Etiket arşivi: Hayali

Doğu Akdeniz’de İkinci Sevr ve Hayali Türk – Amerikan Deniz Savaşı

Doğu Akdeniz’de İkinci Sevr ve Hayali Türk – Amerikan Deniz Savaşı

ABD’nin denizlerde ve okyanuslarda en büyük rakiplerinden birisi olan Rusya’ya karşı uygulanacak harp oyunlarında bile suni savaş senaryosu kullanılırken, NATO müttefiki bir ülkenin senaryoda açık şekilde düşman statüsüne alınması Türkiye’ye ciddi bir mesaj ve diplomatik hakarettir.

 

Yüzbaşı Decatur ve Trablusgarp (1804) Çatışması tablosu.

 

Yazılarımı sürekli okuyanlar bilir. Denizde vekalet savaşı olmaz. Karada PKK ve IŞİD gibi devlet dışı aktörlerle savaşırsınız ancak denizde ulus devletler savaşır. Türk ordusu gerek Fırat Kalkanı gerekse Zeytin Dalı harekatında vekiller ile savaşıyor görünebilir ancak savaşın gerçek karşı tarafı topyekun Atlantik cephedir. Bu durumun hükümetler arası ilişkilerin diplomasi yolu ile yürütülmesine engel teşkil etmediğini söyleyebiliriz. Ancak denizde bu strateji uygulanamaz. Hele çıkar çatışma alanı Doğu Akdeniz ise…

 

JEOPOLİTİK AĞIRLIK MERKEZİ: DOĞU AKDENİZ

21’inci yüzyılda Türkiye’nin en ciddi jeopolitik sorun alanı Doğu Akdeniz’dir. Zira Atlantik cephe Türkiye’den neredeyse Mavi Vatanın dörtte birinden vazgeçmesini istemektedir. Bu nedenle yaşanan sürece İkinci Sevr dönemi diyebiliriz. 1919 sürümünde anavatanın, 2019 sürümünde Mavi Vatanın parçalanması hedeflenmektedir. Bu kapsamda Doğu Akdeniz’de yaşananlar ve yaşanacaklar Ege sorunlarını gölgede bırakmaktadır. Zira karşımızda dev enerji firmaları ve arkalarında emperyalizmin tarihsel temsilcisi devletler vardır. (Noble Energy ve Exxon-Mobil: ABD; Total: Fransa; ENI: İtalya gibi)

 

İTTİFAK DÜŞMAN OLUR MU?

Ancak durum görünenden çok daha karmaşıktır. Türkiye, mavi vatanını parçalamak isteyenlerle aynı askeri ittifak şemsiyesi altındadır. Paradokslar silsilesi yaşanmaktadır. Bu nedenle Türkiye’ye donanma üzerinden yapılacak baskı ve uyarılar önce çekirdek ikili (Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan) ile onların ayrılmaz müttefikleri İsrail ve Mısır aracılığı ile deneniyor. Sonra baskı cephesi büyütülüyor. Tatbikatlar, yeni silah alımları, denizde ve enerjide işbirliği açıklamaları, Türkiye karşıtı AB ilerleme raporları, ABD’nin çok sayıdaki düşünce kuruluşu ve kongre araştırma raporları, Atlantik cephede bazı siyasi kişiliklerin tehdit dolu beyanatları gibi faaliyetler Türk iradesini değiştirmeyi hedefliyor. Bu baskılara ABD Başkanı Trump’un 13 Ocak tweetinde Türk ekonomisi için kullandığı devastate (mahvetmek) fiilini, ya da 20 Mart Kudüs Zirvesinde ABD Dışişleri Bakanının Türkiye için kullandığı malign (habis) tanımlamasını ve son olarak S-400 ve F-35 uçakları üzerinden yürütülen baskı siyasetini de ekleyebiliriz.

 

