Siyonist İsrail Rejimi Gazze’de barışçıl eylemlere katılan Filistinlilere gerçek mermilerle saldırdı.
Siyonist İsrail Rejimi, Gazze’de düzenlenen ‘Büyük Dönüş Yürüyüşü’ne katılan Filistinlilere saldırdı.
Siyonist İsrail Rejimi’nin Gazze’deki ‘Büyük Dönüş Yürüyüşü’nde Filistinli göstericilere ateş açması sonucu 1 kişinin şehit olduğu 55 kişinin yaralandığı bildirildi.
Filistin Sağlık Bakanlığı’nın açıklamasına göre şehit edilen 23 yaşındaki Filistinli genç Ahmed el-Karra’nın karnından vurulduğu bildirildi.
Öte yandan yaralanan 37 kişiye gerçek mermi isabet ettiği ifade edilirken yaralananların 22’sinin çocuk ve 3’ünün ise kadın olduğu belirtildi.

Veya ASKER – DEVLET de diyebiliriz. Biz ‘asker’ vasfını doğuştan kazandığımızı düşünsek ve son devletimizi “Anası – bacısı, kızı – kızanı” birlikte kurduğumuzu ifadelendirsek de hâl-i hazırda bizdeki askerlik sorunlu, İsrail’de ise zorunlu. Biz askerliği 6 aya indirip kıbleyi ‘Profesyonelleşme’ adı altındaki ticarî mantıkla terhis ettiğimiz / edeceğimiz onbinlerin yerine şirketlerden askerî hizmet alımına çevirmişken İsrail’de askerlik süresi erkeklerde 32 ay, kadınlarda 24 ay ve 18 yaşından itibaren başlıyor. Erkekler askerlik sonrası 40 yaşına (memurlar 45) dek 3 yılda bir aylık mecburî eğitime katılmak zorunluluğundalar.
İsrail’de liseyi bitirmiş kız yada erkek askere çağrılır. 12’nci sınıfı bitiremeyenler bekler; Araplar, hamile ve evli kadınlar, yeni göçmenler ve ultra dindar Musevîler muaftırlar fakat muaf olanlar için de ‘gönüllü askerlik’ kavramı vardır. Bu da 12 ilâ 24 ay arasında haftada 30–40 saat “Sherut Leumi” ismi verilen ulusal görevlerde çalışmak şeklindedir. Ve alternatif askerlik olan bu görev vicdanî red hakkı bulunan kadınlara da açıktır. Ayrıca üniversite mezunlarına ve akademisyenlere yönelik “Atuda” adı altında bir Akademik Askerlik Programı bulunmaktadır.
8,5 milyonluk İsrail’in Ordusunda 170 bini aktif, 465 bini yedek, toplam 635 bin kişi silah altında. 17 ile 49 yaş arasındaki 1,5 milyon erkek ve 1,5 milyon kadın seferberlik potansiyelinde kabul ediliyor. Kesin bilgilere tam erişilemese de İsrail Ordu zenginliği: 200 civarında nükleer savaş başlığı (tahminî), 20 milyar dolarlık askerî bütçe (yıllık), 9 bin tank ve ZPT, 2 bin ağır top, 1200 uçak – 200 helikopter, 80 savaş gemisi – 10 denizaltı vs.
Bayram ve bayram öncesi yazılarımızda Toplumsal Algılarımız ve Sığınmacılar, Türk Ordusu ve Yeni Askerlik Kanunu hakkında söylediklerimiz henüz sıcak. 27 Mayıs’ta 17 bin askerimizle başlattığımız Pençe Harekâtı devam ediyor; yüze yakın terörist etkisizleştirilirken ona yakın şehidimiz var. Ordumuz genelde daha iddiasız isimlerle harekât gerçekleştirirdi; bu defa bu kadar iddialı olması acaba New Askerlik Kanunu’nu gölgelemek için mi?
Rusya’dan alacağımız S-400’lerin derdi ABD’den alacağımız F-35’leri gerdi. Muhtemel bir büyük çatışmadan sonra İdlip’ten 2 milyon ilave sığınmacının daha Türkiye’ye gireceği simule ediliyor. Olası bir İran & İsrail+Suud+Amerika Savaşı sonrasında ise Van ve Hakkâri üzerinden beklenen mülteci sayısı ise 2 – 2,5 milyon. Ağrı – Erzurum üzerinden zaten birkaç yıldır kayıtdışı göçmen akışı sürmekte. Yunanistan’la ekonomik ve egemenlik temelli askerî rekabet ciddi boyutlarda. Neçirvan Barzanî’ye ayağımız alışsın diye ‘hayırlı olsun’a gittik, belki yarın Bağımsızlık için de tebriğe (!) gideriz.
Lise yıllarında İzmit’te bir fotoğrafçıda Komando kıyafetleri ve Bere bulunca birkaç arkadaş hemen fotoğraf çektirip elden ele dolaştırmıştık. Mart 1987’de Türkiye ile Yunanistan “Kıta Sahanlığı Krizi” nedeniyle savaş pozisyonuna gelince İzmit Tren İstasyonu’ndan iki kafadar Selanik için tren bileti bakmıştık; öncü birlik bâbında:) Kafadarın biri Kayseri Paraşüt Komando olarak Kuzey Irak’a girenlerden biri olma şerefini hâlâ anlatır, durur. Diğeri öğretmenliği bırakıp ‘gönüllü komando’ olarak ve tezkere bırakmak için Ordu’ya yazılmıştı. İlk şiir kitabının çoğu Diyarbakır ve Silvan’da yazılan şiirlerdir.
