Etiket arşivi: İsrail

BARZANİ REFERANDUM VE BAĞIMSIZLIK

 

 

seyfettin karamızrakKuzey Irak’ta Barzani, Türkiye’nin ve dünya devletlerinin(İsrail hariç) uyarılarına aldırmadan referanduma gitti.

En yakın dostu ve velinimeti durumundaki Türkiye’ye kafa tuttu. Haddini bilmeden, aklını kullanmadan Türkiye’ye nankörlük ve vefasızlık yaparak, tüm dünyayı karşısına aldı.

İsrail, Barzani’yi alenen destekleyerek referandum hususunda cesaretlendirmiştir. İsrail’in bu desteği, asla Barzani’nin yararına olmayacaktır. Referandum öncesi Barzani’nin yandaşları, İsrail bayrağını öperek bağırlarına basarak sevgi gösterilerinde bulundular. Peki, İsrail’e gösterilen bu sempatinin sebebi nedir acaba?

İktidarı döneminde önemli bir ekonomik gelişme sağlayamayan Barzani, aynı zamanda yolsuzluklara adı karışarak tamamen gözden düştü. 2012’ de görevi sona ermişti. Mali durumu perişandı. Memurlarının maaşlarını Türkiye ödüyordu. ABD’nin kurduğu DEAŞ bahanesiyle görev süresi uzatıldı. Bir daha seçilme ihtimali son derece zayıftı. İktidarda kalabilmek için, “referandum” ile bir maceraya atıldı.

Yıpranan prestijini koruma ve saltanatını sürdürebilme uğruna, referandumla halkının gözünde kahraman olmak istedi. Çok riskli, hatalı ve tehlikeli bir hamle yaptı. Bunun telafisi ağır olacaktır.

Kendisine bu konuda destek veren, kışkırtan, umutlandıran ve cesaretlendiren İsrail ve ABD tarafından üzeri çoktan çizilmiştir. Yakında yerine kimin geleceği görülecektir.

Osmanlıyı yıkan güçler, Orta Doğu’daki devletlerin daha küçük parçalara ayrılmasından yanadırlar. Aslında bu kirli plan, Büyük İsrail projesinin gereğidir.

CIA  ajanı Yahudi Michael Scheuer’in: ” Şu an en büyük umudumuz Sünni ve Şiileri kanları kuruyuncaya kadar birbiriyle savaştırmaktır.” İtirafında bulunması, Orta Doğu da  nasıl çirkin bir oyunun tezgahlandığını gözler önüne sermektedir.

Barzani, “Nil’den Fırat’a Büyük İsrail” projesine hizmet etmektedir. Bazı istihbarat kaynaklarına göre, ABD Savunma Bakanı Mattis, Barzani’ye; “Eğer referandumdan geri adım atarsan bunun bedelini çok ağır ödersin. O makamda kalamazsın” demiştir. İsrail açıkça, ABD ise gizlice destek vererek, Barzani’yi kendi çıkarları için ateşe atmışlardır.

Referandum Irak anayasasına aykırıdır. “Kuzey Irak Kürt Özerk Bölgesi”, Irak’ın bir parçasıdır. Irak anayasasına göre Kerkük, Erbil’e ve Bağdat’a bağlı değildir.

Uluslararası anlaşmalar; Lozan ve Ankara Antlaşması; Türkiye’nin sınırları değiştiğinde, Irak’a, Musul ve Kerkük’e müdahale hakkı tanımaktadır.  Lahey Adalet Komisyonunun kararına göre ise Musul üzerinde hakkımız vardır.

Başta Türkiye olmak üzere, Irak, İran ve Suriye referandumun karşısındadır. Türkiye ile Irak arasında ortak tatbikatlar yapılmaktadır. Gelişmeler yakından takip edilmektedir.

Canlı yayında konuşan IKBY Başbakanı Neçirvan Barzani, “Referandum asla 26 Eylül’de bağımsızlık ilan edeceğimiz anlamına gelmiyor, asla Türkiye için tehdit değildir. Türkiye‘nin bizi anlamasını bekliyoruz. Referandum, sınırları belirlemek için değildir. Komşu ülkelere, bölge için istikrar unsuru olduğumuzu gösterdik” diyor.

Bu tamamen riyakâr bir konuşmadır. Referandum “bağımsızlık” anlamına gelmiyorsa, ne anlama gelmektedir? Özürleri kabahatlerinden büyüktür. “Türkiye‘nin bizi anlamasını bekliyoruz.” Açıklaması, ciddiyetsizliğin göstergesidir.

Türkiye’nin bazı bölgelerinin Barzani’nin yayın organlarında “kürdistan” diye gösterilmesi ne anlama gelmektedir? Siz Türkiye’yi ne kadar anladınız ki, anlaşılmanızı bekliyorsunuz.

Türkiye haddini bilmeyenlere, elbette gereğini yapacak, burnunu sürtecektir. Kapılar kapatılmaya, uçak seferleri iptal edilmeye başlanmıştır. Arkasından ihtimal, daha kritik yaptırımlar gelecektir.

Sayın Cumhurbaşkanı, MHP lideri Sayın Bahçeli ile konuyu görüşecektir. Görünen o ki, zaman Barzani’nin aleyhine işlemektedir.

 

Sevgiyle kalın…

 

ABD ORTADOĞUDA KAYBETMEYE MAHKUMDUR

ABD ORTADOĞUDA KAYBETMEYE MAHKUMDUR

 

 

 

seyfettin karamızrakABD, Suriye’nin kuzeyinde PYD, YPG, PKK’yı kullanarak ikinci bir İsrail kurma peşindedir.

ABD’nin yüzlerce tır silahı açıkça PYD ve dolaylı olarak PKK’ya vermesi, Türkiye için potansiyel bir tehlikedir. Bu duruma, Türkiye ve İran’ın seyirci kalması mümkün değildir.

Tarihi süreç içerisinde, ABD’nin dostu yoktur. Menfaatleri önemlidir. ABD’nin gerçek ve şer müttefiki İsrail’dir.

ABD’nin, Orta Doğu’yu karıştırmasının, DEAŞ’ı kurmasının, PYD ile Suriye’yi karıştırmasının sebebi İsrail’in güvenliğini sağlamaktır.

Bugünkü savaşların, kan akmasının, zulmün, haksızlığın ve sömürünün mimarları CIA, Pentagon, petrol ve silah şirketleri ile küresel sermayedir.

Suriye’nin ve Irak’ın bölünmelerinin, Türkiye ile birçok İslam ülkesinin sınırlarının ve iktidarların değiştirilmesi önceden tespit edilmiştir. Bu kalleş ve acımasız plandan sadece Türkiye kendisini kurtarabilmiştir. Buna rağmen ısrarla, sinsice ve her türlü tuzaklarla üzerine gelinmektedir.

ABD geçmişte olduğu gibi bugün de Türkiye’yi HDP, PKK, FETÖ  gibi maşaları kullanarak  Batı’nın vesayetine sokmak istemektedir. Asıl ve nihai hedef Türkiye’yi işgal etmek, bölmek ve kalkınmasını önlemektir.

Bütün bu çabalarına rağmen ABD, Türkiye’yi dışarıdan işgal etmekte yetersiz kalmıştır. Bu sefer terör örgütlerini kullanarak içeriden yıkmaya çalışmaktadır. Şu anda ABD’nin bir numaralı düşmanı Türkiye’dir. PYD-YPG, bu anlamda ABD’nin piyonudur.

