (Müslüman) Türkler taşınmaz malın 84%’ne sahiptiler.  Kıbrıs’ta olduğu gibi, İstiklâl Savaşının arkasından binlerce Türk topraklarını kendi isteklerince veya zoraki satıp anavatana döndüğünden sayıları ve mülkiyetleri büyük oranda düşmüştü.  Hem Lozan Anlaşması hem de Helen Anayasası tarafından korunan dil, din, eğitim gibi insan hakları Yunanistan’ın AB üyeliği ile daha geniş güven altına alınmıştır, fakat yasa güvencesi hiç de uygulamaya geçmemiş aksine her hak çiğnenmiştir.   1923 Anlaşması ‘Müslüman’ halkından bahsederse de 1950’lerin Türkiye-Yunan dostluğu yıllarında ‘Müslüman’ niteliği ‘Türk’ kavramına çevrilmiş ve 1968 Türkiye-Yunanistan mutabakatı gereğince ‘Türk’ diye kesinleşmişti.  Buna rağmen, 1985 Yunan Millet Meclisi bildirgesi Batı Trakya Türklerine ‘Rum Müslüman’ diye hitap edilmesini emretmiş ve 1989’da Millet Meclisi adayları Sadık Ahmet ve İsmail Şerif kendilerini ‘Türk’ olarak tanıttıkları için cezalandırılmışlardı.  Geçmişe nazaran durumun düzeldiği söylense de araştırmacı kardeşimiz Türkkaya Ataöv’ü okuyanlar bilecekler ki, 1420’de inşası tamamlanan ve Avrupa’nın en eski camisi olan Beyazid Mehmed I Camisinde ‘Ezan’ okunması yasaklanmıştır; öğretmen ve müftü mevkilerine Türklerin kendi seçtikleri ve Türkiye’de yetişen elemanlar değil Yunan hükümetinin seçtiği ve Yunanistan’da eğitim görmüş kişiler getirilmiştir; Türk Lisesine Rum müdür yerleştirilmiş ve Türk gençlerimiz Rum liselerine gönderilmiştir.  Dahası, Trakya Türklerinin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesine gönderdiği 2011 ve Human Rights Watch’un 1999 raporlarında okunacağı gibi, 1955-1998 arasında 60,000 Trakya Türkünün vatandaşlığı elinden alındığı için Yunanistan’a dönemedi, vilayet sınırları değiştirildiği için Türkler Türk temsilci seçme imkânlarını kaybetmiştelerdir.

 

Atina Panteion Üniversitesinde Profösör Alexis Heraclides, Yunanistan’ın mürettep hukuki nedenlerle  Kıbrıs’ın tümüne sahip çıkmayı ve Egede genişlemeyi amaçladığını yazıyor; aslı var mı, Kıbrıs Rumlaştırılır mı?  Özgürlüğüne 1830’de kavuşan Yunanistan, İyonya adalarını 1863’de, Platania’yı 1878’de, Girit ve Lesbos gibi adaları 1912’de, Batı Trakya’yı 1923’de, ve  Oniki adaları 1947’de eline geçirmiş, savaş vermeksizin beş sefer topraklarını büyültmüştür.  Kıbrıs’ta Türk askerine ve garantilere ‘hayır’ diyen AB üyesi Yunanistan Lozan Anlaşmasını yana iterek Ege adalarını silahlandırmış durumdadır, Yunan vatandaşı Batı Trakya, Girit, Rodos ve benzerinde yaşayan Türkler kimliklerini koruma çabası içindeler.  1920’lerde Türkiye’ye dönen, 1940’larda yoksulluklarını gidermek için kızlarını Araplara satmak mecburiyetinde kalan Kıbrıslı Türkler kazançlarını artırmak niyetiyle 1960 sonrası bilhassa İngiltere’ye göç ettiler.  Geçmişte Rumlarla sorunsuz yaşadığımızı iddia edenler, araştırmacı Profesör Ata Atun’un 2 Haziran 2017 Kıbrıs Postasında 1950 Hürsöz gazetesindeki alıntısına göz atsalar.  ‘… elektrik şirketlerinde memur ve işçi olarak bir tek Türkün çalıştırılmamasını … (belediyelerde) Başkan yardımcısının Türklerden seçilmeyişini … bazı sokak isimlerinin yalnız Rumca ve İngilizce yazılmış olmasını’ beyan ettiğini keşfedecekler.  Günümüzde, Türk Devlet memurlarının ödenmediği Eylül 1964 Birleşmiş Milletler raporuna geçmesi; Rumların Türkçeyi resmi dil olarak garantileyen 3’üncü maddeyi 1960 Cumhuriyeti Anayasasından iptali; Rum Temsilciler Meclisinin Haziran 1967’de Kıbrıs’ın tümünü Yunanistan’a bağlama andı; ve 2017’de müzakerelerin hassas bir noktasında 1950 Plebisitini okullarda alınması kararı gelecekte izleyecekleri siyasetin öngörüsü değil mi?