Sonra ‘Çözüm Süreci’ diye bir Gulyabanî her ikisinin ve amatör (millî) ruhla kendisini Türk Ordusu’nun doğal bir neferi sayan herkesin fabrika ayarlarını bozdu. İnşallah bu Kanun ikinci ayar bozma operasyonu olmaz. Lâkin kötü kokuları alma konusunda son 10-15 yılda artık ihtisas yapan burnumuz gene sızlamaya başladı. Devlet küçüldükçe nasıl Şirketler büyüdüyse Ordu da küçüldüğünde ya Özel Ordular ya da Şirket Orduları (Black Hawk Security tarzı) büyüyecek endişesindeyiz. Türkiye’de milyonlarca sığınmacıyı her şeye tutmaya devam etmek de – inşallah olmaz ama – gelecekte bir karmaşa olduğunda emperyal güçlerin paralı taşeronluğunu yaptırmak için değildir.
Bayramları bile kâbussuz geçiremiyoruz canına yandığım. Üşenmesem ve Mercimek Ahmed’e ayıp olmayacağını bilsem bir Kâbusnâme de ben yazardım da saha elverişli değil.
Dış politika iç politikadan öce gelir. Ve asıl itibar saray – şatafat değil ordaki başarıdır.
Cumhuriyet’i kuran kadro Osmanlı’nın yükseliş devrinden bu yana en başarılısıdır. Bilhassa 1938’e kadarki Atatürk öncüllüğü, çamura saplandıkça ilkelerinin kıymetini idrâke başladığımız bir özgünlüktedir.
2002’ye kadarki sağ’lı – sol’lu ve bazen koalisyonlu Hükümetler, kurucu iradenin ilkeselliğinde idare-i maslahatla yılları desteleyip durdular; ne ileri, ne geri.
Yıl olarak M.Kemal Atatürk’ten daha fazla ülkeyi yönetme imkanı bulan Adalet – Kalkınma yada R.Tayyip Erdoğan Hükümetleri “Tezkere” ve “Çuval”la başladığı Küresel Güçlerin idaresine maslahat eden dış politikayı ancak bir düzine yıldan sonra terk edebilmiştir.
7 Haziran Seçimleri’nin siyasî sonuçları, Devlet aygıtını elinde bulunduranları kendi başlattıkları “Çözüm Süreci”ni yine kendilerinin açılmalarına göz yumdukları “Hendek”lere gömerek sonlandırmaya itti.
Son 2-3 yılda evvelki idare-i maslahat parametrelerine dönmeyi başarı mı, tazminat mı, restorasyon mu saymalıyız; bilmem. Zira Suriye Sınırımızda başarıyla tesis edilen ilk Güvenli Bölge, ‘sıfır’dan kurularak bütün Kuzey Suriye hattını kanton kanton yönetimine terk ettiğimiz PYD / Salih Müslim Kürdistanı’na neden sonra takoz teşkil etti.
ABD’nin II.Irak Operasyonu’ndan beri projeden fiiliyata dökülen KDP / Barzanî Kürdistanı’na verdiğimiz siyasî ve ekonomik desteği ise Kak Mesut’a babası Mele Mustafa bile vermemiştir. Fakat Bağımsızlık ilânı sonrası tavrımız da Kuzey Irak’taki denge değişikliklerine ket vurmuştur. Şimdilik..
Afrin ‘Zeytin Dalı’ ile Güvenli Bölge’nin 3,5 – 4 bin km2’ye dek geliştirilmesi doğru bir iştir. Aynı süpürme operasyonunun öncelikle Tel Rıfat ve Menbiç’e, arkadan da “Fırat’ın Doğusu”na yapılmasını umma noktasındaydık. Hatta Karakozak civarı terörden temizlenirse büyük bir basiretsizlikle Urfa sınırımıza bitişik Eşme Köyü’ne kaçırdığımız atamız Süleyman Şah’ın Türbesi ve Saygı Karakolu’nun yerine iadesi sözkonusu olur diye umutlanıyorduk.
Bu saatten sonra ABD’yle Menbiç konusunda anlaşma ordaki YPG / PKK unsurları tamamen etkisizleştirme üzerine olabilirdi, oysa Menbiç’in Yerel Güçler’e devri ve Türk ve Amerikan askerlerinin ortak devriyesiyle de gözetim altında tutulmasıyla neticelendi. Yani Menbiç’i isim değiştirmeleri şartıyla (Menbiç Askerî Konseyi) PYD / YPG unsurlarına teslime imza attık. Ne onlar Afrin’deki binlerce kayıp, ne de biz onlarca şehidimiz üzerinden kan davası gütmemek kaydıyla..
