Etiket arşivi: Ermeni

Süryanı sığınmacılar Türkiye’yi karalayarak Hollanda’yı ayağa kaldırmışlardı, şimdi övgüyle karşılanıyorlar…

Süryanı sığınmacılar Türkiye’yi karalayarak Hollanda’yı  ayağa kaldırmışlardı, şimdi övgüyle karşılanıyorlar…

‘Yarım asır sonra anavatanlarına dönen Süryaniler için destan yazanlar,
yurtdışında Türkiye’nin nasıl karalandığını biliyorlar mı?

İlhan KARAÇAY yazdı

Bu ayın başlarında, hemen hemen tüm yayın organlarında, ‘Yarım asır sonra anavatanlarına döndüler. 50 yıl önce Avrupa’ya göç eden Süryaniler anavatanlarında buluştu. Çocuklarına dönen Süryaniler duygu dolu anlar yaşadı’başlıkları ile görüntülü  haberler yayınlanmıştı.

‘Dargeçit ‘ten 1970’li yıllarda bölgedeki olaylar sebebiyle’ şeklinde başlayan haberlerde, hangi olaylardan söz edildiği hiç anlaşılmıyor. (Aslında hiçbir olay yoktu)

Dramatize edilen bu geri dönüş haberi yukarıdaki fotoğraf ile şöyle verilmişti:

İsveç, İsviçre, Fransa, Hollanda, Almanya, Belçika ve Danimarka gibi Avrupa ülkelerine göç. Etmek zorunda kalan 0 kişilik Süryani grubu, 50 yıl aradan sonra anavatanlarına gelmenin mutluluğunu yaşadı. Bölgede sağlanan huzur ve güven ortamının ardından bu sene tatil bölgelerine gitmek yerine anne ve babalarının göç ettiği anavatanlarına gelen Süryaniler duygulandı. Anne ve babaları göç ettiğinde çoğunluğu çocuk yaşta olan gruptakiler, 50 yıl sonra geldikleri  Dargeçit ilçesinde oyun oynadıkları sokakları, alışveriş yaptıkları dükkanları ve akrabalarının taş evlerini görme fırsatı buldu. Sokakları gezerken duygulu anlar yaşayan Süryaniler, uzun yıllar sonra evlerini gördüklerinde anılarını tazelediği ve göz yaşlarını tutamadıkları görüldü. İlk kez geliyorum 45 yıldır Dargeçit’e gelmediğini anlatan Hayriye Ergün (50) ‘Ben 5 yaşlardayken buradan ayrılmıştım insanın içinde hasret kalıyor.’

Yukarıdaki haber, okuyan her insanoğlunu duygulandıracak bir konuyu işliyor. Buna hiçbir diyeceğimiz yok. Hele hele yaşları 45-50 olanlar için de hiçbir suçlamamız yok. Ne var ki, 50 yıl önce Avrupa ülkelerine sığınmacı olarak başvuranlar, Türkiye’yi inanılması güç olan suçlamalar ile karalıyorlardı. Hollanda’ya gelen sığınmacılar, özellikle Almelo kentinde kiliseleri işgal etmişler ve, ‘Türkiye’de bize şiddet uyguluyorlar, kadınlarımızın ırzına geçiyorlar, koyunlarımızı ve kuzularımızı çalıyorlar’ gibi suçlamalarda bulunmuşlardı. Her gün radyo ve televizyonlar ile gazetelerde yer alan bu haberler, burada yaşamakta olan Müslüman Türkler’i rencide ediyor ve Hollandalılar bu Türkler’e ‘Hıristiyan düşmanı’ gözüyle bakıyorlardı.

Hollanda’da yaşayan Müslüman Türkler’i bu zor durumdan kurtarmak için çareler aramaya başlamıştık.Çareyi hiç alışılmamış bir etkinlikte bulmuştuk. Türk medya mensupları olarak, Hollanda medya mensuplarını bir basın toplantısına davet etmiştik. Lahey’de organize ettiğimiz bu basın toplantısında, sığınmacıların konuyu abarttıklarını belirtmiş, bu durumun Hollanda’da yaşayan Müslüman Türk toplumunu çok zor durumda bıraktığını anlatmıştık.
Belgelerle anlattığımız konu hakkında konuşurken, ‘Biz, Türkiye’den gelen bu insanlara ikamet izni verilmesini canıgönülden istiyoruz. Ama bunların kiliselere sığınarak kendilerini acındırmaları ve yalan iddialarda bulunmalarını istemiyoruz. Zira, Türkler ile Hollandalı komşular arasındaki ilişki zedeleniyor’ demiştik.
Hepsi olmasa da bir kısım medya bizim sözlerimize yer vermişti. Ama Türk düşmanı medya, bizim söylediklerimizi bile çarpıtmıştı.

Bizim anlattıklarımıza kulak veren bir televizyon organı, hatırladığım kadarıyla Fons van Westerlo adındaki gezici muhabirini Midyat’a göndermişti. Van Westerlo objektif bir gazetecilik yapmış ve Midyat’tai Süryanileri konuşturmuştu. Başta dini liderleri Patrik olmak üzere Süryani halkı, sığınmacıların yalan söylemek mecburiyetinde kaldıklarını anlatmışlardı.
Sığınmacılar ise, Midyat’takilerin korktukları için bu beyanlarda bulıunduklarını iddia etmişlerdi.

Anlayacağınız, bir zamanlar sığınma hakkı elde etmek için Türkiye’yi karalayan insanların çocukları şimdi anavatanlarına dönmüşler. Bu çocukların, o zamanlar ebeveynlerinin ne türlü yalanlar ile Türkiye’yi karalamış olduklarını bilme hakları da olmalı.

Ermeni ve Süryani iddiaları daha sonraları da Hollanda’da birkaç kez gündeme gelmişti.
Bu konuda en son yazdığım bir haberi de bilginize sunuyorum.

Biz uyarmıştık ama dinlemediler…

Ermeniler, Hollanda’nın başına bela oldular!

* Kendi ülkelerinden kaçanlar bile kıyıma uğradıklarını iddia ediyorlar

* Ama Hollandalı yargıçlar bu yalanlara inanmıyorlar

* Sınır dışı kararlarına rağmen sırra kadem basan Ermeniler, çocuklarını geride bırakarak, istismar yollarına başvuruyorlar

 

Hollanda’daki Türk göçmen tarihinin başından bu yana, sıkça cereyan eden saçma Ermeni iddialarının yaşattığı kargaşa devam ediyor.
Bir zamanlar, saçma iddialara inanan Hollandalılar’a, ‘Yapmayın, etmeyin, bunlar bir gün sizin başınıza bela olacak’ diye uyarılarda bulunmuştuk.
İşte, o günlerde uyarılarımıza kulak tıkayan Hollandalılar, şimdilerde ceremeyi çekmeye başladılar.

Nedir Hollandalılar’ın çekmeye başladıkları cereme?
Ermenistan’dan (Dikkat ediniz, Türkiye’den değil, kendi ülkelerinden) gelip Hollanda’dan sığınma talep edenlerin sayısı bir hayli arttı.
Yargı kararlarına rağmen, sınırdışı edilmekten kurtulmak için kayıplara karışan Ermeniler, ülkenin en büyük gazetelerinden ve de sosyal demokrat görüşlü olan De Volkskrant’a iki sayfa halinde konu oldular.

Sığınmacı Ermeniler arasında en çok dikkat çekenlerden biri, Armina Hambartsjumian adlı kadının 2 çocuğu ile birlikte sığınma isteğinin ret edilişiydi.  Sınırdışı edilirken, Howick (13) ve Lili (12) adlı çocuklarını gizli bir adrese bırakıp ülkesine tek başına dönen annenin dramatik hikayesi Hollanda’da gündemden düşmemişti. İki çocuğun da sınırdışı edşlmesi gerektiğine karar veren Danıştay’a rağmen, Hollanda parlamentosu özel bir oturumda bu çocuklara ikamet izni verilmesini sağlamıştı.
Hollanda’da bu durumda olan tam 740 Ermeni var.
700 Ermeni, ülkede özel olarak açılan sığınma evlerinde yaşıyor.
Ermeni başvurularının yüzde 90’ı ret ediliyor.
389 Ermeni gitti ama bunların yüzde 64’ünün nereye gittiği belli değil.

Akılları başlarına geldi

Hollanda’da sığınmacılara yardım eden görevlilere göre, ret kararlarından sonra en çok sorun çıkaran sığınmacıların Ermeniler olduğunu belirtiyorlar.

Sığınma istekleri ret edilenlerin hukuki işlerine bakan STUV kurumu hukukçularından Guyonne Metsers şöyle diyor: ”Ermenistan’daki ortam tabii ki iç açıcı değil. İnsanların kendilerine ve çocuklarına daha iyi bir yaşam için arayış içinde olmaları da doğaldır. Ama sığınmacı olmak için belli kurallar vardır. Bu kurallara uymayanlar ülkelerine geri gitmek mecburiyetindedir. Bize başvurular arasında, akla hayale gelmeyecek korkutucu durumlar vardır. Örneğin, Kongo’dan gelen bir sığınmacının o ülkeye geri dönmesi düşünülemez. Zira hemen katledilirler. Ama Ermenistan’da böyle bir durum yoktur.”

Nasıl başladı?

Hollanda’ya ilk Ermeni ve Süryani sığınmacılığı Twente bölgesindeki Enschede, Almelo ve Hengelo kentlerinde başlamıştı. Türkiye’den göç eden Ermeni ve Süryaniler,  ”Orada, Hıristiyan olduğumuz için bize saldırılıyor, kesim hayvanlarımız öldürülüyor, çocuklarımıza tecavüz ediliyor” gibi iddialar ile, Hollandalılar’ın yumuşak kalplerine girmeye başlamışlardı. Bu işi oradaki bir avukat üstlenmişti. Öyle ki, ilticacı Ermeni ve Süryaniler kendilerini daha çok acındırmak için kiliselere sığınmaya başlamışlardı. Hollanda medyasının körüklemesiyle, Hollandalılar’ın Türkler’e bakış açısı değişmeye başlamıştı.
Bu gelişme tüm Türkler’i çok rahatsız etmişti.
İşte bu nedenle biz medya mensupları olarak Lahey’de bir basın toplantısı düzenlemiştik.
Hollanda medyasına bilgi vermek için düzenlediğimiz bu basın toplantısında, ‘Bakın, biz bu Ermeni kardeşlerimize sığınma hakkı verilmesini candan istiyoruz. Ama bunların ortaya attıkları suçlamalar çok aşırı. Bu yüzden Hollandalı komuşularımız bize ‘Hıristiyan düşmanı’ olarak bakmaya başladılar. Biz bundan çok rahatsızlık duyuyoruz.’ diyerek çeşitli belgeler sunduk.

