Etiket arşivi: Gönüllü

Gönüllü İhanet…

alptekin cevherliHaini bol olan ve okullarında hain yetiştiren istisna ülkelerden biriyiz sanırım. İnsanımız okudukça daha mı bir kendi ülkesinden nefret eder hale geliyor bilmiyorum ki?
Ya eğitim sistemimizde bir hata var, ya da millet olarak bizde bir sorun var…
SSCB zamanında Varşova paktı ülkelerinde yaşayanlar anlatıyor:
“Biz akşam haberlerde sadece bu yıl filanca bitkinin rekoltesi şu kadar arttı, falanca malın yerli ikamesi üretildi, filan vatandaşımız bilmem ne ödülü aldı diye izlerdik. Trafik kazası haberi bile verilmezdi. Yeter ki vatandaş ülkesinin başarılarıyla gurur duysun anlayışı verilirdi.”
Doğu bloğu böyleydi de Batı bloğu farklı mı?
Her Amerikan filminde en az 10 kez, dalgalanan ABD bayrağı görmüyor musunuz? ABD başkanları dünya barışı için ilkelerinden taviz vermeden irade ortaya koymuyor mu? Kimsenin haberi olmadan bir ABD’li dünyayı uzaylılardan, Ruslardan, teröristlerden ve hatta İslâm’ı temsil ettiğini iddia eden eli silahlı kişilerden kurtarmıyor mu?
Her filmde defalarca olmayan “Amerikan ulusu” ifadesi geçmiyor mu?
Hint filmleri de böyle, Avrupa filmleri de, yalan mı?
Herkes kendi ülkesini yüceltmeye çalışırken, biz nasıl hain yetiştiriyoruz?
 * * *
Bir gazeteci ağabeyimin 2003 yılının 8 Ocak akşamı dönemin Genel Kurmay Başkanı Hilmi Özkök’e sorduğu soru şöyleydi:
– ABD’nin Irak harekât plânlarına Türkiye üzerinden ama Türkiye’nin çıkarları adına değil, Amerikan çıkarları adına yaklaşanlar var. Bir psikolojik harekât uygulanıyor. Yalan haberler üretiliyor. Sadece bu konuda değil, bütün millî meselelerde, Türkiye’nin direncini kırmaya çalışanlar var. İki televizyon kanalı sabahtan akşama kadar bu yönde yayın yapıyor. Bu, Türkiye’ye yönelik bir psikolojik harekâtsa, bununla nasıl mücadele edeceksiniz?
Orgeneral Özkök şöyle cevap vermişti:
– Amerika böyle bir olaya başladığında, iki – üç sene önceden başlıyor. Belli yazarları maaşa bağlıyor, belli yazarlara yazılar yazdırıyor, kitaplar yazdırıyor, medya kuruluşları vasıtasıyla psikolojik harekâtlar yapıyor. Ancak psikolojik harekât, her zaman topyekûn bir faaliyet olarak karşımıza çıkmaz, belli hedefe ulaşmak için de bu tür harekâtlar yapılır.
 * * *
Bugün ülkemiz ve dünyamız çok ciddi bir dönemden geçiyor. Bu durumda halkın doğru bilgiye ulaşması ve yabancı ülkelerin dış manipülasyonlarına karşı savunulması çok önemli bir ihtiyaç oluşturuyor. Bu durum ise demokrasinin 4’üncü kuvveti olan basına büyük görev yüklemektedir.
Basın millî amaçlarla ve bilinçle hareket ederse yani milletini dünyaya öncü ve örnek etme azmiyle dolu olarak çalışırsa, o ülkenin çok kısa bir sürede dünyada hak ettiği yere ulaşması işten bile değildir…
Ama ya basın işgal altındaysa?
İşte, o zaman yandı gülüm keten helva…
İşgal bazen o kadar vahim oluyor ki, başta eski genel kurmay başkanının dediği gibi bazen bizzat para karşılığı ihanet şeklinde olduğu gibi, bazen yabancı vakıflar ve onların yerli uzantılarından nemalanma şeklinde oluyor. Bazen de el güzelliği ile düşmana yaranma şeklinde de gerçekleşebiliyor. Ve genelde de bu en kötüsü oluyor!
 * * *
Yanımda görev yapan bir stajyer gazeteci vardı. Dünya üzerindeki uyuşturucu ticareti ile ilgili bir yazı dizisi hazırlıyorduk. Dünyadaki uyuşturucu ticaretinde kendini süper güç zanneden ülkelerin istihbarat servislerinin elde ettiği uyuşturucu parasından ve bunların uyuşturucu gelirleriyle yaptıkları uluslararası operasyonlardan bahseden bu yazı dizisinde, bir fotoğraf vardı.
Yazı dizisi için ABD kaynaklı internet sitelerinden de bulduğumuz fotoğrafları seçtik. Fotoğrafların birinde ise uyuşturucu kullanan bir kızın elinde, üzerinde “Made in USA” yazan bir jilet vardı. Kız bu jiletle uyuşturucu tozu bölüyordu. Fotoğrafı grafik bölümüne gönderdik. Stajyer öğrenciye daha önceden tasarlanmış olan sayfayı, sayfa sekreteri hazırlarken nezaret etmesini söyleyip, masama dönüp çayımı yudumlamaya başladım. 1 saat kadar sonra taşra baskısının kopyası önüme geldiğinde gözlerime inanamadım!
Jiletin üzerindeki “Made in USA” yazısı yoktu.
Grafik sorumlusu arkadaşı aradım, orijinal resmi neden değiştirdiğini sordum. Verdiği cevap ile şoke oldum. Stajyer gazetecinin kendisine telefon ettiğini ve fotoğraftaki malûm yazının çıkartılması için benim talimat verdiğimi kendisine söylediğini iddia etti.
Çocuğu çağırdım. Grafikerin dediğinin doğru olup olmadığını sordum. Verdiği cevap gerçekten de dehşet vericiydi:
          Ağabey grafikçi doğru söylüyor, ben söyledim. Çünkü sana “Made in USA” yazısını çıkartalım desem kabul etmezdin. Ben ise ikimizi de kurtardım.
          Nasıl yani, neden kurtardın ki?
          Dünya hali bu ağabey, yarın öbür gün ne olacağı belli olmaz. ABD’ye gitmemiz gerekebilir. Eğer bizim imzamız olan bir yazıda ABD aleyhine bir şey olursa vize alamayız. İleride buradan ayrılırsak, rahat iş bulamayız. Ben ikimizi de kurtardım(!)
Yorum sizin…

