Etiket arşivi: Fazıl

BİR  CİNNET  CENDERESİNDEYİZ  HAYLİ  ZAMANDIR

BİR  CİNNET  CENDERESİNDEYİZ  HAYLİ  ZAMANDIR

 

(Tarihçiler geçmişi bugüne taşımayı severler. Devlet kuran milletlerin zamanla değişen sosyolojilerini devrin kaynaklarında da görmek mümkündür. O yüzden yazarken hep tarihe not düşüyormuş gibi hissederim. Sandıktan 4,5 yıl öncesine ait bir yazı buldum; belki günü okumaya yardımcı olur diye paylaşıyorum.) 

 

2009’da Etiler’deki üniversiteye hazırlık öğrencisi Münevver Karabulut Cinayetiyle açığa çıkmaya başladı toplumsal yozlaşmamızın cinnet seansları. Cinayet ile cinnet sözcükleri aynı kökten doğmuş olsalar da bu olaydaki vahşete bakılırsa I.Dünya Savaşı’ndaki Taşnak ve Hınçak Çetelerinin katliamlarını aratmaz. Tek fark; ammenin katli değil ferdin katli yani toplu katliam değil tekil katliam.

2013 Gezi Olayları’nda 19 yaşındaki üniversite öğrencisi Ali İsmail Korkmaz’ın histerik gurupların darp seanslarıyla öldürülmesi ve güvenlik güçlerinin öldüresiye müdahaleleri toplumsal fay kırıklarının deprem habercisi gibiydiler.

Ardından 2014 Kobani Olayları’nda 16 yaşındaki lise öğrencisi Yasin Börü’nün PKK / KCK sempatizanlarınca defalarca öldürülmesi (işkence, balkondan atma, üzerinden arabayla geçme, başını taşla ezme ve yakma) toplumsal cinnetin örgütlenmiş haliydi.

İlk cinayette halk tabiriyle ‘manyamış’ bir aileyi, diğerlerinde ise karşıt gurupları suçlayarak işin içinden çıkmaya çalışırken 2015 yılı normal ve sıradan bireylerin de cinnet sınırlarında gezindiğini aleni göstererek toplumsal huzurumuzun yangın sirenlerini çaldı.

İzmit – Kandıra yolunda işkenceyle öldürüldükten sonra kesilerek poşetlenen ve yakılan 1 çocuk annesi Nuran Dutlu olayının şokunu Kocaelili biri atlatmaya çabalarken Tarsus’ta önce tecavüz, bıçak ve levye ile öldürülen sonra cesedi parçalanarak yakılan üniversite öğrencisi Özgecan Aslan vakasıyla karşılaştık. Bu sonuncusundaki ortak toplumsal sahiplenme bir hafifletici sebep gibi yaramızı biraz olsun hafifletti.

Ne şarkıcıların “Ne oldu bize?” şarkıları, ne şairlerin “Ne oldu bize böyle?” şiirleri açıklayabilir halimizi. Bir acayip toplum olduk master – doktora araştırmalarına konu olacak. Bir sosyal doku bozukluğu ve bireysel cinnet sapması toplumsal geleceğimiz adına tehlike çanlarını çalıyor. Dahası artık vaka-yı âdi’ye girmeye duran intihar vakaları.. Aldatmalar, boşanmalar, banka soymalar, şebeke vaziyetli dolandırmalar…

Necip Fazıl’ın bir “Cinnet Müstatili” adlı eseri vardı; Yılanlı Kuyu da denilen hapishane notlarını anlatan ve kuşak çatışmasındaki bunalımları işleyen. Yazar M. İdris Zengin’in bugünkü Türkçeye “Delirme Dikdörtgeni” olarak çevirisi aslında tam da halimizi anlatan bir durum. Coğrafî olarak da biraz dikdörtgenimsi olan Türkiyemiz – birileri cumhuriyet mi, başkanlık sistemi mi diye tartışa dursun – hızla cinnet cenderesine sürüklenmektedir.

Derin toplumsal ayrışmalar, sosyal kutuplaşmalar, siyasal ötekileştirmeler ve birleştirici olan dinin tam tersine bir yüzdesel yarılamaya alet edilmesi sosyolojik kırılmaları an meselesi yapar. Baştan beri aktarılan bu kötü tasvirler bu içtimaî cinnet halinin ferdî bilinçaltını ortaya döken örneklerdir.

Sınırlarının dışında kaoslar yaşanan bir ülkenin insanlarının iç halinin de kaotik olması mukadderdir. Ve dışarıdan gelebilecek kıvılcımlar içimizde biriken bu benzini / gazı yakmaya adaydır tarihin genelinde. İnşallah yaşamayız.

Yukarıdan aşağıya eda ve uslûp olarak yayılan psikopatik eğilimler artık kılcallarımızda dolaşmakta. Anomaliyi normal gören bir millet hızla anormalleşmekte demektir.

Allah bu millete acısın ve onu tarihî misyonuna iade etsin.

