Etiket arşivi: Karamızrak

ALMANYA’NIN TÜRKİYE DÜŞMANLIĞI

ALMANYA’NIN TÜRKİYE DÜŞMANLIĞI

 

  1. seyfettin karamızrak 20. yüzyılın başlarında gelişen Almanya Türkiye ilişkileri, Birinci Dünya Savaşı ile stratejik ortaklığa dönüşmüştü. İki imparatorluk aynı anda yenilmiş ve küçülmüşlerdi.

 

Türkler, tarihin hiçbir çağında sürekli bir işgal ve hegemonya altında kalmadılar. Fakat her iki dünya savaşının mağlubu Almanya, müttefiki Japonya ile birlikte hala ABD’nin siyasi ve askeri vesayeti altındadır.

 

İkinci Dünya Savaşı’nda, Türkiye’nin tarafsızlığı Almanya’ya çok büyük avantajlar sağlamıştır. Hitler, Türkiye ile saldırmazlık anlaşmasını imzaladıktan 4 gün sonra, Rusya cephesini açmıştır.

Türkiye bu iyiliğinin karşılığını, mağluplar tarafında yer alarak ve 12 Adayı kaybetmekle gördü.

 

Tarihsel ve güncel gerçekler ışığında, devam eden Almanya- ABD rekabetinde; Almanya Türkiye’yi hep ABD’nin yanında ve kontrolünde görmüştür.

 

Almanya- Türkiye arasında; Rusya-Türkiye ilişkilerinde olduğu gibi güven sorunu vardır. Türkiye’nin, AB’ye üye alınması halinde, ABD yönlendirmeleri ile AB’nin siyasi istikrarını bozabileceği korkusu yaşanmaktadır.

Son günlerde Almanya, Türkiye’ye karşı haksız ve iftiracı bir kampanya başlatmıştır. Almanya’nın yaklaşık 4,5 milyon tirajlı gazetesi ‘Bild’, Almanya-Türkiye arasında yaşanan krize geniş yer vererek; “Erdoğan artık tatilcileri mi tutukluyor” başlığını kullandı.

 

Bild, Türkiye’ye tatile gidecek olanları uyardı. Türkiye’nin artık güvenli, hukuk ülkesi olmadığını, siyasi krizin giderek gerginleştiğini vurguladı.

 

Almanya Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’in ağzından; “Tutuklanan Alman insan hakları aktivisti Peter Steudtner’in keyfi tutuklanması ülkede hukuk ve güvenliğin kalmadığını gösteriyor” sözlerine yer verdi.

 

Ancak gazete, Alman ajanın Büyükada’daki darbe toplantısında yakalandığını okuyucularından sakladı.

 

Bild gazetesinde yayımlanan başka bir haberde ise,” Almanya’da okuyan ve tatil için Türkiye’ye gelen kız öğrencilerin zorla evlendirildiği “ iddia edildi.

 

Ayrıca Alman Maliye Bakanı Wolfgang Schaueble; “Türkiye’de yaşananlar aynı eski Doğu Almanya rejimini hatırlatıyor. Keyfi tutuklamalar aynı eskiden Doğu Almanya’da başına bir iş gelirse kimse sana yardımcı olamaz. Türkiye bu oyundan vazgeçmezse halkımıza söylemek zorundayız Türkiye tatili, seyahati için garanti veremeyiz. Gidenler riski kendi alır” şeklindeki sözlerine de yer verdi.

 

Almanya Uyum Bakanı Aydan Özoğuz, “Türkiye’nin bu kadar hesap edilemez duruma geleceğini tahmin edemezdim. Başkaları keyfi tutuklanırken nasıl rahatsız olmadan Türkiye’de tatil yapılabilir” sözleriyle karalama kampanyasına destek verdi.

 

Alman Hâkimler Birliği Başkanı Rehbehn, Neue Osnabrücker Zeitung’ yaptığı açıklamada, Türkiye’de tutuklu Alman vatandaşlarına yönelik suçlamaların bağımsız bir şekilde soruşturulabileceğine dair pek bir umut kalmadığını belirterek, “Keyfi tutuklamalar artık kestirilemeyecek noktaya geldi, hukuk devletine yaraşır etkin bir kontrol sistemi büyük ölçüde devre dışı kaldı” şeklinde konuştu.

 

FETÖ, PKK ve DHKP-C gibi terör örgütlerini barındıran Almanya, Türkiye’ye antidemokratik uygulamalarla saldırmaktadır. Almanya’yı bu tür saldırılara yönelten, Türkiye’ye cephe aldıran sebeplerden bazıları şunlardır:

 

Dev projelerle, yatırımlarla yükselmesi engellenemeyen Türkiye, Almanya’nın hedefi durumdadır. İstanbul Üçüncü Havalimanı, dünya hava taşımacılığında Frankfurt Havalimanı’nı devre dışı bırakacağa benziyor. İstanbul’un finans merkezi haline gelmesiyle Körfez sermayesi Almanya yerine, Türkiye’yi tercih etmeye başladı.

 

Türkiye, Almanya’yı da içinde bulunduran Avrupa’da, tarım ürünlerinin üretimi ve ihracatında, beyaz eşya üretimi ve ihracatında, çimento ve ayakkabı üretimi ile ihracatında Avrupa birincisi durumundadır.

 

Plastik üretimi ve ihracatı ile demir-çelik üretim ve ihracatında da Avrupa ikincisi olan Türkiye, otomotivde Avrupa altıncısıdır.

 

Türkiye son yıllarda Afrika ülkelerine; ekonomik, sosyal ve kültüler faaliyetlerini artırmıştır. Almanya’nın Afrika’ya yönelik yeni açılım öngören strateji belgesinde, Türkiye rakip olarak görülmektedir.

 

Yakılan yıkılan Irak ve Suriye’nin yeniden imarında, Türkiye en büyük payı almaktadır. Almanların Ortadoğu’da etkin olamaması kızgınlıklarına sebep olmaktadır.

 

Almanya, yıllardır içlerinde yaşayan Türkleri asimile etme peşindedir. Şimdiye kadar, beşinci jenerasyona ulaşan Türkleri asimile edemediler. Sahip çıkan Türkiye’ye bu yüzden kızgınlar.

Avrupa, kendi içindeki Müslüman kitlelerin harekete geçirilmesine karşıdır. Müslümanları sevmiyorlar. Bunları destekleyen Türkiye’ye kızgınlar.

 

Neo- Nazi ve aşırı sağın yükselmesinden ötürü, siyasetçiler aşırı sağ seçmenin dikkatini çekmek için Türkiye aleyhtarı politikalara başvuruyor.

