Etiket arşivi: Emre

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde altı yeni atama

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde (İBB) yeni atamalar yapıldı. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, İtfaiye, Mezarlıklar, Fen İşleri ve Zabıta Daire Başkanları ile Şehir Tiyatroları ve Turizm müdürlerini atadı.

mask
reklam alanı

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde (İBB) yeni yönetim kadrosu oluşturmak için yapılan atamalar devam ediyor. Son olarak İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, İtfaiye Daire Başkanlığı’na Remzi Albayrak’ı, Mezarlıklar Daire Başkanlığı’na Ayhan Koç’u, Fen İşleri Daire Başkanlığı’na Kasım Arısoy’u, Zabıta Daire Başkanlığı’na ise Engin Ulusoy’u, atadı.

Son atamalarla birlikte, Şehir Tiyatroları Müdürü Ceyhun Ünlü olurken, Turizm Müdürü de Emre Dündar oldu.

Atamaları yapılan yeni yöneticilerin özgeçmişleri şöyle:

İtfaiye Daire Başkanı Remzi Albayrak: 1964 yılında eski Yugoslavya’nın Sancak bölgesinde doğan Albayrak, 1969 yılında Türkiye’ye göç etti. Kuleli Askeri Lisesi eğitiminden sonra İstanbul Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı’nı bitiren Albayrak, Türk Silahlı Kuvvetlerinin çeşitli birlik ve kurumlarında görev aldı. Albayrak 2010 yılında albay rütbesiyle emekli oldu. Askerlik hayatı boyunca çeşitli yurtdışı görevlerine de giden Albayrak, İstanbul Üniversitesi’nde Türkçe’nin Yabancı Dil Olarak Eğitimi, Beykent Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler ile Eğitim Yönetimi ve Denetimi alanlarında toplam üç yüksek lisans çalışması yaptı. İstanbul Üniversitesi’nde İngiliz Dili Eğitimi alanında doktora çalışması yapan Albayrak, İngilizce, Boşnakça, Sırpça ve Hırvatça biliyor. Albayrak evli ve dört çocuk babası.

Mezarlıklar Daire Başkanı Ayhan Koç: 1965 yılında Horasan’da dünyaya gelen Ayhan Koç, Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni bitirdi. 1998 yılından bu yana İstanbul’da doktor olarak görev yapan Koç, Sultanbeyli Devlet Hastanesi’nde 8 yıl çalıştıktan sonra 2007 yılında özel bir hastanede görev yaptı. 2014 yılında Sultanbeyli ilçesinden ikinci kez belediye meclis üyeliğine seçilen ve Sultanbeyli belediye başkan yardımcılığı yapan Koç, evli ve 2 çocuk babasıdır.

Fen İşleri Daire Başkanı Kasım Arısoy: Lisans eğitimini Orta Doğu Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünde tamamlayan Arısoy, iş hayatına iletişim-kontrol-kumanda sektöründe faaliyet gösteren FACE INDUSTRIES/Italy’de saha mühendisliği yaparak başladı. 1992 yılında Türkiye Elektrik Kurumu bünyesine katılan Arısoy, sırasıyla Türkiye Elektrik Üretim Anonim Şirketi Santraller Proje ve Tesis Dairesi ile Türkiye Elektrik İletim Anonim Şirketi (TEİAŞ) İletim Hatları ve Trafo Merkezleri Proje Tesis ve İnşaat Dairesi Başkanlıklarında İhale Müdürü ve Daire Başkanı olarak görev yaptı. TEİAŞ Genel Müdürlüğü Müşavir kadrosundan 2013 yılında emekliye ayrılan Arısoy, daha sonra ALSTOM Grid Enerji Endüstrisi AŞ’de proje yöneticisi olarak ve General Electric Ankara-Türkiye ofisinde danışman olarak çalıştı. Arısoy evli ve iki çocuk babası.

Zabıta Daire Başkanı Engin Ulusoy: 1962 Lüleburgaz’da doğan Ulusoy, 1985 Polis Akademisi’nden mezun oldu. Emniyet teşkilatı için çeşitli illerde görev yapan Ulusoy, 1993-1996 yılları arasında Türkiye’nin Roma Büyükelçiliğinde Güvenlik Ataşesi olarak çalıştı. Ulusoy akabinde; Sinop-Ayancık Emniyet Amiri, Malatya-Darende İlçe Emniyet Müdürü görevlerinde bulundu. 2000-2004 yılları arasında Marmaris ilçe Emniyet Müdürlüğü yapan Ulusoy, 2008 yılında 1. Sınıf Emniyet Müdürlüğüne terfi ederek, 2017 yılında emekli olana kadar Polis Başmüfettişi olarak çalıştı. Engin Ulusoy, Marmara Üniversitesi’nde Kamu Hukukunda Yüksek Lisans yaptı. Halen Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümünde “Toplumsal Güvenlik: Göç ve Göçle Mücadele Yöntemleri” üzerinde doktora yapıyor. Evli ve bir kız çocuğu sahibi olan Engin Ulusoy, İngilizce ve İtalyanca biliyor.

Şehir Tiyatroları Müdürü Ceyhun Ünlü: 1982 yılında İzmit’te doğan Ünlü, lisans öğrenimini Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Halkla İlişkiler ve Tanıtım Bölümü’nde, yüksek lisans öğrenimini ise Nişantaşı Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü İşletme Yönetimi Bölümü’nde tamamladı. Özel sektör çalışma deneyimi sonrası kamu çalışma hayatına 2006 yılında İBB Halkla İlişkiler Müdürlüğü’nde başlayan Ünlü, görev süresi boyunca 153 Beyazmasa projesinin koordinatörlüğünü üstlendi. Ekim 2015’ten bu yana Şehir Tiyatroları Müdürlüğünde müdür yardımcısı olarak görev yapan Ceyhun Ünlü evli ve bir kız çocuğu babası.

Turizm Müdürü Emre Dündar: 1986 yılında Ankara’da doğan Dündar, 2008 yılında Abant İzzet Baysal Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümden, 2011 yılında ise Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümünden mezun oldu. 2014 yılında Okan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü MBA (işletme) Yüksek Lisans Programını tamamlayan Dündar, 2009 tarihinde Anadolu Yakası İtfaiye Müdürlüğü’nde memuriyete başladı. 2010 yılında göreve başladığı Dış İlişkiler Müdürlüğünde müdür yardımcılığı görevi yapan Dündar iyi derecede İngilizce biliyor. Dündar, evli ve bir çocuk babası.

SEVGİNİN GÜCÜ-1

SEVGİNİN GÜCÜ-1

 

“Sevgi gelince tüm eksiklikler biter, bütün kötülükler yok olur.” Yunus Emre

 

 

Sevgi nedir? Sevginin tanımı yapılamaz. Sevgi ancak tadılır. Tadan kişi de sevginin ne olduğunu yeterince anlatamaz. Aynı zamanda sevgi evrensel bir duygudur. Seveni sevilene bağlar.

 

Dr. Peck, sevginin ihata edici bir tanımı yapılamamasının, onu gizemli bir hale getirdiğini söyler ve yetersiz kalacağını da belirterek sevgiyi şöyle tanımlar: “Sevgi, insanın, kendisinin ve bir başkasının ruhsal tekâmülünü desteklemek amacıyla benliğini genişletme arzusudur”.

 

“Sevgi nedir?” Sorusuna cevap aranacaksa; sevgi, kayıtsız şartsız saygıdeğer bulunmaktır.

Sevgi fark edilmedir. Sevgi hoş görülmedir. Sevgi paylaşmadır. Sevgi tanınma, bir insanın olabileceğinin en iyisi olmasına, gelişmesine imkân sağlamaya ça­lışmadır. Sevgi, şeffaf olmadır. Sevgi ihtiyaçtır.

 

Sevgi, sosyal bir varlık olarak, insan olmanın gerektirdiği doğal bir ihtiyaçtır. Moslow’un sıraladığı hiyerarşik insan ge­reksinimleri üçgeninde sevgi, temel olarak belirlenen, fizyolo­jik ve güven ihtiyacından sonra gelmektedir. Bununla beraber, sevginin, temel ihtiyaçların da önüne geçerek, ilk sırada yer alacak kadar güçlü bir ihtiyaç olduğunu gösterir sayısız örnek vardır.

 

“Sevgi, kişinin kendi bütünlüğünü, bireyselliğini koru­yarak gerçekleştirdiği bir birliktir. Sevgi, insana özgü dünya­dan bir şeyler vermektir. Bunlar; ilgi, sorumluluk, saygı ve bilgidir”.

 

Spinoza ise sevgiyi; “ zorlama olmadan, yalnız özgür oldu­ğunda yaşanabilen, insan gücünü somutlayan bir eylem” olarak ele almaktadır.

 

“Sevgi, kolların her zaman açık oluşudur. Sevgi için kolları­nızı kaparsanız, kendinizin dışında tutacak hiçbir şey kalmadığı­nı görürsünüz”.

 

Bademci’ye göre: “Sevgi tutku gibi zehirlisi olmayan, her­kesin yetiştiremediği sıradan bir çiçektir.”

 

Sevgiyi en geniş anlamda: “İnsanları birbirine yaklaştı­ran olumlu ve iyi duyguların tümü” olarak tanımlamak yanlış olmaz. “İnsan, sevme yeteneğini sevilerek kazanır. Sevmeden önce sevilmeyi öğrenir.” Sevecenlik, ilgi, anlayış, hoşgörü, acı­ma, bağlılık ve beğenme de bu duygunun ürünleridir.

 

Japon düşünür Masumi Toyotome;  Three Kinds of Love. “Aşk üç çeşittir.” kitabında sevgiyi üç gruba ayırmaktadır:

  1. Eğer türü sevgi: Belli beklentiler karşılandığında verile­cek sevgidir. “Eğer beni üzmezsen seni severim.” “Eğer beni seversen ben de seni severim.” Türünden sevgidir.

