Etiket arşivi: Hakları

#TheRealChallenge (GerçekZorluk): kendi haklarını savunmaları için milyonlarca çocuğun güçlendirilmesi!

Avrupa Birliği ve UNICEF tarafından yürütülen ortak kampanya sayesinde BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 30uncu yıldönümü yaklaşırken, milyonlarca genç, çocuk hakları mesajının yayılmasına katkıda bulundu.

#TheRealChallenge kampanyası geçen ay TikTok sosyal medya platformunda TikTok etkin isimlerinin yardımıyla başlatıldı. Bugüne kadar 280 milyondan fazla kişinin ziyaret ettiği kampanya, 19.8 milyon beğeni aldı ve 1.2 milyon kişi tarafından paylaşıldı ve şu ana kadar 41 ülkede kamuoyuyla buluştu.

Çocuklar ve gençler, BM Sözleşmesinin gündelik hayata olan etkilerini kısa videolarla anlattılar ve dünyanın bazı bölgelerinde çocuk haklarının nasıl halen ihlal edilmeye devam ettiğini gösterdiler.

#TheRealChallenge kampanyası, çocuklar hakkında yine çocuklar tarafından hazırlanmış bir kampanyadır.  Bu kampanyanın arkasındaki asıl güç yine kendi dillerinde, tartıştıkları yerlerde ve sanal olarak bir araya geldikleri ortamda haklarını dile getiren çocukların kendileridir

15 saniyelik videolar, çocukların yaşamını etkileyen dört önemli temaya ve konuya odaklanmaktadır:

  • Aile Birliği 
    Çocuğun isteği/yüksek menfaatine karşın yuvalarından kopartılan çocuklar konusu.
  • Zorbalık 
    Milyonlarca çocuğun her gün zorbalıkla karşı karşıya olduğunun gözler önüne serilmesi.
  • Eşitlik 
    Kız ve erkek çocuklarının sahip oldukları fırsatlar arasında var olan farklılıklara odaklanılması
  • Çocuk işçiliği 
    Çocukluklarını yaşamak yerine, milyonlarca çocuğun çalışmaya zorlanması.

Gençler arasında en popüler sosyal medya uygulamaları arasında yer alan TikTok, kullanıcılarını orijinal videoları yeniden hazırlamaya ve şarkılarda düet yapmaya teşvik ediyor. Şimdiye kadar gençler AB-UNICEF kampanyası ve etiketiyle bağlantılı olarak 51,000’den fazla içerik hazırladı.

#TheRealChallenge, en yaygın olarak onanmış insan hakları antlaşması niteliğini koruyan BM Sözleşmesi’nin kaydettiği başarıları kutlarken, aynı zamanda da sözleşmenin halen daha iyi uygulanması olası hükümlerini de ön plana çıkartmaktadır.

Eylül 2019’da düzenlenen son Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda yaptığı konuşmada AB Yüksek Temsilcisi Federica Mogherini şunları söylemişti: “Her bir çocuğun kendisini, içinde yaşadığı topluma ait ve bu toplumda bir rolü olduğunu hissetmesini sağlamak adına hepimize sorumluluk düşüyor. Bu şekilde çocukların güçlendirilmesi elzemdir.”

Avrupa Birliği ve UNICEF’in yürüttüğü çalışmalar sadece #TheRealChallenge’dan ibaret değil.

30 yıl boyunca Çocuk Hakları Sözleşmesi birçok çocuğun yaşantısının daha iyi bir hale gelmesine yardımcı oldu; ancak bazı zorluklar halen sona ermiş değil. Avrupa Birliği ve UNICEF, tek bir çocuğun bile arkada kalmaması için, dünyanın dört bir köşesinde çocuk haklarının korunması ve desteklenmesi adına birlikte çalışmayı sürdürecektir.

 

Başkan Zolan’a Anlamlı Ödül

Azerbaycan Demokrasi ve İnsan Hakları Enstitüsü Başkanı Dr. Ahmed Sahidov ve Reformcu Gençler Birliği Başkanı Ferit Şahbazlı Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan’ı ziyaret etti. Hocalı Soykırımı konusunda duyarlılıkları nedeniyle Başkan Zolan’a teşekkür eden Dr Sahidov ve Şahbazlı, Azerbaycan gençliği adına Türk Dünyası Hizmet Ödülünü Başkan Zolan’a takdim etti.

Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan’ı, Azerbaycan Demokrasi ve İnsan Hakları Enstitüsü Başkanı Dr. Ahmed Sahidov ve Reformcu Gençler Birliği Başkanı Ferit Şahbazlı ziyaret etti. Ziyarete Türk Ocakları Denizli Şube Başkanı Ünal Bahadır Baylan ve yönetim kurulu üyeleri de katıldı. Azerbaycan Demokrasi ve İnsan Hakları Enstitüsü Başkanı Dr. Ahmed Sahidov, Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan’a Hocalı Soykırımı’nın dünyaya duyurulması anlamında çalışmaları nedeniyle teşekkür ederek, “Size hem Denizli’nin hem de Türkiye ve Türk dünyasına yaptığınız hizmetler nedeniyle çok teşekkür ederiz. Pamukkale Üniversitesi’nde gerçekleştireceğimiz etkinliğe katkılarınızdan dolayı da ayrıca teşekkür ederim” dedi. Reformcu Gençler Birliği Başkanı Ferit Şahbazlı ise, Denizli’de olmaktan dolayı büyük memnuniyet duyduklarını ifade ederek, “Hocalı’da yaşananlar yalnızca bir millete karşı değil insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Bugün bu yaşanılanların Denizli’de anılması, Hocalı Soykırımı Anıtı’nı açarak bizlere büyük destek vermiştiniz. Belediye Başkanlığı düzeyinde destek verilmesi bizleri çok sevindiriyor” dedi.

 

“Bizim karşımızda hiçbir güç duramaz”

 

Denizli Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Zolan, 26 yıl önce Hocalı Kasabası’nda yaşanan vahşetin dünyanın ayıbı olduğunu vurguladı. Başkan Zolan, “Hocalı adalet bekliyor, hala Karabağ’ın belli bölgeleri işgal altında. Biz tek millet iki devletiz. Kardeşliğimiz noktasında birbirimize destek olmak ve yaşanılanları unutturmamak adına 2 yıl önce 120 bin metrekare olan parkımıza Azerbaycan-Karabağ Parkı dedik. Hocalı Soykırım Anıtı’nı yaptık. Dün de anma programımızı gerçekleştirdik. Nasıl Bosna’da gözler önünde soykırım yapıldıysa, Hocalı’da da aynı yapılmış. Dünyayı hükmetmek isteyen güçler sessiz kalmış, göz yummuştur. İnşallah biz bir ve beraber olursak, güçlü olursak, bizim karşımızda hiçbir güç duramaz” diye konuştu.

 

“Yapanlar onlar, bağıranlar onlar”

 

Başkan Osman Zolan, millet olarak, savaş meydanlarından kaçmadıklarını vurgulayarak sözlerine şöyle devam etti; “Göğüs göğüse, mertçe savaşmışız. Sivile dokunmamış, kadına, çocuklara, yaşlılara ilişmemiş, mallarına, namuslarına göz koymamış, diline, inancına karışmayıp serbest bırakmışız. Öyle ecdadın torunlarıyız. Dalından bir salkım üzüm aldığında askerimiz oraya altın bağlayacak kadar, hak hukuk tanıyan ecdadın torunlarıyız. Üzerimize birçok yaftalar yamamaya çalışılıyor. Tüm dünya biliyor, hiçbir zaman bir ülkeyi sömürmemişiz, zulüm etmeyip katliam gerçekleştirmemişiz. Yapanlar onlar, bağıranlar onlar. Türkiye artık güçlü, Azerbaycan güçlü, diğer Türk devletleriyle beraber haksızlıkların karşısında haykırmamız lazım. Başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere, Azerbaycan Devlet Başkanımızla birlik ve beraberlik içerisinde yürüyüşümüzü sürdürmek zorundayız” dedi. Konuşmaların ardından, Başkan Zolan’a Dr Sahidov ve Şahbazlı, Azerbaycan gençliği adına Türk Dünyası Hizmet Ödülünü takdim etti

Rumların İnsan Hakları çirkinliği

 

 

ata-atun HocaRumlar, “Kıbrıs adasında egemen olan benim. Ben ne dersem o olur ve de olmalıdır. Kıbrıslı Türklerin hiçbir hakkı yoktur” havasında 1960 yılından beridir.

 

Bunun son örneğini de, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı çerçevesinde KKTC’de bu yıl 19’cusu organize edilen Uluslararası Çocuk Festivali’ne katılmak için Larnaka Havalimanı’na gelen Sırbistan çocuk gösteri grubunun, KKTC’ye geçmelerine izin vermemekle ve buna ilaveten de hepsini topluca özel bir uçağa doldurup geri göndermekle ortaya koydular.