ABD ve PYD Rakka’da DEAŞ ile mücadele maskesi altında, 40 bin masum Sünni sivili katletmiştir.  Türk Silahlı Kuvvetlerinin El-Bab Fırat Kalkanı Operasyonunda, tek bir sivil ölmemiştir. Buna rağmen. DEAŞ ile mücadele koordinatörü Sünni katili Brett McGurk, Türkiye’yi suçlu göstermiştir.

Rusya, ABD, İran, AB kasten Suriye’de barışı önleyerek Türkiye’deki milyonlarca Suriyeli göçmenin vatanlarına dönmemelerini, böylece Türkiye’yi ekonomik olarak çökertmeyi planlamaktadırlar.

Türkiye’nin kendisinden başka dostu yoktur. İnsani ve tarihi bağlarla göçmen Suriyelilere yapılan yardım ve ev sahipliği, yeniden gözden geçirilerek çekidüzen verilmesinde yarar vardır.

ABD ve emperyalist güçler Orta Doğu’da kalıcı da değildir. Geçmişte hâkim olan İngilizler ve Fransızlar nasıl perişan olarak gitmişlerse, ABD’de rezil ve yenilmiş olarak bölgeyi terk edecektir.

Sevgiyle kalın…

Ayastefanos Anıtı Yeniden Dikilemez

Ayastefanos Anıtı Yeniden Dikilemez

 

Alptekin CEVHERLİ

 

alptekin cevherliHer milletin kendi millî menfaatlerini ve değerlerini sembolleştirdiği çeşitli kutsalları vardı; bayrak, tarihteki çeşitli devlet adamları, sembol haline gelmiş mekân veya binalardır. Bunlar o milletin varlığının belki de yarı efsanevi, yarı gerçek devamını sağlayan figürlerdir. Milletlerin önüne birer hedef koyarak millî birliğin tesis edilmesini kolaylaştırırlar. Bu hedefe varmak için sonraki nesillere dinamizm katarlar.

Bu figürler, milletlerin ulaştıkları son noktayı veya çıkış noktalarını betimleyerek elde edilmesi gereken veya korunması gereken değerleri ortaya koyarlar. Bu anlamda ata mezarları da büyük önem taşır.

Sultan 1. Murat’ın Kosova Priştine’deki kabri, Macaristan’daki Gül Baba Türbesi, Bakü’deki Türk şehitliği, Enver Paşa’nın Kırgızistan’daki kabri (Ki bu mezar yanlış bir kararla Demirel tarafından Türkiye’ye geri getirilmiştir.) vd…

Aynı şekilde diğer milletlerin de ulaştıkları son nokta ve erek olarak aynen bizim gibi mezarlıkları vardır. Yoksa Anzakların (Avusturalya ve Yeni Zelandalılar) on binlerce kilometre öteden her yıl gelip Çanakkale’de dedelerinin mezarları başında “şafak ayini” yapmasını başka türlü izah edemezsiniz…t__rk __ehitlikleriyıkılmasıRussian_Monument_San_Stefano_Ottoman_Postcard

Bu mezarlar belki siyasi değil ama tarihi ve kültürel sınırları çizerler…

Bugün dünya üzerinde 34 ülkede (Almanya, Arnavutluk, Avusturya, Azerbaycan, Bosna-Hersek, Bulgaristan, Cezayir, Çek Cumhuriyeti, Filistin, Güney Kore, Hindistan, Irak, İngiltere, İran, İsrail, İtalya Japonya, KKTC, Letonya, Libya, Lübnan, Macaristan, Malta, Mısır, Myanmar, Polonya, Romanya, Rusya, Sırbistan, Suriye, Suudi Arabistan, Ukrayna, Ürdün ve Yunanistan şehitliğimiz olan ülkelerdir.) 78 Türk (Osmanlı+Türkiye) şehitliği mevcuttur. Elbette 10 bin yıllık Türk tarihi ve 16 büyük Türk İmparatorluğunu göz önüne alırsak, gök yüzündeki yıldızlar kadar Türk şehitliğinin dünyanın dört bir yanına savrulmuş olduğunu unutmamamız gerekir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi olarak kabul ettiği Osmanlı’nın önemli bir kısım yeni sayılabilecek tarihlerdeki şehitlikleri ve Cumhuriyet dönemi şehitlikleri bunlardır.

Aynı şey diğer milletler, mesela Ruslar için de geçerlidir…

Sultan 2. Abdülhamit’in tahta geçişinden kısa bir süre sonra 3 Mart 1878 tarihinde Ayastefanos (Yeşilköy)’da imzalanan antlaşmayla Osmanlı Devleti’ne bağlı bir Bulgaristan Prensliği kurulacak, Prensliğin sınırları Tuna’dan Ege’ye, Trakya’dan Arnavutluk’a uzanacaktı. Bosna-Hersek’e iç işlerinde bağımsızlık verilecek, Sırbistan, Karadağ ve Romanya tam bağımsızlık kazanacak ve sınırları genişletilecek, Bulgar ordusu kuruluncaya kadar iki yıl müddetle 50.000’i geçmemek üzere Rus askeri Bulgaristan’da kalacak, Bulgaristan’ın Osmanlı Devleti’ne vereceği yıllık verginin tutarı Osmanlı Devleti ile Avrupa devletleri ve Rusya arasında kararlaştırılacak, Osmanlı Devleti Rusya’ya “Savaş Tazminatı” ödeyecek, Kars, Ardahan, Batum ve Doğu Beyazıt Rusya’ya verilecekti…

Bu antlaşma neticesi Osmanlı Devleti tarihinin en büyük toprak kayıplarından birini yaşamış, milyonlarca vatandaşımız sınırlarımız dışında düşmanın insafına kalmıştır.

Ruslar da Osmanlı Devleti için bir felaket olan bu 93 Harbi’nde (1877-78) İstanbul Yeşilköy’e kadar gelişlerini kutsamak, ulaştıkları son sınırı kalıcı kılmak ve orada ölen askerlerini yaşatmak adına İstanbul Yeşilköy’de (bugünkü Florya Ormanı’nda) kalan yerde Ayastefanos Anıtını dikmişlerdir. Bu anıt aynı zamanda bir kilise olup, İstanbul’u işgale gelirken ölen Rus askerlerinin anıt mezarlarıdır da…

Sultan 2’nci Abdülhamit’in bütün karşı çıkmasına rağmen kabul edilerek inşa edilmiş olan Ayastefanos Anıtı, Rusların Osmanlı ordusunu yenerek İstanbul kapısına dayandığının aynı zamanda resmidir de.

Bu utanç abidesi, Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması ve Rusya’ya savaş ilan edilmesi ardından İttihat ve Terakki Hükümeti tarafından dinamitle patlatılarak yıkılmış ve bu yıkım sahnesi aynı zamanda filme çekilerek Türk Sinema tarihinin de doğumu olmuştur. Bugün Türk sinemasının eldeki en eski filmi Ayastefanos Utanç Abidesi’nin Yıkılması Filmidir. Ve ilk Türk filmi olarak kabul edilmiştir…

Peki, bu kadar anıtlardan, mezarlardan durduk yere niye bahsettik?

Şimdi sıkı durun…

Rusya, bu utanç abidesini yeniden inşa etmemizi istiyor!

