Etiket arşivi: Geri

Saatler geri alınacak mı? Kış saati uygulamasına geçilecek mi?

Türkiye’de 2017’den önce her yıl ekim ayının son pazar günü saatler geri alınıyor ve kış saati uygulamasına geçiliyordu. Şimdi vatandaşlar bu yıl saatlerin geri alınıp alınmayacağını araştırıyor.

mask

Avrupa Kış saati uygulamasına 27 Ekim 2019 Pazar günü geçiyor. Saatlerin Türkiye’de de alınıp alınmayacağı vatandaşlar tarafından merak ediliyor. İşte konuya ilişkin bilgiler…

SAATLER GERİ ALINACAK MI?

Resmi Gazete’de yer alan Cumhurbaşkanı kararında, gün ışığından daha fazla yararlanmak için bütün yurtta uygulanan mevcut ileri saat uygulamasının (tüm yıl yaz saati, GMT 3) her sene, yıl boyu sürdürülmesinin kararlaştırılmıştı. Bu nedenle Türkiye’de saatler geri alınmayacak.

HARMANDALI İÇİN ARAŞTIRMA VE SORUŞTURMA KAÇINILMAZDIR

Harmandalı Geri Gönderme Merkezi ile ilgili iddiaları meclis gündemine taşıyan CHP İzmir Milletvekili Avukat Murat Bakan, bu kez İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya ve Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’e sorular sordu ayrıca Harmandalı için meclis araştırması istedi. 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

Aşağıdaki sorularımın Anayasa’nın 98 ve TBMM İçtüzüğü’nün 96. Maddeleri gereğince İçişleri Bakanı Süleyman SOYLU tarafından yanıtlanması hususunda gereğini arz ederim.

Saygılarımla,

 

Murat BAKAN

İzmir Milletvekili

Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne bağlı İzmir’deki Harmandalı Geri Gönderme Merkezi, uzun zamandır işkence ve kötü muamele iddialarıyla anılmakta, insan haklarına aykırı iddialar basının ve kamuoyunun gündeminden düşmemektedir.

Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde çalışan bir güvenlik görevlisi tarafından verilen bilgiler şu şekildedir: “Denetim yapılacağı bilgisi bize önceden geldiğinden biz ortamı toplardık. Yerlerde uyuyanların battaniyelerini kaldırırdık. Normalin çok üstünde bir sayıda mülteciyi orada tutuyorlar. AIDS olan bir kadını ‘yüksek güvenlik katı’ adı verdikleri alanda tutuyorlardı. Hastalığı nedeniyle hiçkimse bu kadına yemek vermek istemiyordu. Kadını herkesten ayrı tutuyorlardı. Görevliler yemeğini onun katına götürmek istemediğinden başka bir mülteci kadın ona yemek veriyordu. AIDS’li kadın tutulduğu alanda yerde yatıyordu. Kimse ile de görüştürülmüyordu. Kadını, sonra sınır dışı ettiler hangi ülkeye gönderildiğini bilmiyorum. Deport (sınır dışı etme) alanındaki kapılar sabah açılmıyordu. Kışın oda kapıları hiç açılmıyor. Yazın da hava çok sıcak olduğu için oda kapıları belli saatlerde açılıyordu. 10 metrekarelik odalarda altı kişinin kalması gerekiyordu. Bu alanda deport olmak isteyenler 6 ay hapis olarak kalıyordu. Bu alanda da mülteciler birbirinin dilini bilmediği için psikolojisi bozuluyordu. Hemen deport edilmek istiyordu. Gitmek istemeyenler de zorla deport ediliyordu. Çok fazla üzerinde mülteci aynı alanda kaldığı için sürekli kendi aralarında da tartışmalar çıkıyor.  Görevli sayısı da yetersiz. Bir vardiyada en az 25-26 görevli oluyor. Bu kişilerin de mültecilerle başa çıkması çok zor. Onlar kavga ettikleri zaman gardiyanlar da kameralar önünde bazen darp etmenin sınırını aşıyordu. Sınırı aşan 2 kişi şu an cezaevinde. Ama genelde gardiyanlar mültecileri kameraların olmadığı alanda darp ediyordu. Orada da darp ispat edilemiyordu. Gardiyanların da çalışma saatleri çok kötü. Çok fazla çalıştıkları için onların da psikolojisi bozuluyordu. Birgün bir mülteci gelip kendini doğradı. Gerekçesi de deport olmak istememekti. Binanın çok sayıda camı da kırık. Bu kırık camlardan atlamak istiyorlar. Deport olmak istemeyenler zorla götürülmek isteniyor. Afrikalı mülteci bir kadın öldü. Herkes önce sıcaktan bayıldığını zannetti. Kadının ölümü resmi tutanaklara ‘doğal ölüm’ olarak geçti. Afrikalı kadının ölüm nedeni araştırılmadı.”

