

KoçSistem, katkılarıyla IDC Türkiye tarafından otomotiv sektörüne yönelik hazırlanan “Geleceğe Hazırlanan Türkiye’deki Otomotiv Şirketleri Dijital Dönüşümün Potansiyelini Nasıl Kullanabilir” başlıklı araştırma raporu yayımlandı.

Türkiye otomotiv sektöründeki dijital dönüşümü ele alan “Geleceğe Hazırlanan Türkiye’deki Otomotiv Şirketleri Dijital Dönüşümün Potansiyelini Nasıl Kullanabilir” başlıklı sektörel araştırma raporunda, dünyada otomotiv sektöründe yaşanan dijital dönüşümün, bu dönüşümün yolunu açan yeni teknolojilerin; nesnelerin interneti, büyük veri ve veri analitiği ile robotik çözümleri üzerinden mercek altına alınıyor. Türkiye’de otomotiv sektöründe yaşanan gelişmeler, mevcut durum ve ihtiyaçların da analiz edildiği raporda, ayrıca IDC Türkiye ofisinin otomotiv sektörüne özel yaptığı araştırma ve anketlerden de çarpıcı sonuçlar paylaşılıyor.
Otomotiv sektöründe, dijital dönüşümü doğru ve güvenilir bir stratejik ortakla hayata geçirmenin verimli ve sonuç odaklı ilerlemek açısından kritik öneme sahip olduğunun altını çizen rapor; sektörde ileri teknolojileri temel alan dijital dönüşümün tedarikten perakendeye kadar her alanda gerçekleşmesi gerektiğini vurguluyor. Rapor, otomotiv sektöründe dijital dönüşüm sürecine giren veya bu süreci tamamlama aşamasında olan Orijinal Parça Üreticileri’nin (OEM) yanı sıra otomotiv tedarik sanayii firmalarına, bayi ve distribütörlere yol haritası sunuyor.
Dijital Dönüşümde Doğru Yol Arkadaşı ile Rekabet Avantajı
Zamanında ve bütçeye uygun hızlı kazançlar için güvenilir bir teknoloji partnerinin seçilmesi gerektiği belirtilen raporda, Türkiye’deki otomotiv endüstrisinin; dijital dönüşümü, hem yerel hem de küresel pazarlarda rekabetçi konumda olabilmek için altyapılarını ve süreçlerini güncelleme ve yenileme fırsatı olarak görmesi gerektiğine dikkat çekiliyor. Yeni ve ileri teknolojiler, sektördeki değer zincirinin temellerini sarsarak daha fazla inovasyon, maliyet tasarrufu, verimlilik ve daha iyi bir işbirliği imkânı sunuyor. Bu sayede şirketler, teknolojinin gerisinde kalmayarak rekabet avantajı sağlayabiliyorlar.
Değişen Tüketici Tercihleri Dijital Dönüşüm İçin Hem Zorlu Hem de İyi Bir Fırsat
Raporda, otomobil tüketicilerinin, artık spesifik özelliklere, stile ve performansa daha fazla dikkat ettiği vurgulanırken; OEM’lerin bu ihtiyaca standart model özelliklerinin üzerinde opsiyonel donanımları artırarak cevap verdikleri belirtiliyor. Bu durum, OEM’ler açısından süreci daha zorlu hale getirse de otomotiv tedarikçileri için iyi bir fırsat olarak değerlendiriliyor. Böylece, başarılı bir dijital dönüşüm içerisinde tedarikçiler; tedarik zinciri süreci üzerinden bütün şartları yerine getirerek OEM için kaliteli çözümleri ve güvenilir stratejik ortaklıkları sayesinde tercih edilen kurumlar haline geliyor.
Müşteri deneyimleri ve talepleri üzerinden şekillenen otomotiv endüstrisinin nihai tüketiciye ulaşan perakende alanında da dijital dönüşümü gerekli kıldığı değerlendirmesinin yapıldığı raporda, müşterilerin dijital alanda daha sofistike tercihler yapmaya ve araç satın alma deneyimini daha veri odaklı talep etmeye başladıkları belirtiliyor.