Bizim bu girişimimizden sonra, Mardin’e giden bir Hollanda TV ekibi, oradaki halk ile ve Ermenicede çeşitli şekilde adlandırılan rahiplerle yaptıkları söyleşilerde, herhangi bir eziyetin yaşanmadığını ortaya koydular.
Ermeni ve Süryani yalanları birkaç yıl daha sürdükten sonra sönüp gitti.
Ama daha sonra, Türkiye’den değil, Ermenistan’dan gelen sığınmacı derdi başladı.

Zor günler yaşadık

Sözde Ermeni soykırımı konusunda Hollanda’da pek çok zorluklar yaşadık.
Assen kentinde kurulan bir Ermeni Anıtı öncesinde çok hareketli davrandık ama önleyemedik.
Aynısı Almelo kentinde yaşandı. Ermeniler bu kez kilisenin içinde bir Anıt diktiler.
Daha sonra, Ermeni iddialarının ‘Soykırım’ olarak tanınması için Hollanda parlamentosunda oylama yapıldı. Bu oylama öncesinde Başbakan Yardımcısı olan İşçi Partili Wouter Bos ile görüşmüş ve yaptıklarının yanlış olduğunu söyleyerek, 1920 yılında, Handels Blad gazetesine yazan bir Hollandalı araştırmacının yazılı metnini sunmuştum. O zaman soykırım iddiası onaylanmamıştı.
Ama daha sonra bu konu yeniden gündeme geldi. Bakın o zaman ne yazmıştım:

Ülkeler arası sorunların yargılandığı Yüksek Adalet Divanı ile tüm dünyada ün yapan LAHEY, son yıllarda kurulan Savaş Suçluları Mahkemesi ile ününe ün katıp, insan hakları konusunda hayranlık kazanırken, Lahey Parlamentosu’nda alınan iğrenç bir karar, hem şaşırttı ve hem de nefret uyandırdı.

Türkiye’yi, ‘Ermenilere soykırım yaptı’ suçlaması ile oylayan Hollanda parlamentosundaki oturuma katılan 145 üyeden 142’sinin tamamı ‘kabul’ oyu verirken, Türkler’in kurduğu DENK partili 3 milletvekili ‘ret’ oyu verdi.
Kendi geçmişlerini görmezden gelen Hollandalılar, sözde Ermeni Soykırımı’nı ikinci ve hatta üçüncü kez mecliste tartıştılar ve kabul ettiler.

  

Erdinç Saçan-Ayhan Tonca-Osman Elmacı  &   Wouter Bos – İlhan Karaçay

 

Hollandalılar daha önce, siyasi partilerin seçim aday listelerinde yer alan Erdinç Saçan, Ayhan Tonca ve Osman Elmacı adlı  3 Türk’ü, sözde soykırımı tanımadıkları için adaylık listelerinden çıkarmışlardı.

Şimdi de Hollanda parlamentosunda yeni bir komedi sergilendi.
Hollanda’da koalisyon ortağı Hıristiyan Birliği (CU) milletvekili Joel Voordewind tarafından hazırlanan ‘Ermeni Soykırımı’nın tanınması’ önerisine

Türkiye kökenli milletvekilleri tarafından kurulan DENK partisi dışındaki tüm partiler destek verdi. Öneri, 3’e karşı 142 oyla kabul edildi.

Meclis, hükümetten ‘Nitelikli soykırımı kabul etmesi’ talebinde bulunmadı. Hollanda hükümeti, soykırım yerine, ‘Soykırım Meselesi’ demeye devam edecek.

Hollanda geçici Dışişleri Bakanı Sigrid Kaag, alınan bu kararın hükümetin tanıması anlamına gelmediğini, ama 24 Nisan’da Ermenistan’daki ‘soykırımı anma törenine’ hükümeti temsilen bir heyet göndereceklerini söyledi.

Sigrid Kaag, hükümetin, 1915 olaylarıyla ilgili ‘Ermeni Soykırımı’ iddiası konusunda itidallı davranılması gerektiği düşüncesinde olduğunu belirtti.

Bir Hollandalı araştırmacının mektubu:

Araştırmacı yazar Gerard Scargo, Hollanda Hıristiyan Birliği Partisi Başkanı Rouvoet’a gönderdiği mektubunda özetle şunları yazmıştı: ”Siz, Ermeniler’in soykırım iddialarını doğruluyor ve meclisten geçirmek istiyorsunuz ama, Ermeni iddialarının gerçek olup olmadığını da bilmiyorsunuz.
Size 1920’de Haldels Blad’da yayınlanan bir haber-yorumu gönderiyorum. Okuduğunuz zaman, iki tarafın da birbirlerine karşı acımasızca saldırdıkları ortadayken, neye dayanarak Ermeni iddialarını destekliyorsunuz?
İstanbul’da konuştuğum yazarlar ve Azerbaycan’sa gözlerimle şahit olduğum ortama göre, Ermeniler geçmişin bedelini ne olursa olsun almak istiyorlar.
İnsanlık acısı tarif edilemez. O zaman da böyleydi, şimdi de…
Siz bir Hıristiyan olarak hangi tarafı seçiyorsunuz?”

İşte 1920’deki o haber

Ermeni iddiaları Hollanda’da kafaları karıştırırken arşivlerde bulduğum bir gazete kupürü, soykırım iddialarını çürütüyordu.
George Nypels adlı araştırmacının yazdığı haberin Türkçesini altta sunuyorum. İsteyenlere orijinal Hollandaca metini gönderebilirim.

 

Algemeen Handelsblad Gazetesi 25.05.1920 

Türk-Ermeni Sorunu

Balkanlarda görev yapan bir gazeteci arkadaşımızdan aşağıdaki ilginç mektubu aldık. Bu mektubun içeriği, Ermeni sorununa Batı Avrupa’daki alışılageldik görüşten farklı bir bakış getiriyor. Bu gazeteci arkadaşımızın tarafsızlığına büyük güvenimiz var. Onun olayları değerlendirmesi daima kanıtlara dayandığı için, yazılarını yorumsuz olarak ve hiç bir değişiklik yapmadan olduğu gibi yayınlıyoruz.

Aynen Sultan Abdülhamit devrinde olduğu gibi, bugünlerde Kilikya’dan yeniden çok sayıda Ermeninin katledildiğine dair çirkin haberler geliyor. (Fransız işgali altındaki Adana, Gaziantep, Maraş ve Urfa’daki Ermeni zulmune ve katliamlarına karşı Kuvvayı Milliye Hareketleri) Konuyu çoktan unutmuş olan dünya kamuoyu, bu haberlerle yeniden şok oldu. Aslında din uğruna yapılan bu iğrenç katliamları savunmaya ve koruma altına almaya hiç niyetim yok. Fakat her gerçeğin iki yönü vardır. Olaylar sırasında Türkiye’yi parçalayıp yıkmak isteyen itilaf devletleri ve basını, propaganda yaparak Kilikya’daki Ermeni kıyımını Türklere karşı bilinçli olarak kullandılar ve bütün yıkımın Türkiye tarafından yapıldığını iddia ettiler. Önemli olan gerçeğin ne olduğunu bulmaktır. Bu bilinçle, sözü edilen bu kitlesel katliamdan gerçekte yalnızca Türklerin sorumlu olamayacağını gözler önüne sermek istiyorum.

Bu konuda fikrimi söyleme hakkını kendimde buluyorum. Çünkü Birinci dünya savaşı süresince Türkler ve Ermenilerin birbirleriyle nasıl bir nefret ile boğuştuklarını çok açık bir şekilde gözlerimle gördüm.

1918 baharında Rusların yenilgisinin sonucunda Türkiye yeniden saldırıya geçtiginde ve peygamberin mukaddes bayrağı Osmanlı ülkesinin dışında da dalgalandığında, ki Küçük Kaynarca anlaşmasından beri hiç böyle olmamıştı; ben kendimi Ermeni-Rus sınır bölgesinde buldum ve Türklerin Kafkasya’da ki ilerlemelerine şahit oldum.

Savaşı yaşayan bir kişi, bir ülke ve ulusunu tanımak için savaş halinden daha iyi başka bir fırsat olmadığını kabul edecektir. Bu durumda bütün insani canavarlıklar büyük bir şiddetiyle ortaya çıkar. Savaşımın gerektirdiği kaba güç kullanma ile, kültür ve uygar davranışlar kaybolur. O sıralar Avrupalı olarak bir tek ben, bu kritik ortamda bulunuyordum. Bu durumda söylenebir ki Türklerin Rus- Ermenistan’ına ilerleyişi sırasındaki olayların tek Avrupalı şahiti bendim.

Seyahatime başlamadan önce Ermeni yanlısıydım. 1916-1917’de İstanbul’daki kalışım sırasında, Ermenilere yapılan toplu katliam hakkında, az çok bilgisi olan Avrupalılardan ve Türkiye Ermenilerinden yeteri kadar tiksindirici, çirkin ayrıntılar duymuştum. Bu kişiler Türkleri suçlu ve Ermenileri de, barbar Türklerin masum kurbanları olarak görüyorlardı.

Türklerle aram yeterince iyi olduğu için, bu hassas konuda, hiç bir Avrupalının konuşmaya cesaret edemeyecegi şeyleri sorabiliyordum. Türklerin bana karşı olan davranışları, benim Ermenilerin suçsuz, Türklerin de suçlu olduğuna dair inancımı kuvvetlendiriyordu. Çünkü ben Ermeni olayları ile ilgili bilgi almak için, soru sorduğumda Tüklerden şöyle yanıt alıyordum: “Bizim hakkımızda anlatılanların hepsi doğru. Biz 1 milyon Ermeniyi kestik. Bu korkunç bir katliamdı. Fakat biz bu konuda haklıydık ve bu suçtan ötürü ancak kendimize karşı sorumluyuz.” Bütün çabalarıma rağmen bu konuda ayrıntılı ve olayların gerçek nedenleri hakkında bilgi elde edemiyordum. Ben de bu durumda şöyle bir yargıya varabiliyordum: Orada Hristiyanlara karşı fanatik bir din savaşı güdülüyordu. Bu olaylar Ermenistan’ın dünyayla tüm ilişkisinin kesildiği Yukarı Ermenistan’da meydana geliyordu. Orada Ermeniler Türklerin insafına terk edilmişti.