Ayastefanos Anıtı’nın inşası Rusya Devlet Başkanı Putin’in 2012 yılındaki Türkiye ziyaretinde Ruslarca gündeme getirilmiş, Türkiye’nin de karşılığında Rusya’daki bir şehitliğinin onarılması önerilmişti.

“Söz konusu anlaşma 3 Aralık 2012 tarihinde Başbakanlar düzeyinde gerçekleştirilen Türkiye- Rusya Federasyonu Üst Düzey İşbirliği Konseyi 3. toplantısında dışişleri bakanları tarafından imzalanmıştı. Rusya, anlaşmaya ilişkin iç onay sürecini 11 Aralık 2013 tarihinde tamamlamıştı. Türkiye tarafı ise dönemin dış işleri bakanının imzaladığı anlaşmayı TBMM gündemine almayarak tasarıyı kadük bırakmıştır.

Ancak Rusya, şimdi ise kendi iç hukuk sürecinde belki tamamlanan; ancak TBMM’nin onaylamadığı için kadük kalan tasarıyı Türkiye’ye uygulatmak için baskı yapıyor.

Buna asla izin veremeyiz. Çünkü Yeşilköy, Rusya’nın ne kültürel ve ne de manevi sınırı değildir ve olamaz!

“Eğer İstanbul’da bir Rus anıtı dikilecekse bunun mütekabiliyet esasına göre karşılığı, yaklaşık 150 yıl Osmanlı himayesinde kalan Moskova’daki Kızıl Meydan’a Türk Şehitliği yapılmasıdır!”

Yoksa 93 Harbinde ve devamındaki Balkan Harbi’nde verdiğimiz milyonlarca şehidin kemikleri sızlar, ‘ah’larını hiçbir şekilde ödeyemeyiz.

 

 

 

 

İSRAİL NEYİN PEŞİNDE

İSRAİL NEYİN PEŞİNDE

seyfettin karamızrakİsrail askerlerinin, 1967’den beri ilk kez Mescid-i Aksa külliyesinin ana mihrabının bulunduğu kubbenin altına kadar girerek mihrabı postallarıyla çiğnemiştir.

Mihrabın hemen bitişiğinde yer alan Selahaddin Eyyubi’den kalma minber, 1969 yılında, Yahudiler tarafından yakılmış, minberin benzeri Türk ustaları tarafından tekrar yapılarak 2007’de yerine konulmuştu.

Mescid-i Aksa’ya yapılan saldırıların tek sorumlusu İsrail değil elebette, bu ülkeye göz yuman ülkeler de bu suça ortaktır.

Mescid-i Aksa, İslam dünyasının  kutsal makamıdır. Kudüs’ün, İsrail’in işgali altında olması, Müslümanların en büyük ayıbıdır. Müslümanım diyen her sorumlu yürek için, Kudüs kanayan bir yaradır.

Siyonist İsrail’in, Mescid-i Aksa’ya karşı yaptığı uygulama; hakaret ve terbiyesizlik sınırlarını aşmış, haramilik ve haydutluğa dönüşmüştür.

İsrail, devlet olmanın gerektirdiği sorumluluğunu ve ciddiyetini hiçe sayarak, çirkin terörüyle Filistinlilere soykırım uygularken,  Türkiye’nin dışındaki sözde İslam devletleri, bu zulüm karşısında dut yemiş bülbül gibi gıklarını çıkarmamaktadır.

Bu durum, İsrail’i şımartmakta, zulmünü daha cesaretle uygulamasına zemin hazırlamaktadır. Sözde İslam devletlerinin  pısırık ve korkak tavırları, Mescid-i Aksa’ ya yapılan hakaretlere razı olmak anlamına gelmektedir.

Türkiye’nin dışındaki  İslam ülkelerinin büyük çoğunluğu, menfaatleri için ABD ve diğer emperyalist devletlerin kölesi durumundadır.

  1. Arabistan ve Mısır, Katar’a horozlanarak ambargo ilan ederken, İsrail’in Mescid-i Aksa’da yaptığı hakaretleri görmezlikten gelmektedir. Çünkü bu devletlerin yöneticileri, Müslümanların temsilciliğini yapmaktan aciz, ABD’nin uşaklarıdırlar. İsrail’e tavır aldıklarında, sırça saraylarının başlarına yıkılacağını çok iyi bilmektedirler.

İsrail, Kudüs’ü işgal ettikten sonra, yoktan bahanelerle, uyduruk arkeolojik araştırmalar yaparak, Mescid-i Aksa’nın altını ve etrafını oyarak yıkılmasını sağlamaya çalışmaktadır. Maksadı, yıkacağı Mescid-i Aksa’nın  yerine, Yahudi tapınağı yapmaktır.

Mescid-i Aksa Hatibi Şeyh İkrime Sabri; “Arap dünyasının Mescid-i Aksa’ya yapılanlara sustuğunu, sorumluluklarını yerine getirmediğini, meydan okuma ile karşı karşıya olduklarını”,  bundan büyük üzüntü duyduğunu ifade etmiştir.

Mescid-i Aksa kutsaldır ve bütün Müslümanlarındır. Fakat ne yazık ki Müslümanlar bu emanete yeterince sahip çıkamamıştır.

Geçmişte savaşların ve darbelerin planlamaları büyük gizlilik içerirken, günümüzde aleni meydan okumalar ve gözdağı vermeler gündemdedir. Türkiye’nin ve dünyadaki Müslümanların düşmanları bu tavırlarını, artık küstahça, arsız bir üslupla dile getirmekten kaçınmamaktadırlar.

CIA’nın eski başkanı Graham Fuller, “İslamsız Dünya” adlı eserinde;  “ABD’nin, dünya hâkimiyetinin önündeki tek engelin, Sünni Müslümanlar olduğunu, Vehhabilerle ortak çalıştıklarını, Şiileri kullandıklarını, Sünni iktidarların yıkılmasının, Sünniliğin kalesi olan Türkiye’nin yıkılması ile mümkün olacağını, Nil’den Fırat’a Büyük İsrail ile Orta Doğu’ya yerleşerek, bütün enerji kaynaklarını ve enerji güzergâhlarını alacaklarını, bu hedefe ulaşmak için, ABD ve İsrail’in vesayeti altında, Kuzey Suriye’de bir Kürt devleti kurulması gerektiğini”  yazmaktadır.

Aleni yazılan ve icra edilen bu sinsi tuzaklara, Arap dünyası, uyuşmuş şekilde saraylarının penceresinden bakmaktadır.

Bir gün bu tuzaklar, kendilerine döndüğünde, pişmanlıkları tahtlarını ve tatlı canlarını kurtarmaya yetmeyecektir.

Orta Doğu’daki bütün savaşların temelinde, İsrail’in “Nil’den Fırat’a” projesi yatmaktadır.

Sevgiyle kalın…

 

 

DAVİD ROCKEFELLER’İN İTİRAFLARI

seyfettin karamızrakABD’li Yahudi bankacı işadamı David Rockefeller’in 20 Mart 2017 tarihli Akit gazetesinde “İşte Yahudi Rockefeller’in şoke eden ‘Türkiye’ itirafları!” başlığıyla yayımlanan itiraflarından bazıları:

Türkler yıllar boyu komünizme karşı savaşmıştır. 1950’lerde ülke yönetimine bizim desteğimizle Adnan Menderes gelmişti.

