Etiket arşivi: ”Hayaller Düşlere Senden Söz Eder” adlı şiiriyle Celil Cinkır’ı ikinci

MHP’li Vekil Öztürk’ten Hükumete Uyarı: Adil yargı herkese lazım

Sayılarla uğraşmayın, nitelikle uğraşın”

????????????????????????????????????

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkan Yardımcısı ve Mersin Milletvekili Oktay Öztürk, TBMM Genel Kurulunda yapmış olduğu konuşmada hükümete önemli uyarılarda bulundu. 15 Temmuz hain darbe girişimini örnek gösteren Öztürk, hükümete ‘Tarih tekerrür etmeden yargıda niceliğe değil niteliğe önem verin” uyarısında bulundu.

 

Öztürk: “Adalet için bağımsızlık gerek”

MHP Genel Başkan Yardımcısı ve Mersin Milletvekili Oktay Öztürk, “Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay Bütçe Görüşmeleri” kapsamında söz aldığı meclis kürsüsünden önemli açıklamalar yaptı. Hükümete yargı bağımsızlığı konusunda hayati derecede önem taşıyan uyarılarda bulunan Öztürk, yargının siyasi açıdan bağımsız olmadığı bir yerde adil yargılamadan bahsedilemeyeceğinin altını çizerek, “Malum olduğu üzere, yargının adil davranabilmesi için gerekli unsurların başında yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı gelmektedir. Bağımsız ve elbette tarafsız olmayan yargı mekanizmasından adil karar beklenemez. Zira, sözlük anlamı itibarıyla adalet “İnsaflı, doğru, eşit olmak, eşit tutmak, doğru davranmak, zulmetmekten uzak olmak, her şeye tam hakkını vermek, hakkınca düzeltmek, mutedil yani kararlı ve ölçülü olmak, her şeyi yerli yerinde ve gereğince yapmak, istikamet ve hakkaniyet.” anlamlarını içermektedir. Bağımsız ve tarafsız olmayan bir yargı mekanizmasından tanımı yapılan adaleti beklemek de mümkün olmayacaktır. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı” denilince ilk akla gelen, yargı erkinin yasama ve yürütme erklerinin karşısında bağımsız ve tarafsız olması yani kuvvetler ayrımı ilkesinin kabul edilmiş olmasıdır. Elbette yargı erkinin siyasal iktidar ve yasama organı dışında kalan diğer güç odaklarının etkisinde de kurtarılması gereklidir. Bu bağlamda 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında görülen yargıya tarikat, cemaat yapılanmasının hâkim olması en güzel örnek olarak hâlâ hafızalarda tazeliğini muhafaza etmektedir. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanmasında yasama ve yürütme erklerinin yanında diğer güç odaklarının yargıya hâkim olmasına engel olmak için geçmişten ders almak, gelecekte de benzer yapılanmaların yargıya hâkim olmasına engel olacak tedbirlerle mümkündür. Zira bağımsızlığı hususunda ciddi endişe bulunan bir yargıdan adil kararlar beklemek, kişi hak ve özgürlüklerinin güvencesi olacağını beklemek mümkün değildir. Mülkün yani devletin temeli olarak kabul ettiğimiz adaletin sağlanamaması devletin bekası bakımından da ciddi endişe yaratacaktır. Yargı bağımsızlığının olmadığı yerde hukuk devleti ilkesinden bahsetmek de mümkün değildir. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün veciz ifadesiyle adalet gücü bağımsız olmayan bir ulusun devlet olarak bağımsızlığı söz konusu değildir” dedi.