1918 ilkbaharında Trabzon’a geldim. Bilindiği gibi kıyıdan Ermenistan’in dağlık bölgelerine giden tek yol buradandır. Trabzon 1915’de Ermeni katliamını yaşamıştı. 3 yıl sonra bu kentte yaşayan Rumlar ve Avrupalı Levantenler bana Trabzon surları içinde olan inanılmaz vahşeti; Trabzon sokaklarında nasıl Ermeni kanı aktığını, Ermeni mahallelerinin nasıl alev alev yandığını, bu olaylardan günler haftalar sonra bile çocuk cesetlerinin Platana limanındaki Bizans duvarına vurduğunu anlatıyorlardı. Ben yanmış yıkılmış mahalleleri gördüm. Bana bunların bir zamanlar Ermeni mahalleleri olduklarını anlattılar. Bana Hristiyan kiliselerini gösterdiler. Bunlar Ermeni kiliseleriymiş. İnsanlar gübre yığınlarını eşelerken hala kemikler ve ceset artıkları buluyorlarmış. Bana bunların Ermenilere ait olduklarını anlattılar.

Bütün bunlar, insanın hiç unutamayacağı korkunç izlenimlerdi ve herkes bir tek şey diliyordu: “Tanrı bizi ve herkesi bu barbarlıktan ve Müslümanların düşmanlığından korusun.”

Bütün bu olanlardan dolayı ben lanetlerimi yağdırırken şüphesiz ki Hristiyanların tarafını tutması lazım gelen sıradan yaşlı bir Fransiskaner papazı başını salladı ve “Yanılıyorsunuz”, dedi. “Sadece Türkler suçlu değildir. . Avrupa’dan gelen ve Avrupa kültür anlayışıyla Asyayı değerlendiren biri olarak, doğal olarak bu halkın yok edilmesi suçuna karşı lanetlerini yağdıracaksın. Fakat senin gördüklerin ve sana anlatılanlar, gerçeğin tamamı değildir. Bütün bunları anlayabilmen için olayları bir Asyalı gibi görmen ve yorumlaman gerek. Şunu unutma ki burada yüzyıllardır birbirlerinden nefret eden ve birbirine kin güden iki halk var. Burada iki farklı zihniyet var: Ermeni ve Türk zihniyeti. Bu iki düşman görüşteki insanlar birbirlerinin yok edilmesi gerektiğine inanırlar. Evet 1915’de Ermeniler yok edilmişlerdi, her şey onlara karşydı ve yenilgiyi kabullenmek zorundaydılar. Fakat insan şuna inanıyor ki, eğer aynı konuma Ermeniler sahip olsalardı onlar da Türklere aynısını yapacaklardı. Benim raporlarımdan ve benim Beyazıt, Van, Erzurum ve Erzincan’daki görevlilerden aldığım raporlardan biliyorum ki 1915’de Ruslarla savaş başladığında Ermeniler, Türk ordusunun arkasından isyana kışkırtıldılar ve Türk köy ve kasabalarını yıkıp, yerle bir ettiler. Daha sonra Türkiye’de olan olaylar işte Ermenilerin bu ilk düşmanca tutumu nedeniyle başlamıştır. Kabul ederim ki çok korkunç şeyler oldu; Şimdiye kadar görülmemiş bir biçimde çok kan aktı. Fakat Ermeniler bu kan gölünün oluşmasında suçsuz değillerdi. Türkler gereğinden fazla ileri gittiler, fakat suç yine sadece Türklerde değildi. Suç Avrupalılarda görülmeyen çok derin nefretlerin oluştuğu, Asyalı düşünce tarzındaydı ve bu düşünceyle yapılan savaşta vahşice davranışlar ortaya çıkıyordu. ”

” Örneğin Trabzon’a bak. Yanmış, yıkılmış Ermeni semtlerini gördün, fakat yerle bir edilmiş Türk mahallelerini de gördün mü? Henüz daha taze Türk mezarlarına da dikkat ettin mi? Hayır mı! Haydi git ve gör. Ermeniler de aynı pozisyonda oldukları zaman Rus ordusunun korumasında zafer kazandıklarında, 1915′ de yaşananlar tekrarlandı. Fakat bu sefer Türkler, Ermenilerce katledildi. Ermeniler, nerede bir Türk bulsalar onu acımasızca kesip doğradılar, nerede bir cami görseler onu yağmalayıp yaktılar. Türk mahalleleri yakıldı, duman ve alev içinde kaldı. Tıpkı bir zamanlar Ermeni semtlerinde olduğu gibi. Şimdi Anadolunun içlerine gidip savaşın bütün bu izlerini takip edebilirsin: Bayburt’da, Erzincan’da,, Erzurum ve Kars’da. Oralarda daha dumanı tüten yığınlar göreceksin; daha çok kan ve ceset koklayacaksın. Ancak bunlar Türklerin ölüleri olacaktır.”

Fransiskaner rahip bana gerçekleri söylemişti. Aylarca Ermenistan ve Kürdistan(Doğu Anadolu ve Kafkasya) içlerinde yolculuk yaptım ve gerçekten de rahibin bana anlattıklarının doğru oldugunu gördüm. Rus ordusunun geri çekilmesinden ve bunu takip eden barış anlaşmasından sonra, sözün ona Ermeni ordusu( Ermeni çeteleri) çeşitli operasyonlar yaptı. Bu çeteler Rusların çekildikleri bu Türk bölgelerini işgal ettiler. Ruslar işgal sırasında Türklerin canlarını ve mallarını koruyorlardı. Rusların geri çekilmesinden hemen sonra olanlar ise, yürek parçalayıcıdır. Küçük Türk yerleşim birimlerindeki insanlar, General Antranik ve Murat’ın çeteleri tarafından tek bir canlı kalmayıncaya kadar katledildi. Camiler son taşına kadar tahrip edildi.

Bu bulunmaz fırsatı yakalayan Ermeniler, beklentilerini, hayallerini bayağı genişlettiler ve neredeyse bütün Anadolu sanki onların olacakmış gibi davranmaya başladılar. Anadolu’da yaşayan Türklerle, yaşayan son erkeğe, son kadına ve son çocuğa varıncaya kadar hesaplaşabileceklerini ve onları yok edeceklerini umuyorlardı. Ben Erzincan’da yıkıntılar arasında yatan yüzlerce boğazlanmış Türkün cesedini gördüm. Kuyuların içine ışık tuttuğumda cesetlerle dolu olduğunu gördüm. Açılan toplu mezarlarda yüzlerce kadın ve erkek cesetlerinin üstüste yığılmış olduğunu kendi gözlerimle gördüm. Bunları kim yapmıştı? Zafer kazanan Ermeniler tabiki. Böyle manzaralar sürekli olarak Yukarı Ermenistan yollarında, Kürdistan ve Rusya-Ermenistan’nda bana eşlik etti. Türkler’inde şimdi tekrar bir zafer kazandıklarında öç almaları ve öfkeyle misilleme yapmaları şaşırtıcı mıydı dersiniz? Şunu da itiraf etmeliyim ki, Rusya Ermenistan’ına yürüyüşleri sırasında Türkler tarafından yapılan öldürmeler de sürdü. Sarıkamış sınırının karşı tarafında birbirine yakın Ermeni yerleşim yerleri ateş ve demirle yerle bir edildi. Asya’nın bu vahşi ülkesinde şimdi zafer kazananlar, önceki zafer kazananlara karşı korkunç vahşi bir öfke duyuyorlardı. Halkların halklara karşı bu acımasız davranışlara nasıl kışkırtıldıklarını, bu acımasız nefreti, bizim Avrupalı beyinlerimiz anlamaz. Fakat biz Yukarı Ermenistan denilen bu bölgenin uygarlığı ile, Avrupa halklarının eski kültürünün karşılaştırılabileceğini düşünmemeliyiz. Çünkü buralarda yaşayan halkların milliyetleri yoktur, fakat çeteleri vardır. Bunu şöyle açıklamak mümkün. Buralarda iki çete karşılaştığında, bu taraflardan birinin imha edilmesi demek oluyordu. Bu nedenle bugüne kadar Büyük Ağrı Dağları’nda birlikte yaşamak için uzlaşmak, ortayolu bulmak diye birşey düşünülemez. Bunun yerine yanlızca imha etmek geçerlidir. Yukarı Ermenistan’ın çıplak dağlarında bir anlaşma yoktur, sadace ölüm kalım mücadelesi vardır. Kazanan yaşar, kaybeden ölür….

Benim Aleksandropol’de(Gümrü) kalışım sırasında orada yaşayan insanların düşünce yapısına ışık tutan şöyle bir olay oldu. Bir gün Alagöz dağları yönünden bir top atışı duyuldu. Türk sınırı arkasında korku içinde yaşayan Ermeni halkı bunu şöyle açıklamışlar; İngilizler Türklere karşı ilerliyorlar ve Türkler birkaç saat içinde yenilmiş olacaklar. Birden Türk sınırının gerisinde bir ayaklanma oluştu ve Ermeni köylerindeki zayıf Türk nöbetçileri şeytanca işkencelerle öldürüldü. Fakat ortada Ermenilerin geldiklerini sandıkları İngilizler yoktu. Olayın aslı şu idi: Kafkas Ermenilerinden bir birlik önce Türk cephesini yarmayı denemişler. Top atışı sesleri bu yüzdendi. Bu çatışma birkaç saat sonra bitti. Fakat sıra intikam almaya gelmişti. Türk askerlerinin sinsice katledildiği Ermeni köyleri yakılmaya başlandı. Bu durumda Ermenilerin hiç suçu olmadığı söylenebilir mi?

