Etiket arşivi: Galler

UEFA’NIN GARABESİ, FUTBOLUN GALABESİ…

Evet, UEFA garip bir plan yaptı ama futbol galip geldi.

Londra’da 70 bin İngiliz taraftarın, holiganvari tezahüratı altında ezilmeyen İtalyan futbolcular, futbol tarihlerine altın harflerle yazılacak yeni bir şampiyonluk daha kazandılar.

İngiltere’nin futbolunu küçümsemiyorum ama, biri hariç, maçlarının tamamını kendi seyircisi önünde oynamasını da adaletsiz buluyorum.

UEFA yöneticileri, Galler, İskoçya, Kuzey İrlanda ve İngiltere’den oluşan Büyük Britanya’nın, İzlanda, Kıbrıs ve Yunanistan etkisinden mi korkuyor?

İlhan KARAÇAY’ın analizi:
Tam bir aydır izlemekte olduğumuz Avrupa Futbol Şampiyonası, umut ettiğim gibi, İtalya’nın şampiyonluğu ile sona erdi. Şimdi bir ay kadar futbolsuz günler geçireceğiz ve ağustos ortasından itibaren futbola yeniden kavuşacağız.
Daha önceleri de belirtmiştim. Gazetecilik yaşamımda tam 6 Dünya Futbol Şampiyonası, 1 Mini Dünya Futbol Şampiyonası ve 6 da Avrupa Futbol Şampiyonası izleme şansını yakalamıştım.
1974 Almanya, 1978 Arjantin, 1980 (Uruguay, Mini Dünya Futbol Şampiyonası), 1982 İspanya, 1986 Meksika, 1990 İtalya ve 1994 Amerika Birleşik Devletleri’nde yapılan Dünya Futbol Şampiyonaları’ndan başka, 1976 Yugoslavya, 1980 İtalya, 1984 Fransa, 1988 Almanya, 1992 İsveç ve 2000 Hollanda-Belçika’da yapılan Avrupa Futbol Şampiyonaları’nı yakından izledim. Bunlara ilaveten, izlediğim kulüpler şampiyonalarının sayısı da bir hayli çok.
Ne var ki, son olarak televizyondan izlediğim ve tam bir ‘garabet’ olarak niteleyeceğim son Avrupa Futbol Şampiyonası, planlanan sinsi sonuç yerine, hak edilen bir sonuçla tamamlandı.
Dün akşam, Londra’nın Wembley Stadı’nda oynanan İtalya-İngiltere maçı, penaltı atışlarından sonra İtalya’nın galibiyeti ile sonuçlandı.
UEFA’nın garip kararına göre, her iki yarı final ve final maçları nedense Londra’da oynandı.
Özellikle iki yarı final maçının Londra’da planlanması acayip bir karardı ama, final maçının önceden planlanmış olması ve Londra’ya verilmesi daha acayipti.
Öyle ya, UEFA bu şampiyonayı bu defa bir veya iki ülkeye değil, tam onbir ülkeye vermişti.
Maç programları öylesine haksız yapılmıştı ki, bu haksız kararların ardında bir sebep aramak gerekirdi.
Teknik Direktör Mancini’nin takıma yerleştirmiş olduğu yeni düzen semeresini verdi ve
İtalya, fotoğrafta görülen zengin kadrosuyla son şampiyonluğu da kazandı.
Programa göre, İngiltere bir maç hariç tüm maçlarını Londra’da oynayacaktı ve öyle de oldu.
UEFA, sadece İngiltere maçlarını değil, iki yarı final maçını da Londra’ya koymuştu.
İngiltere’nin tüm maçlarını seyirci sayesinde kazandığını iddia etmeyeceğim ama, yarı finalde oynadığı Danimarka maçını seyirci etkisi ile kazandığını iddia edebilirim.
Aynı durum İtalya maçında da yaşandı sayılır.
Ama ne mutlu ki, İtalya’nın başarılı futbolu ve penaltılar, umulan sonucu getirmedi.
Stadtaki 70 bin İngiliz taraftarın, tam bir ‘holiganvari’ tezahüratına dayanmak, İtalyan futbolcular açısından büyük bir başarıydı. Topun taca çıkmasında bile stadı inleten İngiliz taraftarlar, topun İtalyanlar’da olduğu her anda yuhalamayı sürdürdüler.
İşte böyle bir ortamda maç oynayan İtalyan futbolcular, becerilerini de ortaya koyarak mağlup olmadılar ve penaltı atışları sonrasında da kazanan taraf oldular.
Şimdi gelelim UEFA’daki garabete.
UEFA yöneticileri, onbir ülkeye dağıttıkları maçları, neden İngiltere lehinde ayarladılar.
Bana göre, yönetim seçimlerinde oy potansiyeli çok yüksek olan İngiltere’yi kazanmak için.
Öyle ya, ‘İngiltere’ deyince ‘Büyük Britanya veya Birleşik Krallık’ hesaba katılmalı.
UEFA yöneticileri, Galler, İskoçya, Kuzey İrlanda ve İngiltere’den oluşan Büyük Britanya’nın, İzlanda, Kıbrıs ve Yunanistan’ı da etkisi altına alarak oy kullandıracağını hesaba katmışlar ve İngilterenin isteği doğrultusunda karar almışlardır.
Aslında aynı durum FİFA’da da yaşanmaktadır. İngiltere, FİFA’da da, Kanada, Avustralya, Yeni Zelanda ve irili ufaklı daha bir çok ülkenin oyunu yönlendirebileceği için çok güçlüdür.
Verilen demeçlerden ve yapılan yayınlardan anladığım kadarıyla UEFA yöneticileri, yapılan son yanlışın tekrarlanmayacağını ve bundan sonraki şampiyonaları, eskisi gibi yine bir veya iki ülkeye vereceklerini açıklamışlar.
‘Haydi hayırlısı’ diyelim ve İtalya’nın şampiyonluğuna da kocaman bir ‘Bravo’ diyelim.