KÜRESEL KÖLELİĞİN GÖNÜLLÜ HALKALARI

 

 

 

süleyman pekinKölelik, İslam öncesi Türk tarihinde yoktur. Zira konar-göçer Türk sosyo-ekonomik yaşantısına uygun değildi. “İnsanlar arasında eşitliğe çağrı” olan İslâmiyet de hitap ettiği toplumlardaki köleliği tedricen kaldırma yoluna gitmiştir. Ne var ki adı Müslüman kendi kavmiyetçi devletler (Emevî, Abbasî) eski alışkanlıklarını kolay bırakamadılar.

Maalesef fıkıh ve ilmihal kitaplarımızda, Selçuklu ve Osmanlı geleneğimizde bile “köle, gulâm, kenîz (cariye)” gibi kavramlarla az da olsa varlıklarını sürdürdüler. Oysa ‘köle azad etmek’ diye çok sevaplı bir Peygamber sünneti vardı ve başta Hz. Ebubekir gibi, Hz. Ömer gibi dev sahabeler bu işe öncülük ediyorlardı.

Birde kronik köleciler ve sınıf ayrımcıları var; sıfatıyla müsemma ‘Vahşi Batı’. Onlar Kabilimsi bir medeniyetin torunları olarak hayatı sınıf çatışmalarıyla bir algıladılar ve köleliği kendi ruhlarından taşırarak tüm insanlığa yaymaya çalıştılar.

Siz 1776 Amerikan Bağımsızlık Kongresi’nde veya 1789 İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde kölelik karşıtı, eşitlikçi ve doğuştan özgürlükçü yaklaşımlar deklare edildi diye sonraki yüzyıllarda ona uyulacağını mı zannetmiştiniz?

1950’lere kadar siyahlar beyazlarla aynı otobüse bile binemiyordu. Sonradan önde oturmamak ve beyazlara yer vermek karşılığında binebildiler. Roma Olimpiyatları’nda boksta altın madalya kazanan Muhammed Ali’nin beyazların lokantasına girememesi üzerine madalyayı nehre fırlattığında takvimler 1960’ı gösteriyordu.