 

FETÖ ile ilişkili gazete, TV ve internet siteleri, Alman bürokrasini yönlendirerek, siyasileri Türkiye aleyhine kışkırtmaktadır. PKK’nın Almanya’da yüzlerce dernek ve vakıfları var. Bunlar lobi çalışmaları ile Türkiye düşmanlığı yapmaktadırlar.

 

Türkiye motorlu taşıtlar ihracatında, yüksek cirolara ulaşmıştır. Gelişmeler Almanya’nın pazar payını daraltacak düzeydedir.

Almanya, Türkiye ilişkilerinin güvenli bir stratejik ortaklığa dönüşebilmesi için ABD – Türkiye ilişkilerinde daha dengeli ve bağlantısız bir statüye gereksinim vardır.

Türkiye’yi ABD’den kopartamayan Almanya’nın, çok hatalı ve son derece riskli politikalara yöneldiği görülmektedir.

Almanya, dolaylı stratejilerle, Türkiye’yi bölgesinde zayıflatmaya ve bölmeye çalışmaktadır. PKK’ya verdiği siyasal desteğin, açık veya gizli silah ve cephane satışları ile desteklendiği bilinmektedir.

Eğer Almanya küresel bir güç merkezi haline gelmek istiyorsa, bunu ancak Türkiye ile bütünleşerek yapabilir.

Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri, NATO içinde müttefik oldukları Türkiye’ye karşı düşmanca politikalarını derhal bırakmalıdır. Bölgedeki güç dengelerinin ve istikrarın, Türkiye olmadan sağlanamayacağını bilmeleri gerekir.

Aksi takdirde, kendilerinin de gelecekleri tehlikededir.

Sevgiyle kalın…

15 TEMMUZ KALKIŞMASI VE YILDÖNÜMÜ

 

 

seyfettin karamızrakTürkiye Cumhuriyeti Devleti, konumu itibarı ile geçmişten getirdiği tarihi ve kültürel birikimi, dünya üzerindeki misyonu, Türk ve İslam coğrafyasının birleştiricisi ve ümidi olması, mazlum milletlere özgürlük ve bağımsızlık ateşini yakması, büyük devletlerin sömürü ve zulüm planlarını bozması vb. durumlardan dolayı hep tehdit altındadır.

 

Türkiye’nin dış düşmanları; geçmişte olduğu gibi, şimdide, Vatanımızı bölüp parçalama sevdasından asla vaz geçmemişlerdir. Her fırsatta kirli planlarını acımasızca, icra etme peşindedirler.

 

Bu planlarının biride, içimizdeki; gafil, ahmak ve cahilleri, “zaafları olan hususları vaat ederek” kandırıp bize karşı örgütlemeleridir. PKK, PYD, DHKP-C, DEAŞ vb. bu örgütlerden bazılarıdır.

 

Bunlardan daha hain, sinsi, kalleş, merhametsiz ve istismarcı bir örgüt te FETÖ’nün örgütüdür. FETÖ’cülük, dini bir cemaat değil, Vatana, Bayrağa, İslam dinine, insanlığa ihanet şebekesinin adıdır.

 15 Temmuz akşamı bu örgüt, dış düşmanlarımızla birlikte, açıkça darbeye kalkışmış, Türk Milletinin, uçaklarını, tanklarını acımasızca insanlarımızın, kurumlarımızın, polislerimizin üzerine sürmüş, masumları hunharca şehit etmiş, meclisi ve birçok kurumu bombalamıştır.

Bu kalleş, ahlaksız, merhametsiz darbe girişimini öğrenen kahraman Türk Milleti, yüreğindeki Vatan Bayrak ve İman aşkıyla sokaklara fırlamıştır. Sadece elindeki bayraklarla, darbeye yeltenen hainlerin üzerine yürümüş, tankların ününe dikilmiş, geçit vermemek için önüne yatmıştır.

Kalkışmaya direnen bu insanlar, sadece bir partinin ya da grubun üyesi olmayan, partileri, görüşleri etnik yapıları farklı olan kişilerdi. Fakat tek vücut olmuş Türk Milletiydiler ve ortak bir paydada birleşmişlerdi: Vatan, Bayrak ve Özgürlük.

Her musibette bazı gerçekler de su yüzüne çıkmaktadır. Bu kalkışma, FETÖ’ nün nasıl bir din istismarcısı olduğunu, insanların nasıl kandırılarak Vatanına, Milletine düşman hale getirildiğini, ihanetin uzun vadede nasıl ustalıkla, sinsice icra edilerek devletin sinir hücrelerine kadar nüfuz edildiğini de ortaya koyması bakımından manidardır.

FETÖ’ nün hainliği ve satılmışlığı hususunda her kes hemfikirken, her nedense, bazı kesimler, 15 Temmuz tarihindeki bu darbe girişiminin bertaraf edilmesi nedeniyle, yıldönümündeki etkinlik programlarına katılmadılar.

Oysa Türk Milletinin her ferdinin, “siyasi eğilim endişelerini bir taraf bırakarak”, seve seve bu kutlamalara katılması gerekmez miydi? 

Öyle sanıyorum ki, bu kişiler, siyasi eğilimlerinin baskısıyla bu programları, hükumetin propagandası gibi görüyorlar. Ya da Cumhurbaşkanına, iktidar partisine kızdıklarından ötürü, olayları kişiselleştiriyorlar.

Hâlbuki bu etkinlikler, iktidar partisinin değil, “devlet ve milletin” hissiyatıdır.  Bir Milletin,  var olma yolunda, bağımsızlık meşalesini ateşlediği, Vatana, Millete, Bayrağa, Mukaddes değerlere sahip çıkma sevdasıdır.

Nitekim siyasi görüşleri farklı olsa da; bütün TV kanalları, basın, akademisyenler, sanatçılar, yazarlar, şairler bu programlara gönülden katılmışlardır.

Bazıları da “bayrağa hakaret edildi”, “şehitlerimiz küçük düşürüldü” gibi dayanaksız serzenişlerle işi siyasi boyuta taşımaya çalıştılar. Bu programlarda, kullanılan görsellerde, söylemlerde, şanlı şerefli bayrağımıza hakaret ve diğer şehitlerimizi itibarsızlaştırma söz konusu olmamıştır.

Elinde, göğsünde, alnında şanlı Türk bayrağını, gönlünde bunların engin sevgisini taşıyan, şehadete gülerek koşan bu yiğit ve necip Millet, nasıl mukaddeslerini küçültmeye kalkabilir ki.

Bazı davalar, olaylar vardır ki, bir milattır. Sizin kim olduğunuzu, aşkınızı, sevdanızı, yürüdüğünüz yolu, var olma nedeninizi test eder. O anı yaşamak, ya da kaçırmak “kim” olduğunuzun da kanıtıdır.

