Etiket arşivi: İkinci

ARA TATİL YA DA EĞİTİM İÇİN BİR NEFES

ARA TATİL YA DA EĞİTİM İÇİN BİR NEFES

 

Verilere göre 2019-2020 Eğitim öğretim yılında; 18 milyon öğrenci ve 1 milyon öğretmen ders başı yaptı.

2019 2020 eğitim öğretim yılında ilk kez ara tatilli yeni çalışma takvimi uygulanacak. Teneffüs saatleri 10 dakikadan 15 dakikaya çıkarıldı. İşte tatil takvimi:

 

Birinci yıl ara tatili         : 18-22 Kasım 2019

Yarıyıl tatili                     : 20-31 Ocak 2020

İkinci dönem başlangıcı : 03 Şubat 2020 Pazartesi

İkinci dönem ara tatili   : 06-10 Nisan 2020

Eğitim öğretim yılı sonu: 19 Haziran 2020 Cuma

 

Bu takvime göre öğrenciler,  15 kasım 2019 Cuma gününden sonra: 18-22 Kasım 2019 tarihleri arasında yer alan 5 günlük  tatile çıkacaklar. Hafta sonları ile birlikte dokuz günlük bir ara tatil yapmış olacaklar.

Milli Eğitim Bakanı Sayın Ziya Selçuk, ara tatil etkinlik programıyla ilgili yaptığı açıklamada: “Adına ara tatil diyoruz ama aslında bu ara tatiller eğitim için derin bir nefes. Çocuğun sporla, sanatla, doğayla, kültürle buluşması için bir haftalık bir fırsat” dedi.

Eğitimi çok daha geniş bir alana yaydıklarını belirten Sayın Selçuk: “Çocuklarımızın 81 ilde yapabileceği faaliyetleri oluşturduk. Çocuklar için bu bir hafta hem dinlenme hem de hayattan beslenme, yaşamdan öğrenme için bir fırsat olacak” dedi.

Milli Eğitim Bakanlığı, Ortaöğretim Genel Müdürü Yusuf Büyük ise, 2019-2020 eğitim-öğretim sezonunda ilk defa uygulanacak olan ara tatille ilgili açıklamalarda bulunarak; Bu ara tatil, eğitime verilmiş bir ara değildir. Bu tamamen çocuğun okul dışında doğayla, çevreyle, sanatla, sporla, kültürle ve değerlerimizle buluşmasıdır.

Bu faaliyetler öğrencilerimize zorunlu değildir ve öğretmenler eşliğinde yapılmayacaktır. Öğretmenlerimiz, okullarda mesleki çalışmalarına katılacaklar. Öğrencilerimiz, aile büyükleri, aileleriyle birlikte bu faaliyetlere katılabilecekler” açıklamasında bulundu.

Genel Müdürü Yusuf Büyük; “aratatil.meb.gov.tr adresine girildiğinde karşılarına Türkiye haritası çıkacak. Öğrenciler hangi ilde yaşıyorsa ya da, tatile gittikleri bir il de olabilir, o ile tıkladıklarında karşılarına 5 günlük faaliyet raporu çıkacak. Saat saat, gün gün, hangi okul öğrencilerinin katılabileceğini gösteren programlar sisteme girildi” Dedi.

Yerel yönetimler, üniversiteler, STK’lar, vakıflar, Kızılay, Yeşilay kuruluşları o faaliyete katılan öğrencilere rehberlik edecek elemanları ayarlayacak, etkinliklerin başında bu elemanlar bulunacak. Öğrenciler ücretsiz olarak faaliyet alanlarına gidecekler” şeklinde konuştu

Diğer yandan bazı uzmanlar, öğrencilerin, özellikle de okuma yazmayı yeni öğrenen birinci sınıfların derslerden soğuyacakları ve bildiklerini unutacakları görüşündeler.

Çalışan anne, babalar ise bir haftalık tatilde çocuklarını bırakacak yer aramanın telaşına düştüler.

Ara tatilin getirdiği bazı endişeler de var bazı öğretmen ve ailelerde. Bazı yorumlar şöyle:

-Tatil dönüşü bir iki haftamız öğrencileri uyandırmakla geçer, uyuşuk gelirler okula.

-Çocuklar, yeni, yeni okullarına uyum sağlamışlarken, onları okuldan soğutmaktan başka bir işe yaramayacağı kanaatindeyim.

-Bizim gibi tatile çıkamayan aileler ne yapacak?

-Tatil moduna giren öğrenciyi toparlamak zor olacak.

-Hiç katkısı yok, olmaz da. Öğrenciler tatil yapacak, öğretmenler seminer. Ne anlamsız iş.

-Çalışan anneler düşünülmeden plansız, programsız ara tatil uygulamasına geçilmesi haksızlık.

-Biz işe gideceğiz çocuklar da evde temizlik, yemek yapar bizi bekler artık.

-Tatile gidecek durumu olmayan çalışanlar da çocukları için çözüm arayışında.

-Öğrencinin olmadığı okulda öğretmenin ne işi var? Hem de dinlenmesi gereken en önemli kişiler onlarken.

-Ara tatil bu kadar çok, peki çalışan anne ne yapacak ona bir çözüm var mı annenin ara tatil kadar izini yok.

