Etiket arşivi: Kraliçe

En büyük eksiğimiz Lobi faaliyeti ve siyaset

İlhan KARAÇAY’dan 2019 Yıl Sonu Yorumu

En büyük eksiğimiz Lobi faaliyeti ve siyaset

Veda etmekte olduğumuz 2019 yılında, Hollanda ile Türkiye arasında dişe dokunur bir siyasi olay yaşanmadı. Rahatsız edici birkaç olay yaşandı ama, bu olaylar da her iki taraftan gelen sağlıklı ataklar sayesinde yumuşatıldı. Lahey Büyükelçimiz Şaban Dişli’nin, Hollanda’yı yakından tanımış olması ve  eski dostlarının devreye girmesi de kolaylaştırıcı oldu.
Peki, 2019 yılında Hollanda’da Türkler açısından acı ve tatlı olaylar yaşanmadı mı?
Tabii ki yaşandı. Ama iki ülkeyi ve iki ülkenin insanlarını çok etkileyecek olaylar yaşanmadı.

2019’da Hollanda’daki Türk toplumu içinde kayda değer gelişmeler olmadı ama, Türkler’in pasifliği konusunda en eleştirel yıl oldu. Yani Türkler ‘Lobi oluşturma’ konusunda snıfta kaldılar. Benim açımdan kayda değer bir konu daha var. Hollanda’daki resmi kurumlarımız, kendilerine bir paye biçen bazı işgüzer ve ağzı kalabalıklardan çok rahatsızlar. Kendilerine paye biçen bu ağzı kalabalıklar, buradaki kurumlarımızı ve bu kurumların başındaki yöneticileri,  Ankara’daki siyasi tanıdıklarına şikayeti moda haline getirdiler. İşin kötü tarafı, Ankara’daki siyasiler de, amaçları sırf ‘çıkar’ olan bu kişileri ciddiye alıyorlar ve kurumlarımız ile yöneticilerini rahatsız edici tavır takınıyorlar.
Hollanda’daki resmi kurumlarımızı yönetenlerin çalışma şevkini kıracak kadar yoğunlaşan bu tavırlar bir an önce sona ermelidir.

Lobicilikteki beceriksizliğimize gelince:

Türk Sivil Toplum Kuruluşları’nın yetkililerine soruyorum: 2019 yılında, Hollandalı bir Bakan’ı veya Milletvekili’ni toplantılarınıza davet edebildiniz mi?
Siyasi Parti üyesi olan Türkler’e soruyorum: Türkiye’yi ve Türkleri sürekli olarak yermekte olan partidaşlarınızın bakış açılarını değiştirmek için hangi girişimlerde bulundunuz?
Bu konuda bana bir kaç cevap gelecektir. Ama inanın ki bunlar yetmez.

Aslında bu zaafiyetin bir gerekçesi vardır.
Eskiden, tüm siyasi partiler içinde, etkinliği olan Türkler yer alıyordu. 6 Milletvekili, 10 İl Genel Meclisi Üyesi ve 250’yi aşkın Belediye Meclis Üyesi çıkaran Türkler’in şimdilerde esamesi okunmuyor.
Bu saydığım etikete sahip Türkler var ama sayıları öyle kabarık değil.

Bana göre, siyasi alanda güç kaybetmemizin başlıca nedeni DENK Partisi’dir.
Ağırlıklı olarak Türkler’den kurulu olan, yabancıların menfaatlerini korumak için mücadele edeceği sanılan DENK Partisi, başlangıçta çok iyi giden politikasını değiştirince güç kaybetti.
Genel seçim öncesinde şahsen benim de desteklediğim ve ‘Hangi görüşte olursanız olun, DENK Partisi’ne bir defalığına da olsa oy verin’ diye çağrı yaptığım bu parti, şimdilerde siyaset arenasında yok oldu gibi.
Siyaseti DENK Partisi’nde sürdürmek için kendi partilerini terk eden Türkler de şimdi açıkta kaldılar.
Şimdi yapılması gereken, Türkler’in tüm siyasi partilere dağılmaları ve eskisi gibi seçilebilir konuma gelmeleridir.

Siyasi Partiler oy kazanımına çok önem verirler.  Oy uğruna siyasi ideolojilerini bile bir kenara koyarlar.
İsterseniz bu konudaki haklılığımı ortaya koymak için size yaşanmış bir olayı anlatayım.
Bu olayı okuduktan sonra, lobiciliğin de nasıl yapılması gerektiğini görmüş olacaksınız.

Uçuç Vergisi

8 yıl önce, Hollanda hükümeti uçak biletlerine bir  ‘Uçuş vergisi’ koymak için bir yasa tasarısı düzenliyordu. Bu tasarıya göre, Atina’ya uçacak olan yolcu hiç vergi ödemeyecek, ama Ankara veya Antalya’ya uçacak olan yolcu 35 ile 50 euro arasında bir vergi ödeyecekti. Bu teklif yasalaşırsa, tatile gidecek Türk ailelerine büyük bir maddi külfet yüklenecekti. Bu duruma önce Hollanda Seyahat Acentaları Birliği ANVR, daha sonra çeşitli havayolu şirketleri itirazlarda bulundular. Corendon firması da girişimde bulundu ama fayda etmedi.

Utrecht Turizm Fuarı’nın açılış arifesindeydik. İşçi Partisi milletvekili olan eski dostum ve Agis’in Eski Genel Başkanı  Eelke van der Veen’i aradım. Durum hakkında birşeyler yapılması gerektiğini söyledim. O da beni, bu tasarının hazırlayıcısı olan Paul Tang’a yönlendirdi. Aynı akşam Paul Tang beni aradı ve ne istediğimi sordu. Ben de kendisine, iki gün sonra açılacak olan Turizm Fuarı’nda buluşma teklifinde bulundum. 6 Türk tur operatörü ve birkaç basın mensubu arkadaşım ile, Turizm Müşavirliği’mizin standında buluştuk. Turizmci dostlar, biletlere eklenecek olan ‘Uçuş vergisi’nin yolcular için ağır bir yük olacağını anlattılar. Paul Tang da, alınacak olan vergilerin, uçakların kirlettiği çevre için harcanacağını belirterek, çevre temizliliğinin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalıştı.