En çok rastlanan sevgi budur. Bir şarta bağlı, karşılık bekle­yen sevgidir. Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı, sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır. İlişkilerin pek çoğu “eğer” türü sevgi” üzerine kurulduğu için çabuk biter. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile “eğer” türüne rastlanır:

İnsanlar “eğer” türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı için­deler. “Eğer” türü sevgi, bir beklenti koşuluna bağlı oldu­ğundan büyük ve ağır bir yük haline gelmektedir.

 

  1. Çünkü türü sevgi: Bu tür sevgide kişi, bir şey olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır.

“Eğer” türünden pek farkı yoktur. Bu tür sevgi insana yük getirir. Kişiler hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler. Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek nite­liklere onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama, sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve re­kabet girer.

“Çünkü” türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz. Bu tür sevgide güven duygusu yoktur. Bunun iki ayrı nedeni var­dır:

(1). “Acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz?” korkusu: Tüm insanların iki yanı vardır. Biri dışa gösterdikleri, ötekisi yalnızca kendilerinin bildiği. “İnsanlar sandıkları kişi ol­madığımızı anlar ve bizi terk ederlerse” korkusu buradan doğar.

(2). “Ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sev­mez olurlarsa…” endişesidir: Japonya da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın yüzü patlayan kazanla parçalanmış. Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha acısı, aynı kentte oturan anne ve babası, hastane­ye ziyarete bile gelmemişler. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan, bir günde yok olmuş. Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş.

Toplumlardaki sevgilerin çoğu “çünkü” türündendir. Bu tür sevgi, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür. Peki, o zaman gerçek sevgi, güvenilecek sevgi nedir? İşte sevgilerin en gerçeği.

 

  1. Rağmen türü sevgi: Koşula bağlı olmadığı ve karşılığın­da bir şey beklenmediği için “eğer” türü sevgiden farklıdır. Sevi­len kişinin çekici bir niteliğine dayanıp, böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için “çünkü” türü sevgi de değildir.

Bu tür sevgide, insan “bir şey olduğu için” değil, “bir şey olmasına rağmen” sevilir. Burada insanın iyi, çekici ya da zen­gin olarak sevgiyi kazanması gerekmiyor. Kusurlarına, cahilliği­ne, kötü huylarına ya da kötü geçmişine “rağmen” olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görüne­biliyor, ama en değerli gibi sevilebiliyor.

Yüreklerin en çok susadığı sevgi budur. Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı ya da ünden daha önemlidir.

Yaşamımızı sürdürebilmemizin nedeni “rağmen” türü sev­giyi şu anda yaşamamız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağımıza inancımızdır. Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin bu sevgiye ihtiyacı var.

“Dünyadaki en büyük kıtlık, rağmen türü sevginin yeterince olmayışıdır!” .

 

Sevgi koşulsuz olmalıdır: Doğan Cüceloğlu, “olumlu ben­lik” kavramı için koşulsuz sevgiyi önerir: “Olumlu benlik bilinci için koşulsuz sevgi gereklidir. Koşulsuz sevgi birey ne yaparsa yapsın onun sevgi ve saygıya layık olduğunun kabulüdür. Bu tür sevgi içinde büyüyenlerin benlik anlayışları, güçlü ve olumlu­dur”.

 

Bu gün sevgiyi davet edin: Bir kadın, kapıdan dışarı çıktı­ğında, bembeyaz sakallı üç ihtiyarın kendi evinin önünde otur­duklarını görür.

“Ben sizi hiç tanımıyorum” der. “Ama aç ve susuz olmalısı­nız. Lütfen içeriye gelin de sizlere bir şeyler ikram edeyim.” Der.

“Evin erkeği içerde mi?” Diye sorar adamlar.

“Hayır” der kadın. “Şu an evin dışında.”

“O evde olmadığı sürece bizim bu eve girmemiz mümkün değil” diye cevap verirler.

Akşam olup kocası eve döndüğünde kadın olanları anlatır.

“Peki, onlara söyleyebilir misin?” Der adam. “Ben evdeyim artık, eve gelebilirler.”

Kadın dışarı çıkıp bu kişileri içeri davet eder.

Ama bu defa da; “Hepimiz aynı anda içeri girmeyiz.” Der yaşlı adamlar.

Kadın öğrenmek ister: “Niye giremezsiniz?”

İhtiyarlardan biri açıklar: “Onun adı ZENGİN” der bir arka­daşını göstererek.” Diğeri BAŞARI. Ben ise SEVGİ.”

Sonra ekler; “Şimdi içeri gir ve kocanla konuş. Hangimizi evinizde istersiniz?”

Kadın içeri girip söylenenleri kocasına anlatır. Adam duy­duklarıyla neşelenerek;

“Ne güzel” der “madem öyle, ZENGİN’ i içeri çağıralım ve evimizi zenginlikle doldursun.”

Karısı itiraz eder: “Canım, niçin BAŞARI’ yı çağırmıyo­ruz?”

Bu sırada, evin diğer köşesinde bulunan gelinleri konuştuk­larını duyar. Koşarak gelir ve kendi fikrini söyler; “SEVGİ’ yi çağırsak daha iyi olmaz mı? Evimiz sevgiyle dolar!”

“Gelinimizin teklifini dikkate alalım” der adam karısına. “Dışarı çık ve bizim misafirimiz olması için SEVGİ’yi davet et.”

Kadın dışarı çıkar ve yaşlı adamlara sorar: “Hanginiz SEV­Gİ idi? Lütfen içeri gel ve misafirimiz ol.”

SEVGİ ayağa kalkar ve eve doğru yürümeye başlar. Fakat diğer iki yaşlı adam da onu takip ederler. Kadın şaşırmış bir hal­de ZENGİN ve BAŞARI’ya sorar: “Ben sadece SEVGİ’yi davet ettim, siz niye geliyorsunuz?”

ZENGİN ve BAŞARI bir ağızdan cevap verirler: “Eğer ZENGİN’i ya da BAŞARI’ yı davet etmiş olsaydın diğer ikisi dışarıda kalırdı. Ama sen SEVGİ’yi davet ettin. O nereye giderse biz de ardından oraya gideriz. Çünkü nerede SEVGİ varsa, orada BAŞARI ve ZENGİNLİK vardır” (Tunay, 2013).

 

Sevgi denizinin yontmayacağı sert taş yoktur. Sevginin bü­tün eksiklikleri gidereceği asla unutulmamalıdır.

Derin sevgi ruhuyla yoğrulmuş olan Yunus: “Gelin tanış ola­lım, sevelim, sevilelim” diyor. Sevgi birleştirir, kin ve düşman­lık ise ayırır. Mevlâna’nın dediği gibi sevgi; acıyı tatlıya, toprağı altına, hastalığı şifaya, zindanı saraya, belayı nimete ve inkârı rahmete dönüştürür.

 

Sevgiyle kalın…

 

Kemal Kılıçdaroğlu: Ekrem Başkan, 18 günde suyu indirdi, gençlere imkan sağladı. Bir de 5 yılı düşünün!

CHP MYK’si, Samsun Atakum’da toplandı, ardından halkın karşısına çıktı. 19 Mayıs’ın 100’ncü yılı nedeniyle hazırlanan bildirgeyi CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı Emre Yılmaz okudu. Vatandaşların yoğun ilgisiyle karşılanan İBB’nin seçilmiş Başkanı Ekrem İmamoğlu, ”Bu süreç, sadece milletçe İstanbul’u kazanma süreci değil, aynı zamanda milletçe Türkiyemiz’in demokrasisine verilen zararı tamir etme sürecidir ve bunu hep birlikte başaracağız. Sizlere müjdelemek istiyorum ki; her şey çok güzel olacak” şeklinde konuştu. Son sözü alan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da şunları söyledi: ”Ekrem Başkan’a diyorlar ki, ’18 günde ne yaptın?’ 18 günde aldığı kararlarla, İstanbul’un fakirinin, fukarasının, garibinin, gurebasının yanında olduğunu gösterdi. ‘Efendim su fiyatlarını indirdik.’ 20-25 sene indirmedin de Ekrem Başkan geldikten sonra mı indirdin? Suyu indiren Ekrem Başkan’dır, gençlere imkan sağlayan Ekrem Başkan’dır. Daha bu 18 günlük bir olay. Bir de 5 yılı düşünün.”

ATAKUM / SAMSUN www.türkiyeokuyor.com Ulusal Politika Haberleri

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) MYK’si, Samsun Atakum’da toplandı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin (İBB) seçilmiş Başkanı Ekrem İmamoğlu da basına kapalı toplantıya katıldı. İmamoğlu’na yoğun ilgi gösteren ve sevgi gösterilerinde bulunan binlerce vatandaş, toplantı sürerken, ”Başkan dışarı” şeklinde tempo tuttu. CHP heyeti, toplantı sonrasında basının ve vatandaşların karşısına geçti. 19 Mayıs’ın 100’ncü yılı nedeniyle hazırlanan bildirgeyi CHP Gençlik Kolları Genel Başkanı Emre Yılmaz okudu. Yılmaz’ın ardından söz alan İmamoğlu, sözlerine, ”Sizleri bugün, o kadar derinden hissediyorum ki, tarifi yok. Sıcaklığınız, dostluğunuz, hemşehriliğiniz her birisi birbirinden daha değerli” şeklinde başladı.