“Adil yargı herkese lazım”

Geçmişten günümüze yargı sistemindeki problemlerin kartopu gibi sürekli artış gösterdiğine işaret eden MHP Genel Başkan Yardımcısı Öztürk, “Yapılan bir kısım iyileştirmeler günü kurtarmaya yetmiş ama kalıcı çözüm olamamıştır. Yargıda yaşanılan problemlere 15 Temmuz hain darbe girişimi sonrasında terör örgütünün yargıdaki yapılanmasının boyutu da tabiri caizse tuz biber olmuştur. Öyle ki 15 Temmuz 2016 hain kalkışma sonrasında terör örgütünün Türk yargı sistemini neredeyse tamamen ele geçirdiği görülmüştür. Şöyle ki: Yargı organlarında görev yapan toplam 4 bin 521 hâkim ve savcı hakkında terör örgütü üyesi olduğu gerekçesiyle işlem yapılmıştır. Bu veri yargıdaki örgüt yapılanmasının boyutunu da gözler önüne sermektedir. Terör örgütünün tasfiye edilmesiyle Türk yargı sisteminde de ciddi bir açık ortaya çıkmıştır. Şu anda yargıda görev yapan hâkim ve savcıların ortalama dört buçuk yıl kıdeme sahip oldukları görülmektedir, bu tespit geleceğe yönelik ciddi önemlerin alınmasının zorunlu olduğunu göstermeye yetecektir. Yargının yeniden yapılanmasında geçmişten ders alınmalı ve hâkim ve savcı alımında ve elbette yargıda belli görevlere terfilerde liyakat esas alınmalıdır. Aksi hâlde kısa ve orta vadede bir kısım ciddi problemlerle karşılaşılması kaçınılmaz olacaktır. Kısa vadede terör örgütünün yargılanmasında zafiyetler ortaya çıkabilecektir. Genç ve henüz yeterli tecrübesi olmayan hâkim ve savcıların terör örgütünün yargılanmalarında görev yapmasının terörle mücadeleyi sekteye uğratabileceği endişesini taşımaktayız. Bu sebeple, ilk derecede görev yapan tecrübeli hâkim ve savcıların yerlerinin muhafaza edilmesi, en azından yargılamalar sona erinceye kadar ve elbette yeni alınan hâkim ve savcılar tecrübe kazanıncaya kadar yargıda üst düzeyde görev yapacak hâkim ve savcıların sayısında artışa gidilmemelidir. Orta ve uzun vadede ise geçmişte yaşanan sıkıntıların benzerleriyle ve belki de daha ağır sonuçlar doğurabilecek örgütlenmelerle karşılaşmak mukadderdir. Bu sebeple, yargıya alınacak hâkim ve savcılarda liyakat esasına azami derecede riayet edilmelidir. Unutulmamalıdır ki bir gün herkes adil yargıya ihtiyaç duyabilir” uyarısında bulundu.

 

Hukuk fakültelerinde durum içler acısı

Türkiye’de hukuk eğitimi veren fakültelerin bazılarında profesör dahi bulunmadığını ifade eden MHP’li Öztürk, “Devlet veya vakıf üniversitesi ayrımı yapılmadan Türkiye’de eğitim öğretim yapan hukuk fakültelerinin birçoğunun durumu içler acısıdır. Öyle ki akademik kadrosunda profesör bulunmayan hukuk fakülteleri bulunduğu gibi hiçbir akademik deneyimi olmayan dışarıdan lisansüstü eğitimini tamamlamış öğretim üyelerinin sayısı da azımsanamayacak kadar fazladır. Bu fakültelerde lisan eğitiminin yanında lisansüstü eğitim verilmesi de başka bir garabettir. Biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak hâkim ve savcıların eğitiminin yetersizliği değil genel olarak hukuk fakültelerinin eğitim öğretim sisteminin yetersiz olduğu kanaatindeyiz. Bu sebeple hukuk eğitiminde acilen köklü değişikliklerin yapılması gerektiğini düşünmekteyiz. Hukuk eğitiminde köklü değişiklikler yapılmazsa yargının liyakatinden bahsedebilmek sadece kendinizi kandırmaktan öteye gitmeyecektir” şeklinde konuştu. Öztürk konuşmasının devamında hukuk eğitiminde köklü değişiklikler yapılmasının zaman alacağını ve bu yüzden öncelikle kısa vadede önlemler alınması gerektiğini belirterek Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu konudaki önerilerini aktardı.