Aydınlar Üzerine…

“Kapalı odanızdan çıkın, çevrenize bakın ve yanıtlarınızı sokakta arayın. Her yerde barışçıl ve silahsız yurttaş yığınlarını kurşunlayarak iç savaşı başlatan bizzat hükümet olmamış mıdır?” Lenin (İki Taktik)

Aydınlar ya da aydın sorunu üzerine yazılmış en bilindik derli toplu kitap Jean Paul Sartre tarafından yazılmıştır “Aydınlar Üzerine” (Plaidoyer pour les intellectuels) . Geçtiğimiz yıl okumuştum aydınlar üzerine kitabını. Sartre, tarihte Nobel ödülünü ilk reddeden kişidir bunu açıklarken “resmi ödülleri hep reddetmişimdir” diyordu… 1938 de kaleme aldığı bu eserin Fransa’nın Cezayir soykırımı ile Nazilerin henüz Musevilerin soykırımına (holokost) başlamadıkları yani 2.Dünya Savaşı’nın başına denk gelmiş olması önemini daha da arttırmaktaydı. Kitabında özetleyecek olursak aydın için, “ezilen sınıf için şüpheli, egemen sınıf için hain” sayılan kişi saptamasını yapıyordu Sartre. Sartre’a göre kısaca aydın, “Çabası hâkim sınıfça suç sayılan kimse” idi.

Evvelki yaz görevden istifa ettikten sonra emekli olana kadar olan boşluğu doldurmak için edindiğim yazlığın olduğu Kumla’da (Gemlik’e bağlı bir sayfiye) okuduğum aydınlar üzerine yazılan birçok kitaptan da birisiydi.

Kumla’da sadece kitap mı okuyordum? Hayır. Büyük Kumla’da küçük parkta kitap okuyup kulaklığımı takarak sevdiğim müzikleri de dinliyorum. Büyük Kumla’dan Küçük Kumla’ya dönüşümde yolumun üzerinde hoşuma da giden ama nedense hep çok sakin fakat çaldığı müzikler genelde ilgimi çeken bir cafe vardır. Girişindeki takta “Laz Olympus” yazan bir eğlence merkezinin içindeydi.

Yine birgün kulaklığı çıkarıp elime alarak önünden geçerken bahçesinde bir masa çevresinde oturmuş 3-4 genç…

O sırada sık sık dinlediğim Metallica’nın en hit parçalarından birisi çalıyordu: “Wherever I may roam”. Gençlerden biri nereden geliyor bu ses diye sağına soluna bakıp arkadaşlarına sormuştu. İçlerinden biri beni gösterince bu gencin yumruğunu kaldırarak bana uzun bir “helal” çekmesi aklımdan hiç çıkmıyor…

Metallica ya da mensup olduğu heavy metal grupların yaptığı müzik bazı çevrelerce ülkemizde de, gürültücü, ahlak dışı işlere veya şiddete özendiren bir müzik türü olarak görülür ve böyle “kültürleme” yaptığı iddia edilir. Öyle mi peki? Yok…

Metallica ve önde giden heavy metal gruplar ki (öncü olarak hep Megadeth ve İron Maiden’le birlikte akla gelir) aksine şiddeti teşvik etmezler, eskilerin deyimiyle eğretileme, mecazlar ya da taliller yoluyla yererler…  Aksine batıyı batılı eleştiren varoluşçuluğun öncüsü Kierkegaard’ın deyimiyle “estetik aşama”ya takılıp kalmış yani hazların peşinde koşan kesimlerin yaşam biçimlerini eleştirirler…

Bunlardan birisi de hiç kuşku yok ki burjuvazinin kapitalist sistemlerin krize sürüklediği toplumsal koşullarda başvurdukları savaş politikalarıdır… Misal “No Remorse” tam da böyle bir şarkıdır:

“Kan besliyor savaş makinesini

Ülkeyi yiyerek yolunu açarken

Duymuyoruz kederi hissetme gereksinimini

‘Acıma yok’ tek emirdir bizim için


Yalnızca güçlüler sağ kalır

Zayıf ırkı kurtarma isteğimiz yok

Yeni gelen herkesi öldürmeye hazırız

Suratınıza doğrultulmuş dolu bir silah gibiyiz”,

der Metallica…

“Aydın kendi çıkarlarıyla toplumun çıkarlarını eş gören toplumun demokrasiye kavuşması için kendini borçlu ve sorumlu sayan kimsedir” demişti Aziz Nesin [Fehmi Enginalp’in (Aziz Nesin’in Bursa Günleri) kitabındaki  Nahit Kayabaşı ile Söyleşisi’nden alıntıladım] Her çağ ve toplumda ne yazık ki koşullara göre olması gerek aydın için bir de aydın sorunu var. Fazıl Say, “Arabesk, toplumsal çöküşün ölümü bekleyen tembel ruhudur” demişti bir yerde. Hadi bugün taverna müzisyenleri bar şarkıcılarını geçtik de o koca koca aydın geçinen yazarların filozofların tavrına ne demeli… Çıkardan yana olmak mı, bir tür korkaklık mı?..

“Entelektüel devrimci olabilmek için entelektüel olmaktan vazgeçmek gerekiyor.” demekle ne demek istemişti  Godard (bu sözü aktaran Ataol Behramoğlu, Türk Aydınının Sivas’la İmtihanı, Cumhuriyet, 4 Temmuz 2008)

Walter Benjamin 1933’te Almanya’yı terk ederek Paris’e yerleşmiş Yahudi kökenli ve Nazi baskısıyla intihara sürüklenmiş Marksist bir ideolog idi. Erich Mühsan, vicdani retçi (savaş karşıtı) olduğu için Oranienburgh’taki bir toplama kampında öldürüldü.

Buna karşılık Carl Schmitt, Hitler’in hukuk danışmanı anayasa mahkemesi başkanı oldu.  Anayasal (çoğunluğun) diktatörlüğünü savunmuştur.  “Parlamenter Demokrasi Sorunsalı” diye de bir kitap yazmıştır. Michel Faucoult, Leon Strauss hatta Nietzsche’yi etkiledi.