Türkiye’nin bu saatten sonra Suriye Merkezî Ordusu ve Esad’la anlaşarak Kuzey Suriye’deki “Terör Koridoru”nu tamamen yok ederek ve bir an önce Suriye’deki İç Savaşı bitirerek hem 4 milyonluk (Nüfusumuzun % 5’i) bir yekûna ulaşan Suriyeli Mülteci Meselesi’nin kısmen halli hem de 40 milyar dolara yanaşan ekonomik faturanın – dövizin ve faizin patlamaya hazır bomba gibi hazır beklediği bir iktisadî süreçte – kapatılması aklın yoluydu; bizse Kuzey Irak’takine benzer şekilde ikinci şıkkı, macerayı tercih ettik. Allah sonumuzu hayreylesin!
Yine bu saatten sonra Kandil’e icra edilecek operasyon da iki noktada sembolikleşir: Bir; PKK merkezini çoktan Sincar’a (Şengal) taşıdı ve aslında yapılması gereken tıpkı Fırat Kalkanı gibi Dicle Kalkanı Operasyonu’yla Sincar – Telafer hattının temizlenmesi ve Ovacık – Telafer çizgisinde dikey bir Güvenli Bölge oluşturulmasıdır. İki; Kandil temizlendikten sonra ABD ve İsrail’in İran’ı vurması için İncirlik Üssü haline getirilmemelidir.
Türk Bayrağı’nın Kandil’de dalgalanması güzeldir ama tam İran’ın hatta İran Kürdistanı’nın sınırındaki bir dağlık üs bölgesinde Amerika ve İsrail bayraklarının da dalgalanması dış politikada “Dön baba, dönelim” vaziyeti olur ki kaldıramayız.
24 Haziran / 8 Temmuz Seçimleri sonrası için erken uyarı bâbındadır.
Mümkün değil! İki aya yakın zamandır Gazze’de başlattıkları Büyük Dönüş Yürüyüşü sırasında her yaştan ve her meslekten Filistinli İsrail güvenlik güçlerince katledilmişti.
Fakat Süper Lig’de şampiyonluk düğümü henüz çözülmemiş, Survivor’da kimlerin eleneceği henüz öğrenilmemiş ve Seçim’e kimlerin girip kimlerin girmeyeceğine karar verilmemişti. Bu esnada Suud’un, Ürdün’ün, Mısır’ın, Pakistan’ın işi başından aşkındı.
Dahası bizde harekete geçmek yürüyüş kararıyla olur. Devletin en üst düzey yöneticilerinden biri komut verir: Harekete geçilecek; geçç! Ve geçilir. Kolay kolay harekete geçmeyen bir toplum olarak muhakkak iki haneli sayılarda kayıp yaşanması klasik davranma alışkanlığımızdır.
Lâkin bu arada son 58-60 kişiyle birlikte Filistin’de 2 aylık hesap şimdiden üç haneli rakamlara ulaşmıştır. Niye 14 Mayıs ve ABD’nin Kudüs’e Elçiliğini taşıması beklendi? 3 günlük yas ve mitingler doğru karar da niçin mübarek Ramazan’a kadar halının altına süpürüldü?
Mevsimsel Müslümanlığımızın ayı olan Ramazan-ı Şerif’te geçen seneden beri varlıklarını unuttuğumuz Doğu Türkistan Müslümanlarını ve 8,5 – 9 ay önce 3 – 5 gün boyunca olanca hiddetimizle Arakanlı Rohingya Müslümanlarına yapılan eza ve cefaları dile getirmiş, sonra da başka gündemlerle ilgilendiğimiz için eza ve cefanın olmadığı sanrısıyla yuvarlanıp gitmiştik.
Zulmü görmek istemiyorsan gözlerini kapat kardeşim! Eğer onu da yapamıyorsan başka tarafa bak! Strese girmene gerek yok; sana mevzu mu yok? İki paylaş, bir beğen; nasılsa elinde medyatik bir ibrik, bir de sosyal leğen. Eğlen de eğlen..
“Netanyahu Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne çıkarılsın ve ve Trump da şahitlik yapsın” diyeceğimi zannediyorsanız seçim öncesi pek akıllıca olmaz. Hem de İngiltere’ye yapılan en kritik ziyaret sonrasında. Neticede Ortadoğu’nun Efendileri onlar değil mi?
Simitten adliyeye, İstanbul’dan Ankara’ya bizim saray / sultanlık merakımız malûm olsa da 70 yıldır Dünyayı şekillendiren 2,5 gücün 2 hanesi var; siz bunlara saray diyorsunuz fakat bunlar ev: Biri White House / Beyaz Ev / Ak Hane ve diğeri de Chatham House / Çatan Ev / Şatham Hane.
Hulusi Paşamız bile gittiğine göre Çatı Adaydan çok Kıbrıs konuşmuşlardır diye düşünüyoruz. 24 Haziran’dan belki 5 gün önce, belki 3 gün sonra tekrar Çözüm Süreci / Teröristlerle Müzakere başlarsa anlayacağız ki Londra Ziyareti’nde anlaşılmış.
Bakacağız ki 20 Temmuz’un 44. Yıldönümünde hokus pokusla iki Devleti ‘tek’e düşüren anlaşma onaylanmış, garantörlük-marantörlük sıfırlanmış; hemen Ramazan öncesindeki Büyük Britanya Seferimizi hatırsayacağız.