 

Aramızda, kendilerini “Türkçe konuşan Kıbrıslılar” diye tanıtan kişilerin Rum yönetiminin bu davranışını niye çıkıp protesto etmediler hiç anlayamadım doğrusu. Bu Sırp çocuklar “Türkçe konuşan Kıbrıslıların Çocuk festivaline katılmak için gelmişlerdi. Rumca konuşan Kıbrıslıların bu çocuklara izin vermemelerini protesto ederiz” diye gazeteler boy boy ilan verip, başka zaman yaptıkları gibi sokaklara inip protesto etmeleri gerekirdi ama ağızlarından ne bir ses çıktı, ne de bir protesto pankartı taşıyıp Rum Yönetimi aleyhine gösteri yaptılar. Bu mezhebi belirsiz güruhun bugüne değin Rumları protesto ettiğini ben hiç görmedim. Varsa yoksa hep Türkiye’yi be Türkleri protesto etmeyi biliyorlar, ama iş Rumların Türklerin aleyhine yaptıklarına gelince, Rumları protesto etmek nedense akıllarına ve işlerine hiç gelmiyor. Ne de olsa bunlar “Türkçe konuşan Kıbrıslılar” ve “Rumca konuşan Kıbrıslıları” kınamak veya da protesto etmek kitaplarında yazmaz. Zaten bunlar bir gün ölünce de “Angolem Cumhuriyeti” toprakları içinde yer alan “Kıbrısça konuşan Kıbrıslılar Mezarlığı”na gömüleceklerdir herhalde!

 

İnsan hakları konusunda şampiyon olduğunu iddia eden ama bir siyasi hitap toplantısına katılan masum Türklerin üzerine köpeklerle saldırmayı “İnsan haklarını ihlal olarak saymayan” Avrupa Birliği’nin uyduruk üyesi Kıbrıs Rum Yönetimi de aynı yoldan yürüyor. Rumlara göre Kıbrıslı Türklerin hiçbir “insanlara layık hakları” yok ve olmamalıdır da. Bunun en güzel örneğini de KKTC’de düzenlenen Uluslararası Çocuk Festivali’ne katılmak için adanın Türk tarafındaki Ercan Havaalanına değil de Rum tarafındaki Larnaka Havaalanına gelmesini fırsat bilerek, ezelden beridir kafalarında ve içlerinde taşıdıkları Türk düşmanlığından kaynaklanan bağnaz düşüncelerle Sırp çocukların bu bayrama katılmalarını önleyerek ortaya koydular.

 

Rum basınında, AB için yüz karası olan bu olaya detaylı olarak yer verilmemesi, Rum Yönetiminin kınanmaması ve protesto edilmemesi ise insan hakları açısından bir başka yüz karası uygulama. Kıbrıslı Türkleri ve Türkiye’yi hayali veya da uyduruk olaylarla suçlamak için ön sayfalarında manşetler atan Rum basını, bu olayı içerilere taşıyarak laf ola vermeyi tercih etti.

 

Rum polisinin, KKTC’deki etkinliklere katılmak için Sırbistan’dan Güney Kıbrıs’taki Larnaka Havalimanına gelen 12 yaş altı cıvıl cıvıl 13 öğrenciden oluşan grubunu adeta terörist grubuymuş gibi göz altına alması, havaalanında saatlerce bekletmesi, KKTC’ye geçişlerini engellemesi ve sonra da “deport” yani sınır dışı etmesi kabul edilebilir bir davranış değildir ve içlerindeki Türk düşmanlığını, KKTC hazımsızlığını ortaya koymaktadır.

 

Rumların her zaman yaptıkları, kendilerini haklı göstermeye yönelik yalan ve çarpıtılmış açıklamalarını, Sırp yetkililerin yaptıkları açıklamalar net bir şekilde yalanlamakta.

Sırp Büyükelçiliği görevlisi Dejan Bivolarevic, Rum yetkililerin, Sırp çocuk kafilesinin geçiş yapmasına izin vermediği yönünde resmi açıklama yaparken Sırp halk dansları grubu direktörü Dejan Tosic de hep beraber sınır dışı edildiklerini belirtti Sırp basınına.

 

Bize yakışan, bu Sırp çocukları ne pahasına olursa olsun Ercan Havaalanından KKTC’ye getirtmek ve onlara bu coşkuyu yaşatmak olmalıdır….

Hadi Cumhurbaşkanı Akıncı, bu görev sana düşüyor.

 

Prof. Dr. Ata ATUN

Milletvekili Yavuz, “İslamofobi Batı’nın ayıbıdır”

Batı Ülkelerinde İslam Düşmanlığını İnceleme Alt Komisyonu Milletvekili Ali İhsan Yavuz Başkanlığında toplandı. Yavuz, “Batı Ülkelerinde var olan İslam karşıtlığıyla ilgili komisyonumuz ivedilikle çalışmalarına başlamıştır. İslamofobiyi insanlık suçu olarak görüyoruz. Hoşgörü, barış ve kardeşlik dini olan İslam’ı şiddet yanlısı göstermeye ve Müslümanlara ayrımcılık yapmaya kimsenin hakkı yoktur” dedi

ali ihsanSakarya Milletvekili Ali İhsan Yavuz, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu bünyesinde kurulan Batı Ülkelerinde İslam Düşmanlığını İnceleme Alt Komisyonunda başkan olarak ilk toplantısını gerçekleştirdi.

