Etiket arşivi: itirafı

Ve Davutoğlu eteğindeki taşları dökmeye başladı

Davutoğlu, dün akşam düzenlenen Taksim Toplantıları “Gelecek Vizyonu” konuşmasında Başkanlık referandumu olarak bilinen 2017 Referandumuna muhalefet ettiğini söyledi…

  

 

 


reklam alanı
reklam alanı

Eski Başbakan ve Gelecek Partisi Kurucu Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, bu akşam düzenlenen Taksim Toplantıları “Gelecek Vizyonu” konuşmasında Başkanlık referandumu olarak bilinen 2017 Referandumuna muhalefet ettiğini, eleştirilerini kamuoyuna açıklamak istediğini ancak o dönem bunu anlatacak televizyon kanalı bulamadığını söyledi.

“Anayasal sistemimiz baştan aşağıya yenilenmek zorunda” diyen Ahmet Davutoğlu devamında şunları söyledi:

“2017 referandumuna haklı olarak eleştirenler var ‘madem o zaman karşıydınız neden bunu açıklamadınız’ diye.  O zaman bu itirazların hepsini Sayın Cumhurbaşkanına o zaman Sayın Başbakana yazılı olarak da sözlü olarak da verdim.  O günlerde bunu da ilk defa burada söylüyorum; o günlerde bizi televizyona çıkarıp da bu konuları paylaşacak tek bir televizyon programı çıkmadı.”

İşte o sözler:

 

 

 

TWEETİ SİLMEDİ

 

Öte yandan Davutoğlu’nun bu sözlerinin ardından sosyal medyada attığı tweet tartışma konusu oldu. Anayasa değişikliğine muhalif kaldığını dile getiren Davutoğlu’nun referandumun ardından attığı, “Milletimiz en doğru kararı vermiştir. Referandum sonucu ülkemize ve aziz milletimize hayırlı olsun” ifadelerini hala silmemesi tepki çekti.

İşte o paylaşım:

 

Ermeni tarihçinin inanılmaz “soykırım” itirafı

Ermeni tarihçinin inanılmaz  “soykırım” itirafı

pervane memedli

 

Ukraynanın Harkov şehrinde yaşayan Ermeni asıllı tarihçi, edebiyatçı ve blogger Philip Ekozyants yutubda “Ermeni göçü” adlı ilginç bir video- görüntü yerleştirip. Daha sonra konuşmasını sosyal paylaşım etdi

Video-görüntünün güncelliğini, o sırada soykırım iddiaları, komşu halklara karşı toprak iddiaları ve Ermeni halkının eskiliği ile ilgili mitler bir Ermeni aydınının dilinden ifşa edildiğini dikkate alıp, çıkışın Ruscadan tam tercüme metnini okuyucuların dikkatine iletiyoruz

“Ben itiraf ediyorum ki,Ermenilerin asıl soykırımı şimdi  yapılıyor. Tarihsel olayları tahrif edib onları mazeret olarak  kulanıb ve Ermeni halkını  gerçek dünyadan ayırmak  istiyorlar. Ne yazık ki,bunu oldukça başarılı bir şekilde yapıyorlar. Biz  ermeniler, maalesef, kendi  soykırımıza katılıyor ve  yer alıyoruz..

Ermenilerin soykırımi bizim alışık olduğumuz  inandığımız gibi veya bizi inandırmaya çalıştıkları gibi, hiç de 100 yıl önce olmadı.Bu  büyük felaket hem bizim halk için, hem de Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm halkları arasında oldu. Bu kötülükler yıllar önce oldu, sona erdi ve kalplerimizde sonsuza dek kaldı.

Ermeni halkının soykırımı 30 yıl sonra  başladı – XX  Yüzyılın 40 yıllarında. Ve o zaman “soykırım” sözcüğü ön plana çıktı ve bugüne kadar devam ediyor. Bu soykırımın mahiyet de Ermeni halkını  gerçek dünyadan sanal dünyaya geçirmek istedikleridir.

