Etiket arşivi: Lübnan

Mersin Büyükşehir Belediyesi, UNESCO ile Avrupa Akdeniz Kültür Şehirleri Birliği’ne Üye Oluyor

Mersin Büyükşehir Belediyesi, UNESCO ile resmi ortaklık ilişkisi bulunan Avrupa Akdeniz Kültür Şehirleri Birliği’ne üye olma yolunda ilerliyor.

12 değişik ülkeden 31 üyesi bulunan Avrupa Akdeniz Kültür Şehirleri Birliği’ne üye olmak için hazırlıklarını tamamlamaya başlayan Mersin Büyükşehir Belediyesi, bu üyelik sayesinde Mersin’in tarihi ve kültürel anlamda artılar kazanmasını istiyor.

Yenilikçi uygulamaların kültürel mirasa uyumlu şekilde entegre edilmesi, üye şehir ve bölgelerin ekonomik anlamda gelişmesine katkı sağlaması açısından önemli bir birlik olan Avrupa Akdeniz Kültür Şehirleri Birliği’ne üye olmaya hazırlanan Büyükşehir Belediyesi’nin üyeliği kent için büyük önem arz ediyor. Ayrıca Büyükşehir Belediyesi’nin AVEC’e üye olması halinde, Akdeniz ülkeleri arasında kültürel ve tarihi mirasa sahip bir kent olan Mersin, tarihi mirasın sürdürülebilir kalkınma için itici güç olmasında katkı sağlayacak.

AVEC tarafından yapılan sınıflandırmaya göre de Türkiye, nüfusu 200.000 kişinin üzerinde olduğu için 2. kategoride yer alıyor ve yıllık üyelik ödemesi yaklaşık 1350 Euro olarak belirlenmiş.

AVEC nedir?

Tarihi ve kültürel mirasa sahip şehir ve bölgelerden oluşan bir ağ olan AVEC, 1997 yılında kurulan ve 2015 yılından bu yana UNESCO ile resmi ortaklık ilişkisini sürdüren bir birlik. Birlik, kültürel mirasın yönetimi, değerinin ortaya çıkarılması, doğal afetlere karşı korunması gibi konulardaki başarılı olmuş uygulamalar noktasında bilgi alışverişi atölye çalışmaları ve uluslararası projeler yürütüyor.

Birliğin hedefleri arasında, kültürel ve tarihi mirastan sürdürülebilir kalkınma için itici güç olarak faydalanılması, yenilikçi uygulamaların kültürel mirasa uyumlu biçimde entegre edilmesi ile üye şehir ve bölgelerin ekonomik anlamda gelişmesine katkı sağlanması yer alıyor. AVEC, sürdürülebilir şehircilik ve miras, risk yönetimi ve bölgelerin ön plana çıkarılması ile gerçekleştirilen çalışmaların temel yönelimlerini içeriyor. AVEC’e üye olmak için Avrupa – Akdeniz ülkelerinden birisinde tarihi mirasa sahip bir şehir veya bölge olmak, bu konudaki şartı kabul etmek, ağın faaliyet ve toplantılarına düzenli olarak katılım sağlamak ve yıllık üyelik aidatının ödenmesi gerekiyor.

Ağa üye belediyeler arasında Belçika’nın Arlon, Hırvatistan’ın Osijek, İspanya’nın Baeza ve  Mellilia, Fransa’nın Arles, Bastia, Cahors, Narbonne, Nimes ve Tours, Macaristan’ın Szombathely ve Babolna, Lübnan’ın Dannieh, Malta’nın Birgu ve İsla, Fas’ın Chefchaouen, Portekiz’in Beja, Evora, Freixo de Espada a Cinta, İdanha-a-nova, Macedo de Cavaleiros, Mertola ve Tavira, Romanya’nın Arad, Sırbistan’ın Bela Palanka, Kragujevak, Mediana, Nis, Niska Bnaja ve Novi Pazar ile Tunus’un Sbeitla şehri yer alıyor.

Ayrıca Mersin Büyükşehir Belediye Meclisi Şubat Ayı Toplantısı’nın 2’nci birleşiminde Avrupa Akdeniz Kültür Şehirleri Birliği’ne Büyükşehir Belediyesi’nin üye olması hakkındaki teklif de oy birliği ile kabul edilmişti.

Bu adamı tanıyor musunuz?

süleyman özışık yazdıCumhurbaşkanı Erdoğan’ın Refah Partisi İstanbul İl Başkanlığı yaptığı yıllar… Yani bundan 32 yıl önce…

O yılları Erdoğan’dan dinleyelim:

“Sene 1985. İstanbul’da İl Başkanlığı görevine getirildim. İstanbul’un o dönemde 19 ilçesi vardı fakat, biz toplam 8 teşkilat kurabilmiştik. İşin böyle gitmeyeceğini biliyorduk. Arkadaşlarla toplandık ve ne pahasına olursa olsun 19 ilçenin tamamında teşkilatlanmamız gerektiği kanaatine vardık. Yoğun bir gayret sonucu, 3 ay içerisinde 19 ilçenin tümünde teşkilatlarımızı kurduk.