Komisyon Yol Haritasını Belirledi

Alt Komisyon toplantısında yapılacakların neler olduğunu ve önem gösterdikleri hususları açıklayan Yavuz, “Batı Ülkelerinde var olan İslam karşıtlığıyla ilgili komisyonumuz ivedilikle çalışmalarına başlamıştır. Çalışma yöntem ve takvimini belirlediğimiz ilk toplantımızı gerçekleştirdik. İlk olarak Batıda var olan İslam karşıtı tutumların, hak ihlallerinin neler olduğunu, hangi kurumsal yapıların ve hangi yasal mevzuatların bunu tetiklediğini araştıracağız. Bu hususta araştırma yapmış olan devlet kurumları, akademisyenler ve sivil toplum kuruluşlarının görüşlerini alarak önemli bir sonuç raporu elde edeceğimizi düşünüyorum. İslamofobiyi insanlık suçu olarak görüyoruz. Hoşgörü, barış ve kardeşlik dini olan İslam’ı şiddet yanlısı göstermeye ve Müslümanlara ayrımcılık yapmaya kimsenin hakkı yoktur. İslamofobi Batı’nın en büyük ayıbıdır” ifadelerini kullandı.

CHP Sağlık Komisyonu Üyelerinin Basın Toplantısı

CHP Sağlık Sistemi, Hastaneler ile Hasta ve Engelli Haklarını İnceleme ve İzleme 24 Aralık 2015 tarihinde TBMM’de basın toplantısı yaptı. Basın toplantısı komisyon adına Prof. Dr. Nurettin Demir, Dr.Çetin Arık ve Dr. Niyazi Nefi Kara yaptı.

 

Prof. Dr. Nurettin Demir, 2016 yılının barış dolu bir yıl olmasını dileyerek, “Umut ederiz ki yeni yıl barışın olduğu bir yıl olsun” dedi.

Demir’in konuşması şu şekilde:

 tbmm

İnsanlar doğuda insanlarını, batıda insanlıklarını kaybediyorlar

Mağdur kesimlerin sorunlarını incelemek izlemek için CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun direktifi ile 4 komisyon kuruldu.

Sağlık Sistemi, Hastaneler ile Hasta ve Engelli Haklarını İnceleme ve İzleme Komisyonu olarak ilk basın toplantımızı yapıyoruz.

Türkiye’de sağlık alanındaki mağduriyetleri kamuoyuyla paylaşacağız, TBMM’nin gündemine getireceğiz, raporlar hazırlayacağız. Komisyonumuzda 1 eczacı ve 6 hekim bulunmaktadır. Komisyonumuz Muğla Milletvekilimiz Prof. Dr. Nurettin Demir, Antalya Milletvekilimiz Dr. Niyazi Nefi Kara, Ankara Milletvekilimiz Murat Emir, Bursa Milletvekillerimiz Erkan Aydın ve Ceyhun İrgil, İstanbul Milletvekilimiz Ali Şeker ve Kayseri Milletvekilimiz Çetin Arık’tan oluşmaktadır.

Hasta hakları ihlalleri, sağlık çalışanlarının durumları ve engellilerin yaşadığı sorunları belli aralıklarla raporlaştırarak paylaşacağız.

 

Türkiye’de devam eden şiddet ortamı hepimizi endişelendirmektedir.

 

Çatışmalar sonucunda 11 ayda 171 güvenlik görevlisi, 195 PKK teröristi ve 157 sivil olmak üzere toplam 523 kişi hayatını kaybetti. Terör olaylarında kaybettiklerimizi de ilave edersek yaklaşık 800 insanımızı yitirdik. Bunların üçte biri polis, güvenlik görevlisi ve sivillerden oluşuyor. Yaralanan anneler, yetim kalan çocuklar, kadınlar…

26 Temmuz-30 Kasım 2015 arasındaki 4 aylık süreçte en küçüğü 3,5 aylık, en büyüğü 18 yaşında olan en az 44 çocuk yaşamını yitirdi.

6 ayda bu kadar insan ölüyorsa sizce bu bir savaş değil midir?

Türkiye’nin bu noktalara nasıl geldiğini hep birlikte düşünmemiz gerekiyor.

Bölgede sokağa çıkma yasakları devam ediyor.

Okullar, sağlık ocakları ve kamu kurumlarının hepsi kapalı.

Bugün hastaneler Türkiye’nin de taraf olduğu pek çok uluslararası belgenin aksine korunmak yerine, karargah haline getirilmiştir. Örneğin Cizre Devlet Hastanesi terörün hedefi haline getirilmiştir.

Kapısının önünde ambulanslar değil tanklar bekliyor. PKK burayı bombalıyor. Çalışanlar mağdur oluyor.

Orayı hedef haline getirenleri de kınamak istiyorum.