Sonra ne mi olacak? Yarım asır önce ne olduysa.. Kavga, dövüş ve ölümcül olaylar… Sonra tek tek olanları kanıksaycağız. Ancak Kanlı Noel, Hocalı Soykırımı, Tripoliçe Katliamı gibi toplu kırımlar gerçekleştiğinde ise harekete geçeceğiz.
Ne diyorduk: Toplu ölümler olmadan harekete geçmek; mümkün değil!
“Türk odur ki; Müslüman bir anne babadan doğan, kulağına ezanla / kametle bir Müslüman ismi verilen, her türlü haltı yese de domuz eti yemeyen, mübarek gün ve gecelerde içmeyen, Cuma hassasiyeti olup arada bir kaçırsa da Cuma’ya giden, vatan – millet – din – devlet tehlikeye düştüğünde de kazma–kürek, balta–nacak alıp saldırana Türk derler. Bu tanım içerisinde ‘Hayır, ben Türk değilim’ diyecek bir Allah’ın kulu yoktur. Bu tanım içerisinde Hrank Dink Türk’tür, Orhan Pamuk Ermeni’dir; söylediğim cümleye göre.”
Türk tâbirinin kavmî bir tarif olmadığını bilen Yavuz Ağıralioğlu’nun ilginç tarifnâmesinde bile çaprazlamadaki olumsuz örnek Ermenilik kokar. Fakat asıl ihale Türkiye’de Yahudiliğedir. Zihniyeti, çıfıtlığı ve lânetliliği üzerinden oluşturulan olumsuz kanı bir asırdır yükselen bir grafikle genel kabul görmektedir. O kadar ki dünyanın bütün olumsuzluklarının arka planında onların varlığı dinî terminolojiyle desteklenerek seslendirilir.
Necip Fazıl demişmiş ya; “Yahudiler mi dediniz? Onlar, yumurtalarını pişirmek için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen lanetlilerdir” diye, bizim milliyetçi – muhafazakâr tayfa da yumurtası çatlasa veyahut ayağına taş çarpsa Yahudilerden bilir. Hem onların lânetlendiğini Kuran’dan duymuşmuş gibi aktarır hem de nerdeyse insanlığın kaderini Tanrımisal belirledikleri mitini yayarak üstün ırk nazariyesine bilmeden kovayla su taşır. Hâlbuki ikisi de Kur’anî değildir.
Ya nedir? Dünyada 15 milyon, Türkiye’de de 15-16 bin nüfusu olan din esaslı bu topluluğa Musevî denir. Kuran’da Beni İsrail olarak geçen İsrailoğulları yani Yahudiler ise bu din üzerinden milletleşen bir guruptur. Gerek Dünyadaki ve gerekse İsrail’deki toplam Musevî nüfus içerisindeki oranları 3’te 1 oranında olsa da kalan 3’te 2’yi de dinî milliyetçilik üzerinden Yahudi etnolojisine sokuşturmaya çalışıyorlar; biz de cehaletimizle destek oluyoruz.
2014’te Kocaeli Tarih Sempozyumu’nda Dr. Gerşom Qıbrısçı “Karaim in Nicomedia” başlıklı tebliğini sunarken Musevî bir Türk olduğunu söylediğinde onun hemşehrisi sayılabilecek bir tarih doçentimiz onun Yahudi olduğunu ve Türk olamayacağını beyan etti. İsrail nüfusu içindeki Etiyopya / Falaşa Musevîlerinin, Peru / İnka Musevîlerinin, Hindistan / Koçin Musevîlerinin, İtalyan / Romanyot Musevîlerinin, bizim Hazar / Karayit Musevîlerinin ve hatta Doğu / Mizrahî Musevîlerinin (Arap, Fars, Dağlı, Kürt, Tat, Gürcü..) dil ve kültürlerini yok sayarak yalnızca inanç tercihleri üzerinden tek tipleştirmek ne menem bir düşüncedir.
Yakın zamana kadar Türk Musevî Cemaati olarak bilinen Türkiye Hahambaşılığı’nın 3 yıl önce Türk Yahudi Toplumu adını alması da bu minvaldedir. Oysa kültürel kökeni hakkında Müslüman Türk’ün ne kadar konuşma hakkı varsa Ortodoks yada Musevî Türk’ün de o kadar konuşma hakkı vardır. İnsanlara kimliklerini ürün etiketi gibi başkaları barkodlayamaz. Bu, Sabataycı diye bilinen Avdetîler için de geçerlidir. İçlerinde iyisi de olur, kötüsü de; Kurtuluş Savaşı’nda ihanet edeni de olmuştur, Millî Mücadele için canını koyanı da.. Tıpkı Türkmenler, Lazlar, Yörükler, Çerkezler, Tatarlar, Kürtler gibi.. Milletine mensubiyet duyan koştu geldi, karakterinde defo olan Yunan’la bile anlaştı.
Neymiş; Türkçülüğün kitabını Moiz Kohen (Tekin Alp) yazmış; ‘Türk Ruhu’. Neymiş Mustafa Celâleddin Paşa (Konstantin Borzecki) 150 yıl önce ‘Eski ve Yeni Türkler’in tarihini yazmış. Bu adamların Hz. Musa’ya inanmaları niye milliyet şuurlarına ve bu meyanda beyanlarına engel teşkil etsin?! Biz Müslümanlar olarak Türklüğümüzle övünüyoruz da onlar 5 bin yıllık bir nehir olarak akmakta olan Türklükle ilgili niye kelâm edemesinler?!
Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde baştacı ettiğimiz bu insanlar Siyasal İslam’ın ‘bi camide, bi kahvede’ anlattıklarıyla Şeytan’ın asker arkadaşları algısına aktarılmış. Oysa Şeytan bu ilahî senaryoda kötü karakteri simgelemektedir; kökeni değil. Dahası yaratılış malzemesine bakarak azan / sapan Şeytan’sa ve “Herkes kendi karakterine göre hareket eder” âyeti varsa bu milliyet, soy-sop işlerinde dikkatli olmak lâzım gelir. Yoksa ensar’üş-şeytan; şampiyon!
GÖMÜLECEK BAŞKA TOPRAĞIMIZ YOK
Biz birleştikçe aramızda ki sen ben, şucu bucu kavgasını ortadan kaldırdıkça Ümmetçilik bilinci altında ortak payede toplanmaya başladıkça başta İslam dünyası olmak üzere tüm mazlum ve mağdur halklar bizimle birlikte olacak ve zafer böyle gelecek.
Stratejik müttefikimiz ve ortağımız ABD ne yaptı bölgeye binlerce tır dolusu silah ve mühimmat depoladı. Şimdiye kadar ne kadar terör örgütü varsa PKK, PYD, YPD, DEAŞ, alfabede ki diğer harflerle oluşan ne kadar illegal yapılanma varsa hepsini eğitti. Biz hükümet olarak hey ne yapıyorsunuz orada diye sesimizi yükselttiğimiz zaman da bizimle sanki maytap geçercesine “çatışma gücü” halindeki bu yapılanmalara “istikrar sağlama gücü ve alan kontrol gücü” adında eğittiklerini söylüyorlar 9 bin km öteden gelip burada bizim kapı komşumuzda huzuru bozma adına ne yapılabilecekse onu yapmanın gayreti içerisindeler amaç ney amaç kan gölüne çevirdikleri Ortadoğu cehennemine ümmetin tek ümidi olan Türkiye’yi sokup Büyük İsrail hedefine ulaşabilmek. Amaç önce Ortadoğu da İsrail’e tehdit olabilecek ülkeleri fiziken ortana kaldırabilmek.
ABD’nin yaptığı bu açıklamalar için kuyruklu yalan bile bu açıklamaları tanımlamak için yeterli olmuyor, daha başka bir tanım bulmak gerek. Kendileri her türlü işe burunlarını sokuyorlar ama Türkiye bir şeyler yapmaya kalkınca, “Aman ha” diye lafa giriyorlar. “Sakın operasyon yapmayın” diye tavsiye üzerine tavsiyede(!) bulunuyorlar. Yoksa “istikrar sağlama gücü” dedikleri terörist unsurların zarar görmesinden mi korkuyorlar. Amerika bugüne kadar bir hayli uçuk kaçık tarafından yönetildi ama bugünkü kadar zıvanadan çıkmışını henüz görmemiştik. Şimdi onu da görüyoruz. Amerika kendini çok akıllı hatta dahi sanan bir delinin eline kalmış durumda. Delidir ne yapsa yeridir diyeceğiz ama yaptıklarının hiçbiri yerinde değil. Dünyayı ateşe boğuyorlar. Kan ve gözyaşından geçilmiyor.
Her bir karışı vatan olan bu kara parçası bizim evimizdir. Bin yıldır bu topraklarda yaşayan bizler buraya gelirken ya buranın havası suyu güzelmiş deyip şöyle bir geçip gidelim diye gelmedik. Yurt belledik, Vatan, namus bildik bu toprakları. Nice insan daha gün yüzü görmeden ömrünün baharında gelecek nesilleri uğruna gözünü bile kırpmadan kara toprağa düştü. Nice yitik isimsiz canlar, vatan dediğimiz bu toprakları kanlarıyla suladı. Bizler evimizi öyle üç beş kupona, havadan, piyangodan almadık dedelerimizin kanları ile suladık besledik çocuklarımıza ve torunlarımıza da aynı şekilde miras bırakacağız namus bilerek. Bedelini ödenmeyecek bir bedel ödeyerek bu topraklara sahip olduk. Bugün topraklarımızda gözü olanlar şunu iyi bilmedirler ki bu bedeli ödemeye göze alanlar ancak bizim dengimiz olabilirler.
Mevcut tablo gözler önüne serildiğinde bu durumda hepimiz kardeş olduğumuzu hatırlamalı ve birbirimize kenetlenmeliyiz. Daha önceleri de dile getirdiğimiz gibi, bu ülke halkına, “Millî müdafaa eğitimi” verilmelidir. Askerlerimizin ve emniyet mensuplarımızın nezareti altında, insanlarımıza mutlaka ülkeyi müdafaa etme eğitimi verilmelidir. Yani cihadın farz-ı ayn olduğu duruma göre hazırlık yapılmalıdır.
ABD, 7 milyon 970 bin Kızıldereli’yi, Hiroşima ve Nagazaki’de 450 bin Japon’u, Vietnam’da 70 bin Vietnamlı’yı öldürmüştür. Sosyal Sorumluluk Taşıyan Doktorlar Kuruluşu’nun hazırladığı rapora göre ABD’nin kanlı terörü sadece Afganistan, Pakistan ve Irak’ta 1 milyon 300 bin Müslümanın canına mâl olmuştur.