Toplantının sonucunda, fikir değişikliği olmadığı kanaatine vardım.
Ben de, ‘Mademki bu işler siyasetle ve oy hesabıyla çözümlenir, o halde ben de bu işi bu yolla halletmeliyim’ diye düşündüm ve Paul Tang’ı tren istasyonuna kadar yolcu ederken konuşmaya başladım: ‘Bak Paul, sizin partiniz geçen seçimlerde, Ermeni davasını körü körüne desteklediği için Türkler’den oy alamadı. Toplum olarak Demokrat ’66 Partisi adayı Fatma Koşer Kaya’yı destekledik ve seçilmesini sağladık. Kaldı ki, bugüne kadar, sağcı olsun veya solcu olsun Türkler hep sizin partiye oy veriyorlardı. Şimdi bu uçak vergisi yüzünden Türk aileler size yine kızacak ve oy vermeyecekler. Sana tavsiyem, başkanınız  Wouter Bos ile konuş ve bu durumu izah et’.

Paul Tang aynı akşam beni aradı ve Parti Başkanı Wouter Bos ile görüştüğünü, Maliye Bakanı’ndan da bu konuda randevu alındığını söyleyerek iyiye doğru bir işaret verdi.

Seyahat dalında faaliyet gösteren dostlara bunu anlattığım zaman bana, ‘Boş ver abi, bu iş böyle kalır’ diye umutsuz yanıtlar vermişlerdi.

Paul Tang ile konuşmam ocak ayında yapılmıştı. Mayıs ayı başında Mersin’deyken akşam telefonum çaldı. Telefon hattında Paul Tang vardı. ‘Müjde
Karaçay, uçak vergisi tasarısını geri çektim.
‘ diye iyi haberi verdi.

Bu anlattıklarım, pek çok sorunun lobi faaliyeti ile nasıl çözümleneceğinin bir örneğidir.

De Telegraaf ile kavgalar

Lobicilikte bireysel faaliyetler de çok önemlidir. Büyük ve güçlü bir gazeteyi nasıl yola getirdiğimi, Yavuz Nufel’in kaleminden okuyunuz lütfen;

İlhan Karaçay’ın bir de De Telegraaf girişimi vardır.
Çoğu zaman Türkler’e yapılan her haksızlığın karşısında artık Karaçay’ın DÜNYA Gazetesi vardır. Öyle ki, Türkler’e ve Türkiye’ye karşı her zaman acımasız davranan, kasıtlı haberler yayınlayan bir milyon trajlı en büyük gazete De Telegraaf’a âdeta savaş açar  Karaçay. “Boşuna uğraşıyorsun, De Telegraaf’ı yola getiremezsin!” derlerse de aldırmaz, mahkemelere verilir; yılmaz, yıldıramazlar.
Çünkü Karaçay haklıdır ve adalet tecelli edecektir, eder de.

De Telegraaf’ın yöneticileri, Karaçay’ın kendilerini eleştiren yazılarına ilgisiz kalmaz. Zamanın Genel Yayın Yönetmeni redaksiyonda bulunanlara sorar: ‘İçinizde Karaçay’ı tanıyan var mı’ der. Ünlü muhabir Jos van Noord, ‘Ben tanıyorum’ der. Genel Yayın Yönetmeni, ‘Davet et, konuşalım kendisiyle’ der.
Sonunda bir öğle yemeğinde buluşma gerçekleşir.

İlhan Karaçay, gazetenin sürekli Türkiye ve Türk aleyhtarlığı yayınlarını dile getirir ve ‘Turizmcilerimiz size yılda 5 milyon euroluk ilan veriyor. Siz ise Türk turizmini baltalamaya çalışıyorsunuz’ der. Karaçay, kendisi ile bir röportaj teklifini geri çevirir ve ‘Büyükelçimiz ile röportaj yapın’ der.

Karaçay’ın bu mücadelesi sonucunda aynı gazete, Lahey Büyükelçimiz ile yapılan röportajı tam sayfa olarak yayınlar. Hem de olumlu bir yaklaşımla.

Karaçay bu konuda şöyle diyor: “Oysa De Telegraaf’ın  tarihi boyunca hiçbir büyükelçiye böylesine geniş yer vermediği bilinen bir gerçektir. De Telegraaf, bununla da kalmayıp Türkiye lehinde çokça haber yayınladı. Özellikle, daha önce balta vurmaya çalıştığı turizmimiz için övgü dolu haberler yayınladı.

De Telegraaf yöneticileri daha sonra Türk turizmcileri ile de görüşmeler yapar. Beşer kişilik iki grupla ayrı ayrı yemek yenilir ve dertler dinlenir.

O zamanlar De Telegraaf 5-6 ay boyunca Türk aleyhtarlığı yapmaz ve bazen de güzel haberler yayınlar.

Kraliçe ve Başbakan’a mektuplar

Lobicilikte bireylerin de başarılı olabileceğinin bir başka örneği de, şahsımın Kraliçelere ve Başbakanlara yazdığım mektuplar ile kanıtlanmıştır.
Yine Yavuz Nufel’den kısa bir yazı:

‘İlhan Karaçay’ın 2002 yılında Kraliçe Beatrix’e yazdığı, 2017 yılında da şimdiki Başbakan Rutte’ye yazdığı mektuplar da, Türk ve Hollanda toplumunun barış içinde yaşayabilmeleri için, iyi niyetle yazılmış mektuplardı.

