Etiket arşivi: Enformatik

İçimizdeki hekimi unuttuk!

Hastalandığımız zaman çoğumuz soluğu bir doktorda alıyoruz. Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK) “verilerine göre her gün 1,5 milyonun üzerinde kişi doktora gidiyor. Bugün doktorlar 40’ın üzerinde branşa ayrılıyor. Ruhsal gelişimimiz için gerekli ruh, zihin, beden bütünlüğünden tamamen koptuk. Sağlık Bakanlığı verilerine göre ise, kişi başı ilaç kullanımı yaklaşık 30 kutuya çıkmış durumda. Sadece beden üzerinden yoğunlaşarak İnsan ömrünü uzattık diye övünen modern tıp anlayışı, dünyaya geliş amacımız olan ruhsal tekamülün önünü kapattığının farkında bile değil. Oysa bu dünyadan tek götürebileceğimiz hazine aydınlanmış bilincimiz. “Bütün doktorlar ve ilaçlar bir araya gelse bile içimizdeki hekim kadar güçlü olamaz” diyen Anesteziyoloji ve Algoloji Uzmanı Dr. Erhan Özer,Çünkü içimizdeki hekim yedek parçayı orijinal kaynağından alır, dış hekim yan sanayi çalışır” diyor.

İçimizdeki hekimin iyileştirme gücünün bağışıklık sistemine ve apoptozis’e (zamanlı ölüm) dayandığını söyleyen Özer, “Biyolojik sistemimiz saniyede 50.000 hücrenin yenilenmesine göre programlı. Bu sayede organlarımız sürekli bir yenilenme ve iyileştirme hareketi içinde. Diğer yenilenme ve arınma sürecini de bağışıklık sistemimiz yürütüyor. Tam kapasite çalışan bir bağışıklık sistemi sayesinde bütün hastalıklardan korunuyoruz. Ancak bizler modern tıbbın tamamlayıcı ve semptomatik girişimleri nedeniyle, içimizdeki hekimi unuttuk. Onu yavaşlattık, zayıflattık ve iş görmez hale getirdik. Bunun sonucu olarak oluşan stres reaksiyonları nedeniyle bağışıklık sistemimiz çöktü. Kendi içimizdeki iyileşme yeteneğini bize unutturan blokajların nedeni ise stres ve korkularımız. Hayatta kalabilmek için savaş veya kaç modunu aktifleştiren korku, tehlikeden kurtulabilmemiz için tüm enerjiyi kullanır. Bu nedenle bağışıklık sistemi için gereken enerji kapasitesi zayıflar. Korkudan kurtulup sükûnet haline döndüğümüz zaman ise enerji yeniden bağışıklık sistemin kullanım alanına geçer. Hasar tespiti sonrası onarım dönemi yani kendi kendini iyileştirme süreci böylece başlamış olur” diyor.

Enerji olmazsa iyileşme de olmaz

Korkudan kurtulup sükûnet haline dönüldüğü zaman, enerjinin yeniden bağışıklık sisteminin kullanım alanına geçtiğini ifade eden Şifa SendeKendin Ol ve İçimizdeki Hekim kitaplarının yazarı Dr. Erhan Özer,Hastalıkların iyileşmesi, dezenformasyonlar (olumsuz duygu ve düşünceler) nedeniyle sağlıklı çalışamayan hücrelerin yeniden orijinal kodlarına dönüşmesiyle sağlanır” diyor. İyileşmeyecek hasta, duygusal çatışmalar nedeniyle sürekli korku fazında kalan veya yeniden korku fazına giren hastalardır. Branşlara ayrılıp bütünden koptukça, dezenformasyonların yarattığı korkularımızdan kurtulmamız ne yazık ki zorlaşıyor. Madalyonun diğer yüzüne baktığımızda ruhsal gelişimimiz için karşımıza çıkan en büyük engel yine korkularımız. Hastaları korkutucu bir hekimlik anlayışı hüküm sürdüğü sürece, insanların kendilerini iyileştirebilmeleri elbette iddialı bir söylem oluyor.”