14 Mayıs 2019 günü adli yardım görevini yerine getirmek için Harmandalı Geri Gönderme Merkezine giden 8 avukat ve 1 tercüman, saat 14.00-17.30 arasında özgürlüklerinden yoksun bırakılmış, avukatların ve tercümanın görevlerini yapmaları engellenmiş, müvekkilleri ile dosyalarına erişimleri imkânsız kılınmıştır. Olayda; tercüman ve avukatların olduğu görüşme odalarının bulunduğu koridorun her iki kapısının kapatılarak yardım çağrıları yanıtsız bırakılmıştır. Merkezde; avukatların ve yabancıların dilekçeleri kayda alınmadığı, dilekçelerin yırtıldığı, yazılı başvurulara cevap verilmediği, avukatların özel güvenlik görevlileri ile muhatap bırakılarak bina içerisinde kamu personeline ulaşmakta güçlük çektikleri de ifade edilmektedir.

Geçtiğimiz günlerde ise merkezdeki bir kadının işkence ve kötü muameleye maruz kaldığı iddia edilmiş, Çiğli Bölge Eğitim Hastanesi’nden alınan adli muayene raporu, sığınmacı kadının anlattıklarını doğrulanmıştır. Raporda; sağ bacakta 2 santimetrelik darp, sol omuzda darp izleri ve sırtta iz bulunduğuna yönelik detaylı bilgiler yer almıştır. Mülteci kadın ise; güvenlik görevlilerinin bileklerine tırnaklarını geçirdiğini, bindirildiği arabada jandarmanın kendisine yumruk ve tokat attığını anlatmıştır.

Harmandalı ile ilgili TBMM Başkanlığı’na defalarca verdiğimiz soru önergeleri ve yaptığımız çağrılar yanıtsız kalmış; baro ve sivil toplum örgütlerinin yaptığı çağrılar karşılık bulamamıştır. Tüm bunlar bağlamında;

1 – Harmandalı Geri Gönderme Merkezi ile ilgili işkence ve kötü muamele iddialarının doğruluğunun araştırılarak gerçeğin ortaya çıkması için yürütülen idari ve adli soruşturmalar var mıdır? Varsa, bu soruşturmalar kimler hakkında ve hangi konularda açılmıştır? Soruşturma yoksa, kamuoyunun gündeminde bu kadar kötü iddialarla anılan merkez hakkında herhangi bir soruşturma yürütülmemesinin sebebi nedir?

2 – TBMM Başkanlığı’na defalarca verdiğimiz soru önergeleri ve yaptığımız çağrılar yanıtsız kalmış; baro ve sivil toplum örgütlerinin yaptığı çağrılar karşılık bulamamıştır. Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’ndeki işkence ve kötü muamele iddialarının araştırılarak gerçeğin ortaya çıkması ve kamuoyunun bilgilendirilmesi için somut bir adım atacak mısınız?

3 – Harmandalı Geri Gönderme Merkezi ile ilgili işkence ve kötü muamele iddialarına dair şikayetler ne şekilde işleme alınmaktadır?

4 – Haziran ve Temmuz 2019 tarihlerinde ‘gönüllü geri dönüş’ adı altında yapan işlemlerde yaklaşık 200 yabancıya zorla parmak bastırıldığı iddia edilmektedir. Bu iddialara dair cevabınız nedir? Örneğin; parmak izlerinin iradi olarak verildiğine dair herhangi bir kanıt ve/veya görüntü var mıdır?

5 – Geri Gönderme Merkezi’ndeki güvenlik görevlileri hakkında hangi konularda tutanak tutulmakta ve/veya idari işlem yapılmaktadır?

6 – Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’ne son 5 yılda (Temmuz 2019 dahil ve yıllar bazında olmak üzere) kaç kere denetim yapılmıştır? Bu denetimler kapsamında merkezde fiziki olarak hangi eksiklikler tespit edilmiş, idari olarak hangi sorunlar belirlenmiştir?