Konuşması, sık sık ”Ekrem Başkan” sloganıyla kesilen İmamoğlu, ”31 Mart öncesi, vatandaşımla buluşmamın bir simgesi, tarifi vardı. İçinde sevgi, barış, huzur, kardeşlik, vicdan, hak, hukuk, adalet duygusu vardı. Hepinizin ve genel başkanımızın huzurunda şu sözü vermek istiyorum: Aynı duygularla mücadelemizi vereceğiz. Hiç kimseyi ötekileştirmeyen, dışarıda bırakmadan aynı duygularla mücadele vereceğiz. Bu süreç, sadece milletçe İstanbul’u kazanma süreci değil, aynı zamanda milletçe Türkiyemiz’in demokrasisine verilen zararı tamir etme sürecidir ve bunu hep birlikte başaracağız. Sizlere müjdelemek istiyorum ki; her şey çok güzel olacak” diye konuştu.

KILÇDAROĞLU: ”İMAMOĞLU, KUL HAKKI YEMEYEN BİRİSİ”

Son sözü alan Kılıçdaroğlu’nun konuşmasının satır başları ise şunlar oldu:

– Ekrem Başkan kadar heyecanlı konuşmayacağım ama sizden bir şeyler istiyorum. Ekrem Başkan söyledi, her birinizin İstanbul’da mutlaka bir tanıdığı, akrabası vardır. Her biriniz, onlara bir telefon açacak ve konuşacaksınız. Diyeceksiniz ki; bizden birisi, halktan birisi, haktan birisi, hukuktan birisi, adaletten birisi, kul hakkı yemeyen birisi, dürüst birisi İstanbul’da Büyükşehir Belediye Başkanı olmuş. 18 gün belediye başkanlığı yaptı. Diyorlar ki, ’18 günde ne yaptın?’ 18 günde aldığı kararlarla, İstanbul’un fakirinin, fukarasının, garibinin, gurebasının yanında olduğunu gösterdi. ‘Efendim su fiyatlarını indirdik.’ 20-25 sene indirmedin de Ekrem Başkan geldikten sonra mı indirdin? Suyu indiren Ekrem Başkan’dır, gençlere imkan sağlayan Ekrem Başkan’dır. Daha bu 18 günlük bir olay. Bir de 5 yılı düşünün. Pırıl pırıl güzel bir İstanbul, yaşanabilir bir İstanbul. Bunların tamamını yapacağız ve hayata geçireceğiz.

”BİR YERE GİTMEK YOK, SANDIĞA GİDECEĞİZ”

– Bizim kitabımızda kavga, ötekileştirme, kin duyma yok. Yüreğimizde insan sevgisi var. AK Partili kardeşlerime de sesleniyorum. Senin de vicdanına sesleniyorum. Senin de doğru kararlar vereceğine inanıyorum. Eğer vatandaşın verdiği bir hak, kapalı kapılar ardında 18 günden sonra o hak o kişinin elinden alınmışsa, hakka, hukuka ve adalete inanıyorsan, hakkı, hukuku ve adaleti sahibine, yani Ekrem Başkan’a iade edeceksin. Kapalı kapılar ardında adaletin terazisini bozdular, adaletin terazisiyle oynadılar. Adaletin terazisini yeniden düzgün hale getirmek milletin iradesine bağlıdır. Biz, o iradeye saygılıyız. Haziran’ın 23’ünde hep beraber takip edeceğiz. Ayın 23’ünde tatil yok. Bir yere gitmek yok. Sandığa gideceğiz, adaleti yeniden sağlayacağız. Ekrem Başkan’ı, layık olduğu koltuğa, halkın koltuğuna yeniden oturtacağız. Cumhuriyeti, görkemli bir demokrasiyle taçlandırmamız gerekiyor. Milli iradeye yapılan darbeye, ‘Dur’ dememiz gerekiyor. Ne zaman diyeceğiz? 23 Haziran’da diyeceğiz.

Daha sonra İlkadım Belediyesi’ne geçen Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu’na, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener de dahil oldu. Üçlü, İlkadım Belediye Başkanı Necattin Demirtaş’ın makam odasında bir araya gelip sohbet etti. Kılıçdaroğlu ve İmamoğlu, daha sonra Atakum Belediyesi’ne geçerek, Belediye Başkanı Cemil Deveci’ye tebrik ziyaretinde bulundu.

FETÖ kumpasından ordunun zirvesine

Balyoz ve Askeri Casusluk gibi FETÖ kumpas davalarından yıllarca cezaevinde yatan 20 general ve amiral, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kritik birimlerine atandı.Balyoz davasında tutuklanarak 13 yıl hapis cezası alan Tümgeneral Levent Ergün, kadro unvanı korgeneral olan Genelkurmay’ın beyni Harekat Başkanlığı’na getirildi.

KARDAK’A TÜRK BAYRAĞI DİKTİ

Ege Ordu Kurmay Başkanlığı’na ise Balyoz’dan 16 yıla mahkum Tuğgeneral Barbaros Kasar atandı. Donanma Kurmay Başkanı da Balyoz’dan 16 yıla mahkum Tuğamiral Berker Emre Tok oldu. Balyoz’dan hapse mahkum edilen Tuğamiral Baybars Küçükatay İstanbul Boğaz Komutanlığı’na, Tuğamiral Kerim Uça da Çanakkale Boğaz Komutanlığı’na atandı. Kardak’a Türk Bayrağı diken ve adaya gittikleri Zodiac bota cebinden para verip benzin alan ve kumpas davasında 4.5 yıl yatan Tuğamiral Ercan Kireçtepe ise İskenderun Deniz Üs Komutanı oldu. Balyoz’dan 7.5 yıl cezaevinde kalan Tuğamiral Turhan Ecevit’in SAT Komando Komutanlığı’ndaki görev süresi ise uzatıldı. Ege Denizi’nin sorumluluğu da Balyoz’dan 18 yıla mahkum Tuğamiral Cemalettin Bozdağ’a verildi.

İŞTE 20 PAŞA’NIN YENİ GÖREVİ

Yeni general ve amirallerle birlikte Kara’da 74, Deniz’de 25, Hava Kuvvetleri’nde ise 22 atama yapıldı. Bu atamalar ile önemli görevlere gelen ve kumpas davalarında 2-7.5 yıl arasında cezaevinde kalıp, 13-18 yıl arasında hapse mahkum edilen ve 2. yargılamada beraat eden 20 isim şöyle:

 Tümgeneral Levent Ergün: Genelkurmay Harekat Başkanı.

– Tuğgeneral Barbaros Kasar: Ege Ordu Kurmay Başkanı.

 Tuğgeneral İlkay Altındağ: Özel Kuvvetler Tugay Komutanı.

– Tuğgeneral İdris Acartürk: 7. Komando Tugay Komutanı.

 Tuğgeneral Sami Yüksel: EDOK Doktrin Komutanı.

– Tümamiral Özdem Koçer: Foça Amfibi Görev Komutanı.

 Tuğamiral Baybars Küçükatay: İstanbul Boğaz Komutanı.

– Tuğamiral Yalçın Payal: Deniz Harp Okulu Komutanı.

 Tuğamiral Berker Emre Tok: Donanma Kurmay Başkanı.

– Tuğamiral Yalçın Özkütük: Foça Batı Görev Grup Komutanı.

 Tuğamiral Hasan Özyurt: Marmaris Güney Görev Grup Komutanı.

– Tuğamiral Yavuz Kılıç: Gölcük Deniz Ana Üs Komutanı.

 Tuğamiral Levent Kerim Uça: Çanakkale Boğaz Komutanı.

– Tuğamiral Ercan Kireçtepe: İskenderun Deniz Üs Komutanı.

 Tuğamiral Cemalettin Bozdağ: Ege Deniz Bölge Komutanı.

– Tuğamiral Turhan Ecevit: SAT Komutanı.

 Tuğamiral Önder Çelebi: Genelkurmay Yönetim Başkan Yardımcısı.

– Tuğamiral Aykut Manioğlu: Deniz Kuvvetleri MEBS Başkanı.

 Tuğamiral Murat Dinçman: İngiltere Northwood Üs Temsilcisi.

– Tuğamiral İlker Özkan: Deniz Kuvvetleri Teknik Başkanı.

Tarihin ilk Barış Antlaşması KADEŞ, Avrupa başkentlerinde danslarla kutlandı

Yunus Emre Enstitüsü’nün organizasyonları anlamlı ve görkemli oldu

Kadeş Antlaşması, MÖ 1280 yılında Kadeş Savaşı’nı sonlandıran, Mısır Firavunu II. Ramses ile Hitit Kralı III. Hattuşili arasında imzalanan ve bugünkü Suriye topraklarının paylaşılması ile neticelenen barış antlaşması olarak biliniyor. Kadeş’in, tarihteki ilk yazılı barış antlaşması olduğu bilgisi kaynaklarda yer alıyor. Fotoğrafta, Çivi yazılı tablet görülüyor. (M.Ö. 1274)

İşte, tarihin ilk Barış Antlaşması olarak kayıtlara geçen Kadeş Antlaşması, Avrupa’nın çeşitli başkentlerinde Yunus Emre Enstitüsü tarafından danslarla kutlandı.

PARİS’TE
Paris’te tarihi Marie Bell Tiyatro salonunda, Paris Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Dr. Ahmet Bakcan’ın ev sahipliğinde gerçekleşen gösteriye diplomatik temsilciler, vatandaşlar ve çok sayıda yabancı katıldı.

Bakcan, yaptığı açıklamada, Kadeş Antlaşması tarihte milattan önce 1280’li yıllarda Mısır ile Hititliler arasında imzanlanan “ilk” olma özelliğini taşıyan barış anlaşması olduğunu belirtti.

Bu gösteriyle dünyada çatışmaların yoğun olduğu bir dönemde barış anlaşmasını ve insanların arasında kardeşliği tesis etmenin önemini hatırlatmayı amaçladığını ifade eden Bakcan, Paris’teki Türklere ve yabancılara yönelik bu gösteri düzenlenmekten gurur duyduğunu söyledi.

BRÜKSEL’DE

Yunus Emre Enstitüsü, “Anadolu’nun Renkleri” etkinlikleri kapsamında Brüksel’de tarihte ilk yazılı barış antlaşması olarak bilinen “Kadeş” temalı dans gösterisi düzenledi.