“Korku böbrekleri, öfke karaciğeri, takıntı pankreası, üzüntü akciğerleri, huzursuzluk ve ruhsal tatminsizlik kalbi yorar”

Geleceğin tıp anlayışının frekanslar üzerinden gerçekleşecek “Enformatik Tıp” olduğunu belirten Özer,“Sağlıklı olmamız ve hastalıkların iyileşmesi tamamıyla enerjiye bağlı. Enerjimizi düşüren ana neden ise bedensel, zihinsel ve ruhsal dezenformasyonlar (ters frekans). Hastalık dönemi aslında iyileşme dönemidir. Zihnimizle oluşturduğumuz duygusal çatışmalar organlarımızı sürekli yoruyor, enerji kaybına yol açıyor. Korku böbrekleri, utanma mesaneyi, öfke karaciğeri, erteleme safra kesesini, takıntı pankreası, bir şeyleri istemeden yapmak mideyi, üzüntü akciğerleri, dogmalar kalın bağırsakları, yalnızlık ince bağırsakları, huzursuzluk ve ruhsal tatminsizlik kalbi yorar. Ani şok edici dramatik olayların duygusal çatışma şiddeti daha ağır olup, rezonansa girdiği organda aşırı hücre artışına veya hücre yıkımına neden olur. Tekrar sükûnete geçip ekonomik vitese döndüğümüzde organlarımız orijinal hücre kapasitesine geri dönecek fırsatı yakalamış olur. Duygusal çatışmada kalış süreci, iyileşme süreci ile aynıdır. Yapılması gereken tek şey, sükunet yani istirahat fazında kalarak ruh, zihin, beden bütünlüğünü tekrar oluşturmak (blokajları kaldırmak) ve bağışıklık sistemini tam kapasite aktif halde tutmaktır. Korku ve negatif düşüncelerin oluşturduğu duygusal çatışmalar enerjimizi hızla tüketir. Pozitif enerji yaratan moral, umut ve sevgi ise enerjimizi hızla arttırır” diyor. Enerji olmazsa iyileşme de olmaz.

Uzm. Dr. Erhan Özer Hakkında: Aksaray’da doğdu. İlköğretimini Almanya’da Volkschule’de tamamladı. 1973 yılında Türkiye’ye dönerek İstanbul Erkek Lisesi’nde öğrenime başladı. Lise diplomasını Bursa Atatürk Lisesi’nden aldı. 1977 yılında Uludağ Tıp Fakültesi’ni kazanarak 1983 yılında Tıp Doktoru unvanını aldı. Mecburi hizmetini 2 yıl Isparta – Senirkent – Esendere köyünde Sağlık ocağı hekimi olarak yaptı. 1985 yılında Gazi Tıp Fakültesi Anesteziyoloji ve Reanimasyon ana bilim dalında uzmanlık eğitimine hak kazanarak 1990 yılında uzmanlık diplomasını aldı. 2 yıllık askerlik hizmetini Diyarbakır askeri hastanesinde bitirdikten sonra önce Okmeydanı sonra Göztepe Sigorta hastanesinde 2000 yılına kadar Anestezi ve Reanimasyon uzmanı olarak görev yaptı. 1990’dan beri Algoloji (Ağrı tedavisi) alanında Almanya, İsviçre, Avusturya bağlantılı araştırma ve geliştirme faaliyetlerinde bulunmaktadır. Ağrı tedavisi için nöralterapi, blokaj tedavileri, homeopati, enformatik ve holistik tıp anlayışı özel ilgi ve uygulama alanlarını teşkil etmiştir.

CEHALETİN KOLEKTİF TAHSİLİ

 

CEHALETİN KOLEKTİF TAHSİLİ

süleyman pekinSon zamanların meşhur yazarı Yuval N. Harari’nin ‘Sapiens’ kitabında CEHALETİN KEŞFİ diye bir bölüm var. Batı’nın “İgnoramus / Bilmiyoruz” diyerek Cehaletini kabullendiğini, Doğu’nun ise hala kabullenmediğini tespit eder ve günümüzde medeniyetler arası derin uçurumun bundan kaynaklandığını söyler. Bir de bireysel ve kolektif cehaletten bahseder.

Bizde de bu alanda ilginç kitaplar var: Biri Bakan Nabi Avcı’nın doçentken yazdığı ENFORMATİK CEHALET ve diğeri Prof. Hüseyin Atay’a ait CEHALETİN TAHSİLİ. Her ikisi de Kolektif Cehaletle alâkalı görünse de Siyasetçi Nabi Avcı’nın yazdıklarıyla Millî Eğitim ve Kültür Bakanı iken yaptıklarıyla hiç örtüşmediği için es geçiyoruz.