7 – Son 5 yılda (Temmuz 2019 dahil ve yıllar bazında olmak üzere) Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nden sorumlu tüm yönetici ve personeller hakkında kaç kere idari işlem yapılmıştır? Hangi sorun, şikayet ve aykırılık sebebiyle idari işlem süreci işletilmiştir? İdari soruşturma geçiren toplam kişi sayısı kaçtır ve bu kişilerin görev tanımları nedir?

8 – Açıldığı tarihten bugüne kadar (Temmuz 2019 dahil) aylar bazında olmak üzere Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde kaç yabancı kalmıştır?

9 – Harmandalı Geri Gönderme Merkezi açıldığı tarihten bugüne kadar (Temmuz 2019 dahil) yıllar bazında olmak üzere, yabancılara adli yardım için avukat atanması amacıyla İzmir Barosu’na kaç başvuru yapmıştır?

10 – Denetimden önce ve denetimden sonra merkezdeki yabancı sayısının farklı olduğu, merkezdeki yabancıların denetim öncesinde zorla deport edildiği ve/veya serbest bırakıldıkları iddialarına yönelik açıklamanız nedir?

11 – Son 5 yılda (Temmuz 2019 dahil ve yıllar bazında olmak üzere) Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde kayıtlara ‘intihar’ olarak geçen (cinsiyet ve uyruk bilgileri de dahil olmak üzere) kaç kişi yaşamını yitirmiştir?

 

TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ BAŞKANLIĞINA

Ülkelerinden ayrılıp Türkiye’ye gelen, Yunanistan üzerinden Avrupa’ya gitmek istedikleri sırada yakalanan mülteciler ile iltica talebinde bulunan yabancıların barındırıldığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü’ne bağlı, İzmir’deki Harmandalı Geri Gönderme Merkezi, işkence ve kötü muamele iddialarıyla anılmakta, hak ihlalleri iddialarıyla basının ve kamuoyunun gündeminden düşmemektedir.

Harmandalı ile ilgili TBMM Başkanlığı’na defalarca verdiğimiz soru önergeleri ve yaptığımız çağrılar yanıtsız kalmış; baro ve sivil toplum örgütlerinin yaptığı çağrılar karşılık bulamamıştır.

Harmandalı Geri Gönderme Merkezi ile ilgili tüm hak ihlalleri iddialarının araştırılarak gerçeklerin ortaya çıkarılması, merkezden sorumlu ve iddiaların muhatabı olan tüm yönetici ve personeller hakkında gerekli adli ve idari soruşturulmaların başlatılması, bugüne kadar merkeze yapılan tüm denetimlerin detaylarının incelenip raporlarının karşılaştırılıp denetim konusunda ihmallerin olup olmadığının tespit edilmesi,  Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nin tüm koşullarının insan haklarına, yasalara ve uluslararası sözleşmelere uygun hale getirilmesi için gerekli fiziki ve idari tüm çalışmaların yapılabilmesi amacıyla Anayasanın 98 ve İçtüzüğün 104. ve 105. maddeleri gereğince bir Meclis Araştırması açılması konusunda gereğini arz ederiz.

Saygılarımla,

 

Murat BAKAN

İzmir Milletvekili

 

 

CHP’Lİ BAKAN: HARMANDALI GGM GUANTANAMO ÜSSÜ MÜDÜR?

Hak ihlalleriyle anılan İzmir’deki Harmandalı Geri Gönderme Merkezi bu kez de sığınmacı bir kadına işkence edildiği iddiasıyla gündeme geldi. Konuyu TBMM gündemine taşıyan CHP İzmir Milletvekili Avukat Murat Bakan, “Harmandalı Geri Gönderme Merkezi Guantanamo Üssü müdür?” dedi.

Hak ihlalleri ile anılan İzmir ‘deki Harmandalı Geri Gönderme Merkezi, bu kez de sığınmacı bir kadına yönelik kötü muamele ve işkenceyle gündeme geldi.

İzmir Barosu Göç ve İltica Komisyonu’na Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde işkence, ayrımcılık ve kötü muamele yapıldığına yönelik bir ihbar ulaştı. Komisyon üyesi avukatlar ile İzmir Barosu İnsan Hakları Merkezi üyesi avukatlar geri gönderme merkezinde işkence ve kötü muameleye uğradığını iddia eden kadınla görüştü. Çiğli Bölge Eğitim Hastanesi’nden alınan adli muayene raporu, sığınmacı kadının anlattıklarını doğruladı. Raporda; sağ bacakta 2 santimetrelik darp, sol omuzda darp izleri ve sırtta iz bulunduğuna yönelik detaylı bilgiler yer aldı.