 

Bu tatilden en çok öğrencilerin memnun ve mutlu olduğu anlaşılmaktadır. Çocukların kontrolsüz ve plansız bir tatil geçirmemeleri için anne ve babalara büyük sorumluluk ve iş düşmektedir. Veliler, Bakanlığın planladığı etkinlikler hakkında bilgi edinerek, çocuklarının ilgi ve yetenekleri doğrultusunda, kendilerinin de ilave edebilecekleri eğlendirici öğretici, onları mutlu eden yararlı faaliyetleri içeren bir program yapabilirler.

Bu etkinliklere; çocuklarla birlikte aileden anne, baba, dede ya  da nine olarak durumu uygun birlerinin katılması önemli ve anlamıdır.

Hangi anne babaya sorulsa; “Çocuğunuzu seviyor musunuz? Diye. “Elbette seviyorum” Diyecektir. Çocuğu sevmek ona pahalı oyuncaklar, giyecekler almak ve bol harçlık vermek değildir.

Her çocuk değerli olduğunu, kendisine önem verildiğini ve sevildiğini “sadece duymak değil”, hissetmek ister. Bu duyguların sözde kalmaması, somut olarak gösterilmesi çok önemlidir.

O yüzden anne babalar çocuklarını ilgiyle dinlemeli, kaliteli zaman ayırmalı değerli olduğunu tattırmalıdır. Bu tatil, ebeveynlerin çocuklarıyla birlikte vakit geçirmeleri için çok iyi bir fırsattır.

“Tatilde çocuğunuzla zaman geçirin. Keyif alıcı sohbetler edin, geziler düzenleyin etkinliklere birlikte katılın.”

“Çocuğunuzun başarı ya da başarısızlığını akranları ile kıyaslama yapmadan kendi içinde değerlendirin.”

“Onları bir sonraki döneme motive edin, okul ve derslerle ilgili kaygılarını belirleyin, empati yapın, sabırlı ve hoşgörülü davranın.”

“Çocuklarınızın anne-babası olduğunuzu, onları sevdiğinizi ve her konuda yardımcı olacağınızı kendilerine hatırlatın ve bu duyguyu hissettirin.”

 

Çocuklarımızı baskı ve zorlamalarla; anlamsız sıkıcı ödevlere, seviyesine uygun olmayan, ilgisini çekmeyen etkinliklere yönlendirmek doğru değildir. Onlara seçenekler sunarak mutlu olmalarını ve eğlenerek öğrenmelerini sağlamalıyız. Huzurlu ve mutlu çocuklar daha etkin ve daha arzulu öğreneceklerdir.

O nedenle, sergiler, çocuk tiyatroları, kütüphaneler, bilim merkezleri, tarihi ve turistik yerler, şiir edebiyat ve sanat etkinlikleri, fuarlar vb. çocukların severek arzu ile katılabilecekleri yerlerdir.

Çocuklarımızın  ilginç, özgün ve güzel şeyleri görmesi, incelemesi, hissetmesi ve keşfetmesi; ufkunu, düşünce dünyasını, ve davranışlarını olumlu yönde etkileyecektir. Estetik duyguları gelişecek, iyiye güzele ve  doğruya olan ilgileri artacaktır.

 

Sevgiyle kalın…

 

İKİNCİ EL ARAÇ SEKTÖRÜNDE ŞUBELEŞME SÜRECİ DEVAM EDİYOR

 

İkinci el araç piyasasına getirilen ekspertiz zorunluluğuyla birlikte alıcı ve satıcılar arasında güven ortamı sağlanırken sektörde yaşanan sorunlar da hızla azalıyor. Gerekli hizmet belgelerine sahip olan kurumsal firmaların yatırımları ise son sürat devam ediyor.

Kocaeli-İzmit’te gerçekleştirilen yeni şube açılışında konuşan TÜV SÜD D-Expert Genel Müdür Yardımcısı Ozan Ayözger, ‘’ Yeni ortaya çıkan ve büyüme potansiyeli olan tüm sektörlerde olduğu gibi ikinci el araç ekspertiz sektöründe de birçok küçük ve büyük ölçekli firma hizmet veriyor. TÜV SÜD D-Expert ailesi olarak biz de, yeni bir dönem olarak gördüğümüz 2019 yılını şubeleşme atılımlarımızla sürdürmeye devam ediyoruz. Son dönemlerde yaşanan yoğunlukla birlikte müşterilerin güvenebilecekleri firmalara olan ihtiyacı her geçen gün daha çok artıyor. Otomobil sektöründe geçmişi ve tecrübesi olmadan ikinci el araç ekspertiz hizmeti veren firmalarda, tüketicilerin karşılaşabilecekleri hata oranının yüksekliği nedeniyle müşteriler TSE’den Hizmet Yeterlilik Belgesi almış kurumsal firmalardan hizmet almayı tercih ediyor. TÜV SÜD D- Expert olarak hem alıcılara hem de satıcılara sunduğumuz  kaliteli, bağımsız ve güvenilir ekspertiz hizmetini İzmit Merkez subemizde de müşterilerimizle buluşturmaktan mutluluk duyuyoruz. ‘’ dedi.

İkinci el otomobil ticareti, sektörün hem rakamsal hem de işlevsel konular bakımından büyük bölümünü kapsıyor. Ekspertiz zorunluluğuyla başlayan yeni dönemde, ekspertiz merkezleri otomotiv sektörünün tamamlayıcı unsuru olmaya devam ederken firmaların yatırım ve şubeleşme çabaları hızla devam ediyor.