Böylesi olayların; görüşünüzle, etnik kimliğinizle, partinizle, şahıslarla ilgisi yoktur. Herkesi şemsiyesi altında toplar.

İşte 15 Temmuz kalkışmasının püskürtülmesi, bunlardan biridir. Partiler üstüdür ve tüm Milletin davasıdır.

Cenabı Mevla’m Vatanımızı, Bayrağımızı, Müslümanlığımızı, imanımızı, namus ve şerefimizi, Milletimizi, ordumuzu, polisimizi ve bütün kutsal değerlerimizi, kurumlarımızı; tüm düşmanlarımızdan ve her türlü felaketlerden muhafaza etsin.

 

Allah, Vatan Millet, Bayrak aşkı için şehit düşenlere Rabbim, Cennetlerin en güzelini nasip etsin. Yakınlarına sabırlar versin, gazilerimizden tedavi görenlere şifalar versin.

Vatan için nöbet tutanları, görev yapanları, Rabbim kötülüklerden, kütü emellilerden muhafaza etsin, sağlık sıhhat ve ecirler ihsan etsin…

 

Bizlere kardeşçe duygular içinde, birbirimizi sevmeyi, birlik ve tek yürek olmayı, Vatanımızı, Milletimizi, Bayrağımızı, askerimizi, polisimizi gönülden sevmeyi, korumayı nasip etsin…

Devletimiz daim olsun, bayrağımız hep üstümüzde dalgalansın, ezanlarımız hiç susmasın.

 

Sevgiyle kalın…

DAVİD ROCKEFELLER’İN İTİRAFLARI

seyfettin karamızrakABD’li Yahudi bankacı işadamı David Rockefeller’in 20 Mart 2017 tarihli Akit gazetesinde “İşte Yahudi Rockefeller’in şoke eden ‘Türkiye’ itirafları!” başlığıyla yayımlanan itiraflarından bazıları:

Türkler yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950’lerde ülke yönetimine bizim desteğimizle Adnan Menderes gelmişti.

 

Bir darbe ile bu işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edildi. Sadece CELAL BAYAR kurtuldu, çünkü bir MASONDU ve yakın arkadaşı Papa Roncalli, ya da diğer adıyla 23. John, Vatikan’ın baskısıyla onu idamdan kurtardı.

       

1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. Önce kaos, sonra düzen. Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar.

 

 Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı. Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler.

Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti. Bu Turgut Özal’dı. Özal, isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı.

 

Ülke artık Amerikan ve Avrupa yapımı mallarla dolmuştu. İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler. Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç örnek. Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye başladı.

 

Ülke insanının tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya mal oldu. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için PKK denilen bir örgüt üretildi.

 

Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre sonra da bizim için hala geçerli olan Sevr Antlaşması uyarınca hemen hemen tamamından fedakârlık etmek zorunda kalacak.

 

Bir kere Büyük İsrail Devleti topraklarının su kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir.

 

İkincisi, Müslüman ve demokratik bir ülke olarak bu konuda öncü bir ülkedir. İslamiyet’i yıkmak istiyorsak önce Türkiye’den başlamalıyız.

 

Üçüncüsü, Avrupa ve Asya arasında bir köprü durumdadır.

Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Kafkasya’ya hakim olmak istiyorsak bu ülke elimizin içinde olmalıdır.

 

Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden böyle bir olasılığa karşı, ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerinde kilit mevkilerdeki adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde hemen istikrarı bozacak olaylar ve darbelerle bunu önlüyorlar.

 

Dördüncüsü, ülke bor madenleri bakımından dünyanın en zengin ülkesidir ve bu maden dünyada yakın bir gelecekte, petrolden bile daha önemli bir hale gelecek.

 

Beşincisi ve belki de en önemli olanı Türkler medeniyetin beşiğidir. Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik; tam aksine bin bir entrika ile bu kültür miraslarına el koyarak biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir toplum olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk.

 

Birinci Dünya Savaşı, Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları dağıtmak ve en önemlisi Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayarak Ortadoğu’daki petrol yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin yolunu açmak için çıkarılmıştı.

 

Bizim için Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak çok zor olmadı. Savaş sonunda hedefimize ulaşmamıza az kalmıştı; ama Atatürk adında bir lider ortaya çıkarak planlarımızı bir süreliğine ertelememize neden oldu.

 

İkinci Dünya Savaşı’nın asıl sebebi şu an olduğu gibi dünyada başlayan ekonomik krizlerdi; diğer bir önemli neden ise Diaspora’nın yani kutsal topraklar dışında yaşayan Yahudilerin, yeni İsrail devletini kurmaya yardımcı olmamaları ve bu ülkeye dönmeyi kabul etmemeleriydi.

 

Hitler Yahudilere kin duymaya başlamıştı. İsrail topraklarına dönmemekte ısrar eden Yahudileri korkutmak amacıyla birkaç katliama izin verildi ve söylenenden çok daha az kişinin öldüğü bu katliamlar kullanılarak sözde milyonların yok edildiği Yahudi katliamı senaryoları üretildi.

 

Şimdi aynı katliam senaryosu Ermeni Soykırımı adı altında Türklere uygulanmaktadır.

 

Atom bombası, Yahudilerin yaşadığı Almanya’ya atılamazdı, Japonlar kışkırtıldı ve daha önceden haber alınmasına rağmen, halkın duygularıyla oynanarak desteğinin kazanabilmesi için yüzlerce Amerikan askerinin ölmesiyle sonuçlanan Pearl Harbor baskınına göz yumulmuş ve bu sorun da aşılmış oluyordu.

 

Ve böylece Büyük İsrail İmparatorluğu’nun temelini oluşturan İsrail Devleti 1948 yılında Rotschild Ailesi’nin cömert mali desteğiyle kuruldu.

 

İran-Irak savaşı Saddam’a büyük vaatler yapılarak başlatıldı. İlk iş olarak birbirlerinin petrol kuyularını ve tesislerini bombaladılar. Tabii sonunda petrol zengini bu ikili, bizlerden daha fazla silah satın alıp savaşı kazanabilmek için ülke ekonomilerini iflas ettirecek düzeye getirdiler. Sonuçta bütün şehirleri ve petrol tesisleri yine bizler tarafından yeniden kurulacaktı. Bu da yine bizlerden daha fazla borç almakla mümkün oluyordu.

 

Saddam dolduruşa getirilerek başlatılan 1990 yılındaki Körfez savaşı, ile ırak ekonomisi bir kez daha çökertildi; Kuveyt’i tekrar inşa etmek için milyarlarca dolarlık iş bağlantıları yapıldı; Amerikan askerleri bölgeye ilelebet yerleşti.