Türkiye’nin Brüksel Büyükelçisi Zeki Levent Gümrükçü’nün himayesinde, Yunus Emre Enstitüsü’nün organize ettiği “Kadeş Dans Grubu” gösterisi, Brüksel Flaman Kültür Merkezinde gerçekleşti. Seçkin bir izleyici kitlesinin izlediği gösteride, Anadolu kültür mozaiğine ait figürler modernize edilerek sergilendi. Projenin genel koordinatörlüğünü yapan Sezgin Aydın “Bu proje 2016 yılında Antalya EXPO’da başladı. Kurgusunu dünyadaki ilk yazılı anlaşması olan Kadeş Barış Anlaşması üzerine kurduk. Barışın bu kadar önemli olduğu bu medeniyette, barışı Anadolu’nun zengin kültür figürleri ile anlatmak istiyoruz” dedi.

Yunus Emre Enstitüsü Müdürü Rahmi Göktaş ise, “Bu akşam Anadolu’nun renklerini Brüksel’de sergileyeceğiz. Kadeş bilindiği gibi dünyada kayıt altına alınmış ilk anlaşma, bizim topraklarımızda gerçekleşmiş, böyle bir anlaşmayı Anadolu’nun renkleri, Anadolu’nun müziği, Anadolu’nun değerleri ile taçlandırmak istedik. Bu akşamki konuklarımızın büyük çoğunluğu Belçikalı”ifadelerini kaydetti.

Türkiye’nin Brüksel Büyükelçisi Zeki Levent Gümrükçü’nün selam konuşması ile başlayan dans gösterisi, Brüksel’deki izleyiciden büyük beğeni topladı. Gümrükçü, “Muhteşem bir gösteri izledik. Hem sanatçılarımıza hem de gelenlere teşekkür ediyorum. Bu proje Yunus Emre Enstitüsü’nün bir projesi. Kadeş Dans Grubu adı altında, giderek uluslararası bir nitelik alan bir projemiz var. Birçok medeniyete ev sahipliği yapmış güzel Anadolu’muzun bütün renklerini bu gösteride bulmak mümkün. Adı da çok anlamlı, Kadeş. Bizim Birleşmiş Milletlere üye olurken replikasını hediye ettiğimiz bir barış anlaşması. Burada sadece müziğe ve dansa doymadık aynı zamanda bir barış mesajını da aldık diye düşünüyorum” dedi.

AMSTERDAM’DA

Amsterdam Yunus Emre Enstitüsünün (YEE) “Anadolu’nun Renkleri” etkinlikleri kapsamında düzenlenen ve Hollandalıların da katıldığı gösteri ilgi gördü. Gösteride, Anadolu’nun birbirinden renkli müzikal birikimi ve halk dansları sergilendi.

Amsterdam YEE Müdürü Abdullah Akın Altay, açılışta yaptığı konuşmada, enstitüyü tanıtarak faaliyetlerine ilişkin bilgi verdi. Altay, müzik gibi evrensel bir değer olan dansın, farklı kültür ve geleneklere sahip insanları bir araya getirdiğini söyledi.

Dans grubunun sanat yönetmeni Sezgin Aydın ise yaptığı açıklamada, Amsterdam’da sahne almaktan çok mutlu olduklarını ifade etti.

Amsterdam’a gelmeden önce Paris ve Brüksel’de gösteri yaptıklarını aktaran Aydın, “O kadar büyük bir medeniyetin üstündeyiz ki figürlerimizle, müziklerimizle ve danslarımızla bütün o medeniyeti kapsayacak derecede zenginliğimiz var. Biz bu zenginliğin bir kısmını bu akşam gösterebildik. Anadolu’muzun zenginliğini her yerde tanıtmak istiyoruz.” dedi.

*****

İKÇÜ’de Nöro Ekonomi Tartışıldı



Farklı konularda çalışan birçok araştırmacıyı bir araya getiren İzmir Kâtip Çelebi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, ‘’Nöro Ekonomi’’ başlıklı bir konferansa ev sahipliği yaptı. 

Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. Emre Kumral, “Nöro Ekonomi” konulu konferansıyla İKÇÜ’ye konuk oldu.  Konferansı Rektör Prof.Dr. Mehmet Tokaç, Rektör Yardımcıları Prof.Dr. Turan Gökçe, Prof.Dr.Saffet Köse, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof.Dr. Ertuğrul Deliktaş, Sağlık Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ahmet Koyu, Ege Kuru Meyve ve Mamulleri İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Birol Celep, akademik ve idari personel ile öğrenciler takip etti.

“Üniversitemizde nörobilim alanında çalışmalar başlattık.” 

Bu gibi bilimsel aktivitelere İKÇÜ olarak imza atmaktan büyük mutluluk duyduklarını söyleyen Rektör Prof.Dr. Mehmet Tokaç, günümüzde tek alanda profesyonelleşmenin yarattığı sorunsallara dikkat çekti. Prof.Dr. Tokaç, “Günümüzde “profesyonelleşme”, bilimler arasındaki iş birliğini ve bağlantıyı koparabiliyor ve böylece bilimsel alanlar birbirinden ayrıştırılıp habersiz hale gelebiliyor. Özellikle de doğrudan kendi bilim dalları içerisinde çalışan insanlar için bu gerçekten ciddi bir sorun. Ek kaynaklardan beslenmeden ciddi bir sinerji oluşturmak da mümkün olmuyor. Onun için şimdi bugünkü toplantı aslında bunun çok güzel bir örneği olarak gözüküyor. Oldukça da ilginç bir konu olduğunu düşünüyorum. İnsan davranışlarının irdelenmesi zaten hep tarih boyunca oldukça ilgi görmüş ancak bu konudaki çalışmalar her zaman yeterli düzeyde olamamış. Fakat günümüzde bu çalışmalar çok hızlı bir ivme kaydediyor. Üniversitemizde bir nörobilim grubumuz var. Alt yapısı için de büyük bir proje veriyoruz. İKÇÜ olarak bu alana yavaş yavaş adım atmaya başladık. ” dedi.

Yaratıcılık ile ekonomi arasındaki ilişki…

Disiplinler arası çalışmaların her geçen gün giderek arttığına dikkat çeken Prof.Dr. Deliktaş, ekonomi ile yaratıcılık arasındaki ilişkiyi de beyinsel işlevler açısından irdeledi. Prof.Dr. Deliktaş, “Biz hep ekonominin tanımını verirken çeşitli tanımlar yaparız. Bu tanımlardan bir tanesi de ekonominin, kıt kaynakların alternatif kullanımlar arasında nasıl dağıldığını inceleyen bir bilim dalı olmasıdır. Amacı insanı mutlu etmektir. Şimdi burada zaten kendi içerisinde bakıldığı zaman bir seçim var yani alternatif var. Ekonominin en önemli tanımlarından birisi de ‘’ekonomi bir karar alma bilimi’’dir.  Hayatımız boyunca belirsizlik altında çeşitli kararlar alırız. Tüketiciler faydalarını maksimize etmek isterken, üreticiler ise karlarını maksimize etmek isterler ve bunun kararını almak isterler. Yatırımcılar nasıl yatırım yapılacağı ile ilgili kararlar verirler. Yine ekonominin çok önemli konularından birisi bildiğiniz gibi yaratıcılıktır. Yaratıcılık ise beynin en önemli faaliyetlerinden birisidir. Siz yeni bir ürün keşfedeceksiniz yeni bir ürün ortaya koyacaksınız, rekabetçi olacaksınız ve rekabetçi olduğunuz sürece de hem bireysel refahınız hem ülke refahınız hem de dünya refahına katkıda bulunacaksınız.” İşte bu nedenle yaratıcılık işinize tutku ile, aşkla bağlı olmayı gerektirir.” diye konuştu.

“Üniversiteler ne kadar gelişirse ülke de o kadar gelişir.”

Ege Üniversitesi, Tıp Fakültesi, Nöroloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof.Dr. Emre Kumral ise konferansında batılı üniversitelerde bütün bilim dalları veya araştırma alanlarının hızla geliştiğini söyledi. Tüm alanlara büyük paralar aktarıldığını ifade eden Prof.Dr.Kumral, “Çünkü teknolojiyi arttırmak, yaratıcılığı arttırmak, üretimi arttırmak toplumu zengin hale getirmenin en temel itici gücüdür. Bir ülkenin üniversiteleri ne kadar gelişmiş ise o ülke o kadar gelişmiş oluyor.” dedi.

“Dünya da Nöro ekonominin farkına vardı.”

Dünyada nöro ekonomi alanında son derece yaygın çalışmalar olduğunu fakat bunların çoğunun batı ülkelerinden gelme özellikle ABD kökenli olduğunu aktaran Prof.Dr. Kumral, “Avrupa’da bazı merkezler var ama Amerika’daki kadar gelişmiş değil. Doğu ülkelerinde Japonya’da birazcık bu işle uğraşanlar var ama bunların pek çoğunun kökeni Amerika’daki gelişmiş üniversitelerden kaynaklanıyor. Ege Üniversitesi’nde biz kardeş üniversitemiz olarak gördüğümüz Kâtip Çelebi’de de fiilen daha çok araştırma alanlarında çalışan arkadaşlarımızı, bilim adamlarını gördükçe; bizler de bu kadar zengin bir alanda insan davranışlarını, ekonomiyi, davranışlarımızın kökenini anlayan ve araştırma yapıp Nöro pazarlama ile piyasaya dönüştüren ağların kurulması gerektiğini görüyoruz.” diye konuştu.

Başkan Kocamaz Atatürk ve Adile Hala Anıtı’nın Açılışını Gerçekleştirdi 



Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, Tarsus’ta yapımı tamamlanan Atatürk ve Adile Hala Anıtı’nın açılışını gerçekleştirerek, 95 yıl önce Tarsus’ta yaşanan anıyı ölümsüzleştirdi. 