Tamamen Türklerin eline geçen Aleksandropol(Gümrü) kenti bir Ermeni kentiydi ve ben burada Türk işgaline rağmen günlük işlerini güçlerini yapan, şehrin ileri gelen Ermenileri ile tanıştım. Bu kişiler Ermeni çetelerinin düşüncesiz davranışları nedeniyle Türklerin bir gün öç alacakları düşüncesiyle sürekli korku içinde yaşıyorlar ve bir gün sırf bu yüzden yok olacaklarına inanıyorlardı. Ermeni halkının bir kısmı, ki buna ileri gelenleri diyebilirim, Türklerle barışcı bir anlaşma yapılmasının taraftarıydılar. Çünkü şimdi beraber yaşamak zorundaydılar ve karşılıklı bir antlaşma, bu cinayetlere bir son verebilirdi. Fakat halkın büyük bölümü ve çeteler yani sözde Ermeni askerleri, barışın adını bile etmiyorlardı. Onların sloganı: ” Ya biz, ya da onlar; birimizden biri yok olmalı” idi.

Düşününüz, Antlaşma ve barış isteyenler, Ermeni halkının büyük çoğunluğu tarafından lanetleniyordu. İçinde bulunduğum Ermeni çevrelerinden bazı insanlar bana açıkça şöyle diyorlardı: ” Şimdi Türkler başa geçti, ancak biz pek yakında tekrar başa geçtiğimizde elimize geçirdiğimiz hiç bir Türk’ü sağ bırakmayacağız. Onlarla bizim aramızda bir anlaşma olması mümkün değil. Asırlardır görülecek bir hesabımız var onlarla. Sürtüşmemiz, halkımızın tarihi kadar eskidir. Bu savaşım, Türklerin ülkemize gelmesiyle başladı. Bu savaş ya biz, ya da onlar yok olana kadar sürecektir. Biz barış istemiyoruz. Lanet olsun Türklerle dostluk kuranlara!”

İste o zamanlar Ermenilerin düşünceleri böyleydi. Ermenilerin bağımsızlıklarını kazanma ümitleri pek yoktu. Zaferi kazanan Ay-Yıldız’ın (Türkler’in) ise bütün Rus- Ermenistan’ını ele geçirecegi görülüyordu.

İşte bunları duyduktan sonra, şimdi Türklerin geri çekilip de, Türk yerleşim yerleri tekrar Ermenilerin eline geçtikten sonra olanları tahmin etmek, herhalde zor olmasa gerektir.

Uzlaşmalar ancak uygar halklar arasında olabilir. Vahşi Asya’nın halkları arasında sadece nefret ve yok etme duyguları vardır. Evet, Türkler suçludur, katlettiler, ancak ellerine fırsat geçince aynı katliamları yapan Ermeniler acaba daha az mı suçlular? İnsan Asya’yı sadece Asyalı bakış açısıyla değerlendirebilir.

Hele de olası 3. Dünya Savaşı’nın arefesinde..

 

Sosyal Medya’nın tek güzel yanı var ki o da karşılıklı etkileşim yani bir nevi çoklu katılım olanağı; ama hepsi bu! Başkaca da güzel bir yanı yok. Kaldı ki bu tek güzel yanını da ‘araştırarak yazmak yahut yalnızca tam olarak bilgi sahibi olduğunuz değerleri yazmak’ yerine ‘ya birileri tarafından özellikle yayılan paket (hazır) sloganları yayarak ya da esasında doğru olmayan bilgileri -işinize öyle geldiği için- yayarak’ değerlendiriyor; faydayı zarara dönüştürüyorsunuz.

Canan Kaftancıoğlu tarafından altı hepten fitillenen sözde Ermeni soykırımı ile uğraştığımız günlerde bir de çıktı Çerkez soykırımı günü! Kim yayıyor bu altı boş kuru slogandan ibaret lafları ve bizde karşılığı olmayan sözde özel günleri SM’de? Belli değil. Peki mübarekler, yakınlarınızın dahi laflarına inanıncaya dek akla karayı seçen sizler, kim olduğunu bilmediğiniz kişilerin yazılarına neden direk inanıyor ve jet hızıyla yayıyorsunuz?

Evet Çerkez Soykırımı diye bir hadise var tarihte; ama yapan biz değiliz. Yapan Rusya.. Sığındıkları biziz. Zaten kabul de etmişiz. Biz bildim bileli Muhacirleri el üstünde tutan, sahip çıkan bir toplum olduk.

Lafın kısası; Rusya tarafından ezilmiş, sonrasında Osmanlı’ya sığınmış, bizler tarafından da kabul görmüş Çerkezlere soykırım yapan biz değiliz.

Bu adamlar kendi yaptıkları her şeyi sanki biz yapmışız gibi gösteriyorlar; siz nasıl bu kadar uyur gezer ve tembel olabilirsiniz.. Hele de olası 3. Dünya Savaşı’nın arefesinde..

Paket bilgi yaymak yerine kendi içeriğinizi üretmeyi tercih ediniz. Kaynağı belli olmayan sloganları yaymadan önce araştırınız. Hem yanlış hem de bizler açısından zararlı olan sloganları jet hızıyla yaymayınız. Bunun yerine; faydalı bilgiler yazan ve az çok tanıdığınız insanların sözlerini yayınız. Tanımadığınız insanların çok güzel sözleri olur misal, onu da yaymayınız. 😄 İnanmadan önce araştırma gayretinde olunuz. Çokça zaman alır sanmayınız. Google’da üç beş bilgi edinmek için en fazla beş dakikanızı harcayacağınızı biliniz.

Ve önünüze her gelen siteden, adresten özel gün bilgisi edinmeyiniz. Yalnızca devlet tarafından belirlenmiş -gerçek olan- özel günler takvimine itibar ediniz. Bunu memleket için yapınız. Yazmadan ve konuşmadan önce -birkaç saniye de olsa- düşününüz. Yapmıyorsanız bari yazmayınız. Yok ben buyum diyorsanız vatancılıktan bahsetmeyiniz.

İçinizde bunu özellikle yapanlarınız var; lafım onlara değil. Lafım bizden olup -şuursuzca- düşmanın değirmenine su taşıyanlara..

Dilek Ünver

31 Mart Azerbaycan Türklerinin unutulmaz trajedisi – soykırım günüdür

 

 

Mart Soykırımı veya Mart Olayları – 1918 yılının 30 Mart ve 3 Nisan tarihleri arasında Bakü’de ve Bakü quberniyasının çeşitli bölgelerinde, ayrıca Şamahı, Guba, Haçmaz, Lenkeran, Hacıqabul, Salyan, Zengezur, Karabağ, Nahçıvan ve diğer bölgelerde Bakü Sovyeti ve Ermeni Taşnakların Azerbaycanlılara karşı yürüttüğü katliamdır.

Resmi kaynaklara göre soykırımın sonucu 12 bine yakın Azeri katledilmiş, on binlerce insan kayıp düşmüşdür.Artıq 20 yıldır, 31 Mart Azerbaycanlıların Soykırım Günü olarak kutlanıyor.

Üç gün süren katliamda Ermeni silahlıları, Bolşeviklerin yardımıyla Azerbaycanlıların mahallelerine saldırdılar ve çocukları  öldürdüler. Bu dehşetli günlerin şahidi olmuş Kulner soy isimli bir alman, 1925 yılında Bakü olayları hakkında şunları yazmıştır: “Ermeniler Müslüman (Azerbaycanlı) mahallelerine sokularak herkesi öldürür, kılıçla parçalıyor, süngü ile delme-deşik ediyorlardı. Katliamdan birkaç gün sonra, bir  çukurdan çıkarılan 87 Azerbaycanlı cesedlerin kulak, burun kesiği, midesi yırtılmış ve cinsel organları kesilmişdi. Ermeniler çocuklara acımadıqları gibi, yaşlılara da rahm etmemişlerdi. “Genç kadınların diri diri duvara mıxlanması, ermenilerin saldırısından sığınmaya çalışan iki bin kişinin bulunduğu şehir hastanesinin yakıldığı da bu korkunç gerçekler arasındadır.

Erivan quberniyası, Şerur-Dereleyez, Sürmeli, Kars ve diğer alanlarda Azerbaycanlıların katliamının aktif katılımcılarından biri olmuş Ermeni subayı Ovanes Apresyanın anıları üzerine Amerikalı aqronom Leonard Ramsden Hartvill “İnsanlar böyle imişler” adlı kitabı yazmıştır. Ovanes Apresyan kitabın yazarı ile sohbeti sırasında Ermenilerin, İngilizlerin ve Rusların yardımı ile hedeflerine ulaştıklarını kaydederek, sadece Bakü’de Mart katliamı sırasında yirmi beş bin Azeri’nin öldürüldüğünü bildirmiştir.

25-26 Şubat 1992 gecesi Ermeni silahlı desteleri Rus silahlı kuvvetlerinin yardımı ile gerçekleştirdiyi Hocalı soykırımı, insanlık tarihindeki en müdhiş suçlardan biriydi. Azerbaycan hükümeti şu anda Hocalı soykırımı için uluslararası mahkemenin temyizinde çalışıyor.

Ermenilerin ayrılıkçılığı, Azerbaycan’a toprak hak iddiaları henüz tamamlanmamıştır. Bir sonraki hedefi Hakhivan. Ermeni şovenizmi, akne dünyasının gözünde emellerini beyan etmekten çekinmiyor. Hıristiyan düşmanlığının temeli olan batı devletleri hala, Ermenilerin terörist saldırgan niyetlerini kınamakta kararlı görünmemektedir. Vandalizm, ayrılıkçılık, milliyetçilik ve teröra politik-yasal değerlendirme verilmedikce, insanlığın geleceği sürekli tehlikedir.

 

 

Tarih Tekerrürden İbarettir…

  1. 1918’in Mart Soykırımı… – 60 min insanımız şehid oldu… Günahkârlar: Bolşevik Ruslar ve Ermeniler..
  2. 27-28 aprel (nisan) 1920… – vetenimiz işğal edildi ve bu işğal şekil deyişdirerek 70 il davam etdi… Günahkârlar: Bolşevik Rusların emrindeki XI. Qızıl Ordu ve Ermeniler…

III. 1988-1994 savaşları: 40 min şehid esgerimiz-insanımız ve 613 Xocalı şehidimiz var… Torpaqlarımızın 20 faizi işğal edildi. Günahkârlar: Neo-Bolşevik Ruslar ve Ermeniler…

  1. 2-5 aprel 2016’da Ermenistan- Azerbaycan çatışmaları… 100-e yaxın itkimiz var – 92 esgerimiz ve iki vetendaşımız şehid oldu… Günahkârlar: Neo-Bolşevik Ruslar ve Ermeniler…

1918’de öldürülenler yalnız Azerbaycan’da y yaşayan Türkler değildi.

