Etiket arşivi: Jorge

Bakan Tüfenkci’den Galatasaray Sürprizi

 

Angola’ya bakan düzeyinde ilk ziyareti gerçekleştiren Gümrük ve Ticaret Bakanı Bülent Tüfenkci, İnsan Hakları ve Adalet Bakanı Rui Jorge Carneiro Mangueira’ya öyle bir sürpriz yaptı ki herkesi gülmekten kırdı geçirdi.

Bakan Tüfenkci, Angola’nın Başkenti Luanda’da KEK Eşbakanı ve İnsan Hakları ve Adalet Bakanı Rui Jorge Carneiro Mangueira ile ikili bir görüşme gerçekleştirdi.

 

Görüşmede iki ülke arasında işbirliğinin artırılmasına vurgu yapıldı, Türkiye-Angola Karma Ekonomik Komisyonu I. Dönem Toplantısı Tutanağı imzalandı.

Törenin sonunda Bakan Tüfenkci’nin Angola İnsan Hakları ve Adalet Bakanı Rui Jorge Carneiro Mangueira’ya hediyeleri vardı. “Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı var” dedi, kahve fincanı hediye etti, memleketi Malatya’nın kaysısını verdi. Son hediye ise Angola Bakanını çok şaşırttı. Bakan Tüfenkci, koyu Galatasaray taraftarı olan Bakana adına hazırlanmış forma hediye etti.IMG_1943

 

İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nin Açılışı Romen Kültür Merkezi’nde Gerçekleşti!

Bu yıl 9. kez düzenlenen  ITEF-İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’nin açılışı yoğun bir katılımla Romen Kültür Merkezi’nde gerçekleşti!9.
300’den fazla kişinin katılımıyla Romen Kültür Merkezi’nde gerçekleşen açılışta Türk ve dünya yayıncılık sektöründen önemli kişiler bir araya geldi.9..pnga

Yerli ve yabancı konuşmacı yazarlar ve Fellowship Profesyonelleri, Türk edebiyat dünyasının önde gelen isimleriyle bu sene 9. kez düzenlenen ITEF-İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali’ni kutladı.9..pngb

Saat 19:30’da başlayan kokteylde İTEF direktörü Mehmet Demirtaş, açılış konuşmasını yaptı.

9..pngdAçılış kokteyli yazarlar, yayımcılar, gazeteciler ve kültür-sanat dünyasının isimlerini buluşturdu. Ayalet Gundar-Goshen, Carsten Jensen, Dimitris Sotakis, Jorge Zepeda Patterson ve Petre Crăciun gibi ünlü yazarlar Türkiye’nin saygın yayıncıları tanıştı. 9..pngeFarklı coğrafyaların kültür insanlarını aynı yerde buluşturan festival açılışının ardından, ITEF “Şehir ve Hayal” temasıyla, bu hafta boyunca İstanbul’un dört bir yanında bir dizi etkinlikle devam edecek.9..pngc

BİNALAR, BİNALAR…

 

 

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından. (Nazım Hikmet)

konuk yazarİnsanın anayurdu çocukluğudur… Jorge Amado demişti bunu. Çünkü çocukluğunuz evinizdir. Evinizden önce sokağınız mahalleniz yaşadığınız semt ordaki bahçe okulunuz kediler ağaçlar her şey çocukluğunuza aittir.

Elbette küçümsemiyorum hatta bazen yadırgadıklarımız da oluyor ama doğmadıkları çocukluğunu yaşamadıkları başka anayurtlardan kopup gelenler o yerde sizin yaşadıklarınızla aynı hisleri paylaşmazlar çünkü herbir şey her şeyden önce onlara değil size aittir…

Elbet hor kullananlar çocukluğunu orada geçirenlerden çıktığı kadar aksine çocukluğunu yaşamadıkları halde göçtüğü yerlere daha çok sevip bağlanan insanlar da olabiliyor. Çünkü koşullar insanlara yeni sürprizler sunar…