İngiltere, 670 bin Avustralyalı yerli Aborjini; Almanya, Batı Afrika’da 117 bin yerli Nama ve Herero’yu; ABD ve İngiltere, Dresden’de 200 bin Alman’ı; Fransa, Cezayir’de 1 milyon Müslümanı; Rusya, Josef Stalin döneminde 13 milyon kişiyi sürgün 100 bin kişiyi öldürdü. Bulgarlar, Trakya Türklerine asimilasyon kampanyası ve sürgüne zorladı. Belene kampındaki vahşet, Rusya’nın Afganistan’da 900 bin Müslümanı; Sırpların, Bosna-Hersek’te 180 bin Müslüman’ı öldürdüğünü, Danimarka’nın öldürdüğü Almanlar’ı, Siyonist İsrail’in Filistin’de çocukların ellerini taşla kırarak tarihte eşine rastlanmamış vahşeti, Çin’in Arakan’daki vahşeti; Mora’da, Eritre’de ve dünyanın değişik bölgelerinde her ırktan ve dinden insanlara yapılan zulümler, ABD’nin, Batının ve bütün bâtıl din ve ideoloji sahibi müstekbirlerin zulmünü anlatmak için yeter.
#ZeytinDalıHarekatı ile #AfrinOperasyonu nu gerçekleştiren kahraman ve şanlı Mehmetçiğimize Dualarımızla destek olmalı içeride ki kısır döngü siyaseti bırakıp bir olup kenetlenmeli dışarıda ki tuzakları feraset ve ileri görüşlülükle görüp tek vucüt olmalıyız. Bizim gidecek ne bir başka yerimiz gömülecek ne de başka bir toprağımız vardır. Atalarımız, tarihimiz gibi bu topraklar için kanımızın son damlasına kadar çoluk ve çocuğumuzla vatan müdafası için bir olmalıyız. Etnik ayrışmalar yerine ortak paydalarda birleşmeliyiz ki düşman değil biz sevinelim.
Hz. Allah Azze ve Celle, Afrin’de vatanımıza göz diken hainlere karşı mücadele eden Mehmetçiğimizin tekerleğine çakıl taşı ayağına da diken değdirmesin.
Selam, Dua ve Muabbetle…
İRAN DA BİR TURNUSOL KÂĞIDI
İran nüfus, yüzölçüm ve devlet geleneği olarak Türkiye’ye benzer. Fakat orda “derin devlet” Kum’daki Mollalardır ve çoğu Türk asıllıdır. Zaten İran nüfusunun ve Başkent Tahran’ın yarısı Türk.. Son 15-20 yıllık performansıyla hem silah-savunma sanayi hem de Bölgesel Güç olarak Türkiye’nin bir hayli önünde.
Bana kalırsa Kuzeybatı İran yani Güney Azerbaycan’ın Kuzey Azerbaycan’la birleşmesinden yanayım. Afrasya – Alternatif Eksenler kitabımda bununla ilgili projeksiyonlar da mevcut. Fakat Amerika ve İsrail’in İran’ı parçalamasına karşı çıkarım. Tıpkı Suriye’de karşı çıktığım ve evvelden “Kapana Sıkıştırılan Türkiye Ancak Esad’la Birlikte Suriye’nin Toprak Bütünlüğünü Sağlayarak Bu Vartayı Atlatabilir” dediğim gibi.
Şimdi de İran’ın toprak bütünlüğü ortak kırmızı çizgi. Zira Irak / Barzanî Kürdistanı Emperyalizmin Ortadoğu Ofisi; onun Suriye / PYD Kürdistanı’yla birleşip denize uzayan Birleşik Kürdistan (The United Kurdestan) olarak varlığına Fırat Kalkanı ile Güvenli Bölge takozu koyduk. Onlar da madem Suriye’den veremedik İran’dan parça verelim modunda İran Kürdistanı’nı Kuzey Irak’a eklemlemek için harekete geçmiş gibiler.
Halen Kurdistan adını taşıyan İran’ın Türkiye ile Irak’a sınır olan Eyaletinde II.Dünya Savaşı akabinde Mehabad adıyla kısa süreli bir Kürt Devleti bile kurulmuştu. İran nüfusunun yüzde 10 kadarını oluşturan bu unsuru PKK’nın İran kolu PJAK vasıtasıyla gazlamak için Batı’dan Doğu’ya İran’ın 10-15 şehrinde yapılan Protesto Gösterilerinin haklı gerekçesi olan Yolsuzluklar ve Yoksulluk kullanılıyor.
İran gibi güçlü, kapalı ve hatta baskıcı bir rejimde bu kadar eş mekanlı ve uzun zamanlı olaylar patlak veriyorsa bizde ne olmaz?! Yirmiden fazla insanın öldürülmesiyle işin içine kan girdiyse bu gösteriler bir dâvâya dönüşecek demektir.