Rapordan çarpıcı veriler;
Haberimizi otomotiv sektöründe faaliyet gösteren okurlarımız başta olmak üzere tüm okurlarımızın ilgi ve bilgisine sunuyoruz.
IDC Türkiye Raporu’na ilişkin açıklamalarda bulunan KoçSistem Pazarlama Genel Müdür Yardımcısı Evren Dereci: “Dünyada ve Türkiye’de tüm sektörler çarpıcı bir değişim sürecinden geçiyor. Devrimsel yenilikleriyle her dönemde üretim başta olmak üzere iş dünyasına liderlik eden otomotiv sektörü de, dijital dönüşümün güçlü etkisinin en hızlı görüldüğü sektörlerin başında geliyor. Bu doğrultuda IDC Türkiye işbirliği ile otomotiv sektörünün uçtan uca dönüşümünde önemli faydalar sağlayacağına inandığımız bu araştırma raporunun hayata geçmesine katkı sağlamaktan ötürü mutluyuz. Türkiye’de otomotiv sektörünün dijital dönüşümdeki mevcut durumunu gözler önüne sermek, ileride varılacak noktayı ve tüm sektörün dönüşümü için atılması gereken temel adımları göstermek, dönüşüm yolculuğunun farklı aşamalarındaki otomotiv şirketlerine tarafsız bir rehber oluşturmak amacıyla yola çıktık. Bu amaç doğrultusunda, IDC Türkiye analistleri tarafından farklı kurum ve kuruluşlarla görüşülerek hazırlanan çalışmanın, ülkemiz otomotiv sektöründe dijital dönüşüm için önemli bir başucu kaynağı olacağına inanıyoruz” dedi.
IDC Türkiye Ülke Direktörü Nevin Çizmecioğulları, KoçSistem katkılarıyla hazırladıkları araştırma raporundan çıkan sonuçlar kapsamında;“Otomotiv sektörü oyuncuları, dijital dönüşüm ve inovasyon yolculuklarını, ancak doğru bilişim ve yan sanayi ekosistemi ile sağlıklı sürdürebilir, yerel ve global pazarda rekabetçi olabilir, kârlılıklarını arttırabilir”dedi.
|

Türkiye Cumhuriyeti yüzde yüz yerli ve yüzde yüz millî bir devlet olarak kuruldu. 23 ile 38 arasındaki dönem bunun nidüğünün ve nasılının ıspatıdır. Şeker fabrikalarından dış politik eksenlere kadar yerlilik, millîlik ve özgünlük destanıdır.
Koca Kurtuluş Savaşı kazanılmasına rağmen I.Dünya Savaşı’nın acı tecrübesinden midir nedir yoksa Atatürksüzlükten midir nedir, II.Dünya Savaşı’na girmediğimiz halde kaybetmiş gibi davrandık. Sanki biz yenilmişiz gibi ABD ile SSCB arasında ‘ho; lak, lak’ yaparak birinin himayesine girdik.
Bu meyanda yerli olsa da millî olamayan İsmet İnönü’yü Batmayan İngiliz Güneşi’ne karşı Almanların gölgesine sığınan II.Abdülhamit Han’a benzetirim. Bence Mustafa Kemal’in son dönem Türk tarihinde mukayesesinin yapılabileceği tek devlet adamı Enver Paşa’dır.
Üçüncü yol her zaman vardır. Kemal Sunal filmlerinde “Yazı mı, tura mı?” sorusuna merhumun “Dik!” cevabını vermesi gibi iki şıklık bir sınava mahkûm edildiğinizde kalıpları kırarak “C şıkkı” ihdas etmektir liderlik.