 

Bu savaşta test amacıyla tüketilmiş uranyum bombaları kullanıldı. Bu bombalar, etkisi yıllarca sürecek radyoaktif maddeler yayarak bölgedeki yüz binlerce insanın, tabii bu arada bizim askerlerimizin de ölmesine yol açtı, hala da insanları öldürmeye devam ediyorlar.

Avrupa ülkelerinde kurulan İtalya Gladio’su benzeri istihbarat örgütleri sayesinde, bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutmaktayız.

 

İstanbul’daki sinagoglara yapılan saldırılar ve Madrid’deki tren bombalama olayları, bu ülkelere bizim isteklerimizi görmezden geldiklerini hatırlatmak için yaptırıldı.

 

New York İkiz Kuleler, Pentagon saldırıları, Kenya ve Suudi Arabistan’daki bombalama olayları ise tamamen bizim planlarımız doğrultusunda icra edildiler.

Bu örnekler inanın bana sadece buzdağının dışarıdan görünen başı. Gördüğünüz gibi dünyanın her noktası kontrolümüz altında.

 

 

KATAR KRİZİNDE SON DURUM

 

 

Körfez ülkeleri ve Mısır’ın 10 gün süre vererek, Katar’a dayattıkları 13 maddelik talep için süre doldu.

 

Katar Dışişleri Bakanı Al Sani, Türk askeri üssünü kapatmayacaklarını, üssün varlığının, iki bağımsız ülke arasındaki savunma anlaşmasının bir parçası olduğunu söyledi. “El Cezire’nin kapanması da söz konusu değil” diyerek talepleri reddetti.

 

Al Sani, Türkiye‘nin verdiği destek için, “Türkiye, uygulanan blokajdan dolayı Katar’ın tedarik zincirine çok etkili bir şekilde destek verdi. Bu destek için çok minnettarız.” dedi.

 

Türkiye’nin, diğer Körfez ülkeleriyle de iyi ilişkilerinin bulunduğunu anlatan Al Sani, “Türkiye’nin Katar ile ilişkileri, diğer Körfez ülkeleriyle ilişkilerini değersizleştirdiği anlamına gelmez. Onlar tüm tarafları diyaloga davet ediyor.” Değerlendirmesini yaptı.

 

Krizin sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşması için diplomatik adımların atılması gerektiğine işaret eden Al Sani, Türkiye’nin izlediği çizginin de bu olduğunu belirtti.

 

 

Katar’a ilişkin iddialar hakkında, “temelsiz” değerlendirmesinde bulunan Al Sani, Doha yönetiminin sorunların çözümünde komşularıyla konuşmaya hazır olduğunu, bunun, Katar’ın egemenlik haklarından vazgeçebileceği anlamına gelmediğini, uluslararası aktörlerin çabalarıyla, krizin siyasi bir çözümle sona ermesi gerektiğini kaydetti.

 

El Sani, “Talepler listesi reddedilmek üzere hazırlanmış; kabul edilmek ya da müzakere edilmek üzere hazırlanmamış. Egemenliğimizi ihlal eden ya da Katar’a empoze edilen hiçbir şeyi kabul etmeyeceğiz” dedi.

 

Diyaloğa “uygun koşullarda” açık olduklarını vurgulayan bakan, “Uluslararası hukuk; büyük ülkelerin, küçük ülkelere zorbalık yapmasına müsaade etmez. Kimsenin egemen bir devlete ültimatom vermeye hakkı yok” diye konuştu. El Sani, Katar’ın her türlü sonuçla yüzleşmeye hazır olduğunu da söyledi.

 

Bugüne kadar halkların adil bir şekilde yönetilmesi noktasında tavır aldıklarını belirten Al Sani, bundan sonra da bu pozisyonlarını koruyacakları mesajını vererek, şunları söyledi:

“Evet Suriye’de ve Libya’da halkın yanında yer aldık. Halkını bombalayan diktatörlere karşı halkın yanında durduk. Ancak, kriz bölgelerinde arabulucu olma pozisyonumuzu da sürdürdük.”

 

Katar’ı suçlayan ABD Başkanı Donald Trump’la ilgili bir soruya da Al Sani, “Trump, Katar’la ilgili sağlıklı bilgilendirildikçe iki ülke arasındaki ilişkilerin doğasını daha iyi anlayacaktır.” Karşılığını verdi.

 

 

El Cezire İngilizce Genel Müdür Vekili Giles Trendle de, Katar’a uygulanan ablukanın kaldırılması için 13 maddeden biri olan Doha merkezli medya grubunun kapatılmayacağını açıkladı.

Trendle, “Dik duruyoruz ve yaptığımızı yapmaya devam edeceğiz, bu da dünyadaki olup bitenleri samimi ve adil bir biçimde aktarmaktır” şeklinde konuştu.

 

 

El Cezire kanalının Mısır bürosunda çalışırken tutuklanan ve kanal aleyhine 100 milyon dolar tazminat davası açan Muhammed Fehmi’nin, hukuki süreç öncesinde BAE’den 250 bin dolar aldığı iddia edilmişti.

 

New York Times gazetesi, Fehmi’ye ait e-postaların hack’lendiğini ve Fehmi ile BAE arasındaki para trafiğinin ortaya çıkarıldığını öne sürdü. Davayı açan gazeteciler Fehmi ile Muhammed Fevzi, Washington’daki basın toplantısında “Katar’ın teröre destek veren bir ülke olduğunu” iddia etmişlerdi.

 

 

BU arada Katar Savunma Bakanı Halid el-Atiyye, “ülkesinin gerekirse kendisini savunmaya hazır olduğunu” belirtti.

Sky News Britain Kanalına konuşan Atiyye, “Askeri müdahale aşamasına gelmemeyi umuyoruz ancak biz her zaman hazırlıklıyız. Ülkemizi savunmaya hazırız.” dedi.

 

“Katar tarih boyunca kolay yutulur bir ülke olmadığını göstermiştir.” ifadesini kullanan Atiyye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Mısır’ın taleplerinin ülkenin egemenliğine saldırı anlamı taşıdığını bildirdi.

 

Atiyye, komşu ülkelerin Katar’daki mevcut rejimi değiştirmeye çalıştığını, 1996’da şiddetli, 2014’te yumuşak, 2017’de yine yumuşak darbe girişimi olduğunu söyledi.

 

 

Son gelişme olarak, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Mısır, Kuveyt’in, isteği üzerine Katar’a verilen sürenin 48 saat uzatılmasını kabul etti.