Kafkasya’daki Müslüman nüfusun yaklaşık yüzde 60’ı katl  edilmişdi.

Bu listede Kars, Iğdır, Kerkük, Güney Azerbaycan – Hoy, Selmas ve Urmuda’da yaşayıb katl edilen Müslüman Türkler vardı.

Ağrıları üreyinde hiss etmeyende ölen insanların sayı sadece statistika ve reqem olur…

 

Türkiye’de Yahudi Ve Ermeni Düşmanlığı – II

 

“Türk odur ki; Müslüman bir anne babadan doğan, kulağına ezanla / kametle bir Müslüman ismi verilen, her türlü haltı yese de domuz eti yemeyen, mübarek gün ve gecelerde içmeyen, Cuma hassasiyeti olup arada bir kaçırsa da Cuma’ya giden, vatan – millet – din – devlet tehlikeye düştüğünde de kazma–kürek, balta–nacak alıp saldırana Türk derler. Bu tanım içerisinde ‘Hayır, ben Türk değilim’ diyecek bir Allah’ın kulu yoktur. Bu tanım içerisinde Hrank Dink Türk’tür, Orhan Pamuk Ermeni’dir; söylediğim cümleye göre.”

Türk tâbirinin kavmî bir tarif olmadığını bilen Yavuz Ağıralioğlu’nun ilginç tarifnâmesinde bile çaprazlamadaki olumsuz örnek Ermenilik kokar. Fakat asıl ihale Türkiye’de Yahudiliğedir. Zihniyeti, çıfıtlığı ve lânetliliği üzerinden oluşturulan olumsuz kanı bir asırdır yükselen bir grafikle genel kabul görmektedir. O kadar ki dünyanın bütün olumsuzluklarının arka planında onların varlığı dinî terminolojiyle desteklenerek seslendirilir.

Necip Fazıl demişmiş ya; “Yahudiler mi dediniz? Onlar, yumurtalarını pişirmek için dünyayı ateşe vermekten çekinmeyen lanetlilerdir” diye, bizim milliyetçi – muhafazakâr tayfa da yumurtası çatlasa veyahut ayağına taş çarpsa Yahudilerden bilir. Hem onların lânetlendiğini Kuran’dan duymuşmuş gibi aktarır hem de nerdeyse insanlığın kaderini Tanrımisal belirledikleri mitini yayarak üstün ırk nazariyesine bilmeden kovayla su taşır. Hâlbuki ikisi de Kur’anî değildir.

Ya nedir? Dünyada 15 milyon, Türkiye’de de 15-16 bin nüfusu olan din esaslı bu topluluğa Musevî denir. Kuran’da Beni İsrail olarak geçen İsrailoğulları yani Yahudiler ise bu din üzerinden milletleşen bir guruptur. Gerek Dünyadaki ve gerekse İsrail’deki toplam Musevî nüfus içerisindeki oranları 3’te 1 oranında olsa da kalan 3’te 2’yi de dinî milliyetçilik üzerinden Yahudi etnolojisine sokuşturmaya çalışıyorlar; biz de cehaletimizle destek oluyoruz.

2014’te Kocaeli Tarih Sempozyumu’nda Dr. Gerşom Qıbrısçı “Karaim in Nicomedia” başlıklı tebliğini sunarken Musevî bir Türk olduğunu söylediğinde onun hemşehrisi sayılabilecek bir tarih doçentimiz onun Yahudi olduğunu ve Türk olamayacağını beyan etti. İsrail nüfusu içindeki Etiyopya / Falaşa Musevîlerinin, Peru / İnka Musevîlerinin, Hindistan / Koçin Musevîlerinin, İtalyan / Romanyot Musevîlerinin, bizim Hazar / Karayit Musevîlerinin ve hatta Doğu / Mizrahî Musevîlerinin (Arap, Fars, Dağlı, Kürt, Tat, Gürcü..) dil ve kültürlerini yok sayarak yalnızca inanç tercihleri üzerinden tek tipleştirmek ne menem bir düşüncedir.

Yakın zamana kadar Türk Musevî Cemaati olarak bilinen Türkiye Hahambaşılığı’nın 3 yıl önce Türk Yahudi Toplumu adını alması da bu minvaldedir. Oysa kültürel kökeni hakkında Müslüman Türk’ün ne kadar konuşma hakkı varsa Ortodoks yada Musevî Türk’ün de o kadar konuşma hakkı vardır. İnsanlara kimliklerini ürün etiketi gibi başkaları barkodlayamaz. Bu, Sabataycı diye bilinen Avdetîler için de geçerlidir. İçlerinde iyisi de olur, kötüsü de; Kurtuluş Savaşı’nda ihanet edeni de olmuştur, Millî Mücadele için canını koyanı da.. Tıpkı Türkmenler, Lazlar, Yörükler, Çerkezler, Tatarlar, Kürtler gibi.. Milletine mensubiyet duyan koştu geldi, karakterinde defo olan Yunan’la bile anlaştı.

Neymiş; Türkçülüğün kitabını Moiz Kohen (Tekin Alp) yazmış; ‘Türk Ruhu’. Neymiş Mustafa Celâleddin Paşa (Konstantin Borzecki)  150 yıl önce ‘Eski ve Yeni Türkler’in tarihini yazmış. Bu adamların Hz. Musa’ya inanmaları niye milliyet şuurlarına ve bu meyanda beyanlarına engel teşkil etsin?! Biz Müslümanlar olarak Türklüğümüzle övünüyoruz da onlar 5 bin yıllık bir nehir olarak akmakta olan Türklükle ilgili niye kelâm edemesinler?!

Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde baştacı ettiğimiz bu insanlar Siyasal İslam’ın ‘bi camide, bi kahvede’ anlattıklarıyla Şeytan’ın asker arkadaşları algısına aktarılmış.  Oysa Şeytan bu ilahî senaryoda kötü karakteri simgelemektedir; kökeni değil. Dahası yaratılış malzemesine bakarak azan / sapan Şeytan’sa ve “Herkes kendi karakterine göre hareket eder” âyeti varsa bu milliyet, soy-sop işlerinde dikkatli olmak lâzım gelir. Yoksa ensar’üş-şeytan; şampiyon!

 

Ermeni tarihçinin inanılmaz “soykırım” itirafı

Ermeni tarihçinin inanılmaz  “soykırım” itirafı

pervane memedli

 

Ukraynanın Harkov şehrinde yaşayan Ermeni asıllı tarihçi, edebiyatçı ve blogger Philip Ekozyants yutubda “Ermeni göçü” adlı ilginç bir video- görüntü yerleştirip. Daha sonra konuşmasını sosyal paylaşım etdi

Video-görüntünün güncelliğini, o sırada soykırım iddiaları, komşu halklara karşı toprak iddiaları ve Ermeni halkının eskiliği ile ilgili mitler bir Ermeni aydınının dilinden ifşa edildiğini dikkate alıp, çıkışın Ruscadan tam tercüme metnini okuyucuların dikkatine iletiyoruz

“Ben itiraf ediyorum ki,Ermenilerin asıl soykırımı şimdi  yapılıyor. Tarihsel olayları tahrif edib onları mazeret olarak  kulanıb ve Ermeni halkını  gerçek dünyadan ayırmak  istiyorlar. Ne yazık ki,bunu oldukça başarılı bir şekilde yapıyorlar. Biz  ermeniler, maalesef, kendi  soykırımıza katılıyor ve  yer alıyoruz..

Ermenilerin soykırımi bizim alışık olduğumuz  inandığımız gibi veya bizi inandırmaya çalıştıkları gibi, hiç de 100 yıl önce olmadı.Bu  büyük felaket hem bizim halk için, hem de Osmanlı İmparatorluğu’nun tüm halkları arasında oldu. Bu kötülükler yıllar önce oldu, sona erdi ve kalplerimizde sonsuza dek kaldı.

Ermeni halkının soykırımı 30 yıl sonra  başladı – XX  Yüzyılın 40 yıllarında. Ve o zaman “soykırım” sözcüğü ön plana çıktı ve bugüne kadar devam ediyor. Bu soykırımın mahiyet de Ermeni halkını  gerçek dünyadan sanal dünyaya geçirmek istedikleridir.

Öncelikle, bizleri komşularımız, en yakın uluslarımız ve kan akrabalarımız ile ortak bir alanımız olmadığına inandra  bilmişler. İkinci olarak, bizi inandırmışlar ki, son 400 yıllık tarihimiz, yani bütün Osmanlı dönemi bizim tarihimiz değil ve biz sanki bu 400 yılda büyük Osmanlı İmparatorluğu’nun, zengin, güçlü ve eğitici bir devletin tam üyeleri yok, hüquqsuz kulları olmuşuz.

Tabii ki durum böyle değil. Ve ben, Ermeni kardeşlerin bir araya gelip bizi aldatanların kim olduğunu ve  gerçeği bulacağına inanıyorum. Gerçek bir tarih yerine, bizlere gerçeklikle hiçbir ilgisi olmayan  sanal böyüklük , yani sanal eski mükemmellik kavramlarınıimal etdiler. Halkımız üzerinde yaşanan bu psiko-tarihsel şiddet sonucunda kendi kendimizi düşman haline getirdik

Biz komşu halklara, özellikle de Türk halkına karşı kendimizin sürrealist isteklerimiz ve iddialarımızla biz kendi coğrafi  bağlamımızda biyolojik izgoy-atık  haline dönüşmüştük. Ve biz bir türlü anlayamıyoruz ki, hem bizim “soykırım” kavramının yaratıcıları, hem de  çok güzel şekilde Ermeni halkının kurbanlık imgesini yaratanlar komşularına karşı manevi, tarihi ve arazi iddialarının organizatörleri – aslında bizim amansız ve mekrli düşmanlarımızdır

 

On yıllardır bize tamamen yabancı olan insanlar tarafından düşünülmüş çok ağır ” “soykırım” haçı ile dünyayı dolaşıyoruz. Bu süreçte, soykırım kelimesi mecazi anlamıyla bizimle kovuşub. Her Ermeni ailesinin bir üyesidir, kalplerimizde acımasız ve dayanılmazdır ve halkımızın heyat sularını  sorur. Biz kapalı, öfkeli ve kindar olduk ve uydurdugumuz en eski, en büyük, en çileli dünyayı Kabul etmeyen herkesi yok elemeye hazırız.