Hazin olansa Bağdat Paktı’nı Sâdâbâd Paktı’nın, Yeni Balkan Paktını da eski Balkan Antantı’nın yerine kuran ama tutturamayan Menderes Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun 2 kutuplu dünyada 3’ncü Yol arayan Bağlantısızlar’ın Tayland’daki konferansına Amerika adına bozguncu olarak gittikten 5 yıl sonra İhtilâl içre darbe yapan Amerikalılarca asılmasıydı.
Kimse alınmasın ama 45’ten bu yanaki 70 yıllık çizgi Amerikan vesayeti çizgisidir. 1959-60, 1974, 1977 ve 2015-16 gibi yol kazası hükmünde olan istisnaları saysak da, saymasak da genel puanlama değişmiyor. The United States is champion always in Turkey!
7 Haziran Seçimlerinden sonra Rusya, Çin, İran, Suriye yani Avrasya çizgisini alternatif olarak değerlendirmeyi düşünebilen Türkiye geçen ayki Tillerson & Erdoğan görüşmesiyle birlikte klasik NATO çizgisine avdet etmiştir. Haddizatında 2017 Ocak başından itibaren Başkanlık Sistemiyle ilgili tartışmaların başlamasıyla eşzamanlı olarak sansasyonel terör faaliyetlerin kesilmesi – ki çok şükür – devrimci arayışlara karşı muhafazakâr tercihlerin sinyalizasyon sistemi olarak görülebilir.
Exxon Mobil’in eski CEO’su, çiçeği solmuş Dışişleri Bakanı Rex Tillerson’la 3,5 saatlik görüşmeden 3-5 gün sonra 14 Şeker Fabrikasının meşhur Amerikan Şirketi Cargill için özelleştirilmesi kararı bu bağlamda eski ortaklığı muhkemleştirme kararıdır. İslamiyet’in güncellenmesiyle ilgili Cumhurbaşkanı’nın yaklaşımını desteklemekle birlikte “İnşaallah bu konu Tillerson görüşmesinde ele alınmamıştır” diye niyazda bulunmaktan da kendimi alamıyorum.
Özelleştirme Millîleştirme’nin tam tersidir. Millîleştirme ile millîlik arasında da doğrudan bağ vardır. Millî şirketlerin özelleştirilmesi gayrimillîlik olduğu gibi bunların hele hele yabancılara tahsislenmesi hem antiyerlilik hem de ecnebîciliktir.
Millî Ordumuzun Afrin başarısıyla ve yerli silahlarıyla gurur duyarız. Lakin ASELSAN, HAVELSAN, ROKETSAN gibi askerî kuruluşlarımızın tüm bilançolarının ecnebî denetim firmalarınca denetlenmesinin yüzde yüz yanlış buluruz. Bu da bir bakıma Kozmik Oda’ya girme durumu gibidir.
Şeker mevzusu epeyi ağzımızın tadını kaçırdı. Korkuyorum; millîlik de rahmetli Metin Millî’nin soyadı hatırası olarak kalmaz inşallah. Ne diyordu: “Seviyorum işte, var mı diyeceğin!”
Kahvemin Buharı

Denge diye bir takıntım var, beynimde sürekli tekrarlıyorum bu kelimeyi. Belki de kendimi ıslah etmeye çalışıyorum zaman zaman, yükselen cadı huylarımı törpülerken. Tüm hayatım dengeyi aramakla, aradığımı bulmak sanmakla, buldum sandığımı zıvanaya oturtmakla geçiyor, ümitsizce… Tam buldum diye huzura ererken yeni bir duygu fırtınası, kasırga, yine alt üst olan yaşamlar.