 

Söz konusu 4 ülkenin yayımladığı ve Suudi Arabistan Haber Ajansı SPA’da yer alan ortak yazılı açıklamada; Kuveyt Emiri Şeyh Sabah el-Ahmed el-Cabir es-Sabah’ın Katar’a verilen sürenin 48 saat uzatılması yönündeki talebinin kabul edildiği belirtildi.

 

Görünen o ki Katar, kendisine uygulanan ambargoya ve tehditlere boyun eğmeyerek, dik durmakta ve karşı ataklarla şartları kendi lehine çevirmeye çalışmaktadır.

 

Gelişmeleri birlikte göreceğiz.

 

Sevgiyle kalın.

 

NİÇİN KATAR

seyfettin karamızrak

 

Trump, seçim kampanyasını Müslüman düşmanlığı, “İslamofobi” üzerine konuşlandırmıştır. Seçildikten sonra, bu kirli planını icra etmek için, ilk dış ülke gezisini, S. Arabistan’a yaptı.

Bu ülkenin Trump’a gösterdiği abartılı yaltaklanma, aşırı maddi ve siyasi destek, Müslümanları aşağılamaktır ve İslam’a ihanettir.

İslam düşmanı Trump, bu ziyareti ile Körfez ülkeleri arasına fitne ve düşmanlık tohumlarını ekmiştir. Ziyaretten sonra, S. Arabistan, bizimle yaptığı 2 milyar dolarlık savaş gemisi siparişini iptal etmiştir. Depoları dolu olduğu halde, ABD’ye 120 milyar dolar silah siparişi vererek, kukla ve piyon olduğunu da teyit etmiştir.

Türkiye’nin önderliğindeki Sünni ülkelerin, “ortak ordu projesi” de devre dışı kalmıştır. Trump, bir Arap NATO’su kurmayı planlamaktadır. Hedef Türkiye’yi bölgeye sokmamaktır.

 Katar’a yapılan ambargo, Türkiye’ye bir gözdağıdır. Çünkü Türkiye’nin Katar’da askerî üssü ve askerî anlaşmaları vardır. Katar’ın Türkiye’ye önemli yatırımları bulunmaktadır.

Katar, candan, samimi ve gerçek dosttur. Her zaman Türkiye’nin yanında olmuştur. Türkiye vefalı dostlarını asla yalnız bırakmaz.

  1. Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri, Türkiye’ye karşı samimi ve dürüst değildir. Tavırları ikiyüzlüdür, korkak ve menfaatperesttirler. Nitekim, 15 Temmuz darbesinde, FETÖ’ ye gizli, açık mali ve siyasi destek vermişlerdir.

Trump seçim kampanyasında, “DEAŞ’ı Obama ve S. Arabistan kurdu” diye, açıkça itirafta bulunduğu halde, seçildikten sonra hemen S. Arabistan’a gezi planlamıştır. Maksadı,  ABD’nin savaş masraflarını Arap ülkelerinden tazmin etmek, kirli oyunlarına ve ektiği fitne tohumlarına piyon bulmaktır.

Trump, bütün Müslümanların düşmanı, S. Arabistan ise Ehl-i Sünnet’in düşmanıdır. Her ikisi de, katıksız PYD ve YPG yandaşıdır.

Peki, Katar niçin cezalandırılmak istenmektedir? Şimdiki Katar Şeyhi Temim’ in büyük dedesi Muhammed Es-Sani, diğer Arap emirleri gibi, İngilizlerle iş birliği yaparak Osmanlı’yı arkadan hançerlememiştir. Ömrü boyunca Türkleri sevmiş ve desteklemiş, vefalı, mert ve yiğit biridir. Oğluna, Osmanlı askerinin Katar’da kalması için vasiyet etmiştir.

 

ABD ise, emrindeki  7 piyon Arap ülkesini, Truva atı gibi oynatarak, Katar ve Türkiye’den intikam alma peşindedir. Çünkü Türkiye’nin düşmanları, yıllarca içtikleri mazlum kanından hala doymuş değildirler. Yine kirli ahlaklarını ve vampirliklerini devam ettirme peşindedirler.

 Fakat artık Türkiye, bu tarihi düşmanlarına, istedikleri gibi at oynatma fırsatı vermemektedir. Öfkelerinin bir nedeni de budur.

 Sevgiyle Kalın… 

 

 

YENİ HAÇLILAR

 

 

seyfettin karamızrakEtnik ayrımcılık, ötekileştirme ve bölücülük kışkırtmalarına, kendi ülkelerinde asla fırsat vermeyen Batı, “daha fazla özgürlük, demokrasi ve insan hakları” masalıyla, milletimizi bölmek ve parçalamak için, her türlü desiseyi denemekten kaçınmamaktadır.

 

Milletimizin merhameti, hoşgörüsü ve adaleti sayesinde; içimizdeki azınlıklar, Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkasya’da İslam dışı unsurlar yıllarca kültürlerini yaşayarak, varlıklarını devam ettirmişlerdir.

 

Türkler, hiçbir zaman Gayrimüslim ve Türk olmayan millet ve etnik grupları asimile etmeye uğraşmamıştır. İslam dini; teröre, fitneye, soykırım ve cinayetlere asla izin vermez.

 

Mücahit” ile “terörist” arasında manidar ve kritik bir fark bulunmaktadır. Ülkesi ve kutsal değerleri için savaşmak, son derece şereflidir. Ve ölen şehittir. Fakat “terörizm”, çirkin ve kirli bir oyun, uygulayan da “terörist” tir. Bu iki kelimenin, asla İslamiyet’le ilgisi olamaz.

Terör tuzağının maksadı, İslam dünyasını işgal, sömürme ve yok etmektir. Bu maksatla Müslümanlar ve İslamiyet; terörist, anarşi kaynağı gösterilerek, gözden düşürülmeye, yayılmasının önü kesilmeye çalışılmaktadır.

 

Bu çirkin senaryo, “üst akıl” denilen, İslam düşmanı güçler ve gizli servislerce,  “güya terörü önleme maskesi altında” sinsice icra edilmektedir.

 

Bazı gafil, bedbaht ve cahil Müslümanlar, bu güçlerin ince tuzaklarına düşerek, bunların kirli emellerine hizmet ederken, kendi ülkelerine de ihanet etmektedirler.

 

Batı, hiçbir zaman bize samimi ve dost olmamıştır. İyilik yapma teşebbüslerinin altında, her zaman kendi çıkarları ve asla vazgeçmedikleri düşmanlıkları tezgâhlanmıştır.

 

Bugün, ülkemizdeki; karışıklıkların, ahlaksızlıkların, kötü alışkanlıkların, her türlü kötülüğün suçlusu, Batı ile içimizdeki  devşirme kuklalarıdır.

