Etiket arşivi: Hastalıkları

Hamileyken oruç tutmak zararlı mıdır?

Oruç tutmak isteyen anne adayları, dikkat! 

Ramazan ayının gelişiyle birlikte, anne adayları için gebelikte nasıl oruç tutulacağı önemli bir soru haline geliyor. Centrum Clinic Kadın Sağlığı ve Tüp Bebek Merkezi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Recai Pabuçcu, hamileyken oruç tutmak isteyen anne adaylarının dikkat etmesi gereken bazı noktalara, oruç tutan anne adaylarının ve bebeğin sağlığı ile ilgili konulara dikkat çekiyor.

Öncelikle, İslamiyet’te hamileyken oruç tutulması zorunlu olmamakla birlikte, yine de bu süreçte oruç tutmak isteyen adayların, hem kendi hem de bebeğin sağlığını düşünerek hareket etmesi gerekiyor. Oruç tutan anne adaylarının, mutlaka doktor kontrolünde bir beslenme düzeni oluşturması önemki. Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Prof. Dr. Recai Pabuçcu, bu süreçte sağlıklı, dengeli ve düzenli beslenmenin anne ve bebek için önemini belirtiyor.

Bol sıvı tüketimi ve kontrollü beslenme önemli!
Hamileyken oruç tutan anne adaylarının, mutlaka doktor onayı alması gerekiyor. Prof. Dr. Recai Pabuçcu konuyla ilgili; “Gebelikte oruç tutmak isteyen birçok hastayla karşılaşıyoruz. Elbette oruç tutup tutmamak annenin tercihine bağlı ancak dikkat etmesi gereken bazı önemli noktalar mevcut. Mutlaka oruç tutmak isteyen adayların öncelikle kapsamlı bir sağlık muayenesinden geçmesi şart. Bu dönemde yeterli sıvı tüketimi çok önemli. Aksi durumda, belli başlı tansiyon hastalıkları, halsizlik, baş dönmesi gibi sorunlar ortaya çıkabiliyor. İftarda besin değeri yüksek yiyecekler tercih edilmesi ve sahurun kesinlikle atlanmaması gerekiyor. Anne adayı bol bol meyve sebze ve proteini yüksek besinleri tercih etmelidir.” diyor.

Hamileliğin ilk ve son aylarında oruç tutmak daha riskli!

Hamileliğin ilk aylarında, düzenli beslenme anne ve bebek sağlığı için oldukça önem taşıyor. Bu aylarda yetersiz beslenme, bazı riskli durumlar ortaya çıkarır. Bu aylarda oruç tutan adaylar erken doğum ve düşük riskiyle daha fazla karşılaşıyor. Prof. Dr. Recai Pabuçcu gebelikte orucun risklerinden de bahsediyor; “Özellikle gebeliğin ilk 3 ayında oruç tutmak daha riskli. Bu dönem annenin bol sıvı tüketmesi ve dengeli beslenmesi gerekiyor. Eğer riskli bir hamilelik var ise bu aylarda annenin oruç tutması tehlikeyi arttırıyor. Gebeliğin son 3 ayı da bebeğin beslenmesi açısından çok önemli. Bu aylarda anne adayının çok dikkatli beslenmesi ve bol sıvı alması gerekiyor. Bu sebeplerle hamileliğin ilk ve son 3 ayı oruç tutulması tavsiye edilmiyor. Ayrıca yeni doğum yapmış annelerin de sütünün azalmaması için yine bol sıvı tüketimi gerekiyor.”

Pabuçcu, önceliğin anne ve bebek sağlığı olduğunu vurguluyor ve gebelikte oruç tutmak isteyen anne adaylarının bu süreci mutlaka doktor kontrolünde geçirmesi gerektiğinin altını çiziyor.

Kadınlar o testi artık evde yapabilecek

 

Evde HPV testi

Cinsel yolla bulaşan siğiller kapsamında olan genital siğil HPV virüsü (Human Papilloma Virus) testi, çok yakında artık doktora gitmeden evde yapılabilecek.

Kadın Hastalıkları Doğum ve Tüp Bebek Uzmanı Op. Dr. Betül Görgen’in verdiği bilgiye göre, İngiltere’de yapılan yeni bir bilimsel çalışmanın sonuçları, HPV varlığının rahim ağzındaki örneklemeye göre çok az hassasiyet farkıyla idrar örneklerinde de saptanabileceğini ortaya koydu.

İdrar bazlı bu testin en önemli avantajı; ucuz, kolay ulaşılabilir olması ve ek malzeme gerektirmemesi.

HPV NEDİR?

Op. Dr. Betül Görgen, çok yaygın olan HPV hakkında şu bilgileri verdi:

“HPV, sadece insanları enfekte eden ve etkileyen 100 farklı virüs tipinden oluşan bir gruptur. Cinsel yolla bulaşan yaygın bir enfeksiyondur. HPV, genital siğiller ve bazı kanserler de dahil olmak üzere ciddi sağlık sorunlarına neden olabilir.

Bu virüsler penis cildi, vulva (vajina dışındaki alan) ve anüsü enfekte edebilir. Ayrıca vajina, serviks ve rektumun astarını da enfekte edebilirler.

HPV NASIL YAYILIR?

Seks yapan ya da hiç seks yapmış olan herkes HPV alabilir. HPV o kadar yaygın ki, neredeyse tüm cinsel yönden aktif insanlar yaşamlarının bir noktasında HPV alıyorlar.

Genital HPV, seks sırasında enfekte bir kişiden enfekte olmayan bir kişiye geçer. HPV, çoğunlukla vajinal ve anal seks sırasında, genital temastan geçer. HPV ayrıca oral seks sırasında da geçebilir.”