Çukurova’nın Fransız işgalinden kurtulması için 1919 yılında eline silah alarak Kuvayı Milliye saflarına katılan, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın’ sözlerine mazhar olan Tarsuslu Kara Fatma lakaplı Onbaşı Adile Hala Anıt Heykeli’nin açılışı yapıldı.

Açılışa Mersin Büyükşehir Belediye Başkanı Burhanettin Kocamaz, Tarsus Belediye Başkanı Şevket Can, Tarsus Cumhuriyet Başsavcısı Mehmet Sabri Kılıç, Tarsus Garnizon Komutanı Yüzbaşı Selim Onaran, Çukurova Kalkınma Ajansı Genel Sekreteri Lütfi Altınsu, Ülkü Ocakları Mersin İl Başkanı Gökhan Demir, MHP Tarsus İlçe Başkanı Ertuğrul Bodur, Tarsus Ülkü Ocakları Başkanı Emre Bircan, Türkiye Kuvayı Milliye Mücahitler Derneği Tarsus Şubesi, meclis üyeleri, muhtarlar ve çok sayıda Tarsuslu vatandaş katıldı. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin mimarı Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 95 yıl önce Tarsus’u ziyareti esnasında yaşanan bir sahne karşısında kullandığı sözleri ile konuşmasına başlayan Başkan Kocamaz, “Tarsus ziyaretinde Atamızın yolunu kesen bir kadın, “Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!” diyerek ayaklarına kapanır. Kadını yerden kaldırmak için eğilen Mustafa Kemal’in kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında çeşitli cephelerde çarpışan Adile Çavuş olduğunu fısıldarlar. Gözlerinden iki damla yaş süzülen Gazi Paşa, güneşten yüzü yanmış kadının ellerinden tutup ayağa kaldırarak ve ona şöyle seslenir: ‘Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın ’ şeklinde konuştu.

“Kahramanlar, hatıralarına dikilen anıtlarda yaşar, geleceğe uzanırlar”

Başkan Kocamaz, Anadolu’nun ebedi yurdumuz olarak kalmasını sağlayan Milli Mücadele sırasında binlerce Türk kadınının cephe gerisinde hizmet verirken, çok sayıda kadınımızın da silahlı mücadeleye katılarak dünyaya örnek olacak kahramanlıklar gösterdiklerinin altını çizerek, Halide Onbaşı, Erzurumlu Kara Fatma, İzmirli Ayşe Hanım, Gördesli Makbule, Gaziantepli Yirik Fatma, Adanalı Tayyar Rahmiye gibi kadın kahramanlardan da bahsetti. Karboğazı Zaferi’nin kazanılmasında önemli bir yere sahip olan Tarsuslu Kılavuz Hatice ve silah arkadaşları arasında “Kara Fatma” ve “Adile Onbaşı” olarak anılan Tarsuslu Adile Hala’nın Milli Mücadelenin unutulmaz kadın kahramanları arasında olduğunu ifade eden Başkan Kocamaz, “Büyük Atatürk’ün gözyaşları içinde ellerinden tutarak ayağa kaldırdığı bu kahraman Türk kadınının aziz hatırası bugün açılışını yaptığımız “Atatürk ve Adile Hala Anıtı” ile ölümsüzleşecektir. Kahramanlar destanlar, marşlar, şiirler ve türkülerle birlikte hatıralarına dikilen anıtlarda yaşar, geleceğe uzanırlar” dedi.
Kahramanların milletlerin her devirde yaşayan manevi değerleri ve milletlere hız, tarihe yön veren enerji kaynakları olduğunu sözlerine ekleyerek Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e, Adile Hala’ya ve Afrin Harekatı Kahramanı Mehmetçiklere selam gönderen Başkan Kocamaz,“Çocuklar ve gençler çevrelerinde ne kadar çok kahraman örneği görürlerse, yiğit ve vatansever yetişme ihtimalleri o kadar artar. Bir millet aslını inkârla çöker. Aslını inkârın başlangıcı ise maziye sövmek ve milli kahramanları yok saymaktır. Milli kahramanları unutmak nasıl bir felaketse, onları yaşatmak da o kadar büyük bir hizmettir. “Atatürk ve Adile Hala Anıtı” da kutlu Milli Mücadelemizin hatıralarını gelecek kuşaklara taşıyacak önemli ve anlamlı bir eserdir. Cenabı Mevla’m, tarih boyunca nice kahramanlar çıkaran aziz milletimizi kahramansız bırakmasın” ifadelerini kullandı.

Tarsus Belediye Başkanı Şevket Can da Atatürk ile Adile Hala arasında geçen tarihi hikayeyi anlatarak, “Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanımız bizleri ziyaret ettiğinde, Atamızın Adile Hala için söylediği söz ile ilgili bir anıt yapılması ricasında bulunmuştu. Biz de Büyükşehir Belediye Başkanımıza bu ricayı ilettik. Sayın Başkanım da zaten bu anıtı yapmakla ilgili bir düşüncesinin olduğunu belirtti. Şimdi de açılışını gerçekleştiriyoruz. Emeği geçen herkese çok teşekkür ediyorum” dedi.

Adile Hanım Kimdir? 
1870 yılında Tarsus’ta doğan Adile Hala, Çukurova’nın Fransız işgalinden kurtulması için 1919 yılında eline silah alarak Kuvayı Milliye saflarına katılarak, her muharebede en ön safta savaşmıştır. 20 Ekim 1921 tarihinde yapılan Ankara antlaşmasından sonra Fransızlar Çukurova’yı terk edince bu bölgedeki Milli Kuvvetler, Batı Cephesindeki düzenli ordu içinde yer alırken, Adile Hala da arkadaşıyla ile birlikte bu birliklerde görev almıştır. Atatürk, 1923 yılında Tarsus’u ziyaret ettiğinde, istasyondan şehre yürürken Kara Fatma lakaplı Adile Hala ayaklarına kapanarak sevgisini ‘Bastığın toprağa kurban olayım paşam’ sözleriyle dile getirmiş, Aziz Atatürk’te onu yerden kaldırırken, ‘Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil, omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın’ demiştir. Türk kadınının kahramanlığını tüm dünyaya ilan edenlerden yalnızca biri olan ve 1948 yılında vefat eden Adile Hala’nın mezarı Tarsus şehir mezarlığında, Kuvayı Milliye kısmında bulunmaktadır.

Yunus Emre Vakfı Projesi ve Düşündürdükleri

Yunus Emre Vakfı Projesi ve Düşündürdükleri

 

Veyis GÜNGÖR yazdı:

veyis gGirişim olarak mükemmel bir proje. Ancak çok geç kalmış bir proje Yunus Emre Vakfı projesi. Ömrünün yarısından fazlasını yurtdışında geçiren ve yine ömrünün dörtte üçünü Yunus Emre Vakfı’nın amaçları doğrultusunda değerlendiren birisi olarak böyle bir projenin çok geç kaldığını söyleme hakkını kendimde bulmaktayım.

Yıllar önceydi. Ünivesite’nin belki ikinci veya üçüncü sınıfındaydım. Seksenli yılların başları. Bizimle birlikte okuyan bazı Türk çocuklarının Fas’a yirmibir günlük kültürel geziye katıldıklarına şahit olmuştum. Geziye katılan Fas’lı, Türk ve Hollanda’lı çocuklar Hollanda’ya döndükleri andan itibaren Fas’ı anlata anlata bitiremiyorlardı. Fas’ın misafirperleğinden çok etkinlenmişlerdi. Sözkonusu geziye katılanlardan bazı arkadaşlarımız Hollanda toplumunda yükseldiler. Çok önemli mevki ve makamlara geldiler. Ancak bu arkadaşlarımızda bitmeyen bir Fas sevgisi, sempatizanlığı vardı her daim.

Biz, o zamanlar kurmuş olduğumuz Hollanda Türk Akademisyenler Birliği Vakfı adına bir kaç defa Türkiye’ye kültürel gezi düzenledik. Bizimle İstanbul’a, Bursa’ya, İznik’e gelenlerde birer Türkiye hayranı olarak Hollanda’ya döndüler. Ancak bu gezilerimiz uzun süreli olamadı. Kısıtlı bütçemiz ancak üç beş kültürel gezinin organizasyona yetiyordu.

Oysa öğreniyoruzki, Fas’ın yurtdışındaki Faslılara ve Fas’ı tanıtmak için kurulmuş özel bir bakanlığı ve bu bakanlığın desteklediği bir vakıf varmış. Bunların işi yurtdışındaki Fas kökenli gençleri onların arkadaşları ile birlikte Fas’a davet etmek ve Fas’ı sevdirmekmiş.

Bir tarafta koskocaman bir devlet, diğer tarafta gönüllülük esasına dayanan sivil bir girişim. İşte bizim dayanacağımız ancak bir kaç yıl oldu. Sonra pes ettik…

O tarihten itibaren, karşılaştığım devlet büyüklerimize, kültür bakanımıza, yurtdışındaki Türklerden sorumlu devlet bakanımıza, Türk basınının en yetkili temsilcilerine velhasıl bizi anlayabilecek her kesime yukarıdaki gelişmeleri dilimizin döndüğü kadar anlattık. Beğenmediğimiz, bizden ekonomik olarak gerilerde yürüyen Fas’ın bile bu konuda özel bir bakanlığı ve vakfı var dedik.

Söylediklerimiz, yazdıklarımız Ankara bürokrasisi arasında kayboldu, kaynadı gitti. Ancak biz kendi sınırlı imkanlarımızla onyıllardır kültürel hizmet ve organizasyonları yapmaya devam ediyoruz.