AMERİKAN SENARYOSUNDAKİ DÜŞMAN: TÜRKİYE

Fakat bu saydıklarımın hiç biri, Amerikan Silahlı Kuvvetleri ateş gücünün Türkiye’ye karşı kullanılmasını açık bir şekilde dile getirmiyordu. Türkiye’deki Amerikan çıkarlarını ve Atlantik Sistemin Türk dostlarını tamamen kaybetmemek için hassas bir dil kullanan ve dolaylı tutum stratejisi uygulayan ABD, bugüne kadar yaptığı Türkiye karşıtı faaliyetlerde (4 Temmuz 2003 Özel Kuvvetlere Çuval Geçirme hadisesi hariç) ya Türkiye’deki FETÖ benzeri işbirlikçi enstrümanları kullanarak kumpas/baskı kurulmasını sağlıyor ya da gerek NATO, gerekse milli tatbikatlarında (Millenium Challenge 2000 gibi) jenerik bir coğrafya, uydurma isimler ya da semboller üzerinden Türkiye’ye mesaj vermeye çalışıyordu. Şimdi bu stratejinin değiştiğini ve ABD’nin vites yükselttiğini görüyoruz. Başkanlığını Yunan asıllı eski NATO Avrupa Müttefik Kuvvetler Komutanı (SACEUR), Emekli Oramiral James Stavridis’in yaptığı USNI-United States Naval Institute (ABD Deniz Kuvvetleri Enstitüsü) bağımsız, kâr amacı gütmeyen bir düşünce kuruluşudur. Temel amacı, Amerikan deniz gücünün geliştirilmesine strateji, taktik ve fikirler üreterek katkı sağlamaktır. Aktif ve emekli, yerli ve yabancı binlerce üyesi vardır. Her sene onlarca yeni kitap USNI markasıyla çıkarılır. 1986 yılından bu yana çıkarılan “Naval Operations and Fleet Tactics (Deniz Harekatı ve Donanma Taktikleri)’’ isimli referans kitabın Temmuz 2018’de tamamlanan üçüncü baskısının 15. Bölümü, Ege Muharebesi (The Battle of Aegean) adıyla yayınlandı. Bu bölümde ABD Donanması ile Türk Donanması savaştırılıyor. Birinci baskıda hayali Amerikan-Sovyet deniz savaşı suni bir harita ve senaryo üzerinden; ikinci baskıda (1999) suni bir coğrafyada kıyı sularında deniz harbi işlenirken, son baskıda gerçek haritalar ve gerçek olgular kullanılmış. USNI’nin yayınladığı referans bir kitapta, bir NATO üyesini açıkça düşman statüsünde görmesi ciddi bir sorundur. ABD’nin denizlerde ve okyanuslarda en büyük rakiplerinden birisi olan Rusya’ya karşı uygulanacak harp oyunlarında bile suni savaş senaryosu kullanılırken, NATO müttefiki bir ülkenin senaryoda açık şekilde düşman statüsüne alınması Türkiye’ye ciddi bir mesaj ve diplomatik hakarettir. Zira kitabın önsözü ABD Deniz Kuvvetleri Komutanı tarafından yazılmış ve imzalanmıştır. NATO’da bile tatbikat senaryolarında hedef ülkenin kim olduğu uzmanlar tarafından bilinmesine rağmen, hiçbir zaman o ülkenin ismi doğrudan zikredilmez, suni bir isim kullanılırken, bir NATO ülkesine (Türkiye) karşı, bir başka NATO ülkesinin (Yunanistan) savaşını adeta kışkırtan ve daha sonra, tüm askeri ve siyasi gücü ile o ülkenin yanda savaşa katılacağın açıklayan bir senaryo, bulunabilecek en hafif tabiri ile, skandaldır. İlk iki baskısı sadece duayen deniz taktik uzmanı Wayne Hughes tarafından yazılan kitabın 3. Baskısında yeni yazar olarak E. Amiral Grier yer almış. Bu baskıda yeni kavramların ve özellikle Türk Amerikan çatışmasının eklenmesinde 90 yaşına gelen Hughes’un rolünden çok, müktesebatı modern deniz taktikleri, bilgi harbi, asimetrik harp, suni zeka, insansız araçlar, mayın harbi ve denizaltı savunma harbi olan, uzun yıllar NATO’da ve ABD Deniz Akademisinde çalışan Amiral Grier’ın rolünün öne çıktığını söyleyebiliriz.

 

DOST GÖRÜNEN DÜŞMAN: TÜRKİYE

Senaryo, Kıbrıs’a Yunanistan’ın balistik füzeler yerleştirmesini Türkiye’nin bunu önlemesi ve fırsattan yararlanarak benzer silahların yerleştirileceği Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve İstanköy adalarını işgal etme niyeti üzerine kurgulanmış. Başlangıçta senaryonun Türkiye’yi hedef almadığı, 1920 yılında Amerikan donanmasının İngiliz donanmasına karşı oynadığı harp oyunlarına benzetilerek kurgulanmış olduğu belirtilse de, metinde Türkiye için ‘dost görünümlü güçlü bir düşman’ ifadesi kullanılması bu kabullenmeyi baştan çürütüyor. Türkiye’nin İslami değerlere sahip çıkan, ancak fanatik teokratik yaklaşıma sahip olmayan bir ülke olduğu belirtilen (her nedense laik-secular kelimesi kullanılmamış) senaryoda, Amerikan ateş gücünü Türk anavatanına yönlendirmenin ABD çıkarları için bir felaket olacağı vurgulanıyor.