 

Bugün, dünya genelinde tanınmasa dahi, tüm eksiklerine rağmen, kendi seçtiğimiz devletimiz ve yönetimiz var; çoğu gençlerimiz eğitimlerini Türk üniversitelerinde tamamlamaktadırlar; 23 Nisanlarımızı, 20 Temmuzlarımızı bayrağımız altında, dini bayramlarımızı gururla kutlamaktayız.   Özgürlüğümüzü AB hukuk birliğine emanet etmek inancına, Yunanistan’da yaşayan Türk kardeşlerimizi; Annan Planı halk oylaması öncesi ve sonrası AB’nin verdiği sözleri hatırlatalım ve soralım:  Garantiler ve askerden yıpranmış AB üyesi Federal Kıbrıs’ta avukatımız, doktorumuz, öğretmenimiz mezuniyeti eşdeğer kabul edilmeyecek Türk üniversitelerinde eğitimlerine devam edecek mi; U Thant raporunda kaydedildiği gibi Rumlar (Limasol’da) Türk topraklarını ödemeksizin araba parkına çevirecek mi; en önemlisi, öngörülen ‘siyasi paylaşım’ yasada, yönetimde ve yargıda eşit mi yoksa Rumlara ağırlıklı mı olacak?

 

Eşek anırdığı zaman, eşeği borçlanmaya gelen komşuya ‘eşek evde yok’ diyen Nasreddin Hoca, komşu ‘sen bana mı yoksa eşeğin anırmasına mı kulak asarsın’ cevabını vermiş.  Çoğu Rum’un Türklerle dostane yaşamasına çaba harcadığını inkâr edemesek de, bir yandan entegrasyonu güden ABAD kararları öte yandan Kıbrıs’ın Yunanistan’a ilhakından  geri adım atmayanların kıskacındayız, çözüm ararken, tarihe mi ışık tutalım yoksa AB desteğini alet alan Rum siyasetçilerine mi bel bağlayalım?

Hasan Deveci

Bugün 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtının 43. Yıldönümü

haluk_duralAdada sağlanan barış üzerine 1960 yılında kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyetini yıkan Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios ve Makarios’a karşı darbe yapan faşist Nikos Samson’un Türklere başlattığı vahşi etnik temizlik ve soykırım saldırılarına karşı Türk Ordusu, Başbakan Ecevit başkanlığındaki CHP+MSP koalisyon hükümetinin kararlı tavrı üzerine Garanti Andlaşmasının verdiği yetki ile adaya müdahale edip Türk vatandaşlarının hayatını kurtararak, iki bölgeye ayrılan adaya 43 yıldır devam eden bir barış getirmiştir.

Bu harekât sadece Kıbrıs’a değil, faşist askeri cuntanın da yıkılmasına yolaçarak Yunanistan’a da iç barış ve demokrasi getirmiştir.

Hatırlamakta yarar vardır. Yunan propagandasının aksine Türkler Kıbrıs’ı Rumlardan değil, 1 Temmuz 1570’de Kıbrıs’a çıkan Lala Mustafa Paşa tarafından adayı işgal altında tutan Venediklilerden almışlardır.

Batı emperyalizmi; Yugoslavya, Çekoslovakya (barışçıl), Sudan, Libya, Irak ve Suriye’yi kanlı ve vahşi saldırılarla milyonlarca masum insanı “demokrasi, insan hakları, özgürlük” sloganlarıyla öldürerek bölüp, parçalara ayırırken, Kıbrıs’ta Türk Ordusunun varlığı ve koruyuculuğu altında 43 yıldır Türklerin, ilan ettikleri bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde olmak üzere, iki ayrı bölgede barış içinde yaşamalarını hazmedememekte, iki toplumun tekrar birleşerek Rumların liderliğinde Türklerin azınlık olacağı bir birleşik Kıbrıs kurulmasını istemekte ve her fırsatı kullanarak böyle bir çözümü zorlamaktadırlar.

Bunun iki temel sebebi bulunmaktadır. Birincisi Kıbrıs’ın sabit bir uçak gemisi gibi bütün Ortadoğuyu kontrol edebilecek bir coğrafî bir konumda olmasıdır. İkincisi ise Doğu Akdeniz yatağındaki petrol ve doğalgaz kaynaklarıdır.