Çalışma masamda bile dengeyi arıyorum, dağınık olsa da her şeyin birbirine mesafesi benim belirlediğim gibi ruhumu sıkmayan ölçüde olmalı. Biyolojik sınırım ve haddini bilme kuralı hayatımın bu noktasında da geçerli. Kalemlerim ve not defterimi elime attığım noktada bulacağım, kahvemin buharı asla ekrana doğru esmeyecek ve hatta kuzey-batı koordinatlarına çevrilmiş olacak gibi psikopatça bir denge arayışı. Evimde özel benim diyebileceğim bir koltuğum yoktur, her yer benimdir, oturduğum yer yeryüzü koltuğumdur misali. İnanılmaz bir ait olma güdüsü. Ama nereye oturursam oturayım aynı konforu aramak gibi bir çelişkim de var. Kendimi yerleştirip huzuru bulana kadar sıkılıp kalkıyorum zaten. Sürekli bir rahatsızlık durumu ve değişme isteği. Bu da bir nevi dengesizlik aslında. Bütün hayatımız bu arayış, bu çabayla yitip gidiyor. İnsanoğlunun anlaşılamayan tutumu…
Dengeyi bulma çabamızda duygu ve mantık istisnasız savaş halinde. Ama bunun yanında duygularımız da kendi arasında mücadele ediyor. Herhangi bir şeye kahkahalarla gülerken beş dakika sonra başka bir şey için hüngür hüngür ağlayabiliyoruz. Hatta aynı şeye bile… Duygularımız sürekli oradan oraya sürükleniyor bütün gün. Gece yatağa girdiğimizdeki karakter ile sabah uyandığımızdaki karakterin aynı kişi olacağının bile garantisi yok. Bu yüzden insanı sabit varlık olarak ele almak büyük hata olur. İnsan, duygusal basıncı sürekli değişen, dengesiz süreçler bütünüdür. Bu yüzden her insan bir çeşit küçük evrendir ve kendi merkezinde salınır. Evrenin işleyişindeki disiplin insanlarda da mevcuttur. Evrende rastgele bir düzensizlik vardır, insanda da. Evrende çoğalan bir kargaşa vardır, hayatın her kademesinde de insanda da sürekli bir keşmekeş var. Evrende madde kararsız ve değişkendir. Misal su; yağmur olur toprağa düşer, gün gelir buhar olur tekrar gökyüzüne çıkar ve bulut halini alır. Değişir değişir değişir… İnsanın kararsızlığı efsanedir. Bütün hayatımız kararsızlıklar içinde yol almaya gayretlidir. Tam bir karar vermişken hemen yeni bir kararsızlık ortaya çıkar. Sonra tekrar ve tekrar… Duygu ve davranışlarımıza yansıyan karmaşa, hayatımızdaki o muhteşem dengesizliğin asıl kaynağıdır. Bizim DENGELİ diye adlandırdığımız kişiler duygularını ve mantığını yönetebilen kişilerdir. Burada da konu yine beyin loblarına gelir dokunur. Beynin sol tarafı matematiksel ve analitik işlerle uğraşırken sağ taraf daha çok yaratıcılık, tasarım, hayal etme gibi artistik işlerle ilgileniyor. Aslında mantık ve duygular arasındaki savaş bir nevi kalp ve beyin arasındaki savaştır. Galip tarafa göre kesin kararımızı alırız.
Dengede dediğimiz insan her iki tarafa da eşit derecede yakın olmalı ve bu durumdan faydalanabilmelidir. Süregelen mantık ve duyguları arasında bir denge olmalıdır. Fakat günümüzde daha çok mantığımızla hareket etmeye doğru toplumsal bir baskı hissediyoruz. Bu yüzden bugün duygularımız hiç olmadığı kadar acı çekiyor. Kendimizi bir türlü ifade edemiyoruz gibi hissediyoruz. Ya da ifade etsek dahi karşımızdaki kişi mantıksal bir umursamazlıkla değersizleştiriyor duygusal akımlarımızı. Duygularımızı bu kadar geri plana atmışken özümüzde var olması gereken duyguların eksikliği çoğalıyor ve duygusal keşmekeş büyüyor, mantıksal dünyamızda. Mantıksal başarı yakalanmışken duygusal boşluklar muazzam artıyor. Her şeye rağmen içeriden bir ses ısrarla bir yerlerde yanlış yaptım, hala eksik hissediyorum ama nerede? diye sorarken, o boşluğun materyal dünyaya değil, ruhsal dünyaya ait olduğunu bir türlü kestiremez. Bu döngü katlana katlana devam eder ve büyür.