Avukatların Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığı’na yaptığı suç duyurusu üzerine savcılık soruşturma başlattı.

Konuyu TBMM gündemine taşıyan Cumhuriyet Halk Partisi İzmir Milletvekili Avukat Murat Bakan, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu tarafından yanıtlanması istemiyle yazılı soru önergesi verdi.

“HARMANDALI GGM, GUANTANAMO ÜSSÜ MÜDÜR?”

Harmandalı Geri Gönderme Merkezi ile ilgili hak ihlalleri iddialarını daha önce de meclis gündemine taşıdığını ancak sonuç elde edemediklerini hatırlatan CHP’li Bakan, “Sadece insan hak ve onuruna aykırı iddialarla gündeme gelen Harmandalı Geri Gönderme Merkezi ile ilgili detaylı bir araştırma ve soruşturma artık şarttır! Mültecilerin ‘yardım edin’, ‘yemek’, ‘burası Guantanamo’ şeklindeki yardım çığlıkları içerikli görüntüler ve avukatların merkezde kilitli kalması olayı hala hafızalardayken şimdi de kadın sığınmacıya yönelik işkence iddiası hepimizi sarsmıştır. Baro olsun, sivil toplum örgütleri olsun defalarca Harmandalı ile ilgili açıklama yaptı, biz defalarca meclise taşıdık ama hiçbir sonuç elde edemedik, edemiyoruz. Geri Gönderme Merkeziyle ilgili soru işaretlerinin giderilmeme sebebi nedir? Burada neler yaşandığı neden araştırılmıyor? Söz konusu korkunç iddialar neden ciddiye alınmıyor? Gerçekler neden ortaya çıkarılmıyor? Milletvekili olarak millet adına sorduğumuz sorular neden cevapsız bırakılıyor? Bakan bey parti içi, kabine içi mücadelesinden kafasını kaldırsın da cevap versin: Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nde neler oluyor? Burası Guantanamo üssü müdür?” dedi.

CHP’Lİ BAKAN İÇİŞLERİ BAKANI SÜLEYMAN SOYLU’YA SORDU:

1 – Mülteci kadın için Çiğli Bölge Eğitim Hastanesi’nden alınan adli muayene raporunda; sağ bacakta 2 cm’lik darp, sol omuzda darp izleri ve sırtta iz bulunduğuna yönelik detaylı bilgiler yer almaktadır. Mülteci kadına kötü muamele ve işkencede bulunan kişi ya da kişiler hakkında geri gönderme merkezinde daha önce de benzer şikâyetlerde bulunulmuş mudur? Bulunulan şikâyetlere yönelik hangi adli ve idari işlemler başlatılmıştır?

2 – Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu; 2018’de yayınladığı İzmir Harmandalı Geri Gönderme Merkezi ziyareti raporunda, jandarma ve güvenlik görevlilerin mültecilere kötü muamelede bulundukları ve işkence yaptıklarının tespit edildiğini belirtmiştir. Bu rapora göre,  Harmandalı Geri Gönderme Merkezi’nin denetim sıklığı ne derece arttırılmıştır? Kötü muamele ve işkence yapıldığına dair raporda yer alan bu tespitler araştırılmış mıdır? Araştırmada ortaya çıkan sonuçlar nelerdir?

3 – Raporda mültecilere yönelik çok sayıda hak ihlali tespit edildiği de belirtilmektedir. Tespit edilen hak ihlallerine yönelik hangi adli ve idari işlemler yapılmıştır?

