Etiket arşivi: Kanat

ÇİFTÇİDE 50 KURUŞ İSTANBUL ‘DA 3 LİRA , 6 KAT KAZANANLAR VERGİ ÖDÜYOR MU?

 

 

 

çapar kanat konuk yazar1Başlığımızdaki rakamlar sanal değil gerçek.

Turpu Osmaniyeli çiftçimiz üretiyor ve 50 kuruştan Adana Hali vasıtasıyla İstanbul Haline gönderiyor. Tüketicilerimiz turpu 3 TL’den yiyor.!

6 kat kazananlar kaç lira vergi ödüyor.?

Halcilerin, AVM’lerin, çiftçiden 50 kuruşa alıp 6 kat fazlası olan 3 TL’ye tüketicilere satanların yıllık ortalama ödedikleri vergi nedir, soruyoruz, ilgili makamlara !

Aradaki 2,5 TL yi kim kazanıyor , kim hortumluyor.

Burada hem tüketiciler hem çiftçilerimiz hortumlanıyor.

Hal kanununa göre halciler çiftçinin malına komisyonculuk yapmaları gerekirken acımasız, gaddar tüccarlar gibi bire aldığını bine satmak istiyor. Bunu yüzlerine söylediğimizde onlarda marketçileri, AVM ‘cileri suçluyorlar.

Hem tüketiciler hem çiftçilerimiz hortumlanıyor.

Bu hortumlamanın adına da serbest piyasa düzeni deniliyor. Serbest piyasa düzeni batılı ülkelerin kapitalist sisteminden doğmuş. Ama o ülkelerde tarımsal piyasalara düzen verilmiş, tüketiciler neyi kaç liradan yiyeceğini, çiftçi ürettiğinde neyi kaç liradan satacağını biliyor.

Türkiye’de 2011 yılında Tarımsal Piyasalar Kurumu kurulacaktı. Sanki gizli bir el durdurdu.

Bir konuda bir kurum kurulunca da işler problem çözülmüyor.!

Mesela eski adı Et ve Balık Kurumu ‘na Bakanlar Kurulu kararnamesi ile Çiğ Sütte Piyasa Düzeni sağlama görevi 2015 yılında verilmesine rağmen bu kurum halen piyasa düzenini sağlayamadı. Sebebi ise enflasyon artmasın diye çiğ süte değerinin verilmeyerek referans fiyatların düşük tutulması. Hayvancılığın düşürüldüğü çukurdan çıkamamasının sebebi bu.

Turptaki durum çiğ sütte de aynı. Üreticiler görünürde 1,21 TL den gerçekte bu değerin altında çiğ sütü sanayicilere satmak zorunda bırakılıyor. Sanayici ise 3 TL’den satıyor. İstanbul Borsası verilerine baktığınızda endüstriyel süt sektörü en az yıllık % 68 kazanç sağlıyor. Süt  sanayici fabrika üstüne fabrika kurarken  hiçbir çitçinin ahırdaki hayvan sayısı artmıyor. Ahır üstüne ahır kuramıyor.!

Çitçi çiğ sütünü olması gereken değerden satamaz ise hayvancılığımız düştüğü çukurdan çıkamaz. Canlı hayvan, et, besi ithalatı devam eder.

Türkiye 2016 yılı itibari ile Dünya da ikinci, Avrupa’da birincilikle canlı hayvan, et ithalatı yapan ülke oldu.

Artık süt inekleri değil düveler kasaplık besleniyor, kasaba  gidiyor

Bu sarmaldan kurtulunması için köylümüzün buzağı, düve üretebilmesi gerek. Üretilen düveler çiğ süt para etmediği için besiciler tarafından sanki erkek danaymış gibi beslenip kasaplık satılıyor. Çiğ süt para etmediği için düveyi etlik olarak satın almak kazançlı.

Halbuki çiğ süt para ettirilmiş olsa aynı karkas ağırlıktaki erkek dana- düve dana ikilisinden düve et değerinden daha fazla fiyat edecek olurdu. İnsafsız besiciler de düve olacak dişi buzağılar pahalı olacağından dolayı satın almazlar, besilik beslemezler ve kasaba gönderilemezlerdi.

Çiğ süte verilecek gerçekçi değerdeki  fiyat; süt ineğinin ve 18-22 aylığa elmiş düvenin değerini aynı karkas ağırlıktaki erkek danadan daha fazla yükselteceği için düve kesimi ekonomik olarak durdurulmuş, Türkiye hayvansal ürün ithalinden kurtulmuş olacaktır.çapar

Mersin’e Hiç De Yakışmayan Görüntü Üzdü…

ilhan karaçayMersin Büyükşehir Belediyesi’nin daveti ve Hürriyet gazetesi ile TÜRSAB’ın işbirliği ile gerçekleşen ‘Mersin’i keşfet’ etkinliği görkemli oldu.
Hürriyet gazetesinden ünlü yazarların katılımı ile gerçekleşen üç günlük etkinlik sırasında yayınlananlar ve bundan sonra yayınlanacak olanlar, Mersin’e çok şey kazandıracaktır.