Şükürler olsun ki, Ermeniler arasında sağlıklı yargıyı ve istihbaratını koruyanlar yeterincedir.Biliyorum ve eminim ki,halkımızın  hafızasini ve doğmalarını geri getirmesi gerekir. Nasıl yapabilir? Söz  konusu, hem Türkiye halkı, Azerbaycan halkı, hem de Rus halkıdır

XIX yüzyılın sonlarında Türkleri, XX yüzyılın sonlarında kesin olarak Azerbaycan  türklerini bizim düşmanlarımıza çevirdilerse, şimdi de Ruslara karşı halkımıza başarılı şekilde nefret virüsü  yapıyorlar. Ne kadar zor olursa olsun, gerçek, doğal ailemize dönmeliyiz. Eđer yapmazsak, eminim, mahv olup gideceyiz.

Birçok yorumcu Ermeni halkı adına konuşmamamı istiyor. Onlara şöyle cevap veriyorum:Ben hiç zaman tüm Ermeni halkı adına konuşmadım. Ben sadece kendi adıma konuşuyor, kendi fikirlerimi söylüyorum – o umutla ki, beni işte Ermenilerin anlaqlı kesimi duyacak.

Ben bizim sanal qədimliyimizin, eski böyüklüyümüzün somut ne olduğunu göstermek ve temel olarak bu soruya cevap vermek için kendi üzerime sorumluluk alıyorum: kim ve ne için bizi kandırıyor? Diğer bütün uluslarda olduğu gibi, bizim de eski bir geçmişimiz var. Fakat maalesef onun hakkında hiçbir şey bilinmiyor ya da neredeyse hiçbir şey bilinmiyor.

Bunu defalarca tekrarladım ve tekrar ediyorum: güçlü bir devletimiz oldu. İsmi  de Osmanlı İmparatorluğu. Ve Osmanlı İmparatorluğunda Ermeni itiqatlı osmanlılar olmuşuz. Hiçbir devletimiz gerçekte varolmadı.Varisi yalnız Ermeni ulusu olan dövlet yüzde yüz olmayıb. Sadece doğruladığımız ve bildiğimiz gerçeklere dayalı olarak geçmişle ilgili gerçeğleri  sergileyecegim”

Sonucda tarihi olduğu gibi sunan bir  ermeni aydını ortaya çıkdı.Tarihi sadece böyle insanları yaşatacaktır.

 

ekozyants

Not: İzlemek isteyenler için, Video Linki: https://www.youtube.com/watch?v=dur7ulOcCtQ

 