Şimdi TBMM’e gönderilen ve bizim için çok sevindirici olan bu girişimin, tıpkı yurtdışındaki vatandaşlarımızın meselelerinin her birinin bir başka bakanlıkta olduğu gibi karma karışık bir düzenleme ve bürokrası karmaşasına takılmamasını arzu ediyoruz. Ancak oluşacak Yunus Emre Vakfı’nın yönetimine bakınca bu işin optimal yürüyebileceği konusunda endişeye kapılmaktan kendimizi alamıyoruz. Bakın Vakfın Yönetimi nasıl oluşuyor?

Yunus Emre Vakfı Mütevelli Heyeti, Dışişleri Bakanının başkanlığında, Maliye Bakanı, Milli Eğitim Bakanı, Kültür ve Turizm Bakanı, Hazine Müsteşarlığının bağlı bulunduğu Bakan, Vakıflar Genel Müdürlüğünün bağlı bulunduğu Bakan,Tanıtma Fonundan sorumlu Bakan, Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığının bağlı bulunduğu Bakan ve Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Başkanından oluşacak. Kültür merkezlerinin bulunduğu ülkelerdeki büyükelçinin veya o şehirdeki temsilcisinin başkanlığında Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı temsilcisi, kültür ve tanıtma müşaviri ile eğitim müşavirinden, kültür merkezi koordinasyon kurulları oluşacak.

Bu kadar kalabalık ve çeşitlilik arzeden bir yönetimle Yunus’un ifade ettiği ‘iş nasıl kolay kılınacak’ doğrusu merak ediyoruz.

Önemli olan Türk kültürünün ve Türkiye’nin yurtdışında çağdaş metodlarla tanıtımı mı yoksa insanı ilk bakışta ürperten ve sanki bir korkunun ifadesi olarak içiçe girmiş bir bürokrası kaosu imajı veren yönetimin oluşması mı?

Amsterdam Yunus Emre’deki gelişmelere tepki yağıyor…

 

ilhan karaçayYunus Emre Enstitüsü’nün Amsterdam şubesinde yaşanan üzücü olayları ifşa eden haberimin yayınlanmasından sonra, email adresime, facebook sayfama ve WhatsApp, Messenger ve Twitter hesaplarıma tepki yağdı.

 

Kanaat önderleri, Sivil Toplum Kuruluşları ve okurlarımdan gelen tepkilerin tamamında, torpilli atamalar kınandı.

Bu haberimde, bana gelen tepkilerin bir kısmını sizlere aktarıyorum:

 

Hollanda Türk Spor Dernekleri Federasyonu Başkanı Sabri Kenan Bağcı:

”Amsterdam Yunus Emre’de yaşananlar, Türk geleneğinin tipik bir örneğidir. Gelenek derken, Yunus Emre gibi büyük düşünürlerin bize armağan ettiği gelenekleri kastetmiyorum. Nedense biz Türkler, bize verilen görevleri hep yüzümüze gözümüze bulaştırırız. Amsterdam’daki olaylar değil yüzümüze, kıçımıza kadar bulaştı. Ben şahsen çok utandım. Çeşitli önemli koltuklara torpilli atama yapılırsa sonuç böyle olur işte. Bizi yönetenlerden ricamız, koltukları hak eden bireyleri iyi seçmeleridir. Siyasi ve dini görüş doğrultusunda yapılan atamalar, felaket doğurur.”

 

Alevilik Araştırma ve Dökümantasyon Merkezi ODCA ve Hollanda Türkiye Demokratlar Derneği Başkanı Veli Tongel

 

”Yunus Emre Enstitusu, British Council, Goethe Instituut gibi, söylemleri olan çok kültürlü çok uluslu, Türkiye’nin dünyaya açılan yüzü olacaktı. Bugüne kadar Hollanda’ya baktığımızda, ehil olmayan, akademik geçmişleri uygun olmayan kişiler bu kuruma atandığını görürüz.  Böyle önemli bir kurum, kültür, sanat, linguistik, felsefi, sosyolojik çalışmalar da dahil, ciddi üretimlerde bulunup, dünyanın en önemli kültür sanat şehrinde, büyük müzelerle, galerilerle, üniversitelerle ortak sergiler acmak, Türkçeyi tanıtma projeleri gelistirmek yerine, dar görüşlü çevrelerin politik oyunlarına ve bireysel çıkar ilişkilerine ve parti yönetiminin kısır duruşuna teslim edilmiş. Profesyonel olmayan ve kurumsallıktan uzaklaştırılmış olan Yunus Emre için, bunca akademik uzmanlar varken, neden böyle bir yöntem izlenmekte anlamak çok zor. Yıllar önce, Türk dilini tanitma ve geliştirme projesi için var olan bütün imkanlarımızı sunmamıza ragmen, mevcut kursiyerler ‘Turkçe Web sayfamız ve sekiz şehirdeki kurs yerlerini değerlendirelim’ önerimizi de reddetmişlerdi.
Son gelişmelerden sonra YE, Batı Avrupa toplumlaının ilerici, demokratik, kültürel zenginligine uygun stratejik çalışmalara yönlenecegini umuyorum.”

************
Demekratik Sosyal Dernekler  DSDF Başkanı Nevzat Cingöz

Türkiye cografyasının kúlturel zenginliklerini dünyada ve Hollanda’da tanıtmak ve Hollanda’daki Türkiye kökenli göçmenlerin içinden çıkan, Kültür & Sanat elçilerinin tanıtımına destek amacı ile kurulduğu açıklanan, Yunus Emre Enstitüsü Amsterdam Şubesindeki gelismeleri kaygı ve üzüntü  ile izliyoruz.

İşi ehline vermek yerine sadakatli olan yandaşa vermek politikası nihayet Hollanda’da da olumsuz etkisini göstermeye başladı.

Bu gidişle Yunus Emre Enstitüsü Amsterdam Şubesi, sanat ve kültür çalışmaları  ile değil yönetimde yapilan kavga (atama skandalları) ile Hollanda kamuoyunda anılacak.

Bu durundan en çok Hollandalı Türkler zararlı çıkacak.
DSDF olarak , bu tür kurumlara yandaş yönetici atanması politikalarına son verilmesini, kurumlara görevini yapacak donanımlı kişilerin açık mülakatla alınmasinı talep ediyoruz.”

**************

Hollanda İslam Dernekleri Federasyonu eski Başkanı ve Amsterdam Sosyal Kültürel Merkezi Başkanı İbrahim Görmez
‘Hollanda Yunus Emre Enstitüsü’nde neler oluyor’  başlıklı haberinizdeki sorunuza  havada kalmasın diye acizane görüşlerimi bildirmek isterim.

 

Evvelemirde, ülkemiz adına yapılacak olan faaliyetlerde,  hasbilik, inanç, irade ve samimiyet gerekmektedir.

 

İkibinli yılların  ortalarına kadar Hollanda’da  yapılan hizmetler yukarıda belirttiğim kurallar çerçevesinde yapıldığı için karşılık görmüş ve tüm ülkeye yayılmış ve Hollandallar da  bundan istifade etmişlerdir.

Ne zaman ki bu hizmetler,  makam ve mevki aşkına  yapılmak istenmişse,  bugün içinde bulundugumuz  kaotik durum meydana gelmiştir.

 

Kimin ve hangi torpil neticesinde bu makama gelenler, adı YUNUS EMRE  olan bu kuruluşun isminden ve öğretisinden  bile bihaber olanlar, en azından YUNUS EMRE’ye  een büyük kötülüğü yapmaktadırlar.
‘YARATILMIŞI SEVERİM YARATANDAN ÖTÜRÜ’  diyen bu  öğreti, maalesaef  başında layık olmadıkları belli olan kişiler, tekme tokat kavgaya girip, Hollanda polisinin araya girmesi en azındean yarım milyona yakın Türk  toplumuna  yapılmış en büyük hakarettir.

 

Kimler, kim olduklarından dahi haberimiz olmayan bu kişileri böyle bir kuruluşun  başına getirmiştir?

 

Hollanda’da bu kuruluşun başına, layık olabilecek başka kişiler yok mudur?
Ne yazik ki buraya atanan kişilerin malum bir  kuruluş ve cemaate yakın olmaları gerekmektedir. Kulağımıza gelenler, son gelen kişinin  bir cemaat yanlısı olduğudur.
Kimin ne yanlısı olduğu bizi ilgilendirmez.  Lakin  tüm yurttaşlarımızı ve Hollandalıları  ilgilendiren bir kuruluşun  yönetimi,  entellektuel, bağımsız, onyargısız ve en azndan YUNUS EMRE  ögretisini bilmesidir.
Benim oglumun adı YUNUS EMRE dir 46 yıl önce doğan oğluma ben bu ismi vermiş bir vatandaş olarak, bu enstitüde yasananları kınıyorum. ”

************

Hollanda Türkiyeli İşçiler Birliği HTİB Başkanı Mustafa Ayrancı:

”Yunus Emre Tiyatrosuna Hoşgeldiniz!
Yer: Amsterdam. Mekan: Yunus Emre Enstitüsü. Yönetmen: Ankara:
Oynayanlar: Remzi Kabadayı, Fatih Okumuş, Caner Akkurt, Abdullah Akın Altay ve bilumum diğer figüranlar. Oyunun adı: Başkanlık Komedisi.

Oyun hakkında kısa bilgi.

Yıllar önce, Türk kültürünü ve dilini tanıtmak amacıyla yurt dışındaki önemli kentlerde şubeler açıldı.  Adına da nedense Yunus Emre denildi. Yunus Emre, Türk şiirinin gelmiş geçmiş en büyük ustasıdır ve kendisi bir Bektaşi’dir. Alevi-Bektaşi düşüncesine sıcak bakmayanların, bir Bektaşi figürünü sembol olarak seçmesi pek akla yatmıyordu ama benzer ‘takiye’lerine alıştığımız için bize pek garip gelmedi. Her neyse.