Nazi ideolojisinin felsefesine soyunmuş “Varlık ve Zaman”ın yazarı Profesör Martin Heidegger de bunlardan birisiydi.

Hitler denen ırkçı diktatörün böyle yandaşları da olmuştu ne yazık ki…

Bugün subliminal (gizli) ya da  açık açık (doğrudan) mesajlarla veriliyor doz…   Desensitize (tıpça duyarsızlaşmış, hissizleşmiş) bir toplum yaratılmak isteniyordu… Öyle ki ilk denemeler de (lobotomi) o dönemde yapılmıştır…

Oysa her koşulda  aydının mazeretsiz tavrı muhalif olmaktır Sartre’a  göre… “Entelektüelin görevi mistifiye edileni demistifiye etmektir” diyordu Fikret Başkaya. Yani anlaşılmaz hale sokulanı anlaşılır hale getirmek…

Metallica’da olduğu gibi militarizm, şiddet ve uyuşturucu karşıtı ya da “Barış mesajları” etkili olur mu olmaz mı? Elbet tartışılır…

Knut Hamsun gibi faşizm yanlısı Nobel ödüllü ünlü yazarlara karşılık bu ödülü reddeden Sartre “Kapitalistlerin benden intikam alma isteğinden başka bir şey değil” diyebiliyordu. “Legion d’honneur” ödülü veriliyordu bunu reddedebiliyor,  “Sartre, her şeyden önce bir Fransa’dır” diyebiliyordu De Gaulle. Çünkü Sartre, Fransa’nın Cezayir’deki soykırımına karşı dik duruş sergileyebiliyor ve sözde vatansever Fransızların eleştiri oklarını üzerine çekerek katliamcıların sundukları  “Vatan hainliği” payesini de göze alabiliyordu…

Sartre’nın  “orta sınıf ürünü”  diye nitelenen aydın konusunda başlattığı tartışma, aydınlar ile sorumluluğunu taşıdığı kitleler arasındaki günümüzde  aydın sorunu olarak ele alınmakta. Aydın kavramı bizde de Vedat Günyol ile başlayan bir dizi tartışmaya konu olur ve Oğuz Atay, Melih Cevdet Anday, Yusuf Atılgan, Demirtaş Ceyhun gibi yazarlarca roman veya deneme gibi türler yoluyla ele alınırlar…

Aydın konusundan ne anladığımız bugün hala tartışmalıdır ya da tartışılmalıdır…

“Bugün bizi yakından ilgilendiren sorun aydınlar tabakasıyla proletarya arasındaki uzlaşmaz karşıtlıktır.” Lenin (Bir Adım İleri İki Adım Geri)

Tamer UYSAL

https://www.facebook.com/tamer.uysal.125

Manisa’da İlginç Olay!

Manisa’da iş adamı Fazıl Sağıroğlu, Manisa Büyükşehir Belediyesi’nin kuruma iş yapan firma ve müteahhitlerden Büyükşehir Belediyespor için zorla bağış topladığını iddia etti.  Manisa’da yayım yapan Süreç Haber‘e konu olan olayı, gazeteye belgeleri ile aktardı. Kendisinin de bu konuda mağdur edildiğini savunan Sağıroğlu iddiasında, “Bağış yapmayı kabul etmediğim için, hak ettiğim 72 bin TL paramı yatırmadılar. ‘Bağış yap, paranı veririz’ dediler. Paramı vermedikleri için zorla bağış yaptım. Hakkımı helal etmiyorum” dedi.

BORÇ ALIP BAĞIŞ YAPTIM
Bağış istendiği dönemde düğün yapacağını ve harcamalar nedeniyle maddi anlamda zorlandığını dile getiren Sağıroğlu, “Hesabımda para olmadığı için benden zorla istenen bağışı yapamamıştım. Daha sonra bir yakınımdan 4 bin TL borç alarak Manisa Büyükşehir Belediye Spor Kulübü Derneği’ne bağış yaptım. Bağışı yaptığım gün hesabıma paramı yatırdılar. Elimde makbuzları var” diye konuştu.

BAĞIŞ YAPMAYANA İNŞAAT RUHSATI VERMİYORLAR

Manisa’da konut yapan müteahhitlerin de aynı dertten yakındığını ancak çekindikleri için konuşmadıklarını belirten Sağıroğlu bir başka iddiasında, “Belediye içerisinde bulunan daire başkanlıklarının çoğunda, işler bu şekilde yürüyor. Müteahhit binayı bitiriyor. Ruhsat talep ettiğinde direkt olarak, Manisa Büyükşehir Belediye Spor Kulübü Derneği’ne bağış isteniyor. İnsanlarda mecbur kaldığı için bağış yapmak zorunda kalıyor” şeklinde konuştu.

NE KADAR BAĞIŞ TOPLANDI? AÇIKLANMALI

Ortaya atılan bu iddialar üzerine, Süreç Gazetesi kamuoyuna adına Büyükşehir Belediyesi’ne sorularını yöneltti.
Manisa Büyükşehir Belediye Spor Kulübü Derneği’ne, bugüne kadar kaç para bağış yapıldı?
Bu bağışlar hangi iş adamları ve firmalar tarafından yapıldı?
Bu bağışlar nerelere, hangi şekilde harcandı?