 

Bir darbe ile bu işe bir son verildi ve sonunun öyle bitmesini istemediğimiz halde, çalışma arkadaşlarıyla beraber idam edildi. Sadece CELAL BAYAR kurtuldu, çünkü bir MASONDU ve yakın arkadaşı Papa Roncalli, ya da diğer adıyla 23. John, Vatikan’ın baskısıyla onu idamdan kurtardı.

       

1980 darbesi de bizim isteklerimiz doğrultusunda yapıldı. Önce kaos, sonra düzen. Provokatörlerimiz aracılığıyla sağ ve sol ideoloji kavgaları başlatıldı. Ülke halkı sağcı ve solcu olarak iyiye bölündü ve çatışmaya başladılar.

 

 Binlerce Türk genci uydurma ideolojiler uğruna can vermişti. Hükümetler birbiri arkasına iktidara geliyor fakat olayları önleyemiyorlardı. Sonra darbe geldi ve bütün olaylar bıçak gibi kesiliverdi. Zavallı ülke halkı bu sözde başarıyı darbenin bir neticesi olarak gördüler.

Askeri hükümet bir süre devlet yöneticiliği yaptı ve bizim belirlediğimiz bir kişiye yönetimi devretti. Bu Turgut Özal’dı. Özal, isteklerimiz doğrultusunda ülkenin kapılarını bize sonuna kadar açtı.

 

Ülke artık Amerikan ve Avrupa yapımı mallarla dolmuştu. İnsanlar artık en kısa ve en kolay yönden servet yapmanın peşine düştüler. Rüşvet, devlet bankalarının çeşitli entrikalarla soyulmaları, banker skandalları birkaç örnek. Arkadaş, dost, aile gibi kavramlar unutuldu ve sadece parası olanlar itibar görmeye başladı.

 

Ülke insanının tepkisini ölçmek için kendisinden Kürt devleti fikirlerinden bahsetmesini istedik. Fakat bu düşünceler kendisine pahalıya mal oldu. Biz de Kürt devleti projemizi hayata geçirmek için PKK denilen bir örgüt üretildi.

 

Sanırım yakın gelecekte topraklarından biraz daha, bir süre sonra da bizim için hala geçerli olan Sevr Antlaşması uyarınca hemen hemen tamamından fedakârlık etmek zorunda kalacak.

 

Bir kere Büyük İsrail Devleti topraklarının su kaynaklarının önemli bir kısmı şu anda Türkiye’ye aittir.

 

İkincisi, Müslüman ve demokratik bir ülke olarak bu konuda öncü bir ülkedir. İslamiyet’i yıkmak istiyorsak önce Türkiye’den başlamalıyız.

 

Üçüncüsü, Avrupa ve Asya arasında bir köprü durumdadır.

Maden, petrol, doğalgaz gibi zengin yer altı kaynaklarına sahip Ortadoğu ve Kafkasya’ya hakim olmak istiyorsak bu ülke elimizin içinde olmalıdır.

 

Bu Türkler aslında birleşip bir araya gelseler karşılarında hiçbir güç duramaz. Bu yüzden böyle bir olasılığa karşı, ajanlarımız her an tetikte bekliyorlar. Türk devletlerinde kilit mevkilerdeki adamlarımız, aralarında en ufak bir yakınlaşma sezdiklerinde hemen istikrarı bozacak olaylar ve darbelerle bunu önlüyorlar.

 

Dördüncüsü, ülke bor madenleri bakımından dünyanın en zengin ülkesidir ve bu maden dünyada yakın bir gelecekte, petrolden bile daha önemli bir hale gelecek.

 

Beşincisi ve belki de en önemli olanı Türkler medeniyetin beşiğidir. Medeniyetin beşiği olarak Türkleri kabul edemezdik; tam aksine bin bir entrika ile bu kültür miraslarına el koyarak biz onları bütün dünyaya barbar, hak hukuk tanımayan bir toplum olarak tanıttık ve bunda da oldukça başarılı olduk.

 

Birinci Dünya Savaşı, Avrupa’da bize karşı olan imparatorlukları dağıtmak ve en önemlisi Osmanlı İmparatorluğu’nu parçalayarak Ortadoğu’daki petrol yataklarını ele geçirmek ve İsrail devletinin yolunu açmak için çıkarılmıştı.

 

Bizim için Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak çok zor olmadı. Savaş sonunda hedefimize ulaşmamıza az kalmıştı; ama Atatürk adında bir lider ortaya çıkarak planlarımızı bir süreliğine ertelememize neden oldu.

 

İkinci Dünya Savaşı’nın asıl sebebi şu an olduğu gibi dünyada başlayan ekonomik krizlerdi; diğer bir önemli neden ise Diaspora’nın yani kutsal topraklar dışında yaşayan Yahudilerin, yeni İsrail devletini kurmaya yardımcı olmamaları ve bu ülkeye dönmeyi kabul etmemeleriydi.

 

Hitler Yahudilere kin duymaya başlamıştı. İsrail topraklarına dönmemekte ısrar eden Yahudileri korkutmak amacıyla birkaç katliama izin verildi ve söylenenden çok daha az kişinin öldüğü bu katliamlar kullanılarak sözde milyonların yok edildiği Yahudi katliamı senaryoları üretildi.

 

Şimdi aynı katliam senaryosu Ermeni Soykırımı adı altında Türklere uygulanmaktadır.

 

Atom bombası, Yahudilerin yaşadığı Almanya’ya atılamazdı, Japonlar kışkırtıldı ve daha önceden haber alınmasına rağmen, halkın duygularıyla oynanarak desteğinin kazanabilmesi için yüzlerce Amerikan askerinin ölmesiyle sonuçlanan Pearl Harbor baskınına göz yumulmuş ve bu sorun da aşılmış oluyordu.

 

Ve böylece Büyük İsrail İmparatorluğu’nun temelini oluşturan İsrail Devleti 1948 yılında Rotschild Ailesi’nin cömert mali desteğiyle kuruldu.

 

İran-Irak savaşı Saddam’a büyük vaatler yapılarak başlatıldı. İlk iş olarak birbirlerinin petrol kuyularını ve tesislerini bombaladılar. Tabii sonunda petrol zengini bu ikili, bizlerden daha fazla silah satın alıp savaşı kazanabilmek için ülke ekonomilerini iflas ettirecek düzeye getirdiler. Sonuçta bütün şehirleri ve petrol tesisleri yine bizler tarafından yeniden kurulacaktı. Bu da yine bizlerden daha fazla borç almakla mümkün oluyordu.

 

Saddam dolduruşa getirilerek başlatılan 1990 yılındaki Körfez savaşı, ile ırak ekonomisi bir kez daha çökertildi; Kuveyt’i tekrar inşa etmek için milyarlarca dolarlık iş bağlantıları yapıldı; Amerikan askerleri bölgeye ilelebet yerleşti.

 

Bu savaşta test amacıyla tüketilmiş uranyum bombaları kullanıldı. Bu bombalar, etkisi yıllarca sürecek radyoaktif maddeler yayarak bölgedeki yüz binlerce insanın, tabii bu arada bizim askerlerimizin de ölmesine yol açtı, hala da insanları öldürmeye devam ediyorlar.

Avrupa ülkelerinde kurulan İtalya Gladio’su benzeri istihbarat örgütleri sayesinde, bütün ülke yönetimlerini kontrol altında tutmaktayız.