Senaryo gereği, Ege’de gerçekleştirilen deniz kampanyasında silahlı çatışma alanı olarak sadece deniz tarafı kullanılmış. ABD 6. Filosu, başlangıçta Yunanistan’ın ve Güney Kıbrıs’ın toprak bütünlüğünü sağlamak ve Yunan Donanmasının yokoluşunu önlemek için Kıbrıs’a giden Türk amfibi konvoyuna ve filosuna karşı Aegis sınıfı kruvazörleri gönderiyor. Türkiye birini batırıyor. Onlar da adaya giden Türk tank çıkarma gemisini (LST) batırıyor. Gemiyle birlikte 700 kişi kaybediliyor. Daha sonra savaş Ege’ye yayılıyor, Türkiye Boğaz önü ve Doğu Ege adalarını işgale yöneliyor.

 

TÜRKİYE’Yİ TAMAMEN KAYBETMEMEK

  1. Filonun hedefi amfibi gücü adalara varmadan diğer muharip unsurlarla birlikte imha etmek. Bunun için de Türk savaş gemilerinin karşısına yem olarak 6 adet korvet tipi gemi çıkararak Türk unsurları açık denize çekmek. Bu gemiler Türkleri oyalarken senaryoda gelecekte sahip olunması gerektiği vurgulanan 8 adet Phantom ismi verilen ve her biri 10 tane taktik balistik füze taşıyan kıyı sular saldırı gemileri ile Türk donanmasının işini bitirmek hedefleniyor. Senaryoda çok güçlü düşman olarak gösterilen Türkiye’ye karşı Ege’deki Türk kıyılarından itibaren tam bir deniz kontrolünün tesisi amaçlanıyor. Kıyı sularda deniz savaşının değişik taktik, doktrin ve muharebe sistemleri gerektirdiği ve yeni gemi tipleri ile silahlara olan ihtiyaç öne çıkarılıyor. Senaryoda amacın, savaşı karaya yaymadan sadece denizde kısıtlı ve emniyetli bir hareket yaparak riski azaltmak olduğu belirtiliyor. Böylece hem Türkiye’yi tamamen kaybetmemek ve aynı zamanda Amerikan gemi ve can kaybını artırmamak amaçlanıyor. Genelde bilgi harbi ve insansız sistemlerin kullanılmasına vurgu yapılan senaryoda 6. Filo süper kahraman olarak gösterilmiş ve sayısal olarak güçlü Türk donanmasının karşısına zaman kaybetmeden çıkarılmış. Senaryo bu meydan okumayı İkinci Dünya Savaşının Pasifik Cephesinde Japonya’ya karşı kazanılan Midway savaşına benzetiyor. Avrupa Amerikan Deniz Kuvvetleri Komutanının akış içinde “barışı sağlamak için kan dökmenin gerekli olduğuna inanıyorum’’ sözü dikkat çekiyor. Senaryo Amerikan Başkanını tam bir Yunan hayranı yaparken, Amerikan Milli Güvenlik Kurulu Kıbrıs’a yönelik fiili bir harekatın ABD’ye yapılmış olacağı tehdidini ihmal etmiyor. Yunanistan’a da hiç bir adasının işgal edilmeyeceği garantisi veriliyor. Her nasılsa savaşı Türkiye, Amerikan kruvazörünü batırarak başlatıyor. Senaryoda dikkat çeken bir diğer önemli husus, Ege gibi kıyı sularda Amerikan donanmasının bu sahada tecrübeli Türk donanması karşısında büyük riskler alamayacağı ve gemi kayıplarına tahammül edemeyeceğini belirtmesi. Bu nedenle Truman uçak gemisi, Türk Hava Kuvvetleri ve Türk gemilerinin füze menzili içine sokulmuyor. Diğer taraftan kıyı sularda Harpoon benzeri gemiye karşı güdümlü mermilerin de ana kara ve adaların gölgesi nedeni ile güvenilir olmayacağı genellemesi yapılıyor. Senaryoda Ruslar da Türkleri ikna için aracı olarak kullanılmış. “Türklere söyleyin. Adaları işgal etmesin.’’

 

SEMBOLLER VE MESAJLAR

Amerikalı meslektaşlarımız semboller üzerinden mesaj vermeyi de ihmal etmemişler. Amerikalı Oramiralin İtalya’daki NATO görevinden ve Rhode Island/Newport’taki Deniz Harp Akademisinden arkadaşı olan Türk Donanma Komutanının adı Oramiral Mehmet Abdül. Yazar, Abdül’ün Birinci Dünya Savaşında İngilizlerin Türkleri medyada küçük gördüğü karikatür ve yazılarda kullandığı bir tabir olduğunu bilmediğimizi sanıyor olabilir. Diğer sembol isim açık olarak verilmiş ve izah edilmiş. Phantom filosunun iki komutanından birisinin adı Albay Stephanie Decatur. Bayan subaya verilen soyadı da 1804 yılında Cezayir Dayısını yenerek Berberi gambotunu ele geçiren Deniz Yüzbaşı Stephen Decatur’dan geliyor. Amerikan Donanmasının ilk deniz zaferi olarak kabul edilen olayı resmeden ve yere düşen Türk bayrağını da gösteren Dennis Malone’nun yağlı boya tablosu, Pentagon’da ABD Deniz Kuvvetleri Komutanı makam odası girişinde bulunuyor.

