Etiket arşivi: Eşari

Ak Güller, Kara Güller, Dinî Teşekküller

 

 

“Müslüman, İslam’ı öyle canlı ve diri yaşa ki seni öldürmeye gelen de sende dirilsin!”

Bir zamanlar Diriliş Partimiz bile vardı. Ve şiir geceleri ‘Zambaklar en kuytu yerlerde açar’la başlardı.[1] Gözyaşı Geceleri, talebe hizmetleri ve imanî sohbetlerle aydınlanırdı akşamlar. Amatör radyolar, amatör ama Allah rızasını dilinden düşürmeyen Müslümanlar.

Müslüman çalmazdı. Müslüman kandırmazdı. Müslüman hile yapmazdı. Bu geniş zaman kipleri içinde birinci tekil şahıslar azdı. Dervişe, sofiye, ihvana, imam – hatipliye; kasayı, makamı, devleti teslim edecektiniz iş bitecekti. Beş’e beş kattın mı Müslümanın karesiydin, bir yere müntesipsen küp.

Eş’arî geleneğinin şekilciliğine kamufle olduk ama bir halt olmadı. İslam Tarihinden seçtiğimiz adlar firmamızın müşteri garantisiydi. Önümüzdeki gazete, çenemizdeki sakal ve arka fondaki yapraklı takvim ‘Benim ticaretime güvenmiyorsan bari bunlara güven’ kurnazlığı değil miydi?

Bahçecik’te bir kısım siyasi arkadaşları kenar mahallelerdeki gariban aileler için yardım toplar ve dağıtırken görünce ne hislenmiştim. Çorbaya tuz babında.. Aynı arkadaşlar ilk seçimde Belediye Başkanlığını aldılar. Himmetlerde maaşlarının yarısını yüreğinin diğer yarısıyla koyan insanlar gördük. Ay’lı, Güneş’li, Can’lı, Gönül’lü çok organizasyonla karşılaştık. Onları bırak “Yüzyılın İyilik Hareketi”ne bile iyi niyetimizi kurban vermişiz.

Bir delikten bir daha ısırılmamak kaydıyla enayiliğimin özgül ağırlığı oldukça yüksek. Yok, 80 öncesi sağı da – solu da istismar etmişlermiş. Ya 80 sonrası Müslümanları kim istismar etti: Öbür Müslümanlar.

Uğur Abi, bidonun içinde yanan ateş önünde okuduğu şiirlerle bize hem Cehennemi hem de Cenneti gösteriyordu. Ramazan Abi’nin gözyaşları bizim gözyaşlarımızdı. Hıçkırığı bile asker arkadaşımızdı. Sonra Fener, deniz ötesini de aydınlatmaya başladı. Şiir kıtalarından yerkürenin kıtalarına sıçradı Fenerin Işığı. Bu ışıktan bir gazete, bir televizyon ve bir parti neşet etti. Bir’e 700, bir’e 70 bin verdi. Ramazan Abi’nin Ramazanlığıydı işte.

Gemiler, filolar, firmalar, milyon avrolar, milyar dolarlar.. Gelsin paralar, gitmesin paralar ve hiç bitmesin paralar.. ‘Veren el, alan elden üstündü’ ama ben daha, veren – dağıtan bir dinî teşekkül görmedim. Lâkin bu gözler neler gördü neler.. Ne pespâyelikler…

Yavuz karakterli bir Ağır abi; ‘Harama uçkur çözmedim elhamdülillah’ diye mal beyanında bulunanlara ‘Denk getirememişsindir’ derdi. ‘Boğazımdan haram lokma geçmedi’ diyenlere ‘Nasıl becerdin’ diye sorardı. Zamanla insanlar pepeçura gibi morardı. Artık herkesin kendi şeyine göre bir Müslümanlığı vardı.

Yanarım yanarım, iyilik kelimesinin yüzyıl boyunca öksüz kalacağına.. Bizim gibi tombaladan Müslüman kuşakları kara toprağın alacağına.. Kad halet.. Bir nesildi, geçti. Ama bunlar yüzünden, bunlardan sonra gelenler din adına, rıza-yı ilâhi adına ve hayır adına insanları ikna etmek için akla karayı seçti.