Ermeni Soykırım Yalanı ve Sabancı Üniversitesi

Ermeni Soykırım Yalanı ve Sabancı Üniversitesi

haluk_duralSoykırım savunucusu Alman Lepsiushaus’un, Sabancı Üniversitesinin organizasyonuyla 14-17 Eylül 2017 tarihleri arasında Berlin Avrupa Akademisi ve Lepsiushaus Potsdam adreslerinde “Past in the Present: European Approaches to the Armenian Genocide – Ermeni Soykırımı için Avrupa Yaklaşımları” konu başlıklı çalıştay gerçekleştirilecektir. Çalıştayın ev sahiplerinden birisi Sabancı Üniversitesi olup katılımcılar arasında ise Koç, Bilgi, Kemerburgaz (Altınbaş), Ankara Sosyal Bilimler Üniversiteleri var. Koç Üniversitesi bir açıklama yaparak çalıştaya katılacak olan akademisyenin işine 6 ay önce son verdiklerini bildirmiş, Sabancı Üniversitesinin ise “Biz ev sahibi değiliz” açıklamasına rağmen davetiyelerde açılış ve kapanış konuşmasını yapacak olan Hülya Akad isimli şahıs Sabancı Ü. akademisyeni olup, ayrıca panelin konuşmacılarındandır. Sabancı Üniversitesi çalıştayın bilimsel bir çalışma olduğunu, akademisyenlerinin çalışmalarının kısıtlanamayacağını, istedikleri çalıştaya katılabileceklerini bildirmiştir. Ancak çalıştaya sadece “soykırım var” diyenleri çağırmakta, karşı görüşü savunanların başvuruları kabul edilmemektedir. Akademisyenlik onuru soysuzluğa indirgenmiş… Gerçekleri araştırmak için bilimsel amaçlı çalışmalar yapmak, doğruları ortaya çıkartmak, halka doğru bilgi aktararak onurlu bir hizmet vermesi gereken akademisyenler, olmayan bir soykırımı peşinen kabul ederek, soysuzluk ve ihanete adım atmış olurlar. Üniversitelerde bilim üretmekle görevli bir akademisyen, çalıştığı konu hakkında herşeyden önce en temel bilgileri öğrenmeli, bu bilgileri yapacağı araştırmalarla geliştirip, pekiştirdikten sonra yargıya varmalıdır. Ermeni Soykırımı olduğunu peşinen kabul eden soysuzların öncelikle öğrenmesi gereken gerçekler şunlardır: 1- Soykırım kelimesi “soy” ve “kırım” kelimelerinin birleştirilmesiyle türetilmiş yeni bir kelimedir. 1950 yılından önceki konuşulan ve yazılan Türkçe’de “soykırım” diye bir kelime yoktur. 2- 1948 tarihinden önce gerek İngilizce ve gerekse diğer dillerde de “soykırım” anlamında bir sözcük yoktur. Soykırımın İngilizce karşılığı “Genocide” olup, Polonyalı Av. Rafael Lemkin’in önerisiyle bu kelime de Yunanca “Genos” (soy) ve Latince “Cide” (Latince Caedo kelimesinden türemiş, Öldüren anlamında bir sonek) kelimelerinin birleştirilmesiyle türetilmiş bir kelimedir. 3- İkinci Dünya savaşında Almanlar; Almanya’daki ve işgal ettikleri ülkelerdeki milyonlarca komünist, sosyalist, çingene, Yahudi, bedensel ve zihinsel sakatlar, Polonyalılar ve Rusları toplama kamplarında, gaz odalarında hunharca öldürmüşlerdir. Bu kadar toplu katliam yapan Almanlar savaş sonrası toplanan Nürnberg Mahkemelerinde “soykırım” suçundan değil, insanlık dışı muamele, işkence, toplu öldürme, katliam, vb eylemleri içeren “insanlığa karşı suçlar” ile suçlanıp yargılanmış ve cezalandırılmışlardır. Sayfa 2 / 5 Diğer bir deyişle, Roma hukukundan buyana evrensel hukukun esaslarından olan “suç ve cezanın kanunîliği” ilkesi “nullum crimen sine lege, nulla poena sine lege praevia” uyarınca 1948 tarihinden önce devletlerin ulusal hukukunda ve uluslararası hukukta “soykırım” diye bir suç tanımlanmadığından Almanlar soykırım suçundan yargılanamamışlardır. 4- Almanların işledikleri suçların niteliği nedeniyle, Birleşmiş Milletler tarafından “Uluslararası Soykırım Suçlarını Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi”[1] hazırlanarak 9 Aralık 1948 tarihli 260/A sayılı Genel Kurul kararıyla onaylanıp, üye devletlerin imza, kabul veya katılımına açılmış ve 12 Ocak 1951 tarihinde anılan sözleşmenin 13. maddesine uygun şekilde yürürlüğe girmiştir. Soykırım suçunun tanımı Bu Sözleşme’nin 2. maddesine göre soykırım suçları[2]; “Bir ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel grubun tümünü veya bir kısmını, sırf o gruba mensup bulundukları için (İngilizce: as such ) yok etmek amacıyla; – bir gruba mensup olanları öldürmek, – gruba mensup olanlara ciddi bedenî veya aklî zararlar vermek, – grubun tümünü veya bir kısmını bilfiil (fizikî olarak) yoketmek amacını güden yaşam koşullarını bilinçli olarak gruba zorla uygulamak, – grup içinde doğumları önlemeye yönelik önlemleri dayatmak, – grubun çocuklarını başka bir gruba zorla sevketmek.” şeklinde tanımlanmaktadır. Altı çizilmesi gereken husus, bir eylemin veya suçun soykırımı olarak nitelendirilebilmesi için, bir gruba mensup insanları sırf o gruba mensup oldukları için öldürme, yoketme kastının (saikinin) olması gerekir. Dip Not[i] Suçların bireyselliği Sözleşmenin 4. maddesi, soykırım suçlarının kişiler tarafından işlendiğini hükme bağlaması açısından önemlidir. Hiçbir devlet, millet veya ırk topluca veya kurumsal olarak soykırım yapmakla suçlanamaz. Bu Sözleşme’nin 4. maddesine göre[3]; “Soykırımı teşvik eden veya 3. maddede sayılan eylemleri yapan; kurumsal sorumlu yöneticiler, devlet memurları veya bireyler cezalandırılacaktır.” [1] : Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide, entry into force 12January 1951, in accordance with article XIII [2] : Article 2 In the present Convention, genocide means any of the following acts committed with intent to destroy, in whole or in part, a national, ethnical, racial or religious group, as such: (a) Killing members of the group; (b) Causing serious bodily or mental harm to members of the group; (c) Deliberately inflicting on the group conditions of life calculated to bring about its physical destruction in whole or in part; (d) Imposing measures intended to prevent births within the group; (e) Forcibly transferring children of the group to another group. [3] : Article 4 Persons committing genocide or any of the other acts enumerated in article III shall be punished, whether they are constitutionally responsible rulers, public officials or private individuals. Sayfa 3 / 5 Yani “Türkiye Ermeni Soykırımını tanısın” talebinin ve bu tür söylemlerin hiçbir hukuki değeri yoktur. BM Soykırımı Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesinin en önemli maddesi, bu suçla ilgili yetkili mahkemenin tanımlandığı kısımdır. Yetkili mahkeme Bu Sözleşme’nin 6. maddesine göre[4]; “Soykırımı işlemekle suçlanan kişileri yargılama yetkisi bulunan organ ise, suçun işlendiği ülke Devletinin yetkili mahkemesi veya Tarafların kabul etmesi halinde bir uluslararası ceza mahkemesidir.” Bu 6. madde çerçevesinde, bugüne kadar Türklerin Ermenilere soykırım yaptığı iddiasıyla, yetkili bir Türk mahkemesinde, hakkında soykırım davası açılmış ve/veya hükmolunmuş hiçbir Türk vatandaşı yoktur. Çünkü Ermeni iddiaları, Sözleşmenin yürürlüğe girdiği 1951 yılından önceki bir tarihe, 1915 yılına aittir ve o tarihte “soykırım” diye bir suç olmadığından bu olayı Sözleşme kapsamına sokmak imkânsızdır. Soykırım suçları ile ilgili Sözleşme geriye doğru işletilemez Soykırım suçunu tanımlayan uluslararası Sözleşme, yürürlüğe girdiği 12 Ocak 1951 tarihinden sonra meydana gelebilecek ve Sözleşmenin 2. ve 3. maddelerinde sayılan suçlara uygun eylemleri “Soykırım” olarak tanımlamış olup, bu uluslararası Sözleşmeye göre ancak, Sözleşmenin yürürlük tarihinden sonra işlenen soykırım suçları cezalandırabilir. Yani bu Sözleşme GERİYE DOĞRU işletilemez (mâkabline şamil değildir). Soykırım Sözleşmesini yürürlük tarihinden önceye, Ermeni iddialarını kapsayacak şekilde genişletmek amacıyla ABD yetkililerinin teşviki ve Ermeni diasporasının girişimiyle ABD’de bir Türk Ermeni Barıştırma Komisyonu (Turkish Armenian Reconciliatıon Commission (TARC) kurulmuş ve 2003 yılına kadar yaklaşık iki yıl görev yapan bu grup için New York’taki “International Center for Transitional Justice” kurumunun adı açıklanmayan hukuk danışmanlarına yaptırılan “Soykırımı Sözleşmesinin 20. yüzyıl başlarında vuku bulan olaylara uygulanıp uygulanamayacağı” hakkındaki hukukî inceleme, Sözleşmenin geriye doğru yürütülemeyeceği sonucuna varmıştır[5]. [4] : Article 6: Persons charged with genocide or any of the other acts enumerated in article III shall be tried by a competent tribunal of the State in the territory of which the act was committed, or by such international penal tribunal as may have jurisdiction with respect to those Contracting Parties which shall have accepted its jurisdiction. [5] : http://www.armenian-genocide.org/files/ICTJ_Memorandum.pdf International law generally prohibits the retroactive application of treaties unless a different intention appears from the treaty oris otherwise established. The Genocide Convention contains no provision mandating its retroactive application. To the contrary, the text of the Convention strongly suggests that it was intended to impose prospective obligations only on the States party to it. Therefore, no legal, financialor territorial claim arising out of the Events could successfully be made against any individual or state under the Convention. Sayfa 4 / 5 Ayrıca, 27 Ocak 1980 tarihinde yürürlüğe giren, 23 Mayıs 1969 tarihli Viyana Anlaşmalar Hukuku Sözleşmesi’nin (Vienna Convention On The Law Of Treaties) 28. Maddesi[6]; “Sözleşmelerin (devletler arasındaki ikili veya çok taraflı antlaşmaların-H. Dural), tersine bir hüküm bulunmadıkça, o Sözleşme yürürlüğe girdiği tarihten önce vuku bulan eylemlere veya Sözleşme yürürlüğe girmeden önce sona ermiş durumlara UYGULANAMAYACAĞINI” belirtir. Yukarıda açıklamaya çalıştığım üzere, BM Soykırım Sözleşmesi, yetkili mahkeme tanımı ve geriye doğru işletilememe nedeniyle, uluslararası hukuktaki EN SAĞLAM PLATFORMDUR. Bunun en önemli kanıtı ise, ABD liderliğindeki batılı emperyalist devletlerin girişimleriyle, bugüne kadar sadece çeşitli ülkelerin parlamentolarından “Ermeni Soykırımını Tanıma” kararlarının alınmış olması ve herhangi bir Türk vatandaşı aleyhine “soykırım” suçlaması ile ceza davası açılamamış olmasıdır. Sonuç olarak; Osmanlı ordusu I. Dünya Savaşı sırasında 5 ayrı cephede savaşırken, hem de 1915 yılında Çanakkale’de emperyalist İngiliz ve Fransız ortak saldırılarına karşı ölüm kalım savaşı verilirken, özellikle Doğu Anadolu bölgemizdeki Osmanlı vatandaşı Ermeniler devlete isyan etmişler, işgalci Çarlık Rusya’ya karşı savaşan ordumuzu arkadan vurmuşlardır. Bununla da kalmamışlar, Rus ordusuna asker olmuşlar, kendi yörelerinde, köylerinde yaşayan Türkleri ve Müslümanları katletmişleridir. Sözde Ermeni Soykırımı iddialarını peşinen kabul eden soysuz akademisyenler ve bunlara akademik özgürlük adı altında destek veren Sabancı ve diğer üniversitelerin yöneticileri özellikle ve öncelikle Kaynak Yayınlarından kitap olarak basılan; 1915 yılında Ermeni isyanlarını örgütleyen Taşnak Partinin başkanı ve 1918’de Erivan’da kurulan Ermenistan’ın ilk Başbakanı Ohannes Kaçaznuni’nin 1923 yılında partisinin Bükreş’te toplanan kongresine sunduğu “Taşnak Partisi’nin Yapacağı Birşey Yok” başlıklı raporu okumalı, Ermenilerin Osmanlı Devletine neden isyan ettiklerini, ne kadar büyük insanlık dışı katliamlar yaptıklarını anlattığı itirafları okumalıdırlar. Sözde Ermeni Soykırımı iddialarını peşinen kabul eden soysuz akademisyenler ve bunlara akademik özgürlük adı altında destek veren Sabancı ve diğer üniversitelerin yöneticileri Soykırım suçlarıyla ilgili yukarıda anılan Soykırım Suçlarını Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesini[7] ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, İkinci Daire, Perinçek–İsviçre Davası Kararı 17 Aralık 2013, (Başvuru no: 71510/08) ve mahkeme safahatı ile ilgili belgeleri okumalı ve öğrenmelidirler. [6] : Vienna Convention On The Law Of Treaties, Signed At Vienna 23 May 1969, Entry Intoforce: 27 January 1980 Article 28 : Non-retroactivity of treaties Unless a different intention appears from the treaty or is otherwise established, its provisions do not bind a party in relation to any act or fact which took place or any situation which ceased to exist before the date of the entry into force of the treaty with respect to that party. [7] : Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide http://www.ohchr.org/EN/ProfessionalInterest/Pages/CrimeOfGenocide.aspx Sayfa 5 / 5 Son Not: [i] : Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, İkinci Daire, Perinçek–İsviçre Davası Kararı 17 Aralık 2013, (Başvuru no: 71510/08). Doğu Perinçek lehine oy çokluğu ile karar veren heyetin iki hakimin verdikleri karşı oyun gerekçesinin 23. Paragrafında “Soykırımın inkârı suçunun unsurları, actus reus (suçun maddi unsuru) açısından olduğu gibi mens rea (suçun manevi unsuru) açısından da kanıtlanmıştır. Actus reus bakımından başvuran (Doğu Perinçek) “uluslararası yalan” olarak nitelediği Ermeni soykırımını aleni olarak inkâr etmiş, Ermeni halkını Türk Devletine saldırmakla itham etmiş” diyerek Doğu Perinçek’i suçlu bulmuşlardır. Karşı oy kararı için Emekli Büyükelçi Pulat Tacar’ın değerlendirmeleri: Actus reus, ceza hukukunda öldürme eyleminin yani fiilin bizatihi kendisidir. Ancak her öldürme fiili aynı derecede değerlendirilemez, zira kaza sonucu öldürme, önceden tasarlayarak öldürme, tahrik nedeni ile öldürme, meşru müdafaa nedeniyle öldürme vb çeşitli öldürme eylemleri vardır. Bunlar ceza hukukunda ayrı ayrı cezalandırılır. Halbuki, soykırım özel kasıt (dolus specialis, İngilizce as such) ile öldürmektir. Yani “Bir ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel grubun tümünü veya bir kısmını, sırf o gruba mensup bulundukları için (as such ) yoketmek amacıyla” öldürmektir. Dolus specialis 1948 Sözleşmesinde yazılı fiillerin (suçların), bir gruba mensup insanlara, sırf o gruba mensup, oldukları gerekçesi ile işlenmesidir. İçinde ırkçılık taşımaktadır. Soykırım hukukunda zamanla uygulamaya yönelik bazı nüanslar ortaya çıkmıştır. Bunların başında Uluslararası Adalet Divanının (UAD-Lahey) Bosna Sırbistan kararı gelir (International Court Of Justice, Application Of The Convention On The Prevention And Punishment Of The Crime Of Genocide (Croatia V. Serbia), 3 February 2015, Judgement). Mezkur karar 1948 Soykırım Sözleşmesini hazırlayan konferansta uzun müzakereler sonunda kabul edilen “as such” terimine ağırlık vermiş, kararda Latince dolus specialis (özel kasıt) olmadan bir eyleme soykırım denilemeyeceğini vurgulamıştır. Ayrıca bunun ıspatına ilişkin çıtayı çok yükseklere çekerek, soykırımı ıspatı çok güç olan bir suç niteliği haline getirmiştir. UAD sadece Srebrenitsa’da yapılanları soykırım sayarak, Yugaslavya iç savaşındaki diğer benzer olaylarda dolus specialis’ in ıspatlanamadığını vurgulamıştır.

DOKSANALTI TEKRARLIK TARİH DERSİ

 

 

süleyman pekin“28 Haziran’ın ilk saatlerinde Yunanlıların İzmit’i tahliye etmeye başladıkları anlaşılınca İzmit’e girme görevi 33. Süvari Alayı’na verilmiş ve piyade kıtaları gelinceye kadar en muntazam kıtaları ile şehre girmesi, şehirde yağma ve asayişi bozan durumlara katiyen meydan vermeyerek Derince’yi de keşfettirmesi Süvari Alay Komutanı Edip Bey’e emredilmiştir.

Şehirde bulunan Yunan kuvvetleri, Rum ve Ermeni muhacirler ile Yunanlılarla

işbirliği yapanların bir kısmı gece vapurlara bindirilerek tahliye edilmişlerdir. Limanda birer İngiliz, Fransız, ABD ve Yunan torpidosu kalmış, Kılkış Zırhlısı tekrar Seymen önlerine gelmiştir. Şehrin el değiştirdiğini gören ve artık yapacak işleri kalmayan İngiliz, Fransız ve Amerika torpidoları öğle saatlerinde şehri terk etmişlerdir.