Hastane kapılarında ambulans yerine TOMAlar ve akrepler beklemekte, hastanelere ve ambulanslara kurşun sıkılmakta, doktor odalarında roketler patlamaktadır.

Bu güvensiz ortamda sağlık çalışanları tedirgin, sığınaklarda can güvenliği olmayan koşullarda hizmet vermeye çalışmaktadırlar.

Telefonlardan yükselen çığlıklar bize ulaşıyor. Kadınlar evde doğum yapıyor. Umuyorum ki doğan çocuklara savaş değil barış adını koymuşlardır.

Ayrıca Sağlık Bakanı, sağlık çalışanlarının hastaneye gidip gelişlerde can güvenliklerini sağlayamayacaklarını itiraf etmiştir.

Buna rağmen sağlık çalışanları onar günlük sürelerle zorunlu görevlendirmeyle başka illerden bölgeye gönderilmişlerdir.

Son alınan bilgilere göre sadece Şırnak’a toplam 54 sağlık personeli geçici görevlendirilme ile gönderilmiştir.

Üstüne üstlük Sağlık Bakanlığı tüm bu gelişmelere karşı duyarsız bir şekilde “Sağlık personelinin terör bölgesinden çekilmesi” çağrısını ihanet olarak adlandırmaktadır.

Yardım istemek için TBMM’yi dahi arayan sağlık çalışanlarının çığlığını duymayan Bakanlık, çatışmaları görmezden gelerek, sağlık hizmetlerinde aksama olmadığını iddia etmektedir.

Oysaki yurttaşlar sağlık hizmetlerine erişememekte, bebeklerin aşıları yapılamamakta ve kadınlar evlerde doğum yapmaktadır.

Eczaneler açılamamaktadır.

Sağlık çalışanlarının hedef haline getirildiği her durumda karşıyız.

Daha güvenlikli bir yerde sağlık hizmeti verilebilir.

Terörü lanetliyoruz. Terörü bu noktaya getirenleri, silahların susmadığı bir Türkiye yaratan zihniyetleri de kınıyorum.

Hastanelerin hedef gösterilmesi, hastanelerin kapatılması, hastane aletlerine kilit takılması doğru değildir.

Sağlık Bakanı hastane kapatan bakan olarak tarihe geçecek.

Geçtiğimiz hafta YÖK bazı üniversitelere, tıp fakültelerine bağlı semt polikliniklerini eğitime yönelik olmadığı gerekçesiyle kapatma kararı verdi.

Bunun üzerine eğitim yaptırmadığı gerekçesiyle hastane ve poliklinik, fizik tedavi gibi sağlık merkezleri İl Sağlık Müdürlüğü ve valilikler emriyle kapatıldı.

Hastanelerin kapatılma kararıyla hekimlerin ve sağlık çalışanlarının iş güvencesi ve özlük hakları ortadan kaldırılmıştır.

Hasta hakları da ihlal edilmiştir.

Özellikle İzmir Valisi İzmir Şifa Üniversitesi Hastanesi’ni adeta yangından mal kaçırırcasına 10’a yakın hastane, poliklinik ve tıp merkezleri kapatmıştır.

Bu kararla yüzlerce hasta randevuları engellenen, hastaların hastaneden geri gönderildiği, yatan hastalar ve operasyonlar yok sayılmıştır.

Hastanenin 2600 çalışanı işsizliğe, 2600 öğrencisi eğitim hakkında mahrum bırakılarak, tedirginliğe sevk edilmiştir.

Finansal zorluklarla üniversite itibarsızlaştırılmaktadır.

Soruyorum: Hadi sen yukarıdan gelen emri yerine getiriyorsun.

Peki, hastaların kabahati ne, ya çalışanlar suçu nedir, binaları yani hastanelerin, cihazların günahı nedir?

Üniversiteler kurulduğu günden çok önceden hizmet veren bu hastanelere yıllardır göz yummuşsun, insanlar hastanelere, doktorlar hastalarına alışmış. Yıllar önce törenlerle açılan bu hastaneleri hangi gerekçeyle kapatıyorsunuz?

Siz cemaatçi diye, farklı görüşten diye hastaneleri kapatırsanız sağlık çalışanlarını hastaları da cezalandırmış olursunuz. Hastalar da çalışanlar da mı cemaatçi.

 

Birilerine kızıyorsunuz, onlardan intikam alacağım diye 10 hastane ve sağlık kuruluşunu şak diye kapatamazsın.

 

Böbrek Transplantasyonu olacak hastayı ameliyathane kapısından, yüzlerce hastayı hastane kapısından döndürüyorsun.

Sağlık Bakanı olarak insanların sağlığıyla, doktor ve sağlık çalışanların onur ve ekmekleriyle oynuyorsun.

Hastanelerde sorunlar devam ediyor. Birçok hastanede Robotik Cerrahi cihazı alındı. Bu cihazların birçoğu kilitlendi. Neden mi?