 

Orta Ölçekli Sanayi Sitesi’nde demir doğrama atölyesi bulunan iş adamı Fazıl Sağıroğlu’nun Manisa Büyükşehir Belediyesi ile ilgili ortaya attığı iddialar kafaları karıştırdı. Eski garajın sökülmesi için doğrudan temin ile Manisa Büyükşehir Belediyesi’nin işini aldığını ifade eden Sağıroğlu, işi bitirdikten sonra hak ettiği parayı istediğinde, kendisine verilen cevapla şok yaşadığını söyledi.

BAĞIŞ YOKSA PARA DA YOK
İşi tamamladıktan sonra anlaştıkları bedel olan 72 bin TL’yi talep ettiğini ifade eden Sağıroğlu, aldığı cevabı şu iddiayla açıkladı. “Ancak alacağımıza karşılık benden Manisa Büyükşehir Belediye Spor Kulübü Derneği’ne, 4 bin TL bağış yapmam istendi. Bende bu bağışı yapmak istemediğimi, hak ettiğim paranın verilmesini talep ettim. Ancak bağışı yapmazsam, paramın ödenmeyeceğini söylediler.”

BORÇ ALIP BAĞIŞ YAPTIM
Bağış istendiği dönemde düğün yapacağını ve harcamalar nedeniyle maddi anlamda zorlandığını dile getiren Sağıroğlu, “Hesabımda para olmadığı için benden zorla istenen bağışı yapamamıştım. Daha sonra bir yakınımdan 4 bin TL borç alarak Manisa Büyükşehir Belediye Spor Kulübü Derneği’ne bağış yaptım. Bağışı yaptığım gün hesabıma paramı yatırdılar. Elimde makbuzları var” diye konuştu.

FİRMALAR İŞ YAPMAKTAN KAÇIYOR

Bu şekilde çok sayıda firma ve müteahhidin mağdur edildiğini iddia eden Sağıroğlu, “İş yapan firma ve müteahhitlerden zorla bağış istendiği için, çok sayıda arkadaşımız Manisa Büyükşehir Belediyesi’ne iş yapmaktan kaçıyor. İstenen bağışlar yüksek meblağlar. Halen içeride alacağım 3 bin TL var. Bunun için bile yüzde 10 bağış istiyorlar. Bende yatırmadığım için bu paramı da alamadım” dedi.

BAĞIŞ YAPMAYANA İNŞAAT RUHSATI VERMİYORLAR
Manisa’da konut yapan müteahhitlerin de aynı dertten yakındığını ancak çekindikleri için konuşmadıklarını belirten Sağıroğlu, iddiasında şu ifadelere yer verdi. “Belediye içerisinde bulunan daire başkanlıklarının çoğunda, işler bu şekilde yürüyor. Müteahhit binayı bitiriyor. Ruhsat talep ettiğinde direkt olarak, Manisa Büyükşehir Belediye Spor Kulübü Derneği’ne bağış isteniyor. İnsanlarda mecbur kaldığı için bağış yapmak zorunda kalıyor.”

SOSYAL MEDYA’DAN DA TEPKİ GÖSTERMİŞ
İş adamı Fazıl Sağıroğlu, yaşadığı bu olayı kendi sosyal medya hesapları üzerinde de gündeme getirdi. Manisa Büyükşehir Belediye Spor Kulübü Derneği’ne yaptığı bağış makbuzunu sosyal paylaşım sitesi Facebook’ ta paylaşan Sağıroğlu, “Siz rüşvetin, hırsızlığın resmi yolunu gördünüz mü?” diyerek tepki gösterdi.

NE KADAR BAĞIŞ TOPLANDI? AÇIKLANMALI

Ortaya atılan bu iddialar üzerine, Süreç Gazetesi kamuoyuna adına Büyükşehir Belediyesi’ne soruyor.
– Manisa Büyükşehir Belediye Spor Kulübü Derneği’ne, bugüne kadar kaç para bağış yapıldı?
– Bu bağışlar hangi iş adamları, şahıslar ve firmalar tarafından yapıldı?
– Bu bağışlar; nerelere, ne kadar ve hangi şekilde harcandı?

Kaynak: Manisa Süreç Haber

İlgili Haber Link: http://www.surechaber.com/gundem/buyuksehir-den-buyuk-harac-h15974.html

 

Konuyla ilgili açıklama geldiğinde, gazetemizde yayımlanacaktır.

13 EYLÜL – VİYANA’DAN SAKARYA’YA

13 EYLÜL – VİYANA’DAN SAKARYA’YA

 

Koşturduğumuz atların nalları döküldü

Kaderimiz Kızılırmak gibiydi içe büküldü

 

süleyman pekinDemiş Şair ama niye demiş, nerde demiş? 1299’larda kurduğumuz ve 15’le 16.yy’ların Süper Gücü olan Cihan İmparatorluğumuzun kaderinin tersine dönmesine.. Ve onunla birlikte Türk Milleti’nin talihinin makûsiyet kesbetmesine..

14 Temmuz 1683’te başladı II.Viyana Kuşatmamız; devâsa bir ordu, devâsa bir komutan ve devâsa iddialarla. 2 ay sonra 13 Eylül’de savaş bittiğinde nâmağlûp bilinen bir ordu yenilmiş, komutan idam edilmiş ve hepsinden daha önemlisi Osmanlı artık Gerileme ve Dağılma iklimine doğru girmişti.