Aydınlar Üzerine…

“Kapalı odanızdan çıkın, çevrenize bakın ve yanıtlarınızı sokakta arayın. Her yerde barışçıl ve silahsız yurttaş yığınlarını kurşunlayarak iç savaşı başlatan bizzat hükümet olmamış mıdır?” Lenin (İki Taktik)

Aydınlar ya da aydın sorunu üzerine yazılmış en bilindik derli toplu kitap Jean Paul Sartre tarafından yazılmıştır “Aydınlar Üzerine” (Plaidoyer pour les intellectuels) . Geçtiğimiz yıl okumuştum aydınlar üzerine kitabını. Sartre, tarihte Nobel ödülünü ilk reddeden kişidir bunu açıklarken “resmi ödülleri hep reddetmişimdir” diyordu… 1938 de kaleme aldığı bu eserin Fransa’nın Cezayir soykırımı ile Nazilerin henüz Musevilerin soykırımına (holokost) başlamadıkları yani 2.Dünya Savaşı’nın başına denk gelmiş olması önemini daha da arttırmaktaydı. Kitabında özetleyecek olursak aydın için, “ezilen sınıf için şüpheli, egemen sınıf için hain” sayılan kişi saptamasını yapıyordu Sartre. Sartre’a göre kısaca aydın, “Çabası hâkim sınıfça suç sayılan kimse” idi.

Evvelki yaz görevden istifa ettikten sonra emekli olana kadar olan boşluğu doldurmak için edindiğim yazlığın olduğu Kumla’da (Gemlik’e bağlı bir sayfiye) okuduğum aydınlar üzerine yazılan birçok kitaptan da birisiydi.

Kumla’da sadece kitap mı okuyordum? Hayır. Büyük Kumla’da küçük parkta kitap okuyup kulaklığımı takarak sevdiğim müzikleri de dinliyorum. Büyük Kumla’dan Küçük Kumla’ya dönüşümde yolumun üzerinde hoşuma da giden ama nedense hep çok sakin fakat çaldığı müzikler genelde ilgimi çeken bir cafe vardır. Girişindeki takta “Laz Olympus” yazan bir eğlence merkezinin içindeydi.

Yine birgün kulaklığı çıkarıp elime alarak önünden geçerken bahçesinde bir masa çevresinde oturmuş 3-4 genç…

O sırada sık sık dinlediğim Metallica’nın en hit parçalarından birisi çalıyordu: “Wherever I may roam”. Gençlerden biri nereden geliyor bu ses diye sağına soluna bakıp arkadaşlarına sormuştu. İçlerinden biri beni gösterince bu gencin yumruğunu kaldırarak bana uzun bir “helal” çekmesi aklımdan hiç çıkmıyor…

Metallica ya da mensup olduğu heavy metal grupların yaptığı müzik bazı çevrelerce ülkemizde de, gürültücü, ahlak dışı işlere veya şiddete özendiren bir müzik türü olarak görülür ve böyle “kültürleme” yaptığı iddia edilir. Öyle mi peki? Yok…

Metallica ve önde giden heavy metal gruplar ki (öncü olarak hep Megadeth ve İron Maiden’le birlikte akla gelir) aksine şiddeti teşvik etmezler, eskilerin deyimiyle eğretileme, mecazlar ya da taliller yoluyla yererler…  Aksine batıyı batılı eleştiren varoluşçuluğun öncüsü Kierkegaard’ın deyimiyle “estetik aşama”ya takılıp kalmış yani hazların peşinde koşan kesimlerin yaşam biçimlerini eleştirirler…

Bunlardan birisi de hiç kuşku yok ki burjuvazinin kapitalist sistemlerin krize sürüklediği toplumsal koşullarda başvurdukları savaş politikalarıdır… Misal “No Remorse” tam da böyle bir şarkıdır:

“Kan besliyor savaş makinesini

Ülkeyi yiyerek yolunu açarken

Duymuyoruz kederi hissetme gereksinimini

‘Acıma yok’ tek emirdir bizim için


Yalnızca güçlüler sağ kalır

Zayıf ırkı kurtarma isteğimiz yok

Yeni gelen herkesi öldürmeye hazırız

Suratınıza doğrultulmuş dolu bir silah gibiyiz”,

der Metallica…

“Aydın kendi çıkarlarıyla toplumun çıkarlarını eş gören toplumun demokrasiye kavuşması için kendini borçlu ve sorumlu sayan kimsedir” demişti Aziz Nesin [Fehmi Enginalp’in (Aziz Nesin’in Bursa Günleri) kitabındaki  Nahit Kayabaşı ile Söyleşisi’nden alıntıladım] Her çağ ve toplumda ne yazık ki koşullara göre olması gerek aydın için bir de aydın sorunu var. Fazıl Say, “Arabesk, toplumsal çöküşün ölümü bekleyen tembel ruhudur” demişti bir yerde. Hadi bugün taverna müzisyenleri bar şarkıcılarını geçtik de o koca koca aydın geçinen yazarların filozofların tavrına ne demeli… Çıkardan yana olmak mı, bir tür korkaklık mı?..