GRİPTEN KORUNMANIN 10 YOLU

 

Ani hava değişikliklerinin yoğun olarak yaşandığı mevsimlerinde grip ve nezle gibi üst solunum yolu enfeksiyonları da artış gösteriyor. Alınan basit önlemler ve aşılar ile aslında gripten korunmak mümkün. Mutlaka bağışıklık sistemini kuvvetlendirmek gerektiğini söyleyen Liv Hospital İç Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Aslı Çurgunlu gripten korunmanın yollarını anlattı.

Güne güzel bir kahvaltı ile başlayın:Her yeni güne düzenli yapılan bir kahvaltı ile başlamak çok önemli. Özellikle kahvaltıda kaliteli proteinlerin yer aldığı yumurta, peynir gibi besinler tabağınızda bulunmalı.

Düzenli egzersiz yapın: Hafif tempoluhaftada 4-5 kere ortalama 30 ila 45 dakika egzersiz yapmayı ihmal etmeyin ve spor yaşam tarzınız olsun.

Yeterli miktarda su tüketin: Havaların soğuması ile azalan sıvı tüketiminizi arttırmayı ihmal etmeyin. Çay, kahve gibi içecekler suyun yerini tutmazlar ve hatta vücudunuzun ihtiyaç duyduğu su gereksiniminin artmasına bile neden olur. Bu sebeple, su içmek için susamayı beklemeyin. Her gün 10-12 bardak su içmeye özen gösterin ve bunu 4 mevsim alışkanlık haline getirin.

Hijyene dikkat edin: Nezle ve gribin bullaşmasını önlemede sık sık sabun ve suyla el yıkamak, enfekte materyele değdikten sonra elin ağız, burun gibi baş bölgesine götürülmesinden önce yıkanması bulaşmayı önlemede çok önemlidir.

Meyve ve sebze yemeye özen gösterin: Mevsimine göre pazara çıkan taze sebze-meyveyi yeterli miktarda ve çeşitlendirerek tüketin. Patlıcan, havuç, ıspanak, taze fasulye, kırmızıbiber, karnabahar, kereviz, portakal, nar, greyfurt, ayva, armut, elma, kivi gibi sebze ve meyveleri sofralarınızdan eksik etmeyin.

Haftada 3 kez balık tüketin: Bağışıklık sisteminiz için yeterli Omega-3 alımına özen gösterin. Omega-3 tüketimi bağışıklık sisteminizi güçlendirir. Haftada 2-3 kez balık yemek ve her gün herhangi bir ara öğünde 2 tam ceviz tüketmek sağlığa ve mutluluğa katkı sağlayacaktır. Eğer yeterli düzeyde Omega-3 alımı yoksa uzman bir hekimin önerisi ile Omega-3 takviyesi alınabilir. Protein alımı da bağışıklık sistemini güçlendirir. Yumurta en güçlü proteindir. Eğer doğal bulabilirseniz haftada 3-4 gün tüketin.

Yeterli ve kaliteli uyuyun:Düzensiz ve az uyuyanların özellikle çocukların vücut direnci zayıfladığı için hastalıklara daha kolay yakalanırlar. Beyin, karaciğer, akciğerler hatta kaslarının bile sorunsuz çalışabilmesi için sıcaklığı kontrol edebilmesi ve hormonları salabilmesi gerekir. Uykusuz kalmak vücudun bunları yapmasını zorlaştırır.

Grip aşısı yaptırın: Grip aşısı yaptırmadan önce mutlaka doktorunuza danışın. Özellikle yaşlı, çocuk ve kronik hastalığı olanların grip aşısı yaptırması önerilir. Grip aşısı bağışıklık sistemini çalışmaya teşvik eder. Aşı ile vücudunuz, virüsü nasıl tanıyacağını ve nasıl virüse karşı savaşacağını öğretir.

Gereksiz ilaç kullanımından kaçının: Antibiyotikler sadece bakteriyel enfeksiyonları tedavi eder. Gereksiz şekilde antibiyotik almak sağlığınız için tehlikeli olur ve antibiyotiğe karşı olan direncinizi yükseltir. Doktor önerisi olmadan, gereksiz antibiyotik kullanmayın.

Stresten uzak durun ya da stresi yönetmeye çalışın:Stresliyken vücut stresi yok edebilmek için maddeler üretir ve dengesini şaşırır ve immün sistemde çöküş meydana gelir. Bu nedenle stres dönemlerinde hepimiz daha sık hasta oluruz.

Vajinismus Sadece Kadının Değil Çiftlerin Problemi!

 

 

 

Vajinismus, cinsel ilişki esnasında kadınların istemsiz olarak kasılması, bu kasılmaların genital bölgede yoğunlaşması ve kadının erkeği kendinden iterek uzaklaştırmasıdır.

 

GÖKÇENUR GÖNENÇOkan Üniversitesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Gökçenur Gönenç, vajinismus hakkında, ‘’Vajinismuslu kadınlar yaşadıkları hissi tarif ederken “sanki genital bölgelerinin girişinde bir duvar varmış gibi hissettiklerini, bu duvarın ilişkiye engel olduğunu” söylerler. Gerçekte olmayan bu duvarı farkında olmadan kendileri oluşturmaktadır aslında. Bilinçaltı, bedenin bir tehditle karşı karşıya olduğu algısı ile bedene vajina girimindeki kasları kastırmakta, “tehdidi” içeri almasını engellemektedir.

 

Vajinismusun görülme sıklığı kültürel farklılıklar gösterebilir. Dünya genelinde yaklaşık görülme sıklığı %1-2 civarındayken ülkemizde görülme sıklığı %10 civarındadır. Cinsel eğitimin tabu olduğu kültürlerde bireyler cinselliği arkadaşlarından, akrabalarından, gizlice sahip oldukları dergi ve kitaplardan edinirler. Edindikleri bilgiler yaşanmışlıklardan ibaret olan kadınlarda doğru bilgini yerini başkasının tecrübesi alır. Bu tecrübe olumsuz ise kadının cinsellikle ilgili ilk duvarları örülmüş olur’’ dedi.