Öncelikle, bizleri komşularımız, en yakın uluslarımız ve kan akrabalarımız ile ortak bir alanımız olmadığına inandra  bilmişler. İkinci olarak, bizi inandırmışlar ki, son 400 yıllık tarihimiz, yani bütün Osmanlı dönemi bizim tarihimiz değil ve biz sanki bu 400 yılda büyük Osmanlı İmparatorluğu’nun, zengin, güçlü ve eğitici bir devletin tam üyeleri yok, hüquqsuz kulları olmuşuz.

Tabii ki durum böyle değil. Ve ben, Ermeni kardeşlerin bir araya gelip bizi aldatanların kim olduğunu ve  gerçeği bulacağına inanıyorum. Gerçek bir tarih yerine, bizlere gerçeklikle hiçbir ilgisi olmayan  sanal böyüklük , yani sanal eski mükemmellik kavramlarınıimal etdiler. Halkımız üzerinde yaşanan bu psiko-tarihsel şiddet sonucunda kendi kendimizi düşman haline getirdik

Biz komşu halklara, özellikle de Türk halkına karşı kendimizin sürrealist isteklerimiz ve iddialarımızla biz kendi coğrafi  bağlamımızda biyolojik izgoy-atık  haline dönüşmüştük. Ve biz bir türlü anlayamıyoruz ki, hem bizim “soykırım” kavramının yaratıcıları, hem de  çok güzel şekilde Ermeni halkının kurbanlık imgesini yaratanlar komşularına karşı manevi, tarihi ve arazi iddialarının organizatörleri – aslında bizim amansız ve mekrli düşmanlarımızdır

 

On yıllardır bize tamamen yabancı olan insanlar tarafından düşünülmüş çok ağır ” “soykırım” haçı ile dünyayı dolaşıyoruz. Bu süreçte, soykırım kelimesi mecazi anlamıyla bizimle kovuşub. Her Ermeni ailesinin bir üyesidir, kalplerimizde acımasız ve dayanılmazdır ve halkımızın heyat sularını  sorur. Biz kapalı, öfkeli ve kindar olduk ve uydurdugumuz en eski, en büyük, en çileli dünyayı Kabul etmeyen herkesi yok elemeye hazırız.

Şükürler olsun ki, Ermeniler arasında sağlıklı yargıyı ve istihbaratını koruyanlar yeterincedir.Biliyorum ve eminim ki,halkımızın  hafızasini ve doğmalarını geri getirmesi gerekir. Nasıl yapabilir? Söz  konusu, hem Türkiye halkı, Azerbaycan halkı, hem de Rus halkıdır

XIX yüzyılın sonlarında Türkleri, XX yüzyılın sonlarında kesin olarak Azerbaycan  türklerini bizim düşmanlarımıza çevirdilerse, şimdi de Ruslara karşı halkımıza başarılı şekilde nefret virüsü  yapıyorlar. Ne kadar zor olursa olsun, gerçek, doğal ailemize dönmeliyiz. Eđer yapmazsak, eminim, mahv olup gideceyiz.

Birçok yorumcu Ermeni halkı adına konuşmamamı istiyor. Onlara şöyle cevap veriyorum:Ben hiç zaman tüm Ermeni halkı adına konuşmadım. Ben sadece kendi adıma konuşuyor, kendi fikirlerimi söylüyorum – o umutla ki, beni işte Ermenilerin anlaqlı kesimi duyacak.

Ben bizim sanal qədimliyimizin, eski böyüklüyümüzün somut ne olduğunu göstermek ve temel olarak bu soruya cevap vermek için kendi üzerime sorumluluk alıyorum: kim ve ne için bizi kandırıyor? Diğer bütün uluslarda olduğu gibi, bizim de eski bir geçmişimiz var. Fakat maalesef onun hakkında hiçbir şey bilinmiyor ya da neredeyse hiçbir şey bilinmiyor.