 

Yargı, belli gruplara teslim edilirse…

 

“Ankara’da hâkimler var.” diyebilmek için liyakatli, bağımsız, tarafsız ve adil hâkimlere ihtiyaç duyulduğunu söyleyen Öztürk, “Şayet evrensel hukuk ilkelerine uygun gerekli düzenlemeler yapılmazsa Türk insanı hiçbir zaman “Ankara’da hâkimler var.” diyemeyecektir. Oysa bizim kültürümüzde “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” anlayışı hâkimdir. İnsanı yaşatacak bir yargı düzeni kurulamaz, yargı belli gruplara teslim edilirse dün yaşanılan sıkıntılardan ders alınmamış olacak ve gelecekte de benzer ve belki de daha vahim sonuçlarla karşılaşılmak mümkün olacaktır. Geçmişte yaşananlardan ders alırsak tarihi tekerrür ettirmemek gibi bir imkân bulmuş oluruz. 2010’da bizatihi yargıyla oynamaya başladıkları vakit dilimiz döndüğünce, sesimiz çıktığınca “Yargı bu kadar rahat oynayacağınız bir saha değildir. Bu şekliyle hareket ederseniz neticede birtakım art niyetlilerin de tuzağına düşmüş olursunuz.” dedik, dinletemedik ama sonunda “FETÖ” diye bir canavarla karşı karşıya geldik. Şimdi, bugün de yargı da birtakım sayısal çoğaltmalar, vesaire üzerinde oynanıyor. Bizim, Hükûmete tavsiyemiz: Yargıda niceliklerle uğraşmak yerine niteliklerle uğraşırsanız bütün problemlerin kaynağına inmiş olursunuz. Burada, iddialar oldukça yaygın bir şekilde dilden dile dolaşıyor, bir gençleştirmeden bahsediliyor; böylece, yeni gelecek insanların otuz, otuz beş yıl yargı üyesi yapılacakları iddiası var. Bu iddialar böyle devam ettiği vakit yargı üzerindeki sıkıntılar da devam eder; bunların bir an önce vuzuha kavuşması, açıklığa kavuşturulması gerekiyor. Tekraren söylüyoruz: Yargıda eğer illa da bir şey yapacaksanız, sayılarla uğraşmayın, nitelikle uğraşın; birçok problemi de bu şekliyle çözmüş olursunuz” önerisini dile getirdi.

kocaeli-okuyor-haber- yusuf ünelHaber Yayın Dairesi: Yusuf Ünel

EDİRNE VALİLİĞİ’NDEN SEYAHAT ÖZGÜRLÜĞÜNE BİR KEZ DAHA DARBE

 

 IMG_1847 (1)

Edirne Valiliği İl Milli Eğitim Müdürlüğü tarafından 26.10.2017 tarihinde fiili bir GENELGE yayımlandı. Bu genelgede Valilik, Milli Eğitim Müdürlüğü ve bağlı kurumlarda görev yapan öğretmenlerin ve eş ve çocuklarının Yurt Dışına Çıkış hakkını izne bağlamakta ve genelge ekinde gönderdiği izin kağıdının düzenlenmesini isteniyor.

            Bu genelge, bir fonksiyon gaspı niteliğinde olup, Türkiye’nin taraf olduğu Uluslararası Sözleşmelere, Anayasaya, Devlet Memurları Kanuna aykırı olduğu gibi, “temel hak ve özgürlüklerin korunması”, “Hukuka uygun idare”, “idare işlemlerin belirliliği” ilkelerinin de ihlali niteliğinde. Konuyla ilgili olarak açıklama yapan Birleşik Kamu İş Konfederasyonu Genel Merkez TİS Hukuk Sekreteri Engin Çoğal, yazılı olarak yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı: 

Anayasamızın 23. Maddesi “HERKES, YERLEŞME VE SEYAHAT HÜRRİYETİNE SAHİPTİR” dedikten sonra, “Vatandaşın yurt dışına çıkma hürriyeti, ancak suç soruşturması veya kovuşturması sebebiyle hâkim kararına bağlı olarak sınırlanabilir” istisnasını düzenlemiştir.