Bahsettiklerim tabiî ki anılar… Bir yerde “süs bitkilerini babadan gelen bir ilgiyle tanıdım bazılarını bilmesem de çoğunu isimleriyle sayarım (babam özgün; latince isimlerini ezbere bilirdi) Kır çiçeklerine de sonradan merak sardım.” demiştim…Bu ilgiye beni bulunduğum ortamlar ister istemez çekiyor.. Kimi bu ilgiyi abartılı buluyor hatta dudak büküyor belki de eleştirebiliyor. Ama “olsun” diyorum çünkü ben ağaçları da en az bazı insanlar kadar sevebiliyorum. O zaman ne mutlu bana…

Bir bitki bir hayvan için insanlarla tartıştığım çok olmuştur. Çalıştığım ortamlarda yadırgayıcı davranışlar bir yana öfkeli tepkiyle karşılaştığım durumlar da oldu ama hiç yüksünmedim hatta çoğu zaman rahatça onlara “galip geldim” diyebiliyorum, çünkü bazıları çeşitli bahaneler ve varsayımlarla bu türden ilgileri adeta bir muhalefet sayıyorlardı. Oysa ben bozkırda bir akasya fidanına bile can suyu vermeyi kendime büyük bir vazife bilenlerdendim…

Mahallenizde kokular saçan altında sohbet edebileceğiniz bir iğde ağacınız var mı? Hala varsa ne mutlu size…

”Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin !”

M.Kemal’i ağlarken tarih çok ender tespit etmiş. İlki Çanakkale’de topçu atışı başladığı sırada döktüğü gözyaşıdır, bir diğeri ise hepimizin bildiği bir hikaye: Çankaya’dan meclise gelirken yol üzerinde sadece ama sadece bir tek iğde ağacı varmış o iğde ağacının önünden geçişlerinde özellikle durdurur yanına gidermiş. Mahiyetindekilere “İşte bu benim…”dediği bir iğde ağacı, ikincisi işte o ağaç kesildiğinde…

Paşa, o sözünü başka bir yerde daha kullanmış: Yalova köşküne doğru çıkmakta olan bir ağaç için köşkün yerini değiştirdiğini herkes bilir. Ağacı kesmeyi önerenlere de aynı sözleri sarfettiğini, “sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki kesmeye muktedir görüyorsun kendini ve niye? Hayır gerekirse köşkü ağaçtan uzaklaştırırız”…

Yine Çankaya Köşkü’ndeki Bahçe mimarı Mevlüt Baysal anlatıyor:

Atatürk’ün Çankaya Köşkü’ndeki bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağacın Atatürk’ün geçeceği yolu kapadığını gördük. Ağacın bir yanı dik bir sırt,diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata,havuz etrafındaki kısma yaslanarak karşı tarafa geçti. Derhal atıldım: ”Emrederseniz derhal keselim Paşam.” Bir an yüzüme baktı, sonra: ”Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin !” dedi…

“Binalar, binalar… yetmiyormuş gibi bir de yenilerini yapıyorlar. Türk’ün parası olunca binaya gidermiş. Başka neye gider?” (S. 313, Tutunamayanlar, Oğuz Atay, İletişim Yay, 61.Baskı)

Sanki müteahhitlerde (siyasilerde) geçmişin acısını çıkartırcasına Bursa’da son yıllarda hararetli bir bina inşaat dikim işleri var. Siyaset deyince Türkiye’de müteahhit hakimiyeti olduğunu bilirsiniz. 1950’lere kadar ne yapıldı ise kamuya münhasıran yapılmışlardı. Sonra adına kısaca “plan yerine pilav” denen bir dönem geldi ki pir geldi. Kamuya ait ne varsa yıkılmak bir yana ağaç bahçe orman bile dinlememeye başladı.