 

Hristiyan Kiliseler Birliği Genel Kurulunun beyanında: “Endülüs’ü ve Osmanlı’yı yıktık. Türkiye’yi de yıkacağız. Anadolu bizim için, Türklere bırakılmayacak kadar önemlidir.” Sözleri manidar ve bir o kadar da üzücüdür.

 

Günümüzün Haçlı ordusu; PKK, DEAŞ, DHKP-C, FETÖ, yerli ve millî olmayan aydınlardır. Bu merhametsiz ve ahlaksız güruh, her türlü kirli yöntemlerle Türkiye’ye savaş açmıştır.

 

Türk Milleti, yok olmamak için; bu kalleş tuzaklara, kışkırtmalara, kirli oyunlara karşı, birlik ve güçlü olmaya mahkûmdur. Umutsuzluk ve nemelazımcılık zamanı değildir.

 

Yarınlar elbet bizim,  21. asır, Türk-İslam Dünyasının olacaktır. Yeter ki tefrikaya, düşmanların bölücü, ayrıştırıcı tuzaklarına düşmeyelim.

 

Sevgiyle kalın…

 

TERCİHLER VE TAHAMMÜLLER

 

seyfettin karamızrakCumhurbaşkanlığı sistemini öngören Anayasa değişikliği referandumu yaklaşırken “EVET” ve “HAYIR” bloku hızlanmaya başladı.

AK Parti ile MHP “EVET” derken, CHP, HDP, PKK, DHKP-C ve FETÖ de “HAYIR” cephesinde yer aldıklarını ilan ettiler.

“Hayır” cephesinin başında yer alan CHP, hem Anayasa komisyonu görüşmeleri sırasında, hem de Genel Kurul’da Anayasa değişikliğinin önüne geçmek için her yolu denedi.

Ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi, Anayasa değişikliğini kabul etti. Son kararı halka bıraktı. CHP ise, değişikliği Anayasa mahkemesine götürmeye kararlı.

CHP “HAYIR” cephesinde yalnız değil. HDP de referandumda “HAYIR” diyecek. HDP’ nin, PKK’nın ve aşırı sol örgütlerin “HAYIR” cephesinde yer alması, CHP den ayrı ve farklı bir cephelenmedir ve manidardır.

Diğer taraftan, başlatılan bir kampanya ile ünlü isimler de “EVET” ve “HAYIR”  bloğuna dâhil oldular. Rıdvan Dilmen’in öncülüğünde “Ben De Varım ismiyle başlatılan bu zincire; Burak, Arda, Murat Boz gibi isimler de katıldı.

Bireylerin hür iradeleriyle, bireysel tercihlerini açıklamaları, bir bakıma maskelerini çıkararak, toplumla yüzleşmeleri, demokrasi adına sevindiricidir. Çünkü kariyerlerini ve hayranlarını kaybetme adına riske girmişlerdir bir bakıma.

Fakat ünlülerin bu paylaşımları, anında “HAYIR          bloğuna yerleşmiş bazı tutucu kalemler tarafından saldırıya uğramıştır. Bu tavırlar, “insanlara değer verme” adına üzücü ve tutucu yaklaşımlardır.

Anayasa, kanunlar, hiyerarşi ve dünyada birçok tabular yıkılarak değişirken, kendi gibi olmayanı hoş görmeyen, fikrine, tercihine saygı duymayan önyargılar hala değişemiyor.

Sanatçı Meltem Cumbul “Aydınlık bir Türkiye için “HAYIR” yazısını paylaştı.  Televizyoncu Metin Uca da “3 futbolcunun “evet” tercihine saygı duyalım ama benim tercihim “Mustafa Kemalin Askerleriyiz” diye seslendi. Cumbul ve Uca’nın yanı sıra onlarca ünlü de yeni anayasa referandumunda “HAYIR” vereceklerini açıkladılar.

Komedyen Cem Yılmaz, Atatürk’ün tablosunun önünde; “ben buradayım!” mesajını paylaştı. Duruşunu belli eden, vereceği oyun rengini “HAYIR” olarak ortaya koyan bir paylaşımdı bu.

Anlamayan, şaşıran, soran olsa da, küfür eden, hakaret eden olmadı. Doğalı da buydu elbette ki.

Peki, Arda’nın, Burak’ın, Murat Boz’un suçu neydi? Bunların tercihine, özgürlüğüne neden saygı duyulmuyor?

“EVET” diyen ünlüler karakter olarak, bozuk oldukları için mi eleştiriliyorlar, yoksa tercihleri mi hazmedilemedi. Görünen o ki “benim gibi düşünmeyenler iyi olamaz” sendromundan başka bir şey değil bu yaklaşımlar.

Nitekim önyargılı bu beyinler, hemen harekete geçerek;  “Menfaat için, para için…” diye sayıp döktüler.

Oysa karalananlardan biri, dünyanın en büyük futbol takımında, parmak ısırtan becerisiyle, efendiliği, duruşu ve sevgisiyle Türkiye’nin haklı gururu ve en nadide temsilcisi, dudakları uçuklatan paralar kazanıyor.

Bir diğerinin albümleri milyonlar satıyor, konserlerine bilet bulunamıyor.  “Bu ünlülerin aklından zoru mu var, niye oylarını satsınlar?” diye hiç düşünülmez mi?

Cem Yılmaz hükumete yakın değilken, devasa kamu kuruluşlarının reklamlarını aldığında, hiç kimsenin gıkı çıkmadı şimdiye kadar. En azından sosyal demokratlar, beğenmedikleri bu hükumete hizmet etmesini eleştirebilirlerdi.

Ya da, “Cem Yılmaz, niye CHP’ye yandaşlık yapıyorsun” denilerek, “EVET” çiler ce neden hakarete, küfre uğramıyor? Yoksa           “HAYIR” diyenler otomatik olarak hakaret ve küfürden muaf, arınmış asil insanlar mıdır?

 “EVET” çiler in bu tavrı, acaba fikre saygıdan, demokrasiyi özümsemeden ve hoşgörüden olabilir mi?

Gelin milyonların sevgisini, güvenini sempatisini kazanmış bu isimlerin ve herkesin tercihine,  yaşam biçimine saygı gösterelim lütfen.

Unutulmasın ki özgürlükler, başkalarının özgürlüklerinin sınırına kadardır. Ağızlardan düşürülmeyen demokrasiyi en çok ihlal eden bu önyargılar ve hoşgörüsüzlüklerdir. Farklı fikirlere tahammül edilemediği, saldırıldığı sürece, o farklı fikir daha da güçlenecektir.

Belki de referandumdan” EVET” oyları, böylelerinin yüzünden çok çıkacaktır.