Dolayısıyla, hakkında cezai bir takibat olmayan hiçbir yurttaş, hakim tarafından verilmiş bir karar olmaksızın, yurt dışına çıkma hürriyetinden mahrum bırakılamaz. Yurt dışına çıkışı izne de bağlanamaz!

 

Aynı konuda Edirne Valiliğinin 2015 yılındaki, tüm kamu çalışanlarının yurt dışına çıkışını izne bağlayan genelgesine açtığımız davada Edirne İdare Mahkemesi 29.09.2015 tarih ve 2015/618 E., 2015/979 K. sayılı kararıyla bu hukuksuzluğun önce YÜRÜTMESİNİ DURDURMUŞ, akabinde esastan da İPTAL ETMİŞTİ.

Bu mahkeme kararına rağmen aynı yönde karar ihdas edilmesi, Valiliğin hukuka ve yargıya saygı duymadığını göstermektedir. Esasen mahkeme kararının fiilen ve öğretmenler yönünden UYGULANMAMASI niteliğindeki bu işlem, görevi kötüye kullanma/görevi ihmal suçuna da delalet etmektedir.

Valiliğin bu genelgesi açıkça bir yetki gaspıdır, Anayasa’nın askıya alınmasıdır!

 

Hukuk Devleti ilkesini ve Anayasayı yok sayan Valiliğin bu kararını tanımıyoruz!

 

Valilikten, BU GENELGEYİ İVEDİLİKLE DURDURMASINI VE GERİ ALMASINI TALEP ETTİK. Talebimizi gerçekleştirmemesi halinde, gerek idari yargı, gerekse adli yönden hukuka başvuracağız.

 

Kamuoyuna ilan ederiz. Saygılarımızla. 27.10.2017

 IMG_1840

ENGİN ÇOĞAL

BİRLEŞİK KAMU-İŞ KONFEDERASYONU

GENEL MERKEZ ÖZLÜK HUKUK TİS SEKRETERİ

Rusya’dan Türkiye’deki Çerkezlere vatandaşlık

Rusya parlamentosu alt kanadı Duma’da hazırlanan yeni yasa değişikliğine göre, Çarlık Rusyası kökenli Çerkez halkları da Rus pasaportu alabilecek. Konuyla ilgili açıklama yapan Duma Milletler Komisyon Başkanı Gadjimet Safaraliyev, yasa tasarısının vatandaşlık işlemlerinin kolaylaştırılmasını ve bu kapsama Rusya İmparatorluğu kökenlilerin torunlarının da dahil edilmesini öngördüğünü belirtti.

pasaportDağıstan kökenli Rus milletvekili, Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Aralık ayında Federal Konsey toplantısındaki konuşmasından yola çıktıklarını ifade etti. Putin, konuşmasında Rusya İmparatorluğu’nda doğanların torunlarına Rus vatandaşlığı prosedürlerinin hızlandırılması talimatında bulunmuştu.

Safaraliyev, “Rusya İmparatorluğu kökenlileri her şeye rağmen tek ulus ve tek uygarlığa ait. Afrika’dan birilerine vatandaşlık vermektense en iyisi onlara vatandaşlık verelim.” dedi.

Rus milletvekiline göre, yasanın kabul edilmesi durumunda 19. yüzyılda Kafkasya savaşlarının ardından Türkiye ve Suriye başta olmak üzere yurtdışına göç eden Çerkez halklarına da Rusya vatandaşlığı verilebilir.

Safaraliyev, “Bunlar Türkiye ve Suriye’ye göç eden Çerkezler olabilir. Bunlar Rusya İmparatorluğu’ndan çeşitli nedenlerle kopan haklar da olabilir. Şu anda Suriye’de savaş var. Orada ise çok sayıda Çeçen ve Dağıstanlılar yaşıyor. Onlarla ilgili ne yapmamız lazım? Onları orda mı bırakalım? Amerikalılar tek bir vatandaşının bile yardımına koşarken, biz halkın yarısını zor günlerinde yalnız bırakıyoruz.” şeklinde özeleştiride bulundu.