Bunu defalarca tekrarladım ve tekrar ediyorum: güçlü bir devletimiz oldu. İsmi  de Osmanlı İmparatorluğu. Ve Osmanlı İmparatorluğunda Ermeni itiqatlı osmanlılar olmuşuz. Hiçbir devletimiz gerçekte varolmadı.Varisi yalnız Ermeni ulusu olan dövlet yüzde yüz olmayıb. Sadece doğruladığımız ve bildiğimiz gerçeklere dayalı olarak geçmişle ilgili gerçeğleri  sergileyecegim”

Sonucda tarihi olduğu gibi sunan bir  ermeni aydını ortaya çıkdı.Tarihi sadece böyle insanları yaşatacaktır.

 

ekozyants

Not: İzlemek isteyenler için, Video Linki: https://www.youtube.com/watch?v=dur7ulOcCtQ

 

Süleyman Nazif Bey’in; “Mustafa Kemal Paşa” itirafı

Süleyman Nazif Bey’in; “Mustafa Kemal Paşa” itirafı

süleyman nazif“94 yıl sonra ilk kez bu sayfada yayımlanıyor. 94 yıldır hiçbir kitap ve süreli yayında yer almadı. 20 Mart 1923 tarihli İleri gazetesinde yayımlanan Süleyman Nazif Bey’in ilk kez gün ışığına çıkan makalesi

Süleyman Nazif Bey’in 20 Mart 1923 tarihli İleri gazetesinin 1. ve 2. sayfasında yayımlanan makalesini; Arap harflerinden yeni alfabemize aktardım. Günümüzde artık kullanılmayan bazı sözcükleri – kısmen – Türkçe karşılıklarıyla değiştirdim. Silik çıkan bazı okuyamadığım sözcüklerin yerine … işareti bıraktım.

Süleyman Nazif Bey, Mehmet Akif Ersoy ve daha birçok dindar aydınımızın benim gönlümde müstesna yeri var. Onlar Mustafa Kemal Paşa’yı çok sever bunu iyi bilirim. Ne yazık ki devrin şartlarından menfaat uman birtakım kurnaz araştırmacı ve yazar tarafından hep sansüre uğrarlar. Buna devamlı şahit olur ve de; ne çok üzülürüm. İşte 94 yıl sonra ilk kez bu sayfada yayımlanan Süleyman Nazif Bey’in Mustafa Kemal Paşa hakkındaki samimi düşünceleri ve itirafı:

“Büyük Kurtarıcı” (Müncî-i Azam)

Muharriri; Süleyman Nazif

Gazi Mustafa Kemal Paşa, düşman ayağı ile çiğnenmekten kurtardığı şehirlerden birinde: Adana Belediye dairesinde iki gün evvel; en güzel nutuklarından birini söyledi. Umumi şükranı Büyük Kurtarıcı’ya bir kere daha bildiren Belediye Reisi’nin nutkuna; Paşa irticalen cevap verirken:

“…Milli davamızda benim de mesaim geçmişse ve bu mesaide; kuvvet, icraat ve muvaffakiyet varsa; bunu şahsıma ithaf etmeyiniz. Ancak ve ancak bütün milletin manevi şahsına atfediniz..”

Pek soylu bir alçakgönüllülükle söylenmiş olan bu sözde; hakikatle tevazuunun ne derecelerde mündemiç bulunduğunu burada tarafsızca tetkik etmek isterim.

Felsefe-i Askeriye’yi tamamıyla anlamış olan Von der Goltz; Millet-i Müselleha adıyla dilimize de tercüme edilen meşhur eserinde diyor ki: Bazen kabiliyet-i askeriyesi büsbütün sönmüş zannedilen bir kavimin başına bir askeri deha geçerek harikulade hareketler gösterebilir. Nadir Şah’ın İran tarihindeki vakası gibi.