Tam 238 yıl sürdü bu sürükleniş. Tesbih taneleri gibi ülkelerden biriktirdiğimiz Devlet-i Âliye’den bu sırada elimize bir tek Anadolu kalmış; onun da kaderi batısından ve güneyinden çorap gibi sökülmeye başlamıştı.

23 Ağustos’ta başladı 2,5 asırlık kötü gidişâtımızı durduran savaş ve 13 Eylül 1921’de tam 22 günlük / gecelik canhıraş bir boğuşmadan sonra bitti. Avusturya’nın Başkenti olan Viyana önlerinden başlayan geri çekilişimiz 2 bin kilometre sonra Ankara’nın Polatlı İlçesi yakınlarında sona erdi.

Tuna Nehri’nin öbür yanında başlayan mücadelemiz Sakarya Nehri’nin beri yanında bitti. Ve Necip Fazıl’ın meşhur Sakarya Türküsü’ndeki gibi iki büklüm vaziyetteki Türk Milleti’nin Ayağa Kalk’masıyla nihayetlendi. Zaten bu şiir yazıldığında Sakarya Zaferi daha 28 yaşına basmamıştı, yani bilinçaltı “Sırtına Sakarya’nın, Türk tarihi vurulur” mısraındaki kronolojik bakışla doluydu.

Atlarla “Dörtnala geldik Uzak Asya’dan” ve “Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan bu memleket bizim” dedik. Onbinlerce atın kişnemesiyle girdiğimiz Viyana topraklarından ayrılırken onbeşbin şehit, onbinlerce yaralı ve beş bin esir bıraktık ardımızda. Ve Kısrakbaşı Anadolu’da yine bir at sembolleşecekti 5.713 şehit ve 18 bin yaralımızın yanında; adı Sakarya.

Atatürk’ün Büyük Taarruz’da sırtında duracağı ve sonradan Latife Hanım’a evlilik için hediye edeceği kahraman atı Sakarya.

II.İnönü Savaşı’nda sonra Mustafa Kemal’in İsmet Bey’e çektiği bir telgraf var: “Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin makûs talihini de yendiniz. İstilâ altındaki talihsiz topraklarımızla birlikte bütün vatan, bugün en ücra köşelerine kadar zaferinizi kutluyor. Düşmanın istilâ hırsı, azminizin ve vatanseverliğinizin yalçın kayalarına başını çarparak paramparça oldu.

Aslında o telgraf Sakarya Savaşı’nın, yani o en kritik zafer aşamasının telgrafı olmalıydı ve M.Kemal Paşa’ya çekilmeliydi. Zira Mart sonundaki II.İnönü Savaşı’ndan 4 ay sonraki Kütahya – Eskişehir Savaşları’nda öyle bir yenildik ki Sakarya Nehrinin doğusuna kadar çekildik. Öyle ki top sesleri artık Ankara’daki TBMM’den bile duyuluyordu. O yüzden “Vatan, Millet, Sakarya!” diyoruz.

Biz Türkler – II.Viyana yada Sakarya – nedense savaşları başlangıç tarihi itibariyle duyumsayabiliyoruz. Oysa aslolan neticedir. Ha, başlangıçsever bir halk olarak ille bir start vereceksek her sene okulların açılmasını 13 Eylül tarihiyle otomatiğe bağlayalım; böylece yüzlerce yıllık bir şuur serpintisiyle Bismillah demiş oluruz her yeni eğitim dönemine.

Vira Sakarya!

Bugün 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Barış Harekâtının 43. Yıldönümü

haluk_duralAdada sağlanan barış üzerine 1960 yılında kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyetini yıkan Kıbrıs Cumhurbaşkanı Makarios ve Makarios’a karşı darbe yapan faşist Nikos Samson’un Türklere başlattığı vahşi etnik temizlik ve soykırım saldırılarına karşı Türk Ordusu, Başbakan Ecevit başkanlığındaki CHP+MSP koalisyon hükümetinin kararlı tavrı üzerine Garanti Andlaşmasının verdiği yetki ile adaya müdahale edip Türk vatandaşlarının hayatını kurtararak, iki bölgeye ayrılan adaya 43 yıldır devam eden bir barış getirmiştir.

Bu harekât sadece Kıbrıs’a değil, faşist askeri cuntanın da yıkılmasına yolaçarak Yunanistan’a da iç barış ve demokrasi getirmiştir.

Hatırlamakta yarar vardır. Yunan propagandasının aksine Türkler Kıbrıs’ı Rumlardan değil, 1 Temmuz 1570’de Kıbrıs’a çıkan Lala Mustafa Paşa tarafından adayı işgal altında tutan Venediklilerden almışlardır.

Batı emperyalizmi; Yugoslavya, Çekoslovakya (barışçıl), Sudan, Libya, Irak ve Suriye’yi kanlı ve vahşi saldırılarla milyonlarca masum insanı “demokrasi, insan hakları, özgürlük” sloganlarıyla öldürerek bölüp, parçalara ayırırken, Kıbrıs’ta Türk Ordusunun varlığı ve koruyuculuğu altında 43 yıldır Türklerin, ilan ettikleri bağımsız Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinde olmak üzere, iki ayrı bölgede barış içinde yaşamalarını hazmedememekte, iki toplumun tekrar birleşerek Rumların liderliğinde Türklerin azınlık olacağı bir birleşik Kıbrıs kurulmasını istemekte ve her fırsatı kullanarak böyle bir çözümü zorlamaktadırlar.