Türkiye’deki şubeleşme yatırımlarına hızla devam eden TÜV SÜD D-Expert çok yakında Trabzon, Antalya ve İstanbul’daki yeni şubeleriyle de müşterileriyle buluşmayı hedefliyor.

Doğu Akdeniz’de İkinci Sevr ve Hayali Türk – Amerikan Deniz Savaşı

Doğu Akdeniz’de İkinci Sevr ve Hayali Türk – Amerikan Deniz Savaşı

ABD’nin denizlerde ve okyanuslarda en büyük rakiplerinden birisi olan Rusya’ya karşı uygulanacak harp oyunlarında bile suni savaş senaryosu kullanılırken, NATO müttefiki bir ülkenin senaryoda açık şekilde düşman statüsüne alınması Türkiye’ye ciddi bir mesaj ve diplomatik hakarettir.

 

Yüzbaşı Decatur ve Trablusgarp (1804) Çatışması tablosu.

 

Yazılarımı sürekli okuyanlar bilir. Denizde vekalet savaşı olmaz. Karada PKK ve IŞİD gibi devlet dışı aktörlerle savaşırsınız ancak denizde ulus devletler savaşır. Türk ordusu gerek Fırat Kalkanı gerekse Zeytin Dalı harekatında vekiller ile savaşıyor görünebilir ancak savaşın gerçek karşı tarafı topyekun Atlantik cephedir. Bu durumun hükümetler arası ilişkilerin diplomasi yolu ile yürütülmesine engel teşkil etmediğini söyleyebiliriz. Ancak denizde bu strateji uygulanamaz. Hele çıkar çatışma alanı Doğu Akdeniz ise…

 

JEOPOLİTİK AĞIRLIK MERKEZİ: DOĞU AKDENİZ

21’inci yüzyılda Türkiye’nin en ciddi jeopolitik sorun alanı Doğu Akdeniz’dir. Zira Atlantik cephe Türkiye’den neredeyse Mavi Vatanın dörtte birinden vazgeçmesini istemektedir. Bu nedenle yaşanan sürece İkinci Sevr dönemi diyebiliriz. 1919 sürümünde anavatanın, 2019 sürümünde Mavi Vatanın parçalanması hedeflenmektedir. Bu kapsamda Doğu Akdeniz’de yaşananlar ve yaşanacaklar Ege sorunlarını gölgede bırakmaktadır. Zira karşımızda dev enerji firmaları ve arkalarında emperyalizmin tarihsel temsilcisi devletler vardır. (Noble Energy ve Exxon-Mobil: ABD; Total: Fransa; ENI: İtalya gibi)

 

İTTİFAK DÜŞMAN OLUR MU?

Ancak durum görünenden çok daha karmaşıktır. Türkiye, mavi vatanını parçalamak isteyenlerle aynı askeri ittifak şemsiyesi altındadır. Paradokslar silsilesi yaşanmaktadır. Bu nedenle Türkiye’ye donanma üzerinden yapılacak baskı ve uyarılar önce çekirdek ikili (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan) ile onların ayrılmaz müttefikleri İsrail ve Mısır aracılığı ile deneniyor. Sonra baskı cephesi büyütülüyor. Tatbikatlar, yeni silah alımları, denizde ve enerjide işbirliği açıklamaları, Türkiye karşıtı AB ilerleme raporları, ABD’nin çok sayıdaki düşünce kuruluşu ve kongre araştırma raporları, Atlantik cephede bazı siyasi kişiliklerin tehdit dolu beyanatları gibi faaliyetler Türk iradesini değiştirmeyi hedefliyor. Bu baskılara ABD Başkanı Trump’un 13 Ocak tweetinde Türk ekonomisi için kullandığı devastate (mahvetmek) fiilini, ya da 20 Mart Kudüs Zirvesinde ABD Dışişleri Bakanının Türkiye için kullandığı malign (habis) tanımlamasını ve son olarak S-400 ve F-35 uçakları üzerinden yürütülen baskı siyasetini de ekleyebiliriz.

 