 

Yrd. Doç. Dr. Gökçenur Gönenç, ‘’Bilinçaltımız çocukluğumuzdan itibaren duyduklarımızla, gördüklerimizle ve yaşadıklarımızla şekillenir. Biz farkında olmadan, korkularımız, alışkanlıklarımız, kişilik özelliklerimiz belirlenir. Çocuklukta yaşanan bir takım travmalar bize hatıra olarak korkularımızı bırakır. Bu korkulardan biri ilk gece deneyimidir. Anlatılan hikayelerin çoğunda ilk gecenin çok ağrılı olduğu, çok kanama olduğu, kızlık zarının yırtıldığı, hatta kadın çok kasılırsa erkeğin içerde kalacağı ve o pozisyonda hastanelere gidip rezil olunacağı gibi gerçekte olmayan şehir efsaneleri bulunmaktadır. Bilinç altı bu hikayeleri alıp özümsemekte ve kadını ilk gece bütün bu “tehlikelerden” korumayı amaçlamaktadır. Zaman gelip çattığında korkular hortlayıp kadının bütün vücuduna yayılan, eşini itip kendinden uzaklaştıracak kadar kuvvetli kasılmalar şeklinde ortaya çıkmaktadır. Kadın o aşamada kendini o kadar çok kasar ki, genital organın girişi, geçişe izin vermeyecek şekilde kapanır. Zorlandığında sanki hiç geçilemeyecekmiş hissi uyandırabilir. Daha sonraki denemelerde de hüsran ile sonuçlanan girişimler çiftlerin zamanla birbirlerinden uzaklaşmalarına, ilişkilerinin olumsuz yönde etkilenmesine neden olabilir. Vajinismuslu kadın kendini eksik hissedebilir, eşine karşı suçluluk duygusu içine girebilir. Erkekte ise reddedilmişlik duygusu, öfke ve hatta bekaret ile ilgili soru işaretleri oluşabilir’’ diye konuştu.

 

 

Ülkemizde yaklaşık her 10 kadından 1’inde hafif veya ağır formda vajinismus görülebilir. Hafif vakalarda çiftler kendiliğinden bu sorunu aşabilirken orta ve ağır vakalarda tedavi gereksinimi olmaktadır.  Çocuk yaştan itibaren muhafazakar yetiştirilen kadınlarda daha sık görülmesinin nedeni ise; ayıp, günah gibi kavramların çocukluktan beri beyne işlenmiş olması ve evlendikten sonra bile bilinçaltındaki bu fikirlerin kafadan kolay kolay atılamamasıdır. Kadın eşi ile birlikte olurken bile bilinçaltı onun suçlu, günahkar, utanması gereken bir insan olduğunu söyler. Cinselliği yaşamanın “temiz aile kızı” olmakla bağdaşmadığını düşünen kadınlarda daha sık görülen bu rahatsızlıkta kadın sadece eşinin mutluluğu için çaba gösterir ama bedeni buna izin vermez.

 

 

Gerçekte üreme organlarının sorunu değil de bilinçaltının yani beynin sorunu olan vajinismusun tedavisi de genellikle ilaçlarla veya ameliyatlarla değil, bilinçaltındaki yanlış inanış ve bilgilerin değiştirilmesi esasıyla sağlanır. Yrd. Doç. Dr. Gökçenur Gönenç, ‘’Vajinismus sadece kadının değil çiftin problemidir. Bu nedenle tedavide çiftin birlikte katılımı, uyumu, birbirlerine olan sevgi, saygısı ve sabrı temel taşları oluşturur. Tedavide amaç sadece fiziksel bütünlüğün değil, aynı zamanda ruhsal bütünlük ve doyumun sağlanmasıdır. Tedavisi aslında çok da zor olmayan bu problemin en sıkıntılı kısmı bunun aile meclislerinde dile gelmesi, aile büyükleri tarafından fikir beyanları, çözüm önerileri, sorgu – sualler ve doktora gitmekten çekinme, bu nedenle de mutluluğun ertelenmesidir’’ dedi.

 

Deneyimli bir hekimle sorun çözülebilir

Okan Üniversitesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Gökçenur Gönenç, ‘’Bu aşamaları atlatıp profesyonel destek almak için başvuran kişilerde tedavinin süreci kişiden kişiye değişkenlik gösterebilir. Terapist öncelikle çifti tanımaya çalışır. Bir dizi soru ve gözlemlerinde sonra yetiştikleri aile, evlerinin fiziki yapısı, yaşadıkları ortam hakkında fikir sahibi olmaya çalışır. Bu kadar detay bilgilerin edinilmeye çalışmasında amaç kişinin bu sıkıntısına neden olabilecek faktörlerin aydınlatılmasıdır. Bazen cümle içinde geçen bir kelime terapiste ışık tutabilir. Sorunun tespiti de tedavi sürecini hızla başarıya götürebilir. Bazı kadınlarda jinekolojik muayene konuya hakim bir kadın hastalıkları ve doğum uzmanı tarafından daha tedavi başındayken yapılırken bazı kadınlarda jinekolojik muayene bir süre yapılan egzersizlerden sonraya bırakılabilir. Tedavide standart yoktur. Kişiye özel tedavi planı uygulanır. Sonuca ulaşacağına inanmış bir çift ve onları bu amaca götürmek için deneyimli bir hekim birlikteliğinde çözülmeyecek sorun yoktur’’ dedi.

Okan Üniversitesi Hastanesi Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Başak Bostancı Dijital Ekran Gözünüzü Yoruyor!