Erdoğan’ın hikayesini anlattığı Abdülmecid Yücel

“Teşkilatlar her akşam 18 ile 22 arasında açık olacak” diye karar aldık. Teşkilatların açık olup olmadığını telefonlarla sürekli kontrol ediyorduk.
Bir akşam, nöbetlerin ne durumda olduğunu takip amacıyla il merkezine uğradım. Aksilik olup olmadığını sordum, “Şişli cevap vermiyor”dediler. Birkaç kez de ben aradım ve cevap alamadım. Bunun üzerine nöbetçi arkadaşıma, ”Sen aramaya devam et, ben de bir arabaya atlayıp bakayım” dedim.
Gittim ki, kapı açıldı, o zamanlar ismen tanımadığım, gözleri yaşlı bir kardeşimiz çıktı karşıma.

“Niye ağlıyorsun?” diye sordum. “Biraz kederlendim başkanım” diye cevap verdi. “Yahu neyin var, belki ben yardımcı olabilirim” dedim, “Sadece biraz kederlendim başkanım, hiçbir derdim yok” dedi.
“Peki, telefonla aradık ama cevap alamadık, neden?” diye sordum. Mahcup bir şekilde, “Başkanım bir işim vardı, onun için yarım saat geç açtım teşkilatı” dedi.

Biraz sohbet ettik ve ayrıldım. Ertesi sabah ağlamasının gerekçesini öğrendim.

Meğer bu kardeşimin eşi o gün doğum esnasında şehit olmuş. O da dünyaya yeni gelen yavrusunu yengesine teslim etmiş. Hanımını da hastanenin morguna indirmiş. “Nöbetim var” diyerek koşarak nöbete gelmiş.
O kardeşimin adının Abdülmecid olduğunu sonradan öğrendim. Sevgili kardeşlerim. Bu davanın mayasında Abdülmecitlerin bu imanı var. Bu davanın mayasında vefat eden eşini morgda, doğan çocuğunu başka bir kucakta bırakıp bir sefere çıkar gibi yola çıkan yiğitlerin inancı var, aşkı var, inancı var!”

Erdoğan’ın anlattığı hikaye burada bitiyor.

Ancak Abdulmecid’in hikayesi burada bitmiyor. Bir süre sonra, “Ben Demirel’in kalesini düşüreceğim” inancıyla, tek kuruş maddi destek beklemeden ve istemeden Isparta’ya taşınıyor Abdülmecid Yücel…

Refah Partisi’nin Isparta İl Teşkilatı’nın kurulmasında büyük rol oynuyor.

Arada bir İstanbul’a geliyor. “İstanbul’a neden bu kadar sık gidiyorsun?” diye soranlara, “Çünkü oradaki teşkilatlanma modelini buraya taşımadan başarılı olamayız” cevabı veriyor.

Davasına olan inancı ve ortaya koyduğu insan üstü gayret sayesinde partinin Ege Bölge Müfettişi oluyor. Kısa süre sonra verdiği sözü tutuyor ve Demirel’in kalesini düşürüyor. Hemen ardından Isparta Belediye Başkanı DYP’den istifa ederek Refah Partisi’ne geçiyor.

Yine bir gün, İstanbul’daki parti çalışmasına katılmak üzere 5 dava arkadaşıyla birlikte takaza bir otomobile binip yola çıkıyor. Kütahya sınırlarında geçirdiği trafik kazasında hayatını kaybediyor.

Gerçek Hayat Dergisi’ne konuşan kızı babası Abdülmecid Yücel’i şu sözlerle anlatıyor:

“Babamı kürsüde hatırlıyorum özellikle. Babam eve geç saatte geldiğinde, gönlümüzü almak için dolu dolu sarılışını unutamıyorum.”

Bu hikayeyi bir kez daha gündeme getirme nedenime gelince…

Aylardır AK Parti’nin teşkilat ve belediyelerinde yaşanan nahoş olayları yazıp duruyorum. Üstüme vazife değil ama yapmaktan geri duramıyorum.

Hayatım boyunca görmediğim, belki de hayatımın sonuna kadar görmeyeceğim insanların öfkesini ve nefretini kazanıyorum bunları yazmakla…

AK Parti’ye gönül veren pek çok kardeşim, “Sen bu yazdıklarınla partiye zarar veriyorsun” diye azarlıyor beni…

Buna rağmen, bu mesele benim boynumun borcuymuş gibi, namus borcummuş gibi hissediyor, yine ve yeniden yazıyorum.

Aklıma 7 Haziran seçimleri geliyor.