AMERİKAN SENARYOSUNDAKİ DÜŞMAN: TÜRKİYE

Fakat bu saydıklarımın hiç biri, Amerikan Silahlı Kuvvetleri ateş gücünün Türkiye’ye karşı kullanılmasını açık bir şekilde dile getirmiyordu. Türkiye’deki Amerikan çıkarlarını ve Atlantik Sistemin Türk dostlarını tamamen kaybetmemek için hassas bir dil kullanan ve dolaylı tutum stratejisi uygulayan ABD, bugüne kadar yaptığı Türkiye karşıtı faaliyetlerde (4 Temmuz 2003 Özel Kuvvetlere Çuval Geçirme hadisesi hariç) ya Türkiye’deki FETÖ benzeri işbirlikçi enstrümanları kullanarak kumpas/baskı kurulmasını sağlıyor ya da gerek NATO, gerekse milli tatbikatlarında (Millenium Challenge 2000 gibi) jenerik bir coğrafya, uydurma isimler ya da semboller üzerinden Türkiye’ye mesaj vermeye çalışıyordu. Şimdi bu stratejinin değiştiğini ve ABD’nin vites yükselttiğini görüyoruz. Başkanlığını Yunan asıllı eski NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı (SACEUR), Emekli Oramiral James Stavridis’in yaptığı USNI-United States Naval Institute (ABD Deniz Kuvvetleri Enstitüsü) bağımsız, kâr amacı gütmeyen bir düşünce kuruluşudur. Temel amacı, Amerikan deniz gücünün geliştirilmesine strateji, taktik ve fikirler üreterek katkı sağlamaktır. Aktif ve emekli, yerli ve yabancı binlerce üyesi vardır. Her sene onlarca yeni kitap USNI markasıyla çıkarılır. 1986 yılından bu yana çıkarılan “Naval Operations and Fleet Tactics (Deniz Harekatı ve Donanma Taktikleri)’’ isimli referans kitabın Temmuz 2018’de tamamlanan üçüncü baskısının 15. Bölümü, Ege Muharebesi (The Battle of Aegean) adıyla yayınlandı. Bu bölümde ABD Donanması ile Türk Donanması savaştırılıyor. Birinci baskıda hayali Amerikan-Sovyet deniz savaşı suni bir harita ve senaryo üzerinden; ikinci baskıda (1999) suni bir coğrafyada kıyı sularında deniz harbi işlenirken, son baskıda gerçek haritalar ve gerçek olgular kullanılmış. USNI’nin yayınladığı referans bir kitapta, bir NATO üyesini açıkça düşman statüsünde görmesi ciddi bir sorundur. ABD’nin denizlerde ve okyanuslarda en büyük rakiplerinden birisi olan Rusya’ya karşı uygulanacak harp oyunlarında bile suni savaş senaryosu kullanılırken, NATO müttefiki bir ülkenin senaryoda açık şekilde düşman statüsüne alınması Türkiye’ye ciddi bir mesaj ve diplomatik hakarettir. Zira kitabın önsözü ABD Deniz Kuvvetleri Komutanı tarafından yazılmış ve imzalanmıştır. NATO’da bile tatbikat senaryolarında hedef ülkenin kim olduğu uzmanlar tarafından bilinmesine rağmen, hiçbir zaman o ülkenin ismi doğrudan zikredilmez, suni bir isim kullanılırken, bir NATO ülkesine (Türkiye) karşı, bir başka NATO ülkesinin (Yunanistan) savaşını adeta kışkırtan ve daha sonra, tüm askeri ve siyasi gücü ile o ülkenin yanda savaşa katılacağın açıklayan bir senaryo, bulunabilecek en hafif tabiri ile, skandaldır. İlk iki baskısı sadece duayen deniz taktik uzmanı Wayne Hughes tarafından yazılan kitabın 3. Baskısında yeni yazar olarak E. Amiral Grier yer almış. Bu baskıda yeni kavramların ve özellikle Türk Amerikan çatışmasının eklenmesinde 90 yaşına gelen Hughes’un rolünden çok, müktesebatı modern deniz taktikleri, bilgi harbi, asimetrik harp, suni zeka, insansız araçlar, mayın harbi ve denizaltı savunma harbi olan, uzun yıllar NATO’da ve ABD Deniz Akademisinde çalışan Amiral Grier’ın rolünün öne çıktığını söyleyebiliriz.

 

DOST GÖRÜNEN DÜŞMAN: TÜRKİYE

Senaryo, Kıbrıs’a Yunanistan’ın balistik füzeler yerleştirmesini Türkiye’nin bunu önlemesi ve fırsattan yararlanarak benzer silahların yerleştirileceği Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve İstanköy adalarını işgal etme niyeti üzerine kurgulanmış. Başlangıçta senaryonun Türkiye’yi hedef almadığı, 1920 yılında Amerikan donanmasının İngiliz donanmasına karşı oynadığı harp oyunlarına benzetilerek kurgulanmış olduğu belirtilse de, metinde Türkiye için ‘dost görünümlü güçlü bir düşman’ ifadesi kullanılması bu kabullenmeyi baştan çürütüyor. Türkiye’nin İslami değerlere sahip çıkan, ancak fanatik teokratik yaklaşıma sahip olmayan bir ülke olduğu belirtilen (her nedense laik-secular kelimesi kullanılmamış) senaryoda, Amerikan ateş gücünü Türk anavatanına yönlendirmenin ABD çıkarları için bir felaket olacağı vurgulanıyor.

Senaryo gereği, Ege’de gerçekleştirilen deniz kampanyasında silahlı çatışma alanı olarak sadece deniz tarafı kullanılmış. ABD 6. Filosu, başlangıçta Yunanistan’ın ve Güney Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünü sağlamak ve Yunan Donanmasının yokoluşunu önlemek için Kıbrıs’a giden Türk amfibi konvoyuna ve filosuna karşı Aegis sınıfı kruvazörleri gönderiyor. Türkiye birini batırıyor. Onlar da adaya giden Türk tank çıkarma gemisini (LST) batırıyor. Gemiyle birlikte 700 kişi kaybediliyor. Daha sonra savaş Ege’ye yayılıyor, Türkiye Boğaz önü ve Doğu Ege adalarını işgale yöneliyor.