Hollanda’daki yaşamı boyunca, toplumsal konularda olduğu gibi, bireysel konularda da pek çok çalışmaları olan Karaçay,  yurttaşları için işveren kapılarında, hastane kapılarında, karakol kapılarında ve akla gelemeyecek bir çok kapıda mücadele verdi.
Karaçay’ın bu faaliyetleri tabii ki Hollanda-Türk tarihinde yerini alacaktır.’

İngilizlerin Canını Yakış Tarihimiz

    

 

19.yy ile 20.yy’ın ilk yarısına kadar dünyada “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk / The Empire On Which The Sun Never Sets” olarak adlandırılan İngiltere (E) yada İskoçya ve Galler’le birlikteki adıyla Büyük Britanya (GB) veyahut BB + Kuzey İrlanda ile beraberki ismiyle Birleşik Krallık (UK) hâl-i hazırda Akıl Oyunlarında etkili bir ülke.

92 yaşındaki Kraliçe Elizabet, sadece Birleşik Krallık’taki 2 tane adanın değil İmparatorluk Güneşinde sömürüldükten sonra nadasa bırakılan toplamda 2,5 milyarlık bir nüfusa ve 30 milyon kilometrekarelik bir yüzölçüme sahip tam tamına 53 ülkenin de Ana Kraliçesi; hemi de Pakistan, Bangladeş, Malezya, Nijerya gibi dev İslam ülkeleri dahil.

Bizim 1450-1600 arası rakipsiz, 1600-1700 arası ise diğerleriyle rekabet içerisinde Süper Gücümüzü temsil eden 600 küsur yıllık Osmanlı Güneşinin zeval dönemine denk gelse de 2’si onun son nefesinde ve 2’si de onun vârisinin doğuş ve yükseliş evrelerinde olmak üzere 4 kez İngilizlerin canını yakmışlığımız var.

Bunlardan ilki Çanakkale! 18 Mart’ta kutladığımız Deniz Zaferinin haricinde devrin Süper Gücü olan İngiltere’ye 25 Nisan’da başlayan ve tâ 9 Ocak 1916’daki Türk Zaferiyle neticelenen kara muharebelerindeki malûm başarılarımız ki artık kamuoyuna mâlolmuş durumda. Belediyeler ve muhtarlıklar günaşırı sefer düzenlemekteler.

İkincisi Kut’ül-Amare! Çanakkale’de işin sonuna gelmişken başlayan ve tam 5 ay sonra 29 Nisan 1916’da Türk Ordusu’nun kesin galibiyetiyle sonuçlanan, şimdilerde daha yeni yeni farkına varmakta olduğumuz Kut’lu Zafer. Burnundan kıl aldırmayan İngilizlere 23 bin kayıp verdirmekle kalmamış 13.800 İngiliz askerini de esir almışız. Bu alınanların 500’ü subay, bu subayların da 13’ü general, bu generallerden biri de İngiliz Ordu Komutanı Charles Ferrers Townshend.. Ve bu zaferin bizdeki karşılığı 350’si subay olmak kaydıyla 10 bin şehit.

Irak’ın başkenti Bağdat’ın güneyindeki Kut’a gidemesek de Elazığ’ın Hazar’ından doğan Dicle Nehri Kut Şehriyle her daim irtibatımızı sürdürmekte. Bir de Kut’ül Amare’deki şehitliğimizde tarihimizin hâlâ canlı şahidi 50 şehidimiz..

Üçüncüsü Kurtuluş Savaşı! Ve en önemlisi, ve en uzun sürelisi, ve en çetini… İstanbul derseniz; 13 Kasım 1918’te kaybettik, 6 Ekim 1923’te geri kazandık. Bizim İzmit derseniz, 15 Kasım 1918’de İngiliz işgali ve Ağustos 1920 başı Yunan işgali; Yunanlıları kovduğumuz 28-29 Haziran 1921 tarihine varmadan 26 Ağustos’ta Servetiye Mevzilerinde öldürülen İngiliz Generali ve onun cenazesini almak için 27 Ağustos 1920’de Haydarpaşa’dan özel gönderilen Kızılhaç Treni var.

İzmir dersiniz, Çanakkale dersiniz, Samsun dersiniz, Eskişehir dersiniz, Merzifon dersiniz, Kütahya dersiniz, Afyon dersiniz; bir tek “Biz Kurtuluş Savaşı’nda yalnızca Yunanlılarla savaştık” diyemezsiniz. İstihbarat savaşlarını ve şimdi sınırlarımızın dışında kalmış yerlerdeki sömürge savaşlarını da unutmamak lazım.

Dördüncüsü Kıbrıs Savaşı! Biri 20 Temmuz’da ve diğeri 14 Ağustos’da olmak üzere çifte Harekât ile kazandığımız Kıbrıs Zaferi de İngiltere, Amerika ve NATO’ya rağmen gerçekleşmiştir. Bu sırada bizim taraf 500 asker, 70 mücahit ve 270 sivil olmak üzere toplam 840 şehit; karşı taraf ise 4 bin kayıp vermiştir. Kıbrıs’ta birkaç ilçe büyüklüğünde İngiliz üsleri var ve Ortadoğu için Kıbrıs İngiltere’nin devâsa bir uçak gemisi hükmünde.

NATO’ya girişimizden sonra İngiltere’yi gücendirmemek adına Kut Bayramı’nı kutlamayı bıraktık da, Kıbrıs’ta İngiltere’nin dayatmasıyla bir türlü bitmek bilmeyen müzakereler yapıyoruz da, şu Yunanistan’ın çöktüğü 17 adamız ve 1 kayalığımıza neden sahip çıkamıyoruz? yoksa orda da rakibimiz İngiltere mi?