Bu olgunlaşma yolculuğumuzda tüm bu dengesizlik içinde dengeyi ararken de aslında o büyük dengenin bir parçası olmaya devam ettiğimizi görürüz. Evreni açıklayan entropi (sistemdeki rastgelelik ) ve kaos (karmaşa) teorisi dengesizlik üzerine kurulu ve böylece evrende muazzam bir denge oluşuyor. Bu tanımdaki karşıtlık bile aslında kendi içinde bir denge halinde. Küçük kainat olan insan da kendi küçük dengeyi bulma çabalarıyla bu dengesizliğe ve kaosa hizmet etmekten başka ne yapıyor ki? O yüzden dengesizim diye üzülmeyin, rahat olun. Dengesizliğin kendisi de dengenin bir parçası bu karmaşık evrende.
Hassas terazili günler,
Dilek ALP
1985’de atandığım Çanakkale’de, Garnizon olarak “75.yıl Çanakkale 18 Mart Kutlama Törenleri” icra edilecektir. Törenlere, 12 Eylül Kenan Evren yönetiminin muhalefine rağmen başbakan ve sonra da cumhurbaşkanı seçilen ve ilk sivil kökenli 8. C.bşk.mız Özal da katılacaktır. Merasim günü gelir ve şehir merkezindeki törenlerde, ben de hava birliğinin başındaki komutanı iken, Özal aracından iner. Protokoldaki yerini alırken, herkes ayağa kalkar. Ancak, birisi vardır ki ayağa kalkmaz! Ortalığa bir anda soğuk duş etkisi yaptıran ve hemen gözümün önünde cereyan eden olayı gerçekleştiren Ç.kale SHP Bld. Bşk. İsmail Özay’dır. Ayrıca, konuşmasına da cumhurbaşkanını atlayarak sözüne “Başbakanım” hitabıyla başlamış ve hiçbir saygıyı göstermemişti!
Önümde cereyan eden bu terbiyesizliğe karşı milletimiz de çok üzülmüştü. Rahmetli Özal’a karşı yapılan bu terbiyesizliği ertesi gün manşetlerinde destekleyen yüzsüz Kartel Basını da tarihimizde “acı derin izler” arasında gereken yerini almıştı. Tüm ihtilâlcilere, Menderes ile 2 bakanının asılmasına, sağcı-solcu ayırımıyla gençlerimizin birbirini kırmalarına ve idamlarına, kıyafet zulümlerine seyirci kalan, hatta destekleyen, bizleri, inancına-kültürüne aykırı yaşatmaya çalışan, bugün de “haçlı-siyonist kafilesiyle” işbirliğini hiç bırakmayan aynı basın, aynı medyadır!
95 yılda millî iradenin defalarca ayaklar altına alınmasını ve “açık oy-gizli tasnif” gibi garip seçimleri de gördük. 1980′ de “mecliste 6 ay süren 115 turda” reisi-cumhuru seçemedik. Ekmek-benzin-peynir kuyruklarıyla geçen koalisyonlarda, hükümet ömürleri 1.5 yılı geçmedi. Güven oylamasında “evet” diyen vekillere, parti değiştirenlere bakanlık verildi!. Ve en son 15 Temmuz cunta girişimini yaşadık. Hemen ardından ve halen devam eden Fırat Kalkanı Harekâtı ile mazlumların umudu olduk, ayrıca sınırlarımızın güvenliği de arttı.1923’den bugüne, yaşadığımız bütün bu zorluklara rağmen, yine de her alanda büyük mesafeler katettik. Ve gördük ki, birlik-beraberlik ve tek yumruk iken her türlü dertleri daha kolay aştık.