Tarih disiplininde yüz yıllık birikimiyle Halil İnalcık Hoca ne ise İlâhiyatta da Hüseyin Atay Hoca odur. Geçen yıl kaybettiğimiz Tarihçilerin Pîri’ni yakın zamanda andık. İlâhiyatçıların Pîri ise 87 yaşında; Allah ömrünü uzattıkça bereketlendirsin. 15 yaşında medreseyle tanışan, liseyi ve üniversiteyi Arapça aşkına Bağdat’ta bitiren, Cehaletin Tahsili kitabını yazdığı 2000’li yıllardan beri de bazen basın bazen sosyal medya üzerinde mesajlarını iletmeyi sürdürüyor.

Hüseyin Atay; “Toplumda üç şey eksik: 1.Allah korkusu 2.Kanun korkusu 3.Kamu vicdanı korkusu” derken ve bunu ‘İman eksikliği’ne bağlarken gözümün önündeki otobanda da Dindar ama Allahsız, Şeriatçı ama Kanuntanımaz, Müslüman ama Hırsız çelişkileri yarış yapıyor. Atay Hoca’nın “İnandıklarına inanmış değiller” cümlesini görünce Sezai Karakoç’un “Ben yaşamıyor gibi yaşamıyor gibi yaşıyorum” mısrası takılıyor aklıma.

Prof. Atay; “Niçin sorusu düşünmenin başlangıcıdır” ve “Medeniyet kurmak felsefe yapmakla olur” derken de zihnimize halkımızın başucu sloganları olan –Felsefe yapma! –İcat çıkarma! –Fazla merak iyi değildir! –Çok düşünme, kafayı yersin! replikleri şekere karıncaların üşüşmesi gibi üşüşüyor. Sonra kafama takılıyor: Düşünen Adam Heykeli neden Ankara Siyasal’ın yada Marmara İlâhiyat’ın bahçesinde değil de Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları bahçesinde; Hüseyin Atay gibilere Deli muamelesi yapmak için mi?

Atay, “İslam’da düşünmek farzdır” der ve Kuran’ı iki kelimeyle özetler: İlim ve İman. Yani bilerek inanmak yada inanarak bilmek.. “Dünya tarihinde Kuran’dan başka hiçbir kitap ‘Oku’ buyruğu ile başlamamıştır. Bundan dolayı da adını ‘Okumak’ olarak Kur’ân koymuştur.” Yani Müslüman okur / kaari, Kur’an da okunan demek.. H. Atay son mesaj olarak da Ta-Ha 114’ün sonunu esas alır: “Rabbî zidnî ilmâ / Rabb’im ilmimi arttır!” De ve söyle!

“Kuran’ı çoluk çocuk, okuryazar, okumaz yazmaz, âlim, düşünür, edip, fâkih, müçtehit, filozof, ilkokul mezunu, lise mezunu, hiçbir yerden mezun olmayan, doktor, doçent ve profesör, herkes, her türlü durumda, abdestli, abdestsiz okuyacak. Çünkü o, insanlık kitabıdır” diyor Hüseyin Hoca; hem de “Dinsiz de, dinli de okuyacak” notuyla.. Kur’an okumayı engellemenin de ya fizikî güç kullanımıyla veyahut okumaya şartlar getirerek mümkün olabileceğini söylüyor.

Bireye Tapma bahsinde de Atay, seçkin bireyleri putlaştırmanın her şeyi ondan beklemenin haricinde sorumluluğun da putlaştırılanlarda yoğunlaşması ve öbür bireylerin sorumsuzlaşmasıyla ilgili olduğunu kaydeder. İnsan düşünmeden edemiyor; kültürümüzdeki bu Tekadamlık düşkünlüğü ve Kulperestlik Yunan mitolojisinin mi, Türk mitolojisinin mi örnekleridir?  

Dürüstlüğü de hırsızlık yapmamak ve yaptırmamak olarak tarif eden Prof. Atay, “Kendi hırsızlık yapmaz görünerek sırtından hırsızlık yaptıranlar; hırsızlığın ahlâksızca, korkusuzca aşırı derecede yapılmasına sebep oldukları için hem hain hem de en kötü hırsız sayılırlar” diyerek toplumsal algının kendi sonunu hazırladığına dikkat çeker. Yani bindiğimiz dalı kendimiz kesiyoruz.

Ve ömrünü emrolunduğu gibi dosdoğru bir çizgiye adayan Hoca’nın 65 yıldır tekrarladığı şu Arapça mısra kitabının yazılma gerekçesi gibidir: “İzâ kâne hâze’d-dînu dîne mezelletin felestü bîmüslimi / Eğer bu din alçaklık dini ise ben Müslüman değilim”