Avustralya’dan bir başarı öyküsü

 

 

ata-atun-HocaKıbrıslı Rumların Enosis, yani Kıbrıs adasının Yunanistan’a bağlanması uğruna 1 Nisan 1955 tarihinde başlattıkları tedhiş hareketi sonrasında ve 21 Aralık 1963 sabahı Kıbrıslı Türklere düzenli ve planlı saldırılar düzenlemeleri, Türk köylerini yakıp yıkmaları ve Makarios hükümetinin Kıbrıslı Türklere uyguladığı acımasız ekonomik ambargolar nedeni ile Kıbrıslı Türkler adadan göç etmek zorunda kaldı. Kardeşlerimizin yerleştikleri ülkeler Türkiye ile İngiliz kökenli Ortak Refah Topluluğuna üye olan İngiltere, Avustralya ve Kanada oldu.

 

Türk olmaları nedeni ile Türkiye’ye göç edenler herhangi bir zorlukla karşılaşmazken, İngilizlerin sömürgelerine bağımsızlık vermelerinden sonra ticari amaçla kurdukları Ortak Refah Topluğu ülkelerine gitmeyi tercih eden kardeşlerimiz de, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bu topluluğa üye olması nedeni ile herhangi bir yerleşim ve adaptasyon zorluğu çekmediler. Canlarını kurtarmak, kendilerinin ve soylarının geleceklerini garanti altına almak için zoraki göç eden kardeşlerimizin günümüzde, Üçüncü ve Dördüncü kuşakları bu ülkelerde yaşamlarını sürdürmekteler.

 

Bu kardeşlerimizin bağları bizimle hiç kopmadı. Bazıları önemli mevkilere yükseldiler, bazıları ünlü birer iş adamı, akademisyen veya medya mensubu oldular.ata atun bayrak.jpg1

Halen daha bir İngiliz Sömürge devleti olan Avustralya’da her yıl, İngiliz Kraliçesi Elizabeth adına Kraliçenin doğum günü olan 12 Haziran’da sıra dışı başarı göstermiş olan Avustralya vatandaşlarına Kraliçenin Şeref Ödülü verilir. Bu yılki 594 kişilik listenin içinde bir Kıbrıslı Türk kardeşimiz var. Gururumuzun adı Tanya Ayşen Kaplan.

 

Avustralya’da İngiliz Kraliçesi Elizabeth’in doğum günü olan 12 Haziran’da yayınlanan tüm gazetelerde Avustralya’nın Cumhurbaşkanı konumundaki Vali (Governor-General) Sir Peter Cosgrove’dan “Kraliçenin Doğum Günü Şeref Listesi Ödülü”ne layık görülenlerin listesi yayınlanıyor. (Queen’s Birthday  Honour’s List) İşte Tanya Ayşen kardeşimiz bu listede yer aldı. Bir Avustralyalı için ulaşılması çok zor olan büyük bir onurdur bu listeye girebilmek.

 

Tanya Ayşen kardeşimize verilen bu ödülün gerekçesi, “Türkiye ve Avustralya arasındaki ilişkiye koyduğu katkı ve çalışmalar ile Gaziler-Emekliler toplumuna verdiği hizmetler. Çok çalışkan ve girişken bir kişi olan Tanya Ayşen hanım, 1970 yılından beri Güney Avustralya’daki Kıbrıs’tan ve Türkiye’den göç eden Türk toplumunun “Sosyal Görevlisi, Cemiyet Başkanı, Türk okullarında Öğretmenlik” görevlerini yerine getirmiş. 3 kez Türk Cemiyeti Başkanı seçilmiş. Son 7 yıldır da Günay Avustralya Türk Birliği’nin “Turkish Association of South Australia” Başkanı.

 

 

Tanya Ayşen Kaplan hanımın kim olduğunu pek az insanımızın bildiğine inanıyorum. Tanya hanım, kıymetli abimiz, yılların gazetecisi ve duayen basın mensubu Akay Cemal ağabeyimizin kız kardeşidir. Aile o denli başarılı ki, Tanya hanımın diğer ağabeyi Türkay Ilıcak bu yıl Kıbrıs Türk basın Konseyi’nin Basın Hizmet Ödülünü alırken, ağabeyi Akay da geçen sene aynı ödüle layık görülmüştü.

Özetle; Yurtdışında yaşayan Kıbrıslı Türkler, birçok alandaki başarılı ve örnek çalışmalarla adımızı duyurmaya ve bizi gururlandırmaya devam ediyor. Bize düşen, bu kişileri onore etmek, kıymet bilmek…

 

ata atun madalya(Kraliçenin Şeref Ödül’ü listesinin tümünü görmek için; “www.gg.gov.au” sayfasına gidin.  “Governor-General of the Commonwealth of Australia” başlıklı sayfa açılacaktır. Bu sayfada üst kısımdaki “12 June 2017 – The Queen’s Birthday 2017 Honours List” yazısının altındaki  “more” kelimesini tıklayın, “The Australian Honours Secretariat” sayfası açılacaktır. “Australian Honours Lists” başlığı altındaki listenin ilk satırında yer alan “Order of Australia and other awards” başlığının ilk sırasındaki “The Queen’s Birthday 2017” cümlesi üzerini tıklayın. Açılan Sayfada ilk sırada yer alan “S1- Order of Australia” seçeneğini tıklarsanız önünüze Kraliçenin Şeref Ödülü’nü alan liste açılacak veya da liste bilgisayarınıza indirilecektir. Soyadına göre hazırlanmış 27 sayfalık bu listenin 19. sayfasında Tanya Ayşen hanımın adı ve kısa bilgileri yer almaktadır. Hangi gerekçe ile bu onurlu ödüle layık görüldüğünü öğrenmek istiyorsanız, “S1- Order of Australia” seçeneğinin bulunduğu sayfaya geri dönüp alt satırlarda yer alan “Medal (OAM) of the Order of Australia in the General Division (F-L)” seçeneğini tıklayın. 59. sayfada Ayşen hanımın özgeçmişini ve hangi gerekçe ile söz konusu madalyaya layık görüldüğünü okuyabilirsiniz.)