Şimdi, 16 Nisan’da 18 maddelik Halk Oylaması var. Millî ve dinî bayramlarımız bizlerin nasıl vazgeçilmez kutsal günleri ise, seçimler de demokrasi bayramlarımızdır; “asillerin”, yani bizlerin işbaşında olması demektir. Lakin, seçimlerde sonuç ne olursa olsun, çıkan neticeye ve tercihlerimize saygı göstermeliyiz, ki bunlar, bizlere, milli kültürümüze yakışan soylu davranışlar olacaktır.
Sonuç olarak, 16 Nisan’da demir mührümüzü sandıkta vurarak bizler, tarihimize çok önemli, derin ve güzel izler bırakacağız. İç meselemiz olan bu seçimlerde tarafsız kalmayarak gerçek yüzlerini gösteren, Pkk başta tüm terör yuvalarını destekleyen Avrupa’ya ve seçim aşamalarında halk olarak parçalanmamızı bekleyenlere gereken mesajı verecek ve daha huzurlu-refah dolu günleri hep birlikte yaşayacağız. Buna yürekten inanmaktayım. “Asillerin Bayramı” şimdiden kutlu olsun.
Ancak, seçilme sorunu çözülecek 3 milyon gencin, geçim derdi devam etmektedir. Bu gençler yuva kurabilmek ve geçinmek için iş-aş beklemektedir. Ayrıca, ‘hava-toprak-su kirliliğinin’ ülkemizi yaşanmaz hale getirdiğini, hasta sayımızı her geçen gün arttırdığını ve Millî Eğitim’deki sorunların yöneticilerimizden “acil çözümler” beklediğini de hatırlatalım! Saygılarımla, esen kalın…
http://kocaeliokuyor.com/surmanset/bir-ibret-hikayesi-kenan-evren-2/
Yukarıdaki linkle okunabilen Üstat Mahmut Haldun Sönmezer’in İki bölüm halinde yayımladığımız makalesine öyle bir yorum geldi ki haber yapmadan edemedik.,İşte Hüseyin Dayı adlı okurundan gelen o yorum.
Yorum Sahibi ;Hüseyin Dayı
Bu yazının her iki bölümünü de dikkatle okudum. Yazarı Mahmut Haldun Sönmezer‘i, o günleri dikkatle izlemiş olmasından, ayrıca bir makale ölçüsünde yapılabilecek en ileri seviyede sosyolojik ve siyaset bilimsel analizlere tabi tutmasındaki başarısından dolayı tebrik ediyorum. Aslında yazının ilk bölümünde Evren için isabetle belirttiği, “kahvehane kültürü” nitelendirmesi, ihtilali çok önceden kurgulayan çevrelerin de ihtilalden sonra gelen darbeci kadroların da hepsi için geçerlidir. Zira Sönmezer’in de belirttiği gibi Evren, TSK’nın başına hasbelkader gelmiştir. Bu itibarla yıllarca önceden sürdürülegelen oyunun asıl senaristlerinin ve rejisörlerinin planlarına sonradan dahil olduğu ve beş general ile birçok kurmayın hepsinin de kültürel seviyelerinin aynı ölçüde olduğu anlaşılmaktadır. Bugün artık çoklarınca ifade edildiği gibi, 12 Eylül bir senaryonun ürünüydü. Biz o dönemin hem ülkücü hem devrimci gençleri de bilmeden o senaryoya göre hareket ettik. Duyduğuma göre, rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu, ihtilalden yıllarca sonra kendisine bağlı gençleri olaylardan uzak tutmak için şöyle demiş: “Birçok kararı kendimiz verdiğimizi sanıyorduk; yıllar sonra anladık ki o kararlar bize verdiriliyormuş.” O değerli kardeşimizle ihtilalden sonraki son görüşmemizde, o beni ısrarla siyasette birlikte olmaya çağırmıştı, bense onu ısrarla siyasete değil ilmî çalışmalara yönlendirmek istemiştim. Benim siyasetten vaz geçirmek isteyişimin yegâne sebebi, bizi başarıya ulaştıracak maddî gücümüz olmayışıydı. O ise en etkili hizmetin siyasette verilebileceğini söylüyordu. Her ikimiz de haklıydık. Sonuçta ne benim onu ne de onun beni iknası mümkün olabildi. Bu vesile ile o kıymetli şehidimizi rahmetle anıyorum. Milletimizin de bugünkü siyasetteki millî-manevî değerlere sahip temsilcileri aleyhindeki söylentilere fazla rağbet etmemesini diliyorum. Yorumum çok uzun oldu ama heder olmuş o kadar çok hayata, milletimiz için kaçırılmış o kadar çok fırsata şahit oldum ki, “bir dokun bin ah işit” kabilinden mazur görülmemi istirham ediyor, kıymetli yazar Mahmut Haldun Sönmezer‘e teşekkürlerimi sunuyorum.