“İzin vermeyiz, yaptırmayız, ettirmeyiz” yaklaşımları zorbalığın ve tahammülsüzlüğün en belirgin şeklidir.

Çünkü izin verecek ya da vermeyecek, yaptıracak ya da yaptırmayacak tek bir merci vardır, o da millettir. Ve millet, onun adına ahkam kesenlerden hiç hoşlanmaz. 

Sevgiyle kalın…

 

 

AĞZI OLAN KONUŞURSA

 

seyfettin karamızrakTürk Milleti’nin bütün fertleri, devletin müşfik kolları arasındadır. Eşit vatandaşlık hakları ile hepsi güvence altındadır.

Türkiye’nin ve Türk Milleti’nin rakipleri, etnik ayırım ve inanç farkı gözetmeksizin, herkese ve devlete düşmandır. Maksatları devletimizi parçalamak bizi ayrıştırarak birbirimize düşürmektir.

Terör saldırılarında seçilen iller ve mekânlar maksatlıdır. Kalleşçe saldırılarla hem masum canlara kıyılmakta, hem de insanımız tahrik edilerek, kin ve öfke körüklenerek iç çatışmalar çıkarılmaya çalışılmaktadır.

Bunu göremeyen bazı yazar ve düşünürler, münferit birkaç yanlışı gündeme taşıyarak “laikler, demokratlar, Aleviler tehlikede” diye çığırtkanlık yaparak düşmanların amaçlarına, bilerek ya da bilmeyerek hizmet etmektedirler.

Yurdumuzun muhtelif yerlerinde ve mekânlarında saldırıya uğrayan bütün vatandaşlarımıza herkesin yüreği yanmıştır. İnancı kökeni uyruğu ne olursa olsun, bir insanın yaralanmasına, hayatını kaybetmesine “oh” çeken asla insan olamaz. Tasvip ve destek bulamaz. Reina saldırısında da herkesin yüreği yandı, gözyaşları akıtıldı.

“Şu anda Türkiye’de demokrat laikler kadar sahipsiz, örgütsüz, savunmasız başka hiçbir kesim yok” söylemi kasıtlı ve tahrik içerikli bir yaklaşımdır.

Sayın Cumhurbaşkanımız başta olmak üzere, Sayın Başbakan ve tüm kabine üyeleri, ayırım gözetmeden her vatandaşı kucaklayan açıklamalar yapmaktadırlar.

Her saldırıda, hayatını kaybeden herkesin evi yetkililerce ziyaret edilmekte, acısı paylaşılmakta, destek olunmaktadır. Yaralılar hastanelerde yalnız bırakılmamaktadır.

Yeni yılı dışarıda, bilhassa içkili mekânlarda kutlayacak olanlara günler öncesinden ölüm tehditleri yapıldı. Reina saldırısı örgütsüz, tepkisiz Türkiyeli laiklere yönelik ilk savaş ilanıdır.” İfadeleri, terör örgütlerinin tahribi kadar zararlı ve tehlikeli bir söylemdir. Olayları çarpıtmanın ve ayrıştırmanın en çarpıcı ifadesidir. Saldırı yapan terör örgütlerinin, amacına hizmet etmektedir.

Reina saldırısını DEAŞ üstlenmiştir. Bu örgüt her kesime ve devlete düşmandır. Yukarıdaki açıklamaların bu saldırıyla asla ilgisi yoktur. Keşke bu açıklamaları yapanlar DEAŞ’i de kınayabilselerdi. Maksat, bağcıyı dövmektir.

Şu kadarını söyleyebiliriz ki, içinde bulunduğumuz hassas ortamda, her kes ve her kurum, üzerine düşen sorumluluğun idraki içinde, “söylemlerine ve icraatlarına” dikkat etmelidir. Yapılan en küçük hata, sulandırılarak kötü emellere malzeme yapılmaktadır.

TV kanallarına taşınan bazı münferit olaylar doğru ise, bu kesimler haddini aşarak, üstlerine yağ çekmek, şaklabanlık yapmak maksadıyla, yasada yönetmelikte, ya da İslamiyet’te olmayan kural ve kaideleri, makam yetkilerini kullanarak vatandaşa dayatmamalıdırlar.

Bazı belediye başkanlarının; “ben bir kadından emir almam” söylemleri, evlilikle ilgili el kitaplarında; “dinle, akıl ve mantıkla bağdaşmayan” ifadeler kullanmaları, bazı İl ve İlçe Milli Eğitim Müdürleri’ nin “yılbaşını kutlamayın” diye velilere yazı çıkartmaları haberleri doğru ise, bu kişi ve makamlar büyük hata ve gafletin içindedirler. Terörün, Devlet ve Millet düşmanlarının ekmeğine yağ sürmektedirler.

Bizim insanımızın birbiri ile sorunu yoktur, olmaz da. Yılların oluşturduğu hoş görü, saygı ve sevgi ortamında, her kesim birlikte barış ve kardeşlik içinde yaşamaktadır.

 

Siyasilerin ve yetkili kişilerin; makam ve koltuk kapma sevdası ile hadlerini aşmamaları, tahrik eden söylemlerden sakınmaları gerekmektedir.

 

Cumhurbaşkanının ve başbakanın bütünleştirici, kucaklayıcı hoşgörülü yaklaşımlarına rağmen, kendilerini hükumet sanan birileri, kendi bildiğini okuyorsa onun da dikkati çekilmelidir.

 

Hak etmeden, desise ve sırnaşık yöntemlerle makam kapanların devlete ve millete verebilecek güzel hasletleri zaten yoktur. Bari barış ve huzur ortamını bozmasınlar. Bir delinin kuyuya attığı taşı, bin akıllı çıkaramamaktadır.

 

Birlik ve beraber olma, yapıcı, teskin edici konuşma, yaklaştırıcı birleştirici tavır içinde olma zamanıdır.

 

Özellikle de TV kanallarına çıkan konuşmacıların, programı yönetenlerin, daha duyarlı ve dikkatli olmaları, topluma verdikleri mesajlarla birleştirici rol oynamaları gerekmektedir.

 

Bu vesile ile, her türlü terör eylemlerini şiddetle, nefretle kınıyorum. Bu saldırılarda şehit düşen kardeşlerimize rahmetler, yaralı kardeşlerimize sıhhatler, yakınlarına sabırlar diliyorum.

 

Sevgiyle kalın…

 

 

 

KOCAELİ KENT KONSEYİ’NDE YENİ DÖNEM

 

seyfettin karamızrakKocaeli Kent Konseyi’nin  9. Olağan Genel Kurulu, 23.12.2016 tarihinde Kocaeli Ticaret Odası, Meclis Salonu’nda yapıldı.