Mürettep Fırka 2.Alay 3.Tabur Komutanı Yüzbaşı Rasim Bey, taburuyla İzmit’e gelerek şehrin iç düzenini sağlamıştır. İzmitli gençlerden oluşan bir gurup, ellerinde bayraklar olduğu halde şehrin girişindeki Baç mevkiinde Milli Kuvvetleri karşılamışlar ve akşama doğru şehre giren Kaymakam Emin Bey’e şükranlarını sunmuşlardır. Emin Bey’in emrinde bulunan en önemli kuvveti olan Ada Taburu’na önce İzmit’e girmeyip Bahçecik yolunu gözetleme ve kontrol altında tutması emredilmiş daha sonra bu emir değiştirilerek bu taburun İzmit’in kuzeyindeki Bağçeşme sırtlarını işgal etmesi emredilmiştir.

Seymen İskelesi civarında bulunan ve kuvvetli bir alay olarak tahmin edilen Yunan Birliği 28 Haziran günü çadırlı ordugâhında hareketsiz kalmıştır. Fakat İzmit İstasyonu’ndan görüldüğü kadarıyla Bahçecik birkaç yerinden yanmaktadır. Değirmendere Mıntıka Kumandanlığı’na İzmit’in kurtarıldığı bildirilmiş ve karşılarında bulunan Yunan kuvvetlerine şiddetle taarruz etmeleri emredilmiştir. Böylece Yunanlıların 4 gün önce olduğu gibi İzmit’e yürüyüşleri engellenmek istenmiştir. Böyle bir gelişmeyi durdurmak için Mürettep Fırka’nın da Mahmutpaşa Çiftliği – Yuvacık hattına toplanması ve büyük kısmı ile Yuvacık’ta bulunarak Yunanlılarla teması sağlaması emredilmiştir. Fırka emrine verilen birlikler de Kullar Köyü’nde fırkaya katılacaklardı.

Diğer taraftan karayolu ile çekilmekte olan Yunan Birlikleri, 28 Haziran’da Seymen İskelesi’nden batıya doğru hareket ederek ve geçtiği her yeri yakıp yıkarak kıyı yolu ile saat 16 00 sularında Karamürsel’e ulaşmışlardı. Kolordu komutanlığı, Bahçecik’ten Karamürsel’e doğru çekilmekte olan Yunan birliklerini takiple Mürettep Tümen’i görevlendirmişti.

Akşam 22 sularında, Bahçecik – Seymen bölgesinde bulunan Yunan alayının tehdidine ilave olarak Orhangazi bölgesindeki Yunan kuvvetleri de harekete geçmişlerdir. İzmit Körfezi ile İznik Gölü arasında bölgede ortaya çıkan bu gelişmeler üzerine 28 Haziran gecesi saat 24 00’te Kolordu Komutanı, Kaymakam Emin Bey’in sadece 2 bölük piyade ile İzmit’te kalmasını diğer bütün kuvvetlerin Mürettep Fırka’ya katılmak üzere Kilez Deresi yoluyla Bahçecik Servetiye sırtlarına hareket etmelerini emretmiştir.

Mürettep Kolordu, 21 Haziran tarihinden 28 Haziran akşamına kadar yapılan muharebelerde 1’i zabit (subay) 74 şehit vermiş, 9’u zabit olmak üzere 180 nefer (er) yaralanmıştır. Yunanlıların ise son 4 günlük İzmit harekâtında geride 300 ölü bıraktıkları tespit edilmiştir. Düşman İzmit’i tahliye etmeden evvel 310 Müslümanı katletmiştir ve Sultan Camii (Yenicuma) etrafında 70 dükkânı yakmıştır”.   

Danimarka parlamentosu uydurma Ermeni soykırımını tanımamak karar verdi

danimarkaDanimarka parlamentosu (Folketinq) uydurma Ermeni soykırımını tanımamak konusunda karar verdi.
Danimarka’nın “Vatan” toplumun bilgisine göre, 26 Ocak Folketinqdə yapılan oylamada Osmanlı İmparatorluğu’nda 1915-1923-cü yıllardaki olaylara fiyat verilmesi konusunda yasa tasarısı 89 oyla reddedildi.
Rauf Aliyev
AzerTAC-ın özel muhabiri

Stokholm

ABD’deki Ermeni Diasporası ve FETÖ, Trump’ın Zaferi ile Hüsrana Uğradı

ABD’deki Ermeni Diasporası Donald Trump’ın zaferle çıktığı seçimlerde hüsrana uğradı.

aglamaErmeni Diasporası’nın desteklediği ve “Sözde Ermeni Soykırımı” iddialarını destekleyen Hillary Clinton başkanlık seçimlerini kaybederken başta Bob Dold, Mark Kirk olmak üzere Ermeni Diasporasına yakın Kongre Üyeleri seçimlerde başarısızlığa uğradı.

aglama-jpg1
Seçim sonuçları gerek ABD Başkanlık koltuğuna gerekse Kongre üyeliğine seçilen isimler dolayısı ile Ermeni Diasporası açısından büyük bir yenilgi olarak görülmekte.

Hillary Clinton, “Sözde Ermeni Soykırımı” konusunda ermeni iddialarını desteklemesine ilaveten seçim mitinglerinde yaptığı Terör örgütü PKK’nın suriye uzantısının silahlandırılması çağrıları ve FETÖ terör örgütü üyelerinden aldığı yüklü miktardaki bağışlar ile ABD’deki Türk seçmenin büyük çoğunluğunun desteğini kaybetmişti.

Donald Trump’ın Zaferi Türkiye – Amerika İlişkileri İçin de Bir Zafer

Donald Trump, Müslümanlara karşı yaptığı açıklamalar dolayısı ile her ne kadar ABD’deki Türk toplumunu hayal kırıklığına uğratmış olsada dış politika vaadleri ve Türkiye hakkındaki açıklamaları ile Türk Amerikan ilişkileri açısından başkanlık için en uygun isim olarak öne çıkmaktaydı. Donald Trump seçim mitingleri boyunca yaptığı açıklamalarda Türkiye’den övgü ile bahsetmiş ve   “Türkiye, IŞİD’e karşı birçok şey yapabilir. Eğer onlarla müzakere eden ben olsaydım IŞİD konusunda çok daha fazlasını yapacaklarını düşünüyorum” demişti.

Ayrıca 15 Temmuz darbe girişimi hakkında Türkiye’deki darbe girişimiyle ilgili Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı övmüş, “Yaşanan darbe değildi, başarılı olmadı, girişim olarak kaldı ve bu durumu tersine çevireceğine dair Erdoğan’a epey güvendim” demişti.

aglama-jpg2
Trump’ın Türkiye’ye Karşı Olumlu Yaklaşımı Seçim Sonrası Daha da İvme Kazandı

Trump’ın Türkiye’ye karşı olumlu yaklaşımı seçim zaferi sonrasında da artarak devam etmekte. Trump’ın Başkan Yardımcısı Mike Pence, seçim gecesi yaptığı açıklamada ‘Türkiye ile ilişkileri geliştireceklerini’ söyledi.

Trump’a yakın diğer bir isim olan Donald Trump’ın güvenlik ve istihbarat başdanışmanı emekli korgeneral Michael Flynn, FETÖ lideri Fetullah Gülen Hakkında bir yazı kaleme alarak “Arka bahçemiz Pensilvanya’ya rahatça yerleşmiş olan bu maskeli terör ve istikrarsızlık kaynağı tarafından Washington’ın gözü boyanırken NATO müttefikimiz Türkiye’ye engel olmak mantıksızdır. Türkiye’nin bakış açısıyla Washington, Türkiye’nin Usame bin Ladin’ine sığınak oluyor. 11 Eylül’den sonra Usame bin Ladin’in Türkiye’de güzel bir köyde yaşadığını ve aynı anda da Türk vergi mükelleflerinin vergileriyle fonlanan 160 okulu işlettiğini öğrenseydik ne yapardık?” dedi.aglama-jpg3

Donald Trump kazandığı zafer ile birlikte uslübünü değiştirerek  “Tüm Amerikanın Başkanı Olacağız. Bütün Uluslarla İyi Geçineceğiz” açıklamaları yaptı ve bugün itibari ile Müslümanlarla ilgili yaptığı olumsuz açıklamaları internet  sitesinden kaldırdı.aglama-jpg4

ULUSLARARASI ASILSIZ ERMENİ İDDİALARIYLA MÜCADELE DERNEĞİ’NE PKK SALDIRISI

Bölücü terör örgütü PKK gerçek yüzünü ve kimlere hizmet ettiğini bir kez daha ortaya koydu. Dün gece terör örgütü mensuplarınca Uluslararası Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Derneği ASİM-DER Van Temsilciğine ve üyelerin ev ve iş yerlerine saldıran teröristler ağır maddi hasara sebep oldular
saldırı1
Türkiye’nin gelişmesinden ve kalkınmasından korkan dış güçler ve hain işbirlikçileri boş durmuyor. FETÖ, DAEŞ, DHKP-C ve PKK’nın el birliği ile savaş ilan ettiği ülkemizde yerli ve millî kuruluşlara, taciz saldırıları sürüyor.
20 Ağustos Cumartesi gecesi PKK terör örgütü mensuplarınca Uluslararası Asılsız Ermeni İddialarıyla Mücadele Derneği ASİM-DER’in Van Temsilciğine ve temsilcilerin ev ve iş yerlerine saldıran teröristler ağır maddi hasara sebep oldular.
Polis karakoluna birkaç yüz metre mesafedeki evlere saldıran teröristler karakoldaki görevli polisler nedeniyle daha fazla zarar veremeden kaçmak zorunda kaldılar. Türkiye ve Azerbaycan’ın asılsız Ermeni iftiralarına karşı sesi olan ve AGOS Gazetesi’nin de hedefinde olan ASİM-DER’li aileler oturulmaz duruma gelen evleri nedeniyle geceyi sokakta geçirmek zorunda kaldılar.saldırı4
Konuyla ilgili açıklama yapan STK temsilcileri de Türkiye ve kardeş Azerbaycan’ın Ermeni iftiralarına karşı sesi olan ASİM-DER’in Van Temsilciğine PKK tarafından yapılan bu saldırı aynı zamanda PKK’nın Batı güdümünde bir Ermeni terör örgütü olduğunun da en büyük ispatı olduğunu ifade ettiler. Konuyla ilgili olarak emniyet ve jandarma tarafından soruşturmanın sürdürüldüğü bildirildi.