İngilizlerin Canını Yakış Tarihimiz

    

 

19.yy ile 20.yy’ın ilk yarısına kadar dünyada “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk / The Empire On Which The Sun Never Sets” olarak adlandırılan İngiltere (E) yada İskoçya ve Galler’le birlikteki adıyla Büyük Britanya (GB) veyahut BB + Kuzey İrlanda ile beraberki ismiyle Birleşik Krallık (UK) hâl-i hazırda Akıl Oyunlarında etkili bir ülke.

92 yaşındaki Kraliçe Elizabet, sadece Birleşik Krallık’taki 2 tane adanın değil İmparatorluk Güneşinde sömürüldükten sonra nadasa bırakılan toplamda 2,5 milyarlık bir nüfusa ve 30 milyon kilometrekarelik bir yüzölçüme sahip tam tamına 53 ülkenin de Ana Kraliçesi; hemi de Pakistan, Bangladeş, Malezya, Nijerya gibi dev İslam ülkeleri dahil.

Bizim 1450-1600 arası rakipsiz, 1600-1700 arası ise diğerleriyle rekabet içerisinde Süper Gücümüzü temsil eden 600 küsur yıllık Osmanlı Güneşinin zeval dönemine denk gelse de 2’si onun son nefesinde ve 2’si de onun vârisinin doğuş ve yükseliş evrelerinde olmak üzere 4 kez İngilizlerin canını yakmışlığımız var.

Bunlardan ilki Çanakkale! 18 Mart’ta kutladığımız Deniz Zaferinin haricinde devrin Süper Gücü olan İngiltere’ye 25 Nisan’da başlayan ve tâ 9 Ocak 1916’daki Türk Zaferiyle neticelenen kara muharebelerindeki malûm başarılarımız ki artık kamuoyuna mâlolmuş durumda. Belediyeler ve muhtarlıklar günaşırı sefer düzenlemekteler.

İkincisi Kut’ül-Amare! Çanakkale’de işin sonuna gelmişken başlayan ve tam 5 ay sonra 29 Nisan 1916’da Türk Ordusu’nun kesin galibiyetiyle sonuçlanan, şimdilerde daha yeni yeni farkına varmakta olduğumuz Kut’lu Zafer. Burnundan kıl aldırmayan İngilizlere 23 bin kayıp verdirmekle kalmamış 13.800 İngiliz askerini de esir almışız. Bu alınanların 500’ü subay, bu subayların da 13’ü general, bu generallerden biri de İngiliz Ordu Komutanı Charles Ferrers Townshend.. Ve bu zaferin bizdeki karşılığı 350’si subay olmak kaydıyla 10 bin şehit.

Irak’ın başkenti Bağdat’ın güneyindeki Kut’a gidemesek de Elazığ’ın Hazar’ından doğan Dicle Nehri Kut Şehriyle her daim irtibatımızı sürdürmekte. Bir de Kut’ül Amare’deki şehitliğimizde tarihimizin hâlâ canlı şahidi 50 şehidimiz..

Üçüncüsü Kurtuluş Savaşı! Ve en önemlisi, ve en uzun sürelisi, ve en çetini… İstanbul derseniz; 13 Kasım 1918’te kaybettik, 6 Ekim 1923’te geri kazandık. Bizim İzmit derseniz, 15 Kasım 1918’de İngiliz işgali ve Ağustos 1920 başı Yunan işgali; Yunanlıları kovduğumuz 28-29 Haziran 1921 tarihine varmadan 26 Ağustos’ta Servetiye Mevzilerinde öldürülen İngiliz Generali ve onun cenazesini almak için 27 Ağustos 1920’de Haydarpaşa’dan özel gönderilen Kızılhaç Treni var.

İzmir dersiniz, Çanakkale dersiniz, Samsun dersiniz, Eskişehir dersiniz, Merzifon dersiniz, Kütahya dersiniz, Afyon dersiniz; bir tek “Biz Kurtuluş Savaşı’nda yalnızca Yunanlılarla savaştık” diyemezsiniz. İstihbarat savaşlarını ve şimdi sınırlarımızın dışında kalmış yerlerdeki sömürge savaşlarını da unutmamak lazım.

Dördüncüsü Kıbrıs Savaşı! Biri 20 Temmuz’da ve diğeri 14 Ağustos’da olmak üzere çifte Harekât ile kazandığımız Kıbrıs Zaferi de İngiltere, Amerika ve NATO’ya rağmen gerçekleşmiştir. Bu sırada bizim taraf 500 asker, 70 mücahit ve 270 sivil olmak üzere toplam 840 şehit; karşı taraf ise 4 bin kayıp vermiştir. Kıbrıs’ta birkaç ilçe büyüklüğünde İngiliz üsleri var ve Ortadoğu için Kıbrıs İngiltere’nin devâsa bir uçak gemisi hükmünde.

NATO’ya girişimizden sonra İngiltere’yi gücendirmemek adına Kut Bayramı’nı kutlamayı bıraktık da, Kıbrıs’ta İngiltere’nin dayatmasıyla bir türlü bitmek bilmeyen müzakereler yapıyoruz da, şu Yunanistan’ın çöktüğü 17 adamız ve 1 kayalığımıza neden sahip çıkamıyoruz? yoksa orda da rakibimiz İngiltere mi?