 

GÜNCEL NAVARİN TEHDİDİ

Söz konusu kitabın 15. Bölümü salt bir deniz taktik kitabının çok ötesindedir. Türkiye’nin Ege, Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de çıkarlarını korumak için Yunan deniz gücü ile karşı karşıya kaldığında Amerikan gücünün kayıtsız şartsız Yunanistan’ın yanında olacağını ve bu uğurda gerekirse Türk donanmasını imha edebileceğinin açık mesajını veriyor. Durumu 1827 yılında Pilos’ta yaşanan Navarin Baskını şartlarına benzetebiliriz. Reel politik düzlem ile bu senaryo bir arada değerlendirildiğinde, Doğu Akdeniz’de, kontrolü giderek güçleşen askeri yığınaklanmanın devam ettiği; Türkiye ve KKTC’nin deniz yetki alanındaki meşru haklarına şirketleri üzerinden araştırma ve fiili delme, faaliyeti ile meydan okuyan; resmi açıklamada Türkiye’ye “habis” diyebilen siyasi ittifakların yer aldığı bir ortamda, ABD Deniz Enstitüsü tarafından yayınlanan bu senaryo, düşmanca bir niyetin yansıması ve Türkiye’yi hala Bon Pour L’Orient (şark için iyi) olarak görme temayüllerinin bir sonucu olarak değerlendirilmelidir.

 

DİKKAT EGE’YE ÇEKİLİYOR

Senaryonun ve taktiklerin Ege harekat alanı açısından eleştirisi için sayfalar yetmez. Ancak söylenmeden geçilemeyecek husus, senaryoda bir savaşta son sözü söyleyecek Türk denizaltılarından hiç bahsedilmemiş olmasıdır. Pek çok maddi hata ve yanlış bilgi ile bu senaryo ve hal tarzının, hiç bir yerinde Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin kıta sahanlığını koruma kararlılığı ve hidrokarbon kaynakları mücadelesine yönelik gönderme yapılmaması da çok ilginçtir. Halbuki bugün için asıl mesele Ege’deki durumdan çok daha önemli olan Doğu Akdeniz enerji kaynakları mücadelesidir. Bir bakıma kurguda, Türkiye’yi Ege sorunlarına çekerek, Doğu Akdeniz yetki alanı paylaşım mücadelesini ikinci plana atmasını arzulayan bir mesaj verilmeye çalışılmıştır. Senaryoda Türkiye’nin Avrasya’ya ve özellikle Rusya’ya tamamen yönelmemesi için de tedbirler alındığını görüyoruz. Örneğin Türk Amfibi gücünü önlemek için çok fazla can kaybına neden olacağından denizaltıların kullanılması ya da ana karaya hava saldırısı istenmiyor. Yani Türk kamuoyunu kazanmak için açık kapı bırakılıyor.

 

YUNANİSTAN’A VE RUMLARA GÖREV

Diğer yandan Yunanistan ve Güney Kıbrıs’a bu senaryo ile aslında bir görev verilmektedir. “Türkiye’nin askeri gücü çok artmıştır, siz şimdi ön alırsanız, bizim de desteğimizle Türkiye’yi yener, karada ve denizde siyasi hedeflerinize ulaşırsınız.” Geçmişte emperyalizmin benzer teşvikleri ile kendi başlarına “Küçük Asya” felaketini getirmiş olanların, bu ucuz ve çok tehlikeli senaryoda yer alıp almayacaklarını bilemeyiz.

 

BİLGE DEVLET ADAMLARI NEREDE?

Diğer taraftan bazı Amerikalıların İkinci Dünya Savaşının bilge amirallerinden ders alması gerekiyor. Mesela Amiral King ve Amiral Leahy başta Başkan Truman olmak üzere karşı cephenin yoğun baskısına rağmen 1945 yılında Japonya’ya karşı nükleer silahların kullanılmasına açıkça karşı çıkmıştı. Bugün de ABD devlet sisteminde savaş çığırtkanlığı yapanları dizginleyecek akil devlet adamlarına ihtiyaç var. Sadece denizde kısıtlı kalacağını hayal ettikleri Türk Amerikan savaşının söz konusu koşul sağlansa bile yaratacağı deprem ve kıracağı fay hatlarını Amerikalılar düşünemiyor mu? Türkler ve Türk Donanması, anavatan ve mavi vatanın bir karışını vermez. Bu uğurda güç kullanım tehdidi ve savaş ile caydırılamaz. Ege’de veya Doğu Akdeniz’de 1827 ve 1919 koşullarını geri getirmenin, mantık dışı senaryolarla Türkiye’ye mesaj vermenin zamanı geçmiştir. Zaman, deniz dibi kaynaklarının ve deniz yetki alanlarının kıyıdaşlar arasında hakça paylaşılması için müzakere edilmesi; Ege’de başta karasuları genişliği sorunu olmak üzere Yunan oldu-bittilerinin Türkiye’nin hayat alanını nasıl kısıtlayacağının anlaşılması zamanıdır. Zaman, Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın ulusal güçlerinin ötesinde hayaller ile Türk mavi vatanından hırsızlık yapma teşebbüslerine son vermeleri zamanıdır.