Kıbrıs ve Doğu Akdeniz enerji varlıkları hakkındaki geniş bilgiye aşağıdaki bağlantıdan “Doğu Akdeniz Enerji Kaynakları” başlıklı makalemden ulaşabilirsiniz.

(http://www.dunya48.com/haluk-dural/24934-haluk-dural-dogu-akdeniz-enerji-kaynaklari)

Kıbrıs’a barış getiren, başta müdahale kararını alan Başbakan Bülent Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ile Kıbrıs Türklerinin bağımsızlık mücadelesinin liderleri Dr. Fazıl Küçük ve KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş olmak üzere, bütün Kıbrıs mücahitleri ve Türk Ordusunun şehit ve gazilerini minnet ve şükranla anarken, yaşasın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diyoruz.

Saygılarımızla,

Haluk DURAL

Millî Merkez Genel Sekreteri

AB, Kıbrıs (Rum) ve Türkiye

 

 

ata-atun-Hoca6 Temmuz Perşembe günü Avrupa Parlamentosu’nun, Türkiye ile müzakerelerin askıya alınmasını öneren raporunu, mevcut 541 parlamenterin 477’si gibi ezici bir çoğunluğun “Evet” oyları ile kabul etmesi, şimdilik Rumları memnun etse de uzun vadede Kıbrıslı Rumların hayrına olmayacak. AP’nin bu “düşüncesiz” kararı Kıbrıs konusunu Rumların aleyhine -derinden- etkileyecek ve endirekt olarak Kıbrıs (Rum) Yönetiminin Kıbrıs politikasının iflasına yol açacak.

 

Dönemin Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios ve Yorgacis, Papadopulos, Kiprianu gibi EOKA’cı Bakanları, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında Kıbrıslı Türklere siyasi eşitlik sağlayan 13 Anayasa maddesini iptal ederek 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’ni safkan “Rum Üniter Devleti” haline dönüştürmek amaçlı en etkin yöntemin, Türklere silahlı saldırılar düzenleyip onları sindirerek gerçekleştirmek olduğunu sanmışlardı. Bu amaçla hazırladıkları Akritas Planını da 21 Aralık 1963 Cumartesi gününün çok erken saatlerinde Tahtakala bölgesinde Türklere saldırarak ve 2 soydaşımızı şehit ederek başlatmışlardı. Sonra da Kıbrıslı Türk Milletvekillerinin 1964 yılında silah zoru ile uzaklaştırıldığı sözde “Temsilciler Meclisi”nde, sadece Rum milletvekillerinin oyları ile kabul ettikleri uyduruk bir “Gereklilik Yasası” (Law of Necessity) ile önce Temsilciler Meclisinde alınacak kararların sadece Rum Milletvekillerinin çoğunluk oyları ile kabul edilebileceğini, Bakanlar Kurulunda Türklere ayrılan 3 Bakanlığın başına Rumların getirileceği ve Bakanlar Kurulunun 10 Rum Bakandan oluşacağı kararını almışlardı. Arkasından da Anayasa’da Kıbrıslı Türklere eşit siyasi haklar sağlayan 13 maddeyi tek taraflı, Rum Milletvekillerinin oyları ile kaldırmışlar ve 1964 Martında da, 1960 Kıbrıs Cumhuriyetini safkan “Rum Üniter Devleti” haline dönüştürmüşlerdi. Bu arada da “Türkler isyan etti” diye yalandan bir gerekçe uydurup adanın neresinde bir Türk yerleşim yeri varsa saldırıp, Türkleri öldürmeye ve adadan kaçmaya zorlamışlardı.

 

1950’li yılların ünlü EOKA’cıları, 1960’lı yılların Rum siyasileri Yorgacis’in, Tassos’un, Kiprianu’nun ve Rum Meclis Başkanı Klerides’in hesaba katmayı akıllarında getirmedikleri minicik bir detay, Kıbrıslı Türklerin kolay yutulur lokma olmadıkları gerçeği, tüm planlarını alt üst etti. Türkleri adadan silip atmak ve sonra da adayı Yunanistan’a bağlamak (Enosis) Rumlar için bir hayal haline gelince, Yunanistan’daki Albaylar Cuntası, adanın Yunanistan’a ilhakının kısa yolunun darbe yaparak Makarios’u devirmek ve Enosisi gerçekleştirmekten geçtiğini sandı ve 15 Temmuz 1974 günü darbeyi yaptırdılar. Sonu hüsran oldu Rumlar için bu darbe girişiminin. Türkiye’nin, 1960 Kıbrıs Anayasası içinde yer alan (EK 1, Madde 4) uluslararası haklarını kullanarak darbeye müdahale etmesi, Rumların tüm planlarını alt üst etti ve adanın tümü Yunanistan’a bağlanacağı yerde, neredeyse üçte biri kontrollerinden çıktı.