 

 

Dijital ekranların artık yaşamımızın vazgeçilmezi olduğu bir gerçek. Telefon, tablet ve bilgisayar karşısında geçirdiğimiz zaman arttıkça bu tür ekranların kullanımına bağlı gelişebilen sağlık problemleri de literatürde tanımlanmaya başlandı.

Konu hakkında bilgi veren, Okan Üniversitesi Hastanesi Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Başak Bostancı ‘’Parmaklarda uyuşma, ense ve boyun ağrıları gibi kas ve eklem problemlerinin yanı sıra, göz ve görme ile ilgili sıkıntılar da dijital araçların uzun süre kullanımına bağlı gelişebilecek problemler arasında sıralanmakta.’’ dedi.BAŞAK BOSTANCI

Yrd. Doç. Dr. Başak Bostancı, ‘’Dijital göz yorgunluğu sendromu, bilgisayar, telefon ve tablet kullanımı esnasında veya kullanımının ardından ortaya çıkan bir dizi oküler yüzey sıkıntısı ve görme problemi olarak tanımlanmaktadır. Hastaların en çok şikayet ettiği sıkıntılar arasında gözlerde yorgunluk, kaşıntı, kızarıklık, kuruluk, yanma, sulanma; bulanık veya çift görme, yavaş odaklanma, renklerin algılanmasında bozulma ve baş ağrısı yer alır.

 

Bu problemler pek çok kişide bu tür ekranların kullanımına bir süre ara verilmesi ile hafiflerken, özellikle altta yatan göz kuruluğu, alerji, ve benzeri göz problemleri olan kişilerde mevcut göz hastalığının kötüleşmesine yol açarak yaşam kalitesini ve göz sağlığını bozabilir. Yapılan çalışmalarda bu durumun iş yaşamında üretkenliği %40’a kadar azaltabileceği ortaya konmuştur.’’ açıklamasını yaptı.

Yrd. Doç. Dr. Başak Bostancı; ‘’Göz yorgunluğu tedavisinde çizilecek rotada ilk yapılması gereken bu duruma sebep olabilecek mekanizmaların belirlenerek ortadan kaldırılması olmalıdır. Burada alınabilecek önlemler, çevresel faktörlerin değiştirilmesi ve göz bakımı ile alınabilecek önlemler olarak gruplandırılabilir.

Çevresel faktörlerden ilk düzenlenmesi geren faktör ışıklandırmadır. Parlak ışıklar, ekrandan göze direk yansıyan güneş ışığı ve tepe floresan lambaları çoğunlukla kamaşmaya yol açarak gözlerde rahatsızlık yapar. Çok parlak ya da karanlık olan bir odada dijital ekran kullanan kişilerde göz yorgunluğuna daha sık rastlandığı, yine daha koyu ekran rengi kullanan kişilerde gözlerde kuruma şikayetinin daha fazla saptandığı çalışmalar ile ortaya konmuştur. Ekran parlaklığı ortam aydınlatması ile benzer olmalı ve kontrast mümkün olduğunca arttırılmalıdır. Dijital ekranların gözlerden yaklaşık olarak 90 cm uzaklıkta olması, ekranın orta noktasının göz seviyesinin yaklaşık 15 cm altında konumlanması önerilmektedir. Gözlere çok yakın bilgisayar, tablet veya cep telefonu kullanımı, artmış bir yakın görme ihtiyacına yol açarak göz kaslarının fazla çalışmasına sebep olmakta, bu durum da gözlerde yorulma, şakak ve baş ağrısı gibi semptomların ortaya çıkmasına yol açmaktadır.

Tüm bunların yanı sıra hastaların gün içinde uygun miktarda sıvı alımının sağlanması, beslenmelerinde esansiyel yağ asitlerinin ve vitaminlerin dengeli bir şekilde verilmesi, uyku düzenlerinin korunması, altta yatan göz kuruluğu tedavisinin açısından önem arz etmektedir. Ortam ısıtmasının uygun ayarlanması, klima ile havalandırılan ofis ortamlarında gözlerin kurumasının engellenmesi için ortam nemlendiricilerinin kullanılması da iş yerlerinde alınabilecek önlemler arasında yer alır.

Dijital göz yorgunluğu tedavisinde en önemli basamak göz doktorunca yapılacak detaylı muayene ile kişide başka bir göz probleminin olmadığının ortaya konması, hastanın bilgilendirilmesi ve kişiye özel tedavi yönteminin geliştirilmesi ile olacaktır.

6 Soruda Astımda Doğru Bilinen Yanlışlar!

6 Soruda Astımda Doğru Bilinen Yanlışlar!

 

Toz, duman, koku alerjenler gibi çok çeşitli uyaranlar ile temas sonrası öksürük, nefes darlığı ve göğüste baskı hissi gibi yakınmalar ortaya çıkar. Kirli hava, sanayileşme, kedi köpek beslenen evlerin sayısındaki artış ve havadaki nem oranının yüksekliği astım hastalığı için tetikleyici rol oynuyor. Astım, tedavi ve kontrol altına alınmadığı takdirde ciddi sağlık sorunlarına yol açmaktadır. Astım, hava yollarının daralması ile kendini gösteren ve ataklar (krizler) halinde gelen bir hastalıktır. 03 Mayıs Dünya Astım Gününde Okan Üniversitesi Hastanesi Göğüs Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Melahat Bekir Külah, astım hastalığı hakkında doğru bilinen yanlışları açıkladı.MELEHAT BEKİR

1.“Astım bulaşıcı bir hastalıktır”

 

Astımın ortaya çıkmasında bazı genetik (kişisel) ve çevresel risk faktörleri neden olmaktadır. Kalıtım (genetik yapı, irsiyet), cinsiyet ve şişmanlık gibi bireyin kendisine ve ailesine ait faktörlerdir. Çevremizde bulunan ve sık karşılaştığımız bazı etkenler, genetik olarak yatkın olan kişilerde astımın ortaya çıkmasında ve hastalığın ağırlığı üzerinde önemli rol oynarlar. Bu yüzden bir enfeksiyon durumu söz konusu olmadığından astım hastalığının bir kişiden diğer bir kişiye bulaşması söz konusu değildir.