Selahattin Demirtaş’ın, “Korkma, seni adil yargılayacağız” dediği, Fetö’cülerin, “Onursuzca indirip yargılamalıyız. Sarayı kuşatın ki kaçmasın” diye tweet attığı, CHP’lilerin HDP ile birlikte iyi salladığı 7 Haziran seçimleri…

O uğursuz gece, “AK Partililer neden ağlıyor?” başlıklı bir yazı yazmış ve şunları yazmıştım:
“Hale bakın. Yüzde 41 oy alan AK Parti seçmeni kan ağlıyor. Davası ümmet olanın, derdi de böyle büyük oluyor işte!
Sakın bir kaç puanlık oy için ağladıklarını düşünmeyin çünkü, kendilerini ağlatan bir seçimin kaybı değil. Niye ağlıyorlar biliyor musunuz?

Çünkü Filistin ağlıyor. Gazze, Ramallah, Kudüs, El Halil, Beytüllahim ağlıyor. Çünkü Somali ağlıyor. Çünkü Mısır, Irak, Suriye ve Arakan ağlıyor. Lübnan, Ürdün, Yemen ve Doğu Türkistan ağlıyor…

AK Partililer, yıllardır ateş ırmaklarında yakılan o mazlumların son umudu ellerinden kaydı diye ağlıyor. Onların hıçkırıklarına eşlik ediyor.”

Eleştirilere, kırgınlıklara ve kızgınlıklara rağmen yazmamın nedeni bu satırlarda yatıyor.

AK Parti’nin iktidarda kalıp kalmaması artık sadece Türkiye’nin ya da Türkiye sınırları içinde yaşayan insanların sorunu değil.

Türkiye sınırlarının dışında yaşayan ve Türk kimliği taşımayan milyonlarca insanın da sorunudur AK Parti. Onların da davası, onların da sevdasıdır AK Parti…

“Osmanlı’nın artığısınız dediklerinde kahroluyorum” diyen Kerküklü teyzenin… “Bizi kimlere bırakıp gittiniz be oğlum?” diye haykıran Halepli dedenin… “Siz çağrılan değil, beklenen milletsiniz” diyen Bosnalı annenin… Parmağını, kendisine silah doğrultmuş İsrailli askerlere cesaretle sallayıp, “Bir gün gelecekler” diye bağıran Gazzeli çocuğun, “Türkiye’nin nükleer silah üretmesine gerek yok. Çünkü onların nükleer silahı bizleriz” diyen Pakistanlıların umududur AK Parti…

Bana kızan, “Ama bu yazdıklarınla partiye zarar veriyorsun” diye azarlayan kardeşlerimin görüş ve itirazlarına saygı duyuyorum.

Ancak onlar gibi düşünmüyorum.

Çünkü ben AK Parti’yi değil, AK Parti’nin yürüttüğüne inandığım hak davasını destekliyorum. Hiç kimseye, AK Parti’yi koşulsuz şartsız destekleyeceğime dair söz vermedim.

Beni eleştirenlere soruyorum:

Hak davasını, para davasına, mücahit davasını, müteahhit davasına çevirenlere göz mü yumalım?

Fetö’cü isimleri bilerek ve isteyerek işbaşında tutup, onları koruyup kollayan nasipsiz belediye başkanlarını yazmaktan geri mi duralım?

Abdülmecid gibi parti ve dava yolunda can verenleri bir kenara itip, işe gitmediği halde belediyelerden ve bakanlıklardan dolgun maaş alan gençleri mi savunalım?

AK Parti’ye zarar gelmesin diye, AK Parti çatısı altında bulunup, HDP’yi destekleyici mesajlar atan içimizdeki hainleri görmezden mi gelelim?

Mülakat adı altında, liyakat ve sadakat sahibi insanları eleyip, kendi dost ahbap çevresini devlet kadrolarına doldurmak suretiyle kul hakkına giren bedbahtları mı savunalım?

Gözüne kestirdiğini, Fetö’cü diye yaftalayarak işinden, ekmeğinden edip, onun boşalttığı makama oturan iftiracıları mı destekleyelim?

Siyaset hayatına atılmadan önce çulsuz olan, siyasetçi olduktan sonra milyonlarla oynayan para tapıcılara mı destek verelim?

Bir tercih yapmamız lazım, söyleyin hangisini yapalım?

Efendim bu tür olaylar CHP’de ve diğer partilerde de oluyormuş. Bana ne CHP’den kardeşim? Onların, “Başörtüsü yeniden yasaklanacak. İmam Hatipler yine kapanacak. Katsayı zulmü yeniden gelecek. Suriyeli masumlar, Filistinli, Arakanlı, Somalili, Mısırlı mazlumlar ne olacak?” diye bir derdi yok ki…

Ben davama yanarım, bana ne ondan bundan, şundan…

Ben, inandığım davanın bayraktarlığını yapan partiyi, yaptığı hatalarla uçuruma sürükleyen insanları yazarım. Bana ne seks kasetleri marifetiyle lider değiştirenlerden…Bana ne hak yolunda davası, sevdası olmayanlardan…

Ya Allah’ı memnun etme için hak davasını, ya da içimizde olup bize en çok zararı veren nasipsizlerin maddiyat davasını savunacağız.