“Entelektüel devrimci olabilmek için entelektüel olmaktan vazgeçmek gerekiyor.” demekle ne demek istemişti  Godard (bu sözü aktaran Ataol Behramoğlu, Türk Aydınının Sivas’la İmtihanı, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2008)

Walter Benjamin 1933’te Almanya’yı terk ederek Paris’e yerleşmiş Yahudi kökenli ve Nazi baskısıyla intihara sürüklenmiş Marksist bir ideolog idi. Erich Mühsan, vicdani retçi (savaş karşıtı) olduğu için Oranienburgh’taki bir toplama kampında öldürüldü.

Buna karşılık Carl Schmitt, Hitler’in hukuk danışmanı anayasa mahkemesi başkanı oldu.  Anayasal (çoğunluğun) diktatörlüğünü savunmuştur.  “Parlamenter Demokrasi Sorunsalı” diye de bir kitap yazmıştır. Michel Faucoult, Leon Strauss hatta Nietzsche’yi etkiledi.

Nazi ideolojisinin felsefesine soyunmuş “Varlık ve Zaman”ın yazarı Profesör Martin Heidegger de bunlardan birisiydi.

Hitler denen ırkçı diktatörün böyle yandaşları da olmuştu ne yazık ki…

Bugün subliminal (gizli) ya da  açık açık (doğrudan) mesajlarla veriliyor doz…   Desensitize (tıpça duyarsızlaşmış, hissizleşmiş) bir toplum yaratılmak isteniyordu… Öyle ki ilk denemeler de (lobotomi) o dönemde yapılmıştır…

Oysa her koşulda  aydının mazeretsiz tavrı muhalif olmaktır Sartre’a  göre… “Entelektüelin görevi mistifiye edileni demistifiye etmektir” diyordu Fikret Başkaya. Yani anlaşılmaz hale sokulanı anlaşılır hale getirmek…

Metallica’da olduğu gibi militarizm, şiddet ve uyuşturucu karşıtı ya da “Barış mesajları” etkili olur mu olmaz mı? Elbet tartışılır…

Knut Hamsun gibi faşizm yanlısı Nobel ödüllü ünlü yazarlara karşılık bu ödülü reddeden Sartre “Kapitalistlerin benden intikam alma isteğinden başka bir şey değil” diyebiliyordu. “Legion d’honneur” ödülü veriliyordu bunu reddedebiliyor,  “Sartre, her şeyden önce bir Fransa’dır” diyebiliyordu De Gaulle. Çünkü Sartre, Fransa’nın Cezayir’deki soykırımına karşı dik duruş sergileyebiliyor ve sözde vatansever Fransızların eleştiri oklarını üzerine çekerek katliamcıların sundukları  “Vatan hainliği” payesini de göze alabiliyordu…

Sartre’nın  “orta sınıf ürünü”  diye nitelenen aydın konusunda başlattığı tartışma, aydınlar ile sorumluluğunu taşıdığı kitleler arasındaki günümüzde  aydın sorunu olarak ele alınmakta. Aydın kavramı bizde de Vedat Günyol ile başlayan bir dizi tartışmaya konu olur ve Oğuz Atay, Melih Cevdet Anday, Yusuf Atılgan, Demirtaş Ceyhun gibi yazarlarca roman veya deneme gibi türler yoluyla ele alınırlar…

Aydın konusundan ne anladığımız bugün hala tartışmalıdır ya da tartışılmalıdır…

“Bugün bizi yakından ilgilendiren sorun aydınlar tabakasıyla proletarya arasındaki uzlaşmaz karşıtlıktır.” Lenin (Bir Adım İleri İki Adım Geri)

Tamer UYSAL

https://www.facebook.com/tamer.uysal.125

Esad yanlısı milisler geri çekildi

Reuters’in haberine göre Suriye devlet televizyonu, Afrin’e giren hükümet yanlısı milislerin görüntülerini yayınladı. Görüntülerde, kamuflaj giyen milisler silahlarını ve Suriye bayraklarını sallayarak terör örgütü YPG’nin elindeki bir kontrol noktasından Afrin’e giriş yapıyor.