Tıbbi malzemeleri alınmadığı, borçları ödenemediği için bir günde taburcu olacak hastalar yararlanamıyor. İleri tıp teknik cihazları kullanamıyor, klasik tıbbi yöntemlerle hastalar aylarca ameliyat sırası bekliyor, günlerce hastanede kalıyor.

Peki YÖK ne iş yapar?

Görev ve yetkilerini kimden alır?

Anayasadan. İnsan kaynaklarını planlar.

Kaç öğretmen lazım, kaç doktora ihtiyaç var? Ona göre de üniversiteleri görevlendirir!

Sen şu kadar formasyon vereceksin, şu kadar öğretmen hazırlayacaksın, bu kadar doktor gerekli diye.

YÖK ana görevini MEB ve Sağlık bakanlığına devretmiş, kendisi Başkanlık Sevda’sında olan Sayın Cumhurbaşkanının siyasi hırslarının, intikam duygularının gereği olarak, hastane kapatmalarına alet oluyor. Bu plansızlıklar sonucu sen öğretmen olacaksın denen 400 bin öğretmen bakanlık kapısında atama bekleyecek.

Sağlık Bakanlığı raporuna göre Türkiye’de 2018’den sonra işsiz doktor patlaması yaşanacak.  Sağlık Bakanı ise ithal doktor sevdasıyla ortalıkta dolanıyor.

Nerden çıktı bu sevda?

Sağlık çalışanları yok diye ameliyatlar yapılıyor. İşin gerçeği gözden kaçırılıyor.

 

Demir’in ardından söz alan Dr. Niyazi Nefi Kara insanların metalaştırıldığını çalışanların ruhsuzlaştırıldığını söyledi.

Kara’nın açıklaması şu şekildedir:

 

İnsan Sağlığı Ciddi Bir İştir, Saman İthal Etmeye Benzemez

Sağlık Bakanı açıklamalarında savaşın bitmeyeceğini söylüyor. Zırhlı ambulanslar alacağız diyorlar. Savaş olduğu açıkça ortada. Gerçeklerin üzeri örtülemez. Gün ışığına çıkacaktır. Tıpkı Can Dündar ve Erdem Gül’ün haksız yere cezaevinde tutuldukları gerçeği gibi…

Sağlık Bakanı 12 Aralık’ta bir açıklama yaptı.

Dedi ki: Türkiye’de 20 bin uzman ve 10 bin pratisyen açığı var. Yurtdışından doktor getireceğiz.

İsimleri değiştirerek gerçekleri değiştirebileceklerini düşünüyorlar.

Bu açıklama talihsiz olduğu kadar akıldışıdır.  Hiçbir bilimsel dayanağı da yoktur.

Sizin söylediğiniz her şeyi olduğu gibi sağlık sistemini de taşeronlaştırma ve ticari faaliyete dönüştürme zihniyetinin bir ürünüdür. Amaç Türkiye’de yetişmiş hekimleri yok sayarak, yurtdışından getirilen hekimlerle emek sömürüsü yaratmaktır. Bunu aynı zamanda bir tehdit aracı olarak kullanıyorlar.

Sanıyoruz ki Sağlık Bakanı kendi Bakanlığının çıkardığı metinleri bile okumuyor.

Kendi raporlarında Türkiye’de sözü edilen açığın mevcut işgücü ile karşılanacağı açıkça belirtilmektedir.

Bakınız: Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından 2023 yılı İş Gücü Hedefleri ve Sağlık Eğitimi kitapçığına.

Diyor ki; öğrenci sayısı ve okul kontenjanlarının mevcut haliyle devam etmesi halinde bile 2023 yılında arz ihtiyaca göre 2 kat fazla olacak.

Düşünün 2015 öğretim yılından itibaren sıfır öğrenci alınsa bile her türlü ihtiyaç fazlası yetişmiş sağlık personelimiz olacak.

Sağlık Bakanlığı 2023 vizyonuna göre hekim ihtiyacını yaklaşık 200 bin olarak belirlemiştir. Buna göre 2023 yılı sonunda mezun hekim sayısının 205 bin olacağı belirtiliyor.

Şimdiden ihtiyaç fazlası sağlık çalışanı yetiştiren sistem bunun üzerine bir de yurtdışından hekim getirirse Türkiye adeta bir işsizler ordusuna dönüşür.

Zaten Tıp Fakültelerinin sayısı ve kontenjandaki artışlar ile tıp eğitiminde ciddi kalite sorunları yaşanmaktadır.