 

CHURCHİLL DERSLERİ

Diğer yandan yazarlara, Birinci Dünya savaşında Türkler için kullanılan Abdül’ün yerini Mehmetçiğin aldığını hatırlatalım. Beğenmedikleri Abdül, Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşında Mehmetçiğe dönüştü. Churchill’in Lozan sonrası hatıratındaki ifadesi ile: “Türklerin yeniden Avrupa’ya girmeleri, müttefikler için en kötü aşağılanmadır… Müttefiklerin zaferi hiçbir yerde Türkiye’deki kadar tam olmamıştı. Şimdi galibin gücü hiçbir yerde Türkiye’deki kadar gösterişli bir şekilde aşağılanmamıştır.” Amerikalı meslektaşlarımızı tarih okumaya davet ediyoruz. Unutulmamalıdır ki, karşılıklı saygı ve anlayış üzerine inşa edilecek Türk – Amerikan dostluğunun küresel barış ve istikrara katkısı, bu ucuz senaryoların yaratacağı karmaşa ve yıkımdan çok daha değerlidir.

Başta Dışişleri ve Savunma Bakanlıklarımız olmak üzere devletimizin sorumlu makamları kuşkusuz bu senaryoyu ciddi şekilde değerlendirecektir. Ancak, Türk ve KKTC kamuoyu, devlet yönetiminde bulunanlardan, bu konuda yaptıkları/yapacakları resmi girişimler ve gösterdikleri kararlılıkla ilgili aydınlatıcı açıklamayı da beklemektedirler.

Rumların Kıbrıs hayalleri

 

Rum lider Anastasiadis pembe hayaller kurmakla meşgul her zamanki gibi. Herhalde -çok nadir olarak- ayık gezdiği zamanlarda doğruları görebiliyor ve ağzını açmıyor. Dalgada olduğu zamanlar da bol bol hayallerinden bahsediyor.

Çok değil daha 4 gün önce Yunanistan merkezli “Lifo” isimli web gazetesine verdiği, Kıbrıs sorunu ve Türkiye’deki seçimlerle ilgili değerlendirmede “Öncelikle Ankara ile Kıbrıslı Türkler arasındaki göbek bağının kesilmesi, sonra da Kıbrıslı Türklerin ısrarla istediği ‘Dönüşümlü Başkanlığın’ kabul edilmesi için Garantilerin, Müdahale hakkının kaldırılması ve adadan Türk askerinin tümü ile gitmesi şartımızdır” diyor.

Herkesin ağzı var ve istediğini söylemekte serbest. Ama bu açıklamasının ardından “Biz 1964 yılında silah zoru ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına aykırı olarak Anayasayı değiştirdik ve Türklerin ortaklık haklarının tümünü iptal ettik. Hele bir Türkiye’nin garantörlüğü iptal edilsin, müdahale hakkı kaldırılsın ve Türk askeri Kıbrıs adasından gitsin, bakın biz Kıbrıslı Türkleri nasıl iki dakikada adadan temizler, daha evvel yaptığımız gibi anayasayı tek taraflı değiştirir, bırakın Türklerin dönüşümlü Başkanlık hakkı ile Devlet Başkanı olmasını, Muhtar bile olmalarını yasaklarız” açıklamasını bir türlü dile getiremiyor. Gerçekte akıllarında olan bu.

Türkiye ve Kıbrıslı Türkler, Rumlara ve Yunanlılara göre saflık derecesinde iyimser. Rumlar ve Yunanlılar istedi diye Türkiye garantörlük hakkından ve müdahale yetkisinden vazgeçecek ve bu vazgeçmenin hediyesi olarak da 1974 yılından beridir adada çatışma olmasını önleyen Türk Silahlı Kuvvetleri adadan çekecek. Adanın yönetimini Rumlara bırakacak, Kıbrıslı Türkleri Rumların insafına terkedecek, Yunanistan toprağı olan Meis adasından Kıbrıs’a çekilecek bir kıta sahanlığı hattı ile Doğu Akdeniz’e elveda diyecek. Yunanistan da resmen Kıbrıs adasına ve Doğu Akdeniz’in kuzey yarısına el koymuş olacak.