 

TÜRKİYE’Yİ TAMAMEN KAYBETMEMEK

  1. Filonun hedefi amfibi gücü adalara varmadan diğer muharip unsurlarla birlikte imha etmek. Bunun için de Türk savaş gemilerinin karşısına yem olarak 6 adet korvet tipi gemi çıkararak Türk unsurları açık denize çekmek. Bu gemiler Türkleri oyalarken senaryoda gelecekte sahip olunması gerektiği vurgulanan 8 adet Phantom ismi verilen ve her biri 10 tane taktik balistik füze taşıyan kıyı sular saldırı gemileri ile Türk donanmasının işini bitirmek hedefleniyor. Senaryoda çok güçlü düşman olarak gösterilen Türkiye’ye karşı Ege’deki Türk kıyılarından itibaren tam bir deniz kontrolünün tesisi amaçlanıyor. Kıyı sularda deniz savaşının değişik taktik, doktrin ve muharebe sistemleri gerektirdiği ve yeni gemi tipleri ile silahlara olan ihtiyaç öne çıkarılıyor. Senaryoda amacın, savaşı karaya yaymadan sadece denizde kısıtlı ve emniyetli bir hareket yaparak riski azaltmak olduğu belirtiliyor. Böylece hem Türkiye’yi tamamen kaybetmemek ve aynı zamanda Amerikan gemi ve can kaybını artırmamak amaçlanıyor. Genelde bilgi harbi ve insansız sistemlerin kullanılmasına vurgu yapılan senaryoda 6. Filo süper kahraman olarak gösterilmiş ve sayısal olarak güçlü Türk donanmasının karşısına zaman kaybetmeden çıkarılmış. Senaryo bu meydan okumayı İkinci Dünya Savaşının Pasifik Cephesinde Japonya’ya karşı kazanılan Midway savaşına benzetiyor. Avrupa Amerikan Deniz Kuvvetleri Komutanının akış içinde “barışı sağlamak için kan dökmenin gerekli olduğuna inanıyorum’’ sözü dikkat çekiyor. Senaryo Amerikan Başkanını tam bir Yunan hayranı yaparken, Amerikan Milli Güvenlik Kurulu Kıbrıs’a yönelik fiili bir harekatın ABD’ye yapılmış olacağı tehdidini ihmal etmiyor. Yunanistan’a da hiç bir adasının işgal edilmeyeceği garantisi veriliyor. Her nasılsa savaşı Türkiye, Amerikan kruvazörünü batırarak başlatıyor. Senaryoda dikkat çeken bir diğer önemli husus, Ege gibi kıyı sularda Amerikan donanmasının bu sahada tecrübeli Türk donanması karşısında büyük riskler alamayacağı ve gemi kayıplarına tahammül edemeyeceğini belirtmesi. Bu nedenle Truman uçak gemisi, Türk Hava Kuvvetleri ve Türk gemilerinin füze menzili içine sokulmuyor. Diğer taraftan kıyı sularda Harpoon benzeri gemiye karşı güdümlü mermilerin de ana kara ve adaların gölgesi nedeni ile güvenilir olmayacağı genellemesi yapılıyor. Senaryoda Ruslar da Türkleri ikna için aracı olarak kullanılmış. “Türklere söyleyin. Adaları işgal etmesin.’’

 

SEMBOLLER VE MESAJLAR

Amerikalı meslektaşlarımız semboller üzerinden mesaj vermeyi de ihmal etmemişler. Amerikalı Oramiralin İtalya’daki NATO görevinden ve Rhode Island/Newport’taki Deniz Harp Akademisinden arkadaşı olan Türk Donanma Komutanının adı Oramiral Mehmet Abdül. Yazar, Abdül’ün Birinci Dünya Savaşında İngilizlerin Türkleri medyada küçük gördüğü karikatür ve yazılarda kullandığı bir tabir olduğunu bilmediğimizi sanıyor olabilir. Diğer sembol isim açık olarak verilmiş ve izah edilmiş. Phantom filosunun iki komutanından birisinin adı Albay Stephanie Decatur. Bayan subaya verilen soyadı da 1804 yılında Cezayir Dayısını yenerek Berberi gambotunu ele geçiren Deniz Yüzbaşı Stephen Decatur’dan geliyor. Amerikan Donanmasının ilk deniz zaferi olarak kabul edilen olayı resmeden ve yere düşen Türk bayrağını da gösteren Dennis Malone’nun yağlı boya tablosu, Pentagon’da ABD Deniz Kuvvetleri Komutanı makam odası girişinde bulunuyor.

 

GÜNCEL NAVARİN TEHDİDİ

Söz konusu kitabın 15. Bölümü salt bir deniz taktik kitabının çok ötesindedir. Türkiye’nin Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de çıkarlarını korumak için Yunan deniz gücü ile karşı karşıya kaldığında Amerikan gücünün kayıtsız şartsız Yunanistan’ın yanında olacağını ve bu uğurda gerekirse Türk donanmasını imha edebileceğinin açık mesajını veriyor. Durumu 1827 yılında Pilos’ta yaşanan Navarin Baskını şartlarına benzetebiliriz. Reel politik düzlem ile bu senaryo bir arada değerlendirildiğinde, Doğu Akdeniz’de, kontrolü giderek güçleşen askeri yığınaklanmanın devam ettiği; Türkiye ve KKTC’nin deniz yetki alanındaki meşru haklarına şirketleri üzerinden araştırma ve fiili delme, faaliyeti ile meydan okuyan; resmi açıklamada Türkiye’ye “habis” diyebilen siyasi ittifakların yer aldığı bir ortamda, ABD Deniz Enstitüsü tarafından yayınlanan bu senaryo, düşmanca bir niyetin yansıması ve Türkiye’yi hala Bon Pour L’Orient (şark için iyi) olarak görme temayüllerinin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.