Büyükşehir Belediyesi, Kütüphane Haftası’nı dopdolu bir programla kutlayacak. Hafta boyunca söyleşiler, paneller, tiyatro gösterimi, konserler düzenlenecek. Ünlü yazarlar Doğan Hızlan ve Canan Tan, 29 Mart Pazar günü kitapseverlerle söyleşide bir araya gelecek.
Büyükşehir Belediyesi Doğan Hızlan Kütüphanesi, Türk Kütüphaneciler Derneği Antalya Şubesi ve Antalya İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü işbirliği ile hazırlanan 51. Kütüphane Haftası etkinlikleri 29 Mart- 3 Nisan 2015 tarihleri arasında gerçekleşecek. Hafta boyunca paneller, tiyatro gösterimi, konserler, söyleşiler ve planetaryum etkinlikleri gerçekleştirilecek. Etkinlikler hakkında ayrıntılı bilgi için www.antalyakutuphaneleri.com web adresinden alınabilecek. Ayrıca 238 52 70 numaralı telefondan Doğan Hızlan Kütüphanesi’ne ulaşılabilecek.
Etkinlik programı şöyle:
29 Mart Pazar
Okur-Yazar Buluşması, Canan Tan ve Doğan Hızlan söyleşisi saat 14.00’de AKM Perge Salonu’nda.
30 Mart Pazartesi
Onur Konuğu Doğan Hızlan’ın açılış konuşmasıyla, Doç. Özgür Külcü, Tolga Aldemir, Mehmet Küçük ve Mitat Yolcu’nun katılımıyla ‘Değişen Kütüphaneler ve Yerel Yönetimler’ başlıklı panel saat 14.00’de AKM Perge Salonu’nda
31 Mart Salı
Doç. Özgür Külcü, Evren Dayar, Öğr. Gör. Aydın Uçar’ın katılımıyla ‘Kütüphanede Bilim ve Mekan’ başlıklı panel saat 14.00’de AKM Perge Salonu’nda
1 Nisan Çarşamba
‘Küçük Kara Balık’ tiyatro oyunu saat 10.00’da Antalya Büyükşehir Belediye Tiyatrosu’nda
‘Planetaryum’ (Gezegen Evi) – Oryantasyon (Kütüphane Tanıtım) saat 10.00 – 17.00 Doğan Hızlan Kütüphanesi’nde,
‘Söyleşi ve Kitap Bağış Töreni’ saat 14.00’de Aksu Güloluk Köyü’nde
2 Nisan Perşembe
‘Doğan Hızlan Kütüphanesi 2014 Yılı Okuma Şampiyonları’ Ödül Töreni saat 14.00’de AKM Aspendos Salonu’nda
Antalya Büyükşehir Belediye Bando ve Orkestrası’nın ‘Bestelenen Şiirler’ konseri saat 14.00’de AKM Aspendos Salonu’nda
3 Nisan Cuma
Antalya Devlet Senfoni Orkestrası ’51. Kütüphane Haftası Özel Konseri’ saat 20.30’da AKM Aspendos Salonu’nda Antalyalılarla buluşacak.