 

Prof. Dr. Ata ATUN

Türk gazeteci İlhan Karaçay, son günlerde yaşanan Hollanda-Türkiye krizi sonrasında, iki ülke arasındaki buzları eritmek için, Başbakan Rutte’ye bir mektup yazdı

Hollanda’da 50 yıldır gazetecilik yapan ve gazetemiz türkiyeokuyor.com’da yazıları yayımlanan Türk kökenli gazeteci İlhan Karaçay, son günlerde yaşanan Hollanda-Türkiye krizi sonrasında, iki ülke arasındaki buzları eritmek için, Başbakan Rutte’ye bir mektup yazdı.

Hollanda’da yaşayan Türk kökenlilere 50 yıldır gazeteci ve ombudsman olarak hizmet veren İlhan Karaçay, daha önceleri de Kraliçe Juliana ve Kraliçe Beatrix’e mektuplar yazmıştı.
İlhan Karaçay’ın Başbakan Rutte’ye gönderdiği mektubun tam metni şöyle:

Almere, 27 Mart 2017

 

ilhan karaçaySayın Başbakanım,

Dikkat ettiyseniz size ‘Sayın Başbakan’ değil, ‘Sayın Başbakanım’ olarak hitap ettim. Zira, Türk kökenli bir Hollanda vatandaşı olarak sizi kendi Başbakanım olarak kabul ediyor ve saygı duyuyorum.
Daha önceleri de çeşitli sorunlar için Kraliçe Juliana ve Kraliçe Beatrix’e mektuplar yazmıştım.

Sayın Başbakanım, son günlerdeki acı ve üzücü olaylara değinmeden önce, Türk kökenlilerin Hollanda’ya uyum sağlamadıkları iddiasına karşı, Hollanda’da bu konuda nelerin yanlış yapıldığına değinmek istiyorum. Ama bunun için örnekler vermek mecburiyetindeyim.

Ben şahsen, Türkiye’de yabancı kökenli bir  ‘Allochtoon’ olarak dünyaya gelmiştim. Çocukluk yıllarımda Arapça konuşmamız yasaktı. Konuşanlar karakola götürülüyordu. Müslümanlığın Alevi mezhebine sahip olduğumuz için, dini vecibelerimizi de gizli bir şekilde yerine getirebiliyorduk. Daha sonraları yaşanan rejim değişikliklerinden sonra Arapçayı da konuşabildik, Alevi olarak dini vecibelerimizi de yerine getirebildik.
Yasaklar devam etseydi, belki de kendimi hiçbir zaman Türk addetmeyecektim ve kendimi Suriyeli Arap kabul edecektim. Ama ben kendimi hep Türk olarak hissettim.

Aradan yıllar geçtikten sonra bu kez ben Hollanda’ya göç ettim. Sonra Hollanda tabiyetine geçtim. Gazetecilik yaparken Hollanda milli takımı ve Ajax ile dünyanın çeşitli yerlerine gittim.
Seviyordum o zaman Hollanda futbolunu. 1978 yılında Arjantin’deki finalde kaybedince hüngür hüngür ağlamıştım.
Daha sonra laleleri, yeldeğirmenlerini ve sarışınlarını sevmeye başladımHollanda’nın.
Bu sarışınlardan biri ile evlendim de…

Bu evlilikten iki çocuğum oldu. İki de torunum var. Çocuklarım burada doğmuş olmalarına rağmen, benim yabancı kökenli olmam nedeniyle ‘Allochtoon’ olarak kayıtlara geçtiler. Başlangıçta ayrımcılıktan şikayet etmedi çocuklarım. Ben nasıl ki  çocuk iken bir allochtoon olarak Türkiye’yi sevdim ve kendimi bir Türk olarak kabul ettiysem, çocuklarım da Hollanda’yı sevecek ve kendilerini Hollandalı olarak kabul edeceklerdi. Ama maalesef öyle olmadı. İki dilli ve iki kültürlü bir zenginliğe rağmen, çocuklarım da her zaman ayrımcılığı hissettiler.
Çocuklarım, gazeteci olmam hasebiyle, yaşanan haksızlıklardan hep haberdar oldular ve bu duygular içinde yaşadılar.

Şahsen ben de ayrımcılığa kurban gittim.
İki ülke arasında büyük bir sürtüşme ve boykota varan olaylar yaşandığı için. bu konuyu da anlatmakta yarar görüyorum.
Hatırlarsanız, Alanya’da birkaç kendini bilmez Türk, 1995 yılında Hollandalı kızlara tecavüz etmiş ve kızlardan Marijke van Dijk’i öldürmüşlerdi. Bu caniler ömür boyu hapis cezasına çarptırılmışlardı. Daha sonra çıkan bir af yasasından  yararlandıkları sanılan katiller yanlışlıkla serbest bırakılmışlardı. İşte o zaman Hollanda’da kıyamet kopmuştu. Hollanda ile Türkiye ilişkileri, bugünkü olaylar gibi zedelenmişti. Daha sonra hata düzeltildi ve katiller yeniden hapisaneye konulmuştu. O sırada Prens Willem Alexander ve Prenses Maxima Türkiye’ye gideceklerdi. Ama medyanın yaygarası nedeniyle bu gezi iptal edilmişti. İş o raddeye varmıştı ki, iki ülke biribirlerine karşı boykot tehditleri savurmuşlardı.

 

İşte o sırada ben ortalığı yumuşatmak için, yönetmekte olduğum DÜNYA gazetesinde Türkçe ve Hollandaca bir yorum yayınlamıştım. Bu yorumumda iki ülke yöneticilerini sakin olmaya davet etmiş, iki ülke halkına da tavsiyelerde bulunmuştum.
Satır aralarında Hollandalı ebeveynlere ve kızlara şu tavsiyede bulunmuştum:
 ” Türkiye bir İskandinav ülkesi değil, bir ortadoğu ülkesidir.  Bu nedenle Türkiye’de giyiminize ve davranışlarınıza dikkat edin.” diye yazmıştım.