 

2.‘’Astım tedavisinde kullanılan inhalerler ( spreyler )alışkanlık yapar, çok uzun süre kullanırsam akciğerlerime zarar verir”

Astımın tedavisinde genel olarak inhaler dediğimiz nefes açıcı ilaçlar kullanılmaktadır. Astımda sprey ya da kuru toz şeklinde ilaçların kullanılmasının bağımlılık yapması söz konusu değildir. Sprey/kuru toz uygulayıcıları kullanıldığında, ilaç hedef bölgeye vücutta dolaşmadan, doğrudan ulaşmaktadır. Bu yolla ilaç verilmesinin bağımlılık yapması söz konusu değildir. Astım tedavisinde kullanılan ilaçlar akciğerlere zarar vermez. Bu tür ilaçlar Uzun araştırmalar sonucu geliştirilmiş hekim tarafından olası yarar ve zararı göz önüne alınarak hastaya verilmektedir.

3.“Astım ilaçlarındaki “Kortizon, çok zararlıdır,  çok yan etkisi vardır’’

Astımlı hastalara kortizon hastalığın alevlendiği ya da kriz durumlarında, ağızdan ya da enjeksiyon yoluyla verilir. Kana hemen hiç karışmayan sprey şeklindeki kortizonun ise neredeyse hiç yan etkisi yoktur. Bazı hastalarda sprey şeklindeki kortizon kullanımına bağlı ses kısıklığı ya da kuru öksürük gibi şikâyetler olabilir. Bu tür şikâyetler spreyi kullandıktan sonra ağzın çalkalanmasıyla önlenebilir.

4.“Şikâyetlerim düzeldi, artık ilaç kullanmama gerek yok”

Astım şikâyetleri düzelse de ilaçları azaltma ya da bırakma kararı, asla hasta tarafından kendi kendine verilmemelidir. Astım da bronşlardaki daralma her ne kadar geri dönüşümlü olsa da, eksik tedavi bronşlardaki daralmanın kalıcı hale gelmesine neden olabilir. Astım ilaçların ne kadar süre ile kullanılması kararı uzmanlara bırakılmalıdır.

5.“Astımlı hastalar spor yapmamalıdır”

Doğru tedavi edilen ve kontrol altında olan astım, kişinin hayatını etkilemez. Astımlı hasta, doktorunun önerisi doğrultusunda spor yapabilir. Yalnızca, bazı hastalarda spor öncesi nefes açıcı ilaç kullanımı gerekli olabilir. Bunun yanında, spordan ziyade; örneğin çok tozlu bir spor salonu ya da aşırı su buharı ile dolu kapalı bir havuz hastanın şikayetlerini başlatabileceği de göz önünde bulundurulmalıdır.

6.“Hamilelikte astım ilaçları bebeğe zararlıdır”

Astımlı hastaların yaklaşık üçte birinde gebelik sırasında astım belirtileri hafifler, üçte birinde değişmez, üçte birinde ise kötüleşir. Sprey şeklindeki ilaçların neredeyse hiç yan etkisi yoktur. Bu nedenle gebelikte doktor önerisi doğrultusunda güvenle kullanılabilirler. Bebeğe asıl zarar verecek olan hekimin kontrolü altında verilecek olan ilaçlar değil, annenin astıma bağlı tedavi edilmemiş sorunlarıdır. Bu nedenle, astımlı hastaların gebelik boyunca hekim kontrolünde olmaları gerekmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Önce Göz Doktoruna Sonra Okula

Çocukların görme fonksiyonlarının; psikolojik gelişimleri, okul performansları ve sınıf içinde nasıl hissedip davrandıkları üzerinde etkili olduğunu biliyor muydunuz? Hayatın ilk 12 yılında öğrendiklerimizin yaklaşık yüzde 80’inin görsel uyaranlar aracılığıyla olması bunu açıklamaktadır.BAŞAK BOSTANCI

 

Konu hakkında açıklama yapan, Okan Üniversitesi Hastanesi Göz Sağlığı ve Hastalıkları Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Başak Bostancı, ‘’Görme yetisi ve öğrenme performansı arasındaki bu ilişki herkesçe kabul edilmesine rağmen, pek az veli, çocuklarının okul performansı beklenenin altında olduğunda bunun bir göz probleminden kaynaklanabileceğini akıllarına getirmektedir. Okul öncesi dönemdeki çocukların yüzde 10’unun; okul çağındaki çocukların ise yaklaşık yüzde yirmi beşinin görmeyi bozan bir kusuru olduğu düşünüldüğünde, bu dönemlerde yapılacak göz muayenelerinin ne denli önemli olduğu anlaşılabilir.’’ dedi.

 

Erken Fark Edilen Görme Bozuklukları Kalıcı Hasarı Azaltıyor!

Bebek ve küçük çocukların görme sistemi gelişimini tam olarak tamamlamamıştır ve her iki gözden gelecek olan duysal uyaranların beyne düzgün iletimi görme merkezinin normal gelişimi için gereklidir. Eğer küçük bir çocuğun gözlerinden biri veya her ikisi beyne berrak görüntüler yollayamaz ve bu durum zamanında fark edilip tedavi edilmez ise, çocuğun görme potansiyelini kalıcı olarak azaltabilir. Dr. Bostancı, ‘’Bu gibi problemlerin hayatın erken dönemlerinde fark edilerek uygun tedavinin başlatılmasının, görmenin iyileştirilmesi, vücut dengesinin sağlanması, göz ve motor koordinasyonun gelişmesi; dolayısıyla başarılı bir öğrenim hayatı, oyun ve spor başarısı açısından önemli’.’ olduğunu bildirdi.