Bunun iki temel sebebi bulunmaktadır. Birincisi Kıbrıs’ın sabit bir uçak gemisi gibi bütün Ortadoğuyu kontrol edebilecek bir coğrafî bir konumda olmasıdır. İkincisi ise Doğu Akdeniz yatağındaki petrol ve doğalgaz kaynaklarıdır.

Kıbrıs ve Doğu Akdeniz enerji varlıkları hakkındaki geniş bilgiye aşağıdaki bağlantıdan “Doğu Akdeniz Enerji Kaynakları” başlıklı makalemden ulaşabilirsiniz.

(http://www.dunya48.com/haluk-dural/24934-haluk-dural-dogu-akdeniz-enerji-kaynaklari)

Kıbrıs’a barış getiren, başta müdahale kararını alan Başbakan Bülent Ecevit ve Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan ile Kıbrıs Türklerinin bağımsızlık mücadelesinin liderleri Dr. Fazıl Küçük ve KKTC kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş olmak üzere, bütün Kıbrıs mücahitleri ve Türk Ordusunun şehit ve gazilerini minnet ve şükranla anarken, yaşasın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti diyoruz.

Saygılarımızla,

Haluk DURAL

Millî Merkez Genel Sekreteri

ŞEYH SAİD’İN ŞIHLIĞI VE ANARŞİSTLİĞİ

   

 

süleyman pekinTürkiye’de ihanetin tarihi yazılamaz. Yazılsa; 1.Beş–on ciltlik ansiklopedi olur, 2.İllâ biri birilerinin hısım-akraba-tanış olma keyfiyetindedir.

Kurtuluş Savaşı bunun turnusol kâğıdıdır. Ve büyük güçlüklerle halkın ancak 3’te 1’inin desteği alınarak gerçekleştirilmiştir. Tabii ki en büyük güçlük de Türk Milletini İstiklâl Savaşı’na ikna güçlüğü.

Atomu parçaladılar ve iki yerde bunun acımasızca ıspatına giriştiler. Bizse yüzyıldır iki algı veya alışkanlığı kıramadık. Bir; dinî jargon ve ünvanların geçiş üstünlüğü ve iki; etnik kökene dayalı suçlama yada sahiplenme.

Bir dersimde bir öğrencim “Şeyh Said’le beraber asılanlardan biri arkadaşımın dedesiydi” demişti. Ben de “Sülâlemden Kurtuluş Savaşı’nda eşkiyalık yapan veya 15 Temmuz’da Darbecilere katılan olsa onu savunmak zorunda mıyım yoksa kendi içimdeki çürük elmalara ilk tepkiyi benim mi göstermem gerekir?” diye sormuştum.

Bizim milliyetçi cenahın sık sık düştüğü hata Türk diye tanımladığı Oğuz / Türkmen kısmısı haricindeki unsurların kolay ihanet edebileceği kabulüdür. Sanki Yörük oğlu Yörük veya Kayı Boyundan, Karakeçili Aşiretinden olan kan grubu nedeniyle vatanını satamaz. İstiklâl Harbi’nde İç Anadolu ve Ege’de çıkan isyanlara bir bakın hele.

İhanet bir karakter meselesidir. “İhanet bir bilmecedir” diyen Attila İlhan’a bilmece cevabıdır. Karakterdeki zaaflar ve defolar yine rahmetlinin “Gece ihanete müthiş bir gerekçedir” mısraında olduğu gibi kendilerine imkân ve ikbal gerekçesiyle hızla mazerete dönüşebilirler. Ne diyor Kitab-ı Mübin: “Herkes kendi mizaç ve karakterine göre iş yapar.” (İsrâ 84)

Bu kabulün zıddında ise “Haziran 1925’te Diyarbakır’da 46 kişi idam edildi, onlar Kürt değil miydi?” mantığı var. Evet, muhtemelen çoğu Kürt’tü. Şapka İsyanında Rize’de asılan birkaç kişi belki Laz’dı, değildi. Dersim İsyanındakiler belki Zaza, Türkmen yahut Ermeni’ydi. Yada Alevî’ydi, Sünnî’ydi.

Tüm bu detaylar Devlet otoritesine düşmanlık, kanun tanımazlık, güvenlik güçlerine silahla karşı koyma ve kamu düzenini yerle yeksan etmeye teşebbüs gibi suçların sebep penceresinde değil. Feodal düzeni sürdürme dileği, vergi vermek yerine “Gücüm var, vergiyi ben toplarım” düşüncesi, eski köye yeni âdet getirenlerin karşılaştığı klasik muhafazakâr tepki yada dış destekli bir darbeyle bölgeyi veya devleti ele geçirme isteği bence çok daha açıklayıcı.

İslamcı cenahınsa her gördüğü sakallıyı dedesi zannetme hastalığı var. Batı’daki isyanda daha batıdaki Yunanistan’a ve Doğu’daki isyanda daha güneydoğudaki İngiltere’ye bakmak yerine Menemen’deki Mehmet “Derviş” lâkaplıydı, Ergani’deki Said “Şıh” ünvanlıydı kısmına takılır ve kolay aldatılır.

Ama 15 Temmuz’daki İsyanın elebaşılığını bir “Hoca”nın yapmasına bu kez aldanmadın. Oysa Diyanet’te imamlık ve vaizlik yaptıktan sonra emekli olan bir insan. Ömür boyu hep din – iman anlatmış görünmüş. Peygamber ve sahabeyi anlatırken cemaati kırıp geçirmiş. Ama neymiş; bunlar bahaneymiş, amaç devleti ele geçirmekmiş.