 

Türklerle silah zoru ile mücadele edemeyeceğini anlayan Kıbrıs (Rum) Cumhuriyeti, aynen 1897 yılında Girit’te sahneledikleri senaryoyu hayata geçirerek Avrupa Devletlerini arkalarına alıp, Kıbrıs adasından Türkleri atabileceklerini varsaydılar. Önce 1978 yılında AB ile Gümrük Birliği Protokolünü imzalayarak Avrupa yönüne doğru bir adım attılar. 1990 yılında adaylık başvurusunu yaptılar ve AB 1993 yılında bu başvurunun kabul edildiğini açıkladı. 1998 yılında Katılım Müzakereleri başladı. 2002 yılında katılımı kabul edildi ve 1 Mayıs 2004 tarihinde de katılım gerçekleşti…

 

Glafkos Kleridis’in Kıbrıs’ın yakın geçmişinin perde arkasını ve Rum Hükümetlerinin Kıbrıs politikalarını içeren “İfadelerim” (My Depositions) adlı 4 ciltlik kitabında dile getirdiği “AB’ye katılım amacımız, AB’yi arkamıza alıp Türkiye’yi Kıbrıs adasından atmaktır” sözleri doğrultusunda, Kıbrıs Rum Yönetimi “Türkiye-AB Katılım Müzakereleri” başladıktan hemen sonra altı Müzakere başlığını Veto etti. Müzakere sürecinde de her fırsatta “Türkiye Kıbrıs adasında taviz versin, vetomu kaldırayım” tehditleri masaya koydu.

 

Gerçekte Kıbrıslı Rumlar, AP’nin bu kararı ile ellerindeki en önemli kozu yitirdiler ve politik dille “siyaseten çırılçıplak” kaldılar. Artık her fırsat ve olanakta, “Veto ederim ve 1964 Ankara Anlaşması gereğince Türkiye, Kıbrıs (Rum) Cumhuriyetini tanısın, Hava ve Deniz limanlarını açsın” içerikli şantajlarını yapabilecek ortamları da kalmadı.

 

Özetle, Avrupa Parlamentosu’nun da, Türkiye’nin de kerhen yürüttüğü “Türkiye-AB katılım müzakerelerinin askıya alınması” Türkiye’den daha çok Kıbrıs Rum Cumhuriyetine zarar verecek, Kıbrıs sorununun içeriğini ve mecrasını yakın tarihte değiştirecek. Hep birlikte göreceğiz…

 

Prof. Dr. Ata ATUN

Avustralya’dan bir başarı öyküsü

 

 

ata-atun-HocaKıbrıslı Rumların Enosis, yani Kıbrıs adasının Yunanistan’a bağlanması uğruna 1 Nisan 1955 tarihinde başlattıkları tedhiş hareketi sonrasında ve 21 Aralık 1963 sabahı Kıbrıslı Türklere düzenli ve planlı saldırılar düzenlemeleri, Türk köylerini yakıp yıkmaları ve Makarios hükümetinin Kıbrıslı Türklere uyguladığı acımasız ekonomik ambargolar nedeni ile Kıbrıslı Türkler adadan göç etmek zorunda kaldı. Kardeşlerimizin yerleştikleri ülkeler Türkiye ile İngiliz kökenli Ortak Refah Topluluğuna üye olan İngiltere, Avustralya ve Kanada oldu.

 

Türk olmaları nedeni ile Türkiye’ye göç edenler herhangi bir zorlukla karşılaşmazken, İngilizlerin sömürgelerine bağımsızlık vermelerinden sonra ticari amaçla kurdukları Ortak Refah Topluğu ülkelerine gitmeyi tercih eden kardeşlerimiz de, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu topluluğa üye olması nedeni ile herhangi bir yerleşim ve adaptasyon zorluğu çekmediler. Canlarını kurtarmak, kendilerinin ve soylarının geleceklerini garanti altına almak için zoraki göç eden kardeşlerimizin günümüzde, Üçüncü ve Dördüncü kuşakları bu ülkelerde yaşamlarını sürdürmekteler.