Mustafa Kemal Paşa, bayrağımızı düşmüş olduğu yerden kaldırarak, eline aldığı zaman bizim kabiliyet-i askeriyemiz sönmemiş, fakat o kabiliyeti tahrik ve izhar edebilecek her kuvvet, her vasıta elimizden alınmış idi. Anafartalar’ın genç kahramanı yalnız yed-i azminde, bin kurşunla delik deşik olmuş bir bayrak ve kalbinde hiçbir kaza ile yıkılmayacak ve durmayacak bir kurtarma şevki olduğu halde meydana atıldı. Vatanımızın serhatlarından başka Galiçya’da, Dobruca’da, Makedonya’da hatta Ayranoz’da çılgın bir israf ile harcanan Türk ordusundan; bir milyon cenaze ile pek acı ve kahır bir mağlubiyetin yarasından başka bir şey kalmamıştı. Mustafa Kemal’in ayağa kalkmasına herkes:

Çılgınlık!…

Dedi. Ben de bunların arasındaydım. Millet uzun seneler doğrulamayacak kadar yorulmuş. Vatan kendi evladının cenazeleri üstünde geceleri ölüm ve matem terennüm eden baykuşların sesini bile işitemeyecek kadar derin ve hummalı bir uykuya dalmıştı. Mustafa Kemal’in gösterdiği azim ve ümit; bu ölümlü uykuyu def etmek için kafi görülmüyordu. Bu kifayetsizliği, bu imkansızlığı akıl, hesap, mantık ile insaniyetin en az on bin senelik tecrübe ve birikimi ansızın evlada tasdik ve ilan etti. Herkes ve her şey Mustafa Kemal’e, Mustafa Kemal’in elindeki bayrağa; o bayrağın etrafında toplanan üç beş adama ve bu üç beş adamın üstünde çalıştığı topraklara acıyordu. Yalnız akıl, hesap, mantıkla insaniyetin on bin senelik bir araya gelen tecrübe birikimi değil, yorgun ve bezgin halkımızın büyük bir kısmı; bu huruç sahibinin her teşebbüsünü bir hareketi son çırpınış telakki etti. Ve ona düşmanlık hissetmeyenler bile acıdılar.

Asya’nın batısından Akdeniz’in sahillerinden terakki eden ülkeleri tahribe karar vermiş bağnaz Avrupa, kast ve ihanetine kendi ordularından, kendi vesait kahır ve efnasından ziyade hadim ve iştahını alçakça tatmin yolunda her hıyanet-i milliyeyi göstermeye hazır ve düşkün bir Padişah bulmuştu. Bu Padişah, namına icra-ı hilafet ettiği bir Peygamberin şeriatından düşman bayrağına hıfz ve zafer nesheleri astırdı. Ve kırılacak ellerindeki … İslam’ı Yunan ordusunun önünde; arkasında koşturtmak istedi. Padişah Vahdettin Mustafa Kemal’in Kral Konstantin’den fazla düşmanıydı. Mustafa Kemal Paşa’yı Kral Konstantin esir etseydi, belki büyük bir vatanperverin müstahak olduğu her hürmet ve ikramı gösterir ve ona kılıcını iade eder, fakat Padişah Vahdettin’in eline geçse idi. Onu muhakkak kurşuna dizdirirdi. Allah’tan cihat emrini telakki eden bir peygamberin o sahte halifesi, Nemrut Mustafa Divan-ı Harbi’nden çıkarmış idam hükmüne; cihat ayetinden fazla kutsiyet atfetmiş ve iman bağlamıştı. İşte Mustafa Kemal Paşa; asilikten gaziliğe, gazilikten Büyük Kurtarıcılığa tahtı tarihine ufaktan vesaitle bu mahşer mevani karşısında savud ve cülus etti. Mustafa Kemal ismini tarih-i İslam en yüksek sayfasına Hazreti Peygamberin adından sonraki ilk satırlara kayd ile müebbeden tebcil edecektir.