 

“Yamadık dünyamız, yırtarak dinimizden

  Din de gitti, dünya da gitti elimizden” [2]

 

(2009 Haziran’ında yazmış olduğumuz yazıyı birkaç rötuşla beraber okurlarımızla paylaşıyoruz)

[1] Başlıktan itibaren buraya kadarkilerin tamamı Sezai Karakoç’la alâkalı

[2] Ömer Hayyam

EŞ’ARÎLİĞİN YANİ AKILDAN NAKİLE GEÇİŞİMİZİN 500.YILI

 

 

 

süleyman pekinYavuz Sultan Selim 22 Ocak 1517’de Ridâniye’de Memlûklu Türk Devleti’nin ordusunu yendi ve 4 Şubat’ta Kahire’ye girdi. Böylece Kutsal Emanetler’le birlikte Halifelik de Osmanlılara geçti. Bu arada bazı kaynaklarda bin, bazı kaynaklarda 2 bin Eş’arî âliminin (Ezherli) de İstanbul’a getirilmesiyle önce Türklerin İslam algısı ve sonra yazgısı değişecektir.

Türkiye’nin en önemli beyinlerinden Alev Alatlı’nın Schrödinger’in Kedisi (Kâbus) kitabında “Tek bir mıh yitirdikti, naldan olduk; tek bir nal yitirdikti, attan olduk; tek bir at yitirdikti, atlıdan olduk; tek bir atlı yitirdikti, zaferden olduk; tek bir zafer yitirdikti ülkeden olduk” ve “Aklı yitirdik, ahlâktan olduk; ahlâkı yitirdik, adaletten olduk; adaleti yitirdik âdaptan olduk; yitirdikçe nizam-ı âlemden olduk” tekerlemesindeki gibi bir mıh bize dünya düzenini belirleme hakkını da kaybettirdi.

O mıh akıldı. “Ve O aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm eder!” (Yunus 100). Coğrafyamızın çeperlerinde rezillik dizboyu. Ortadoğu’da, Kuzey Afrika’nın ortasında, Ortaasya’nın güneyinde Müslümanlar gâvurlarla kıyaslanmayacak derecede ‘akıl–ahlâk–adalet–âdap’tan kopmuş durumda. Belki bir 10-15 yıl da böyle gidecek gibi.

Peygamberimiz bir hadisinde “Allah’ın yarattığı ilk şey akıldır” der. Mezhep İmamımız ise “Allah, insanlığa hiç resûl göndermemiş bile olsaydı, insandan yine akıl yoluyla Allah’tan yana bilgi sahibi olması beklenecekti” demede. Dolayısıyla Müslümanlar olarak tüm çektiklerimiz aslında akılsızlıklarımızın bir cezası.

16.yy’a kadarki İslam algımızdaki temel etken olan Yesevî Tasavvufu yedi esasla bizi sarıp sarmalamıştı: Allaha iman, bilime ilgi, kadına saygı, riyasız ibadet, emeğe değer, yaratılmışa sevgi ve kendini bilme. Yine Pir-i Türkistan’a göre “Düşünmek ve çalışmak ibadettir.”

Ne yazık ki bunların çoğunu tek tek mıhlar halinde yitirdik ve yitirdiğimizi bile farketmedik. Taklidî iman diyerek maça devam ettik, itikattaki Mezhep İmamımızın “İman, kalp ile tasdikten ibaret sayılmıştır” demesinde habersiz taklitle ve şekilcilikle zamanı tükettik. Zamanla da zaman bizi tüketti.

Dinî, mezhebi, milliyeti, yöresi ne olursa olsun akıl diyenler kazandılar; şekil ve nakil diyenler kaybettiler. Yine de Kuran’ın kılavuzluğunda ve vahyin aydınlığında ciddi bir hareketlenme başlamış durumda. Hem de bu topraklarda.. Diyebilirim ki Dünyaya tersine 1-2 çağ atlatıp o kokuşmuş Ortaçağ Kültürünü hâkim kılmaya çalışan Küresel Efendiler’in çarkıfeleğini bozacak tek yapı da onlar olacak.

Emevîlerden kalma “Ehl-i sünnet ve’l cemaat”ten önce Asr-ı Saadet’ten miras “Ehl-i Kur’an ve’l ukul” diyenler kazanacak ve yeryüzünün prangalarını Ön Asya’dan başlayarak kıra kıra kula kulluğa son verecek, insan ruhunu özgürleştirecekler. 2000’li yıllarda yaşadığımız olumsuzlukların bu manâda bize çok faydası oldu.

Yitirdikçe bulduklarımızın en önemlisi neyi ve nerede kaybettiğimizi öğrenmemizdi. Yitik, kaybedildiği yerde aranır; Anadolu’dayız ve arayıştayız. Ki bulanlar hep arayanlardır.

“İnne şerre’d-devâbbe indallâhi’s-summu’l-bükmûllezîne lâ ye’kılûn / Muhakkak yeryüzünde debelenenlerin Allah katında en kötüsü, akıllarını işletmeyen sağır dilsizlerdir.” (Enfâl 22)