 

Ne var ki GPD Ajansı, benim bu tavsiyemden bir başka anlam çıkarmış ve 28 abonesine, benim, ‘Alanya’daki tecavüz ve cinayet kendi kabahatlarıydı’ diye yazdığımı iddia etmiş ve ‘Verkrachting Alanya was eigen schuld’ başlığı ile haber yapmıştı.

İşte o zaman kıyamet koptu ve tüm Hollanda medyası bana karşı acımasız yayın yapmaya başladı. Tabii ki olaya karışan kızlar ve aileleri de çok üzüldüler ve benim aleyhime tazminat davası açtılar.

Ben, haber-yorumumda böyle bir ifade kullanmadığımı belirtmeme ve ailelerden özür dilememe rağmen yargılandım. Ne gariptir ki, Utrechts Nieuwsblad gazetesi daha sonraki bir başyazısında, yanlış yaptıklarını ve benim böyle bir ifade kullanmadığımı yazdı ama bu da fayda etmedi.

Avukatlarımın ‘Fikir özgürlüğü’ savunması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden örnek duruşmalar göstermesi ve Utrechts Nieuwsblad’ın günah çıkarır gibi düzeltme yorumu bile yargıçları tatmin etmedi. Bu nedenle toplamda 18 bin euro cezaya çarptırıldım ve bu cezayı da ailelere ve devlete ödedim.

Yukarıda anlattığım olay, Hollanda adliyesinin bana karşı açıkça uyguladığı bir ayrımcılıktır. Çok uğraşmıştım. Amsterdam’daki duruşmaya bizzat katılmıştım. Hakimin önünde ailelere hitap ederek, böyle bir benzetme yapmadığımı söyledim ve açıkça özür diledim. Ama yargıçlar, medyanın etkisinde kalmıştı bir kere…

Şimdi gelelim bu günlere.
Bugünlerde de Türkiye ile Hollanda arasında büyük bir gerilim yaşanıyor.
Burada tekrarlamaya gerek görmediğim malum olaylar, iki ülke arasında savaş niteliği kazanacak kadar ciddi bir şekilde gelişiyor. Öyle ya, Rotterdan Belediye Başkanı Aboutaleb’in, ‘Polis timine, yanlış bir harekette vur emri vermiştim’ şeklindeki açıklaması, Türk Dışişleri Bakanı tarafından ‘ Bu bir savaş nedeni olurdu’ tepkisine yol açtı.

Sayın Başbakanım, ben gerek ajansım ile gönderdiğim haber-yorumlarda ve gerekse sosyal medyadaki yazılarımda hep uzlaştırıcı olmaya çalıştım.
Bu olaylar için ne kadar çok kızmış Hollandalı varsa, lehte ve aleyhte o kadar çok kızmış Türk de var.

Ben burada, Türkiye’nin yanlışlarını sıralamayacağım. Türkiye’deki rejimin iyiliği veya kötülüğü bir tarafa. Mademki Hollanda demokrat, özgürlükçü ve insan haklarından yana bir ülkedir, o zaman 11 Mart cumartesi akşamı Rotterdam’da yaşanan olayların yorumunu nasıl yapmamız lazım?
Demokrasilerde, özgürlükçülükte ve insan hakları savunuculuğunda kısasa kısas olur mu?
Yani, ‘Türkiye şunu yaptı, biz de bunu yaparız’ demek olur mu?
O zaman nerede kaldı demokrasi, özgürlükçülük ve insan hakları savunuculuğu?

O akşam televizyonlardan canlı olarak izlediğimiz olaylar sırasında, Hollandalılar’ın gururla baktıkları polis kuşatması, Türkler’in içini karartıyordu.
Ekranlarda hem de Bakan olan bir hanımefediye yapılan muamaleyi izleyen milyonlarca Türk, adeta kan kusuyorlardı. Türk kökenli bir Hollanda vatandaşı olarak ben de öfkelenmiştim. Türkiye’nin Rotterdam Başkonsolosu Sadin Ayyıldız’a, Bakan’ın yanına girme izni bile verilmiyordu. Bakan’a ve yanındaki heyete bir bardak su bile verilemedi.

Daha sonra iki Türk diplomat tutuklanarak karakola götürüldü. Diplomatik pasaportlarını gösterdikleri halde tam iki saat hem de ayrı ayrı hücrelerde tutuldular.

Peki, bu olayların bu raddeye gelişinin nedeni Türkler miydi?
Ben şahsen, sizin Türkiye Başbakanı Yıldırım ile, Koenders’ın da Dışileri Bakanı Çavuşoğlu ile yaptığınız telefon konuşmalarının içeriğini biliyor gibiyim.
Fransa’nın aynı saatlerde Çavuşoğlu’nun uçağına iniş verdiği haberleri arasında, sizin hala yasakçı olma tavrınızın nedeni, iddia edildiği gibi, sırf Wilders’e karşı, daha sert yabancı ayrımcılığı yapmak mıydı?
Hoş, genel kanaat böyleydi ve bu nedenle de sizin seçimde Wilders’i alt ettiğiniz kanaati hakim ama, bundan sonra olayın telafisine nasıl gideceksiniz?

Sayın Başbakanım, sayıları 315 bini bulan Türk kökenli Hollanda vatandaşı olarak, biz bu ülkeyi, lalesi, yel değirmeni, sarışını, eşcinseli ile sevmek istiyoruz.
Bir zamanlar ben çok sevmiştim bu ülkeyi.
Sonra sevmez oldum.
Haliyle çocuklarım da uzaklaştı bu sevgiden.