1990’lara kadar her siyahî futbolcu İngiltere’nin meşhur Wembley’inde ıslıklanmıyor muydu? Hâlâ daha maymun taklidi yapılmıyor mu? Samuel Eto, Barcelona formasına rağmen İspanya’da gördüğü ırkçı tepkiler üzerine sahayı terk ettiğinde takvimler 2006’yı göstermiyor muydu? Sembolik olarak Başkan seçilen Barack Obama, dönemini nerdeyse tamamlamış olmasına karşın renk olarak henüz sindirilebilmiş değil.

Bilincinize yediremediğiniz / içinize sindiremediğiniz kuralları kâğıda yazdınız diye secde edecek değiliz. Yada tam tersinden; bizde zaten var olan değerleri Tanzimat’la (1839) ilân ettik diye “Günaydın abisi” denilecek pozisyonlara da düşmek istemeyiz. Aynı filmi değişik sarımlarla her yüzyılda izlemek durumunda hiç değiliz.

Kavramların karşılıkları dünyanın dört bir tarafında aynı mı acaba? Oyunu kuranlar resmen kavramlardan kaos üreterek sonuç almaya çalışıyor. Meselâ; demokrasi = işgal, özgürlük = kölelik, barış = şiddet, adalet = dayatma, eşitlik = seçkincilik, teknoloji = put.

Daha da mühimi şu ki kavramlar bize ait değil ve bizler de balık hafızalıyız. Bir; tarih ve kaynaklar gerimizde, uygulamalar önümüzde duruyor. İki; Müslümanlığın yüz karası IŞİD hâlâ köle pazarları kuruyor.

Kamuoyu organizatörlerinin oluşturduğu gündemlerin peşinde gitmede bire biriz. Edilgenlik ve pasifizasyon, sürekli seyir ve izleyicilik hâli sürüleştiğimizin de bir göstergesi. Ne de olsa çoban / kovboy gütmeyi sever.

Televizyon gibi bir hipnozitan, telefon gibi çok amaçlı bir oyuncak ve tüm beğenilerini başkaları inşa ettiği halde ‘zevkler ve renkler tartışılmaz’ repliğiyle özgür olduğunu sanan milyonlarca küresel köle.

Bir elektro-şok, bir sosyolojik kırılma yada olağanüstü gelişmeler bekliyoruz. Zira Martin Luther King gibi bir ‘Hayâlimiz var’.

Okumanın Önündeki Engeller Kalksın: Okuyan Eller

kitaTürkiye’de ilk defa yapılan “Okuyan Eller” projesi için çocuk edebiyatının önde gelen
yazarlarından Melike Günyüz görme engelli çocuklara özel bir kitap hazırladı.

Berrin Karakaş tarafından resimlenen kitap görme engelli çocuklar tarafından heyecanla karşılandı.

İstanbul’da bulunan ikonik binalar, toplu taşıma araçları gibi görme engelli öğrencilerin öğrenmesinin faydalı olacağı nesneler 3Dörtgen tarafından 3 boyutlu olarak basıldı ve festival kapsamında okul etkinliklerinde yüzlerce çocukla buluştu.

Garanti Bankası’nın çalışanlarının oluşturduğu “Gönüllü Yoncalar” ile birlikte ziyaret edilen Türkan Sabancı Görme Engelliler İlköğretim Okulu’ndaki etkinlikte çocuklar Braille alfabesiyle basılan kitapları etkinlik öncesinde eğitmenler eşliğinde okudular.
“Mutsuz Martı Murta Nasıl Mutlu Oldu?” adlı kitabın yazarı Melike Günyüz ve Berrin Karakaş çocuklara daha önce hiç yaşamadıkları bir deneyim yaşattı. Çocuklar  okumuş oldukları macerada yer alan araçlara ve mimari yapılara dokunabilmenin şaşkınlığı ve mutluluğuyla evlerine döndü. görüntüleniyor

Görme engelli çocukların dokunma duyularını ve bilişsel gelişimlerini edebiyat yoluyla genişletmeyi hedefleyen bu faaliyette öğrenciler, yazar eşliğinde üç boyutlu basım tekniğiyle üretilmiş resimli kitapları “okumuş” oldular.

Erdem Çocuk tarafından yayımlanan kitap Seslenen Kitap kapsamında Tamar Zeynep Aşkar tarafından seslendirildi. Gelecek haftalarda veliler, öğretmenler, Garanti Bankası’nın oluşturduğu “Gönüllü Yoncalar” ve İTEF Ekibi’nin katılımıyla görme engelli öğrenciler için Kız Kulesi’ne keyifli bir gezi gerçekleştirilecek.
 görüntüleniyor

İletişim için:pr@itef.com.tr