“Kızım sana söylüyorum, gelinim sen işit!” Asıl hedef Türkiye’dir. Serbest Piyasa ve Kapitalist sistemdeki yeriyle, yöneticilerin suça ve yolsuzluğa bulanmasıyla “biri yer biri bakar; kıyamet ondan kopar” düsturuyla önemsenmesi gereken bir olgu bu. Ve bizim ülkemiz İran’a kıyasla dış etkiye çok açık.
696 sayılı KHK benzeri tedbirlerle bu süreci yavaşlatmanın tam tersine hızlandırırsınız. Bu tip olaylarda sivil güçlerin kanlı müdahalesi demokratik haklara dayanan gösterileri bambaşka bir çehreye büründürür. Bizim gibi yaş itibariyle 80 öncesine yetişemeyenler Sağ & Sol’vari yeni bir çatışmayı kucaklarında bulur ve Amerika mı çıkardı, İsrail mi çıkardı diyerekten yeni bir ‘meleklerin cinsiyeti’ gevreğini çiğnemeye başlarlar.
Sınırlarımızın dibindeki ülkelerde oynanan oyun kaosu düzen kılma oyunudur. Suriye’de iç savaş 7 yıldır devam ediyor. Esad kaybetseydi de ABD-İsrail bloku kazanmıştı, Esad kaybetmediği halde ABD-İsrail-AB bloku kazanmayı sürdürüyor; biraz kârdan zarar ederek. Çift taraflı kumpas..
Hâsılı; İran’da Türkler harekete geçmediği sürece sıkıntı olmaz. İran Yoksulluk ve Yolsuzlukla ilgili talepleri dikkate aldığı sürece sıkıntı olmaz. Türkiye’de toplum ikiye ayrışmadığı sürece sıkıntı olmaz. Tarihten ve 15 Temmuz’dan ders alındığı sürece sıkıntı olmaz. Dışarıya ihale kesmek yerine içerde Yoksulluk ve Yolsuzlukla mücadele verildiği sürece sıkıntı olmaz. Demokrasi kurumlarıyla birlikte işletildiği sürece sıkıntı olmaz.
Amma velâkin sıkıntılı bir sürece giriyoruz; 2017’yi aramayız inşallah.
GAFLET, DALÂLET VE KUDÜS
Gaflet içinde yüzmek bizim işimiz; aymazlık, vurdumduymazlık ve kendini bilmezlik.. Gofreti daha çok biliriz.
Dalâlet yaşam biçimimiz; azgınlık, sapkınlık ve haddi aşma alışkanlığı..
Günde 40 kere dua edip ‘âmin’ desen de gaflet içindeysen tesiri yok fakat aymazlığın, vurdumduymazlığın, kendini ve okuduğun metni bilmezliğin ters etki yapar durur.
Kudüs; bize göre Kutsal Yer, İsraillilere göre Başkent. Kaç zamandır; İsrail’e göre 80’den, Amerika’ya göre 95’ten beri. Ya biz: Temel gibi “tanımayruk!”
Filistin nasıl İsrail oldu: 1-Filistinlilerin gafleti ve dalâleti, 2-Arap ve İslam ülkelerinin ihaneti sayesinde..
Meselâ sorsam; Ortadoğu’da Suriye hariç Filistin Davasını ve Filistinlileri satmayan Müslüman ülke var mıdır? O da Lübnan ve Golan’daki sabit düşmanlık yüzünden..
57 tane İslam ülkesi, tek tek veya toptan – ismi önemli değil – bir tane sosyalist ülke kadar İsrail’in zulmüne karşı duruş gösterebilmiş mi? N’ayır! E bundan sonra ne bekliyorsunuz? N’olamaz!
Meydanlarda birleştik, sosyal ortamlarda trend topikleştirdik diyorsanız hayırlı işler; filmin cayırtısı yakında kopacak demektir.
Biz Peygamber sünnetini tavır, duruş ve ahlâk yerine şekil – şemâil anladığımızdan beri küffardan yemediğimiz yumruk kalmadı. Küffarın en organize hali olan emperyalizme yumruk atarak hakeme 8’e kadar saydırmış kişiyi de sırf bu yüzden tersinden anladık.
Donald Trump sağolsun, bize tekrar Amerika’yı keşfettirdi. Yoksa biz nasıl biraraya gelirdik! Ötekileştirmenin bir siyaset sanatı üzre neredeyse ringin dışındakilerin birbirine dalmasına çeyrek vakit bıraktığı bir demde Mevlâ bir cem olma imkânı sundu.
Ra’d Suresi 11.âyet der ki “Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez.”
Enfâl 53 de der ki “Bir toplum kendilerinde bulunan davranışları değiştirmedikçe Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez.”
İsrail’le ortak tatbikat, ortak uçuşlar, ticaret hacminin arttırılması, mayın temizleme ihalesi, ırmak sularının satılması, istihbarat paylaşımı, Başkent Kudüs’e ehlen ve sehlen, Mavi Marmara’daki imza, evvelen Yahudilerin verdiği Üstün Cesaret Madalyası, âhiren Reza Davası için Amerikan Yahudi Lobisi’yle görüşme vs. vs.
Mısır, Suudî Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin aynı ikircikli tutumu; hem ABD’ye her konuda olduğu gibi bu konuda da yol ver, sonra gel kendi kamuoyunu yatıştırmak için slogan salla.