Ya; bu parti için, bu dava için parasını, malını mülkünü satan Abdülmecid Yücel gibileri savunacağız, ya da para için, mal, mülk ve şan için davayı satan hainleri savunacağız.

Ya yaşanan kokuşmuşluğu görüp kendi partisine muhalefet eden, “Biz bunlarla yola devam edemeyiz” diye isyan eden Erdoğan’ın yanında, ya da onun tam karşısında duracağız.

Karar verin, hangisini yapalım?

Dipnot 1: Şanlıurfa meselesini kapatmadım. Sosyal medya üzerinden yapılan gülünç açıklamalara ve yaşanan kepazeliklere hafta sonu özel bir yazı ile cevap vereceğim inşallah.

Dipnot 2: Dikkat ederseniz bugüne dek belediye ve teşkilatlardaki çarpıklıkları yazarken, imar yolsuzluklarına, ihale rantlarına hiç değinmedim. Milletin arazisine, “Bize vermezsen yeşil alan yaparım”diyerek mafyavari sistemle konan belediye başkanları ile o arazilerin peşkeş çekildiği müteahhitlere daha dokunmadım. Sırası gelmişken, onları da önümüzdeki günlerde aradan çıkaralım diyorum.
Süleyman ÖZIŞIK 

Ayastefanos Anıtı Yeniden Dikilemez

Ayastefanos Anıtı Yeniden Dikilemez

 

Alptekin CEVHERLİ

 

alptekin cevherliHer milletin kendi millî menfaatlerini ve değerlerini sembolleştirdiği çeşitli kutsalları vardı; bayrak, tarihteki çeşitli devlet adamları, sembol haline gelmiş mekân veya binalardır. Bunlar o milletin varlığının belki de yarı efsanevi, yarı gerçek devamını sağlayan figürlerdir. Milletlerin önüne birer hedef koyarak millî birliğin tesis edilmesini kolaylaştırırlar. Bu hedefe varmak için sonraki nesillere dinamizm katarlar.

Bu figürler, milletlerin ulaştıkları son noktayı veya çıkış noktalarını betimleyerek elde edilmesi gereken veya korunması gereken değerleri ortaya koyarlar. Bu anlamda ata mezarları da büyük önem taşır.

Sultan 1. Murat’ın Kosova Priştine’deki kabri, Macaristan’daki Gül Baba Türbesi, Bakü’deki Türk şehitliği, Enver Paşa’nın Kırgızistan’daki kabri (Ki bu mezar yanlış bir kararla Demirel tarafından Türkiye’ye geri getirilmiştir.) vd…

Aynı şekilde diğer milletlerin de ulaştıkları son nokta ve erek olarak aynen bizim gibi mezarlıkları vardır. Yoksa Anzakların (Avusturalya ve Yeni Zelandalılar) on binlerce kilometre öteden her yıl gelip Çanakkale’de dedelerinin mezarları başında “şafak ayini” yapmasını başka türlü izah edemezsiniz…t__rk __ehitlikleriyıkılmasıRussian_Monument_San_Stefano_Ottoman_Postcard

Bu mezarlar belki siyasi değil ama tarihi ve kültürel sınırları çizerler…

Bugün dünya üzerinde 34 ülkede (Almanya, Arnavutluk, Avusturya, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Filistin, Güney Kore, Hindistan, Irak, İngiltere, İran, İsrail, İtalya Japonya, KKTC, Letonya, Libya, Lübnan, Macaristan, Malta, Mısır, Myanmar, Polonya, Romanya, Rusya, Sırbistan, Suriye, Suudi Arabistan, Ukrayna, Ürdün ve Yunanistan şehitliğimiz olan ülkelerdir.) 78 Türk (Osmanlı+Türkiye) şehitliği mevcuttur. Elbette 10 bin yıllık Türk tarihi ve 16 büyük Türk İmparatorluğunu göz önüne alırsak, gök yüzündeki yıldızlar kadar Türk şehitliğinin dünyanın dört bir yanına savrulmuş olduğunu unutmamamız gerekir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi olarak kabul ettiği Osmanlı’nın önemli bir kısım yeni sayılabilecek tarihlerdeki şehitlikleri ve Cumhuriyet dönemi şehitlikleri bunlardır.

Aynı şey diğer milletler, mesela Ruslar için de geçerlidir…

Sultan 2. Abdülhamit’in tahta geçişinden kısa bir süre sonra 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos (Yeşilköy)’da imzalanan antlaşmayla Osmanlı Devleti’ne bağlı bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna’dan Ege’ye, Trakya’dan Arnavutluk’a uzanacaktı. Bosna-Hersek’e iç işlerinde bağımsızlık verilecek, Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek, Bulgar ordusu kuruluncaya kadar iki yıl müddetle 50.000’i geçmemek üzere Rus askeri Bulgaristan’da kalacak, Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’ne vereceği yıllık verginin tutarı Osmanlı Devleti ile Avrupa devletleri ve Rusya arasında kararlaştırılacak, Osmanlı Devleti Rusya’ya “Savaş Tazminatı” ödeyecek, Kars, Ardahan, Batum ve Doğu Beyazıt Rusya’ya verilecekti…

Bu antlaşma neticesi Osmanlı Devleti tarihinin en büyük toprak kayıplarından birini yaşamış, milyonlarca vatandaşımız sınırlarımız dışında düşmanın insafına kalmıştır.