Bu gelişmeleri anlayabilmek için Deniz Hukukunun ilgili bölümünü ve 1960 Zürih ve Londra Anlaşmalarını iyi bilmek gerekiyor.

1982 yılında gerçekleştirilen Üçüncü Deniz Hukuku Konferansında alınan kararla ilk kez adaların kıta sahanlıkları hakkı olduğu kabul edildi ve buna bağlı olarak da adaların Münhasır Ekonomik Bölge hakları ortaya çıktı. Özellikle bu karar Ege Denizinde Türkiye ile Yunanistan’ı karşı karşıya getirdi ancak Yunanistan’ın Ege’deki adalarının karasularını 12 mile çıkarması kararını Türkiye “Casus Belli –(Savaş Nedeni)” notası ile uygulamaya koydurtmadı.

Gelelim Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki haklarına; Bazı “Diplomasi önderleri” Kıbrıs adasını “Yüzen Uçak Gemisi” olarak tanımlıyorlar. BM tarafından akredite edilen 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına göre Türkiye bu Cumhuriyetin bekasını sağlamakla görevli üç garantöründen bir tanesi. Buna ilaveten herhangi bir şekilde 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin statüsü, aynen 15 Temmuz 1974 darbesi sonrasında 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti lağvedilip “Kıbrıs Helen Cumhuriyeti”nin ilan edilmesi gibi değiştirilirse, Anayasanın EK I, Madde 4’üne göre garantörlerle birlikte veya tek başına müdahale ederek 1960 Kıbrıs Anayasasına göre kurulmuş Kıbrıs Cumhuriyetini tekrardan hayata geçirmekle yükümlü. Zaten bu nedenle de 20 Temmuz 1974 tarihinde garantör devlet olarak adaya müdahale etmiş, Kıbrıs Helen Cumhuriyeti’nin lağvedilmesini sağlamış, tüm barışçıl girişimlerine rağmen Rumların, Türklerin kurucu ortak oldukları 1960 Kıbrıs Cumhuriyetine geri dönmek istemeyişleri nedeni ile adadaki varlığını halen sürdürmekte. Rumlar, Kıbrıslı Türkleri kurucu ve eşit ortak olarak kabul edene dek de Türkiye Kıbrıs adasındaki varlığını BM’nin akredite ettiği 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına göre devam ettirecek, daha doğrusu devam ettirmek zorunda.
Şayet adada bir anlaşma isteniyorsa Rumların ve Yunanlıların hayal dünyalarından uyanıp gerçeklerle yüzleşmeleri ve Kıbrıs hayallerinin hiçbir zaman ve koşulda kendi istedikleri şekilde gerçekleşemeyeceğini kabul etmeleri gerekiyor. Bu aşamaya geldikleri vakit Kıbrıs sorunu zaten kendiliğinden çözülecek.

Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC III. Cumhurbaşkanı Politik Danışmanı

DSİ Genel Müdürü Murat Acu: Sultan Abdülhamit’in Hayalini Gerçeğe Dönüştürdük

DSİ Genel Müdürü Murat ACU yaptığı yazılı açıklamada ‘’Türkiye’nin daha da güçlü hale getirilmesi konusunda DSİ’ye önemli görevler düştüğünün altını çizerek DSİ olarak bizlere düşen görev; Ülkemizin kalkınması ve muasır medeniyet seviyesine yükselmesi adına yatırımlarımızı arttırarak devam ettirmek, devletimizin bize verdiği vazifeleri en iyi şekilde yapmak için çaba sarf etmektir. Bu çerçevede ülkemizin en büyük yatırımcı kuruluşu olan DSİ’ye çok önemli görevler düşmektedir. Çünkü vatandaşlarımızın sağlıklı ve kaliteli içme suyuna, gelişmekte olan sanayimizin enerjiye, tarımımızın modern sulamaya ve tarım alanlarının ve yerleşim merkezlerinin taşkınlardan korunmaya ihtiyacı aşikârdır.  Bu bağlamda geriye dönüp baktığımda, yüzlerce barajı, göleti ve hidroelektrik hidroelektrik santrali işletmeye alınmış, toplamda sulanan alan 65 Milyon dekara çıkmıştır. Esasen baraj ve gölet gibi depolama tesislerimizde biriktirilen sular faaliyetlerimizin çıkış noktasını oluşturmaktadır. Zira bu tesislerde depoladığımız sulardan tarımsal sulama, enerji üretimi, içme, kullanma ve sanayi suyu temini maksadıyla faydalandığımız gibi feyezan akımlarının kontrolünü sağlayarak taşkın zararlarını da azaltıyoruz. Türkiye’de ziraî üretimin üçte ikisi DSİ sulamaları vasıtasıyla gerçekleşmekte olup sulama projeleri neticesinde proje alanında gayri safi millî ziraî gelir yaklaşık 5 kat artmaktadır. ’dedi.