 

Çocuklar Görme Bozukluklarının Farkına Varmayabilirler!

Yrd. Doç. Dr. Başak Bostancı, ‘’Çocuklar görmelerindeki bozukluğun çoğu zaman farkına varmazlar, yaşıtlarının da dünyayı kendileri gibi görmekte olduğunu varsayarlar. Sınıf içerisindeki eğitsel faaliyetleri takip etmek için yeterli görme keskinliği sağlanamadığı durumlarda çocuklarda akademik performans yeterli düzeye çıkamaz. Özellikle akıllı tahtalar gibi yeni eğitim teknolojilerinin kullanılması çocuklarda gizli kalmış görme kusurlarının ortaya çıkmasını sağlar. Bir öğrencinin görmesi bozulduğunda sadece okul başarısının değil, duygusal durumunun da etkileneceği akılda tutulmalıdır. ‘’ dedi.

 

Bu Belirtilere Dikkat!

Yrd. Doç. Dr. Başak Bostancı, çocuklardaki tehlikeli belirtileri açıkladı:

Televizyona çok yakından bakma, gözleri sık kırpma veya ovuşturma, kitap okurken parmakla takip etme ihtiyacı duyma veya sık satır atlama, ışığa aşırı hassasiyet, gözlerde sulanma, gözlerden birini kısarak veya hep aynı yöne doğru baş pozisyonu yaparak bakma gibi belirtiler çocuklarda göz problemi olduğuna işaret edebilir. Uzak görme bozukluğu olan çocuklar sınıfta arka sıralardan tahtayı görmede problem yaşarken, hipermetroplar okuma yaparken baş ağrısı ve bulanık görme yaşarlar.

 

Bu ve benzeri şikâyetlerin olduğu çocukların en erken dönemde, diğer okul çağı çocuklarının ise yıllık olarak rutin göz muayenesi ile değerlendirilmesi, görme fonksiyonlarının ortaya konmasına, yeni başlayan görme kusurlarının düzeltmesine fayda edecek, böylelikle çocuklar dış uyaranlara, dolayısıyla keyifle okumaya, sportif aktiviteleri dengeli bir şekilde yapmaya ve merakla öğrenmeye hazır hale gelecektir.

 

Yrd. Doç. Dr. Başak Bostancı, ‘’Çocukların göz sağlığının korunması okul başarılarını, spor performanslarını, hatta oyundan aldıkları zevki bile etkileyen bir durumdur. Bu noktada, ara yıl ve yaz tatili döneminin çocuğunuzun eksik göz muayenelerinin tamamlanması için ideal bir dönem olabileceğini hatırlatır ve hem çocuklarımıza hem de sizlere sağlıklı günler dileriz ‘’ dedi.

 

Haber Yayın Hazırlık: Yusuf Ünel

GEBELİKTE YAŞANAN AĞRILARDA NE YAPMALI?

Okan Üniversitesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Gökçenur Gönenç,‘’Annenin içgüdüsel olarak çocuğunu koruyup kollaması, gebe kalındığı anda başlayıp hayat boyu devam eder. Bebek ana rahmine düştüğü andan itibaren bütün ihtiyaçlarını plasenta ve göbek kordonu yolu ile annesinden karşılar. Plasenta bebeğe gereken besinleri kan yolu ile gönderirken, bebekten gelenlerin de anne dolaşımına geçerek atılmasını sağlar. Bu nedenle annenin bedeninin maruz kaldığı her şeyin bebeği etkileyebileceği varsayılır. Bebeği etkileyebilme ihtimalinden dolayı gebelikte ilaç kullanımı konusunda çekimser kalınmaktadır’’ dedi.

GÖKÇENUR GÖNENÇ

Ağrı vücudun alarm  bulgularından biridir. Herhangi bir yerde hastalık olması durumunda değişken şiddette ağrı olabilir. Gebelik süreci de fizyolojik ve anatomik olarak birçok değişikliğin yaşandığı bir süreçtir ve bu süreçte zaman zaman vücudun çeşitli yerlerinde ağrılar ortaya çıkabilmektedir. Yrd. Doç. Dr. Gökçenur Gönenç, ’’Ağrıların nedeni ortaya konabiliyorsa nedene yönelik tedavi planlanmalı, ağrıyla  baş etmek için öncelikle ilaç dışı yollar tercih edilmelidir. Unutulmaması gereken bir nokta şiddetli ağrının vücut için bir stres olduğu, stres durumunda da vücutta pek çok maddenin kana salındığı dır. İlaç kullanımını sınırlandırmak isterken vücudu bu stres ile baş başa bırakmak da beraberinde bir takım  sıkıntılar getirebilir’’ dedi.

Okan Üniversitesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı Yrd. Doç. Dr. Gökçenur Gönenç, gebelikte yaşanan ağrılar konusunda önemli bilgiler verdi.

BAŞ AĞRISI

Gebelikte baş ağrısı sık görülen bir problemdir. Altta yatan yüksek tansiyon, migren, sinüzit, göz bozukluğu gibi bir hastalık olmaksızın görülen baş ağrıları için öncelikle bedenin ihytiyaçlarının karşılandığından emin olunmalıdır. Açlık , uykusuzluk, çok sıcak veya çok soğuk hava, bedenin susuz kalması, bulunulan ortamın gürültülü olması baş ağrısını tetikleyebilir. Hafif bir yemek sonrası loş, sessiz bir odada dinlenme ile ağrıların bi kısmı hafifler. Bu önlemlere rağmen geçmeyen bir ağrı varsa ağrı kesici kullanımı gerekebilir. Ağrı kesiciye rağmen geçmeyen ağrılarda doktor kontrolü mutlaka önerilir.