Ne var ki, Hürriyet yazarları Ertuğrul Özkök’ün ana gazetede, Cengiz Semercioğlu’nun da Kelebek’te yayınladıkları ekteki  fotoğraf, Mersin’in bilinen modern simgesini bozdu.
Kimin fikridir bilemem ama, bazı işgüzarlar, Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Sedat Ergin, magazin yazarı Cengiz Semercioğlu, siyaset ve spor yazarı Kanat Akkaya’ya kasket giydirip poşu takarak, ‘Mersin Hatırası’ yazılı kara tahtanın önünde fotoğraf çekilmelerini sağladılar.

Hoş,  Semercioğlu, ‘Acemi narenciyeciler gibi çıkmışız’ diye espri yapmış, Ertuğrul Özkök de giysilerin analizini esprili bir şekilde yapmış ama, Mersin’in modern simgesi bu olmamalıydı.

Atatürk’ün söylediği gibi, ‘Köylü milletin efendisidir’. Köylünün giysilerini aşağılamak hiç doğru değildir. Ama konu Mersin’i keşfetmekse, Mersin bu görüntü ile keşfolunmaz.

Hürriyet’teki dostlarım önümüzdeki günlerde Mersin’i yazacaklar.
Dilerim, Mersin’i hak ettiği güzelliklerle yayınlar ve tanıtırlar.

Unutmayalım, Türkiye’de batı kültürü ile zenginleşmiş İstanbul dışında üç şehir vardı. İzmir, İskenderun ve Mersin.
Modernizmin merkezi olan bu üç kentimiz, hak ettiği görüntülerle tanıtılmalıdır.

*****

MERSİN’E YAKIŞMAYAN BAŞKA GÖRÜNTÜLER

Türkiye’nin en Batılı şehirlerinden biri olan Mersin’de görüntü kirliliği gelişiyor. Bu görüntü kirliliğinin en büyük sorumluları göçmenlerden oluşuyor.

50 yıldır bir göçmen olarak yaşadığım Hollanda’da, bir azınlık mensubu olarak, horlanmanın ne kadar acı olduğunu çok iyi bilenlerden biriyim.
Ama ne yazık ki, ben de tıpkı Avrupa’daki ırkçılar gibi, göçmenleri tenkit edeceğim ama horlamamaya çalışacağım.
Zira ben, Avrupalılar’ı rahatsız eden, biz göçmenler arasında bazılarının nasıl bir görüntü kirliliği yarattıklarını da biliyorum.

Mersin Esnaf Odaları Birliği Başkanı Talat Dinçer’in açıklamalarına göre,  kentte kayıtlı 167 bin, kayıtsız ise 320 bin Suriyeli göçmen yaşıyor. Mersin’de kayıt dışı binin üzerinde Suriyeli esnaf var. Bunların ekonomimize katkıları tabii ki inkar edilemez.
Kayıt dışı Suriyeli esnafın, Türk esnafına verdiği zararı ben şahsen ticaretin cilvesi olarak algılıyorum. Bu konuda yapılacak bir şey yok. Ama tabii ki Suriyeli esnaf da, Türk esnafın uyduğu kurallara uymak mecburiyetindedir.
Haksız rekabet ile Türk esnafa kepenk kapattırmak da hakkaniyete sığmaz.

Suriyeli esnafın, Arapça tabelalarla görüntü kirliliği yarattıklarından şikayet ediliyor. Bence bu da ticaretin bir cilvesi olmalıdır.
Bir zamanlar Brüksel Belediyesi, Türk işyerlerindeki Türkçe tabelalara karşı yasak getirmişti. O zaman bizzat gidip konuştuğum Belediye Başkanı, bu görüşmeden sonra yasağı kaldırmak mecburiyetinde kalmıştı.

Brüksel’deki Türkçe tabelalar Latin harflerle yazılıydı.
Ama Suriyeliler’in tabelaları Arapça harflerle yazılmış.
Aradaki farkın olumsuzluğunu ben yazmayacağım.

Suriyeliler, benim yaşadığım Akdeniz sahillerinde de görüntü kirliliği yaratıyorlar. Benim her gün yürüyüş yaptığım sahil bandında, kumsalda nargile içen Suriyeliler hiç de güzel bir görüntü vermiyorlar.

Tekrar ediyorum, ayrımcılıktan ve horlanmadan en çok ızdırap çekmiş ve bununla 50 yıldır mücadele etmiş bir göçmen olarak, bu görüntü kirliliklerinin ortadan kalkması gerekmektedir.

Suriyeli göçmenler hakkında verilecek daha pek çok örnek var. Ama ‘Irkçı’ damgası yememek için şimdilik sadece bunlarla yetiniyorum.