Yasa değişikliğini meclise sunacaklarını tekrarlayan Safaraliyev, arşiv belgelerine atıfta bulunarak Rusya İmparatorluğu kökenli şahıslarla akrabalık ilişkilerinin kanıtlanabileceğini de sözlerine ekledi. Rus milletvekiline göre, bu çalışmalarda yurtdışındaki Kafkas topluluklarına da görev düşüyor.

Başlıksız Bir Yazı

alptekin cevherli

Sakın ola başlığı okuyunca, “Başlıksız Bir Yazı” ifadesi de sonuçta bir başlıktır, diye mantık yürütmeye kalkmayın sevgili okurlar.
Aslında yazımızın başlığı var tabi, ama içerisinde gizli…
 * * *
Gündeme bomba gibi düşen Almanya’daki Ermeni soykırımı yalanını kabul eden tasarı konusunun henüz fitili ateşlenmemişken aslında niyetimiz, “Amerikan Rüyası’nın Sonu mu?” diye sorarak ABD’deki başkanlık seçimlerini ve muhtemel sonuçlarını irdelemekti.
Öyle ya, dünyaya bir medeniyet projesi olarak sunulan; “özgürlükler ülkesi ABD”, bir emlak komisyoncusunun koltuk hırsına kapılıp dünyanın en diktatör ve gaddar devletine dönüşürse ne olur, diye bakacaktık.
Genelde böylesi durumlarda en fazla 30 – 40 yıl içerisinde o ülkeler yıkılır. Bazen bu süreç daha da hızlı olabilmektedir. Ancak ABD’nin böylesine hızlı çöküşü yeni oluşacak dünyayı nasıl etkiler?
Türkiye ve Türk Dünyası olarak buna ne kadar hazırız? Yeni oluşacak güçler dengesi arasında meselâ Çin, Rusya ve Almanya’ya karşı elimizde nasıl kozlar var? Ya da Balkanlar’dan ABD askeri çekildiğinde 3’üncü Dünya Savaşı çıkar mı? Çin, Batı Türkistan’ı işgale kalkarsa Rusya ile birlikte ne kadar karşı koyabiliriz? Japonya bizi destekler mi? Filan, falan gibi bazılarına göre sanırım çok uçuk, bazılarına göre de malûmun ilanı sorulara yanıt arayacaktık…
Ama tam da Almanya ile moda tabirle “Kanka” olmuşken, bir de ‘Almanya’daki Türkler’ vasıtasıyla böyle bir kazığı yemek veya “arkadan hançerlenmek” mevzu bahis olunca, dünyanın geleceğindense bizim kısa vadede durumumuzu tartışmak çok daha önemli hale geldi.
 * * *
Şimdi, Almanya Parlamentosundan geçen tasarı haklı mıydı, haksız mıydı?
Biz sadece Alman İmparatorluğu’nun önerdiği tehciri gerçekleştirmişken, şimdi de Almanların sanki ortada bir suç varmış gibi ve bunu da kendileri söylememiş gibi ortaya çıkmaları ne kadar doğru?
Hitler, çoğu Hazar Türkü 15 milyon Musevi’yi fırınlara doldurup yağlarından sabun yapmışken, bize ne soykırımından bahsedebiliyorlar denilebilecekken; ya da…
Afrika’nın bilmem neresindeki filanca sömürgesinde 17 milyon zenciyi kurşuna dizmiş bir Almanya’nın ne haddine bize soykırım yaptı demesi, denebilecekken;
Ya da Dünya gezegenine iki dünya savaşı hediye etmiş ve yüz milyonlarca insanın ölmesine neden olmuş bir millet, hiç mi kendi tarihini bilmez denilebilecekken;
Ya da Avrupa’daki çevre felaketlerinin baş müsebbibi olan sanayisi ile Doğu Avrupa’daki bütün sakat doğumların ve flora, fauna katlinin tek sorumlusu iken;
Tarihte “Nemçe” adıyla Osmanlı Devleti’ne kök söktürmüş, sonra da Türk milletinde psikolojik ters etki yapmasın diye adını Almanya’ya çevirdiğimiz Balkanlar’daki tarihi düşmanımız, milyonlarca Türk’ü Doğu Avrupa’da soykırıma tabi tutmuşken;
Ve Ey Almanya, gör bunları, sen kendini ne sanıyorsun diyebilecekken; bunların hiç birini söylemeyeceğim!
 * * *
Değerli dostlarım, Almanya parlamentosunda 11 Türk Milletvekili var. En azından biz öyle biliyoruz.