Bugün Büyük Kurtarıcı olan o büyük adamın ilk teşebbüsünden son muvaffakiyetine kadar her hareketini dört seneye yakın bir müddet şüpheden ve korkudan yeise intikal eden bir bakışla daima takip ettim. Kan ve ateş sebil şeklinde İnönü’ye kadar gelen düşman istilasının; burada bir müddet irkilme ve durması bana sürekli bir ümit vermemişti. Çünkü Karahisar’la Eskişehir’in sükutu, İnönü muzafferiyetini bir hakikat olmaktan çıkarmış, yad-ı tahassürü-feza bir rüya haline koymuştu.

Sakarya hezimeti bile, düşmanın tamamen imhasıyla neticelenmiş bir muvaffakiyetimiz değildi. Düşman Anadolu’nun göbeğinde ve Türk’ün en güzel iki vilayetinde çelik kalelere yerleşmişti. Ve Avrupa’nın, Asya’nın, Amerika’nın askeri uzmanları Yunan Cephesi’nin yarılamayacağını ilan ediyordu. Türk’ün bu büyük oğlu Karahisar Cephesi’ne ilk havale ettiği yumrukla yalnız ırk ve vatan düşmanının değil fünun hazirenin de beynine bir darbe indirdi. Milletlerin birbirini boğazlamaktan vazgeçecekleri zamana kadar – ki … pek uzaktadır – Mustafa Kemal Usulü Harbi askerliğin tarihinde, fünunda ve her milletin mekteplerinde enine boyuna tetkik ve tedris olunacak.

Ben mucizeler devrinin çoktan kapanmış olduğuna kani idim. Fransa’nın halihazırda en büyük yazarlarından olan Romain Rolland’ın geçenlerde okuduğum bir eserinde şu satırlara tesadüf ettim.

“…Bir şaniyet mesturenin zuhuruna kehanesine insanlar mucize ıtlak ederler. Eşhas ile akvamı en iyi tanıttıran nagehani tehlikelerdir. [1]”

Dokuz sene evvel bir Fransız edibinin söylediği bu sözü; hiçbir olay Mustafa Kemal Paşa ile onun kavmi kadar açık ve canlı surette ispat edemedi.

Ben Büyük Kurtarıcı’nın Adana Belediye dairesindeki sözünü burada tekzip değil, tashih daha doğrusu ikmal edeceğim.

Milli davamızda onun ve bilhassa onun mesaisi geçmiştir. Ve bu mesaide kuvvet, icraat ve muvaffakiyet vardır. Bütün milletin Manevi şahsiyeti mesai ve muvaffakiyet gerçeğinden kendi öğünme hissesini alır. Fakat Mustafa Kemal Paşa’nın şahsına ithaf edilmesi kim tarafından ve ne kadar tevazuuyla söylenmiş olursa olsun haksız bir iddiadır. Bu iddianın iradında milletin kalp ve şükranı tarihi ile birlikte, Bozkırın, Konya’nın, Yozgat’ın bir kısım halkı gibi, isyan eder. Ve Paşa’nın ne nezaketi ve ne şiddeti bu isyanı teskin etmeye kadirdir. Gazimizden rica ederiz: Kurtardığı milleti küfran nimet vadilerine sevk etmesin. Ve buna alıştırmasın.

Bu mesai muvaffakiyetin ne kadarı Mustafa Kemal Paşa’nın şahsına atfedilebilir? Bunu tetkik için tarihten birkaç misal alacağım.