Reuters’ın Hizbullah medyasına dayandırdığı iddiaya göre Esad’a bağlı güçler Halep tarafından Afrin’e girmeye başladı. Afrin’e gidenlerin Suriye ordusu değil Esad rejimi yanlısı ‘halk birlikleri’ adı verilen milis güçleri olduğu belirtiliyor.

Suriye devlet televizyonu da kamuflaj giyen milislerin terör örgütü YPG’nin elindeki bir kontrol noktasından Afrin’e giriş yaparken görüntülerini yayınladı.

Suriye TV’si, Türkiye’nin milislerin girdiği bölgeyi vurduğunu da iddia etti.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, dün Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’le yaptığı telefon görüşmesinde “Suriye rejimi bu yola girerse sonuçları olur” uyarısında bulunmuştu.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da “Eğer rejim, YPG’yi temizlemek için girerse problem yok, YPG’yi korumak için giriyorsa bizi, Türk askerini hiç kimse durduramaz” açıklaması yapmıştı.

Edinilen bilgiye göre, bu grupların, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin gücünü çok iyi bildikleri ve gösteri amaçlı olmasa, gündüz vakti böyle bir harekete kalkışmayacakları değerlendiriliyor.

TSK’nın düzenlediği Zeytin Dalı Harekatı’nın ardından Suriye’de son durum; 

KÖYÜMÜZE DÖNMEYECEĞİZ, FADİME’Yİ DE GETİRECEĞİZ…

ilhan karaçayHollanada HABER’i yöneten dostlarım, Kasım sayısına,‘Toplanın gidiyoruz’ yerine, ‘TOPLANIN GİTMİYORUZ !’  şeklinde bir manşet düşünmüşler.
Nereden nereye mi?
Avrupa’dan Türkiye’ye tabii…

Ben de bu esprili manşete uygun bir yorum yazıyorum.

1964 yılında imzalanan işgücü anlaşmasından bu yana tam 53 yıl geçti.
Türkler 1964 anlaşmasından önce, yani 1960’tan bu yana Hollanda’ya gelmeye başladılar.
Ben, dünya turu yaparken yolumun düştüğü Hollanda’ya 1967 yılında geldim.
Yani tam 50 yıldır Hollanda’dayım.

Hollanda’ya gelen her Türk, üç beş yıl çalışıp, bir tarla ve bir traktör alma hayali yaşıyordu. Çabucak köylerine geri dönme planları ile yaşıyor ve çalışıyorlardı.
Ama maalesef öyle olmadı. Gönüllerde hep bu fikir ve istek vardı ama olmadı.

Tıpkı, Adanalı şarkıcı Ferdi Tayfur’un yaptığı gibi…

Ferdi Tayfur bir şarkısında şunları söylemişti:
Ne umutla geldik koca şehire
Allah sonumuzu hayır getire…
Hadi gelin köyümüze geri dönelim
Fadime’nin düğününde halay çekelim.
Bir başkadır Toroslar’ın yağmuru
Anam evde hazırlamış hamuru
Çok özledim havasını suyunu…
Hadi gelin köyümüze geri dönelim
Fadime’nin düğününde halay çekelim.

Evet, Ferdi Tayfur ‘Hadi gelin köyümüze geri dönelim, Fadime’nin düğününde halay çekelim.’ dedi ama, o da bizim gibi köyüne dönemedi. Adana yerine Tekirdağ’da binlerce dönüm arsa aldı ve tarımcılık yapmaya başladı.

FERDİ TAYFUR da köyüne dönmek istedi ama dönemedi

örgütleri ile birlikte, her on yılda değişik sorunlarla mücadele ettik.
İlk on yılda, işyerinde ‘suyu sıkılan’, hastalık halinde doktorlar tarafından zorla işe gönderilen yurttaşların sorunları ile uğraştık.

İkinci on yılda, aile birleşiminden kaynaklanan iskân sorunu ile uğraştık.
Üçüncü on yılda, çocuklarımızın eğitimi ile uğraştık.

Dördüncü on yılda, Avrupalılar´ın bizi Avrupa Birliği´ne kabul edip etmeme sorunu ile uğraştık.

Son on yılda ise, yurt içindeki siyasi tartışmaların yurtdışına sıçrayışı ile uğraşıyoruz.