 

İstanbul’daki sinagoglara yapılan saldırılar ve Madrid’deki tren bombalama olayları, bu ülkelere bizim isteklerimizi görmezden geldiklerini hatırlatmak için yaptırıldı.

 

New York İkiz Kuleler, Pentagon saldırıları, Kenya ve Suudi Arabistan’daki bombalama olayları ise tamamen bizim planlarımız doğrultusunda icra edildiler.

Bu örnekler inanın bana sadece buzdağının dışarıdan görünen başı. Gördüğünüz gibi dünyanın her noktası kontrolümüz altında.

 

 

2016’NIN SAĞANAK GEÇİŞLERİ BİR FIRTINA HABERCİSİ

 

 

süleyman pekinVe 2017 fırtınalı yılların başlangıcı gibi duruyor ama inşallah yanılırız.

2016’yı Berlin Duvarı’nın yıkıldığı 1989 yılına benzetirsek 2017 de Sovyetler Birliği’nin yıkıldığı 1991 rolüne aday.

Yılın ikinci yarısı hem bizim hem de bölgemiz için heyecan üstüne heyecanla geçti. Yeni yılda da adrenaline adrenalin demeyeceğiz galiba; Allah muhafaza!

Meteoroloji Müdürlüğü gibiydi ABD ve hempaları; Irak’a yağmur gibi bomba yağacak diyorlar ve yağdırıyorlardı, Libya’da Kaddafi sert bir rüzgar darbesiyle devrilecek diyorlar ve devirtebiliyorlardı, Suriye’de lokal kurşun sağanakları başlayacak diyorlar ve başlattırıyorlardı.

Ve daha neler neler… Darbe indi-bindileri: Mübarek gitsin – Mursî gelsin, Mursî gitsin – Sisî gelsin.. Aç-kapa artemalar: Tunus aç-kapa, Tahrir aç-kapa, Yemen aç-kapama..

Aslında bu yazıda reklam giydirme olayı yoktu. Emperyalizmin ayakkabı numarası bizim de düşüncelerimizi yoruyor, dostlar.

Gelelim iklim değişikliklerinin atmosferik delinmişlik parametrelerine.. Suriye’de 6. yılına ilerleyen iç savaş dış dengeleri değiştirmeye devam ediyor. Rusya, İran, Çin ve Türkiye’nin bölgedeki ağırlığı artıyor.

Hayret – 1: Ortadoğu satranççısı İsrail en zıttı olarak bilinen Suriye’nin yarım düzine yıldır başına gelenlere “gık” demedi ama Amerika’nın veto etmediği BM kararına gak-guk konuşuyor.

Hayret – 2: Suriye’nin bir şehri olan Halep’teki ateşkesi dıştan Rusya ile Türkiye kararlaştırıyor ve ondan sonra tahliyeler başlıyor. Suriye’nin geleceğiyle ilgili Moskova’daki Dışişleri Bakanları toplantısına Rusya, Türkiye ve İran katılıyor.

Tabii, insanın gözü arıyor; nerde ABD, nerde AB? Hani Ortadoğu tilkisi İngiltere? Hani Suriye’yi onyıllarca manda’layan Fransa? Hani Avro-pa’nın reisesi Almanya?

E, fiilî durum buysa kartlar yeniden karışacak ve yeni aktörlere yeniden dağıtılacak demektir. İngiliz aklının cetvellediği sınırlar değişecekse yeni bir düzen tesis edilecek demektir.

Trump, Amerika’nın Yeltsin’i olmaya namzet. Dolayısıyla Obama da Gorbaçov oluyor.

Çin zaten 2020 sonrasının ekonomik Süper Güç’ü olmaya hazır. Donald amca, Putin’in desteğini alarak Çin’i sallama ve sarsma eğiliminde. Fakat büyük şirketler de hegemonyal Çin dönemine Pekin’den başlayarak çoktan aşılanmış durumdalar. Trump, bu yüzden olsa gerek Exxon Mobil’in CEO’sunu Dışişleri Bakanı yapmaya çalışıyor.

Rusya’nın büyükelçisine sıkılması, Rus uçağının düşürülmesi Çar Vladimir’in oyunu iyi oynadığını gösteriyor. Bu demek ki Rus – Çin ekseni, küresel ve bölgesel sessiz tiyatrocular olan İngiltere ile İsrail’i yanına alarak yeni bir baskın stratejik hat oluşturmada.

Ha, biz nerede konuşlanıyoruz: Son 1,5 yıldır doğru okumalarla alternatif konseptleri deneme aşamasındayız. Devirdiğimiz çamları dikme ve yeni oyunlar için folklor bilgimizi geliştirme gayretinde gibiyiz. O yüzden darbeli matkap ayarındayız.

Geçişler her zaman can yakıcıdır, behemehâl sıkıntılarımız bilhassa ekonomiyle katmerleşerek tavan yapacak gibi duruyor. Fakat 7-8 yıl önce Afrasya – Alternatif Eksenler kitabını yazmış biri olarak enseyi karatmaya gerek yok diyorum.

Zira – 1: Biz musibetlerle öğrenen bir milletiz, oku’ma ve yaz’maya pek itibar etmeyiz.

Zira – 2: “Ulu çınarlar fırtınalı diyarlarda yetişirler.”

CHP’li Arslan; LOZAN’I DEĞİL, SEVR’İ YUTTURMAYA KALKIYOR

kazim-arslanSınırötesi harekatlar için gündem değiştirmeye çabalayan, kendi milletinin tarihini ve değerlerini ucuz gündemlere malzeme etmeye kalkanlar devleti yönettiğini sanıyor, üzülüyorum. Şimdiye kadar geçmişini inkar eden ve yok sayan bir yönetici görmediğimi belirtmek isterim.

Bugün, temsil ettiği makamın ve milletin değerlerine, onurlu tarihimize karşı çıkan bir Cumhurbaşkanı vardır. Cumhurbaşkanı, Lozan Anlaşması görüşmesi sırasında yapılan tartışmalar sonucu “Şimdi verdiklerimizi zaman içinde birer birer geri alacağız diyen yabancı ülkelerin söylediklerini hiç duymamış mı? Yoksa bu sözleri duymak mı istemiyor?

AKP’nin 14 yıldır imza attığı anlaşmalara bakın, toplamında Sevr’i görürsünüz. Bugün, maceracı dış politikanın açtığı yarayla yüzleşemeyenler, Lozan’ı diline doladı, halbuki Sevr’e varacak bir teslimiyet içindeler. Aslında yaptıkları tüm anlaşmalar ve karşı çıkışlar gizli ajandalarını ortaya çıkarıyor.

Tarihi gerçekleri bugünün kısır gündemleri için eğip bükmeye kalkan, 2 ay önce devletin tapusu ve Cumhuriyetin kurucu belgesi, bağımsızlığımızın simgesi olarak saydığı anlaşmayı bugün yok sayan bir devlet adamı ülkemizde birliği nasıl sağlayabilir?

Lozan’a laf etmeye cüret eden maceracılar;
14 yılda ülkenin bütün düzenini ve hatta kimyasını bozmadılar mı? Daha kısa süre önce 96 yıllık millet iradesini 20 milyon Dolar’a İsrail’e satmaya kalkmadı mı, 16 Türk Adasını Yunanistan’a bırakmadı mı? Ege adalarına yerleşen Yunanlılara karşıdan bakmadılar mı ?