Yavuz Sultan Selim’e en büyük kahraman diyoruz. Gerçekten bugüne kadar öyle ve en büyük kahramanlarımızdan biriydi. Fakat bu adam babasının cenazesine basarak tahta çıkarken, iki yüz senelik cidal ile çelik kesilmiş bir ordunun başına geçmişti. Devrinin en büyük zaferi Çaldıran vakasıdır. Bu muzafferiyeti ancak düşman ordusunda top bulunmaması ve mezhep ihtilafının o vakit İran tabiiyetinde bulunan bir kısım Şark vilayetlerindeki cesur ve cengaver halkı; Şah İsmail aleyhine çevirmesi sayesinde Yavuz Sultan Selim elde etmişti. Biri maddi, diğeri manevi bu iki kuvvetli vasıta-ı muvaffakiyet ise Mustafa Kemal Paşa’nın karşısına … dikilmişti. Topsuz, tüfeksiz, her taraftan düşmanlarla muhata olduğu halde, yalnız azim ve ümit ve bir avuç iman sahibi ile bu Türk oğlu dünyaya karşı durdu.

Selahaddin Eyyübi’ye kısmen benzer. Vakıa o Mücahit ve Büyük Kurtarıcı’da Ehl-i Salip’in bitmez, tükenmez taarruzlarını durdurmakla; nihayet Asya’yı Garbı’ndan tart ve ihraç etmişti. Ve ona da .. dinsiz imansız bir halife – Vahdettin’in Mustafa Kemal’e tassalutu gibi – musallat olmuştu. Fakat Selahattin muhtaç olduğu silahları kendi memleketinde imal ettirirdi. Ve medeniyet ve vesait-i maddiyece kendi milletinin … bulunan bir düşmanla uğraştı. Bundan başka Selahattin Eyyübi; Mustafa Kemal gibi halkın bağrından çıkmamış, az çok hükümdarlığa yaklaşmış bir aileden doğmuştu. Suriye ve Filistin o vakit Avrupa’ya pek uzaktı. Bugün ise İzmir’den Sakarya’ya kadar olan yerler adeta Avrupa’nın göbeği ve Avrupa’dır.

Napolyon, asırlık bir orduyu, vatanperverlik ateşiyle .. Fransa inkılabıyla …. teslim etmişti. On beş seneyi aşkın bir müddet bu orduya Moskova’dan Madrid’e kadar Avrupa’nın şimalini, cenubunu yakıp, yıktırdıktan sonra, memleketinden pek ziyade uzaklarda, son nefesini .. savurdu.

Mustafa Kemal’i bir fark ile yalnız Hannibal’e benzetirim. İmkansızlıkla son dereceye kadar mücadele eden Kartacalı kahramanın hayat öyküsü beni tam kırk senedir … mütehassis eder. Zavallı büyük adam muvaffak olsaydı. Şimali Afrika’nın Mustafa Kemal’i olurdu. Mustafa Kemal Garbi Asya’nın, fakat muvaffak olmuş Hannibal’dir. İşte son mesai ve muvaffakiyetimizde Mustafa Kemal Paşa’nın mevki ve hissesi.

Mustafa Kemal’i büyütmek onu yetiştiren milleti büyütmektir. Böyle harikulade adamları tevlide her kavimin … istimdadı kadar olamaz. Mustafa Kemal’in şan ve şerefi milletine ait ve milletinin malıdır. Çünkü o millet kendisinden başka bir şey değil. Mustafa Kemal olmasaydı millet bu son harikuladeyi gösterebilir miydi?

Bu millet olmasaydı, Mustafa Kemal o muzafferiyeti istihsal edebilir miydi? Yine bilmem!. Bildiğim şudur ki Mustafa Kemal’in vazifesi milletine daima hizmet etmek, milletin borcu Mustafa Kemal’ini daima sevmektir.

Nişantaşı, 19 Mart 1923

Süleyman Nazif

Dipnot: [1] Les hommes appellent miracle apparition subite d’une réalité cachée. C’est le brusque danger qui fait le mieux connaître les individus et les peuples.

İleri gazetesi, Münci i Azam, 20 Mart 1923, sayfa: 1-2

 

Atilla Oral