Yunus Emre şubelerinden birisi de Amsterdam’da açıldı. Açılıştan önce ve sonra bizim gibi sivil toplum örgütleriyle ilişki kurmadılar. Kendileri çaldılar, kendileri oynadılar. Yalnız son dönemde bu şubede garip şeyler olmaya başladı. Önce sahnede Başkan olarak Remzi Kabadayı isminde birisi belirdi. Nedense kısa bir süre sonra yeni bir başkan atandı. Adı: Fatih Okumuş. Peki, Remzi Kabadayı’ya ne oldu? O da ‘projeler koordinatörü’ olarak sahnede kaldı. Ama işi ağır gelmiş olacak ki, bu beyefendi hastalandı. Doktor haftada birkaç saat

çalışmasına izin verdi! Doktor izin verdi ama Fatih Okumuş bundan hiç hoşlanmadı, çünkü Kabadayı’yı şubede görmek istemiyordu.

Ne olduysa 30 Eylül’de oldu. Bu tarihte IOT’nin Yunus Emre şubesinde düzenlediği bir toplantı sırasında Fatih Okumuş, Remzi Kabadayı’yı yaka paça salondan atmak istedi. Bunu onuruna yediremeyen Kabadayı polis çağırdı. Tabi olay ta Ankara’da duyuldu ve hemen müdahale edildi, Caner Akkurt isminde birisi Amsterdam’a gönderildi. Caner Bey gelir gelmez Fatih Okumuş’un işine son verdi ve başkanlık koltuğuna kendisi oturdu. Böylelikle bu önemli koltuk boş kalmamış oldu!

O arada arka planda ne olduğunu bilmiyoruz ama bir süre sonra o koltuğa Abdullah Akın Altay atandı. Günahı söyleyenlerin boynuna, son başkanın, malum bir cemaate bağlı olduğu dillendiriliyor ve arka planda cemaatlerin ve dini tarikatların savaşı olduğu iddia ediliyor. Oyun henüz sonlanmış değil, devam ediyor. Bakalım bundan sonra nasıl sonuçlanacak hep birlikte göreceğiz. Bu arada belirtelim ki oyunu seyretmek beleş ve tekmili birden Amsterdam’da Yunus Emre şubesinde oynanıyor. İlgilenenlere duyurulur.”

 ************

 

Kabadayı’dan açıklama:

Amsterdam Yunus Emre’nin 4,5 yıl müdürlüğünü yapan Remzi Karadayı, kendileriyle ilgili haberimin facebook’ta da yer almasından bir gün sonra, aynı haberin altına bir yorum ekledi. Bu yorumu daha sonra bana WhatsApp ile gönderen Kabadayı’nın açıklamasını aynen yayınlıyorum.

Yayın öncesinde telefonla aradığım Fatih Okumuş ise, reaksiyonda bulunmayacağını, polemiği uzatmak istemediğini belirtti.

İşte Kabadayı’nın açıklaması:

 

Son zamanlarda bazı (sosyal) medya organlarında 1 Temmuz 2012 tarihinden itibaren büyük bir onur ve gururla çalıştığım ve kuruculuğunu yaptığım Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü hakkında birtakım gerçeği yansıtmayan yazılar yayınlanmıştır. Bu hususta uzun zaman suskunluğumu korumak istedim. Ama bazen suskunluk kabul anlamına geldiği için bu konuda kısa bir açıklama yapma gereği duydum. Açıklama aşağıdadır.

Saygı ve selamlarımla.

4,5 yıl müdürlüğünü büyük bir onur ile yaptığım Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü (ki dünya çapında isim babası da benimdir. Daha önceki ve kanundaki (resmi) ismi Yunus Emre Türk Kültür Merkezi’dir. Bu şekilde kurumun markalaşmasını sağlamış bulunmaktayım) sıfırdan Hollanda’da tek başıma kurdum. Hollanda’da Türkiye’ye ve Türk kültürüne sempati duyan her yabancının ve her Türkün gurur duyacağı bir mekanda dört dörtlük bir şekilde kurumu kurdum. 4,5 yılda – yine tek başıma organize ettiğim – cok sayıda kültür, sanat etkinliği, bilimsel ve tarihsel konferans, sergi, konser, film festivalleri, Türkçe derslerinin alt yapısının hazırlanması vs faaliyetlerle ülkemizi ve kültürümüzü hem Hollanda’da hem de uluslararası camiada ve en seçkin mekanlarda sıfır hatayla, en iyi şekilde organize etmeye, ülkemizi ve kültürümüzü en iyi şekilde temsil etmeye çalıştım. Bunun için geceli gündüzlü çalıştım, ayak basmadığımı mekan, ve şehir kalmadı. Tek gayem ülkemizi ve kültürümüzü vizyon ve misyonumuza uygun şekilde yüksek kalitede ve geniş bir yabancı kitleye tanitmak ve Hollanda ile Türkiye arasındaki dostluk ilişkisine katkı sağlamak oldu.

2004 yılından beri yönetimlerinde bulunduğum vakıflar ve STK’larda Türkçe derslerinin en iyi sekilde organizasyonu için gayret ettim. Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü müdürü olarak bu konuda çalışmalar yapmaya gayret ettim. Türkçe dersi Enstitüsünün faaliyet alanı olan üç saç ayağından birisidir. Türkçe derslerinin alt yapısını hazırlamak için Türkçe alanında çalışma yapan kurum ve öğretmenlerle işbirliği yaptım. Kurumumuzda ve Hollanda çapında Türkçe derslerinin verilebilmesi için alt yapısını hazırladım.

Kültür sanat faaliyetlerini organize ederken tek endişem ve gayem, kültürümüzü en kaliteli sekilde sunmak, ve bütçenin en hassas sekilde idare edilmesi olmuştur.

Allah’in inayet ve yardımıyla Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü’nü en seçkin mekanda dört dörtlük bir şekilde kurmuş ve faaliyet geçirmiş olarak göreve başladığımdan 4,5 yıl sonra 5 Aralık 2016 tarihinde müdürlük görevim yüzümün akıyla sonlandı. Bu süre zarfında Enstitümüz her türlü diplomatik kuruluşlarımızla, Hollandalı kurum ve kuruluşlarla, AB kurum ve kuruluşlarıyla, akademik ve kültür-sanat kurumlarıyla çok verimli ve sağlıklı işbirliği yapmış, bütün projelerde öncü ve lokomotif görevi üstlenmiştir. Yine 2016 yılı sonu itibariyle her türlü sosyal ve siyasi krize rağmen Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü ne Hollanda ne de Türk medyasında tek bir kere dahi olumsuz bir şekilde yer almamıştır.

Yaptığımı etkinliklerle Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü kültür sanat dünyasında hak ettiği saygın konuma ulaşmıştır. 2016 yili itibariyle kalite ve itibar bakimindan ulaştığımız çıta çok yüksekti. Ben bayrağı bu seviyede devrettim ve Enstitü’deki görevimi Projeler Koordinatörü olarak devam ettirdim.

Benden sonra görevi devralan müdür arkadaslarım da Enstitümüzü ve ülkemizi en iyi şekilde temsil etmek amacıyla elinden gelen gayreti ve gerekli hassayeti gösterdiğinden ve göstereceğinden en ufak bir şüphe duymamaktayım.

Herkese saygı ve selamlarımı iletirim.

***********

 

 

Facebook yoluyla tepkide bulunan duyarlı insanların mesajları da şöyleydi:
Eyüp Sultan Camii Başkanı Murat Türkmen

Amsterdam Meubelen  Kimin neyi paylaşamadığı açıkça ortada sayın abim. Bilinen şeyler neden bilmemezlikten geliniyor bizim kurumlarımızda ben halen anlamış değilim. Ayrıca vatandaşa hizmet amacı değil rant ve koltuk sevdasından vaz geçilmediği sürece, oradaki kiralanmış olan binaya ödenen kira bedelinden başlayarak birşeyleri masada tartışarak çözüme bağlamak lazım tabiiki polisi aramak çözüm değil! Saygılar. Murat Türkmen.
Not: normal şartlarda bu tür olayların bu sanal alemde tartışılması taraftarı değilim. Bizim sözde güzide kurumları yıpratmaktan başka birşey olamaz. Yalnız şahsiyetinize duyduğum güvenden dolayı ve açık sözlülüğünüzden dolayı bu paylaşımı yaptım.

 

 

Murat Gedik Ve birileri o makamları kapmak için pusuya yatmışlar İlhan bey. Üzülmemek elde değil.

 

Nusret Oksuz Hangi Acidan Bakalim?Yunus Emre,isminemi?Yoksa,VAKIF,olarak,mi?Yoksa,MAKAM,olarak,mi?Hangisi?

Musa Arslan Türk dilini, Kültürünü, tanıtmak ha. ! Tam bir rezalet. Tuzun koktuğu an.

 

Ahmet Aydogdu Hiç iyi bir gelişim değil bildigim kadar Remzi Bey çok güzel işiini yapiyordu

Kadir Asilsoy Neden bilemedim. Polisi isin içine katmak neyin düşmanlığı?
Adamlar daha Yunus Emre’nin sözlerinin değerlerinin farkına varamamış insanlara bu kurumda görev veriyorlar.
Bari birbirinize pislik yapacaksanız istifa edin sonra ne haliniz varsa görün.
Böyle insanlar bir milletin yakasından düşmedi gitti. Bu ne la, sülük gibiler.

 

Bülent Türker Ben şahsım olarak bugüne kadar bu kurumun hiçbir faaliyetine davet edilmedim. Ne yapıldığını bilmiyom. Bunlara verilen paranın 10’da birini bana verseydiler neler yapmazdım. 2 yıl içinde  Çankkale Müzemi 12 bin kişi ziyaret eti. Bu kurumlar 1 TL’lik destekte bulunmadılar. Müzeme giriş, park, çay kahve ücretsizdi.
Kavga emelerini anlayamıyorum. İş yapacak onlarca adam var piyasada.