Ruslar da Osmanlı Devleti için bir felaket olan bu 93 Harbi’nde (1877-78) İstanbul Yeşilköy’e kadar gelişlerini kutsamak, ulaştıkları son sınırı kalıcı kılmak ve orada ölen askerlerini yaşatmak adına İstanbul Yeşilköy’de (bugünkü Florya Ormanı’nda) kalan yerde Ayastefanos Anıtını dikmişlerdir. Bu anıt aynı zamanda bir kilise olup, İstanbul’u işgale gelirken ölen Rus askerlerinin anıt mezarlarıdır da…

Sultan 2’nci Abdülhamit’in bütün karşı çıkmasına rağmen kabul edilerek inşa edilmiş olan Ayastefanos Anıtı, Rusların Osmanlı ordusunu yenerek İstanbul kapısına dayandığının aynı zamanda resmidir de.

Bu utanç abidesi, Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve Rusya’ya savaş ilan edilmesi ardından İttihat ve Terakki Hükümeti tarafından dinamitle patlatılarak yıkılmış ve bu yıkım sahnesi aynı zamanda filme çekilerek Türk Sinema tarihinin de doğumu olmuştur. Bugün Türk sinemasının eldeki en eski filmi Ayastefanos Utanç Abidesi’nin Yıkılması Filmidir. Ve ilk Türk filmi olarak kabul edilmiştir…

Peki, bu kadar anıtlardan, mezarlardan durduk yere niye bahsettik?

Şimdi sıkı durun…

Rusya, bu utanç abidesini yeniden inşa etmemizi istiyor!

Ayastefanos Anıtı’nın inşası Rusya Devlet Başkanı Putin’in 2012 yılındaki Türkiye ziyaretinde Ruslarca gündeme getirilmiş, Türkiye’nin de karşılığında Rusya’daki bir şehitliğinin onarılması önerilmişti.

“Söz konusu anlaşma 3 Aralık 2012 tarihinde Başbakanlar düzeyinde gerçekleştirilen Türkiye- Rusya Federasyonu Üst Düzey İşbirliği Konseyi 3. toplantısında dışişleri bakanları tarafından imzalanmıştı. Rusya, anlaşmaya ilişkin iç onay sürecini 11 Aralık 2013 tarihinde tamamlamıştı. Türkiye tarafı ise dönemin dış işleri bakanının imzaladığı anlaşmayı TBMM gündemine almayarak tasarıyı kadük bırakmıştır.

Ancak Rusya, şimdi ise kendi iç hukuk sürecinde belki tamamlanan; ancak TBMM’nin onaylamadığı için kadük kalan tasarıyı Türkiye’ye uygulatmak için baskı yapıyor.

Buna asla izin veremeyiz. Çünkü Yeşilköy, Rusya’nın ne kültürel ve ne de manevi sınırı değildir ve olamaz!

“Eğer İstanbul’da bir Rus anıtı dikilecekse bunun mütekabiliyet esasına göre karşılığı, yaklaşık 150 yıl Osmanlı himayesinde kalan Moskova’daki Kızıl Meydan’a Türk Şehitliği yapılmasıdır!”

Yoksa 93 Harbinde ve devamındaki Balkan Harbi’nde verdiğimiz milyonlarca şehidin kemikleri sızlar, ‘ah’larını hiçbir şekilde ödeyemeyiz.

 

 

 

 

İbrahim Kalın: ABD’nin DEAŞ ile Mücadelesi Sıkıntılı!

Katıldığı televizyon programında gündeme dair önemli açıklamalarda bulunan İbrahim Kalın, ABD’nin DEAŞ ile mücadelesinde ciddi zaafları olduğunu belirtti.ibrahim-kalin

Başkent Kulusi programında Musul operasyonu’nu değerlendiren İbrahim Kalın, Musul’da daha operasyonun başında olunduğunu vurgulayarak, bu işin o kadar kolay olmayacağını ve içeri girdikçe çatışmaların artacağını söyledi. Kalın, Musul konusunda uyarıda bulunarak, “2003 ‘de yapılan hatalar ve Amerikan işgali DEAŞ’i Irak’ta icat etti ve tüm dünyanın başına bela etti. Bugün Musul Operasyonu’nda aynı hatalar yapılırsa başka canavarlar ortaya çıkar. “dedi.