 

DİKKAT EGE’YE ÇEKİLİYOR

Senaryonun ve taktiklerin Ege harekat alanı açısından eleştirisi için sayfalar yetmez. Ancak söylenmeden geçilemeyecek husus, senaryoda bir savaşta son sözü söyleyecek Türk denizaltılarından hiç bahsedilmemiş olmasıdır. Pek çok maddi hata ve yanlış bilgi ile bu senaryo ve hal tarzının, hiç bir yerinde Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin kıta sahanlığını koruma kararlılığı ve hidrokarbon kaynakları mücadelesine yönelik gönderme yapılmaması da çok ilginçtir. Halbuki bugün için asıl mesele Ege’deki durumdan çok daha önemli olan Doğu Akdeniz enerji kaynakları mücadelesidir. Bir bakıma kurguda, Türkiye’yi Ege sorunlarına çekerek, Doğu Akdeniz yetki alanı paylaşım mücadelesini ikinci plana atmasını arzulayan bir mesaj verilmeye çalışılmıştır. Senaryoda Türkiye’nin Avrasya’ya ve özellikle Rusya’ya tamamen yönelmemesi için de tedbirler alındığını görüyoruz. Örneğin Türk Amfibi gücünü önlemek için çok fazla can kaybına neden olacağından denizaltıların kullanılması ya da ana karaya hava saldırısı istenmiyor. Yani Türk kamuoyunu kazanmak için açık kapı bırakılıyor.

 

YUNANİSTAN’A VE RUMLARA GÖREV

Diğer yandan Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a bu senaryo ile aslında bir görev verilmektedir. “Türkiye’nin askeri gücü çok artmıştır, siz şimdi ön alırsanız, bizim de desteğimizle Türkiye’yi yener, karada ve denizde siyasi hedeflerinize ulaşırsınız.” Geçmişte emperyalizmin benzer teşvikleri ile kendi başlarına “Küçük Asya” felaketini getirmiş olanların, bu ucuz ve çok tehlikeli senaryoda yer alıp almayacaklarını bilemeyiz.

 

BİLGE DEVLET ADAMLARI NEREDE?

Diğer taraftan bazı Amerikalıların İkinci Dünya Savaşının bilge amirallerinden ders alması gerekiyor. Mesela Amiral King ve Amiral Leahy başta Başkan Truman olmak üzere karşı cephenin yoğun baskısına rağmen 1945 yılında Japonya’ya karşı nükleer silahların kullanılmasına açıkça karşı çıkmıştı. Bugün de ABD devlet sisteminde savaş çığırtkanlığı yapanları dizginleyecek akil devlet adamlarına ihtiyaç var. Sadece denizde kısıtlı kalacağını hayal ettikleri Türk Amerikan savaşının söz konusu koşul sağlansa bile yaratacağı deprem ve kıracağı fay hatlarını Amerikalılar düşünemiyor mu? Türkler ve Türk Donanması, anavatan ve mavi vatanın bir karışını vermez. Bu uğurda güç kullanım tehdidi ve savaş ile caydırılamaz. Ege’de veya Doğu Akdeniz’de 1827 ve 1919 koşullarını geri getirmenin, mantık dışı senaryolarla Türkiye’ye mesaj vermenin zamanı geçmiştir. Zaman, deniz dibi kaynaklarının ve deniz yetki alanlarının kıyıdaşlar arasında hakça paylaşılması için müzakere edilmesi; Ege’de başta karasuları genişliği sorunu olmak üzere Yunan oldu-bittilerinin Türkiye’nin hayat alanını nasıl kısıtlayacağının anlaşılması zamanıdır. Zaman, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın ulusal güçlerinin ötesinde hayaller ile Türk mavi vatanından hırsızlık yapma teşebbüslerine son vermeleri zamanıdır.

 

CHURCHİLL DERSLERİ

Diğer yandan yazarlara, Birinci Dünya savaşında Türkler için kullanılan Abdül’ün yerini Mehmetçiğin aldığını hatırlatalım. Beğenmedikleri Abdül, Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşında Mehmetçiğe dönüştü. Churchill’in Lozan sonrası hatıratındaki ifadesi ile: “Türklerin yeniden Avrupa’ya girmeleri, müttefikler için en kötü aşağılanmadır… Müttefiklerin zaferi hiçbir yerde Türkiye’deki kadar tam olmamıştı. Şimdi galibin gücü hiçbir yerde Türkiye’deki kadar gösterişli bir şekilde aşağılanmamıştır.” Amerikalı meslektaşlarımızı tarih okumaya davet ediyoruz. Unutulmamalıdır ki, karşılıklı saygı ve anlayış üzerine inşa edilecek Türk – Amerikan dostluğunun küresel barış ve istikrara katkısı, bu ucuz senaryoların yaratacağı karmaşa ve yıkımdan çok daha değerlidir.