Son yıllarda iktidarla muhalefetin bu konuda birbirinden pek farkı kalmadı. Çünkü Türkiye’de en karlı sektörün bu olduğunun varsayıldığına eminim (Avrupa’da yüzde 5-6 Türkiye’de ise yüzde 300, bir vakitler bir emlak uzmanının yazısında okumuştum). O yüzden her şeyi göze alıyorlar. Kamuoyu mu? Onlar zaten ne yapılırsa bizim için yapılıyor diyen bir kısımla sessiz bir çoğunluk şimdi… En büyük tepkiyi gösterdikleri gezi olaylarını ve akıbetini anımsarsanız ne demek istediğim anlaşılır…

Bursa’da yapılan ağaç kıyımlarına Bursa’da son zamanlarda pek fazla rastlamak mümkün. İnsan bazılarına karşı hiç mi hiç kayıtsız kalamıyor. Zafer Meydanı’ndaki çınar ağacının başına gelen bir… O çok göz önündeydi. İster istemez çok kişinin tepkisini çekti. “Çürümüştü” denildi ve anıt ağacın yerine körpe bir fidan dikildi o şimdi büyüyor…

Sonra insanda münhasıran zaafa giden bitki sosyolojisi vardır mutlaka o kente ait…Örneğin doğduğum büyüdüğüm mahalleme giderken geçiş yolum üzerindeki Gençosman kavşağı’nın bitişiğinde şimdi hastane ve yeni yapılan otelin bulunduğu köşedeki iğdeler.. Her geçişimde benim de acaba yerlerinde duruyorlar mı diye endişe duyduğum iğde ağaçları onlar var…

Bursa ovasında eflatuni rengin erguvanlardan biri… Örneğin, Hocahasan Parkı’nda bulunan sonra kesilen o eflatun top halindeki şahane erguvan ağacı kaç kişinin dikkatini çekmiştir: Şimdi yerinde mi ne var? Bakınız:Kara çarşaflı gelin !…

“ahmet uysal mı, lavanta kokulu,
tozlu bir yolmuş meğer!”

Ayda yılda bir yolum düşse bile geçerken eğilip koklamadan edemediğim sonra dayanamayıp satırlara geçtiğim o “lavantalı yol” tarumar edilmekte gecikmedi.. Nilüfer Park bitişiğindeki; oysa daha dün en son ağacına varıncaya kadar “yıkmayacağız, kesmeyeceğiz.” denilerek ağaç envanteri çıkarılan o yerdeki insanı kokularıyla bihuş eden çiçekler de nasibini aldı bina dikme furyasından…

Her gördükleri yere bina tesis etmekte beis görmeyenler eski resimlere bir baksın bir ağaç kolay yetişiyor mu?

Aziz Nesin, Türkiye’nin ABD’ye verdiği tavizleri eleştiren üstelik daha yayımlanmamış bir yazı nedeniyle 1948’de 4 ay 10 gün süreyle Bursa’da zorunlu bir ikamete tabi tutulmuştu. Yani sürgün.. Sonra Bursa anılarını gözlemlerini iki kitap halinde kaleme aldı. 1990’da Bursa’ya sürgün edildiği yılları Bursalı şair yayıncı Nahit Kayabaşı’yla yapılan bir söyleşide de anlatır. Bursaname adlı albüm anı kitabında da yayınlanan “Sora Sora Cennet Bulunur” adındaki söyleşiden yapılan derlemede Bursa için (43 Yıl Sonra Bursa) Aziz Nesin şöyle demiştir:

“Bursa’ya sürgün edilişimden 43 yıl geçmiş! O zamandan bu yana Bursa’da çok şey değişmiş. 1947’den sonra bu kente üç dört kez geldim. Bir gelişimizde Ruhi Su’yla birlikteydik, o konser verdi, ben konuşma yaptım. Bursa şimdi o yemyeşil kent değil. Doğasıyla, havasıyla, suyuyla cennet gibi biyerdi…” (Bursaname, Nesin Yayınevi, S.74-75)

binalar-tamer-uysalŞimdiki “Gri Bursa”nın müsebbibi, her gördükleri yere bina tesis etmekte diretenler… Bir gün o lüks arabalarınızdan Ankara’ya giderken başınızı pencereden uzatıp da bakınız şöyle bir bu haliyle bile Bursa ile oraların farkını görebilmek için… .. Bari geride kalan yeşilliği Bursa’ya bırakınız… Sizler yani bugün sorumluları için ne demişti Gülten Akın bir şiirinde…

evleri yüksek kurdular
cama betona boğdular
usumuzdaydı unuttuk
topraktan uzakta kaldı
toprağa bağlı olanlar

 

TAMER UYSAL