Şimdi bir iddiaya karşı yanıt vereyim. Hollandalılar faşist ve ırkçı değillerdir.
Hollandalı’nın faşist ve ırkçı olmadığının delil ve örnekleri elimizde vardır.
Bir zamanlar Glimmerveen diye ırkçı bir politakcı türemişti. Ama Hollanda halkı bu ırkçıya prim vermedi ve seçimlerde tek sandalye bile kazanamadı. Daha sonra Janmaat diye bir başka ırkçı çıktı piyasaya.
Bu ırkçı da Hollanda halkından destek alamadı. Sadece bir sandalye kazandı ve kendisi meclise girdi. Ama meclisteki hiçbir parlamenter bu adamın elini bile sıkmadı. Zira o zamanlar politikacılar Hollanda halkının bu konudaki duygularını ve tutumunu çok iyi biliyorlardı.
Sonra sevimli bir ırkçı çıktı ortaya. Pim Fortuyn idi bu sevimli ırkçı.
New York’taki 11 Eylül sendromundan sonra patlayan islamafobiden de yararlanan  Fortuyn büyük bir popülarite kazanmıştı. Ama ne var ki öldürüldü Fortuyn. Katili bulunmasaydı, suç Müslümanlar’a atılacaktı. Ama ne mutlu ki katili yakalandı ve Müslümanlar bu töhmetten kurtuldu. Katil bir Müslüman değil, sapsarı bir Hollandalıydı.

Daha sonra Bayan Verdonk Azınlıklardan Sorumlu bir Bakan olarak çıktı karşımıza. Söylemleri ve uygulamaları ile tam bir yabancı karşıtı olan Verdonk’a ben, bir Türk şarkısından esinlenerek  ‘Vicdansız Sabuha‘ lakabını takmıştım. Sonraları da Wilders denen adam çıktı arenaya…
Sonu da malum.
İşte, Hollanda halkı bu çirkin politikacıların tesiri altında kaldılar. Aramızdaki çürük elmalar da Hollanda halkı içindeki bakış açılarının değişmesinde rol aldılar.

Eskiden bize, ne Türkiye devleti sahip çıkıyordu ne de Hollanda.
Şimdi görüyorum ki, bizi paylaşamıyorsunuz.
O zaman, bize bir şans verin sayın Başbakanım.
Öyle şeyler yapın ki, biz bu ülkeyi yeniden sevelim.
Gerekirse bu ülke için can da verelim.

Şu bir gerçektir ki, Hollandalılar olaylara daha serin kanlı bakarlar. Yani serinkanlı nuchterler.
Doğulular ise duygusaldırlar. Hollanda’yı yöneten bir Başbakan olarak siz burada serinkanlılığınızı gösterin ve daha duygusal olan Türkiye’ye karşı daha kucaklayıcı olun.

Bakın, buraya gelmiş ve burada doğmuş olan yarım milyona yakın Türk kökenli, çoğunlukla bu ülkeye entegre olmuş vatandaşlardır. 25 bin Türk kökenli işyeri açmıştır bu vatandaşlarınız. Bunlar 100 bine yakın insan çalıştırmaktadır. Türk kökenli çocuklar eğitim görmüşlerdir. Binlerce gencimiz çok önemli pozisyonlarda görev yapmaktadır. Türk kökenliler siyasete de ilgi duymuşlardır. Milletvekili olan, İl Genel Meclisi Üyesi olan ve Belediye Meclis Üyesi olan binlerce Türk kökenli vardır.
Bazı çatlak sesler, Türk kökenlileri aşağılamak için bu gelişmelerin aksini iddia etmektedirler.
Tabii ki her toplum içinde çürük elmalar olacaktır.
Türkiye’nin Akdeniz sahillerinde binlerce Hollandalı yaşamaktadır. Oradaki Hollandalılar arasında da çürük elmalar yok mudur?

Göçmenler, dünyanın her tarafında aynı kaderi paylaşırlar sayın Başbakanım.
Kanada’daki, Avusturalya’daki, Yeni Zelanda’daki Hollanda’dan göç etmişlere bakınız. Orada da aynı sorunları görürsünüz. Buralarda kiliseler boş iken ve hatta bazıları camiye dönüştürülürken, oralarda kiliseler dolmaktadır. Tıpkı burada camilerin dolduğu gibi…
Bunlar, göçmenlerin kendilerini sahipsiz hissetmelerinden kaynaklanmaktadır.

Türk kökenlilerin Hollanda’daki toplumsal konumları da tartışılıyor. Türk kökenliler aslında toplumdaki gelişmelere duyarlı davranmaktadırlar.  Bunun son örneğini 15 Mart seçimlerinde gördük. Türk kökenliler siyasi katılım mücadelesinde farklı bir misyon ortaya koydular. Türk kökenliler seçimlerde katılımı azami seviyeye çıkararak, güçlerinin farkına varılmasını istediler ve bunu sağladılar.  Seçim andıklarına giderek Hollanda’nın asli unsuru olduklarını ortaya koydular. Türk kökenliler,  kullandıkları oylar ile, bu ülkenin yönetimi ile ilgili kaygılarının olduğunu ortaya koydular.  Eşit vatandaşlar olarak, seçme ve seçilme hakkını  vatandaşlık şuuruyla yerine getirdiklerini gösterdiler.  Türk kökenli Hollandalılar, Türkiye’ye duydukları aidiyetin, Hollanda’ya duydukları aidiyete halel getirmeyeceğini, tam aksine bunun bir zenginlik olduğunu tavırlarıyla gösterdiler.

Sayın Başbakanım, madem ki bizler, gelişmemiş ve henüz demokratikleşmemiş bir ülkeden göç etmişiz, siz de gelişmiş , medenileşmiş ve demokratikleşmiş bir ülkesiniz, o halde gelişmelere de bu minvalde toleranslı davranılması gerektiğini anlamalısınız.
Burada yaşamakta olan yarım milyona yakın Türk ve Türk kökenlinin daha fazla üzülmesine izin vermeyiniz.
Buradaki Türk kökenliler, Hollanda’nın lalesini, yeldeğirmenini, futbolunu ve sarışınlarını yine sevmek istiyorlar. Bu aşkın yeniden doğmasına ön ayak olunuz.