Irak’tan Türk askerinin Başika’daki varlığına yönelik gelen eleştirilere de değinen Kalın, “Siz Irak’ta gereğini yapın. PKK ve DEAŞ’i bertaraf edin, Türkiye’nin tezkereye ihtiyacı kalmayacak.” dedi.

İşte o konuşmadan satır başları

-CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN’IN AÇIKLADIĞI YENİ GÜVENLİK DOKTRİNİ

Bölgemize bakın. Bugün Suriye’yi kim yönetiyor? Aynı şekilde Irak. Devlet dışı aktörler siyasi süreçleri belirliyor. Yemen ve Lübnan da öyle. Bölgede ciddi bir yönetilemezlik bir sorunu var. Bu konu ile ilgili tezler Türkiye’nin bölgede aktif olmasını istemeyenlerin dile getirdikleri. Tek istedikleri Türkiye bölgede söz sahibi olmasın. Türkiye’nin bölgedeki pozitif etkisini negatife çevirmek isteyenler yine aynı. Türkiye dışarıda dursun denildiği zaman hangi aktörlerin oraya girmesi için zemin hazırlanıyor, ona da bakmak lazım.

IRAK’A TEZKERE CEVABI

Bugüne kadar Türkiye tarafından Irak’a yönelik bir tehdit olmadı. Terör örgütleri Irak topraklarını kullanarak bize saldırıyor. PKK sadece bizle değil, Barzani ile de savaşıyor. Biz Irak’a diyoruz, bu örgüt yıllardır sizin komşunuza saldırıyor ve siz bir şey yapmıyorsunuz ve ya yapamıyorsunuz. Tezkere de bu yüzden çıktı. Sonra Irak’tan sanki bu ilkmiş gibi açıklamalar geldi. Siz orada gereğini yapın. PKK ve DEAŞ’i bertaraf edin Türkiye’nin tezkereye ihtiyacı kalmayacak.

MUSUL OPERASYONU’NDA TÜRKİYE’NİN ROLÜ

Hava operasyonu ile ilgili hazırlıklar yapıldı. Bizim burada birinci önceliğimiz DEAŞ’in temizlenmesi. Bir diğer ise sonrası. 2003 ‘de yapılan hatalar ve Amerikan işgali DEAŞ’i Irak’ta icat etti ve tüm dünyanın başına bela etti. Bugün Musul Operasyonu’nda aynı hatalar yapılırsa başka canavarlar ortaya çıkar. Yapılan operasyonlar Irak’ın dinamiklerine uygun olmalıdır. Şimdi bize diyebilirler ki Musul’dan size ne. Bu bizi de etkiliyor. Biz Musul’da yaşananlara sessiz kalabilir miyiz? Suriye meselesini gördük.

MUSUL’DA İÇERİ GİRDİKÇE ÇATIŞMALAR ARTACAK

Türkiye Suriye ve Irak’ta DEAŞ’le mücadele konusunda koalisyonla beraber hareket ediyor. Fırat Kalkanı bir ayrıcalıktır ama burada da koalisyon güçleri sürekli bilgilendirildi. Cerablus’ta hayat normale döndü ama Musul’la ilgili daha işin çok başındayız. Bu çok kolay olmayacak. Şu an Musul’un çevresi sarılmış durumda.İçeri doğru girildikçe çatışmaların şiddeti artacak.

KERKÜK’DEKİ PKK’LI SAYISI ABARTILIYOR

PKK Kerkük’te DEAŞ’le mücadele ediyor gibi onların reklamını yapan haberler yapıldı. Kerkük’teki PKK’lı sayısı abartılıyor. 2-3 araçlık bir ekibin girmeye çalıştığı bilgisi geldi. Onun da önüne geçilir. Orada PKK’nın olması ne bizim ne de Kerküklülerin kabul edeceği bir şey değil.Bizim bu konudaki hassasiyetimiz çok nettir.Aynı şekilde Haşti Şabi konusunda da hassasiyetimiz var. Haşdi Şabi’nin Musul’a girmeyeceği konusunda Amerika’nın teminatı var.erdogan-ve-hasdi-sabi

-Türkiye ve ABD anlaştı mı, ABD Türkiye’nin taleplerini dikkate alıyor mu?

Bizim ABD ile anlaştığımız noktalar var. DEAŞ’le mücadele konusunda hemfikiriz. Ama ABD’nin DEAŞ’le mücadelesinde ciddi zaafiyetler var. Bizim bu konuda çok ciddi şüphelerimiz var.

 

MEZOPOTOMYA’NIN SON ÇEYREK ASIRLIK KRONOLOJİSİ

 

 

 

süleyman pekinMezopotomya tabiri antik Yunanca’dan günümüze dek gelen binlerce yıllık kadim bir terim. Rize Güneysu’nun da eski adı olan Potomya; nehirlik / suluk yer, Mezo; iki, Mezo-potomya ise İki-nehir / Çifte-su manasında. Malûm; Fırat (Euphrates) ve Dicle (Tigris) nehirleri..