Komşularla ilişkiyi sıfırlayan, sınır güvenliğimizi yok eden, Süleyman Şah Türbesi’nde toprağını yitiren, Habur’dan davul zurnayla terörist karşılayıp IŞİD’linin Ankara’ya kadar gelmesini durduramayan, canlı bombaların patlamasını önleyemeyen çılgınlar mı bize Lozan’ı anlatacak?

Yurtta barışı yok eden, dışişlerini parti koridoruna çeviren, komşularımızla ilişkilerimizi bitirenler, devletin bütün birikimini heba edenler mi Lozan hakkında konuşacak?

Rusya’ya teslimiyet altında evet diyen, dün parladığına bugün sönen, kendi öngörüsüzlüklerini, stratejik hatalarını ‘dış politika’ diye yutturanlar mı bize Lozan’dan bahsedecek?

Dünyanın saygı duyduğu Lozan’ı imzalayan atalar 93 yıl önce Sevr’i yırtıp atarken, bugün Avrupa’nın mülteci deposu olmamıza yol açan Geri Kabul anlaşmasını teslimiyet içinde imzalayanlar mı bize dış politikadan bahsedecek? Ülkemizde sorun çözmek için değil, kendisi sorun haline gelen bir iktidarın kurucusu mu Lozan’ı sorgulayacak? Tek başına iktidar olmasına rağmen,yönetim becerisini kaybetmiş,ülkemizi 81 ilde OHAL ile idare edenler mi Lozan’ı eleştirecek?

Dünya Meclislerinde “soykırım” kararları AKP döneminde katlanırken susan, soykırım kararı alan Almanya’ya İncirlik’te üs verenler mi bize onurlu dış politikadan bahsedecek, üzülürüm!

İsrail’e kükreyip ertesi haftası Malatya-Kürecik’e radar kurulmasına ses çıkarmayan, Kıbrıs Davası’nı dünya gündemine taşıyamayanlar mı Lozan’a laf edecek, hayret ederim.

Komşu rejimleri değiştirmek için terör örgütlerine destek verdiği açığa çıkan, 2 ay önce kutladığı Lozan hakkında bugün saçmalayanlar mı devleti temsil edecek?

Darbeci Sisi’ye esip gürleyen, sonra zılgıtı yiyince arayı ısıtma mesaisi güden, önce atıp tutup, sonra Mısır Büyükelçisi’ni yemeğe davet edenler mi bize kararlı dış politikadan bahsedecek?

Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin itibarını yok olma noktasına getirenler mi Lozan’ı eleştirecek? Artık bu tür tartışmalardan uzak durmamız, yurtta barışı, dünyada barışı sağlayacak politikaları öne çıkarmamız gerekiyor. 14 yılda yaptığınız hatalar için, Allah’ım ve Milletim beni affetsin diyerek, kendinizi affettirdiğinizi mi sanıyorsunuz?

Erdoğan’ın bu gündem değiştirme hamlesi, Suriye ve Irak’ta işlerin iyi gitmediğinin de itirafıdır. Erdoğan maceracı dış politikanın faturasını şimdi yayılmacı bir anlayışla Mehmetçiğimize ödetmenin hesabındadır. Ülkemiz hiçbir sınırötesi harekatla tek bir şehit haberine daha tahammül edecek halde değildir

Satılık Gazeteciler

ilhan karaçaySizlere sürekli Hollanda medyasını yeren yorumlar yazıyorum ya !

Bugün de (7 Eylül Çarşamba) Trouw gazetesinde yorum yazan Lex Oomkes adında biir maskara, bugünkü gelişmeler ile ilgili bir şeyler karalamış.
Bugünden taaa 2006’lara kadar dönüş yapmış olan bu zat, Yeşil Sol Parti’den ihraç edilen İlhan Tekir ile bağlantı kuran bir yorum yazmış. 2006 yılında, sözde Ermeni soykırımını tanımadıkları için partileri tarafından seçim aday listesinden çıkarılan 3 Türk ile ilgili olarak, o zamanki gelişmelere değinen bu dangalak, biz Türkler’in diğer partileri boykot ederek Fatma Koşer Kaya’yı direkt olarak meclise göndermemize çok içerlemiş. Bu konuyu yazarken de şu cümleyi kurmuş: ‘ Seçim kampanyaları sırasında, Hollanda-Türk gazetesi DÜNYA’nın yayın yönetmeni İlhan Karaçay’ın başı çektiği, fanatik Hollandalı Türkler’in boykot tehdidi sürüyordu. Sonuçta Türkler Fatma Koşer Kaya’yı, partisinin yenilgisine rağmen meclise göndermişlerdi.’

Günün sonuna doğru, bu yorumu yazan Lex Oomkes’e aşağıdaki Hollandaca haberi gönderdim. Ama siz öncelikle bu haberin Türkçesini okyunuz.  Bu dangalak adama hiçbir  şekilde hitap etmedim. Sadece, ‘Lex Oomkes’e ithaf olunur’ diye yazdım.
O artık, kendisine ‘Satılık gazeteci’ demek istediğimi anlamıştır.

Ünlü Alman gazeteci Udo Ulfkotte’nin Satılmış Gazeteciler Kitabı.!

Ünlü Alman gazeteci Udo Ulfkotte, Russia Today televizyonuna yaptığı açıklamada, dünya gündemine yön veren önemli tv kanallarının ve gazetelerin yaptığı haberlerin CIA tarafından politik amaçlı nasıl çarpıtılıp, yönlendirildiğini anlattı.

Ünlü Alman gazetesi Frankfurter Allgemeine Zeitung’un eski editörü, Kohl Hükümeti’nin danışmanlarından, Ortadoğu uzmanı Udo Ulfkotte, dünya medyasına yönelik gerçekleri, önemli bir tanık olarak ortaya dökerek kanıtlıyor. Ünlü Alman gazeteci bu anlattıklarını, yakın zamanda basılan Satılmış Gazeteciler (Bought Journalists) adlı kitabında da tüm ayrıntılarıyla ele aldığını belirtiyor.

AVRUPA’DA HALKLARI RUSYA’YA KARŞI SAVAŞA KIŞKIRTIYORLAR

“Yaklaşık 25 yıldır gazeteciyim, ve hep yalan söylemeye ve okura doğruyu söylememeye mecbur bırakıldım, ama birkaç aydır Alman ve Amerikan medyasının insanları Avrupa’da Rusya’ya karşı savaşa kışkırtmaya çalıştıklarını gördüğümden beri, kararımı verdim ve ben bu oyunda yokum dedim. Ben insanları bu şekilde manipule etmede ve Rusya’ya karşı propaganda’da yokum dedim. Geçmiş yıllar ben ve meslektaşlarım, okura sadece kendi ülkemde değil, ama tüm Avrupa’da ihanet etmek için kalemimizi sattık. Bu kitabı yazmamın nedeni, Avrupa’da yeni bir büyük savaştan çok korkmamdır, yeniden böyle bir savaş ortamında bulunmak istemiyorum. Savaşlar asla kendi başlarına çıkmazlar, arkalarında hep bu doğrultuda çalışmalar yapan bir grup insan olmuştur, yalnızca politikacılar değil, aynı zamanda gazeteciler de. Geçmiş yıllarda savaşa sürüklemek için okura nasıl ihanet ettiğimizi anlatmak için yazdım bu kitabı. Artık hiçbir şey duymak istemiyorum, ancak muz cumhuriyetlerinde olabilecek propaganda yalanlarıyla gırtlağıma kadar doluyum; özgür habercilik ile insan haklarının olduğu özgür demokratik ülkeler de neymiş!”