Avrupalılar´ın, bizi AB´ye alıp almamaları artık çok önemli değil. Zira biz 5 milyonluk bir nüfus, yüzbin kişilik bir girişimci topluluğu, binlerce politikacı (ki, bunların içinde Bakanlar, milletvekilleri, Vilayet ve Eyalet Meclisi üyeleri, Belediye Meclisi üyeleri var) ve binlerce de akademisyen ile zaten Avrupa´ya girmişiz. Hatta buna ´girmişiz´ demek de hata, ´içeriden fethetmişiz´ demek daha doğru olacak.

Yaşam mücadelesini Hollanda sürdüren Türkler içinde, başarılara imza atanların sayısı gittikçe artıyor. Anavatanı, ‘arsa ve traktör almak’ için terkeden bu insanlarımızın çoğu, şimdilerde esnaflıktan orta boy  işletmeciliğe ve sonunda da büyük işadamlığına imza atıyorlar.

Öyle ya, Hollanda’ya bir asır önce gelmiş olan bir İtalyan, biraz palazlandıktan sonra bir ‘dondur­macı’ dükkanı açabilmişti. En ka­badayı İtalyan da nihayetinde bir ‘spagetti, makaroni ve pizza’ dükkanı açabilmişti. İtalyan öylece kaldı. 50 yıl önce buralara gelen bir İspanyol hiçbir girişimde bulun­madı. İşçi geldi, işçi gitti ve de işçi olarak öldü. 50 yıl önce gelen bir Faslı, ‘İslam kasabı’ olmaktan öte bir şey yapamadı. Bunlara kar­şın Türkler’in neler yaptığına bakıl­dığı zaman, yerli halkın bile yapa­madığı işlere el uzatmış oldukları görülür.

Tabii ki düşe kalka yaptı bu iş­leri Türkler. Avrupalı’nın hiç de alışık olmadığı bir sistemle, ana, baba, kardeş, amca, dayı dayanışması ile paralar toplandı ve akıllara yatan bir esnaflık başlatıldı. Deneyimsizlik pek çoğunu iflasa götürdü. Ama, nasıl ki bir çocuk düşe kalka yürümeyi öğrenirse,  bizim insanlarımız da düşe kalka esnaflığı öğrenmeye başladılar.

Bunları yapanlar, şimdi yaşları 80’e dayanan birinci nesil insanlarımızdı. Yaşları 50’yi bulan ikinci nesil insanlarımız bu işleri devraldılar. Üçüncü nesil in­sanlarımızın bir kısmı iyi bir eğitim­den geçtiler. Bunların hesapları daha kuvvetli. Bunlar sadece Türk lokantaları değil, İtalyan, Fransız, Yunan, Meksika, Arjantin ve ilgi çeken her ülkenin lokantasını işle­tiyorlar. Düşünün bir kere,

Amsterdam’da, kapısında ‘Peppino’ yazılı bir lokantaya giriyorsunuz, karşınıza İtalyanca konuşan perso­nel çıkıyor. Ama sonunda bakıyor­sunuz bunların tamamı Türk. Aynı durumla bir Fransız ve Meksika lo­kantasında da karşılaşabilirsiniz. İş­te bunların hepsi üçüncü nesil ço­cuklarımız. Üçüncü  nesil insanlarımız arasında bakanlıklarda, bankalar­da, sigorta şirketlerinde, telekomü­nikasyon firmalarında ve aklınıza gelebilecek her branşta önemli kol­tuklara oturmuş olanların sayısı da çok.

Sevinerek belirtelim ki, yetiş­mekte olan dördüncü nesil insanları­mızın büyük bir çoğunluğu ‘süper insan’ olacaklar. Görülüyor ki, iki ana dil ve iki ana kültürle yetiş­mekte olan bu insanlarımızın, yerli halktan fazlaları var. Zira bu insan­lar, yerli halk gibi tek dil ve tek kül­tür bilinci ile değil, iki dil ve iki kül­tür bilinci ile ‘düşünür’ oluyorlar. Abartmış olmayalım ama, bunların çoğu bir filozof kadar bilinçleniyor.

İşte, bu filozofi ve haletiruhiye içinde yetişmekte olan insanlarımı­zın bu başarıları dikkat çekmeye başladı. Bakanlıklar ve üniversite­ler bu konu üzerine eğilmeye baş­ladılar. Küçük ve orta ölçekli işlet­meler birliği de bu konuya eğildi.

Sözün kısası: Köyümüze gitmiyoruz kardeşim. Fadime’yi de inadına buraya getireceğiz.