Su, hayat demek.. Sümerlerden Suriye, Irak ve Türkiye’ye değin 6 bin yıldır bu böyle.. Buna bir de son 2 asrın en önemli enerji kaynağı petrol de eklenince göz gözü görüyor. Ormanın kralı aslan için zebra, antilop, ceylan ne anlam ifade ediyorsa gezegenin reisi Amerika için de petrol, doğalgaz, su o anlamdadır.

Kameralarımızı sadece şu son 25 yıla çevirirsek bugün Musul’da ve Rakka’da ne olduğunu anlayabilir; kısa ve orta vadede de Irak, Suriye ve Türkiye’de ne olacağının ipuçlarını yakalayabiliriz. İran & Irak horoz dövüşü ve Kuveyt’e racon (üürü üüü) sonrasındayız:

  • 1991 – Kral Aslan’ın / Reis Amerika’nın Irak’a birinci çöküşü (Aslan’ın avdaşları /

Amerika’nın çorbacıları: Kuveyt Emiri, Suudî Arabistan Kralı, İngiltere Başbakanı, Kanada Başbakanı, Fransa Cumhurbaşkanı, Mısır ve Suriye Devlet Başkanları, İtalya ve Çekoslavakya Başbakanları.. artı işbirlikçiler; Fas, Umman, Pakistan, Katar, Bengladeş, Avustralya, Hollanda, Nijer, İsveç, Arjantin, Senegal, İspanya, Bahreyn, Belçika, Güney Kore, Polonya, Norveç, Yunanistan, Danimarka, Yeni Zelanda, Macaristan)

Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 1 koyup 3 almak istedi; Başbakan Yıldırım Akbulut ve Genelkurmay Başkanı Necip Torumtay ile Dışişleri ve Millî Savunma Bakanları izin vermedi. 1,5 milyon mülteciyi ve Çekiç Güç belasını çekmek zorunda kaldık.

  • 1998 – Çöl Tilkisi Operasyonu (Aslan’a av eğlencesi / Irak’a yarım çöküş, Yancı; İngiltere)
  • 1999 – Irak Şiî Ayaklanması (Ara nağme / Av antrenmanı)
  • 2003 – Kral Aslan’ın / Reis Amerika’nın Irak’a ikinci çöküşü (Avdaşları / Çorbacılar:

İngiltere Başbakanı, Avustralya ve Polonya Başbakanları.. artı yerli işbirlikçiler; Ahmed Çelebi, Mesut Barzanî, Celal Talabanî, Iyad Allavî, Mukteda Sadr)

Türkiye Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ve TBMM karşıt, Başbakan Abdullah Gül yandaş, Genelkurmay Başkanı ve Dışişleri Bakanı ise nötr kaldılar. Sonuçta; 1 koyan Barzanî ile Talabanî’ye Kuzey Irak’ta 2 Kürt kantonu kuruldu. 1 Şiî Araplara, buçuk da Sünnî Araplara..

  • 2004 – Kamışlı Kürt İsyanı (Ara nağme / Av antrenmanı)
  • 2011 – Kral Aslan’ın gözünü kestirdiği Kuzu’yu “Suyumu bulandırıyorsun” diyerek

ormandaki diğer avdaşlara parçalatma isteği / Reis Amerika’nın Suriye avlağını Irak avlağıyla parça parça birleştirerek Mezopotomya’ya çöküşü (IŞİD av köpeği)

Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve Dışişleri Bakanı yandaş; Rusya, İran ve Lübnan Hizbullahı karşıt; Suudî Arabistan, Fransa, Katar, İngiltere, Fransa, Kanada, Almanya, Avustralya yandaş, artı; ÖSO, PYD, YPG, PKK, El-Nusra, Ensar’ed-din, Ahrar, Çeçenler, Türkmenler, İslamî Cephe, Güney Cephe..

Neticede; Kuzey Irak’tan sonra Kuzey Suriye’de de 3 Kürt kantonu kuruldu.

  • 2014 – Kobani için PKK / HDP Ayaklanması (Ara nağme / Av antrenmanı)
  • 2015 – Hendekli Özyönetim Ayaklanması (Son nağme / Son antrenman)
  • 2016 – Fırat Kalkanı Harekâtı (Güvenlik akordu / Maç öncesi ısınma)
  • 2016 – Musul Operasyonu (Aslan’ın av köpeğini kıstırması / Amerika’nın avlağı yeni

avdaşa kiralaması)

Musul’da işimiz var mı veya Koalisyon’a katılalım mı?

Cevabı, 2017; “Burası Mezopotamya, burada kavga tarihle yaşıt.”

Prof.Arslan: Soykırım tasarısı dostlarımızın gerçek yüzünü gösterdi

sivas cumhuriyet hocası aslanSivas Cumhuriyet Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü Öğretim Üyesi Prof.Dr. Nagehan Talat Arslan, Almanya Parlamentosu’nda kabul edilen sözde Ermeni soykırımı tasarısının kabul edilmesini değerlendirerek, “Tasarı dostlarımızın gerçek yüzünü bir kez daha gösterdi’’ dedi.