Ve neymiş; İmralı’daki mahpus Türkiye’deki hapishaneler hangi devletin kontrolündeyse o da onun kontrolünde olduğu gibi Pennsylania’daki kişi de doğal olarak koca dünyayı kontrol etmeye çalışan o ülkenin iç kontrolündedir. Hayatları o ülkelerin iradesindedir.

Son Devrin Din Mazlumları kitabında Necip Fazıl’ın tam 44 sayfa ikinci konu olarak Şeyh Said’i anlatması neyi değiştirir? 50 yıl sonra biri çıkıp “15 Temmuz 2016’da ordudaki Müslüman subaylara zulmedildi” diye yazsa ne kıymet ifade eder?

Şeyh Said’in heykelini dikseniz de, Dağkapı Meydanı’na Şeyh Said Meydanı deseniz de ve Referandum öncesi Şeyh Said’e “Fâtiha” gönderseniz de tarihte anarşist anarşisttir. Nokta!

 

Gazimağusa Belediye Başkanı İsmail Arter’in 15 Kasım Cumhuriyet Bayramı ile ilgili mesaj yayınladı

 Gazimağusa Belediye Başkanı İsmail Arter’in 15 Kasım Cumhuriyet Bayramı ile ilgili mesaj yayınladı. Arter Mesajnda;
arter“Kıbrıs Türk halkının mücadelelerle dolu tarihinde önemli bir mihenk taşı olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 33.  kuruluş yıldönümünü büyük bir heyecanla kutluyoruz.
1878’den başlayarak umutsuzluğa kapılmadan kararlılıkla haklarını savunan Kıbrıs Türk halkı, adadaki varlığını sürdürerek, gelecek kuşaklara kendi kaderini belirleme hakkını armağan etmiştir.
En zor dönemlerde verilen mücadele, bundan sonra yürüyeceğimiz yolda bizlere örnek olacak bir mücadeledir ve bu onurlu geçmişimiz nedeniyle Kıbrıs Türk Halkının bu topraklardaki kökleri sökülemeyecek kadar sağlamdır. Mehmetçikle Mücahitin omuz omuza verdiği mücadeleden ve Cumhuriyet’ten aldığımız güçle devletimizi en iyi noktaya getirmek için çalışmaya devam edeceğiz.
Hayatlarını halkımızın bağımsızlık ve özgürlüğüne adayan varoluş mücadelesi lideri Dr. Fazıl Küçük, KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Raif Denktaş ve şehitlerimizi rahmetle anıyor, gazilerimize şükranlarımızı sunuyor, tüm halkımızın Cumhuriyet Bayramını en içten duygularla kutluyorum.”
İsmail Arter,
Belediye Başkanı,

16. Sapanca Şiir Akşamları Başlıyor

 

Büyükşehir Belediyesi tarafından düzenlenen ‘16. Uluslararası Sapanca Şiir Akşamları’ 11 Ekim Salı günü başlıyor. Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanı İbrahim Aktürk, kültür sanat sezonunun başladığı Ekim ayında Sakaryalıları 16. Uluslararası Sapanca Şiir Akşamları ile buluşturacaklarını söyledi.sapanca

 

Sakarya Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanlığı tarafından düzenlenen 16. Uluslararası Sapanca Şiir Akşamları başlıyor. 11 – 15 Ekim tarihleri arasında gerçekleştirilecek programlarda söyleşi ve imza günleri, paneller, şiir sunumları ve dinletiler alanında usta isimler tarafından Sakaryalıların beğenisine sunulacak. Kültür sanat sezonunu Ekim ayı ile birlikte açtıklarını ifade eden Kültür ve Sosyal İşler Dairesi Başkanı İbrahim Aktürk, tüm Sakaryalıları 16. Uluslararası Sapanca Şiir Akşamlarına davet etti.

 

25 Ulusal 7 Uluslararası Şair

İbrahim Aktürk, “Her yıl düzenli bir kültür sanat ajandası ile şehrimizin entelektüel geleceğine bir şekilde dokunuyoruz. Paneller, konferanslar, tiyatro gösterimleri gibi birçok başlıkta etkinlikler düzenliyoruz. Yeni dönem kültür sanat sezonunu da Ekim ayı etkinlikleri ile açıyoruz. Ayrıca bu ay 16. Uluslararası Sapanca Şiir Akşamları da hemşerilerimizin beğenisine sunulacak. 25 ulusal 7 uluslararası şairin katılımıyla gerçekleştirilecek olan etkinliğimiz zengin bir içeriğe sahip olacak. Şiir Akşamları’na tüm kültür sanat dostları davetlidir” diye konuştu.

 

Etkinlikler Farklı Mekanlara Yayılacak

Aktürk, “11 – 15 Ekim tarihleri arasında gerçekleştireceğimiz etkinliklere farklı mekanlar ev sahipliği yapacak. İlk olarak açılış konferansımızı şiir dünyamızın önemli isimlerinden Hüsrev Hatemi ile gerçekleştireceğiz. Panel ve konferanslar, liselerde söyleşi ve imza günleri, Sakarya Üniversitesi ve Taraklı ilçesinde şiir sunumları gibi geniş bir yelpaze ile etkinliklerimizi şehrimizin farklı mekanlarına yayacağız. Programın son gününde de tüm şairlerin katılacağı ve Sapanca’da gerçekleştirilecek şiir sunumları ile etkinliğimizi sonlandıracağız.”