İki yıldır Kent Konseyi Başkanlığını yürüten Sayın Abdullah Köktürk aday olmadı. Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın İbrahim Karaosmanoğlu’nun da katıldığı kurulda, tek aday sendikacı Adnan Uyar, delegelerin oy çoğunluğu ile Kent Konseyi’nin yeni başkanı oldu.

Sayın Abdullah Köktürk, gündem gereği yaptığı konuşmasında; Kent Konseyi’ni tanıtmaya çalıştı. Gerçekleştirdikleri projelerden çarpıcı ve sevindirici örnekler verdi.

İkinci konuşmayı yapan Büyük Şehir Belediye Başkanı Sayın İbrahim Karaosmanoğlu’da, Kent Konseyi’nin önemine ve yapması gereken işleverine vurgu yaptı.

Salonda bunları dinlerken, sivil toplum kuruluşlarının önemini düşündüm. Katılımcı, değer üreten, katkı sağlayan beyinlerin, “daha yaşanır kentler üretmek adına” bir araya gelmesi ne güzeldir.

Sayın İbrahim Karaosmanoğlu’nun; “Kent konseyinin ismi güzel. Bunu faydalı hale getirerek güzel çatışmalar yapmalıyız. Bu bir çatı. Sivil toplumun enerjisi. ‘Benim de bu kent için fikrim var. Bu görüşüme değer verir misiniz?’ diyen, sosyal sorumluluk almak isteyen herkesin fikrine önem verildiği, dinlenildiği, ve kararların alındığı bir kurum.” Söylemleri umut verici ve teşvik edicidir.

Kent Konseyi’nde oluşturulmuş çeşitli meclisler var. her bireyin, duyduğu sorumluluğun gereğini yapmak adına, kendine uygun mecliste, yaşadığı kente katkıda bulunması elbette ki heyecan verici.

Fakat, Kent Konseyi’nin amaçlarının ve icra ettiği faaliyetlerin geniş kitlelerce tam olarak bilinmediği ve anlaşılamadığı kanaatindeyim.

Bu anlamda, daha çok tanıtım yapmaları, geniş kitlelere ulaşmaları gerekiyor sanırım. İnsanlar, yeterince tanımadığına tereddütlü ve ön yargılı olabiliyorlar.

Belediye meclislerine yön verebilen, yaşanılan kenti sahiplenerek kentin kültürü, ulaşımı, sağlığı, çevresi, eğitimi vb. konularda fikir üreten, güç oluşturan, ışık tutan Kent Konseyi’nin kentimize büyük katkılar sağlayacağı aşikardır.

Seçilen çiçeği burnundaki yeni  başkan Sayın Adnan UYAR, yaptığı teşekkür konuşmasında, istekli, azimli ve heyecanlıydı. Güzel çalışmalar yapacağının gücencesini vermenin mutlulluğu içindeydi.

Kendisini ve ekibini tebrik ediyor, başarılı projelere imza atmasını diliyoruz.

Sevgiyle kalın…

 

YENİ ANAYASA SÜRECİ

 

 

seyfettin karamızrakEski Yargıtay Başkanı Sami Selçuk’un, 1999-2000 Adli Yılında yaptığı  açılış konuşması çok manidardır: “Üçüncü bin yıla Türkiye’nin 1982 Darbe Anayasası ile girilemez. Türkiye bir Anayasa devletidir. Ama bir anayasal devlet değildir…… Türkiye meşruluk derecesi nerede ise sıfıra yaklaşmış bir Anayasa ile yeni yüzyıla giremez.1930’lu yıllara dönülemez, dönülürse şimdiki zaman da avucumuzdan kayar gider. Yarının rüzgârları hiç esmez olur…”

 

Sayın Sami Selçuk’un bu öngörüsü, gün gibi aşikâr gerçeklerin açık yüreklilikle teslim edilmesidir.

1699 Kar Lofça Antlaşmasından bu yana Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Hıristiyan Batı’nın vesayeti altına girmiştir. Batı ne söyledi ise “evet” denilmiştir.

Batı, kendisine “hayır” diyen güçlü bir Türkiye istememektedir. Şu anda Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin her türlü kalleşliğe maruz kalmasının sebebi budur.

DAEŞ, PKK ve FETÖ, küresel güçlerin maşasıdır. Gezi ve 6-7 Ekim olayları, 25 Aralık ve 15 Temmuz Darbe Teşebbüsü ile çirkin hedeflerine ulaşamayan şer güçler, yeni Anayasa taslağını bahane ederek Türkiye’ye çirkin tuzaklar kurmanın gayreti içindedirler.

Yıllarca partiler iktidar olmuşlar, fakat muktedir olamamışlardır. 1 Eylül 1999 tarihinde Başbakan Sayın Ecevit; “Anayasayı değiştirme zamanı geldi” dediği halde, bu fikrini kendi içindeki muhalifleri yüzünden gerçekleştirememiştir.

Türkiye’nin, çağın ve milletin ihtiyaçlarını karşılayabilecek, insani, demokratik ve çağdaş yeni bir Anayasaya şiddetle ihtiyacı vardır. Bunu herkes bilmekte ve dile getirmektedir. Fakat gerçekleştirilmesi bir türlü mümkün olmamıştır.

AK Parti iktidarı MHP’nin desteği ile yeni Anayasa taslağını TBMM’ye getirmiştir. TBMM’nin duvarlarında yazılı olan “Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir” söylemini, artık Meclis gerçek anlamıyla hayata geçirmelidir.

CHP’nin bir grubu hala vesayet rejiminin özlemi içinde, 1982 Darbe Anayasasını savunmaktadır. Belli ki mecliste önümüzdeki günler sıkıntılı geçecektir.

Yeni Anayasa asla rejim değişikliği değildir. “Türkiye’yi böldürmeyeceğiz”  sloganı abartılıdır. CHP, ortamı gereceğine, ana muhalefet sorumluluğunu yerine getirerek, çekincelerini ortaya koymalı, gerekli iyileştirmelerle sürece katkıda bulunmalıdır.

İktidar da, CHP’nin endişelerine ve eleştirilerine duyarsız kalmamalı ve diyaloğu kesmemelidir. Demokrasilerde dışlama yoktur. Gün, birleşme ve dayanışma günüdür. Düşmanların ekmeğine yağ sürme zamanı değildir.

Devletimizin ve Milletimizin iyiliği, devamlılığı, refahı ve bekası için diyalog yolu açık tutulmalı, kişisel çıkar ve duygusallıklardan kaçınılmalıdır. Çözüm yeri sokak ve kavga değil, Millet ve Meclistir.

Sevgiyle kalın…