Bu mektubum ile birlikte size, 2012 yılında kutladığımız Hollanda-Türkiye ile 400 yıllık ilişkilere ait kitabımı da gönderiyorm.
Bu kitapta da göreceksiniz ki, iki ülke arasındaki dostluk çok eskiye dayanıyor. Bu bir dostluktan ziyade kader birliğine de benziyor. Zira Türkiye, Hollanda’nın kuruluşunda ve sonrasında büyük yararlar sağlamıştır. Hollanda’nın düşman olması gereken en son ülke Türkiye olmalıdır.

Hollanda’nın Türkiye’ye minnet borcu da vardır. Bu borcu Prens Maurits o zamanlar Zeeland’ta bir yere ‘Türkije’ adını vererek ödemeye çalışmıştır. 80 Yıllık İspanya savaşını kazanmanızda Osmanlı’nın rolü olmuştur.  Kurulan Hollanda devletini Venedikliler, Almanlar ve Fransızlar istemediği halde ilk tanıyan Osmanlı olmuştur.
İlk Büyükelçiniz Haga, Osmanlı Sultanı tarafından kabul edilip kapütülasyon hakkını aldığı zaman Hollandalılar çok mutlu olmuşlardı.
İşte biz böylesi bir kader birliğine sahibiz.

Şimdi sıra o kader birliğini yeniden inşa etmeye geldi.
Bunu da en iyi yapacak olanların başında siz geliyorsunuz.
Sizden bekleneni yapınız sayın Başbakanım.
Bu ara benim yapmamı istediğiniz bir şey olursa, başımın üzerine…

Mektubuma son vereceğim sırada Rotterdam’dan bir haber geldi: Bir Türk, dükkanını Erdoğan posterleri ile süslemiş. Uyarı üzerine polis gelmiş ve bu posterleri toparlatmış. Gerekçe olarak da, kışkırtıcılığı önlemek gösterilmiş.
Bu durumda bu tip gelişmeler devam edecek gibi.

Peki şimdi ne yapacağız sayın Başbakanım?
Bu ülkede Erdoğan’ı sevenler olduğu sürece, siz nasıl demokrat ve özgürlükçü olarak hareket edeceksiniz? Türkler’in bazıları soruyorlar: Erdoğan diktatördü de, neden O’nunla anlaşmalar yapıyorsunuz? Erdoğan’ı Avrupa olarak neden tamamen dışlamıyorsunuz da, konu seçim olduğu zaman O’nu dışlıyorsunuz?
Burada yaşayan yarım milyona yakın Türk kökenlinin büyük çoğunluğu, bu gibi siyasi çekişmeler içerisinde kurban mı olacaklar?

Lütfen sayın Başbakanım, siz Hollanda gibi önemli bir ülkeyi yönetecek beceriye sahipsiniz. Türkiye ile bozulmuş olan ilişkiyi çözebilecek yeteneğe sahip olduğunuza inanıyorum.
Paylaşamadığınız buradaki Türk kökenlilerin hatırına, barış inisiyatifini siz alınız.

Yarım milyona yakın Türk ve Türk kökenliler sizden bunu bekliyor.
Saygılarımla,

İlhan Karaçay

Demet Altınyeleklioğlu’ndan Muhteşem Bir Çanakkale Romanı

gülümTarihi roman türünün Türkiye’deki en önemli temsilcilerinden Demet Altınyeleklioğlu’ndan muhteşem bir Çanakkale romanı.Birinci Dünya Savaşı tüm şiddetiyle sürerken Anzak Birlikleri, İngilizlere destek olmak için Gelibolu’da karaya çıkar ve kendilerine ait olmayan bir savaşın içinde, kendilerine ait olmayan bir nefreti dışarı vururlar.

Anzak Birliklerinde hemşire olarak görev yapan Helen’inse gözlerini zafer hırsı bürümüştür. Ancak savaşın kıyameti içinde, yaralı bir Türk subayını esir olarak hastane çadırına getirdiklerinde, Helen ne kalbine ne de aklına söz geçirebilecektir.

Çevrelerini saran kan ve barut kokusuna rağmen Teğmen Suat ile Hemşire Helen, düşmanlığın içinde gizlenen en masum duygulardan birini, aşkı yaşayacaklardır. Nefretle de sulansa, toprağın daima sevgiye gebe olduğunu işte o zaman anlayacaktır ikisi de.

Suat ile Helen, gencecik askerlerin canlarını siper ettikleri acımasız bir savaşın ortasında, kendilerini ümitsiz bir aşkın pençesinde bulurlar. Çünkü cephede filizlenen aşkların ilk şehitleri, kaybedilen ümitlerdir.
Sydney’den Gelibolu’ya uzanan trajik bir aşkın hikâyesi Gülüm…
Suat ile Helen’in hikâyesi.
1915’te bir çadır hastanesinde başlayıp okyanusları aşan, kalpleri sızlatan, dramatik bir sevdanın nefes nefese ve gözyaşlarıyla okuyacağınız hikâyesi.

gülüm1Demet Altınyeleklioğlu
Ankara’da doğdu. TED Ankara Koleji ve Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nu bitirdi. Hacettepe Üniversitesi’nde Eğitim İle­ti­şimleri konusunda yüksek lisans yaptı. 1980’den itibaren TRT televizyonlarında yüzlerce programın yapımcılığını üstlendi. Çeşitli kademelerde yöneticilik yaptı. Otuzun üzerinde roman çevirdi. 2013 yılında emekli olarak TRT’den ayrıldı. Evli ve bir çocuk annesi olan Demet Altınyeleklioğlu Bodrum ve Miami’de yaşamaktadır. Moskof Cariye ,Hürrem, Alkışlarla Lamia, Cariye’nin, Kızı, Mihrimah, Cariye’nin Gelini, Nurbanu Altın, Cariye Safiye, Pargalı , Hatice Kara ,Kraliçe Kösem, Ah Bre Sevda ,Ah Bre Vatan , Bozkır Çiçeği ,Cem Sultan, yazarın diğer romanlarıdır.Haber Yayın:Yusuf Ünel