DİŞ AĞRISI

Gebelikte diş ile ilgili sorunların yaşanma ihtimalini azaltmak için gebe kalmayı düşünen kadınlarda gereken diş tedavilerinin gebelikten önce bitirilmesi önerilmekte ancak bu her zaman mümkün olamamaktadır. Gebelik sonrasına ertelenemeyek aciliyetteki diş tedavileri tercihen ilk 3 ay bittikten sonra, o bölge uyuşturularak uygulanabilir. Buna rağmen zaman zaman diş ağrısı olabilir ve bu ağrı için ağrı kesici  kullanımı gerekebilir.

 

KARIN-KASIK AĞRISI

Gebelik ilerledikçe baskıya bağlı karın ve kasık bölgesinde ağrılar çok sık görülmektedir. Bu ağrılar ile baş etmek için istirahat etmek, bol su içmek, ılık duş almak veya şişeye ılık su koyarak kasıklara uygulanması, ağrılı dönemlerde cinsel ilişkiden kaçınılması gerekmektedir. Bu önlemlere rağmen rahatlamayan ağrılarda ağrı kesici kullanılabilir. Ağrı kesiciye cevap alınmadığı durumlarda altta yatan bir sorun olup olmadığının tespiti için doktor kontrolü şarttır.

 

BEL AĞRISI

Gebelik haftası ilerledikçe bebek ağırlaşır ve vücudun ağırlık merkezi yer değiştirir. Bu duruş değişikliği nedeniyle bel ve sırt ağrıları görülebilir. Ayakta kalınca artan bu ağrılarda ilk yapılacak şey uzanmaktır. Ağrılı bölgenin yumuşak hareketlerle ovulması ağrının azalmasına yardımcı olacak, ağrının geçmemesi durumunda ağrı kesici kullanımı gerekebilmektedir.

İlaçlar gebelikte kullanımlarına göre kategorilere ayrılır. Bu nedenle bir ilaç kullanılması gerekiyorsa gebelik kategorisi en uygun ilaç seçilmelidir. Yrd. Doç. Dr. Gökçenur Gönenç, ‘’Gebelik ve ilaç kullanımı ile ilgili bilimsel çalışma yapmak etik kuralları zorlayacağı için bu konudaki bilgilerimiz kullanan kişilerin gözlenmesine dayanmaktadır. Gebelikte parasetamol grubu ilaçlar ilk planda kullanılan ağrı kesici ilaç grubudur. Gebelikte her türlü ağrı için kullanımı uygundur. En güvenli ilaç grubu olmakla birlikte uzun süre yüksek dozlara maruz kalan gebelerin erkek bebeklerinde testoteron üretim yetersizliği buna bağlı da üreme sistemi ile ilgili bir takım sıkıntılar olma ihtimali bulunmaktadır. Bunun yanında gebelikte parasetamol kullanımın çocuklarda dikkat bozukluğu ve hiperaktivite ile ilişkisini irdeleyen bir takım çalışmalar da bulunmaktadır. Bu nedenle ilaç dışı yöntemlerle çözüm bulunamadığı zaman ilaç kullanılması önerilmektedir’’ dedi.

Parasetamol’ün kullanılamadığı veya etkin olmadığı durumlarda non steroid antienflamatuar grubu ilaçların da kullanımı gerekebilmektedir. Bu ilaçlar plasenta yolu ile bebeğin dolaşımına geçebilmekte,  yüksek doz kullanımda bebeğin organlarına hasar verebilmektedir. Bunun dışında bu grup ilacın gebeliğin son 3 ayında kullanımının bebeğin idrar miktarını azaltabileceği, kalpte açık kalması gereken bir damarı daraltabileceğinden dolayı kullanılmaması gerekmektedir. Bebeğin suyunun normalden fazla olması, erken doğum eylemi gibi durumlarda hekim kontrolünde tedavide kullanılan bu ilaçların hekim denetiminden bağımsız kullanılması önerilmemektedir.

 

 

Haber Yayın Dairesi: Yusuf Ünel

Bakın Bugün Sizi Kiminle Tanıştıracağız

Bireysel terapi hizmeti, aile danışmanlığı gibi konularda hizmet veren bir Psikoloğu bugün sizlere tanıtacağız. Aile danışmanlığı, aileyi oluşturan bireylerin bir araya gelmesi ve paylaştıkları sorunları birlikte çözmeye çalışmaları üzerine kurulan ve bu doğrultuda Aile Yasası (Family Law Act) çerçevesinde gerçekleştirilen psikolojik danışmanlık hizmetidir. Bu anlamda sözü daha fazla uzatmıyor ve bu hafta ki konuğumuzu size kısaca tanıtmak istiyoruz:

didem dörtkolDidem ÜNGÖR DÖRTKOL Kimdir?

Doğuş Üniversitesinde üstün başarı bursu ile başladığı psikoloji lisans eğitimini birincilikle tamamlamıştır. Okan Üniversitesi klinik psikoloji yetişkin odaklı yüksek lisans programına başlamış, orada gördüğü öğrenimin ve Dr. Emel Stroup’tan almış olduğu süpervizyon eğitiminin ardından uzmanlığını almıştır. Aynı yıl Kadir Has Üniversitesi Aile Danışmanlığı programını da başarı ile tamamlamış olup Aile Danışmanı ünvanını da almıştır.

     

Lisans eğitimi süresince İstanbul Bahçelievler Bakım, Rehabilitasyon ve Aile Danışma Merkezinde psikolog olarak görev almış; farklı gelişim özellikleri olan çocuklara yönelik çeşitli meslek elemanları rehberliğinde mesleki bilgi ve beceri kazanmış ve bunları uygulama imkanı bulmuştur. Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde ve NPİstanbul Nöropsikiyatri Hastanesinde gönüllü olarak görev almış; psikiyatri servisinde vizitlere ve grup çalışmalarına gözlemci olarak katılmıştır.