ALMAN GAZETECİLERİ, NATO VE AMERİKA SEÇİYOR

“Alman medyasına bakın, meslektaşlarım her gün Rusya’ya karşı gürlüyorlar, gerçekte hepsi de Nato ve Amerika tarafından seçilmiş gazeteciler… Düşünün beni de, Amerika yanlısı haberlar yaptığım için, Oklahoma ‘onur yurttaşı’ yapmıştı. Amerika yanlısı haberlerimde CIA tarafından yardım gördüm, artık gırtlağıma kadar doluyum, artık bu oyunda yer almayacağım. Yazdığım kitap bana ne para ne de itibar getirecek, aksine başıma bir sürü bela açacak, çünkü Alman halkına, Avrupa’ya, tüm dünyaya sahne gerisinde gerçekte neler olduğunu anlatmayı arzuluyorum.”

ZUBAIDAD’TAKİ KÜRT KATLİAMINDA KULLANILAN ALMAN GAZI

“Kitapta pekçok örnek veriyorum. Örneğin, 1988 yılına bakacak olursanız, 1988’in mart ayında Irak’taki kürtler kimyasal gazlarla kitleler halinde öldürüldüler. Ama ben bölgeye, 1988 temmuzunda İran sınırında olan Zubaidad’a gönderildim. İran-Irak savaşı devam ediyordu. Benim görevim katlimda kullanılan sarin gazının Alman üretimi olduğunu fotoğraflar eşliğinde yazmaktı. Ben bu insanların Almanya’da üretilen bir kimyasal gazla öldürüldüğünü göstermeliydim.

Döndükten sonra hazırladığım onca haber, sadece küçük bir fotoğraf ve kısa bir yazıyla Frankfurter Allgemeine’de çıktı. Haberde vermek istediğim tüm insanlıkdışı korkunçluklar tamamıyla çıkarılmıştı, gerçek şu ki, Avrupa’daki savaştan yıllar sonra, yine insanlar Almanların ürettiği kimyasal silahlar tarafından öldürülmüştü, önemliydi bu! Kendimi ihanete uğramış hissettim, tüm dünyaya vahşeti göstermek istemiştim, ama dünyaya haykırmama izin vermemişlerdi. Bugün Almanya’da hala çok az kişi, Zubaidad’ta binlerce kişinin öldürülmüş olduğunu bilir, bu olaya ilişkin benimki gibi diğer haberlerin de hasıraltı edilmesi nedeniyle.”

GAZETECİLER, GİZLİ SERVİSLERİN “DESTEK GÜÇLERİ”

“Pekçok gazeteci kendisini Avrupalı ya da Amerikalı diye niteliyor ama aslında hepsi, ben dahil, ‘resmi olmayan destek güçleri’yiz, bu şu demek, gerçekte sen işe gizli servisler tarafından alındın, tabii asla bunu kabul etmeyeceklerdir, ola ki açığa çıktın; işte bu nedenle bize ‘resmi olmayan’ diyorlar, yani paravan. Pek çok kez bu role büründüm, bundan utanıyorum, finans çevreleri yani Amerikalılar tarafından satın alındığım halde saygıdeğer Frankfurter Allgemeine için çalıştığım için de utanıyorum. Hepimiz Amerika ve Avrupa Birliği yanlısı haberler yazmaya yönlendiriliyor ya da mecbur ediliyorduk, ama asla Rusya yanlısı yazamazdık.”

ALMANYA, BİR AMERİKAN SÖMÜRGESİ

“Çok üzgünüm, bu, benim için artık demokrasi ve özgür basın demek değil. Almanya bugün hala bir tür Amerikan sömürgesi: örnek vereyim Almanların büyük çoğunluğu toprakları üzerinde nükleer bomba istemiyor, ama onlar burada bulunduruyorlar, hem de nasıl!!!”

HER ŞEY ÖRTÜLÜ BİR HALKLA İLİŞKİLER ÇALIŞMASI ALTINDA

“CIA, gazeteciye yanaşıp, bizimle çalışır mısın? diye sormuyor tabii. Genelde gazeteciye nazik bir Amerika’ya ziyaret daveti ulaşıyor, tüm masrafları karşılanmış. Özetle, sizinle arkadaş oluyorlar, ve sonunda tatlılıkla işbirlikçi konumuna kayıyorsunuz, çünkü onlara güvenmişsin, ve sempati duymaya başlamışsın. Bir süre sonra sana şunu ya da bunu rica etmeye başlıyorlar, ve yavaş yavaş beynin yıkanmış ve şartlanmış hale geliyor; bu tabii sadece Alman gazetecilerin başına gelmiyor, bunun daha da fazlası İngiliz gazetecilere oluyor, çünkü Amerika ile daha da sıkı bağları var, sonra İsrailliler, tabii ki Fransızlar ama onlarla biraz daha az diyebilirim, sonra Avusturalyalılar, Yeni Zelandalılar, Taivan ve diğerleri, hatta Arap dünyasında da bu böyle, Ürdünlü gazeteciler, Umman…”

GİZLİ SERVİSLER OFİSLERDE DE GAZETECİLERİ ZİYARET EDİYOR

“Bazen gizli servisler ofise gelip sizden belli bir haberi yazmanızı istiyorlar. Bu olay benim başıma da geldi! Hatırlatmak isterim, Alman Gizli Servisi BND, doğrudan CIA tarafından kurulmuştur. Bu beyler, bana Frankfurt’a Frankfurter Allgemeine’a geldiler bana Kaddafi ve Libya üzerine bir haber yazdırmak için. Kaddafi’ye yönelik benim hiçbir bilgim olmamasına rağmen, ama bana her şeyi onlar verdiler, sonuçta onların hazırladığı haberin altına sadece benim adımın konması gerekiyordu, tamamıyla BND’nin eseri bir haberdi.

Buna gazetecilik diyebilir misiniz? Gizli servislerin haberin tamamını yazdığı bir gazetecilik? Dosyalarım arasında hala durur bu haber, Kaddafi’nin Rabtha’da kimyasal gaz üretimi için fabrika kurmasına yönelik bir haberdi. Bu haber Frankfurter Allgemeine’da çıktıktan sonra tüm dünyanın televizyon ve gazetelerinde de yer aldı. Ama gerçekte benim hakkında hiçbir şey bilmediğim bir olaydı, gizli servis tarafından verilmişti. Tabii bu da özgür gazetecilik olamaz, hangi haberin yer alıp hangi haberin almayacağına gizli servistekiler karar verdikten sonra.”

HAYIR DERSENİZ, BAŞINIZA HOŞ OLMAYAN ŞEYLER GELEBİLİR

“Almanya’da harika bir helikopterle yardım hizmetimiz vardır, trafiktekilere verilir, kendilerine Sarı Melekler denmesini severler. Bir keresinde onların pilotlarından biri, BND ile ‘resmi olmayan’ olarak çalışmayı reddetti. Hemen helikopter servisinden çıkarıldı, başvurduğu hakim de BND’nin teklifini reddetmiş olduğu için onu “güvenilmez” olarak nitelemişti.