Stoc İsmail Ercan Yunus Emre Vakfinda neler oldu? Neler oluyor? Anlamış değilim. Yıllardır Amsterdam ve çevresinde yaşayan çocuklarımıza, Hollandalıllar’a Türkçe dersleri veriyoruz. 23 Nisanları, Cumhuriyet Bayramını kutluyor, 10 Kasım anma törenleri düzenliyoruz. Yunus Emre Kurumu’ndan ne bir davetiye aldık ne de destek. Ne yapar bu insanlar Türk Devleti’nin ayırdığı bütçelerle bilemem ?!..

Sila Altuntas Yazık, atanan başkanlar Yunus Emre Enstitüsü’nün önemini felsefesini gerçek manada kavramış olsalardı, kişisel sorunları yüzünden bu durumlar yaşanmamış olurdu.
Kişi nerde olursa olsun,yaptığı işin hakkını verebilmeli. yükümlü olduğu göreve saygı göstermeli ve sahip çıkmalı.Bu vasıflar yoksa hiç getirilmemeli.

 

Mansur Bildik Çok çok doğru bir yorum…

Mesut Cavusoglu Kimlerin Eline niyetine egolarina kalmış.

Saffet Atak Çok hüzün verici ve düşündürücü… Her şey Yunus’un adı ile musamma olabilse..

Ahmet Aydogdu Anlayana

               ==========

NOT: Bazı ‘hiç’ olanlar, Yunus Emre olayını tüm detaylarıyla yayınladılar.
Ben ise polemiğe meydan vermemek için  olayı özetleyerek yayınladım.
Remzi Kabadayı yaptığı açıklamada, olayı üstü kapalı yayınlayan beni değil, o ‘Hiç’leri kastetti. Ama o ‘Hiç’ler bugün, Remzi Kabadayı’nın bana yanıt verdiğini yazmışlar ve benden de ‘Sözde yazar’ diye bahsetmişler. Vay ‘Hiç’ler vay !!!     

İlhan KARAÇAY soruyor… Amsterdam Yunus Emre Enstitüsü’nde neler oluyor ?

ilhan karaçayYunus Emre Enstitüsü’nün Amsterdam şubesinde cereyan eden olaylar, Hollanda’da yaşayan Türk toplumu içinde büyük üzüntüye neden oldu.
Türk kültürü, Türk tarihi, Türk sanatı ve Türk dilini yurtdışında tanıtma ve geliştirme amacı ile kurulan Yunus Emre Enstitüsü’nün Amsterdam şubesinde yaşanan olaylar, ‘skandal’olarak nitelendiriliyor.

               clip_image006Remzi Kabadayı

Yunus Emre Enstitüsü’nün Amsterdam şubesinin açılması ile birlikte, Remzi Kabadayı isimli Hollandalı bir Türk Başkanlığa getirilmişti.
Ne var ki, Remzi Kabadayı’nın başkanlığına 2016 eylül ayında son verilmiş ve yerine Fatih Okumuş atanmıştı. Başkanlıktan çıkarılan Remzi Kabadayı, işten çıkarılmamış ve Proje Koordinatörü olarak işine devam etmişti. Remzi Kabadayı ile Fatih Okumuş arasındaki ilişki iyi değildi. Remzi Kabadayı hastalığını öne sürerek işe gelmez oldu. Daha sonra, işe yeniden alışabilmesi için, doktorların tavsiyesi üzerine haftanın belirli günlerinde birkaç saatlığına işine gelip gitmeye başladı. Ama Başkan Fatih Okumuş ile ilişkiler yine iyi gitmiyordu.

              Fatih Okumuş

 

clip_image008Geçtiğimiz 30 eylül günü, Yunus Emre Enstitüsü’nde, Türkler İçin Danışma Kurulu’nun dışa kapalı bir toplantısı yapılmıştı.

O toplantıya gelen Remzi Kabadayı ile Fatih Okumuş arasında hoş olmayan bir olay yaşandı. Polemiği büyütmemek için, bu konuda yazılanlar ve söylenenleri bir kenara bırakıyorum. Ama, Remzi Kabaday’nın şikayeti üzerine olay yerine gelen Amsterdam polisinin müdahalesinden sonra yaşananların bir hayli üzücü olduğunu da belirtmek istiyorum.

‘Skandal’ olarak nitelendirilen bu olayın Ankara’da duyulmasından sonra, Ankara’dan Amsterdam’a gelen Caner Akkurt, bu kez Fatih Okumuş’un işine son verdi. Bir süre Amsterdam şubesini yöneten Akkurt, daha sonra Abdullah Akın Altay’ın Amsterdam Başkanlığı’na getirildiğini açıkladı.
Amsterdam’da muhasebecilik yapan ve Amsterdam Musiad’ın Genel Sekreterliğini yapan Abdullah Akın Altay, Yunus Emre Enstitüsü Amsterdam şubesine, bir yıl içinde dördüncü Başkan oluyor.

Şimdi, gerek Hollanda’daki pek çok Türk adına ve kendi adıma soruyorum:
Yunus Emre Enstitüsü’nün Amsterdam şubesinde neler oluyor?
Böylesi güzide bir kuruluşun, Amsterdam şubesini hakkıyla yönetebilecek kişiyi bulmak çok zor mu?
Buraya ‘Başkan’ olarak atananlar neyi paylaşamıyorlar?

 

clip_image010Yeni atanan Başkan Abdullah Akın Alpay

En son atanan Başkan Abdullah Akın Altay

 

Kendilerine tercüman olmaya çalıştığım Hollanda’daki bazı Türkler’in bu sorularına yanıt beklerken, Yunus Emre Enstitüsü’nün Amsterdam şubesindeki skandalların sona ermesini diliyoruz.

 

Yunus Emre Enstitüsü’nün, Türkiye ve Türkler için ne kadar önemli ve değerli bir kuruluş olduğunu anlatabilmek için, kurumun web sayfasından aldığım bilgileri altta sunuyorum:

 

Yunus Emre Vakfı

Türkiye’yi, Türk dilini, tarihini, kültürünü ve sanatını tanıtmak; bununla ilgili bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine sunmak; Türk dili, kültürü ve sanatı alanlarında eğitim almak isteyenlere yurt dışında hizmet vermek; Türkiye’nin diğer ülkeler ile kültürel alışverişini arttırıp dostluğunu geliştirmek amacıyla 05.05.2007 tarihli ve 5653 sayılı kanunla kurulmuş bir kamu vakfıdır.

 

Yunus Emre Enstitüsü ise Vakfa bağlı bir kuruluş olarak bu Kanunun amaçlarını gerçekleştirmek üzere yurt dışında kurduğu merkezlerde yabancılara Türkçe öğretimi çalışmalarının yanı sıra ülkemizin tanıtımı amacıyla kültür ve sanat faaliyetleri yürütmekte, ayrıca bilimsel çalışmalara destek vermektedir.

 

2009 yılında faaliyetlerine başlayan Yunus Emre Enstitüsünün yurt dışında 40’dan fazla kültür merkezi bulunmaktadır.  Kültür merkezlerimizde verilen Türkçe eğitiminin yanı sıra, farklı ülkelerdeki eğitim kurumlarıyla yapılan işbirlikleri ile Türkoloji bölümleri ve Türkçe öğretimi desteklenmektedir. Kültür merkezleri aracılığıyla kültür ve sanatımızı tanıtmak amacıyla birçok etkinlik düzenlenmekte, ulusal veya uluslararası etkinliklerde ülkemiz temsil edilmektedir.

 

Vizyon

Vizyonumuz; kültür sanat ve yabancılara Türkçe öğretimi ana başlıkları altında dünyanın birçok ülkesinde gerçekleştirilecek faaliyetler ve oluşturulacak iş birlikleri ile dünya toplumlarının Türkiye’yi daha yakından ve doğru kaynaklardan tanımasını sağlamaktır.

 

Misyon

Misyonumuz Türkiye’yi, kültürel mirasını, Türk dilini, kültürünü ve sanatını tanıtmak, Türkiye’nin diğer ülkeler ile dostluğunu geliştirmek, kültürel alışverişini arttırmak, bununla ilgili yurt içi ve yurt dışındaki bilgi ve belgeleri dünyanın istifadesine sunmak, Türk dili, kültürü ve sanatı alanlarında eğitim almak isteyenlere yurt dışında hizmet vermektir.

 

Neden Yunus Emre

Yunus Emre Enstitüsü, adını 13. ve 14. yüzyıllarda yaşamış bir Anadolu mutasavvıfı Yunus Emre’den almıştır. En önemli özelliği, insanî değerleri, insan sevgisini ve toplumsal barışı temsil eden bir sembol isim olmasıdır. Dolayısıyla Enstitümüz, dünyaya Türkiye’nin kültür ve sanatını tanıtarak, uygarlığın en yetkin, incelikli ve kendine özgü dilini kullanarak birbirini daha iyi anlayan, daha barışçıl bir dünya için çalışmayı hedeflemektedir. Bu amaca ulaşabilmek ve bütün dünyaya söyleyecek bir sözümüz olduğunu göstermek için, öncelikle kendimizi ve kültürel değerlerimizi doğru anlatmak zorundayız. İnsan odaklı bir anlayışla hareket eden Enstitümüze Yunus Emre isminin seçilmesi bir tesadüf değildir. Bu büyük şahsiyet, şiirleriyle sadece Türkçenin gelişimine önemli bir katkıda bulunmakla kalmamış, aynı zamanda evrensel insani değerler üzerine inşa edilmiş felsefesiyle, hiçbir din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin insanoğlunun barış ve ortak değerler etrafında birlikte yaşamasını amaçlayan mesajlar vermiştir. Yunus Emre Enstitüsü tüm faaliyetlerinde bu temel felsefeyi gözetmeyi bir hedef olarak belirlemiştir