John Hopkins University tarafından yürütülen toplum sağlığına yönelik bir araştırmanın “Water Pipe Secondhand Smoke Exposure: Characterization of Environmental Toxicants and Tobacco Biomarkers” Türkiye örnekleminde araştırmacı olarak saha çalışmalarında görev almıştır.

Mesleki yaşamına özel bir merkezde başlamıştır. Merkeze gelen danışanların görüşmelerini yaparak gerekli görülen kişilik (MMPI), zeka (WISC-R), dikkat (COGNIPLUS), bellek (NPT) ve semptom tarama testlerini uygulayarak ilerleyen seanslarda psikoterapilerinde yer almıştır. Ayrıca öğrenciler ve aileleri için eğitim danışmanlığı yapmış; sınav kaygısı, dikkat eksikliği üzerine çalışmalarda bulunmuş ve Viyana Test Sistemini kullanmıştır. Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu ve davranış bozukluğu tanısı alan çocuk danışanlar ve aileleriyle çalışmalar yapmıştır. Aynı zamanda panik atakla birlikte süren kaygı bozuklukları ve fobilerin tedavisinde sistematik duyarsızlaştırma yöntemini kullanmıştır.

Fransız Lape Hastanesinde ve Türkiye Hastanesinde yatan hastalara (özellikle depresyon, bipolar bozukluk ve şizoafektif bozukluk) terapi sürecinde psikolojik destek sağlamıştır.

Eğitim dönemi boyunca pek çok ulusal lisans ve lisansüstü psikoloji kongrelerine katılmış olup çok sayıda değerli uzmandan Kognitif Terapi, Aile ve Çift Terapisi, EMDR, Depresyon ve Travmatik Stres Bozukluğuna dair eğitimler almıştır.

Almış olduğu eğitimler doğrultusunda Türk Psikologlar Derneğinden onaylı Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri (MMPI), WISC-R Zaka Testi, Nöropsikolojik Testler, Çocuk Değerlendirme Testleri, Cogniplus, Viyana Test Sistemi uygulayıcı sertifikasına sahiptir. İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Nöropsikoloji Laboratuvarında test uygulamaları yaparak eğitimini tamamlamıştır.

2016 yılında çalışmaya başladığı Memorial Şişli Hastanesinde halen çalışmakta olup danışan kabul etmektedir.

 Not:Konuyla ilgili yayınlar devam edecektir!

Haber Yayın: Yusuf Ünel

 

Kimse Yok Mu’dan Kas Hastalarına Özel Araç

052Kimse Yok mu Derneği, kas hastalarının ulaşımlarına destek vermek amacıyla Türkiye Kas Hastalıkları Derneği’ne (KASDER) özel donanımlı araç hediye etti.

Kurulduğu günden beri hem yurtiçinde hem de yurtdışında yardıma muhtaç insanlara el uzatanKimse Yok mu Derneği, kas hastaları için de ümit ışığı oluyor. Kimse Yok mu Derneği Genel Merkezi’nde düzenlenen hasta nakil aracı teslim törenine KASDER üyeleri de geldi. Üyeler arasında üniversite mezunu olan 53 yaşındaki Gülizar Resuloğlu, 35 yaşında kas hastası olduğunu ve bu hastalığın tedavisinin  şimdilik mümkün olmadığını dile getirdi. Resuloğlu, “Bu hastalığın tedavisi yok ancak, kaliteli yaşayıp, bedenimizi çok iyi koruyup, meslek sahibi olarak hayata katılıyoruz. Türkiye’de 100 bin üyesi bulunan KASDER’in sadece 4 kişilik bir aracı vardı. Hediye edilen araç sayesinde ulaşımımız daha rahat olacak. Hastaneye, tiyatroya ve  sinemaya gidebileceğiz.” dedi. Türkiye Kas Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Dr. Coşkun Özdemir, şöyle konuştu: “Dünyanın 5 kıtasında hizmet veren Kimse Yok mu Derneği bizi de ihmal etmedi. Tekerlekli sandalyede yaşayan hastalarımız için taşıtlara ihtiyacımız oluyordu. Bu ihtiyacımızı keşfeden dernek, İstanbul’da 2 bin kas hasta üyesi bulunan KASDER’e bu aracı hediye etti. Kas hastaları her şeye ulaşabilecek durumda olmalıdır; ancak biz çok gelişmiş bir ülke değiliz. Toplu taşıma araçlarını kullanamıyoruz. Asansörlere dahi binemiyoruz.” Dünyanın en iyi 100 sivil toplum kuruluşu arasında gösterilen Kimse Yok mu Derneği Genel Başkan Yardımcısı Levent Eyüboğlu ise derneğin 3 ay öncesinde bu projeye başladığını söyledi. Eyüboğlu, şöyle konuştu: “Tüzük değişikliği ile birlikte yardım faaliyetlerimiz arasına engelli vatandaşlarımızı da koyduk. 113 ülkede faaliyet gösteren Kimse Yok mu Derneği bundan sonraki çalışmalarında engellilerle ilgili faaliyetlerini de 113 ülkenin dışına çıkartarak gösterecektir.” Programda iki dernek yetkilileri karşılıklı hediye teatisinde bulundu. KASDER’in kas hastası üyelerinden oluşan topluluğun verdiği konserin ardından anahtar teslim törenine geçildi. 103 bin 450 TL değerindeki 14 kişilik Volkswagen aracın anahtarı Kimse Yok mu Derneği Başkan Yardımcısı Levent Eyüboğlu tarafından KASDER Başkanı Coşkun Özdemir’e teslim edildi.