Türk siyasi hayatında özellikle son yüzyılda Almanya’nın diğer ülkelere göre farklı bir yeri olduğunu hatırlatan Prof.Dr. Nagehan Talat Arslan, I. Cihan harbinde ittifak halinde olmamızın da psikolojik etkisiyle Türk Milleti’nin Almanlara ve Almanya’ya bakışının Fransa, İngiltere, İtalya gibi diğer Avrupa ülkelerinden farklı olduğuna dikkat çekti.

1950’lerden sonra Almanya’nın ikinci dünya savaşı yaralarını sarmasında ve imarında Türkiye’nin ve Türkiye’den Almanya’ya çalışmaya gidenlerin etkisinin çok büyük olduğunu belirten Prof.Dr. Arslan, “Almanya hem geçmişi hem de günümüzdeki rolü ile Avrupa’nın özellikle de Avrupa birliğinin lokomotif ülkesi konumundadır. Fransa ile birlikte AB içinde aslı unsurdur. Ortak çıkarlar olduğunda dost olduğumuzu her zaman hatırlayan batı bin yıldan daha fazla tarihi ve siyasi mirasıyla ceddimiz Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti’yle dostluk kavramının tersine davranışlara girmekten çekinmemektedir. Türkiye aleyhine uluslararası bir konu olduğunda maalesef aynı cephede, aynı safta, aynı ittifak içinde bulunduğumuz taraflar hiç çekinmeden dostluklarına uymayan davranış içine girebilmektedirler. Stratejik ortak, stratejik müttefik kavramlarının uluslararası arenada anlamsızlaştığına bir kez daha şahit olduk’’ dedi.

 

                                                                 YENİ POZİSYON ALINMALI 

Uluslararası arenada aslı unsurun menfaat olduğunu, dostluk ve hamasi yaklaşımların geçer akçe olmadığını hatırlatan Arslan, çıkarların belirlediği bir alanda haklı haksız, doğru yanlış gibi değer yüklü yaklaşımların bir anlam taşımadığını ifade etti. Bu nedenle her konuda ve her olayda a, b, c gibi planlar yapılıp durumsallık yaklaşımı içinde hareket edilmesi gerektiğini belirterek, “Özellikle Ermeni tasarısı konusunda Almanya’nın bu tavrı Türk-Alman ilişkilerine yeni bir pozisyon almamızı zorunlu kılacaktır. 1915 olayları konusunda özellikle dünya kamuoyunda Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze çok etkin bir çaba gösterdiğimiz söylenemez. Şu an dünyada Uruguay’dan Belçika’ya, Kanada’dan Amerika’ya, Vatikan’dan Lübnan’a, Rusya Federasyonu’ndan Arjantin’e, Yunanistan’dan İsveç’e, İtalya’dan İsviçre’ye, Hollanda’dan Venezuella’ya, Litvanya’dan Şili’ye, Polonya’dan Bolivya’ya, Avusturya’dan Brezilya’ya, Suriye’den Almanya’ya 25 ülke soykırım tasarısına imza atmış bulunmaktadır. İşin ilginç yanı bütün dünya kamuoyu önünde ve pervasız bir şekilde bu kararlar alınmaktadır’’ İfadelerini kullandı.

                                             ERMENİSTAN ÜZERİNDEN KÜRESEL BASKI

Bir zamanlar millet-i sadıka olarak tanımlanan Ermeni halkı ile ne Osmanlı’nın ne de Türkiye Cumhuriyeti’nin bir sorunu olmadığına dikkat çeken Arslan, sayısı yüzbinleri bulan Ermeni kökenli Türk vatandaşlarının bulunduğunu, 1915 olaylarının bir yönüyle Ermenilerin meselesi olmaktan öteye geçirilip, Türkiye üzerinde etkili olmak isteyen ülkelerin bir oyuncağı haline dönüştürüldüğünü iddia etti. Dünya ölçeğinde hemen hemen hiçbir etkinliği bulunmayan Ermenistan’ın 25 ülkede bu tasarıları kabul ettirmesinin imkansız olduğuna vurgu yapan Prof.Dr. Arslan, “Türkiye Ermenilerin uluslararası arenada kullanılmasını engellemelidir. Bir zamanlar Yunanistan üzerinden yapılan bu küresel baskılar günümüzde yeniden ısıtılıp Ermenistan üzerinden yapılmaktadır. Bu ülkelerin gerçek yüzlerinin bu olduğu bizler için yeni bir durum değildir. Tarihte tekerrür eden yüzlerce olay bize batının ikiyüzlülüğünü göstermiştir. Bu durumda bizlere düşen ise büyük devlet haşmetine yakışır şekilde ‘Yolunuz açık olsun’ demektir’’ görüşlerine yer verdi.