Başta Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarımız olmak üzere devletimizin sorumlu makamları kuşkusuz bu senaryoyu ciddi şekilde değerlendirecektir. Ancak, Türk ve KKTC kamuoyu, devlet yönetiminde bulunanlardan, bu konuda yaptıkları/yapacakları resmi girişimler ve gösterdikleri kararlılıkla ilgili aydınlatıcı açıklamayı da beklemektedirler.

Palandöken: Sicil affı maalesef etkin kullanılmadı…

“SİCİL AFFI ETKİN UYGULANIRSA VE VERGİ İNDİRİMLERİ YIL SONUNA KADAR SÜRERSE YÜZDE 6’NIN ÜZERİNDE BÜYÜRÜZ”

2017 yılının ilk çeyreğinde büyüme oranının yüzde 5 olmasının ümit verici olduğunu belirten Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu Genel Başkanı (TESK) Bendevi Palandöken, “Yılın ikinci çeyreğinde büyüme oranı daha da artacak” dedi.palandöken,

Aralık ayında yapmış olduğu açıklamada 2017 yılının başından itibaren büyüme hızının artacağını öngördüklerini hatırlatan Palandöken, “Aralık ayında yapmış olduğumuz açıklamada, sıfır faizli kredilerin yanında vergi indirimlerinin de yapılması halinde 2017 yılının başından itibaren büyüme hızının artacağını öngörmüştük. Hesaplarımız doğru çıktı. Özellikle 2009 yılında olduğu gibi bu dönemde de vergi indirimlerinin ekonominin canlanmasında büyük bir etkisi oldu. Büyüme hızı 2. çeyrekte de artmaya devam edecek” ifadelerine yer verdi.

Esnafa sicil affının beklentileri karşılamadığını da belirten Palandöken, “Sicil affı maalesef etkin kullanılmadı. KOSGEB kredisi alanların büyük bir kısmı kara listeye takıldı ve kredi kullanamadı. Sicil affı etkin bir şekilde uygulanırsa ekonomik büyüme çok daha hızlı artar. Ayrıca vergi indirimleri de yıl sonuna kadar devam ettirilmeli. Bunlar gerçekleşirse yüzde 6’nın üzerindeki büyüme oranı kimseye sürpriz olmaz” şeklinde konuştu.

OKULU KALİTELİ YAPAN ÇOCUĞUN KENDİ KALİTESİDİR

 

 

 

konuk yazarBugün öğrencilerimiz için ikinci dönem ders başı

Altını çizmekten ziyade üstünde durmak istediğim bir konu var.
Beni cok iyi tanıyanlar bilir ki çocuklarını özel kolejde okutan anne ve babaların, çocuklarına kaliteli ve garantili bir eğitim sunmuş olmadıklarını savunurum her zaman. Derslerine ilgili ve öğrenmeye açık bir cocuğa derme çatma çadır kurup o çadırın altında ders versen bile alır onu. “Ben çocuğumu özel okulda okutuyorum, para veriyorum” söylemleri ile gezinen ebeveynlerin çocukları da zaten o kurumlarda, derslerinden çok birbirleriyle marka ve popülerlik çekişmelerindeler.
Burda çocuğu için ciddi ödemeler yapıp kendilerinden fedakarlık eden (iyi niyetimi yine elden bırakmayacağım) anne babaları hedef almak için parmak sallamak değil maksadım. Ama görüyorum ki bunu çok iyi bir haltmış gibi lanse etmeleri, ki bu ailelerin çocukları için sonraki asama maalesef yine özel üniversiteler oluyor; artık yersiz kaçmıyor mu? Ailesinin kendisi için yaptığı harcamaların bilincinde olup onların emeklerinin karşılığını gurur tablosu sunarak veren çocuklarımız da var tabii ama az bir oranla ne yazık ki.
Bu ülkede hem eğitimcileriyle, hem derece ile mezun ettiği öğrencileriyle muazzam devlet okulları var. Haberiniz var mi? Yok. Oradaki çocuk değil, oradaki anne baba fedakar değil çünkü. Ben de devlet okullarında okudum ana sınıfım dahil; eğitim hayatım boyunca da öğretmenlerim ve arkadaşlarım sayesinde en verimli ve en parlak öğrencilik yıllarım oldu. Öğretmenlerim hâlâ hayatımdaki en kıymetli yerindeler. Ve arkadaşlarım. Hepsiyle ayrı ayrı gurur duyuyorum bugün onları gördüğüm halleri ile.
Anne baba olarak en azından bugün itibari ile; çocuklarımızın ellerine son teknolojinin nimetlerini tutuşturmaktan ziyade; öncelikle öğretmenlerine ve sınıf arkadaşlarına karşı saygılı, olumlu ve paylaşımcı olmalarını hatırlatmamızın gerekli olduğunu düşünüyorum. Özel kolejlerde de bursla, yani kafasıyla herkesten önce o sırayı hak eden çocuklarımızın da olduğunu unutmayarak “eşit” bir ortam yaratmaya veliler olarak katkıda bulunmaya çalışalım. Öğrencimizin ailesi ile ilgili bir problemi olabilir, bilinmesini istemediği veya fark ettiremediği bir hastalığı olabilir, bastırdığı bir kaybı olabilir; çocuklarımızın empati kurmasını sağlayalım derim bu yüzden.
Biliyorum ki hepiniz anne baba olarak çocuğunuzun iyi bir geleceği olması adına mücadele veriyorsunuz. Ama kabul etmeliyiz ki bunun garantisini verebilmeniz mümkün değil. Üniversite öncesi özel okullarda okutmanın boşa gidebileceği ciddi ödemelerinizi görmezden gelemiyorum bu yüzden. İstediği bir üniversite de okumaya başlayınca gözden çıkarın bu rakamları. Ah pardon! Siz bir anne baba olarak cocugun geleceğini görebildiğiniz için yapıyorsunuz bunu; ben bir anne olmadığım için göremiyorum tabii çocuk kazanabilecek mi, kazanırsa yerleşebilecek mi, onu okutacak öğretmeni atanabilecek mi?
Benim Doğu da milyon çocuğum var annesi babası kahrından ölüyor bir çorap giydiremeyip okula gönderdiği için. Öğretmeni soru sorsa saygısından yüzünü kaldırmaz. Ve bugün bu çocukların hepsi bu ülkenin önde gelen üniversitelerine derece ile giriyor. Bugün görüştüklerimin hepsi de bana aynı şeyi söylüyor; “Derya abla ben annemin babamın hakkını nasıl öderim?” Evet benim buradaki çocuklarım da kaldırmıyor yüzlerini öğretmeni soru sorduğu vakit elindeki tablete, telefona bakmaktan.
Çocuklarınız aynanızdır. Nerede, nasıl okuttuğunuz ile kalitesi ölçülebilecek varlıklar değil bunlar. Ödediğiniz paranın hacmi ile bağdaştırmayın eğitim kalitesini. Çocuğun kendi kalitesidir kurumu kaliteli yapan.
Ve biliyorsunuz ki benim ponçiğimin 1 aylık bir zamanı kaldı dünyaya gelmesine. Hmm size söylemedim ben; ismi “Poyraz Ali” olacak. Sadece ben ona “Poli” diyeceğim.
Annesi ve babası karar verir nasıl nerede okuyacağına o ayrı ama; eğer o benim yiğenim ise; bu hayata önce herkesle “eşit” olduğunu bilerek başlayacak; o kadar.