 

 

  1. Uluslararası Sapanca Şiir Akşamları etkinlik takvimi şu şekilde:

 

11 Ekim SalıAçılış Konferansı / 19.00 – Adapazarı Kültür Merkezi (AKM) – ‘Dünden Bugüne Şiirimiz’ Hüsrev Hatemi

 

12 Ekim ÇarşambaŞiir Sunumları ve Dinleti / 14.00 – Sakarya Üniversitesi – Melih Tuğtağ, Mahmoud Al Taweel, İsmail Kılıçarslan, Muhammed H. Bekri, Furkan Çalışkan, Fahredin Shehu, Mustafa Akar, Gökhan Ergür, Sıddık Ertaş, Şafak Çelik, Sevgi Yerlioğlu, Fazıl Baş

sapanca-jpg1

                                       Dinleti: Enver Mete Aslan & Ricardo Moyano & Murat Süngü (Ud & Gitar & Viyolonsel)

 

Panel / 19.00 – Adapazarı Kültür Merkezi (AKM) – ’15 Temmuz ve Türk Şiiri’ İsmail Kılıçarslan, Furkan Çalışkan, Mustafa Akar

 

 

13 Ekim PerşembeSöyleşi ve İmza Günü / 14.00 – Tes-iş Anadolu Lisesi – Şafak Çelik, Sevgi Yerlioğlu, Katitsa Kulavkova

 

Söyleşi ve İmza Günü / 14.00 – Erol Olçok Anadolu Lisesi & Serdivan Anadolu İmam Hatip Lisesi – Hüseyin Akın, Sıddık Ertaş, Elvedin Neziroviç

 

 

14 Ekim CumaSöyleşi ve İmza Günü / 14.00 – Cemil Meriç Sosyal Bilimler Lisesi – İhsan Deniz, Mustafa Muharrem, Aldo Kliman

 

 

Söyleşi ve İmza Günü / 14.00 – Vali Mustafa Büyük Kız İmam Hatip Lisesi – Nergihan Yeşilyurt, Zeynep Arkan, Naida Mujkiç

 

 

Şiir Sunumları ve Dinleti / 19.00 – Taraklı – Nadir Aşçı, Mahmoud Al Taweel, Dursun Güzel, Muhammed Hac Bekri, Nergihan Yeşilyurt, Fahredin Shehu, Sümeyra Yaman, Katitsa Kulavkova, Meryem Kılıç, Elvedin Neziroviç, Elyesa Koytak, Aldo Kliman, Ömer Yalçınova, Naida Mujkiç, İhsan Deniz, Mustafa Muharrem, A.Ali Ural, Hüseyin Akın, Zeynep Arkan

 

 

Dinleti:   Enver Mete Aslan  & Serkan Mesut Halili (Ud & Kanun)

 

 

15 Ekim Cumartesi – Final Programı / 18.00 – Sapanca – Şiir Sunumları

 

Dinleti: Hakan Dedeler &Meriç Dönük (Tanbur & Arp)

 

  1. Uluslararası Sapanca Şiir Akşamları’nda Sakaryalılar ile buluşacak isimler ise şöyle;

 

Hüseyin Akın / Meryem Kılıç / Sümeyra Yaman / Sevgi Yerlioğlu / Ömer Yalçınova / Şafak Çelik / Dursun Güzel /  Hüseyin Atlansoy / Elyesa Koytak / Sıddık Ertaş / Fazıl Baş / A.Ali Ural / Ercan Yılmaz / Meliğ Tuğtağ / İsmail Kılıçarslan / Nadir Aşçı / İhsan Deniz / Mustafa Muharrem Tüfekçi / Zeynep Arkan / Mustafa Akar / Gökhan Ergür / Nergihan Yeşilyurt / Furkan Çalışkan / Hüsrev Hatemi / Yılmaz Daşçıoğlu / Aldo Kliman / Elveddin Neziroviç / Fehredin Shehu / Katitsa Kulavkova / Mahmoud Al Taweel / Muhammed Hac Bekri / Naida Mujkiç

 

Büyük Ustalar Nazım Hikmet’le, Necip Fazıl Kısakürek Yalova’da Buluştu

Yalova Belediyesi, Cumhuriyet Meydanı’na koyduğu ‘Konuşan Banklarda’ edebiyatımızın iki değerli şairi Nazım Hikmet ile Necip Fazıl Kısakürek’i Yalova’da buluşturdu.ustalar Denize karşı vapur iskelesine doğru montajı yapılan konuşan banklar misafirlerine Nazım Hikmet’ten ve Necip Fazıl’dan şiirler okuyacak.
Konuşan bankların montajı sırasında çalışma alanına gelen Belediye Başkanı Vefa Salman; “Edebiyatımızın iki değerli şairi Nazım Hikmet ve Necip Fazıl’ın şiirlerinin seslendirildiği, üzerinde biyografilerinin yer aldığı konuşan banklar sayesinde vatandaşlarımız, hem yorgunluklarını atacaklar hem de iki şairimizin şiirlerini dinleyecekler.usta1 İki şairimizi Yalova’da bir araya getirip, en güzel şiirlerini Yalovalılara ve kentimize gelen misafirlerimize dinletme imkanı sağlamış oluyoruz. Türk Edebiyatı’nın gelecek kuşaklara aktarılması şairlerimizin tanıtılması için yapacağımız çalışma sadece bununla sınırlı kalmayacak. Önümüzdeki günlerde çok farklı projeleri de hayat geçirip vatandaşlarımızla paylaşacağız” diye konuştu.usta2