Ben de gizli servislerle çalışmazsam başıma neler gelebileceğini çok iyi biliyordum. Düşünün, evim tam altı kez arandı, çünkü bir savcı beni ‘devlet sırlarını yaymakla’ suçlamıştı… Altı kez! Yine de kaba kuvvetle gerçeklerin üstünün örtülemeyeceğine inanıyorum, er ya da geç ortaya çıkacaklardır.

Sonuçlarından korkmuyorum, bugüne dek üç kalp krizi geçirdim, çocuklarım yok, eğer beni mahkeye verirlerse ya da hapse atarlarsa, gerçeklerin zafer kazanması uğruna, değeceğine inanıyorum.”

DRAMATİZE BAYRAMLARIN HÜZNÜ

 

 

 

“Ettiler aşkımı benden biçare..
Ne bahtım uyanır, ne feryat çare”

 

süleyman pekinBayram’dayız; Kâinatın Kullanma Kılavuzu olan Kuran’ın indirildiği ay olan Ramazan’ın ve inananlar için ilâhi bir empatide sınır tanımama organizasyonu olan Oruç’un (Savm, Sıyâm) Bayramında..

Arapçasıyla Iyd-ı Fıtr, Farsçasıyla Iyd-ı Sa‘id-i Fıtr, Urducasıyla Çoti Iyd, Endonezcesiyle Ramadan Iyd, Malaycasıyla Hari Lebaran, Bengalcesiyle Rojar Iyd.. Veya Balkanlarda Ramazanski Bajram, Ortaasya’da Oroza Bayram, Orta Afrika’da Karamar Sallah, Doğu Afrika’da Sikuku ya Idi..

Ramazan’ın Suriye bilançosu; iftarda bomba – sahurda korku, yüzlerce ölü – binlerce yaralı, kadınların ağlaması – çocukların feryadı, yakıcı bir yalnızlık ve bir acayip kimsesizlik.. İslâm Dünyası’nın sessizliği ve umudun ümitsizliği.. Bayram tanımayan belirsizlik..

Ramazan’ın Irak bilançosu; karmaşa ve kaos.. Sadece bir sahur vakti yapılan bombalı saldırıda 200’ün üzerinde ölü.. 3-4 parçalı bir idare ve daha 5-10 bayramı böyle geçirmeye aday Müslümanlar..

Ramazan’ın Afganistan bilançosu; bitmeyen terör saldırıları, Merkez – Talibân çekişmesi, Batılı işgal güçleri ve bağımsız yerel güçler, iç savaş – uyuşturucu dengesi.. İslâm öncesi Arap Cahiliyyesine benzer İslâm sonrası Afgan Cahiliyyesi..

Ramazan’ın Filistin bilançosu; yüzlerce tutuklama ve azalacağı yerde artan İsrail baskısı.. Amasya kadar Batı Şeria’da yarı esir yaşayan 2,5 milyon Müslüman ve Yalova kadarlık Gazze’de kapana sıkışmış 1,5 milyonluk bir kitle.. İki bayram arası Türkiye bir umut..

Ramazan’ın Somali bilançosu; Eş-Şebab’ın kesilmeyen terör saldırıları ve gıdasızlıktan ölmeye devam eden çocuklar.. 28 yıldır süren iç savaş, 4 parçaya bölünmüş bir ülke ve kaderi küresel satranca göre belirlenecek olan 10 milyon kara bahtlı..

Şehr-u Ramazan’da terör Nijerya’da, Kamerun’da, Lübnan’da, Libya’da, Yemen’de, Bengladeş’te ve Pakistan’da da durmadı. Doğu Türkistan, Keşmir, Arakan, Sri Lanka ve Kuzeydoğu Kenya’da da Ramazan Müslümanlar için sıkıntılı geçti.

İstanbul Atatürk Havaalanı’ndaki terör saldırısı akabinde Kadir Gecesi’ni ve Medine Mescid-i Nebevî yakınındaki terör saldırısı akabinde de Ramazan Bayramı’nı idrak ettik. Aslında edemedik: Mübarek günler ve geceler bizim için cepten mesaj, face’den paylaşım, takvim yapraklarında yazan sayısal ibadet bilgileri ve içinde bulunduğumuz akvaryumu abartarak dış denizlerde olan bitene kayıtsız kalmaktan ibaret.

Mükellef sofralar, ‘direklerarası’ sahur, belediye iftar organizasyonları, televizyon üfürükçüleri, bayram tatiline doğru gidiş istikametine doğru sıkışan trafik ve.. Ve 3 dakikada bir insanın açlıktan ölüşü.. Ve birkaç Türkiye’li Müslüman’ın zekat vermesiyle birkaç milyar dolara çözülebilecek Somali’nin açlık sorunu.. Ve 250 milyon çatışmada büyüyen çocuk; bizim çocuklarımız.

Ve sonra bayram birliktir – beraberliktir klişeleri.. Dargınların barışmasıymış da, çocukların sevindirilmesiymiş de.. Çocuk mu kandırıyoruz yahut kendimizi mi?

Gencebay’ın devamında dediği “Bir zulüm dünyayı kana bulamış” sözünden başlayarak ilk âyetten itibaren Oku’maz ve “Ey Allah’ın kulları! Kardeş olun” istikametinde yürümez isek Kurban Bayramı’nda da yine biz katlonulacağız demektir.

TBMM’yi bayram sonrasında yoğun gündem bekliyor

TBMM’yi Ramazan Bayramı sonrasında yoğun bir gündem bekliyor.
Edinilen bilgiye göre, 1 Temmuz’da tatile girmeme kararı alan Meclis’te önemli düzenlemeler gündeme gelecek.tbmm oturum
Komisyonlardan geçen yatırım ortamının iyileştirilmesi amacıyla bazı kanunlarda değişiklik yapan düzenleme ile Uluslararası İşgücü Yasa Tasarısı, TBMM Genel Kurulunun tatil sonrasındaki gündemini oluşturuyor.
HDP’nin İçişleri Bakanı Efkan Ala hakkında verdiği Gensoru Önergesi, Karadağ’ın Kuzey Atlantik Antlaşmasına Katılımına İlişkin Protokol ile henüz Meclise sevk edilmeyen İsrail ile varılan mutabakatın onaylanmasını içeren düzenlemeler de Bayram sonrasında yasalaştırılması planlanan düzenlemeler arasında sayılıyor.
Meclis’in, tatile girmeden önce çeşitli bakanlıklarla ilgili düzenlemeleri içeren bir torba düzenlemeyi de görüşmesi planlanıyor. Ancak düzenleme henüz Meclis’e sevk edilmedi.
AK Parti Grubu, Meclis tatile girmeden TBMM İçtüzüğü değişikliğini gündeme getirmeye hazırlanıyor. İçtüzüğün yenilenmesi amaçlanmakla birlikte, “Meclis çalışmalarını tıkadığı” düşünülen konuların yer aldığı kısmi bir değişikliğin tatil öncesinde yapılması amaçlanıyor.
AK Parti Grup Başkanvekili Mustafa Elitaş, “Meclis’in ne zaman tatile gireceği” soruları üzerine, yasalaştırılması planlanan düzenlemeler çıkarıldıktan sonra TBMM’nin tatile gireceğini belirterek, “Meclis’in 15 Ağustos’a kadar çalışabileceğini, hatta bunun Ağustos sonunu bulabileceğini” söyledi.