 

’Bölgesel Gelişim Projelerimiz Devam Ediyor’’

 

DSİ Genel Müdürlüğünce bu güne kadar gerçekleştirilen 207 proje ile 42 milyon kişiye Avrupa Birliği Standartlarında 3,9 milyar metreküp içme ve kullanma suyu sağlandığının altını çizen DSİ Genel Müdürü Murat ACU,’ ‘GAP, KOP, DAP, TRAGEP, DOKAP gibi bölgesel projelerimiz kapsamında çalışmalarımız devam ediyor.

 

 ‘’GAP Cumhuriyet Tarihimizin En Önemli Projelerinden’’

 

Cumhuriyet Tarihimizin en büyük kalkınma projelerinden biri olan GAP; 7 adedi Fırat Havzası’nda, 6 adedi Dicle Havzası’nda olmak üzere toplam 13 adet büyük projeden oluşmaktadır. 10 Milyon 580 bin dekar tarım alanına sulama suyu sağlayacağımız bu dev projede sulamada % 51, enerjide % 78, içme suyunda ise % 62’lik bir fiziki gerçekleşmeye ulaşmış durumdayız.

 

’Bizim Kızıl Elmamız GAP Projesini Tamamlamaktır’

 

Bu projede Ilısu ve Silvan Barajı dışındaki depolama tesislerini bitirmiş olmak, şebeke inşaatlarına başlamak bizleri memnun etse de bu projeyi tamamen bitirerek aziz milletimizin hizmetine sunmak bizim “Kızıl elmamızdır.”  Yılda 5 Milyar Dolar ilave gelir elde edeceğimiz bu projede DSİ olarak gözümüze uyku girmeden çalışmaktayız. ’dedi.

 

‘’GAP’tan Sonraki En Büyük Sulama Projemiz KOP’’

 

Bir başka devasa projenin de GAP’tan sonraki en büyük sulama projesi olan ve Konya Ovası’nın suya hasretini dindirecek KOP projesinin olduğu belirten DSİ Genel Müdürü ACU, ‘Ülkemizin en az yağış alan bölgesi olan Konya Havzası’na Göksu Havzası’ndan su iletimini sağlayacak Konya Ovası Projesi, 14 adedi sulama, 3 adedi içmesuyu ve 1 adedi enerji olmak üzere 18 adet projeden oluşmaktadır. 16 Milyon dekar tarım alanına sulama suyu sağlayacağımız bu dev projede sulamada % 71, enerjide % 84, içme suyunda ise % 48’lik bir fiziki gerçekleşmeye ulaşmış durumdayız.

 

Sultan Abdülhamit’in Hayalini Gerçeğe Dönüştürdük’’

 

Konya’nın en büyük hayallerinden biri olan Mavi Tünel’den Konya’ya içme suyu getiren proje kapsamında musluklardan Torosların memba suyu akmaya başladı.  DSİ olarak Sultan Abdülhamit’in hayalini gerçekleştirmiş olmaktan büyük mutluluk duyuyoruz. Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından hizmete açılan Konya Mavi Tünel İçmesuyu Projesi kapsamında 17 bin 34 metre uzunluğunda Mavi Tünel ile artık Konya’ya içme ve sulama suyu veriyoruz. Mavi Tünel’den gelen içmesuyu 18 Haziran 2018 tarihi itibari ile musluklardan akmaya başlamıştır. ‘dedi.

 

‘’Ergene’de Kirlilik Azalmaya Başladı’’

 

Bir başka dev projenin ise Ergene Eylem Planı çalışmaları ile başlayan daha sonra kapsamı genişletilen TRAGEP olduğunun altını çizen Genel Müdür ACU, ’Trakya’nın kalkınma anahtarı olacak bu dev projeyi de 2019 yılında tamamlamak ana hedefimizdir. Bununla birlikte diğer bölgesel projelerimizde de çalışmalar aralıksız devam etmektedir. ’dedi.

 

’Yusufeli Barajında Çalışmalar Devam Ediyor’

 

Ülkemizin ve DSİ’nin vizyon projelerinden olan kendi kategorisinde Dünyanın 3. Yüksek barajı olacak Yusufeli Barajında çalışmaların aralıksız devam ettiğini belirten ACU, ‘Yusufeli Barajımızın kurulu gücü 558 MW olup, yılda 1 milyar 888 milyon kWh hidroelektrik enerji üretilecektir. Barajda fiziki gerçekleşme oranı % 60’ın üzerine çıkmıştır. ’dedi.