Sağlık Bakanlığı’nın asıl olarak bu konu ve sağlık personelinin karşı karşıya olduğu işsizlik ve güvenlik sorunu ile ilgilenmesi gerekir. Oysaki Sayın Bakan, yabancı hekim ithal derdine düşerek, halkın sağlığını düşünmediği gibi, tıp eğitimini itibarsızlaştırmakta ve değersizleştirmektedir. Türk Eğitim sistemini beğenmeyen ve yabancı hayranlığı duyan bu zihniyete karşı, Nobel Ödülü almış Türk Bilim Adamı Prof. Dr. Aziz Sancar’ı örnek göstermek isteriz.

Yabancı hekimlerle ilgili bir diğer sorun da şudur:

2012 yılında yayınlanan yönetmelik ile yabancı hekimlerin Türkiye’de özel sağlık kuruluşlarında çalışmalarının önü açılmıştır.

Gene aynı yönetmelikte yabancı hekimler için Türkçe dilbilgisi şartı aranmamakta hiç bilmeyenlere göre biraz Türkçe bilmeleri yeterli görülmektedir.

Bizim Anadilimiz Türkçe olmasına rağmen bazı bölgelerde iletişim konusunda sıkıntılar yaşanırken, burada yetişmemiş, kültürümüzü ve dilimizi bilmeyen hekimler ile sağlık hizmeti vermek olanaksızdır.

Ayrıca Şubat 2015’te TBMM’ye sunulan Yabancı İstihdamı Kanunu Tasarısı ile yabancı hekimlerin kamuda da çalışmasının önü açılmak istenmiştir.

Ancak kanunlaşmadığı için Sağlık Bakanının geçtiğimiz haftalarda yaptığı “30 bin hekim açığımız var” açıklaması bu kanunun yeniden gündeme geleceğini göstermektedir.

Diğer yandan ülkelerin sağlıkla ilgili mevzuatlarının farklı olduğu herkes tarafından bilinen bir gerçektir.

Dolayısıyla toplum sağlığının olumsuz etkilenmemesi için mesleki bilgi ve beceriye ilişkin aranacak koşulların sıkı bir denetleme ve değerlendirmeye tabi olması gerekir.

Bu nedenle YÖK ayrı bir sınav açması gerekirken, sadece müfredat uygunluğunu yeterli görmektedir. Oysaki tıp gibi vatandaşın sağlığını doğrudan etkileyen bir alanda hekimliğe başlamadan önce teori ve bilgi becerisinin test edilmesi önemlidir.

Örneğin Yunanistan ve İrlanda gibi ülkelerde diploma ve uzmanlık belgeleri yanında klinik bir değerlendirme için ayrı bir sınav da yapılmaktadır.

ABD, İngiltere, Kanada ve Avustralya gibi ülkeler ise yabancı hekimlerin tıbbi uygulama yetkilerini tam, geçici ya da sınırlı lisanslama ile tanımaktadır.

Görüldüğü gibi, yurtdışından ithal edilmek istenen hekimlerle ilgili dil bilgisinden bilimsel bilgiye kadar birçok yanlış var.

Hastaya dokunmayan, hastayı muayene etmemiş birinin hekimlik yapması sizce ne kadar doğrudur?

Bu şekilde bir uygulama ile vatandaşın sağlığını riske atmış olmuyor musunuz?

İnsan hayatı son derece önemlidir. İnsan hayatıyla uğraşan doktorları ithal etmek saman ithal etmeye benzemez.

İnsan sağlığı ciddi bir iştir.

Son olarak söz alan Dr. Çetin Arık Cizre Devlet Hastanesi’nden gelen mektubu okuyarak, “Cizre’de çalışan meslektaşımın feryadını duyurmak için kendi ağzından yazdığı mektubu paylaşmak isterim. Bir anne bir hekimin çığlığıdır” dedi.

Mektup şu şekildedir:

İçim yanıyor bugün çok…Odama çıktım gözyaşlarımı saklamak için…Ben doktorum güçlü olmak zorundaydım…Ben dağılırsam personel de dağılır, ekip ruhu bozulur…O nedenle saklanarak ağladım bugün…
Yasağın 7. günü. Önce bakanımızın açıklamasını dinledim, sonra çok sevdiğim eniştemin ölüm haberini aldım…İkisi de acıttı yüreğimi…
Sokağa çıkma yasağının olacağı önceden söylenmişti bize.
Başhekimimizle birlikte oturup, kimler kalsın, ne yapalım, nasıl çalışalım vs.nin programını yaptık…Kaçacak arkadaşları da biliyorduk, kalacak arkadaşları da…Kalanla kalmayanın arasında bir fark olmayacağını da…Giden bir ay tatil yapar, kalan canını ortaya koyar…Aynı kanunlara tabi devlet memurları olsak da fark olmaz…
Ama arada bir fark olmalı diye haklı olarak savunduğumuz düşüncemiz para hırsı olarak değerlendirildi…
Tek istediğimiz hastanede güvenli bir ortamda çalışabilmekti…13-14 roket atıldı üzerimize…Tabi ki polisin, askerin de canı var, onların da ailesi var…Ama ben sivilim…Bu kadar yakından silah ve bomba sesini ilk Cizre’de duydum…Üç-dört saniye deprem oluyor gibi sallanırken hastane, büyük bir top patlamasıyla birlikte, roket isabet etmiş olduğunu burada öğrendim…
Sürekli ölüm psikolojisi altında çalışmayı da…
Korkmak ve feryat etmek suç mu? Gönderdiğimiz bomba seslerinde neden görüntü yok diye sorulmuş…Acaba pencereden dışarı bakılabiliyor mu, bahçeye çıkılabiliyor mu kimsenin aklına gelmemiş…
Ambulanslar defalarca kurşunlandı.Yine de fedakarca çalışıyorlar…Sivil hasta da geliyor hastaneye, asker polis de…Acile giren hastanın kim olduğuna bakmadan canla başla ayrım yapmadan çalışıyoruz…Sosyal medyada çıkan yalan haberleri de şiddetle kınıyoruz…
Kaçacak olsaydık eğer hepimiz kaçardık Cizreden, önceden haberimiz olduğu için…Burada kalan herkes gönüllü kaldı zaten.
Kaçacak olsaydım eğer; benim için evini barkını terkedip 9 aydır burada minik oğluma bakmayı tercih eden anne babama uçak bileti alırken, 3 yerine 4 bilet alırdım ve onlarla birlikte giderdim…Kaçacak olsaydım eğer; anestezist arkadaşım “sen bayansın, küçük çocuğun var, gidersen gönül koymam dostum” dediğinde kaçar, “sivil halkın, askerin bize ihtiyacı var, sen nolacaksın, kalan arkadaşlar nolacak, tüm iş 3-4 kişinin üstüne mi kalsın, gitmiyorum dostum, seni yalnız bırakmayacam, eşimden müsade aldım” demezdim…
Vatan haini değiliz biz…Sadece süreç kaç gün sürecek, bizi değiştirip dinlenmek ve eşimizi, çocuğumuzu, dostumuzu, güneşi, kuşları, böcekleri yeniden görmek için fırsat verilecek mi, hastanedeki can güvenliğini arttırma yönünde bir planları var mı büyüklerimizin bunları merak ettik…Hata mı ettik?
Burda kaldıysak eğer vicdani, insani, ahlaki duygularımız için kaldık…Doktor olduğumuz için…Sağlık hizmeti vermek için…Öldükten sonra ‘gerçekten haklılarmış, hastane güvenli değilmiş ‘densin diye değil…
Sosyal sitelerde bizim çağrımızı kötüye kullanan, çarptıran, yalan haber yapan herkesin vebali boynuna olsun…
Bizim psikolojimizi her daim yüksek tutmaya çalışan başhekimiz Mehmet beye ve benim için bir babadan farksız olan hastane müdürümüz Mahsum beye desteklerinden ve yaptıklarından ötürü çok teşekkür ediyorum…
Amacım siyaset yapmak, birilerini karalamak, birilerine yaranmak ya da kendime acındırmak değil…Beni tanıyanlar bilir…Bu yazımı sağlık bakanımıza iletsin birileri…Sadece yüreğimden dökülenler…Bu vatan hepimizin…
Son satırlarımı oğlum için yazıyorum…
Beni ananen ve deden; vatanını milletini seven, Allah’ını kitabını bilen, dürüst bir insan olarak yetiştirmeye çalıştı…Allah onlardan razı olsun…Beni de onlara layık evlat yapsın inşallah…
Malesef doktor evladısın…Malesef diyorum çünkü bu yola çıkarken, bu mesleğin bu kadar zor koşullarda yapıldığını hiç farketmemişim meğer…Karnımdayken başladın çile çekmeye…37 haftanın sonuna dek nöbete yazıldım, eşek gibi çalıştım…Süt izni kullanmadım…Bir yaşında gece seni babana emanet edip, hastanelerde kaldım…Takdir mi gördüm, hayır…Hocalarım merak edip sormadı bir kez yaşıyor muyum?
Sonra devlet evliliğimi evlilik, eşimi eşten saymadı…Babandan ayırıp Cizre’ ye getirdim seni…Her uçağa binişimizde akıttığın gözyaşları zehir oldu dağladı yüreğimi, ağlamadım yanında, tuttum kendimi…
Şimdi ölümle burun buruna çalışıyoruz, sen Türkiye’nin öbür ucunda…Takdir mi görüyoruz? Yine kocaman bir hayır…
Az daha sabır minik kuşum benim…Eğer beklediğim eş durumu tayini olursa güzel günler yakındır…Geri geleceğim inşallah…Yeniden İstanbul’da bir aile olacağız…Baban ve ben sana sarılıp, üçümüz aynı yatakta uyuyacağız…Seni ve babanı çok seviyorum, ailemin tüm fertlerini de…