 

Derya Yavuzyiğit

06. 02. 2017

İkinci Bahar Yaşam Kulübü Üyeleri Yemekli Eğlencede Bir Araya Geldi

yemek2Gazimağusa Belediyesi, 18-24 Mart Yaşlılar Haftası dolayısıyla İkinci Bahar Yaşam Kulübü üyeleri için 18-19 ve 20 Mart tarihlerinde organize ettiği yemek etkinliğinin bugün 2.’sini gerçekleştirdi.

Gazimağusa Belediyesi’nin ürettiği hizmetlerden özel ve öncelikli olarak yararlanan İkinciBahar Yaşam Kulübü üyeleri kentin belirlenen noktalarından belediye tarafından alınarak Beach Club’taki yemekte buluştu. Üyeler, Oğuzhan ve Grubu ile Gazimağusa Belediyesi Halk Dansları Topluluğu’nun gösterileri ve müzikleriyle eğlenceli saatler geçirdi.oyun

2000 üyesini telefonla tek tek arayarak yemeğe davet eden Gazimağusa Belediyesi İkinci  Bahar Yaşam Kulübü personeli, yemeğe katılan üye sayısının 1000 olması nedeniyle, etkinliği 3 gün olarak organize etti.

Özel günler dışında da faaliyetlerini sürdüren Kulüp, üyelerini aylık periyotlarla sağlık kontrolünden geçiriyor, düzenli doğum günlerini kutluyor ve belli başlı ihtiyaçlarıyla özel olarak ilgileniyor.dans

Gazimağusa Belediye Başkanı İsmail Arter, “saygıdeğer büyüklerim” diyerek başladığı konuşmasında, “sizinle birlikte olduğum için hem duygusallaştım hem de çok mutlu oldum” dedi.  Belediye bünyesinde toplum büyüklerinin bir araya toplandığı organizasyonu başlattığı için eski Belediye Başkanı Oktay Kayalp’a teşekkür eden Gazimağusa Belediye Başkanı İsmail Arter, içinde bulunduğumuz haftanın yaşlılar haftası olduğunu, kendisinin yaşlı kelimesini kullanmayı tercih etmediğini, insanın hayatında çocukluk ve gençlik evreleri gibi ileri yaşın da doğal bir evre olduğunu söyledi.

Üyelerin bir araya geldiği sosyal etkinliklerin yılda bir günle sınırlı kalmaması gerektiğini, hem kendileri hem üyeler için bir arada olmanın son derece önemli olduğunu söyleyen Arter, bu tür organizasyonları sık sık yaparak birlik beraberliğin sağlanmasının, aynı masada oturup yemek yemenin ve sohbet etmesinin önemli bir ihtiyaç olduğunu söyledi.

“Bilmenizi istediğim bir şey var ki hiçbiriniz yalnız değilsiniz” diyen Arter, üyeler için yaptıkları çalışmalarda buna çok önem verdiklerini, üyelerin kendisini bir belediye başkanı olarak değil evlatları olarak görmesini ve her türlü sıkıntılarını kendisine ulaştırmalarını istedi. Belediye Başkanı Arter, İkinci B

ahar Yaşam Kulübü üyelerine aynı kararlılık ve aynı kalitede bıkmadan usanmadan hizmet vermeye devam edeceğini belirtti.yemek