 

’Ilısu Barajında Sona Gelindi’’

 

Dicle Havzası’nda inşaatı devam eden, dolgu hacmi bakımından Türkiye’nin 2. Büyük barajı olacak Ilısu Barajı hakkında da açıklamada bulunan Genel Müdür ACU,’ Ilısu Barajı ve HES Projesi, Dicle Nehri üzerinde yer alan en büyük proje olmasının yanında 1200 MW kurulu gücü ile de ülkemizin en büyük 4. Hidroelektrik santralidir.  Proje ile üretilecek olan yaklaşık 4 milyar kilowatt enerji ile yıllık bazda 400 milyon dolar milli bütçeye katkıda bulunacaktır.

 

Atatürk Barajından Sonraki En Büyük Sulama Amaçlı Baraj Silvan Barajıdır’

 

Güneydoğu Bölgesini yakından ilgilendiren bir proje olan Silvan Barajında çalışmaların devam ettiğini ifade eden ACU,’ Sulama ve enerji maksatlı olarak inşa edilmekte olan Silvan barajımız GAP’ta Atatürk Barajı’ndan sonra en büyük sulama projesi olacaktır. Baraj tamamlandığında 2 milyon 312 bin dekar tarım alanına sulama suyu sağlanacak, yılda maksimum 681 milyon kWh hidroelektrik enerji üretimi gerçekleştirilecektir. ’dedi.

 

‘Megakent İstanbul’un Su Sorunu Olmayacak’’

 

İstanbul’un uzun vadeli içmesuyu ihtiyacını karşılamak adına Melen Projesini hayata geçirdiklerini ifade eden ACU,’ Melen Projesinin en önemli ayağı olan Melen Barajında sona gelindi. Melen Barajı tamamlandığında şehre yılda 1 milyar 77 milyon m3 içmesuyu sağlamış olacağız. ’dedi.

 

‘’Mazlumlara Umut Olmaya Devam Ediyoruz’’

 

DSİ olarak Türkiye’nin sınırları içerisinde yaptığı projelerin yanı sıra Balkanlardan Afrika’ya ve Ortadoğu’ya kadar mazlumların gözyaşlarını silmeye ve onlara umut olmaya devam ettiklerini ve pek çok ülkeye bu bağlamda su temin ettiklerini belirten DSİ Genel Müdür ACU, ‘Bununla birlikte KKTC Su Temin Projesi’ni hayata geçirmek Kuruluşumuzun çalışma sahasını genişleten, var olan saygınlığımızı daha arttıran unsurlardır. ‘dedi.

 

‘’Hedefimiz 2023 Yılına Kadar Su Kaynaklarımızın Tamamından İstifade Etmek’’

DSİ Genel Müdürü Murat ACU;‘’Son olarak bu projelerin yapılmasında en büyük destekçimiz Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a, Başbakanımız Sayın Binali Yıldırım’a ve Orman ve Su İşleri Bakanımız Sayın Prof. Dr. Veysel Eroğlu’na şükranlarımı sunuyor, emeği geçenlere teşekkür ediyorum. DSİ olarak yeni dönemde bize düşen görev yakalanan bu başarıyı daha da ileri noktalara taşımaktır. Kuruluşumuz bu çerçevede 2023 yılına kadar su potansiyelimizi azami seviyede değerlendirmek ve su kaynaklarımızın tamamından istifade etmek hedefindedir. ’dedi.

 

Sakarya İçin İftar Vakti

 

Büyükşehir Belediyesi ‘Mahallemde İftar Var’ programlarında kardeşlik sofraları Kent Park’ta kurulacak. 1 Temmuz Cuma günü gerçekleştirilecek buluşmada on binlerce Sakaryalı aynı sofralarda oruçlarını açacak.siv

 

Sakarya Büyükşehir Belediyesi ‘Mahallemde İftar Var’ programlarında kardeşlik sofraları Kent Park’ta kuruluyor. Kadir Gecesi’nde on binlerin birlikte oruç açacağı iftar için hazırlıkların devam ettiğini belirten Sosyal Hizmetler Dairesi Başkanı Davut Yüce, “Ramazan ayının 14’üncü buluşmasını Kent Park’ta gerçekleştiriyoruz. Mübarek Kadir Gecesi’nde on binlerce vatandaşımızla birlikte oruçlarımızı açacağız. 1 Temmuz Cuma günü gerçekleştirilecek buluşmaya tüm hemşerilerimiz davetlidir” diye konuştu. Kadir Gecesi’nde Kent Park’ta kurulacak olan gönül sofralarında İstanbul Piyalepaşa Camii İmamı İshak Danış Kur’anı Kerim tilaveti ile gönül kapılarını da aralayacak. Hayali Seçkin Bayramoğlu ise orta oyunu ve meddah hikayelerini çocuklar için anlatacak.siv1