Bu insanlar Almanya’ya işçi olarak göç etmiş ailelerimizin çocukları veya torunları. Yani bizden insanlar, akrabalarımız…
Peki, biz bu vatandaşlarımızla nasıl bir ilişki kurmuşuz ki, bizden olan ve orada bizi savunmasını beklediğimiz bu vatandaşlarımız, bizim can düşmanımız haline gelmişler?
40 – 50 yılda bunu nasıl becerebilmişiz?
Öyle ya, bu insanların dedeleri, Çanakkale’de, Dumlupınar’da, Sakarya’da bizim dedelerimizle beraber şehit düştüler. Hatta belki de bu insanların ninelerinin karınlarını, rahmindeki bebek kız mı, erkek mi diye iddiaya giren Ermeniler, Doğu Anadolu’da deştiler?
Yalan mı? Olmamış mıdır?
11 Vekilden bahsediyoruz… Haydi, içlerinden bir hain çıkar, iki hain çıkar ama hepsi de mi Ermeni soyu mu bunların?
Bunca yıldır Almanya’da yaşayan 3,5 milyon Türk’ten bir tane bile ‘gerçekten Türk’ vekil çıkaramadık mı yani?
Elin Alman’ı bizimkilerden fazla bizi savunmuş, var mı böyle bir şey?
Bu nedir biliyor musunuz?
Kendi parçamız olan bu insanları, sadece döviz kapısı olarak gören bir zihniyetin iflasıdır…
Almanya’daki 3,5 milyon vatandaşımızı buraya sadece Avro gönderen sağmal inek gibi gören, hem etinden, hem sütünden, hem postundan yararlanırız diyen anlayışın geldiği noktadır.
İnsanlar asla küsurat değildir!
Hınç yapar, kin tutar, kalleşlik edebilir…
Devlet isen bunları göz önüne alır ona göre ilişkini kurarsın.
Saldım çayıra, Mevlâ’m kayıra devlet, olmaz!
Bu insanların dedeleri, nineleri Almanya’ya gönderilirken ‘hayvan’ muamelesi gördü. Yeter ki, para gelsin denilerek, sınır kapısında donunu indirip üreme organlarına bakılırken Türk Devleti, “Dur kardeşim, ben sana işgücü olarak ‘insan’ gönderiyorum, damızlık inek değil!” deyip vatandaşına sahip çıkacaktı.
Kurbanlık koyun gibi dişlerine bakılırken, “Arkadaş bunlar fabrikada vidayı dişleriyle sıkmayacak, sen benim vatandaşımı böyle tahkir edemezsin” diyecekti!
Eee, demedi de ne oldu?
O insanların torunları dede ve ninelerinin öcünü çok acı bir şekilde aldı…
Şimdi o vakitler vatandaşını insan yerine koymayan, sahip çıkmayan idarecilerimiz artık kına yakabilirler…
O milletvekilleri Ermeni diasporasından para almıştır, almamıştır; haindir, değildir hiç önemli değil.
Neticede Türk vatandaşıdır. En azından eski vatandaşlarımızdı, akrabalarımızdı…
Almanya’daki 3,5 milyon Anadolu Türkü’nün ve 500 bin Azerbaycan Türkü’nün diaspora gücü, ülke toplam nüfusu 3 milyon bile olmayan Ermenistan devletçiği karşısında iflas etmiştir.
Siz ne derseniz deyin, gerisi lafü güzaftır.
Ama bu bizim ilk fiyaskomuz değil.
Aynısını 1974 Kıbrıs Türk Barış Harekâtı’ndan sonra da yaşadık.
1974’te Kıbrıs Türkleri tarafından ellerinde karanfillerle karşılanan Anadolu Türk’ü, yıl 2000’lere geldiğinde o insanların çocukları tarafından atılan “Kıbrıs’tan defol” sloganlarına muhatap oldu.
Yalan mı?
Bence nerede hata yapıyoruz; dostlarımızı, hatta kan bir, din bir, dil bir kardeşlerimizi dahi bu kadar kısa sürede kendimize nasıl düşman edebiliyoruz diye, başımızı ellerimizin arasına koyup kara kara düşünmenin vakti gelmiş de geçmektedir.
Aynı şey Anadolu’muzun doğusu için de geçerlidir…
Neyse, konuyu daha fazla uzatmayacağım: Netice, bu sistemle ve kafayla yürümez, bilesiniz!
Şimdi gelin, bu yazıya da başlığı siz koyun…a11a12