 

Bu kardeşlerimizin bağları bizimle hiç kopmadı. Bazıları önemli mevkilere yükseldiler, bazıları ünlü birer iş adamı, akademisyen veya medya mensubu oldular.ata atun bayrak.jpg1

Halen daha bir İngiliz Sömürge devleti olan Avustralya’da her yıl, İngiliz Kraliçesi Elizabeth adına Kraliçenin doğum günü olan 12 Haziran’da sıra dışı başarı göstermiş olan Avustralya vatandaşlarına Kraliçenin Şeref Ödülü verilir. Bu yılki 594 kişilik listenin içinde bir Kıbrıslı Türk kardeşimiz var. Gururumuzun adı Tanya Ayşen Kaplan.

 

Avustralya’da İngiliz Kraliçesi Elizabeth’in doğum günü olan 12 Haziran’da yayınlanan tüm gazetelerde Avustralya’nın Cumhurbaşkanı konumundaki Vali (Governor-General) Sir Peter Cosgrove’dan “Kraliçenin Doğum Günü Şeref Listesi Ödülü”ne layık görülenlerin listesi yayınlanıyor. (Queen’s Birthday  Honour’s List) İşte Tanya Ayşen kardeşimiz bu listede yer aldı. Bir Avustralyalı için ulaşılması çok zor olan büyük bir onurdur bu listeye girebilmek.

 

Tanya Ayşen kardeşimize verilen bu ödülün gerekçesi, “Türkiye ve Avustralya arasındaki ilişkiye koyduğu katkı ve çalışmalar ile Gaziler-Emekliler toplumuna verdiği hizmetler. Çok çalışkan ve girişken bir kişi olan Tanya Ayşen hanım, 1970 yılından beri Güney Avustralya’daki Kıbrıs’tan ve Türkiye’den göç eden Türk toplumunun “Sosyal Görevlisi, Cemiyet Başkanı, Türk okullarında Öğretmenlik” görevlerini yerine getirmiş. 3 kez Türk Cemiyeti Başkanı seçilmiş. Son 7 yıldır da Günay Avustralya Türk Birliği’nin “Turkish Association of South Australia” Başkanı.

 

 

Tanya Ayşen Kaplan hanımın kim olduğunu pek az insanımızın bildiğine inanıyorum. Tanya hanım, kıymetli abimiz, yılların gazetecisi ve duayen basın mensubu Akay Cemal ağabeyimizin kız kardeşidir. Aile o denli başarılı ki, Tanya hanımın diğer ağabeyi Türkay Ilıcak bu yıl Kıbrıs Türk basın Konseyi’nin Basın Hizmet Ödülünü alırken, ağabeyi Akay da geçen sene aynı ödüle layık görülmüştü.

Özetle; Yurtdışında yaşayan Kıbrıslı Türkler, birçok alandaki başarılı ve örnek çalışmalarla adımızı duyurmaya ve bizi gururlandırmaya devam ediyor. Bize düşen, bu kişileri onore etmek, kıymet bilmek…

 

ata atun madalya(Kraliçenin Şeref Ödül’ü listesinin tümünü görmek için; “www.gg.gov.au” sayfasına gidin.  “Governor-General of the Commonwealth of Australia” başlıklı sayfa açılacaktır. Bu sayfada üst kısımdaki “12 June 2017 – The Queen’s Birthday 2017 Honours List” yazısının altındaki  “more” kelimesini tıklayın, “The Australian Honours Secretariat” sayfası açılacaktır. “Australian Honours Lists” başlığı altındaki listenin ilk satırında yer alan “Order of Australia and other awards” başlığının ilk sırasındaki “The Queen’s Birthday 2017” cümlesi üzerini tıklayın. Açılan Sayfada ilk sırada yer alan “S1- Order of Australia” seçeneğini tıklarsanız önünüze Kraliçenin Şeref Ödülü’nü alan liste açılacak veya da liste bilgisayarınıza indirilecektir. Soyadına göre hazırlanmış 27 sayfalık bu listenin 19. sayfasında Tanya Ayşen hanımın adı ve kısa bilgileri yer almaktadır. Hangi gerekçe ile bu onurlu ödüle layık görüldüğünü öğrenmek istiyorsanız, “S1- Order of Australia” seçeneğinin bulunduğu sayfaya geri dönüp alt satırlarda yer alan “Medal (OAM) of the Order of Australia in the General Division (F-L)” seçeneğini tıklayın. 59. sayfada Ayşen hanımın özgeçmişini ve hangi gerekçe ile söz konusu madalyaya layık görüldüğünü okuyabilirsiniz.)

 

Prof. Dr. Ata ATUN