Ruşen Çakır’ın Türkiye’deki İslamî Oluşumları anlatan kitabının adı ‘Âyet ve Slogan’dı. Çeyrek yüzyıl sonra yine slogan, yine slogan ve âyetlerin sahipsizliği..
Ne diyor Nisâ 78: “Bu topluma ne oluyor ki, neredeyse hiçbir sözü anlamıyorlar!”
Adam senin yanıbaşında, seni parçalamak için, sana, senin ellerinle devlet kurdurup Arz-ı Mev’ud yapbozuna bir parça daha ekletiyor ve sen bunu bir düzine yıl geçtikten sonra anca farkediyorsun; hem de en yakın arkadaşın arkanı dayadığın Ağır Abi’yle anlaşarak senin sattıktan sonra. Sonra da ‘sürüyü kurt çaldı’ çığlıkları..
Bu kaçıncı ya!.. Yeter da!..
ABD, 21. asırda “Büyük Amerika”yı kurma hayalleri ile “Nil’den-Fırat’a Büyük İsrail”i tesis etme peşindedir. Bu yüzden dünyanın kalbi ve servetlerin kaynağı olan Orta Doğu’ya hâkim olmaya çalışmaktadır.
Bu projesinde en büyük engel ve rakip Türkiye’dir. O yüzden, dolaylı olarak (bazen suçüstü yakalansa da pişkinliğe vererek) her türlü terörü Türkiye’nin başına musallat etmektedir.
ABD, PKK’nin uzantısı PYD’ ye yüzlerle tır silah göndermektedir. Barzani’yi kışkırtarak referanduma yönlendiren ve bağımsız “Kürdistan” kurmaya heveslendiren de ABD’ dir.
ABD, zamanı geldiğinde İran’a saldırabilmek için Barzani’yi ve PYD’ yi piyon olarak üs seçmiştir. Türkiye ile Arap ülkelerinin arasına bir “Kürdistan” kandırmacası ile set çekmek istemektedir.
Yapılan uzun vadeli planda; Barzani’nin elindeki bölge, ileride PYD’ ye devredilecektir. ABD’ nin nihai hedefi, Irak ve Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye sınırına paralel ve Akdeniz’e bağlanan bir koridorda PKK ya devlet kurdurmaktır.
Siyonizm’in emrindeki emperyalist güçlerin nihai hedefi, Kürdistan ara hedefinden sonra, büyük İsrail’i kurmaktır.
Dünyada yaşanan savaş, iç savaş, bağımsızlık hayalleri, darbeler ve terörün arkasında Siyonizm ve Yahudi sermayesinin emrindeki küresel güçler bulunmaktadır.
Sömürünün devamı için, “Parçala ve hükmet” planı uygulanmaktadır. Bunun için ülkeler etnik site devletçikleri haline getirilmeye çalışılmaktadır.
Türkiye, hızlı gelişen 7 ülkenin en hızlı gelişenidir. 2040 yılında dünyanın on birinci en büyük gücü olmaya adaydır. PKK terörü ve Barzani’nin referandumu, Türkiye’nin önünü kesmek içindir.
Çünkü Türkiye, küresel güçlerinin, Özellikle de ABD ve İsrail’in kirli planlarını çözerek bozmaktadır.
Türkiye, Fırat Kalkanı Harekâtı ve son harekâtı ile ABD’yi oldukça kızdırmıştır. Çünkü kirli oyunu bozulmuştur.
İdlib ilinin kuzeydoğu ucunda yer alan Halep’e bağlı Afrin bölgesi, 2011 yılından beri PKK’nın uzantısı PYD’ nin işgalindedir. Örgüt Irak sınırından başlayarak, Akdeniz’e çıkabileceği bir koridora kavuşmak için İdlib’i ele geçirmeyi hedeflemektedir.
TSK, son harekâtıyla bu oyunu da bozmuş, düşmanların iştahını kursağında bırakmıştır. TSK, Rusya ve İran’ı da yanına alarak, yerinde ve zamanında bir harekat başlatmıştır. Bu operasyonla; göç dalgasını önlemek, DEAŞ’ın sivilleri katletmemesini sağlamak ve PYD’ nin önüne güvenlik duvarı örmek istemektedir.
FETÖ’nün darbe girişiminde, ABD’nin birçok foyası ortaya çıkmıştı. Büyükada baskınında da CIA‘ya çalışan ABD‘li Profesör Henri Barkey‘in bulunması dikkat çekmişti.
FETÖ soruşturması kapsamında, ABD’nin İstanbul Başkonsolosluğu görevlisi Metin Topuz’un bazı FETÖ mensuplarına Amerika vizesi ve oturumu alması konusunda yardım ettiği iddiasıyla casusluktan tutuklanması ABD’yi adeta çıldırtmıştır.
ABD’nin vize yasağının altında, yakalandığı izahı mümkün olmayan bu gelişmeler yatmaktadır.
Türkiye’ye yapılan kirli oyun ve saldırılar, PKK ile yıpratılmak istenmesi, Kuzey Irak’ta bağımsızlık girişimleri, PYD’nin silahlandırılması Türkiye’nin yükselen gücünü kırmak içindir.
Burada baş aktör ABD ve İsrail’dir. Fakat kazdıkları Ortadoğu çukuruna kendileri gömüleceklerdir.
Sevgiyle kalın…