Bozgeyik unutulmadı

 boz1

Bozgeyik’in doğduğu yer olan Devehöyük Köyü’nde mezarı başında düzenlenen törene, Oğuzeli Belediye Başkanı Mehmet Sait Kılıç, Şehitkamil Belediyesi Eski Başkanı Mehmet Bozgeyik, şairin gazeteci ve yazar dostları, ailesi ile sevenleri katıldı.

DUALAR OKUNDU

Törende, duaların okunmasının ardından, Oğuzeli Belediye Başkanı Mehmet Sait Kılıç ve Şehitkamil Belediyesi Eski Başkanı Mehmet Bozgeyik konuşma yaptı. Ayrıca şairin dostları ve arkadaşları da törende şiirler okuyarak anılarını paylaştı.

BOZGEYİK ŞİİR ÖDÜLLERİ SAHİPLERİNİ BULDU

Geleneksel olarak her yıl düzenlenen Vahittin Bozgeyik2015 Şiir Yarışması’nın ödül töreni ise ”Şiir Akşamları” kapsamında Gaziantep Kültür Sanat Edebiyat Derneği’nde (GASED) gerçekleştirildi. Şairin ailesi ve dostları tarafından organize edilen etkinlikte, şairin arkadaşları, dostları ve sevenleri yaşadıkları anılarını anlatarak şiirler okudu. Daha sonra yarışmanın ödül törenine geçildi. Ödül kazananlardan ilk üçe girenlere plaket ve 3 mansiyona da başarı brövesi verildi. 2015 ödüllerinde Türk şiirine katkısından dolayı onur ödülü şair Ali Çapan’a layık görüldü. Hayri Balta ile Sadettin Kaplan’a Jüri Özel ödülü, İbrahim Halil Aycan’a Vahittin Bozgeyik’e bağlılığından dolayı Vefa Ödülü verildi. Fevzi Günenç, Hüseyin Toprak, Tamer Abuşoğlu, Meral Can, İ. Halil Aycan ve Nurettin Bozgeyik’den oluşan jüri, yapılan değerlendirme sonucu ”Haviye” adlı şiiriyle Fatma Fındık’ı birinci, ”Hayaller Düşlere Senden Söz Eder” adlı şiiriyle Celil Cinkır’ı ikinci, ”Meçhul Eşikler” adlı şiiriyle Ömriye Karataş’ı üçüncü seçti.

MANSİYON ALANLAR ŞUNLAR

bozYarışmada Mansiyon alanların isimleri ise şöyle sıralandı: Turgay Özkul, Enver Nizamov, Mustafa Doğan, Nuran Kara, Züleyha Özbay Bilgiç, Erkin Özet, Ahmet Yılmaz Tuncer, İbrahim Şaşma, Havva Kılıç, Hikmet Elitaş, H. Kübra Özelçi, Gültekin Akyar, Hüseyin Yılmaz, Serpil Kaya, Blerina Doda, Osman Buğra Beydoğan, Fikret Sanal, Nurcan Şirin, Betül Düz, Zeki Akdoğan, Cavit Yoldaş, Yazgülü Karalar ve Yıldız Toksöz’ün şiirleri de övgüye değer bulundu.